16 Ekim 2017 Pazartesi

ABD'NİN ORTA ASYA POLİTİKASI ve 11 EYLÜL SONRASI YENİ AÇILIMLARI. BÖLÜM 2


 ABD'NİN ORTA ASYA POLİTİKASI ve 11 EYLÜL SONRASI YENİ AÇILIMLARI. BÖLÜM 2



Bu çerçevede, Özbekistan ve Tacikistan'daki Sovyet askerî varlıgını hedef alan mücahit saldırıları 1986'dan itibaren yogunluk kazandı. Söz konusu operasyonlar esnasında, bir yandan -o zaman için sadece Sovyet askerlerini hedef alan- Özbekistan ve Tacikistan'daki radikal dinci örgütlerin temelleri atılırken, diger yandan bu örgütlerin de, Afganistan'dakiler gibi uyusturucu ticaretini kendi faaliyetlerini finanse edecek bir yöntem olarak benimsemelerinin kapısı aralandı. Bu arada 1988'de Sovyetler Birligi Afganistan'dan tamamen çekilince, bir süredir Hikmetyar üzerinden yürütülen operasyonlara ihtiyaç kalmadı. Kısa süre sonra, 1990-1991 Körfez Krizi sırasında Saddam Hüseyin'i destekleyen Hikmetyar Vasington tarafından gözden çıkarıldı. Ancak, Hikmetyar döneminde kurulan 
uyusturucu kaçakçılıgı sebekesi yeni sahibini bulmakta çok gecikmedi. 

Hikmetyar'ın boslugunu Suudi Arabistan asıllı Usame bin Ladin doldurdu. Bin Ladin, tıpkı Hikmetyar gibi, Pakistan istihbarat servisinin himayesinde Tacikistan ve Özbekistan'daki radikal örgütleri, uyusturucu ticareti yoluyla desteklemeye koyuldu. Hatta, hashastan afyon elde edilen Nangahar ile afyonun eroine dönüstürüldügü kuzey Afganistan'daki Kunduz arasında hava köprüsü kurulmasını sagladı. Kunduz aynı zamanda Özbekistan rejimi karsıtı faaliyetler yürüten asırı dinci Özbekistan Islami Hareketi'nin (ÖIH, IMU) de ana üslerinden biri haline geldi. (18) ÖIH, aynı zamanda Tacikistan'da da eroin laboratuarları kurarak, "Altın Hilal" bölgesinden Avrupa'ya giden uyusturucu trafigini denetimi altına aldı. (19) 

3. Soguk Savas'ın Sona Ermesi ve ABD'nin Orta Asya Politikaları 

3.1. Amerikan Stratejisinin Olusması ve Ana Hatları 

Soguk Savas boyunca oldugu gibi, Sovyetler Birligi'nin dagılmasını takip eden ilk yıllarda da Orta Asya bölgesi ABD'nin dıs politika öncelikleri arasında yer almadı. 1990'ların sonuna kadar Irak'ın Kuveyt'i isgali, Ortadogu Barıs Süreci, Bosna ve Kosova olayları, Rusya'nın gelecegi ve NATO'nun yeniden yapılandırılması gibi gelismelerle mesgul olan Vasington, Orta Asya bölgesine ikincil önem atfetmeye devam etti. Ancak, bir taraftan Rusya'nın 1993'te ilan ettigi "Yakın Çevre Doktrini"yle Orta Asya'daki etkinligini tekrar artırma çabası içerisine girmesi, Avrupa Birligi'nin "Avrupa - Kafkasya - Asya Tasıma Koridoru" (Transport Corridor Europe - Caucasus - Asia / TRACECA) ve "Avrupa'ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Tasıma" (Intersate Oil and Gas Transport to Europe / 
INOGATE) projelerini gelistirmesi, Çin'in bölgede etkin olmaya baslaması, Türkiye'nin beklenen etkinligi gösterememesi ve ABD merkezli petrol sirketlerinin bölgede artan çıkarları gibi faktörler 1990'ların ortalarından 
itibaren ABD'nin bölgeye ilgisini yavas yavas artırdı. (20) 

Clinton yönetimi 1994-1995 döneminde Trans-Kafkasya bölgesindeki enerji kaynakları üzerinde Rusya'nın tekelini kırmak için yogun çaba göstermeye basladı. Subat 1995'te Vasington, Rusya üzerinden degil, Türkiye üzerinden 
geçecek bir boru hattını destekleme kararı aldı. Enerji ve dıs politika arasındaki bagı da bilinçli bir sekilde kuran ABD, Rusya'nın BDT ülkeleri üzerindeki denetimini zayıflatabilmek için, Moskova'nın enerji kaynaklarına dayalı 
manevralarını engellemeye çalıstı. Mesela, parasını ödeyemeyen Ukrayna'ya dogalgaz göndermemeyi kesmemesi için Türkmenistan'a baskı yaptı. Kazakistan'a, "Moskova'nın petrol vanasını kapatması halinde" bu ülkeyi 
destekleyecegi yönünde garantiler verdi. Mayıs 1995'te Orta Asya ülkelerini dolasan Clinton yönetimi 1994-1995 döneminde Trans-Kafkasya bölgesindeki enerji kaynakları üzerinde Rusya'nın tekelini kırmak için yogun çaba 
göstermeye basladı. Subat 1995'te Vasington, Rusya üzerinden degil, Türkiye üzerinden geçecek bir boru hattını destekleme kararı aldı. Enerji ve dıs politika arasındaki bagı da bilinçli bir sekilde kuran ABD, Rusya'nın BDT ülkeleri üzerindeki denetimini zayıflatabilmek için, Moskova'nın enerji kaynaklarına dayalı manevralarını engellemeye çalıstı. Mesela, parasını ödeyemeyen Ukrayna'ya dogalgaz göndermemeyi kesmemesi için Türkmenistan'a baskı yaptı. Kazakistan'a, "Moskova'nın petrol vanasını kapatması halinde" bu ülkeyi 
destekleyecegi yönünde garantiler verdi. Mayıs 1995'te Orta Asya ülkelerini dolasan ABD Enerji Bakanlıgı Müstesarı William White, bu ülkeleri enerji konusunda Rusya ve Iran'a rakip olmaları yönünde cesaretlendirdi. (21) 

Aslında Clinton döneminde Vasington'un bölgeye bakısı ikili bir politikayı yansıtıyordu. 1997'ye kadar süren birinci Clinton döneminde, 1994'te Dısisleri Bakanlıgı Müstesarlıgı görevine getirilen Strobe Talbott'un basını çektigi 
Dısisleri ekibi "önce Rusya" (Russia First) anlayısıyla Rusya'nın Batı tarzı demokratik piyasa modeline dönüsümüne katkı yapılması, yönetimdeki Boris Yeltsin gibi ılımlı reformcuların Vladmir Jirinovski gibi asırı milliyetçiler ve eski komünistler karsısında desteklenmesi ve bunun için de Rusya'nın "anlasılabilir güvenlik sorunlarına" saygı gösterilmesi gerektigini söyleyerek, Orta Asya'nın ihmal edilmesine yol açmıslardı. Onlara göre, Orta Asya gibi ABD'nin öncelik sıralamasında arka bölgelerde kalan ve çesitli sorunlarının çözümüne bulasmak 
istemedigi bölgelerde uluslararası güvenlik ve istikrar ancak bu konuda istekli ve yetkin olan Rusya tarafından saglanabilirdi. (22) 

Ayrıca bu görüs, ABD'nin Soguk Savas'ın hemen ardından gelistirdigi, kendisinin tek hegemon güç olarak dünya sistemiyle ilgilendigi, çesitli alt-sistemlerde ise yerel güçlerle (pivotal states) isbirligi içerisinde barıs ve istikrarın saglanması gerektigi görüsüne de paraleldi. 

Bu ekibin karsısında, 1996 sonunda Dısisleri Bakanlıgı görevine getirilen Madeline Albright'ın liderligini yaptıgı ve Rusya'nın SSCB geçmisine isaretle bu ülkeyi hâlâ daha çok jeopolitik çerçevede degerlendiren ve bu kapsamda 
Orta Asya'da SSCB'nin bosalttıgı boslugun Rusya tarafından doldurulmasının engellenmesi, bunun için de bagımsızlıklarını yeni kazanan bölge devletlerinin egemenliklerinin güçlendirilmesi gerektigini söyleyen görüsün taraftarları yer aldı. Bu görüsü savunanlar SSCB'nin bosalttıgı alanda ılımlı politikalarıyla Batı yanlısı NATO müttefiki Türkiye'nin etkili olmasını istemekte ve Türkiye'yi bu rol için desteklemekteydiler. Zamanla, bu iki görüs arasında uzlasmaya varıldıgına ve Orta Asya enerji kaynaklarında söz sahibi olabilmek için bölge ülkeleriyle daha yakın isbirligine girilmesi yönünde çabalara sahit olundu. Aslında, "Russia First" politikasının yaratıcısı Tablott bile 1997'deki bir konusmasında sunları söylemekteydi: (23) 

Eger Kafkasya ve Orta Asya ülkelerindeki reform çabaları basarıya ulasırsa, bu kuskusuz Rusya ve Ukrayna'yı da kapsayacak biçimde diger eski Sovyet cumhuriyetlerindeki dönüsüm çabalarını da cesaretlendirecektir. Bu bölgenin Çin, Iran, Türkiye ve Afganistan'la olan sınırlarının istikrara kavusmasına yardımcı olacaktır. Pakistan ve Hindistan'la büyüyen ekonomik ve sosyal bagların kurulmasını saglayacaktır. Karadeniz'den Pamir Dagları'na kadar uzanan bir cografyada kendi içlerinde ve birbirleriyle barıs içinde olan özgür toplumların varlıgının saglanması, eski Ipek Yolu boyunca Avrupa ve Asya arasında degerli bir ticaret ve nakliye koridorunun açılmasına hizmet 
edecektir. Eger ekonomik ve siyasal reformlar basarısız olursa, içerideki ve sınır ötesi ihtilaflar derinlesirse, bölge terörizm için bir kuluçka alanı, dini ve siyasi asırılıgın odagına ve bir çatısma sahasına dönüsebilir. 200 milyar varillik petrol rezervinin bulundugu bir bölgenin bu hale gelmesine ABD seyirci kalamaz. 

Orta Asya ülkelerinin NATO'nun Barıs için Ortaklık (BIO) programına dahil edilmesi, bölgede bulunan genis hidrokarbon rezervlerinin dünya piyasalarına aktarılması için Chevron, Amaco, Arco, Exxon gibi Amerikan firmalarının devreye girmeleri, bölge ülkelerinde dinin egemen olmadıgı rejimlerin devam etmesi, Sovyetler Birligi'nden arta kalan kitle imha silahlarının bu bölgeden ABD'nin "asi" olarak nitelendirdigi devletlere ve terör gruplarına aktarılmasının engellenmesi, bölgenin uyusturucu ticareti için bir üs olmaktan çıkarılması ve bölge ülkelerinin serbest ekonomik modeli benimseyerek uluslararası ticarete entegre olması gibi hedefler zamanla ABD'nin bölgeyle iliskilerinin temel parametrelerini olusturdu. ABD Dısisleri Bakanı James Baker'ın 1992'de bes Orta Asya cumhuriyetine gerçeklestirdigi ziyaretlerin ardından bölge baskentlerinde diplomatik temsilcilikler açan ABD, 1990'ların ortalarına kadar Orta Asya politikasını bu unsurlara dayandırmaya devam etti. (24)

Özellikle 1990'ların ortalarından itibaren, Orta Asya ve Kafkasların ABD'nin yasamsal çıkarları için son derece önemli oldugunu ileri süren Amerikalı strateji uzmanları, Mackinder ve Spykman'in "Merkez Bölge" nitelendirmesinden hareketle, bölgede denetim saglayacak devletin dünya güç dengelerini bastan asagıya degistirecegini savunuyorlardı. (25) 

Buna göre, Orta Asya ve Kafkasya'da 19. yüzyılda yasanan "Büyük Oyun"un 
bir benzeri sahneye koyulmaktaydı. Ikinci Büyük Oyun'un temel aktörleri Rusya Federasyonu, Türkiye ve Iran'dı. ABD, AB, Pakistan, Hindistan, Çin, Israil, Japonya ve Suudi Arabistan ise potansiyel aktörler olarak sırada  beklemekte İdiler. (26) 
Basta Z. Brzezisnki olmak üzere bir çok Amerikalı uzmana göre, ABD'nin "Kuveyt, Meksika Körfezi ve Kuzey Denizindekileri açık farkla geride bırakacak enerji rezervlerine sahip" bu bölgede temel aktör olabilmek için önüne çıkan tüm fırsatları degerlendirmesi ve sonunda bölgeye yerlesmesi gerekmekteydi. (27) 

Öte yandan, Hazar enerji potansiyelinin uluslararası piyasalara çıkarılmasında, Afganistan-Pakistan-Hindistan hattı yoluyla Hint Okyanusu kullanılabilirdi. Diger alternatiflere göre maliyeti düsük bu projenin gerçeklesebilmesi bir yandan Afganistan'da istikrarlı bir yönetimin kurulmasına, diger yandan da bölgeye komsu Orta Asya cumhuriyetlerinin risk unsurlarından arındırılmasına baglıydı. Orta Asya'nın basta köktenci terör örgütleri gibi risk unsurlarından arındırılması, sadece bu ülkelere yapılan ekonomik yardımla saglanamazdı. ABD'nin askerî varlıgıyla da bölgede bulunması gerekmekteydi. Fakat, Orta Asya'daki çıkarlarından henüz vazgeçmemis olan Rusya, ABD'nin bölgede "bayrak göstermesine" karsı çıkmaktaydı. ABD'nin Rusya'yı da ikna ederek bölgeye askerî varlıgıyla yerlesmesi ancak 11 Eylül 2001'den sonra yasanan gelismeler çerçevesinde mümkün olacaktır. 

1990'ların ikinci yarısında ABD'nin Orta Asya'daki yasamsal çıkarlarının giderek farkına varmasına paralel olarak, Amerikan ulusal güvenlik stratejilerinde bu bölgeye ayrılan yer de artmaya basladı. 1998'deki Ulusal Güvenlik Strateji Belgesinde, bölgedeki enerji rezervlerinin uluslararası pazarlara aktarılmasının ve bölgenin istikrarının ABDiçin tasıdıgı önem açıkça ifade edilmekteydi: 

Istikrarlı ve müreffeh Kafkasya ve Orta Asya, Akdeniz'den Çin'e uzanan genis bir bölgede istikrar ve güvenlige katkı saglayacak ve Kafkasya gaz ve petrol rezervlerinin, ABD'nin muazzam ticari katılımıyla, dünya piyasalarına aktarılmasını mümkün kılacaktır. Bu bölgedeki ülkeler, egemenliklerini ve uluslararası camiadaki yerlerini teminat altına aldıysalar da, demokratik ve 
ekonomik alanda gerçeklestirilmesi gereken reformlar vardır. […] Bu ülkelerin bagımsızlıkları, egemenlikleri, toprak bütünlükleri ve demokratik ve ekonomik reformları gerçeklestirmeleri Amerikan çıkarları için önemlidir. Bu hedeflere ulasılabilmesi için ikili iliskilerimizi ve uluslararası kuruluslardaki liderligimizi kullanarak milyarlarca doların bölgeye akmasını saglıyoruz. (28) 

Bölgenin ABD için tasıdıgı önemin giderek farkına varılmasına paralel olarak Temmuz 1999'da ABD Kongresi'nden geçen "Ipek Yolu Strateji Yasası" ABD'nin Orta Asya ve Kafkasya'ya yönelik politikalarının ana hatları açıkça ortaya 
koymaktaydı. Ipek Yolu Strateji Yasası'nın gerekçesini olusturan bölümde 7 nokta ön plana çıkarılmaktaydı. (29) 

Buna göre, 

(I) Bir zamanlar Orta Asya ve Güney Kafkasya'nın en önemli ekonomik hattı olan tarihi Ipek Yolu, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan'dan geçmekteydi; 

(II) Ipek Yolu üzerindeki halkların birbirine bagımlılıgı ve karsılıklı isbirligi yoluyla eski ekonomik iliskilerini tekrar tesis etmeleri, egemenliklerinin teminat altına alınması kadar, demokratik ve pazar reformlarının basarısı için de önemliydi; 

(III) Orta Asya ve Güney Kafkasya ülkeleri arasında siyasi, ekonomik ve güvenlik iliskilerinin güçlendirilmesi bölgenin istikrara kavusmasına da hizmet edecekti; 

(IV) Bölgede demokrasilerin ve serbest pazar ekonomilerinin gelisimi, uluslararası özel sektör yatırımcılarının bölgeye girislerini tesvik edecekti; 

(V) Bölgedeki Müslüman ülkeler, ABD ile yakın ittifak kurmak isteyen ve Israil'le yogun ticari ve diplomatik iliskiler içinde bulunan laik yönetimlere sahip bulunmaktaydı; 

(VI) Bölgede, ABD'yi sorunlu Basra Körfezi'ne bagımlı olmaktan kurtaracak çok degerli enerji kaynakları bulunmaktaydı; 

(VII) ABD dıs politikası ve uluslararası yardımları bölge ülkelerinin ekonomik ve siyasal bagımsızlıklarının yanı sıra, demokrasi insası, serbest pazar politikaları, insan hakları ve bölgesel ekonomik bütünlesme konularına da yogunlasmalıydı. 

Ipek Yolu Strateji Belgesi'nde, ABD'nin bölgeye yönelik politikasının ana unsurları ise söyle sayılmaktaydı: 

-Bagımsızlıgın, egemenligin, demokratik yönetimlerin ve insan haklarına saygının desteklenmesi; 
-Hosgörü, çogulculuk, diyalog ortamları ile ırkçılıga ve Yahudi düsmanlıgına karsı mücadelenin desteklenmesi; 
-Bölgesel ihtilafların çözülmesinde ve sınır ötesi ticareti zorlastıran engellerin kaldırılmasında aktif biçimde yer alınması; 
-Dostane iliskilerin ve ekonomik isbirliginin desteklenmesi; 
-Pazar merkezli ilkelerin ve uygulamaların yayılmasının saglanması; 
-Iletisim, ulasım, egitim, saglık, enerji ve ticaret alanlarındaki alt yapının gelismesine katkı saglanması; 
-ABD kaynaklı ticari girisimlerin ve yatırımların desteklenmesi. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder