7 Şubat 2017 Salı

ULUSLARARASI TERORİZM İLE MÜCADELEDE DE HUKUK İLKELERİNİN ETKİSİ: İNGİLTERE ÖRNEĞİ, BÖLÜM 4



ULUSLARARASI TERORİZM İLE MÜCADELEDE DE  HUKUK İLKELERİNİN ETKİSİ:  İNGİLTERE ÖRNEĞİ,  BÖLÜM 4



4. KÜRESELLEŞMENİN TERÖRİZM ÜZERİNE ETKİLERİ


Ulusal terör gruplarının olduğu gibi uluslararası terör örgütlerinin de en önemli aracı propagandadır. Örgütler propagandalarını yaparken - yukarıda da bahsedildiği gibi – en çok devletlerin yanlış politikalarından kaynaklanan sorunlardan beslenirler. Küreselleşmeyi hedef almış terör örgütleri de aynı stratejileri kullanmaktadır. Küreselleşmenin meydana getirdiği sonuçları veya sorunları kendi algılarına göre yeniden anlamlandırıp, desteklerini almak istedikleri hedef kitlelerine sunmaktadırlar. Bu sebeple yukarıda kavram olarak açıklamaya çalıştığımız küreselleşmenin, küresel terör örgütleri tarafından propaganda malzemesi olarak kullanılan / kullanılabilecek sonuçlarına ve bu sonuçların etkilerine bakmakta yarar vardır. Çünkü bir sorunla etkili bir şekilde mücadele edebilmek için öncelikle o sorunun temelinde yatan nedenleri anlamak gerekir. Eğer sorun iyi anlaşılmazsa, çözüm arayışları sorunu daha da büyütebilmektedir. 

Küreselleşmenin fiili ölçeği hala belli bir düzeyde kalırken, siyasal ve kültürel etkisi oransız denebilecek ölçüde büyüktür. Küreselleşme ile beraber toplumlar ve medeniyetler arasındaki etkileşim de artmıştır. Tarihsel süreç içerisinde hemen hemen her medeniyet birbirini etkilemiş ve benzeşik yönleri iç içe geçmiştir. Fakat tümüyle değerler manzumesinin terki ile bir diğerini kabullenmek söz konusu olmamıştır. Küreselleşme ile yaygınlaşan ‘batı kültürü’ ise saldırgan bir tavır göstererek medeniyetler arasında iyi – kötü ayrımı getirmiş, diğer medeniyetlerin bazı yanlarını içselleştirirken, diğer yanlarını ise tamamen dışlanmaktadır. Bu da etki altına aldığı medeniyetin ayrışmasına ve kendi özelliğini muhafaza edememesine yol açmaktadır.
  
Batı’nın – özellikle ABD’nin – evrensel bir batı kültürünü teşvik etmesi ve bu kültüre ağırlık kazandırma çabaları ile bunu başararak hayata geçirebilme doğrultusunda giderek kaybolan becerisi arasındaki uyumsuzluk; batı ve diğerleri arasındaki ilişkilerin merkezindeki sorundur. Küreselleşme, ortaya koyduğu mekanizmaya ‘yeni dünya düzeni’ demekte fakat ‘dünya’ denilen şeye yeni bir anlam katamamaktadır. Ayrıca herhangi bir yeni anlam katamadığı bu düzenin bütün dünya tarafından kabul edilmesini ve sisteme dahil olmasını istemektedir. Bu sistemde oturmuş değerler övülmekte, diğer değerler ise kötülenmektedir. Böylece sistemin dışında kalan, itilen, dışlanan değerler oluşmaktadır. Bu sebeple batılı olmayan toplumlarda batılı değerlere yönelik yaygın şüphecilik ve şiddetli muhalefet oluşmaktadır. Batı için evrenselcilik anlamına gelen, diğer medeniyetler için emperyalizm anlamına gelmektedir.  
Bu vesile ile batı medeniyeti tüm dünyaya kendisini batılı değerler bazında geliştirerek sisteme girmesini istemektedir. Ama batı medeniyeti bu değerler bazında kendini geliştirse bile ‘batılı’ olmayanı sistemin bir parçası haline getirmemekte, daha doğrusu buna ek olarak sisteme dahil edildiğinde kimliğini de inkar etmesini teklif etmektedir. Bu da meydana ‘batılı olan - olmayan’ olgusunu getirmektedir. Samuel P. HUNTINGTON’nun “Uygarlıkların Çatışması Yeni Dünya Düzeni’nin Yeniden Kurulması" adlı kitabında sık sık ‘batı ve diğerleri’, ‘batılı ve batılı olmayan’ gibi sözcükler geçmesi bu tezi destekler niteliktedir. Böylece terörizmin kaynaklarından biri olan ‘ötekileştirme’ kavramı ortaya çıkmaktadır. Ötekileştirme de zincirleme olarak beraberinde çifte standardı, kutuplaşmayı eşitsizliği ve adaletsizliği getirmektedir.
Küreselleşmenin etki alanında kalan doğu medeniyetleri, batı ilkesi ve batı eylemi arasındaki çelişkilere dikkat çekmekte tereddüt etmezler. Riyakarlık, çifte standartlar ve yersiz itirazlar evrenselcilik takıntılarını bedelidir. Demokrasi, Müslüman köktendincileri iktidara taşımaması koşulu ile desteklenir; silahsızlanma İran ve Irak için dayatılan, ama İsrail için dayatılmayan bir konudur; serbest ticaret, ekonomik büyümenin iksiriyken, tarım için bu söz konusu değildir. İnsan hakları Çin ile ilgili bir meseleyken, Suudi Arabistan’la pek ilgisi yoktur; petrol sahibi Kuveytlilere yönelik saldırıların önü kesilir, ama petrol sahibi olmayan Boşnaklara yönelik saldırılar engellenmez.

Küreselleşme ile, bilgiye daha kolay ulaşılması geri kalmış toplumların da öğrendiklerini analiz ederek doğruyu bulabilme kabiliyetini arttırmıştır. Küreselleşmenin yaydığı insan hakları, demokrasi, eşitlik gibi kavramlar tüm dünya tarafından içselleşmeye başlamıştır. Bu standartları öğrenen kişide ise, yukarıdaki paragrafta aktarılan tipteki çifte standartlara karşı ve insan hakları, eşitlik gibi değerlere sıkı sıkıya bağlı kalmayı tahahüd eden bir coğrafyada ötekileştirmeye maruz kaldığında ( özellikle batılı olarak addedilen ülkelerde yaşayan diğer toplumlara mensup kişiler ) belli bir tepki doğmaktadır. Hindu kast sistemi içinde güvenlik ve hürriyet anlamında, bulunduğu kastta, eşitsizliğe, hürriyetsizliğe rağmen o bilinçle yetişmiş insan bunu adet, töre, devlet üstünlüğü gibi argümanlarla meşrulaştırarak tepki göstermeye bilirdi. Ama küreselleşmenin etkisiyle bu bilgileri içselleştirmiş olan insan bütün insanların eşit olduğu düşüncesine sahipse; artık o eşitsizliği ve hürriyetsizliği meşrulaştıramadığı için tepki göstermeye başlamaktadır. 

Zaten İslam medeniyetleri içerisinde şiddeti, terörü besleyen çok önemli bir ortam vardır. 

Bu medeniyette gelir bölüşümünde muazzam bir adaletsizlik, İslam dünyasında insanların çoğunun yoksulluk ve ihtiyaç içerinde yaşaması, siyasi baskılar ve diktatörlükler bu ortamı hazırlamıştır. Buna ek olarak Müslümanların kültürel ve sosyal olarak küreselleşme sürecinde kendilerine yaşatılan dışlanma ve giderilemeyen eşitsizlikler, küreselleşmeye verilen bu tepkiyi arttırmaktadır. Küreselleşme ile sıkı bağları bulunan teknoloji ve iletişim devrimi de terörizmin sonuçlarının hızla yayılmasında büyük etkene sahiptir. Özellikle internet ve medya sınır tanımadan tüm eylemleri trajik bir şekilde ortaya koyarak, terör örgütlerinin ihtiyaç duydukları propagandalarının iletilmesini kolaylaştırmaktadır.
Batı, batılı olmayan toplumlarını ekonomilerini, kendisinin hakim olduğu küresel bir ekonomiyle bütünleştirmeye ve Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund – IMF) ve diğer uluslar arası ekonomik kurumlar aracılığı ile, kendi çıkarlarını ön plana çıkartarak, uygun olduğunu düşündüğü ekonomik politikaları diğer uluslara dayatmaktadır. Halihazırda moda haline getirilmiş olan serbest piyasa küreselleşmesi, gerek uluslararası gerekse ulusal ölçekteki ekonomik ve toplumsal eşitsizlikleri gözle görülür derecede arttırmıştır. Özelliklede aşırı ekonomik istikrarsızlık ( 1990’larda küresel serbest piyasanın yarattığı istikrarsızlıklar gibi ) koşullarında bu eşitsizlikte gözlenen kabarış, yeni yüzyılda tanıklık ettiğimiz belli başlı siyasal ve toplumsal gerilimlerin kökenini oluşturur. Ayrıca küreselleşmenin etkisini en çok hisseden kesimlerin, küreselleşme sürecinden en az faydalanan kesimler olması kutuplaştırmayı arttırmıştır. Küresel serbest piyasa, devletlerin ve refah sistemlerinin kendi hayat tarzlarını koruma yeteneğini yok etmiştir. Küresel bir ekonomide işlerin çoğu, ülke dışındaki, Batı’daki ödeme dilimlerinin sadece bir kısmıyla aynı derecede vasıflı çalışma ortaya koyan insanlarla halledilmektedir. Bu da ülke içerisinde köylerden gelen vasıfsız ve yoksul grup üzerinde küreselleşmenin artı bir baskı yaratmasına sebep olmaktadır. 

Bu da üzerinde baskı birikmiş toplumların tepki gösterme potansiyelini attırmaktadır. 
  
Görüldüğü gibi küreselleşme süreci, özellikle insan hakları ve demokrasi kavramlarının yaygınlaştırılması açısından yaptığı etkiler bakımından, siyasal, ekonomik ve kültürel olarak fiilen gerçekleştirdiği tekelci ve tekilci (monistik) eğilimlerle, sert bir çelişkiler yumağını da beraberinde oluşturmaktadır. Küreselleşmenin meydana getirdiği kültürel – ekonomik sonuçlar bir takım adaletsizlikler doğurmuş, bu da özellikle az gelişmiş ülke halkları arasında yeni dünya düzenine karşı çok olumsuz duygular ve isyana dönük protestolar yaratmıştır. Bu gidişatta geri kalmış ülkeler açısından kalkınma umutlarını söndürmesi bu ülke halklarını umutsuzluğa sürüklemiştir. Toplumsal süreçlerdeki bu tip gelişmeler, her bir etkinin birbirleriyle uyumlu olmayan hatta birbirlerine zıt olan sonuçlar doğurması, kendi iç çelişkilerini de beraberinde getiren diyalektik bir etki - tepki sarmalını kaçınılmaz kılmaktadır. Küreselleşme süreci kaçınılmaz olarak birbiriyle çelişkili ve diyalektik gelişmelere gebe, yani birbirine karşıt sonuçlar doğurmaktadır. İşte bu çelişkilerin doğurduğu kafa karışıklığı ve adaletsizlik ortamı küreselleşme olgusuna karşı bir direnç geliştirmiştir. Bu da gerilimin artmasına ve tepkisel bir sürecin başlamasına sebep olmuştur.
Her şeyden önce küreselleşme bir süreçtir. Bu süreç içerisinde sadece olumsuz sonuçlar değil, olumlu sonuçlarda meydana gelmektedir. Hatta olumlu sonuçlar daha fazla bile olabilir. Küreselleşme ile insanların öğrenme güdüleri arttığı gibi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi gibi kavramlar da genel geçerlilik kazanmaya başlamıştır. Fakat terörist stratejiyi kullanan gruplar, küreselleşme sürecinin içindeki aksaklıkları, ayrışmayı çok iyi analiz ederek kendi etki alanı içerisindeki toplumlara karşı bir propaganda malzemesi olarak sunmakta ve böylece küreselleşmeye karşı kullandığı şiddeti meşrulaştırmaya çalışmakta ve medeniyetler arasındaki ayrımı arttıran nefret tohumlarını insanların düşüncelerine ekmektedirler. 

Bu da küreselleşmenin sadece negatif etkilerine değil, tamamına bir nefret olarak yansımaktadır.

Küreselleşme aynı zamanda tek taraflı olmayan bir etkileşim sürecidir. Bu etkileşim batı medeniyetinden doğu medeniyetine olduğu kadar, doğu medeniyetlerinden batı medeniyetlerine doğru da gerçekleşmektedir. Bu etkileşimde batı medeniyeti toplumlarının da doğu medeniyeti öğelerine karşı bir direnci söz konusunu olmaktadır. Şüphesiz küreselleşmeye karşı meydana gelen şiddet eylemleri de batı toplumlarında bir gerilim oluşturmaktadır. Böylece ortaya ortak özelliklerin geri planda, ayrışan özelliklerin ise ön planda olduğu, direnç ve gerilime dayalı bir etkileşim süreci meydana gelmektedir. Etkileşim içindeki tarafların birbirlerine karşı sert tutumu ve karşılıklı eylemlerinin daha büyük bir aşamaya getirdiği etkileşim sürecinde ise iki taraflı bir nefret sarmalına dönüşme ihtimali çok yüksektir. Karşılıklı anlayış yerine karşılıklı kinin geçmesi ise her zaman şiddeti strateji olarak benimsemiş grupların lehine olmaktadır.

Küreselleşme, oluşturduğu negatif sonuçlar itibari ile terörizmi körüklerken; teknolojik gelişim ve ortaya koyduğu yeni dünya konjonktür de, bunlardan çok iyi yararlanmayı bilen teröristlerin işini kolaylaştırmıştır. Küreselleşme sürecinin, terörizmin hizmetine sunmuş olduğu birçok olanak bulunmaktadır. Modern teknolojinin sunmuş olduğu fırsatlar doğal olarak terörist örgütler tarafından da, amaçları doğrultusunda kullanılmakta ve bu durum terörist örgütlerin, örgütlenme, eylem stratejisi geliştirme, haberleşme, eylem gerçekleştirme gibi tüm süreçleri üzerinde etkili olarak, bir anlamda terörist örgütlerin hareket kabiliyetini arttırmaktadır. Sermayenin serbest dolaşımına olanak sağlayan, liberal ekonomi ilkelerinin hızla yaygınlaşması, özellikle terörizmin finansmanı bağlamında, terörist örgütlere daha önce görülmemiş düzeyde çeşitli olanaklar sunmaktadır. Terörist örgütler ile uluslararası organize suç örgütlerinin (mafya) iç içe geçtiği ve bu durumun terörist örgütlere, finansman, silah ticareti gibi lojistik destek imkânları yarattığı bir gerçektir. Teknolojik gelişmelerin ulaşım alanına yansımasıyla beraber öncelikle maliyetler açısından, diğer taraftan oluşturulan hukuksal düzenlemeler aracılığıyla (Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi) bireylerin ulusal sınırları aşan mobilize olma özgürlükleri genişlemiştir. Askeri teknolojinin hızla ticarileşmesi, birçok şirketin uydu teknolojisi aracılığıyla, gözlem, bilgi toplama gibi hizmetler sunması, terörist örgütler tarafından gerekli enformasyonun elde edilmesini kolaylaştırmıştır. Ayrıca iletişim teknolojilerindeki gelişim, terörizmin temel amacına ulaşmada en önemli etkiye sahip olan “duyurma” işlevini daha verimli bir şekilde yaygınlaştırabilmesini sağlamıştır. Böylece medya ve internet yolu ile terörist örgütler propagandalarını rahatlıkla yapabilmektedirler.

5. TERÖR ÖRGÜTLERİ

Özel bir amaç ve görev için varolan terörist örgütler sosyal topluluklardır. Bu sosyal topluluklar, belirli siyasal amaçlarına şiddet yolu ile ulaşmayı hedefleyen bir işbirliğini oluştururlar. Bu işbirliğinin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için oluşturulan örgüt, aynı ideolojiyi benimseyen kişiler tarafından oluşturulur. Eylemin sevk ve idaresinin belirli kişilere tahsis edilerek bölünmesi, gruplaştırılması ve bu kişiler arasında ilişkilerin ortak amaçlara yönelmesini sağlayacak biçimde düzenlenmesi örgüt tarafından yerine getirilir. Genel olarak ülkelerin ulusal ceza kanunlarında bir oluşumun örgüt olarak adlandırılabilmesi için iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelmiş olması gerekmektedir. 

Bir grubun (veya birlikte hareket eden grupların) işlevi ve yapısının anlaşılması, terörist eylemlerin sona erdirilmesine yönelik terörizmle mücadele metotlarının etkisinin değerlendirilmesinde çok önemlidir. Dolayısıyla bir terörist örgütü; gruplardan oluşan, amaçlarına ulaşmada şiddeti sürekli kullanan, değerleri ve inançlarını şiddet üzerine kuran bir sistemler bütünüdür. Bir terör örgütü, düşmanı veya destekçileri üzerinde psikolojik etki oluşturma özelliğiyle, şiddet kullanma amacı içinde olan gruptur. Terörist grupların amaçlarına ulaşmada gerçekleştirecekleri işbirliği hayati önem taşımaktadır. Bu işbirliğinin düzenli ve bir sistem halinde yürütülebilmesi için ise bu gruplar belli bir örgütlenme içine girmişlerdir. Genellikle hücre yapılanmalarından oluşan bu örgütler, üç ana hatta ayrılmaktadırlar. Askeri, siyasi faaliyet ve eylem gösteren gruplar, bu grupların her türlü ihtiyaçları ve örgüte para, silah vs. gibi lojistik destek sağlamakla görevli gruplar ve yönetici kadrolar, her örgütün şemasında bulunurlar.  
Silahlı mücadele yürüten teröristler, kendilerini hücresel birimlerle organize ederler. Hücreler, teröristler tarafından belirli görevleri gerçekleştirmek üzere oluşturulmaktadır. Terör örgütleri; hareketin veya partinin doğasından kaynaklanan, sayısı belli olmayan, dağılması oluşmasından daha kolay olan, kendi politika ve programlarına düşman kişilerin örgüt içine sızmalarına ve yıpratıcı çalışmalar yapmalarına açıktır. Bu olumsuzluğu en alt düzeye indirmek için, terör örgütleri göreceli olarak küçük ve gizliliğe önem veren bir yapılanmayı tercih etmektedirler. 

Hücrelerin çekirdeğini, arkadaşlık, evlilik, iş gibi ilişkilerin içinde iyi tanıyan bir grup insan oluşturmaktadır. Bu çekirdek bir grup sempatizan ile çevrelenir. Bu insanlar birlikte gösterilerde, protesto mitinglerinde, propaganda araçlarının dağıtımda ve benzeri sokak eylemlerinde yer almaktadırlar. Bu nedenle terörist hücreler başlangıçta sosyal, mesleki, dinsel ve politik düşünceler açısından homojen bir yapı gösteririler ve kendiliğinden bu grubun içinden oluşurlar. 
Terörist bir örgütün en temel gereksinimlerinden biri de verimli bir idari yapı ve buna destek olacak yapılanmalardır. Terörist liderler destek ve eylem üniteleri arasında bir uyum sağlamaya çalışırlar. Yeni üyelerin katılımının ve eğitiminin sağlanması, propaganda faaliyetlerinin yürütülmesi ve güvenli örgüt evlerinin bulunması gibi işlevleri gerçekleştiren birimler oluşturulur. Örgütün eylem hücrelerinin varlığı ve sürekliliği bu gibi hizmet birimlerine bağlıdır. Bu birimler eylemden ziyade eylem hazırlıkları için gerekli olan lojistik desteği sağlamak için çalışmaktadırlar. Terörist örgütlenmelerde bu tip görevleri üstlenen birimlere “destek kolu” adı verilmektedir. Bu destek yapılanmalarının bir görevi de örgütün maddi kaynağını oluşturabilmek için finansman bulmaktır. Uluslararası bir takım baskılar nedeniyle devletlerin kendi gündeminde olan veya düşman olarak gördüğü diğer bir devletin aleyhine faaliyet gösteren terör örgütlerine eskisi kadar mali ve lojistik destek sağlaması mümkün olmamaktadır. Bu durum destek kollarının önemi daha da arttırmıştır. Çünkü örgütlerini finanse etmekle de görevli olan destek kolları maddi kaynaklarda sıkıntı yaşamamak için kendi kaynaklarını yaratma yoluna gitmişlerdir. 

Terör örgütlerinin her ne kadar herkesçe bilinen ve örgüte tamamen hükmedebilen bir lideri varsa da, bu liderler tüm kararları kendileri almazlar. Örgütün yönetim sistemini “komuta konseyi” adı verilen bir organ yürütür. Bu konseyler kendi programlarındaki askeri ve politik eylemlerin düzenlenmesi, hücre, destek kolu ve diğer birimlerin oluşturulması ve feshedilmesi gibi konularda işlev görmektedir. Terör eylemlerinin askeri ve politik yönden hazırlanması; hedef seçimi, operasyonun planlanması, önceliklerin belirlenmesi oluşturulan komuta konseylerinin sorumluluğundadır. Fakat yine de liderin tartışmasız bir konumu ve şahsi olarak kendisine kesin bir bağlılık söz konusudur ve son sözü söyleme yetkisi kendilerindedir. 

Görüldüğü gibi terörist grupların örgütlenmesi genellikle operasyonel faaliyet gösteren (askeri veya politik) hücreler, bunlara her türlü lojistik desteği (araçlar, levazımat, enformasyon vs.) sağlamakla görevli olan destek kolları ve bunları oluşturmaktan ve faaliyetlerini düzenlemekten sorumlu olan komuta konseyi denen yönetim birimlerinden oluşmaktadır. Terörist örgütlenmelerin yapılanmalarında gizlilik esastır. Lidere ve yöneticilere sıkı bağlılık vardır ve bu lider kadrolarının hemen altında ise oluşturulan hiyerarşik yapı gereği bölge, il ve birim sorumluları vardır. Terörist gruplar bu şekilde örgütlenerek bütün üyelerinin kesin ve sürekli bir işbirliği içerisinde çalışmasıyla eylemsel faaliyet gösterebilecek duruma gelebilmektedirler. Bu işbirliği ve düzen ortamını sağlamak için yönetici sınıf katı bir disiplin uygulamaktadır. Hiyerarşik bir düzen içerisinde oluşturulan tüm birimlerin uyması zorunlu olan katı kurallar vardır. Bu kurallara uymayanlar ise gerek terör örgütlerinin kendi içlerinde kurdukları mahkeme benzeri yapılanmaların kararları gereği, gerekse hiyerarşik üstleri tarafından ölüm cezasına kadar varabilen çok sert cezalarla cezalandırabilinmektedir.

Bu şekilde sert bir hiyerarşik yapı ile örgütlenen terörist gruplar, şiddet uygulayarak politik hedefine ulaşmak için öncelikle illegal bir parti kurarlar. Bu parti ideolojilerinin temel bütünlüğünü sağlamak ve onu savunmak için emir komuta sistemi çok iyi çalışan bir parti mekanizması olmalıdır. Bu örgütün siyasi söylemini dillendirmesi açısından önemlidir. Daha sonara merkez komite denilen yönetici kadrolar oluşturulur. Bu merkez kadrolar her şeyden önce terör ve şiddeti ve zoru kullanmak üzere bir silahlı güç, bir ordu oluştururlar. Bu ordu oluşturulduktan sonra halkı yıldıran ve korkutan eylemlere başlanması gerekmektedir. Bu eylemler sırasında devlete karşı halkı da yanına çekmeyi amaçlayan silahlı silahsız yoğun bir propaganda yapılır. Daha sonra kendi tarafına çektiği insanlarla davalarını devam ettirebilmek için bir de legal yapılanma kurulur. Bu legal yapılanma terörist örgütün ve ideolojinin siyasi arenada propagandasını yapmakla görevli olacaktır.

Tüm terörist örgütler kendilerine yandaş bulabilmek için bir ideolojik amaç oluşturmaya mecburlardır. Çünkü insanları terörist yapan şey, ne devletlerin yanlış politikaları ne de insanın sosyo-politik, sosyo-ekonomik durumudur. Tabii ki bunlarda belli bir ölçüde insanların terörist olmasında etki eden faktörlerdendir. Fakat insanları hayatları pahasına mücadeleye iten asıl sebep o davaya olan inançlarıdır. Belirgin bir dava uğruna mücadele etmek, insanı üst bir nosyona hizmet ettiği yönündeki düşüncesini geliştirmektedir. Belli bir amaca dönük eylemeleri içeren bir örgüt ise bu tip adanmış insanların birleştiği bir organizma görüntüsü verir. 

Bu ideoloji örgüt elemanlarının örgüte sıkı sıkıya bağlanmalarının yanında yenin eleman kazanma yolunda da örgütün vazgeçilmezidir. Fakat her ideoloji insanlar üzerinde böyle bir etki bırakmaktadır. İnsanlar üzerinde inandırıcılığın artması için belirlenen ideoloji ve amacın geniş kitlelerce bilinmesi ve bu uğurda savaşılması gerekmektedir.

Terörizm daha çok sanayileşme insanın keşfettiği mücadele tarzının fikri kısmıdır. Terör ve terörizmin tarihi iki bin yıl öncesine kadar ilerlese de “modern terörizm” olarak adlandırılan olgunun stratejileri bakımından modern çağın bir ürünü olduğu gözlemlenmektedir. Modern terörizmde, terörist örgütlerin motivasyonunu oluşturan dört dalga vardır. Prof. Rapaport, modern terörizmi anarşist, sömürge karşıtı, yeni sol ve dini olmak üzere dört dalgaya ayırmıştır. ‘Anarşist dalga’, ilk küresel veya tarihte gerçekten ilk uluslararası terörist deneyimi olmuştur; üç benzer, birbirini takip eden ve birbirinin üstüne gelen dalga bunu takip etmiştir. ‘Sömürge karşıtı dalga’, 1920’lerde başlamış ve yaklaşık 40 yıl kadar sürmüştür. Sonra bugün sadece birkaç grubun Nepal, İspanya, İngiltere, Peru ve Kolombiya’da halen faal olduğu ‘Yeni Sol dalga’ yirminci yüzyıl sona ererken ortadan kalkmıştır. Son olarak 20. Yüzyılın sonlarına doğru da bir ‘dini dalga’ ortaya çıkmıştır. Bu dalgalar görüldüğü gibi dönemlerinin başat ve yeni gelişmekte olan ideolojileridir. Büyük bir insan grubu içerisine yayılmış bu ideolojiler bütün dünyaya sesleri duyurmak, haklı olduklarını ilan etmek ve istedikleri siyasi üstünlüklerin gerçekleşmesi amacı ile silahlı propaganda yolunu izleyerek terörist stratejileri kullanmışlardır.
Bu terörist dalgaların oluşmasında hiç şüphesiz dünya genelinde varolan uluslararası politikaların da rolü büyüktür. Dünya savaşları, sanayileşme hareketleri, iki kutup arasında geçen soğuk savaş süreci terörizmi oldukça etkilemiştir. Özellikle iki kutuplu dünya düzeninde, kutupların birbirleriyle sıcak temasa geçmesindense, birbirlerine karşı diğer küçük devletleri ve terörist organizasyonları kullanarak üstünlük sağlama girişimleri terör örgütlerinin güçlerini arttırmalarına sebep olmuştur.

Soğuk savaş döneminde SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) Afganistan’ı işgaline karşı desteklenen terörist gruplar güçlerini arttırmış ve günümüzün en tehlikeli organizasyonu haline gelmişlerdir. Soğuk savaş döneminde “Dünya’yı yönetme politikalarının” beşiği olan Ortadoğu coğrafyasında yaşanan dengesiz gelişmeler, kutupların terör organizasyonları daha fazla desteklemesine yol açmıştır. Ortadoğu coğrafyasında meydana gelen terör olayları her geçen gün artmış ancak destek aldığı veya destek için kullandığı ideoloji değişim göstermiştir. Bir dönem sosyalist, bir dönem milliyetçi özellik gösteren terör örgütleri, daha sonra artan şekilde dini fanatizm ideolojisi ile motive edilmeye başlanmıştır. 

 Soğuk savaş döneminde özellikle Ortadoğu coğrafyasında etkinlik gösteren terör örgütleri, taraf oldukları devletlerin şemsiyesi ve destekleri altında kendilerini güvende hissetmişler; soğuk savaş sürecinin sona ermesi ile de adeta açıkta kalmışlardır. Ancak bu süreç çok uzun sürmemiş ve ABD’nin ben merkezli politikaları tepkisel süreci başlatmakta gecikmemiştir. Bu defa devletler değil tabandan gelen ve soğuk savaş döneminde devlet desteği ile güçlenen örgütler ön plana çıkmaya başlamıştır. Teknolojinin sunduğu avantajları kendi kazanımlarına çeviren örgütler, yeni düzenin söylemlerini mağduriyet merkezli ajite ederek, özellikle 1990’lı yılların ikinci yarısından sonra hareketliliğini arttırmak suretiyle liderliğini Usame Bin Ladin’in yaptığı El – Kaide örgütü çatısı altında birleştirmeye başlamışlardır. Bu örgüt ise 11 Eylül 2001 tarihinde ABD topraklarına yaptığı saldırılarla tüm dünyaya meydan okuyarak yeni bir terörizm dalgasının sayfalarını açmıştır. Küresel terör olarak adlandırılan bu olgu ise diğer terör türlerinin öngörülebilir eylem, istek ve amaçlarından tamamen farklılık göstererek; gözle görülmeyen, kaotik, akıl dışı bir kıyamet terörizmi oluşturmuştur.  

5.1. Terörist Örgütlerin Amaçları

Terörist örgütler genel olarak siyasi özellik taşıyan amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmak için bir araya gelen gruplardır. Bu örgütlerin üyeleri taşıdıkları amaca başka türlü ulaşmanın imkansız olduğunu düşünerek terörizmi bir strateji olarak kullanma yoluna gitmişlerdir. Örgütler siyasi hedeflerine ulaşmak adına şiddeti bir amaç değil araç olarak kullanarak, amaçları doğrultusunda merkezi yönetimden taviz kopartmak istemektedirler.

Her terörist örgütün kendi kuruluş amacı ve bu amaca ulaşmak için saptadığı ara hedefleri vardır. Terörizm; şiddet eylemleri ile  uygar bir toplumu/bir ülkeyi ayakta tutan ne varsa, bunları aşındırmayı tahrip  etmeyi, ortadan kaldırmayı ve bu suretle  ortaya çıkacak boşluktan/zafiyetten istifade ederek toplumda kaotik bir ortam oluşturarak hedefine ulaşmayı amaçlar. Kısa, orta ve uzun vadede bir ülkeyi istikrarsızlaştırıcı son derece etkin bir stratejiye sahip olan terörizm, amacına  ulaşmak için verdiği  fiziki ve maddi kayıpların ötesinde, hedef kitle içinde asıl başarmak, istediği psikolojik tahribattır. Bu çerçevede terör örgütlerinin amaçları, eylem ve faaliyetleri bulunduğu ülkelere ve kendilerini destekleyen odaklara göre farklılık arz edebilmektedir. Terörist örgütlerin, motivasyonları ve ideolojilerine göre hedefledikleri amaçlar değişiklik gösterebilmekte ise de genel olarak terör örgütleri rejim değişikliği, toprak değişikliği, politika değişikliği, sosyal kontrol, statükonun devamı gibi amaçlar edinmişlerdir.
Terör örgütleri için terörizmi kullanmak bir stratejiden ibarettir. Bu yolla insanları yıldırmak, sindirmek yoluyla onlara belli düşünce ve davranışları benimsetmek için şiddete başvururlar. Devamlı kullandıkları bu şiddet stratejisi ile toplumda korku hipnozu denen durumu oluşturmak isterler. Bu şekilde sadece söyleneni yapan, hiç itiraz etmeyen, cevap vermeyen, itaatkar bir toplum oluşturmayı amaçlarlar. Böylece toplumu oluşturan bireyler neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemeyecek duruma geleceklerdir. Bu sayede terör örgütünün önerdiği reçete ne kadar zararlı olsa da, evvelden tamamen reddettiği şeylerden ibaret de bulunsa, pasif itaatkarlık içerisine sürüklenen toplum bunu kabul edecek ve merkezi otoriteye de bu reçetenin kabulü için baskı yapacaktır.
Terörist faaliyetlerin amacı kendi siyasi, politik, ideolojik düşüncesini karşısındaki hedef kitleye kabul ettirebilmektir. Bunun için kendi amaçlarına uygun tepkiler yaratmayı amaçlayan eylem ve propaganda faaliyetleri ile bir korku iklimi yaratmak, toplumda ve kişilerde korku, panik ve ümitsizlik duygusu yaratarak devlete olan güveni ortadan kaldırmak, sosyal bütünlüğü bozmak ve bu yolla toplumsal düzeni bozmak amacını taşırlar.



5.2. Terörist Örgütlerin Stratejileri

Terörizm, bir ideoloji, bir doktrin hatta bir sistematik değildir. Terörizm bir yöntem, taktik, strateji, bir bakıma da bir savaş şeklidir. Terörist örgütler terörizmi, ideolojileri doğrultusunda oluşturdukları amaçlarına ulaşmada bir strateji olarak kullanmaktadırlar. Amaçlar nihai arzular olup, stratejiler ise bu amaçlara ulaşmak için oluşturulan faaliyet planlarıdır. Amaca ulaşmak için kullanılan strateji örgütün öncelikli hedeflerini ve esas misyonunu yansıtmalıdır.
Örgütler, kuruluş amaçlarına ve bu bağlamda misyonlarına ulaşmak için kendilerine bir istikamet belirlemek zorundadır. Strateji, ilerleme istikametini gösteren, zayıf ve kuvvetli yönlerin değerlendirilmesi, imkan ve kabiliyetler bağlamında ileriye dönük olarak önceliklerin belirlenmesine ait bir planlamadır. Strateji, misyonun yerine getirilmesi ve stratejik hedeflere ulaşılması için bir plan veya projedir. Bu strateji mantığını anlamak, sadece terörizmi anlamak için değil aynı zamanda terörle mücadele politikaları oluşturmak için de önemlidir.
Terörist strateji, amacına ulaşmak için şiddeti bir araç olarak kullanmaktadır. Sürekli ve sistematik uygulanan şiddetin doğuracağı toplumsal bunalımdan faydalanmak isterler. Terörist stratejinin asıl ulaşmak istediği hedef, şiddet eylemleri dolayısıyla oluşan fiziki kayıpların ötesinde, hedef kitle içinde psikolojik tahribattır. Terörizm tehdidi altında yaşayan toplumlar geleneksel sıcak savaşlara oranla çok daha az kayıplara uğramışlardır. Ancak terörizmin yol açtığı kayıplar sembolik, siyasal ve sosyo-psikolojik açıdan çok daha önemli ve kalıcıdırlar.

Teröristlerin, terörizm stratejisini kullanmalarının başlıca sebebi ise devlet ile aralarında bulunan güç eşitsizliğidir. Bu mücadele tarzı modern çağda örgütlenmiş, yeni bir savaş stratejisi olarak 19. Yüzyıl’da yazılmış ve 20. Yüzyılda gelişerek doktrinel destek bulmuştur. Terörizm güçsüzlerin silahı olarak kabul edilmiştir. Özellikle istediklerini alamayan ve devlet ile aralarındaki güç dengesizliği bakımından çaresiz olan insanların kendilerini ifade etme yöntemi olarak modern çağda kullanılmaya başlanmıştır. Terörizm savunucuları olan Bakunin, Karl Heinzen ve Nechaev gibi ideologlar “ Güçlü ordusu ve polis teşkilatı olan, söz dinlemez devlete karşı az bir kuvvetle sistematik bir şekilde çalışılarak silahlı eylemler yapılması en doğru stratejidir ” görüşünde birleşmişlerdir. Teröristler de terör stratejisi ve propaganda ile karşılarında tanımladıkları ittifakı yeneceklerine ve bu yöntem haricinde başka bir yöntemle başarı şanslarının hiç olmadığına inanmaktadır. Motivasyonlarının en temel direği ise bu inançları ve ideolojilerine olan bağlılıklarıdır.

Terör örgütleri faaliyetlerinin altında yatan asıl saik sırf zarar vermek değil, bir bakıma gözdağı vermektir. Faaliyetlerindeki hedeflerinden çok asıl hedef kitlelerinde oluşturacakları etkiyi hesap etmektedirler. Terör örgütlerinin hedef kitle üzerinde oluşturmak istediği etki ise korkudur. Ölme veya yaralanma korkusu, teröristin deposundaki en önemli stokudur. Düşmanlarına korku salmak, aynı zamanda sıradan insanların çoğunu etkilemek demektir. Korku yaratmak bir teröristin başarısı sayılır; bir saldırı planlarken hedeflenen en büyük amaç budur. Terörizm yoluyla oluşturulan güvensizlik ve belirsizlik ortamında korku içerisinde bulunan birey, sahipsizlik ve çıplaklık duygusuna kapılmaktadır ve böylece her türlü etkiye açık hale gelmektedir. Bu aşamada toplumu bir arada tutan bağlar da çözülmeye başlamaktadır. Kitlelerin dehşete kapılması sonucu umutsuzluk da hızla yayılmaktadır. Toplumsal düzeni bu şekilde bozarak insanların psikolojisi üzerine büyük tahribat yapan terör örgütleri, aynı zamanda devletin tepkisini de üzerine çekmeye çalışmaktadır. Provokasyon stratejisi, düşmanın terörizme şiddete şiddetle karşılık vermeye ve halkı radikalleştirip teröristleri desteklemeye neden olacak bir girişimdir. Bu provokasyon stratejisi sayesinde zihni karışık hale gelen toplumları ise belli konulara inandırmak daha kolay olmaktadır.

Terörist örgütler otoritenin kendilerine karşı sert bir tepki göstermelerini arzulamaktadırlar. Devleti baskıcı bir tepki göstermeye zorlamak suretiyle devletin kaynak, istek ve enerjisini tüketmek, düzenin zaaflarını belirginleştirerek, otoritenin meşruluğunun asıl temeli olan sosyal desteği zayıflatmak isterler. Teröristler devleti zayıf göstermek için özellikle güvenlik güçleri ile karşı karşıya gelmektedirler. Bu şekilde sert ve baskıcı tutumlar sergileyen otoriteye karşı teröristler daha fazla ve şiddetli eylemlerle karşılık verirler. Çünkü güvenlik güçleri halkın gözünde devleti temsil eden, onun devamlılığının teminatı olan, devletin sokakta görünen yüzüdür. Bu şekilde devletin aşırı tepki gösterdiği durumlarda bile artarak yaptıkları eylemleri ile hükümetin teröristleri durduramayacak kadar zayıf olduğuna halkı ikna etmeyi amaçlamaktadırlar. Ayrıca kendilerinin de yeterince güçlü olduğunu göstererek kendilerine karşı gelenleri cezalandırabilme kabiliyetine haiz olduklarını göstermek isterler. Ordu ve polisin, halk nezdindeki güveninin zayıflatılması, bir topluluğun kendilerini koruyacak olan silahlı güce güvenmemesi, insanların kendilerini güvende hissetmemesi anlamına gelmektedir. Kendisini güvende hissetmeyen insan ise korku içerisinde kalacaktır. Toplumsal korku ise siyasal cevaplar doğuracaktır. Böylece korku hem toplumda yaratılmak istenen amaç, hem de siyasal hedefe götüren strateji vazifesi görmektedir. Diğer yandan terörist strateji, bir kısır döngü oluşturarak terör karşısında tedirginliğe düşen devletin, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayarak baskıcı bir tutum izlemesini amaçlamaktadır. Çünkü devletin bu tutumu terörist söyleme elverişli zemin hazırlamasını sağlayacak ve örgütler rahat bir şekilde propagandalarını yapabileceklerdir.

Terörist strateji halk ve güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmek için siyasal krizleri silahlı çatışmalara dönüştürmek istemektedir. Bu strateji hükümeti ve güvenlik güçlerini baskıcı olmaya ve aşırı tepki göstermeye iterken, halkı da teröristleri desteklemeye itmektedir. Terörizm toplumsal ilişkileri kutuplaştırmak ve bozmak için uzlaştırıcı toplumsal unsurları etkisiz hale getirmeye çalışmaktadırlar. Devletin yüksek akıl, dürüstlük, adalet yerine maddi güçle silahlanması devlete saygıyı azaltacak bir eylemdir. Halkın rızası ve saygısının azalması ise devleti iyice güçsüz kılacaktır.   

Terör örgütleri için halkın kazanılması esastır. Bunun için her yol mubah görülür. Devletin aynı yöndeki faaliyetleri ise etkisiz kılınmaya çalışılır. Terör örgütleri hedefleri belirlenen amaca insanları yönlendirmek ve insanları kazanmak için her yöntemden yararlanmaktadırlar. Şiddetin oluşturduğu korku ortamı ile düşünceler ve duygular şekillendirilmeye çalışılır. Toplumsal destekle alan kazanmak teröristlerin en büyük stratejileridir. Bu alan da devletten kazanılmaktadır. Bu yüzden devletler nezdinde terörle mücadele bir alan kazanma savaşıdır. Alan kazanma savaşının en önemli silahı ise propagandadır. Terörizm bu sebeple örgütler tarafından politik sonuçlara ulaşmak için bir propaganda silahı olarak görülmektedir.   
Görüldüğü gibi terörist strateji vahşi şiddet eylemleri ile toplumu etkilemek ve bu sayede otoriteden ideolojik amaçlarına uygun bazı imtiyazlar kazanmak istemektedir. Şiddet eylemleri ile terör örgütleri ilk olarak toplumu korkutmak ve davalarını duyurmak daha sonra da yine aynı toplumun çeşitli propaganda faaliyetleri ile kendisine sempati duymasını, kendisinin haklı olduğunu inanmasını amaçlarlar. Devlet de teröristle mücadele ederken kendisinin meşru ve güçlü olduğunu göstererek, halkının da yanında olmasını ve terör örgütlerine prim vermemesini, yapılan şiddet hareketlerinden korkmamasını amaçlamaktadır. Hem devlet hem terör örgütlerinin asıl kazanmak istediği toplumun vicdanıdır. Hem terörizmin hem de terörle mücadelenin temel stratejileri bunun üzerine kurulmuştur.

5.3. Terörist Örgütlerin Eylem Stratejileri

Eylem terör örgütlerinin olmazsa olmaz gerçeğidir. Eylemin varlığı ile terör örgütünün varlığı paralellik göstermektedir. Çünkü seslerini duyurabilmek ve propaganda faaliyetlerine başlayabilmeleri için öncelikle şiddet içeren, medyanın ilgisini çekebilecek eylemlere ihtiyaç duyarlar.

Terör örgütleri konusunda çalışan uzmanlara göre; teröristler rastgele, sıradan ve maceracı anlamda eylem yapmamakta; aksine alabildiğine bilinçli hareket ederek irili ufaklı eylem yapmaktadırlar. Teröristlerin hedeflerine ulaşmada kullandığı yaygın stratejilerden en önemlisi yaptığı saldırılar aracılığıyla, hedefinde olan bütün kitlelerce bir iletişim aracı biçiminde algılanmasını sağlamaktır. Verdiği şiddet unsuru taşıyan mesajlar doğrultusunda alınan tepkileri ölçerek eylemlerini tekrar organize ederler. Şiddet ve şiddetin algılanma şekli her toplumda farklılık gösterdiğinden, yapılan eylemlerin insanlara tam manası ile korku salabilmesi için bu eylemler titiz bir ön çalışmanın sonucu yapılır. Eylemin getireceği tepki çok önemlidir. Aşırıya kaçan eylemler örgütün ideolojik desteğine zarar vereceği gibi, az bir tepki oluşturan eylemler ise terörün amacı olan korku hissini sağlamada yetersiz kalacaktır. Terörist eylemlerde başarı bir bombanın patlayıp patlamaması ile değil, bu eylem ile verilmek istenen mesajın yerine ulaşmasına ve hedef kitlenin kendilerine biçilen rolü iyi oynaması ile ölçülmektedir.

 Teröristin eylemi gerçekleştirdiği andaki hedefinin çok fazla önemi yoktur. Eylemci açısından halkını özgür kılmak, kendinden kabul ettiği insanlara karşı yapılan kötü muameleleri cezalandırmak, intikam, nefret gibi motivasyonlar söz konusu olsa da, eylemin planlayıcıları çoğu zaman karşıya iletilecek mesajın daha fazla üzerinde durmaktadırlar. Eylem stratejisi, aslında insan psikolojisi üzerine kuruludur. Terör eylemi adeta seyircilere karşı oynanan bir oyundur. Mağdur zoraki bir oyuncudur. Hemen hemen hiçbir zaman bilinçli olarak seçilmez. Sadece o an orada olduğu için bu tip bir şiddete maruz kalmıştır. Terör eylemine doğrudan ya da medya aracılığı ile tanık olan seyirci durumundaki halk ise “bu benim de başıma gelebilirdi” düşüncesi ile korkuya kapılır ve mağdurla duygu birliğine girer. Böylece toplumun büyük bir kemsinde korku hali oluşur ve toplumun içerisinde bulunduğu bu güvensizlik ortamı devletleri politika değişikliğine iten asıl etmeni oluşturur. Çünkü her demokratik hükümet tabandan gelen bu tür baskılara boyun eğmek zorundadır. Bir Çin atasözü “ bir kişiyi öldür, on bin kişiyi korkut” demektedir. Bu tam olarak terörist eylemin elde etmek istediği sonucu özetlemektedir.
Teröristler eylemlerin nerede ve ne zaman gerçekleşeceği belirsizdir. Bu sayede güvenlik güçlerine karşı bir adım önde olmaktadırlar. Bu şekilde güvenlik güçlerinin terör eylemlerini önleme kabiliyetleri azalmaktadır. Aynı zamanda bu sayede oluşan gizem halk arasındaki korkuyu da arttırmaktadır. Çünkü eylemlerde bulunan gizem halk ve güvenlik güçlerini nereden ve ne zaman geleceği belli olmayan bir tehlikeye karşı her zaman tetikte olma güdüsünü yükleyecektir. Bu da zamanla yılgınlık ve stres yaratacak, böylece insanlar bitkin düşerek daha öfkeli, daha korku dolu bir hale gelecektir. Bütün alınan önlemlere rağmen teröristlerin yaptıkları vahşice eylemler önlemediğinde ise insanlar artık pes etme noktasına gelecektirler.

Teröristler bir eylemi yaparken, onun hedefindeki kitlenin en fazla etkileneceği yerlerde yapmaya özen gösterirler. Genel olarak insanın olağan yaşam alanlarını seçmektedirler. Alışveriş merkezleri, çarşılar, meydanlar, iş merkezleri teröristler için gerekli sansasyonu yaratmada öncelikli yerlerdir. Bu yerlerde yapılan saldırılar insanların olağan yaşamını sekteye uğratmakta ve toplumu olağan yaşamından vazgeçmeye zorlamaktadır.

Yirminci yüzyılın simgeleşmiş ünlü ismi Ernesto Che Guevara ise terör eylemini ve amacını şu şekilde açıklamaktadır:

“Bir mücadele etkin olarak nefret, düşmana karşı uzlaşmaz bir nefret, insanoğlunun sınırlarının ötesinde bir azim verir ve onu etkili, şiddetli, seçici ve soğukkanlı bir ölüm makinesine dönüştürür. Bizim askerlerimiz böyle olmak zorundadırlar; nefretsiz bir halk, zalim düşmanları yenemez. Savaşı düşmanın gittiği yere kadar götürmek gerekir, evine, eğlence yerlerine kadar yaymak gerekir. Savaşı bütünsel hale getirmek ve düşmanın tek bir huzur anı yaşamasına, kışlalarının dışında ve hatta içerinde sükuneti tatmasına izin verilmemesi gerekir. Bulunduğu her yerde ona saldırmalı, kendisini attığı her adımda takip edilen vahşi bir hayvan gibi hissetmesi sağlanmalıdır. O zaman morali azalacaktır. Daha yırtıcı olmaya başlayacaktır. Ama yok oluşunun işaretlerini o zaman görmeye başlayacaktır.” 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder