ULUSLARARASI TERORİZM İLE MÜCADELEDE DE HUKUK İLKELERİNİN ETKİSİ: İNGİLTERE ÖRNEĞİ, BÖLÜM 3
2.2. Terörizmi Tanımlama Sorunun Nedenleri
Gerçekten, uluslararası toplumun terörizmin genel kabul görmüş tek bir tanımına ulaşamamış olmasının, devletlerarasındaki mevcut güç eşitsizliklerinden, siyasal sistemlerinin, ideolojilerinin, siyasal çıkar ve önceliklerinin farklı olmasına kadar uzanan birçok sebebi vardır.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de tanım sorununun özünde yatan asıl mesele devletlerin, halkların self – determinasyon hakkına yönelik tutumudur. Özellikle BM çatısı altında bu konu ile ilgili olarak birçok karar alınmış ve bu kararlarda sömürge, yabancı üstünlüğü ve ırkçı rejim altındaki halkların, self – determinasyon hakkının kullanılması ve bağımsızlık için mücadelesinin meşru ve uluslararası hukuk ilkelerine tamamen uygun olduğu vurgulanmıştır. Self – determinasyon hakkı genel anlamıyla sömürgelerin bağımsızlığı olarak algılanmaktadır. Mevcut bir devletten ayrılma hakkı olarak kullanılabilecek bu terim Birleşmiş Milletlerin 14.12.1960 tarih ve 1514 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve meşruluğu tanınmıştır. Yine BM aldığı karar ve bildiriler yoluyla “hiçbir ayrım yapılmaksızın tüm toplumu temsil eden bir hükümete sahip devletlerde self – determinasyon ilkesinden yararlanılamayacağı” öngörülmüştür. Sorun ise bu mücadelenin silahlı direnişi veya kuvvet kullanmayı içerecek şekilde olup olmadığından kaynaklanmaktadır.
Self determinasyon ilkesi konusunda bu tip anlaşmazlık yaşanmasının ana sebebi ise; bazı ulusal kurtuluş hareketlerinin terörizm ve self – determinasyon hakkı arasında tehlikeli bir bağ kurmuş olmaları neticesinde, aşağıdan yukarıya terör ve yukarıdan aşağıya bastırıcı terör silsilesinin dünyanın birçok yerinde yaşanmış ve yaşanıyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Milli bağımsızlık savaşlarının niteliği ve bunlar sırasında uygulanan şiddeti meşrulaştırmak için öne sürülen gerekçeler üzerinde süre giden tartışma, çözümün ya da çözümsüzlüğün kilit noktasıdır. Milli bağımsızlık hareketlerini desteklemekte ciddi menfaatleri bulunan ülkeler, bu hareketlerin sıklıkla başvurdukları bazı eylemleri suça dönüştürecek bir terör tanımına katılmada isteksizlik göstermektedir. Bu durumda devletler kendi politik çıkarları doğrultusunda açık olarak desteklediği grupların eylemlerinin, terörist eylem olarak adlandırılmasını istememektedir.
Uluslararası hukukta terörizmin tanımına ulaşılamama sorunu teknik değil siyasi niteliktedir. Bir yandan, ekonomik, siyasi ve sosyal haksızlılara uğrayan ya da kendilerini böyle gören devletler terörizmin tamamen biçimsel ve olgusal bir tanımını benimsemeyi reddetmektedirler. Çünkü terör ‘güçsüzlerin silahı’ olarak lanse edilmekte ve genellikle sömürgecilikten miras olarak kalan çatışma bölgelerinde ve bu bölgelere yakın bir coğrafyada yaşayan az gelişmiş ülkeler, self determinasyon haklarına ulaşmak için kullandıkları şiddet eylemlerinin ‘terör eylemi’ olarak adlandırılmasını istememektedir. Çünkü terörist eylemler hangi gerekçeye dayanırsa dayansın uluslararası toplum tarafından yasaklanmıştır. Yapılacak olan genel geçer terör tanımının içine; kendi halkının özgürlüğü için çalıştığını iddia eden gruplar ve bu grupları destekleyen devletler, self determinasyon hakkı için başvurulan şiddet eylemlerinin girmesini istememektedir. Fakat çoğu zaman kendi kaderini tayin hakkı için verilen mücadelenin, terörist stratejiden beslendiği veya birbirlerine benzer özellikler gösterdiği de bir gerçektir.
“Bir kimse için terörist, bir başka kimse için özgürlük savaşçısıdır” meşhur sözünün açıkça gösterdiği gibi, siyasi anlayıştaki çeşitlilik ve devletlerin arasındaki politika farklarından kaynaklanan nedenlerden dolayı, tek tip olarak kabul edilmiş bir tanım yoktur. Diğer bir tabirle bir kimsenin özgürlük savaşçısı veya katil olması, öldürme keyfiyetinden ziyade, failin siyasi ve ideolojik bağlılıklarına bağlı olmaktadır ki, bu da konunun entelektüel boyutu ile tartışılması açısından, üzerinde uzlaşılmış bir kriterin oluşmasına engel teşkil etmektedir.
Diğer yandan, bu konudaki uluslararası hukuk yaptırımlarının etkinlikten uzak oluşu nedeniyle, terör mağduru devletlerin başvurduğu - meşru müdafaa kisvesi altında - tek taraflı karşı tedbirler terör eylemlerine benzer nitelikler göstermektedir. Devlet terörü olarak karşımıza çıkan bu olgu; hukuki geçerliliği olan bir terörizm tanımı olması halinde uluslararası arenada devletleri zor duruma sokacaktır. En azından günümüz medya çağında pejoratif bir terim haline gelen terörizm ile anılır hale geleceklerdir. Hiç kimse, hiçbir örgüt ya da devlet kendisinin terörist olarak görülmesini istememektedir.
Devletlerin yapılabilecek olan terör tanımına karşı direnç göstermelerinin bir diğer sebebi ise; terör eylemleri karşısında alınacak vaziyeti hukuki bir cendere sokmanın, devletin siyasi manevra alanını kısıtlamak anlamına gelmesidir. Terörizmi kesin hatlarla tanımlamak, kimi devletlerin terörist gruplara destek verme tasarılarını ve gelecekteki girişimlerini de güçleştirecek veya imkansız kılacaktır. Görüldüğü gibi devletler bazında terörizme bir tanım bulmadaki asıl zorluk; bu fenomeni on yıllardır bir iç – dış politika aracı olarak kullanan devletlerin, bu sayede elde ettiği kısa vadeli siyasi çıkarlarından vazgeçememeleridir.
Terörizm, kelimesinin günlük kullanımındaki anlam bulanıklığına, bu terimi yüzeysel bir biçimde ya da sansasyon yaratmak amacı ile kullanıp terör saldırılarını eğlenceye dönüştüren medyalarda katkıda bulunmaktadır. Terörizm kelimesinin yaygın ve yüzeysel biçimde kullanılması, bu kelimenin anlamını ucuzlatmaktadır. Günlük dildeki gelişmelerin hukuk diline rahatlıkla ve hızla aktarıldığı günümüzde, hukuki tanımın kapsamı ölçüsüz bir biçimde genişleme riski ile karşı karşıyadır. Bu durum, zaten sorunlu olan tanımlama arayışının çalışma sahasını da genişletme sonucu doğurabilir.
Terörizmin tanımına ulaşmadaki bir diğer zorluk ise, terörizmin olmazsa olmaz şartlarından siyasal şiddetin evrensel bir olgu olmayışı, yani kültürden kültüre farklı algılanabilmesidir. Terörizmin bu özelliğini Ertan BEŞE şu şekilde açıklamıştır: “ Şiddetin bütün şekilleri, sosyal ve yasal kontrol modellerinin formüle edilmesine esas teşkil edecek olan sosyo – politik değerlendirme temelinde, kriminal boyutu açısından benzer nitelikler; fakat amaçları, araçları, failleri ve kurbanları tarafından farklılıklar gösterebilir. Dolayısıyla siyasal şiddet ve onun en yaygın şekli olan terörizm de kavramsal olarak evrensel değildir. Çünkü siyasal şiddet kavramını oluşturan şiddet olgusu ve siyasal olma, zamandan zamana ve bir yerden diğerine değişmektedir. Böylece terörizmi oluşturan tanımlama; toplumdan topluma, devletten devlete ve hatta bir akademik yazardan diğerine farklılık arz etmektedir.” Ertan BEŞE’nin bu açıklamasını destekler nitelikte Franco FERRACUTİ de aynı konuyu şu şekilde ifade etmiştir. “ Olayların boyutları, milli bir abideye slogan yazmak gibi kısmen legal veya tolere edilebilir hareketlerden, Bolonga tren istasyonundaki yüzlerce kişinin katledildiği katliamlara kadar değişmektedir. Olayın değeri de bir memleketin genel atmosferine, hatta herhangi bir bölümün belli bir politik ve tarihi anda ki durumuna göre tartılmalıdır. Mesela Orta Amerika ve Kuzey İrlanda’da bir arabanın yakılması olayının değer ve etkisi, İsviçre veya Norveç’ten farklı olacaktır.
Hukukla siyasetin kesişim noktasında yer alan tanım sorunun çözümlenmemesi halinde, belli bir eylem ortaya çıkınca, bunun siyasi ya da adi bir suç niteliğinde olduğu hususu, farklı yönlerden istismara sebep olmaktadır. Hal böyle olunca tanımsızlık sebebini, uluslararası hukukun zaafından ziyade, devletlerin arasındaki uyuşmazlıkta aramak gerekir. Evrensel bir tanıma ulaşılması halinde bile, bu tanımın dünya çapında genel uygulamaya geçeceğine şüphe ile bakılmaktadır. Terörizmin tanımlanamaması uluslararası bir ikilem, bir açmazdır. Ne var ki bunun kısa zamanda, görülebilen, tahmin edilebilen zaman dilimi içerisinde değişmeyeceği ve belirsizliğin terörizmin bir özelliği haline dönüştüğü görülmektedir.
2.3. Uluslararası Terörizmle Mücadelede Tanım Sorunun Etkisi
Uluslararası terörizmle mücadelede en büyük engellerden biri, bütün dünya devletlerinin ya da en azından terörizm niteliğinde suçları işleyen kimselerin etkin bir şekilde adaletin önüne çıkmasını sağlayacak kadar çok sayıda devletin üzerinde anlaşmaya vardıkları ortak bir terörizm tanımının yapılamamasıdır.
Temel bir tanım olmaksızın terörizm olarak nitelediğimiz olgunun bir tehdit olup olmadığını, bu olgunun kendisinden önce var olan şiddet eylemlerinde farklı olup olmadığını ve bir terörizm kuramı olup olmayacağını söylemek mümkün değildir. Tanım ortaya çıkan bir konunun nihai amacını kavramaktan ibarettir. Tanım sağlam temellere oturtulmazsa, üzerine inşa edilecek her şey kısa sürede yıkılıp gidecektir. Bu şekilde belirsiz bir olgu ile mücadele de hiç şüphesiz eksik kalacaktır.
Günümüzde uluslararası düzeyde faaliyet gösteren terörist gruplara ve stratejilerine karşı verilecek mücadelede uluslararası işbirliği ön plana çıkmaktadır. Fakat devletlerin terörist faaliyetlere bakışlarındaki çifte standart bu işbirliğinin temellerini sarsmakta ve yapılan işbirliğinden beklenen faydanın çok altında verim alınmaktadır. Genel kabul gören ve sarih bir terörizm tanımının bulunmayışı, terör eylemlerini cezai açıdan bastırmak ve uluslararası işbirliği ve diplomasi temelinde siyasi eylem yoluna gitmeyi öneren hukuki nitelikteki yaklaşımı sekteye uğratmaktadır.
Devletleri tam bir işbirliği içerisinde terörizm ile mücadele etmesini mümkün kılacak en önemli etken meşru zemine oturtturulmuş, objektif ve genel kabul gören bir terör tanımı olacaktır. Böyle bir tanım devletleri uluslararası işbirliği yapma konusunda destekleyecek ve böylece terörizme verilecek cevabın örgütlenmesine de fayda sağlayacaktır. Objektif bir tanım, ayrıca devletlerin ulus aşan nitelikteki terör suçlarında soruşturma ve kovuşturma aşamalarında yeknesaklık sağlayacak ve terör suçlularına verilecek hukuki ceza etkin bir role kavuşacaktır.
Terörizmin kabul edilmiş bir tanımı olmaması, uluslararasılaşmış bu suçun uluslararası bir mahkemede kovuşturulmasının da önüne geçmektedir. Çünkü uluslararası ceza hukuku açısından tam olarak tanımlanamayan bir suçu cezalandırmak olanaksız olmaktadır. Hukukun üstünlüğü ilkesi, suçların cezalandırılması hususunda suçun açıkça ve ayrıntılı olarak tanımlanmasını gerektirmektedir. Terörle mücadele gibi olağan dışı önlemlerin alınmasını gerektirebilecek bir durumda tanım konusunun önemi daha da öne çıkmaktadır. Küresel terörizm, insanlığın bu zamana kadar geliştirdiği demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel insan hakları gibi değerlere açık bir saldırı teşkil etmesine rağmen uluslararası hukuk bu suç ile mücadelede etkisizdir. Hukuk terörizme verilecek cevabın bir parçası olacaksa, terörizm sorununun niteliği açıkça tanımlanmalıdır.
Terörizmin genel geçer bir tanımının olması ‘kimin terörist’ olduğunu da anlamamızı sağlamaktadır. Tanımlayıcının sübjektif bakışına bağlı kalan bir tanımlama ‘kimin terörist olduğu’ sorusuna kendi değerleri ve görüşüne bağlı olarak cevap verecektir. Bu yüzden objektif ve yetkin bir tanıma ulaşılmadıkça, terörle mücadele kültürel rölativizmin etkisinden kurtulamayacaktır. Devletlerin yanı sıra, bireysel ya da toplumsal düzeyde de, baskıcı totaliter bir rejime direnmiş ya da azınlıkların korunması gibi meşru bir gerekçe öne süren teröristlerin başvurdukları şiddetin hoş görülmesi yönünde eğilimler mevcuttur. Bu da tanım sorununun en önemli kaynağı haline gelmiş olan ‘birinin özgürlük savaşçısı diğerinin teröristidir’ klişesine yol açmaktadır. Zira terör ve terörizm kavramlarının aşırı sübjektivizmden kurtarılması kişilere, ideolojilere, devletlerin bakış açılarına göre terör tanımının yapılmasının önüne geçilmesi ortak, herkesin kabul ettiği objektif bir terör ve terörizm tanımının gerekliliği terör ve terörizm ile mücadele etmek açısından son derece önemlidir.
Genel kabul gören bir tanıma ulaşılması halinde, terör eylemlerini gerçekleştirenler, yaptıkları eylemlerin terör kapsamı dışında kaldığını, örneğin milli bağımsızlık savaşı eylemleri ya da diğer meşru ve düzensiz savaş eylemlerinden birini oluşturduğunu ileri sürerek bu eylemlerin sonuçlarını bertaraf edemeyeceklerdir. Tanım eksikliği, terörist eylemlerin siyasi suç olarak kabul edilip edilemeyeceği konusunda da devletlerin farklı politikalar izleyebilmesine olanak sağlamaktadır. Nitekim ‘suçluların iadesi’ konusundaki en ciddi anlaşmazlık, ‘siyasi suçların’ iadeye istisna teşkil etmesidir. Terörizmle suçlanan kişiler genellikle faaliyetlerinin siyasal nitelikte politik aktiviteler olduğunu ve bu nedenle iade edilmemeleri gerektiğini iddia etmektedirler. Devletler de bu talepleri kendi politik çıkarlarına paralel bir şekilde yorumlayarak karar vermektedirler. Bu şekilde gerçek bir terörist iade edilmekten veya yargılanmaktan kaçabildiği gibi, bir siyasi suçlu da iade edilerek terörist muamelesi görebilmektedir. Bu da terörizmin nemalandığı adaletsizliği güçlendirmektedir. Bunun yanında bu durum terörizmle mücadelede uluslararası işbirliğinin önemli bir parçası olan teröristlerin iadesini engellemektedir.
Terörizmi tanımlama konusundaki bir başka problem terörist ve terörizm kavramlarının son derece ideolojik kavramlar olması ve bu kavramların farklı ideolojik ve politik değer yargılarını yansıtmasıdır. Bu durum kavramların analiz edilmek için değil, saldırmak ve suçlamak için kullanılmasına yol açmaktadır. Terörist, gerçekten bu terimi hak ediyor olsun veya olmasın, içerdiği negatif algılamalar, “düşmanı” aşağılamak ve onun yaptığı eylemlerin meşruluğunu dışlamak için kullanılmaktadır. Sembolik bir silaha dönüşen bu terim, aynı zamanda işkence ve yargısız infaza kadar varan, bütün anti terör eylemlerini meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Bu bakış açısında, teröristler, sadece düşman değil, barbarlığın ötesinde, insanlıktan çıkmış şeytanlar, ruh hastalarıdır. Dolayısıyla onlara diğer suçlulardan farklı muamele etmek meşrudur. Bu anlamda terörizme karşı alınan hukuki tedbirler, klasik anlamda toplumun savunma mekanizmasını harekete geçmesinin ötesinde siyasi kudretin sembolik eylemlerine dönüşmektedir. Terörle yürütülen maniken mücadelenin tarafları, iki siyasi grup ya da söylem değil, bir yanda ‘şer’ güçleri, diğer yanda tüm insanlar olarak sunulmaktadır.
11 Eylül dönemini izleyen dönemde terörizm kelimesinin aşırı biçimde genişleyen anlamlar içermeye başladığı, özellikle ulusal düzenlemeler arasında önemli farkların ortaya çıktığı gözlenmektedir. Böylece çok anlamlı terörizm, muhtelif örgütlerin ve devletlerin kendi siyasi menfaatleri doğrultusunda anti terör stratejileri geliştirmelerine imkan vermekte ve uluslararası sistemin plastik (değişik şekillere girebilen) özelliğini güçlendirmektedir.
Oluşan bu durumda da devletler düşmanlarına karşı kendi anlayışlarının ürünü olan terör çerçevesine göre saldırmaktadır. Kendisine karşı yapılan eylemlere tepki veren devletler bir yandan devlet terörünü kendi algısına göre meşrulaştırarak uluslararası değerleri çiğnemekte, diğer yandan da terör örgütlerinin bu sayede propagandalarını yapmalarını sağlamaktadır. Bu sarmal dünya genelinde kabul edilmesi sağlanılmaya çalışılan hukukun üstünlüğü gibi değerlerin içlerinin boşalmasına sebep olmakta ve tamir edilemez zararlar meydana getirmektedir. Görüldüğü gibi üzerinde uzlaşılmış yasal bir terörizm tanımı, devletlerin orantılı ve meşru bir düzlem içinde terörle mücadele etmelerini sağlamaya da yardımcı olacaktır. Zira hiçbir devlet terörizmin içeriğinde bulunan negatif özelliklerden dolayı kendisine ‘terörist’ nitelemesinde bulunulmasını göze alamayacaktır.
Özet olarak terörizmin, meşru sayılabilecek mücadele türlerinden ayırt edilmesine, öte yandan devletlerin terörizme karşı mücadelesinin genel bir hukuki temele oturtulmasına objektif ve genel geçer bir tanım büyük katkı sağlayacaktır.
3. TERÖRİZMİN NEDENLERİ
Terörizm genel olarak; özellikle kitlelerin ideolojik olarak aşırı derecede şartlanmaları, başta kaynakların eşit olmayan bir şekilde paylaşımı nedeniyle ortaya çıkan ağır ekonomik şartların ve çok daha ciddi olarak da toplulukların dini, etnik farklılıklarının sebep olduğu siyasi nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bu durumda; genellikle ayrımcılık, eşitsizlik ve mahrumiyetin siyasal ve sosyal şartları, terörizmi besleyen temel unsurlardır. Bu nedenle de; devletler açısından, terörizmle mücadele seçeneklerini ya da terörizme verilecek karşılığın şekillerini, terörizmi ortaya çıkaran nedenleri gerçekçi bir şekilde ele alarak seçme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Her şeyden önce terörizm bir nihai amacın aracı olduğu, kendi başına bir son olmadığı anlaşılmalıdır. Terörist gruplar terörizmi bir strateji olarak benimsemekte, bir amaç olarak değil araç olarak görmektedirler. Bu stratejinin de en önemli ayağı propagandadır. Yanlış uygulamalar teröristlerin şiddet uygulamalarının temel dayanaklarını oluşturmaktan ziyade, terör örgütlerinin propaganda malzeme ve mazeretlerini oluşturmaktadır. Teröristler, toplumlardaki artan hayal kırıklığını, süre giden sosyal ve ekonomik sorunları, siyasal istikrarsızlıkları sömürerek, topluma moral bozukluğu aşılamaktadır. Çünkü teröristler; strateji olarak var olan sorunları yoğun propaganda faaliyetleri ile belirginleştirerek toplumda ve devlet organlarında zaaf ve güç kaybı meydana getirmek istemektedirler. Bu sayede devlet organlarının isteklerine daha kolay boyun eğeceğini hesaplamakta ve bu şekilde amaçlarına ulaşmayı hedeflemektedirler.
Birleşmiş Milletlerin 8. Uluslararası Kongresi’nde terörizmin nedenleri yoksulluk, işsizlik, sosyal hizmetlerin zayıflığı, eğitim yetersizliği, halkın marjinalleşmesi, sosyal ayrımcılık, aile ve sosyal bağların zayıflaması, göçlerin getirdiği olumsuz sonuçlar, medya kurumlarının şiddet, nefret ve ayrımcılık gibi düşünceleri yayması olarak belirlenmiştir. Görüldüğü gibi terörizmin sebepleri farklı perspektifler üzerinde yoğunlaşmıştır. Fakat bu nedenlerden birkaçının üzerine gidilmesi terörizmi ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Bu sebeple terörizm ile topyekun mücadele edilmeli ve tüm nedenlerin üzerine gidilmelidir.
Terörizmin en önemli nedenlerinden birisi politik/siyasi neden olarak adlandırabileceğimiz sorunlardır. Politik/siyasi nedenler kapsam olarak çok geniş bir konu zenginliğine sahiptir. Sömürgecilik, yabancı işgali, kültürel haklar ve dini faktörler gibi farklı konular genelde terörist davranışların temelini oluşturur. Zaten terörizmi oluşturan etmelerin en önemlisi siyasal şiddettir. Terörizmin özünde olan siyaset, terörizmin nedenlerinde de başat rol oynamaktadır. Terörizm ana nedenlerinden birini oluşturan “ötekileştirme” olgusu da aslen siyasi içeriklidir denebilir. Çünkü birçok yönden ötekileştirme yapılabilmesine rağmen, ötekileştirme asıl olarak kişinin kendi bünyesinde oluşturduğu kimliği üzerinden yapılmaktadır ve bir kişinin kimliğini oluşturan temeller din ve etnik kökendir. İnsanların kişilikleri, birey olarak sahip oldukları alt kimlik özellikleri ile ait oldukları büyük sosyal gruplardan edindikleri üst kimlik özelliklerinden oluşmaktadır. Kendi kimliklerini ırk, din, mezhep gibi değişmez özelliklerden inşa eden bireyler, başlarına gelen herhangi bir kötülüğün nedeni olarak da bu değişmez karakteristiklerini göreceklerdir. Bu yüzden herhangi bir olayda, hatta hizmet sunumunda, dolaylı da olsa kişilerin karakteristik özelliklerini sorgulamak “biz ve onlar” ayrımını körükleyerek ötekileşmeyi artıracaktır. Ötekileşmede insanları toplumdan soyutlayarak birbirlerine nefretle bakar hale getirmektedir.
İnsanların sosyo – ekonomik ortamları da terörizmi tetikleyebilmektedir. Sosyal değerlerdeki veya normlardaki hızlı değişmeler toplumda artan sapmalara, uyuşmazlıklara sebep olmakta, sosyal problemleri ortaya çıkardığı gibi hem teröristleri ve şiddet yanlılarını beslemekte, hem de onların toplumu etkilemelerine sebep olmaktadır. Şiddet yanlıları veya teröristler, hızla değişen sosyal değerlerden istifade ederek, sürekli değişen düşman hedefler, ard arda verilen sloganlar ile kitlelerde şaşkınlık yaratmakta, toplumda çeşitli gruplar arasındaki ayrılıklar körüklenmekte, neticede sosyal psikolojide korku hipnozu olarak adlandırılan toplumu pasif, aldırmaz, reaksiyon vermez hale getiren ortamı meydana getirmektedirler. Ayrıca eğitim durumu ve siyasi şiddet arasındaki ilişki araştırılmış ve aralarında ters bir ilişki olduğu ortaya konmuştur. Eğitimin, insanları sorunlarını çözmede şiddetten çok politikayı kullanmaya sevk ettiği yapılan araştırmalar sonucu öğrenilmiştir. Bu bilgiden yola çıkarak eğitim düzeyi düşük olan bölgelerde yaşayan bireylerin, kendisine haksızlık yapıldığını düşündüğü bir ortamda, hakkını şiddete başvurarak aramaya meyilli olduğu çıkarsaması yapılabilir. Ayrıca ekonomik anlamda geri kalmışlığın, terörizmi besleyen unsurlardan birisi olduğu da sık sık dile getirilmiştir. Özellikle yoksulluk ve işsizliğin fazla olduğu bölgelerdeki insanlar, terör örgütlerinin propaganda faaliyetlerine daha açıktır. Yoksulluğun illegal faaliyetlere katılma konusunda büyük bir etkisi olduğu da yapılan araştırmalarda görülmektedir.
Terörizmin nedenlerinin yanın da terörist olmanın nedenlerine de kısa bir şekilde değinmekte yarar vardır. Yakalanan ve hapishanelerde yatan veya serbest kalmış teröristlerle yapılan mülakatlarda bilim adamları teröristlerin bu yola yönelmelerindeki etmenleri şu şekilde izah etmişlerdir. Haklarını elde etmek için başka yöntem kalmaması, sonuca kestirmeden ulaşma isteği, sosyo – ekonomik çevrelerinde karşılaştıkları çeşitli sorunları siyasal söylemlere dönüştürme ve karşılaştıkları bu sorunlara çözüm arama yöntemlerinde diğer insanlarda radikal bir şekilde ayrılmaları. Bu izahtan da anlaşılacağı üzere teröristler aslen psikolojisi tamamen bozuk insanlar veya asosyal kişilikler değildir. Aksine risk almayı seven, girişimci, akılcı, idealist kişiler oldukları özellikle lider kadrosu için söylenebilir.
Yukarıda da belirtildiği gibi bu etmenlerin tek başlarına terörizme etki edebilme kabiliyetleri olmadığı gibi, doğrudan terörizmin nedenlerini de oluşturmamaktadırlar. Bu etmenlerdeki herhangi bir eksiklik, terör örgütleri tarafından işlenerek propaganda malzemesi olarak kullanılmakta ve asıl sorun burada oluşmaktadır. Terör örgütleri bu etmenlerdeki eksiklikleri kullanarak “haksızlığa uğramışlık” hissini etki alanında bulunan halka empoze etmeye çalışmaktadır. Zira terörizmin temel gerekçesi; “haksızlığa uğramışlık” duygusu ve bu duygu ile beslenen; açlık, geri kalmışlık, sömürülme, aşağılanma, ikinci sınıf muamele görme, ezilme ve dayatmalar tarzında ortaya çıkan dışsal uyarılarla sürekli olarak karsılaşma, sistematik bir biçimde kültür erozyonuna tabi tutulma, etnik farklılıkların ilişkilerde başat etmene dönüşmesi gibi etmenlerden oluşmaktadır.
Bu tip mahrumiyet algıları terörizmin temel sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumun farklı kesimleri arasında var olan eşitsizlik algılamaları, diğer gruplara göre kendilerini mahrumiyet içinde olduğunu algılayan grupların şikayetlerine zemin hazırlamaktadır. Bu da; etnik veya grupsal tansiyonu yükseltebilen bir etken olarak ortaya çıkmaktadır. Adaletsizlik ve eşitsizlik algılarının yaygın olduğu sistemler içerisinde bu durum öç alma duygularını harekete geçirebildiğinden, şiddet ve terörizm daha kolay zemin bulabilmektedir. Bu mağduriyet algılamaları ekonomik, etnik, ırksal, politik, dini veya sosyal konuları kapsayabilen büyük bir yelpaze içerisinde olabilir. Terör gruplarının amacı bu farklılıkları kullanarak kendi propagandaları ile kitleleri motive ederek kendi lehlerine kullanmayı amaçlamaktadırlar. Terör hareketlerinin temelinde yatan bu pek çok faktör ve bunlar üzerinden geliştirilen mağduriyet duygusu, ilk olarak bireylerin toplumdan soyutlanmalarında, daha sonra uygun bir motivasyon ile de terör gruplarına katılmalarında etkili olmaktadır.
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder