5 Ocak 2019 Cumartesi

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: BÖLÜM 1

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: BÖLÜM 1




12 TEMMUZ (1947) BEYANNAMESİ.,


Doç. Dr. Cezmi ERASLAN.,*
* İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.

Çok partili siyasi hayatı yaşama geçirmek, "bila kayd ü şart hakimiyeti milliye" düsturu ile yola çıkan, demokratik bir cumhuriyet idealini ortaya koyan Türkiye Cumhuriyeti için dönüm noktalarından biridir. Atatürk'ün hedeflediği çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmadaki en önemli adımlardan biri olan çok partili parlamenter hayata geçiş ancak ikinci dünya savaşı sonunda gerçekleştirilebilmiştir. 
Atatürk'ün çok istemesine rağmen çeşitli sebeplerle hayata geçiremediği çok partili demokratik hayatın kurucusu ve uygulayıcısı olmak hizmeti ise ismet İnönü'ye aittir.

Bu süreci çeşitli yönleri ile değerlendirmek bir makale hacmine sığmayacağından biz burada İsmet İnönü'nün demokrasi hakkındaki görüşlerine kısaca işaret ettikten sonra başanya giden yoldaki en önemli dönüm noktalanndan biri olarak gördüğümüz 12 Temmuz Beyannamesini, Beyannameyehakim olan anlayışı ve etkilerini değerlendirmeye gayret edeceğiz.

İsmet İnönü Ve Demokrasi

İsmet İnönü'nün milli hakimiyet anlayışının en açık ve öz anlatımı onun Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışında yaptığı konuşmada görülür.
Çok partili sürecin henüz başlangıcında yaptığı değerlendirme Cumhuriyetin ilanından o güne değin bu başlık altında toplayabileceğimiz düşüncelerinin özeti mahiyetindedir. Kişi ve aile hakimiyetinin belirleyici olduğu altı asırlık bir devlet anlayışı ve geleneğinden yepyeni bir döneme geçiş aşamasında yaşananları bir zaruret olarak niteleyen İnönü, devletin temel karakterine dikkat çekmekteydi "Devletin karakterinin bu kadar büyük değişiklikleri meydana getirebilmek için devrimci olması zaruridir. Bunun yanında temel olarak Cumhuriyetin bir halk idaresi olarak kuruluşu, yani demokratik karakteri esas tutulmuştur"1.

***

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLÎ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI: 12 TEMMUZ (1947) BEYANNAMESİ

Doç. Dr. Cezmi ERASLAN*

Çok partili siyasi hayatı yaşama geçirmek, "bila kayd ü şart hakimiyeti milliye" düsturu ile yola çıkan, demokratik bir cumhuriyet idealini ortaya koyan Türkiye Cumhuriyeti için dönüm noktalarından biridir. Atatürk'ün hedeflediği çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmadaki en önemli adımlardan biri olan çok partili parlamenter hayata geçiş ancak ikinci dünya savaşı sonunda gerçekleştirilebilmiştir. 
Atatürk'ün çok istemesine rağmen çeşitli sebeplerle hayata geçiremediği çok partili demokratik hayatın kurucusu ve uygulayıcısı olmak hizmeti ise ismet İnönü'ye aittir.
Bu süreci çeşitli yönleri ile değerlendirmek bir makale hacmine sığmayacağından biz burada İsmet İnönü'nün demokrasi hakkındaki görüşlerine kısaca işaret ettikten sonra başanya giden yoldaki en önemli dönüm noktalanndan biri olarak gördüğümüz 12 Temmuz Beyannamesini, Beyannameye hakim olan anlayışı ve etkilerini değerlendirmeye gayret edeceğiz.

İsmet İnönü Ve Demokrasi

İsmet İnönü'nün milli hakimiyet anlayışının en açık ve öz anlatımı onun Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışında yaptığı konuşmada görülür.
Çok partili sürecin henüz başlangıcında yaptığı değerlendirme Cumhuriyetin ilanından o güne değin bu başlık altında toplayabileceğimiz düşüncelerinin özeti mahiyetindedir. Kişi ve aile hakimiyetinin belirleyici olduğu altı asırlık bir devlet anlayışı ve geleneğinden yepyeni bir döneme geçiş aşamasında yaşananları bir zaruret olarak niteleyen İnönü, devletin temel karakterine dikkat çekmekteydi "Devletin karakterinin bu kadar büyük değişiklikleri meydana getirebilmek için devrimci olması zaruridir. Bunun yanında temel olarak Cumhuriyetin bir halk idaresi olarak kuruluşu, yani demokratik karakteri esas tutulmuştur"1.

Söz konusu ortamda yapdan inkılabın halkın oybirliği ile gerçekleştirilmesinin beklenemeyeceğine işaretle: "İlk devirlerinde fesin yerine şapkanın giyilmesini ve devletin laik bir Cumhuriyet olmasını ve Latin harflerini bütün bunları açık ve uzun tartışma ile kabul ettirmemizi insaflı hiç kimse bekleyemezdi" diyen İnönü, yapılanlann millet temsilcilerinin kararlarına dayandığını da hatırlatmaktaydı: "Bütün bu devrimlerin yine bir diktatörlük rejiminin eseri olarak meydana gelmemiş, hepsi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin denetleri ve hesap sormalan önünde yenilmişti.

İnönü, söz konusu dönemi değerlendirirken "bütün büyük devrimlerin 1923'ten 1939'a kadar meydana geldiği, ve altı seneden beri de bir cihan harbi içinde bulunduğumuz unutulmamalıdır" diyerek gerek şekil gerekse içerik olarak büyük değişimlerin çok kısa bir sürede gerçekleştiğini hatırlatmak ihtiyacını duymuştu2.

Gerçekten de "Demokratik karakter bütün Cumhuriyet devrinde prensip olarak muhafaza olunmuştur. Diktatörlük prensip olarak hiçbir zaman kabul olunmadıktan başka zararlı ve Türk milletine yakışmaz olarak daima itham edilmiştir". Yapılan her işte ve harcamada Millet Meclisinin kontrolünün bulunduğuna dikkat çeken İnönü, sistemin tek eksiğinin muhalefet partisi olduğunu ancak bunun da Türkiye'nin kendine özgü şartlarına göre gerçekleşeceğini vurguluyordu: " Bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır. Bu yolda memlekette geçmiş tecrübeler vardır. Hatta iktidarda bulunanlar tarafından teşvik olunarak teşebbüse girişilmiştir. İki defa memlekette çıkan tepkiler karşısında teşebbüsün muvaffak olmaması büyük talihsizliktir. Fakat memleketin ihtiyaçları şevkiyle hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde başka siyasi partinin de kurulması mümkün olacaktı". "Demokrasinin her millet için müşterek prensipleri olduğu gibi, her milletin karakterine ve kültürüne göre bir çok özellikleri de vardır" diyen İnönü'ye göre "Türk milleti kendi bünyesine ve karakterine göre demokrasinin
kendi için özelliklerini bulmağa mecburdur"3. 1946 şartlarında Cumhuriyet Halk Partisi üyelerinin "hükümeti tenkitte , devlet ve millet işlerini denetlemede hiçbir kayda, hatta hiçbir ölçüye bağlı bulunmadıkları herkesin gözü önünde bir gerçektir. Memleketimizin hürriyet, güvenlik içinde halk idaresini bütün şartlanyla geliştirebilecek bir yolda ilerlediğini inanla söyleyebiliriz" sözleri ile iyimserliğini gösteren inönü, bu gelişme için ilk şartı "her vatandaşın vazife ve sorum duygusuyla ilgili olması" şeklinde ifade etmekteydi.

12 TEMMUZ BEYANNAMESİ

İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı sıfatı ile yayınladığı beyanname, Atatürk dönemindeki başarısız iki denemeden 15 yıl sonra girişilen çok partili demokratik hayat denemesinin başarıya ulaşmasında önemli bir yere sahiptir. 

Çeşitli sebeplerle bekleneni tam anlamı ile veremese de deneyimin öncekiler gibi başarısızlığa uğramadan devam ettirilmesini sağlamak gibi bir işlevi vardır. 12 Temmuza kadar geçen bir buçuk yıllık süre içerisinde muhalefet partisinin faaliyetine devam etme yolunda aktif bir halk desteğinden mahrum oluşu, dolayısıyla iktidarın müsamaha ve izni ile devam etmek zorunda kalışı işlerin normal seyrinde gitmesinin önündeki en önemli engel olarak görülmelidir4.

Demokrat Partinin kuruluşu sırasında yapılan görüşmeler gerek halk arasında gerekse bir kısım partililer arasında "muvazaa" söylentilerinin yayılmasına yol açmış, bu yoldaki isnatlar partinin ikiye aynlmasına yol açacak kadar etkili olmuşlardı5. Demokrat Partinin yöneticileri halk arasında yayılan bu suçlamanın asılsız olduğunu gösterebilmek amacıyla normalden daha sıkı bir muhalefet yapma gayreti içine girmek durumunda kalmışlardı. Diğer taraftan iktidar partisi yöneticilerinin bu deneyimi tamamen kendi lütufları olarak görmeleri ve muhalefet partisinin eleştirilerine katlanamayarak ılımlı bir muhalefet beklemeleri netice almayı daha da güçleştirmekteydi 6.

Demokrat Partinin kuruluşundan kısa bir süre sonra erken genel seçimlerin yapılması ve çeşitli yorumlara yol açan uygulamadan sonra yeni Partinin 61 milletvekilliği kazanarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde yerini alması iktidarı daha dikkatli davranmaya zorlamıştır. Karşılıklı yapılan ithamlarla gerginleşen ortamı yumuşatmak ve sürecin devamını sağlamak üzere İnönü devreye girme ihtiyacı hissetmiş, taraflarla çeşitli görüşmeler yaptıktan sonra düşüncelerini 12 Temmuz 1947 tarihinde radyo ve basın yoluyla halkla paylaşmıştır. Bu açıdan beyanname, yayınlandığı güne kadar olan muhalefet - iktidar ilişkilerinin de seyir defteri mahiyetindedir. Beyannamenin Tahlili 12 Temmuz günlü gazetelerde yer alan  beyanatında İnönü, " Başbakan ve muhalefet partisi başkanı ile yaptığı görüşmeleri ve bu konudaki düşüncelerini halkı ile paylaşmak zamanının 
geldiğine işaret etmektedir"7. 

İnönü 7 Haziran da Bayar ile yaptığı görüşmede, muhalefet partisi liderinin "hükümet ve idare organlannın baskısı altında olmaktan" dolayı  şikayetlerini dinlemiş, durumu aktardığı Başbakan ise böyle bir baskının olmadığını, bilakis yönetim olarak "muhalefetin huzuru bozacak muzır  tahriklerinden" dolayı zor durumda kaldıklannı ifade etmiştir. 

14 Haziranda taraflan bir araya getiren İnönü, iki buçuk saatlik görüşmenin "başladığı noktada bittiğini" belirtmektedir. Bu buluşmadan üç gün  sonra Cumhurbaşkanı ile görüşen Bayar, arkadaşları ile görüştüğünü baskı altında olduklan kanaatinin umumi olduğunu, ancak çabalanndan dolayı İnönü'ye takdir duygulanyla dolu olduklannı iletmiştir8. Yeniden Başbakan ile görüşen İnönü, ondan da iktidar muhalefet ilişkilerinin düzelmesi yolunda üzerlerine düşeni yapacaktan, bir iki ay içerisinde partiler arasındaki güveni artıncı gelişmeler ümit ettikleri vaatlerini alır. Ancak 24 Haziranda kendisine aktanldığında Bayar, söze değil hükümetin eylemine bakmak lazım geldiğini dile getirecektir. Kısaca, arzulanan güven ortamı henüz kurulamamıştır. İnönü'nün ifadesiyle "vaziyet karşılıklı iddialar bakımından düğüm halini muhafaza etmiştir"9. Gerçekten de Bayar'ın Sivas konuşması ve Başbakanın cevabi beyanlannda benzer ifadelerle aynı iddialar tekrarlanmıştır. Konuşmalar sırasında "akılda kalan karşılıklı
iyi niyet ifadeleri" ni havayı yumuşatan bir işaret olarak gören İnönü, "dertleri bilenlerin kendiliklerinden karşı tarafı teskin edici tedbirler alacaktan"
ümidindeydi10. Bu ümitle taraflann birini haklı diğerini haksız çıkarmağa uğraşmadan, mevcut durumu daha ileri götürebilecek bir yaklaşım ile; başbakanın hükümetin baskı yapmadığını, şahsen böyle bir şeyi kabul edemeyeceğini söylemesini bir teminat olarak almıştır.

Diğer taraftan muhalefet liderinin kanun dışı amaçlar ve yollan kullandıklan iddialannı ret etmesini, kanun dairesinde hareket edildiği, ve bundan sonra da edileceği iddialannı teminat kabul etmiştir. Bu yaklaşımını taraflara aktardığını ve ulaştığı neticeye inanmak istediğini ve inandığını belirten Cumhurbaşkanı, ortamı siyasi partilerin çalışıp gelişebilecekleri bir vasatta görmekteydi. Önceki tecrübelerdeki başansızlığın temelinde, karşılıklı suçlamalara ve inkarlara dayanamamanın yattığını belirten İnönü, mevcut siyasi durumu muvaffakiyet olarak değerlendirmekteydi.

Kendisinin ilk iki denemede hükümet başkanı olduğunu hatırladığımızda, İnönü'nün geçmişteki tahammülsüzlüklerin yarattığı kaos ortamlarından olumlu neticeler çıkardığını ve bunu ülke hizmetinde başarıyla kullandığını görürüz.

Ümit kinci olaylara rağmen devam eden sürecin korunmasında iktidar ve muhalefetin vazifeleri olduğunu hatırlatan Cumhurbaşkanı, devam şartının kendini tamamen haklı, karşısındakini tamamen haksız görmemekten geçtiğinin altını çizmektedir, "karşılıklı şikayetler içinde mübalağa payı ne olursa olsun hakikat payı da vardır" diyerek her iki tarafı da sorumlu tutan İnönü, her iki tarafa karşı eşit mesafede olduğunu hatırlatmaktadır 11.
Kanun sınırlan içinde çalışan muhalefet partisinin, iktidar partisinin şartlan içinde çalışmasını temin etmek lazımdır" derken, ne muhalefetin iddialannı tamamen kabul etmiş, ne de hükümetin karşı iddialanm tamamen reddetmiştir.

Bu noktada devlet müesseselerini yönetenlerin halkın nezdinde devleti temsil edenlerin psikolojik zorluklannın da farkında olduğunu gösteren İnönü, "İdare mekanizması, yani valilerimiz ve maiyetleri bir seneden beri çok ağır bir tecrübe geçirmişlerdir" derken, uzun zamandır tek bir partinin uygulamalanna göre çalışmış, devlet ile özdeşleşmiş bir partinin ferdi olarak davranmış bürokratlann, içine düştükleri çelişkinin altını çizmekteydi12.

Huzur ve asayişi sağlarken muhalif meşru müesseselere karşı da tarafsız eşit muamelenin bir mecburiyet olduğunu hatırlatan devlet başkanı, bunun, güvenli siyasi hayatın temel şartı olduğunu hatırlatmaktaydı.

Bununla birlikte, farklı amaçlar taşıyarak partiye girenlerin suistimallerini etkisiz bırakmanın, partilerin sorumluluklan olduğunu dile getirmekteydi13.

Diğer taraftan Bürokrasinin devlet idaresindeki etkin konumunu hiçbir zaman göz ardı etmeyen İnönü, iktidara kim geçerse geçsin, "bürokrasinin
hak ve itibar yönünden adil bir muameleye maruz kalacağını temin etmek zorunda" olduğunun altını çizmekteydi 14.

İnönü bundan sonra yeniden temel hedefine dönerek, vatandaşlanna en üst düzeydeki devlet meselelerinin gelişimi ve tepedeki makam olarak kendi yaptıklan hakkında bilgi verdiğini ihsas etmekteydi. İşlerin sadece Meclis bünyesinde cereyan ettiği bir gelenekten sonra doğrudan vatandaşı
muhatap alan bir yaklaşımın bizzat kendisi tarafından ortaya konması da, bu sürecin önemli kilometre taşlarından olmalıdır.

Cumhurbaşkanı son olarak varmak istediği neticeyi başlıca iki parti arasında temel şartın, yani emniyetin yerleşmesi olduğunu yeniden gündeme getirmiştir. Ancak asıl vurgulamak istediği nokta, bunun "bir bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıması" dolayısıyla kendi açısından "çok ehemmiyetli" olmasıydı15. İnönü arzuladığı ortamı şöyle tarif etmekteydi; "Muhalefet teminat içinde yaşayacak ve iktidann kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır; İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden müsterih olacaktır.

Büyük vatandaş kitlesi ise iktidann bu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir"16.

Demokrasinin kavram olarak temelini oluşturan bu üç esasın hayata geçirilebilmesi pek de kolay bir iş değildir. Türkiye örneğinde zorluğun
çoğunlukla maddi sebeplerden ziyade, ruhi sebeplere bağlı olduğunu, bir diğer ifade ile alışkanlıklann kuvvetinden kaynaklandığını bilen İnönü, "iktidar ve muhalefetteki liderlerin samimi yardımlan ile bu güçlükleri yeneceğini" ifade etmekteydi. Başbakana ve muhalefet liderine neşrinden önce gösterdiği bu beyanatı ile Cumhurbaşkanı, yaklaşık çeyrek asırlık siyasi hayatının bütün birikimini ortaya koymakta, geçmişte yaşanan başarısızlıklarının temelinde yatan sebepleri de tespit ederek aynı hatalann bir daha tekrarlanmaması için devreye girmektedir. Zira onun gözünde artık çok partili hayatı başarmak kişisel bir mesele olmaktan çoktan çıkıp bir devlet ve millet meselesi haline gelmiştir.
İnönü, yukanda işaret etmeye çalıştığımız değerlendirmeleri, yakın çalışma arkadaşlannın görüşlerini de aldıktan sonra halka açıklamıştır17.

Dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Hilmi Uran, beyannamenin, kendisi de dahil yakın çalışma arkadaşlarına gönderilen müsveddesinin yayınlanan nüshadan oldukça farklı olduğuna dikkat çekmektedir.

Bu süreçte daha ziyade başbakan Recep Peker'in tarafında olduğu izlenimini veren Uran, değişikliklerin çoklukla Demokrat Parti lehine yazılan kısımlarda yapıldığını belirterek, Peker'in "muhalefet partisine gösterilmek istenen bazı lüzumsuz tavizleri kaldırtmış olduğu" değerlendirmesini yapmaktadır 18. Yapıldığı anlaşılan değişikliklerin Cumhuriyet dönemi siyasi hayatında muhalefet partilerinin daima şikayet ettiği hususlardan kaynaklanması İnönü'nün bu vesile ile pek çok problemli meseleyi halletmeye karar verdiğini göstermektedir. Uran çıkarılan pasajlar arasında "İnönü'nün aynı zamanda Halk Partisinin başkanı olduğu halde Cumhurbaşkanı sıfatıyla iki parti yöneticilerinin arasına girişini haklı ve mazur göstermeye çalışan cümlelerinin" olduğunu söylemektedir 19. Muhalefetin bu konudaki rahatsızlığını bilen İnönü'nün çevresinden gelen tenkitler üzerine metinden çıkardığı bu hususu Cumhuriyet Halk Partisinin yapılan ilk kurultayında parti karan haline getirdiğini görüyoruz. Yapılan bir düzenleme ile Cumhurbaşkanı olduğu süre için Parti başkanlığını bırakmıştır20. 12 Temmuz Beyannamesinin yayınlanmasından kısa bir süre sonra (yaklaşık iki ay) muhalefete karşı sert tavırlar takınan Recep Peker'in istifa etmesi ve yerine daha ılımlı Hasan Saka'nın hükümeti kurmaya memur edilmesi Beyannamenin çok partili sistemi sürdürmek yolundaki hedefine başanyla ilerlediğini göstermektedir. Bu arada yeni Başbakanın belirlenmesi sürecinde muhalefet partisi başkanının da fikri sorularak partiler arası ilişkilerde yeni bir sayfa açılması hedeflenmişti 21. 

17 Kasım- 4 Aralık tarihleri arasında faaliyet gösteren yedinci büyük kurultayda parti tüzüğünde demokratikleşme yolunda önemli değişiklikler yapılmıştır.
Aradan geçen dört aylık süreye rağmen yumuşatılamayan partiler arası ortamda İnönü, yaptıklarının gerekçelerini kongre delegelerine anlatmıştır.

Cumhurbaşkanı, her türlü olumsuzluklara rağmen çok partili demokratik yapıyı devam ettirmek azmiyle; "siyasi emniyetin prensibi, devlet idaresini kuvvetli bir hükümetle yürütmek yanında açık bir muhalefetin siyaset cihazı olarak mevcut olmasını lüzumlu görmektir. Bu prensip kabul edilince karşı partinin bulunmaması milli bir eksiklik sayılır. Bu gün iktidarda yarın karşıda vazife sahibi olmak ihtimalleri şahıs bakımından aynı derecede tabii görülür" diyerek olması gereken siyasi zemini tarif etmiştir. Kendisinin devreye girmesini "zaruri" olarak niteleyen İnönü, vatandaşın, onun partilere karşı eşit konumda olmasını bir emniyet unsuru kabul ettiğini, dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı süresince bütün yetkileri kullanacak bir genel başkan vekilinin seçilmesi gerektiğini delegelere hatırlatmıştır 22. Bu şekilde gelişen süreçte seçim şeklinin değişmesiyle
başlayan gelişmeler, 1950 seçimlerinde iktidann halk oyu ile değiştiği bir noktaya kadar gelmiştir.

Bütün iyi niyetine ve çevresindeki insanlar üzerindeki büyük karizmasına rağmen, çeşitli sebeplerin engellemesiyle Atatürk'ün başarıyla sonuçlandıramadığı çok partili hayatın iktidarı halkın oyu ile değiştirecek seviyeye gelmesinde İsmet İnönü'nün zamanında müdahalesi ve partiler arası ilişkilerdeki  dengeleyici rolü gerçekten de belirleyici olmuştur. Nitekim, kongrede söylediği şu sözler bu gerçeğin de ifadesidir; "Tarih, Türkiye'nin
demokratik inkişafında siyasi muhalefetin emniyet içinde çalışması hadisesini Cumhuriyet Halk Partisinin iktidar ve mesuliyet zamanına kaydedecektir"23.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

(LÜTFEN OKUDUKTAN SONRA BİR* - BAŞKA MİLLET VEKİLİNE VERİNİZ)


AKŞAM

30 Adrese 28 Şubat Baskını,

28 Şubat soruşturması kapsamında Ankara ve İstanbul'da yaklaşık 30 ayrı adreste arama yapılıyor.
Özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'nin yürüttüğü 28 Şubat soruşturması kapsamında 30 civarında yerde arama yapıldığı ve emekli 
Orgeneral Çevik Bir hakkında gözaltı kararı çıkartıldığı bildirildi.
AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, aramalar bu sabah saat 08.00 itibarıyla başladı. Arama yapılan yaklaşık 30 adres, Ankara ve İstanbul'un da 
aralarında olduğu değişik illerde bulunuyor.
Hakkında gözaltı kararı çıkartılan kişiler arasında 28 Şubat sürecinde Genelkurmay 2. Başkanlığı görevinde bulunan emekli Orgeneral Çevik Bir de 
yer alıyor.

Ankara'da 12, İstanbul'da 18 Adres,

28 Şubat Soruşturması kapsamında Ankara'da 12, İstanbul'da 18 adreste arama yapıldığı bildirildi.
Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, 28 Şubat Soruşturması kapsamında Ankara'da 12 adreste arama yapıyor.
Soruşturma kapsamında, İstanbul'da da 18 adreste arama yapıldığı belirtildi.

AKŞAM

Yeni TTK'da düzeltme var ama erteleme yok Ali Babacan Babacan, "Türk Ticaret Kanunu'nda bazı sorunlar olduğunu biliyoruz, o düzenlemeleri yapacağız 
ama erteleme düşünmüyoruz. 
Temmuzda uygulanmaya başlayacak" dedi ANKARA Sanayi Odası'nın (ASO) Gündem Toplantısında konuşan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 
Türk Ticaret Kanunu'nu Ekonomi Koordinasyon Kurulu'nda (EKK) ele alacaklarını belirterek "İş dünyasından gelen görüşler doğrultusunda düzeltmeler 
yapacağız, problemlerin olduğunun farkındayız, o düzeltmeleri yapacağız. Ama ertelemeyi düşünmüyoruz. 1 Temmuz'da başlayacak Belki geçiş 
süreçleri koyacağız, belki rahatlatıcı adımlar olacak ama bir erteleme olmayacak" dedi. 
Teşvik sistemi hakkında da bilgi veren Babacan, "İlgili tebliğ ve kararnameler EKK toplantılarının ardından çıkarılacak. Tüm gri alanlar ve detaylar 
birkaç hafta içinde netleşecek" dedi. 

KÖTÜ GERİDE KALDI 

Cari açıkla ilgili soruları da yanıtlayan Babacan "Cari açıkta en kötü rakamlar geride kaldı, her yıl yavaş yavaş inecek, beklentimiz bu yönde demiştik. 
Bu da gerçekleşti. Aylık değişimler tek başına anlamıl değil, önemli olan genel trend. Yeni teşvik .^programı da cari açığı düşürmede etkili olacak" dedi. 
Memura zam hazirana kalabilir MEMUR zammına ilişkin soru üzerine Babacan, önümüzdeki bir aylık sürede memur sendikalarıyla müzakere heyetinin 
çalışacağını söyledi. Bu süreçte, sendikaların ve kamu işveren tarafının tekliflerinin görüşüleceğini belirten Babacan, "15 Mayıs'a yetişir mi?" sorusuna 
da "Resmi Gazete'de yayımlandıktan sonra 30 günlük bir süre var. 30 günden daha erken biterse yetişir. O her iki tarafında hem işveren hem de çalışan 
tarafın müzakere hızına bağlı" yanıtını verdi. 

BUGÜN

PKK'ya Uluslararası darbe,

Terörle Mücadele Daire Başkanlığı, PKK'nın yaptığı katliamları gözler önüne serdi...
Terörle Mücadele Daire Başkanlığı, PKK 'nın çocuk, kadın, yaşlı ayırt etmeden sivillere yönelik gerçekleştirdiği eylemlerin yer aldığı bir katalog hazırladı. 

Türkçe ve İngilizce basılan 'İşte PKK /KCK Gerçeği Sivil Katliamlar' adlı katalog, Türkiye'deki yabancı misyona, büyükelçilik ve konsolosluklara da gönderildi. 
Terörün din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın tüm dünyayı tehdit eden uluslararası bir olgu olduğuna dikkat çekilen katalogda, "PKK , 'Kürt kökenli vatandaşlarımızın 
haklarını savunmak' iddiası ile kan ve gözyaşının simgesi olmuştur. Yıllarca kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve hatta bebeklere karşı kin ve nefretini kusan bölücü 
terör yapmış olduğu katliamlarda ayrım gözetmeksizin tüm vatandaşlarımızı hedef almıştır." ifadelerine yer verildi. Emniyet'in çalışmasında, son dönemde 
örgütün sivillere yönelik eylemleri sıralandı. Eylemler, şu başlık ve ifadelerle gözler önüne serildi:

8 AYLIK HAMİLE KADINA KURŞUN

26 Eylül 2011'de Batman'da gasbettikleri araçla polise yönelik eylem düzenleyen PKK 'lılar kaçarken etrafa açtıkları ateş sonucu 8 aylık hamile 
Mizgin Doru ve kızı Sultan Doru katledildi. Anne karnından kurtarılan bebek, tüm çabalara rağmen ancak bir gün yaşayabildi. Verdiği eylem talimatıyla hamile bir kadını karnındaki bebek ve 7 yaşındaki kızıyla birlikte öldürten sözde komutan Bahoz Erdal'ın olaydan sonra yaptığı şu telsiz konuşması örgütün gerçek yüzünü ortaya koyuyor: "Yeter ki bir polis ölsün, elli sivil ölebilir. Hiç önemi yok."

BOMBANIN ÜZERİNE ATLAYAN ANNE

29 Ekim 2011. Bingöl'deki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını hedef alan terör örgütü canlı bombalı eylem düzenledi. Hain saldırıda üç sivil vatandaş 
hayatını kaybederken 21 kişi yaralandı. Saldırıda canlı bombayı fark edip, 'Allah aşkına patlatma' feryadıyla 11 yaşındaki oğlu Veysel Belgin'in üzerine 
bedenini siper eden Hatice Belgin ile üç çocuk babası Mehmet Çibuk şarapnel parçalarıyla can verdi.

BUGÜN

İran Petrol vanalarını kapattı,

İran ham petrol ihracatını durdurduğu ülkeler listesine Almanya’yı da ekledi.
Devlet televizyonu, dün Yunanistan ve İspanya’ya ham petrol satışını kesen İran’ın aynı kararı bugün de Almanya için aldığını duyurdu.

İngiltere ve Fransa’ya 19 Şubat’tan beri petrol satmayan İran’ın, İtalya’yı da bu listeye ekleyeceği belirtildi.

AB, nükleer enerji faaliyetlerinden dolayı İran’a ağırlaştırılmış yaptırım kararı almış ve bu ülkeden ham petrol ithalatına 1 Temmuz İtibariyle son 
verileceğini açıklamıştı.

Tahran yönetimi, AB’den bu kararını gözden geçirmesini istemiş, ayrıca birlik ülkelerine ait petrol şirketlerine uzun süreli anlaşma yapılmaması 
durumunda ham petrol satılmayacağını bildirmişti.

Dünya petrol rezervlerinin yüzde 12 ila 15’ine sahip olan İran, petrol ihracatında AB’nin yerini başka ülkelerin alacağını belirtiyor.

İran’ın toplam ham petrol ihracatında AB ülkelerinin payının yüzde 18 olduğu açıklanmıştı. 

BUGÜN

Suriye'de Silahlar Sustu,

Suriye yönetimine verilen süre bugün doldu, muhalif kaynaklar saat 6 itibari ile silahların sustuğunu açıkladı.
BM ve Arap Birliğinin özel temsilcisi Kofi Annan planına göre Suriye yönetimine verilen süre bu sabah dolarken sıcak bölgelerde çatışma ve operasyonların 
durduğu bildirildi.

Suriye'li muhalif yapılanmalardan sorumlu Hama Genel Devrim Konseyi üyesi Ebu Adnan, ülke genelindeki sıcak bölgelerde çatışma ve operasyonların 
durduğunu ve saat 06.00'dan önce bazı yerlerde patlamaların meydana geldiğini söyledi. Patlamalar hakkında ayrıntı edinilemiyor.

Muhalefet kaynaklarına dayanan bazı siteler, Şam'a yakın Zanadani kentinde gece saatlerinde operasyonlar olduğunu ve Şam'ın bazı semtlerinde ve 
Deyr Ez zor kentinde patlamaların meydana geldiğini kaydetti.

Türkiye'ye geçmek isteyen bir gruba Suriye askerler ateş açtı

Kilis'in Öncüpınar Gümrük Kapısı karşısındaki Esseleme Sınır Kapısı yakınlarında mevzilenen Suriye askerlerinin, Türkiye'ye mayınlı sahadan geçmek 
isteyen bir gruba ateş açtığı bildirildi.

Kilis'in Öncüpınar Sınır Kapısı yakınlarında, bir grup Suriyeli mayınlı sahayı kullanarak, Kilis'e geçmeye başladı. Kadın ve çocukların da aralarında 
bulunduğu 10-15 kişilik grubun Türkiye'ye geçişi sırasında silah sesleri duyuldu.

Suriye'nin yüksek tepelerinde mevzilenen askerlerin kısa süreli açtığı ateş sırasında panik yaşandı. Seken kurşunlardan bazılarının konteynerlere isabet
ettiği belirtildi.

Ölen ve yaralanan olup olmadığının bilinmediği olayın ardından, Türkiye'ye geçen Suriyeliler, minibüslerle konteyner kente götürüldü. Ancak gecenin 
karanlığından yararlanan gruptaki bazı kişilerin tekrar Suriye'nin iç kesimlerine kaçtıkları bildirildi. Geçişlerin durması üzerine bölge yeniden sessizliğe 
büründü. Bölgede polisin güvenlik önlemi aldığı görüldü.

Bu arada, Öncüpınar Gümrük Kapısı yakınlarında bulunan konteyner kentte kalan Suriyelilerin, BM'nin saldırıların bir an önce durdurulması yönünde 
Beşşar Esed yönetimine verdiği sürenin dolmasına az bir süre kala konteyner kentteki bekleyişi devam ediyor.

HABERTÜRK

Gizli Belgeleriyle 28 Şubat - 8

28 Şubat’ta ‘MGK kararları’ olarak kamuoyuna yansıyan 406 sayılı kararda, hükümetten Erbakan’ın ve Çiller’in, MGK üyesi bakanların imzası vardı. 
Ek-18 olarak bilinen MGK kararlarının eki olarak anılan kararlarda refahyol hükümetinden 18 talepte bulunuldu 
28 Haziran 1996’da kurulan Refahyol hükümeti 8 Temmuz’da güvenoyu aldı. Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısıda 
Tansu Çiller oldu. 28 Şubat 1997’de MGK’da alınan kararlar sonucunda 17 Haziran 1997’de hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Postmodern darbe 
olarak adlandırılan bu süreç sonrasında önce RP, sonra da onun devamı olarak kurulan Fazilet Partisi kapatıldı. Peki 28 Şubat’taki MGK’da ne kararlar 
alınmıştı? Bu kararlara Başbakan Erbakan imza atmış mıydı? Bu konuda çeşitli rivayetler mevcut. Erbakan’ın Ek-18 olarak bilenen MGK kararlarının eki 
olarak anılan kararlarda imzası yok. Ancak MGK kararı olarak kamuoyuna yansıyan 406 sayılı kararda hükümetten Erbakan’ın ve Çiller’in, MGK üyesi 
bakanların imzası bulunuyor. Bu kararlar aslında Ek-18 maddenin özeti gibi ve en az ek maddeler kadar ağır. İşte MGK’nın 18 kararının özeti:


28 ŞUBAT MGK KARARLARI,


- Laiklik ilkesi hassasiyetle korunmalı, bunun için mevcut yasalar uygulanmalı, yasalar yetersizse yeni düzenlemeler yapılmalıdır: Türk Ceza 
Kanunu’nun 312/2, Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. ve 8. maddelerinin uygulanması için ilgililer uyarılmalıdır. 

- Tarikatlarla bağlantılı özel, yurt, vakıf ve okullar denetim altına alınmalı ve MEB’e devri sağlanmalıdır: Denetim konusunda MEB uyarılmalı, 
bunların MEB’e devri için gerektiğinde kamulaştırma yoluna gidilmelidir. 

- a) 8 yıllık kesintisiz eğitim tüm yurtta uygulanmalıdır. 
- b) Kuran kursları MEB sorumluluğu ve kontrolünde olmalıdır. 

- Aydın din adamı yetiştirecek Milli Eğitim kuruluşları ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır. Bu okulların açılması ihtiyaçla sınırlandırılmalıdır. 

- Yapılan dini tesisler siyasi istismar konusu yapılmamalıdır. 
- Tarikatların faaliyetlerine son verilmelidir: 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyelerin açılması yasaklanmıştır. Bu kanunun uygulanması için ilgililer uyarılmalıdır. 
- Medyanın TSK aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır. TSK’nn manevi şahsiyetini alenen tahkir ve tezyif edenler hakkında yasal işlem yapılması 
için ilgililer uyarılmalıdır. 
- TSK’yla ilişiği kesilen personelin kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamına imkân verilmemelidir. 
- Aşırı dinci kesimlerin kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite, eğitim kurumları, bürokrasi ve yargı kuruluşlarına sızması önlenmelidir. 
- İran’a karşı komşuluk münasebetleri ve ekonomik ilişkilerimizi bozmayacak, fakat yıkıcı ve zararlı faaliyetlerini önleyecek tedbirler paketi hazırlanmalı 
ve yürürlüğe konmalıdır. 
- Aşırı dinci kesimin toplumda kutuplaşmalara yol açacak faaliyetleri yasal ve idari yollarla önlenmelidir: Aşırı dinci kesimin faaliyetleri, 
Türk Ceza Kanunu ile Terörle Mücadele Kanunu hükümleri göz önünde bulundurularak takip edilmeli, önlenmesi için ilgililer uyarılmalıdır. 
- Yasalara aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında yasal ve idari işlemler en kısa zamanda sonuçlandırılmalıdır. 
- Kıyafet Kanunu’na aykırı uygulamalar önlenmelidir. 
- Silah ruhsat işlemleri yeniden düzenlenerek kısıtlama getirilmeli ve pompalı tüfek talepleri değerlendirilmelidir. 
- Kurban derileri kanunda belirtilen kuruluşlarca toplanmalıdır. 
- Özel üniformalı korumalar hakkında yasal işlemler sonuçlandırılmalı, bütün özel korumalar kaldırılmalıdır. 
- Ülke sorunlarının çözümünü ümmet kavramı ile sonuçlandırmayı amaçlayan girişimler önlenmelidir: İlgililer uyarılmalıdır. 
- Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanun’un istismar edilmesine fırsat verilmemelidir: 5816 sayılı kanunun, tüm yurtta taviz verilmeden 
uygulanması için ilgililer uyarılmalıdır.

REFAHYOL'UN SONUNU GETİREN YAZI,

Cumhurbaşkanlığı Hukuk İşleri, Kanun ve Kararlar Başkanı Kemalettin Alikaşifoğlu’nun 20 Mayıs 1997 tarihinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e 
‘arz ettiği’ yazı, daha doğrusu Erbakan hükümetine ültimatom niteliğindeki rapor, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhuriyet’i Koruma ve Kollama Görevi” 
başlığını taşıyor. Kısa bir girişten sonra 04.01.1961 tarih ve 211 sayılı TSK İç Hizmetler Kanunu’nun 35’inci maddesine atıf yapıyor: “TSK’nın vazifesi; 
Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır.” 

12 Eylül 1980 darbesinde aynı madde ile devrilen Demirel’e, 17 yıl sonra bu kez mevcut hükümetin iktidardan uzaklaştırılması için öneride bulunuluyordu. 

35’inci maddenin haricinde aynı raporda 1’inci, 37’nci, 85’inci ve 86’ncı maddeler hatırlatılıyordu. Demirel de bu hukuki görüşten güç alarak Erbakan’a bir 
an önce istifa etmesi, yoksa işlerin daha da tehlikeli olabileceğini şifahi olarak iletti. Bu yazıdan sonra refahyol hükümeti 17 Haziran 1997’de istifa etmek 
zorunda kaldı.

" CUMHURİYET'İ KORUMA VE KOLLAMA GÖREVİ "

- Yüksek malumları olduğu üzere 04.01.1961 tarih ve 211 sayılı “Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu”nun 2’nci maddesinde ‘askerlik’ kavramı; 
“Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyet’ini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir. Bu mükellefiyet özel kanunlarla vaz’olunur” 
eklinde tarif edildikten sonra, aynı kanunun 35’inci maddesinde; “Silahlı Kuvvetler’in vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan 
Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır” hükmüne yer verilmiştir. 
- Yine 37’nci maddede Silahlı Kuvvetler’e katılan her askere, “ant içme” zorunluluğu getirilmiştir: “Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, 
her zaman ve her yerde milletime ve Cumhuriyetim’e doğruluk ve muhabbetle, hizmet ve kanunlara ve nizamlara itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, 
Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, Cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine ant içerim.” 

- “Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği”nin ‘disiplin’le ilgili 1’inci maddesinde; “yurt ve milletin saadet ve selametini ve istiklalini temin etmek ve 
Cumhuriyet’i korumanın ancak disiplini mükemmel olan Silahlı Kuvvetler’le kabil olacağı” belirtilmiştir. 
- Yönetmeliğin 85’inci maddesi ise “Vazifesi, Türk yurdu ve Cumhuriyet’ini içe ve dışa karşı, lüzumunda silahla korumak olan Silahlı Kuvvetler’de her asker 
kendine düşeni öğrenmeye ve öğrendiğini öğretmeye ve icabında son kuvvetini sarf ederek yapmaya mecburdur” hükmünü âmirdir. İlgili kanun ve yönetmelik 
ilişikte sunulmuştur. Saygı ile arz olunur. 
(Kemalettin Alikaşifoğlu)

DEMİREL'DEN ERBAKAN'A UYARI MEKTUPLARI,

Cumhurbaşkanı Demirel, 28 Şubat sürecinde TSK’nın rahatsızlıklarını Başbakan Erbakan’a sürekli iletiyordu. Bunların en önemlisi 4 Şubat 1997’de Erbakan’a 
yolladığı mektuptu. Mektubun içeriği o dönemde kamuoyunda çokça tartışılan konularla ilgili uyarılar içeriyor. 
1. Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe ile ilgili bir soruşturma dolayısı ile; “cumhuriyet savcısı”na bilirkişi heyetinin seçiminde baskı yapıldığı, 
2. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın irticai faaliyetlerin içinde olduğu, 
3. İrticai faaliyetlerinden dolayı askeri şûra kararıyla ordudan çıkarılan subay ve astsubayların belediyelere ve bakanlıklara yerleştirildiği, 
4. Atatürk düşmanlığı yapıldığı, 
5. Bazı siyasi kişiliği olan konuşmacıların; laiklik, ırk ve dil konularında, ulusal değerleri yıpratmaya gayret sarf ettiği hususlarında şikâyetler intikal etmiştir. 

Bu ve benzeri konuların, Önemli hassasiyetlere sebep olduğu, Huzursuzluk doğurduğu, gerçektir. Gereğini rica ederim. (Süleyman Demirel)

HABERTÜRK,

Haberal, Zonguldak'tan ayrıldı.,

CHP milletvekili Mehmet Haberal, Annesinin vefatı dolayısıyla geldiği Zonguldak'tan, 2 Günlük izninin bitmesi üzerine 112 ambulansıyla Silivri Cezaevi'ne 
götürüldü., 

İkinci ''Ergenekon'' davası kapsamında tutuklu yargılanan CHP Zonguldak Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal, annesinin vefatı dolayısıyla 
geldiği Zonguldak'tan, 2 günlük izninin bitmesi üzerine 112 ambulansıyla Silivri Cezaevi'ne hareket etti. 

Haberal taziyeleri kabul ettiği Yayla Mahallesi'ndeki çalışma ofisi önünde kendisini bekleyen yakınlarıyla vedalaştı. Bazı yakınlarının vedalaşma sırasında 
duygulu anlar yaşadığı gözlendi. 

İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü'ne bağlı 112 ambulansına konulan Haberal, jandarma görevlilerinin eşliğinde Silivri Cezaevi'ne götürüldü. 

Haberal'a, mahkemenin kararı üzerine biri binbaşı rütbesinde olmak üzere 22 askeri personel de refakat ediyor. 

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, ikinci ''Ergenekon'' davası kapsamında tutuklu yargılanan CHP Zonguldak Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal'a, vefat 
eden annesi Medine Haberal'ın cenaze törenine katılabilmesi için iki gün izin vermişti.

HÜRRİYET

Milletvekilliği süresi 4 yıl biz de 4 yıl görev yapacağız
TBMM Başkam Cemil Çiçek, dün Sosyal Demokrat Parti'nin düzenlediği "Acılan Paylaşmak ve Yaralan Sarmak İçin İlk Adım" başlıklı sempozyuma katıldı. 
Çıkışta gazetecilerin sorularım yanıtlayan Çiçek, genel seçim süresinin 4 yıldan 5 yıla çıkarılmasına yönelik Başbakan Tayyip Erdoğan'ın konuşması 
hatırlatılınca, "Konuşmayı dinledim. Meclis gündeminde böyle bir konu şu an için yok. 'Bir düzenleme olacaksa da diğer partilerin de görüşü alınarak, 
diye de bir ihtirazi kayıtlı' bir ifade kullanıldı. Onun için şu an milletvekilliği süresi 4 yıldır. Biz de bu 4 yıllık süre içerisinde görev yapacağız. 

Bir değişiklik olacaksa bugünü kapsamayacağı da ifade edüdiğine göre burada tartışüacak bir yanı yok. Olsa olsa siyasi partilerimiz bunu değerlendirir, 
anayasa çalışmalarında gündeme gelirse o zaman payİaşınz" diye konuştu. Çiçek, anayasa yazımına da 1 Mayıs itibariyle başlanacağım belirtti.

RADİKAL,

Sakık'ı, Mesud Barzani teslim etti
Sakık operasyonunu yürüten emekli Albay Işık Sakık'ın yakalandığı operasyonda Yeşil'in olmadığını belirterek, "İstihbarat da MİT'ten gelmedi. Bize Barzani 
teslim etti." dedi.
Sakık operasyonunu yürüten emekli Albay Işık Radikal'e açıkladı: "Operasyonda Yeşil yoktu. İstihbarat da MİT'ten gelmedi. Bize Barzani teslim etti."

Faili meçhulleri soruşturan Diyarbakır Özel Yetkili Savcılığı’na ‘gizli’ yazı gönderen MİT’in, “Yeşil’i, Öcalan operasyonu, Sakık’ın getirilmesi dahil 4 olayda 
kullandık” dediğine dair iddialar tartışma yarattı. Sakık’ı yakalayan Özel Kuvvetler Alay Komutanı emekli kıdemli Albay Mithat Işık Radikal’e bunun doğru olmadığını açıkladı. Işık, “Şemdin Sakık operasyonunda Yeşil yoktu. MİT’ten de istihbarat gelmedi. İstihbaratı Mesud Barzani’den aldık “dedi. 

‘Yeşil gibilerle çalışmam’

Bir zamanlar PKK’nın 2 numarası olan Sakık, 13 Nisan 1998’deki ‘Yarasa Operasyonu’ ile yakalanmıştı. Sakık’ı yakalayan bordo berelilerin komutanı 
Albay Mithat Işık, operasyonda MİT ve Yeşil’in katkısı olmadığını söyledi. Sakık operasyonunu baştan sona kendisinin yönettiğini anlatan Işık, 
“Operasyonda Yeşil yoktu. Yeşil’i hayatım boyunca da görmedim. Zaten o tür kişilerin operasyonda olmasına karşıydım” dedi.

Mithat Işık, Şemdin Sakık’la ilgili istihbarat bilgilerini de Barzani’den aldıklarını belirtti. O zaman Irak’ta 2 tabur olduğunu ve Kürt yönetimiyle ilişkilerin 
çok iyi olduğunu aktaran Işık, “Irak’ta KDP ile işbirliği yapıyorduk. Barzani bizden peşmergelerini esirgemezdi. Şemdin Sakık’la ilgili istihbaratı da bize 
Barzani verdi. MİT’ten bize gelen bilgi yok. Eğer Ankara’ya bilgi verdilerse bilmiyorum. Sakık operasyonunda MİT görev almadı” diye konuştu.

Mithat Işık, Şemdin Sakık’ın yakalanışını ‘Yarasa Operasyonu’ adını verdiği kitabında detaylı bir şekilde anlatıyor.

MİLLİYET

2015 İÇİN GİZLİ PLAN,

ABD’deki Ermeni diasporası, Dışişleri Bakanlığı’nın 1915 olaylarının 100. yılı için hummalı bir çalışma başlattığını öne sürdü. 
İddiaya göre Bakan Davutoğlu ‘ılımlı’ Ermenilerle bir araya geldi, ‘önyargılılar’ Türkiye’ye davet edildi

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 1915 Ermeni olaylarının 100. yılına hazırlanmak için dünyanın dört bir yanında gizli görüşmeler 
gerçekleştireceğini iddia edildi. Ermeni diasporasının en etkili gazetesi Armenian Weekly’nin yayın yönetmeni Harut Sassunyan, Davutoğlu’nun önce 
Türk diplomatlara çabaları artırma talimatı verdiğini, daha sonra da Ermeni cemaatinin “ılımlı” liderleriyle bizzat bir araya geldiğini yazdı. Gazetenin 
iddiasına göre, bu toplantıların ilki geçen ay Washington’da yapıldı. Los Angeles’ta da Türk ve Ermeni cemaatinden seçilmiş isimlerle “Ermeni-Türk 
uzlaşmasını” konuşmak için buluştu. “Önyargılı” olduğu belirlenen isimler ise ülkeyi yakından tanımaları için Türkiye’ye davet edildi. 

İlk toplantı 12 Nisan’da

Ermeni diasporası 2015 yılında soykırım iddialarının ABD’de kabul edilmesi için çalışmalarını artırırken Davutoğlu, özellikle bu ülkede iki ülkenin 
çabalarını ortaya koyacak toplantılar yapılması talimatı verdi. Bu çerçevede “Ermeni-Türk uzlaşması” grubu ilk kez 12 Nisan’da Washington’da toplanacak. 

Ev sahibi grup “HasNa” toplantıyı Türk hükümetinin tuttuğu lobi firması Arnold&Porter’ın ofislerinde düzenleyecek. Katılımcılar arasında bazı Ermeniler, 
Türkler, ABD hükümet yetkilileri, medya çalışanları, sivil toplum kuruluşları, akademisyenler var.

‘Mücadele edemezsiniz’

Türkiye’nin girişimlerini köşe yazısında aktaran Sassunyan, Ermeni cemaatini sert bir dille eleştirdi. Sassunyan toplantılara katılan Ermenileri, 
“Türklerin davetlerinde yer almayı kabul eden Ermeniler para ya da şöhret peşinde olabilir, ya da iyi niyetli olabilirler fakat saflar. Katılım sebepleri 
ne olursa olsun, hareketlerinin yol açacağı sonuçlar konusunda düşünceli olmalılar” dedi.
Gazeteci “Türk hükümeti, bu çabaları Ermeniler ve Türkler arasında uzlaşma sürecinde olunduğuna dair yanlış izlenimler yaratmak için kullanabilirler. 
Sadece Ermeni yetkililer ve diplomatik yetisi olan güvenilir liderler uyanık ve yetenekli Türk diplomatlar ile müzakere etmeliler. Yoksa, Türk yetkililer 
daha az isteyen ve daha uyumlularla akıllıca bir uzlaşma sağlayabilirler” dedi. 

SABAH

Kurmaylar ve 28 Şubat medyası tedirgin
Sabah gazetesi yazarı ve 28 Şubat darbe girişimi sürecini en iyi bilen isimlerden Mahmut Övür anlattı.

Sırada Karadayı ve Kuvvet komutanları var

Sabah gazetesi yazarı ve 28 Şubat darbe girişimi sürecini en iyi bilen isimlerden Mahmut Övür, AHaber'e konuştu. Çevik Bir sonrası sırada kim alınır 
şeklindeki soruyu şöyle cevapladı:

"Çevik Bir, 28 Şubat'ta hiyerarşik olarak ikinci isimdi. GenelKurmay Başkanı Karadayı ve kuvvet komutanları var. Bunların hepsi ifade verecektir. 
Darbe yapanların darbeler yanına kâr kalmayacak diye düşünüyorum. 28 Şubat'ın da 27 Mayıs'a da sıra geleceğini, faili meçhullere de sıra geleceğini 
biliyorum, düşünüyorum. Albay ve askerleri öldürüp, siyasileri, gazetecileri öldürüp hesap vermeyacaksiniz. Mümkün değil.

Türkiye kendi darbeleriyle ilk defa yüzleşiyor. Ama Türkiye'deki darbelerin çok kendine özgü halleri var. Emir komuta zinciri içinde olsa da sivil 
toplum örgütlerinden, askerinden, medyasına kadar çok sayıda insan katılmıştır.

Benim gördüğüm, Türkiye'de 35'inci maddenin ele alınmasına giden bir süreç görüyorum."

SABAH

Obama'nın rakibi belli oldu,
ABD'de başkanlık seçimlerinin güçlü adaylarından Rick Santorum, adaylıktan çekildi. Cumhuriyetçi Parti, seçimlerde Obama'nın karşısına Mitt Romney'i 
çıkaracak.
Romney, ABD Başkanı Obama'ya karşı yaptığı sert eleştirilerle tanınıyor. Başkanlık seçimlerine doğru giden ABD'de önemli bir gelişme yaşandı. 

Güçlü adaylardan eski Pennsylvania Senatörü Rick Santorum, Cumhuriyetçi Parti'nin başkan adaylığı yarışından çekildiğini açıkladı. 

Bu sayede Santorum'un rakibi eski Massachusetts Valisi Mitt Romney'in Cumhuriyetçi partinin tek başkan adayı olarak önü açılmış oldu. 

Santorum, söz konusu açıklamayı memleketi Pennsylvania'dan yaptı. ''Başkan adaylığı yarışı benim için sona ermiştir'' diyen Santorum, bu kararı hafta 
sonu eşi ve çocuklarıyla konuşarak aldığını söyledi. 

Santorum, her ne kadar Beyaz Saray yolundaki mücadelesi sona erse de savunduğu değerlere ve Amerikan halkına dair mücadelesinin süreceğini kaydetti. 

Santorum'un bu kararı, memleketi Pennsylvania'da yapılacak ön seçimlerden iki hafta önce geldi. 

Bu kararın, Santorum'un kendi eyaletinde bile Romney'e karşı zorlu mücadele vermesi sonucu ortaya çıktığı yorumları geliyor. Çünkü, eğer Santorum 
kendi eyaletini kaybetseydi, bu politik kariyeri için ''yıkım'' olacaktı.

Ancak şimdi Santorum, yakaladığı ivmeyle, yarıştan çekilse de partisi ve muhafazakar hareket içindeki yerini koruyarak, stratejik bir karar almış oldu. 
Ayrıca Santorum'un kararında hasta kızı Bella da etkili oldu.

STAR

Büyük '28 Şubat' operasyonu,

28 Şubat soruşturması kapsamında 5 ilde 31 adreste arama yapılıyor. Dönemin orgenerallerinden Çevik Bir hakkında gözaltı kararı çıkarıldı. Operasyonun 
Batı Çalışma Grubuna yönelik olduğu belirtiliyor. Gerekçe Refah-Yol hükümetine yönelik darbe girişimi iddiası..
28 Şubat soruşturmasında önemli bir gelişme yaşandı.
Soruşturma kapsamında Ankara , İstanbul, Niğde, Eskişehir ve Çanakkale'de sabahın erken saatlerinden itibaren 31 ayrı adreste arama yapılıyor.
Dönemin orgenerallerinden 'Batı Çalışma Grubu'nun başında olduğu ifade edilen Çevik Bir'in İstanbul ve Ankara'daki evleri aranıyor. Çevik Bir hakkında 
gözaltı kararı çıkarıldı.

O dönem komuta kademesi içinde yer alan emekli tuğgeneraller Erol Özkasnak, Abdullah Kılıçarslan ve İdris Koralp'in evinde de arama yapılıyor.
Arama yapılan tüm evler asker kökenli isimlere ait.
Soruşturma 28 Şubat döneminin generallerini kapsıyor. Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği. mağdur olanların '28 Şubat'la ilgili yaptığı 
suç duyuruları üzerine soruşturma başlatmıştı.

FENERBAHÇE ORDUEVİ ÖNÜNDE HAREKETLİLİK

Ankara merkezli yürütülen 28 Şubat sürecine ilişkin soruşturma kapsamında İstanbul'da aramalar sürüyor. Bu kapsamda Fenerbahçe Orduevi'nde de 
arama yapıldığı iddia edildi. Ordu evindeki hareketlilik ve önünde bekletilen ambulans dikkat çekti.

YENİ   ŞAFAK

Skandalı kabul etti
CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç, annesinin cenaze törenine katılması için iki gün izin verilen CHP'nin tutuklu millletvekili Haberal'a, Meclis'e gelip 
yemin etmesi için öneride bulunduğunu söyledi. Haberal'a, 'İzinlisiniz, bu arada Meclis'e gelip yemininizi de yapabilirsiniz' dediğini belirten Genç, ancak 
Haberal'ın, annesini kaybettiği için üzüntülü olduğunu ve 'Buraya kadar izin aldım' dediğini söyledi. 
Haberal'dan mezar ziyareti İkinci 'Ergenekon' davası kapsamında tutuklu yargılanan CHP Zonguldak Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal, anne ve 
babasının mezarını ziyaret etti. 

YENİ   ŞAFAK

Hakan Fidan sır küpüm, devletin sır küpü',

Çin gezisinin son gününde MİT- yargı kriziyle ilgili konuşan Başbakan Erdoğan, MİT Müsteşarı'na bir kez daha sahip çıktı
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Çin gezisinin son gününde iç politikaya döndü. Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan için, “Sır küpüm, devletin sır küpü” 
ifadesini kullandı.
Erdoğan, 2014’te kendisi dahil AK Partili bakan ve vekillerin yeniden adaylığını engelleyen düzenleme için, “Koltuğa oturanlar, kalkmak bilmiyor. 
Türkiye fanilerle değil, ilkelerle yürümeyi öğrenmeli. Tayyip Erdoğan fanidir, öldü ne olacak? Öldüğü zaman ne yapılacaksa vatandaşım onu yapsın” dedi. 
Başbakan Erdoğan, Hürriyet gazetesi yazarı Enis Berberoğlu'nun sorularını yanıtladı 
- AK Parti’de 3 dönemden sonra yeniden seçilememe düzenlemesinin istikrarı bozacağı endişesi var. Değerlendirmeniz ne? 
Değerli basın mensubu arkadaşlarımız yıllar yılı şunu yazdılar. Bu koltuğa oturan bir daha kalkmayı bilmez. Biz partiyi kurarken bunu enine boyuna konuştuk. 
Eskisi gibi mi olacağız. Partide hücre yenilemesi yapacak mıyız? Kaldı ki bırakıp gitmiyoruz. Bir dönem dinleniyorsunuz. Formumuzu muhafaza ediyoruz. 
Partimizde de hücre değişimini yapmak için bu dönemde 160 arkadaşımızı aday yapmadık. Bize kan kaybettirmedi. Gücümüzü çok daha artırarak devam ettik. 
Artık Türkiye fanilerle yürümeyi değil, ilkelerle yürümeyi bilmeli. Tayyip Erdoğan fani, öldü, ne olacak, öldüyse vatandaşım ne yapacaksa şimdi onu yapsın. 
Olayı faniler üzerine bina etmeye çalışırsak hareket hiçbir zaman beklediğimiz gücü kazanamaz. Süremiz dolduğunda partimiz bize hangi misyonu biçtiyse 
öyle çalışacağız. Anadolu’yu gezer hallaç pamuğu gibi atarız. Konferanslara, seminerlere katılırız. Ak Parti en ideal kurumsallaşmasını yapan partidir. 
Kadın kolları, gençlik kolları... Her ay 2-3 araştırma yapan bir parti var mı? Nerede eksik, aksaklık var diye bakıyoruz. Gidermeye çalışıyoruz. 
'Kürt seçmenin oylarını alıyoruz'
- BDP’nin son söylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Bütün etnik yapıları kuşatan bir partiyiz. 60 civarında Kürt kökenli milletvekili arkadaş var. Kabinemde 5 bakan arkadaşım Kürt. Süs eşyası diye taşımıyorum. 
Bekir Bey (Bekir Bozdağ) Kürt’tür. Binali Bey (Binali Yıldırım) bile bilmiyor. Böyle bir derdim yok. Derdimiz olmadığı için rahatız. Birbirimize karşı olan sevgimiz 
aynı. Onların yaklaşımı, BDP için, Kürt partisi yönünde. Biz onların o söyleminin yanlış olduğunu söylüyoruz. Oylarını almak için yapıyorlar. Halbuki biz birinci 
derecede Kürt seçmenin oylarını alıyoruz. Türkiye’nin partisiyiz. Ben Rizeliyim, bana Laz diyorlar. Halbuki alakam yok. Nusret Bey (Bayraktar) Laz, ama kimse 
onun öyle olduğunu bilmez. Kucaklayan parti olmamız ve bu yönde çalışma yapmamız bizi yüzde 50’ye taşıdı. Yeni anayasada da biz gelin bunu bir yere 
yerleştirelim, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı herkesi kucaklasın. Burada rahatsız edici bir şey yok, öbürü rahatsız edici. Burada ezber bozan bir mantık 
var, artık çözelim istiyoruz. 
'Bütün planlarımız yetişecek şekilde'
- Cumhurbaşkanlığı eğitim yasasını onayladı. 17 milyon öğrencinin ailesi uygulamanın önümüzdeki döneme yetişip yetişmediğini merak ediyor. Yetişir mi? 
Hiç endişeniz olmasın bütün planlarımız yetişecek şekilde yapılıyor. Hiçbir sıkıntıya mahal bırakmadan ufak tefek bazı hususlar dışında tereyağından kıl 
çeker gibi yoluna girecek. 
- Anayasa Mahkemesi cumhurbaşkanlığı konusunda 7 yıllık görev süresini iptal ederse ne olur? 
Yorumu Anayasa Mahkemesi kendi içinde yapacaktır. Yorum yapmadan bizim konuşmamız doğru olmaz. 
- Çin’le ekonomik ilişkilerde bir ilerleme var mı? 
Ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinden yanalar. Boğaz köprüsü, demiryolu ağı, nükleer enerji alanlarında işbirliğine girmek istediklerini ifade ettiler. 
Temenni ederiz ki Çin sermayesinin Türkiye’ye gelmesini sağlamış oluruz. 
- MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la ilgili ifade kararı için soruşturma yaptırdığınız doğru mu? 
MİT olayındaki gelişmelerde sessiz kalmak mümkün değil. Niye. Benim malum nekahat dönemime rastlayan süreçti. Benim sır küpüm. Türkiye Cumhuriyeti 
devletinin sır küpü. Türkiye’nin geleceğinin sır küpü. Uluslararası alanda bu görevi yapanlar ajan olarak nitelendirilir. Operasyon yapacakları zaman 
görevlendirmeyle devlet adına giderler. ABD, Rusya, Çin, Batı ülkelerinin hepsinde var. İmralı’ya da gönderen benim, Oslo’ya da gönderen benim. 
Niye, ortada bir problem var. 
Terör mücadelesinde başarılı olmamız lazım. Bunun için bazı bilgi alışverişlerine sahip olmamız lazım. Gazetelerde çıkanın hiçbirisi Müsteşarım tarafından 
verilmiş söz değil, hepsi yalandır. Yazılı değildir. Konuşmalar görüşmeler olmuştur, asla verilmiş sözler değildir. Bunu söyleyenler siyasi menfaat elde eder miyiz, acaba ne devşirebiliriz gayreti içine girmişlerdir. Gayretlerinden çok çok memnunum. Gerek öncesi, gerek sonrasında ve şimdi, ülkeme çok şeyler 
kazandırdı. Müsteşar yardımcılığı ve TİKA’nın başında olduğu zaman da iyiydi. İyi yetişmiş bir bürokrattır. İnsan kıyma makinesi değiliz. 
Bu insan takdir edilmesi gerekirken, bunu yemeye çalışan bazı mahfiller olmuştur. 
Ana muhalefet partisi başta olmak üzere. Yargı, görevi olmayan bir alana girdi. Bu konuda hakkı olmayan konumda kendini hissedince kusura bakmasın bizi 
karşısında görür. Yargı, kendini yasamanın üzerinde göremez. 250 meselesinden Müsteşar’ı yargılama süreci içine sokmaya çalıştı. 

Bu konuda ilk kez konuşuyorum. 

'Sınır ihlalinde gereken yapılır'

- BM Güvenlik Konseyi’nin son kararı size ulaştı mı? 

Artık Beşar’ın verdiği sözü yerine getirmediğini, muhalif kanadın Kofi Annan’a verdikleri sözleri devam ettirdiklerini görüyoruz. BM’nin konuya eğilmesi 
istikametinde bir karar çıkıyor. Biz bunu daha sıkı bir şekilde takip etmek suretiyle çalışmalarımızı yürüteceğiz. Tarafımıza gelen yaralılardan ölenlerin 
sayısı 4’e çıktı. Suriye tarafındaki ölü rakamı 10 bine yaklaştı. Durumlar içler acısı. Kentlerin harap edilmesi, insanların acımasızca öldürülmesi, annelerin 
gözlerinin önünde... Bunları anlattım Çin tarafına. Durumu tasvip etmediklerini söylediler. Kendilerinin BM’de 8 veto kararı olduğunu, 2 tanesinin 
Suriye ile ilgili olduğunu hatırlattım. Bundan sonra da böyle bir yaklaşımın kolay kolay olmayacağını söyledim, ‘Hayır’ demediler. Döner dönmez Rusya 
ile münasebetleri daha da sıklaştıracağız. Perşembe akşamı Suudi Arabistan’a günübirlik bir seyahat yapacağız. Ondan sonra nasip olursa kampları 
ziyaret edeceğim. Kampları yerinde görmeyi arzuluyorum. Yerinde görmek istiyorum. 

'Zulme rıza zulümdür'

- Suriye konusunda Türkiye’nin yaklaşımı ve pozisyonu, BM’ye bir karar aldırmak mı? 
Bu başından beri kovaladığımız bir konu. Bu daha acil bir hale geldi. Şimdiye kadar gelen sığınmacı sayısı 2’ye katlandı. Adeta patlama noktasına geldi. 
Görüntüler var. Bu insanlar kaçarken vuruluyor. Öleni var yaralananı var. Annelerin feryatları var. Evleri nasıl tarumar ettiklerini, evlatlarının nasıl boğazlarının kesilerek öldürüldüğünü anlattılar Kofi Annan’a. Birleşmiş Milletler bunu takip etmeyecek de neyi takip edecek. Biz takip edeceğiz. Türkiye’nin hassasiyeti bellidir. En üst seviyede ortaya koymamız ve BM nezdinde takip etmemiz gerekir. Zulme rıza zulümdür, buna evet diyemezsiniz. Halkını terörist olarak görüyorlar. Bu yaklaşımları Beşar’ın yaklaşımıyla, ağzıyla konuştuklarını söyledim. Lütfen onların ağzıyla konuşmayın. Ufacık bir çocuk, bebe, terörist 
olur mu? Bu sizin dini değerlerinizle çatışır. 

Bizim değerlerimizde savunmasız bir insana saldıramazsınız, vuramazsınız. Buna nasıl terörist dersiniz. Bunlar halk. Halkın olduğu sokakta tankın ne işi var. 
Türkiye’nin Batı’nın uşağı olduğu yönündeki gibi çok çirkin bir şey olmuştu. Esad, olayı çok farklı bir zemine kaydırmak istiyor. Bunu (İranlı) dini lidere de 
söyledim. ‘Bu savaş Arap milliyetçileriyle İslamcılar arasındaki savaştır.’ Bakın Beşar böyle diyor. Bu tabloya bir değerlendirme yapmadılar. 

Esad olayı farklı bir yere çekerek güya Arap ligini dağıtmaya çalışacak. 
'5'inci madde görevi'
- 1998’de Kara Kuvvetleri Komutanı Suriye’yi uyardı. Siz de aynı şekilde bir çıkış mı yaptınız? 
Bu 98 olayından çok farklı, o zaman böyle bir şey olmamıştı. Olmadan Atilla Paşa’nın öyle bir çıkışı olmuştu. Şimdi sınır ihlali olmuştur. Dün de sınırımızı 
aşan silahlı saldırılar oldu. Uluslararası hukuk açısından adeta işaret fişeğidir bu. Yapanın yanında kâr kalamaz. Herhangi bir ülkenin şöyle böyle yaklaşımı 
bizi enterese etmez. Türkiye Cumhuriyeti’nin kendine has bir tavrı vardır. Tarihte bu vardır. Türkiye en az benzerlerinde ne yapıldıysa onu yapmak 
durumundadır. Suriye’den gelen kardeşlerimize kapıyı asla kapatmayacağız. Suriye vurmaya devam ederse neticelerine katlanmak durumundadır. 
BM toplanıp kararını almalı. İstanbul’da bir araya gelen kurum ve kuruluşlar baskı yapıp kararı aldırmak zorundadır. 
- En kötüsü ‘haklısınız’ deyip bir şey yapmamaları. İş bu noktaya geldiğinde Türkiye’nin opsiyonları nelerdir? 
Opsiyonlar çok. Sınır ihlallerine karşı uluslararası hukuktan doğan hakları olan bir ülke var. Sınırın ihlali sebebiyle alacağı tavır karşısında yapacakları şey 
ortadadır. Bunların hepsi tartışılacak meseleler. BM bunu da açıkladı. Sınır ihlali var dedi. Bunların hepsi masaya yatırılacak konular. Bunların hepsi son 
görüşmelerimizi yapıp adım atılacak konulardır. Ayrıca NATO’nun Türkiye’nin sınırlarıyla ilgili görevleri var. 5’inci maddeye göre. 

YENİ AKİT

Yabancılara mülk satışı tasarısı komisyondan geçti TBMM TBMM Adalet Komisyonu, yabancılara mülk satışına ilişkin tasarıyı kabul etti. 
AK Parti Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya başkanlığında toplanan komisyon, tasarıyı, alt komisyon raporu üzerinden görüştü. Tasarı, müzakerelerin 
ardından yapılan bazı değişikliklerle kabul edildi. Tasarıya göre, ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde, yabancı kişiler Türkiye'de taşınmaz edinebilecek. 

Bu taşınmazların toplamı, ilçe yüzölçümünün yüzde 10'unu, ülke genelinde ise kişi başına 30 hektarı geçemeyecek. Bakanlar Kurulu, 30 hektarı iki katına 
çıkarabilecek... Yabancı şirketlerin, askeri yasak ve güvenlik bölgelerinde taşınmaz almaları Genelkurmay Başkanlığı'nın. özel güvenlik bölgelerinde taşınmaz almaları ise valiliğin iznine tabi olacak. Bakanlar Kurulu, yabancıların mülk edinmesini kısmen veya tamamen durdurabilecek. sınırlandırabilecek ve 
yasaklayabilecek.

ZAMAN

Yazıcıoğlu ölümüyle ilgili flaş gelişme.,

Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatını kaybettiği helikopter kazasıyla ilgili önemli bir gelişme yaşandı.
Düşmesinden önce helikoptere 7 km uzaklıkta bir savaş uçağı olduğu belirlendi. Uçağın tam olarak saat kaçta bölgede olduğu araştırılıyor. 
Genelkurmay'ın savcılığa gönderdiği radar kayıtlarında kaza bölgesine en yakını savaş uçağının 28,5 km mesafede olduğu gözüküyordu.

Eski BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindeki 5 kişinin yaşamını yitirdiği helikopter kazasına ilişkin yürütülen soruşturmada her geçen gün yeni 
bilgiler ortaya çıkıyor. Düşmeden önce helikoptere 7 km uzaklıkta bir savaş uçağı olduğu tespit edildi. Askerî radarlar kazanın olduğu 15.03 sularında 
4 dakika arızalanmış, bölgedeki bütün radarlar kısa süreli karardığı için 15.03.02 ile 15.07.40 arasında görüntü alamamıştı. Genelkurmay'ın verdiği bilgilere göre, helikopterin düşmesinden yaklaşık 5 dakika önce olay mahallinde 28,5 km uzaklıkta iki F-16 ve bir F-4 olmak üzere üç adet uçak vardı. 

Savcılığa ulaşan yeni kayıtlarda ise helikopter düşmeden önce bölgeyi gösteren yeni görüntüler yer alıyor. Yazıcıoğlu ve beraberindekileri taşıyan helikoptere 7 km yaklaşan savaş uçağına, bu görüntülerden ulaşıldı. Uçağın tam olarak saat kaçta bölgede olduğu araştırılıyor.

Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Ku-rulu'nun kazayla ilgili hazırladığı raporda, savaş uçaklarının helikopterler için tehlike arz ettiği ve yakınından 
geçtiği bir helikopteri savurabileceği vurgulanmıştı. THY Uçuş Eğitim Akademisi'nde uçuş öğretmeni olarak çalışan emekli asker Mustafa Koç'un Eskişehir 
1. Hava Jet Üssü'nde çalışırken benzer bir kaza yaşadığı rapora yansımıştı. Mustafa Koç'un, olayı "UH-1 H tipi bir helikopterde 2 pilot ve 1 teknisyen ile 
yaz aylarında 500 feet irtifada (yaklaşık 150 metre) 80 nutt hızla tören geçişi yaparken, arkadan gelen bir F4 uçağının helikopteri son anda gördüğü ve 
helikopterin üzerinden tırmanışa geçtiği, helikopterin uçağın rüzgârıyla tutunamadığı, aşağı itildiği ve savrulduğu ve hızla gölete düştüğü, pilotun belinin kırıldığı, olayın aniden olduğu, egzoz kokusunu hatırlamadığı, olayın 1994 öncesinde gerçekleştiği." şeklinde anlattığı kayıtlara geçmişti.

Öte yandan Zaman'ın incelediği ve Amerika Federal Havacılık Dairesi tarafından hazırlanan Temel Uçuş Bilgileri kitapçığında, bir uçak tarafından oluşturulan hava girdaplarının diğer hava taşıtlarını nasıl etkileyebileceğine dair ilginç bilgiler yer alıyor. Pilotların el kitabı olarak bilinen çalışmaya göre, uçakların kanatlarının altından geçen hava akımı, vorteksi, yani hava girdaplarını meydana getiriyor. Eğer uçaklar arasında yeteri kadar mesafe yoksa bu girdaplar arkadan gelen uçağı düşme noktasına kadar getirebiliyor. Öndeki uçağın yaptığı vorteksin etkisine giren uçakta 'wake türbülans' görülüyor. Uçak, kontrolden çıkıyor.

Kitapçıkta konuya ilişkin ABD'de yaşanan bir olay örnek olarak gösteriliyor. 1972'de DC-10 tipi bir uçağa yaklaşık 3 km yaklaşan DC-9 tipi bir başka uçak 
kontrolden çıkıyor. 10 bin metreden aşağı düşen uçakta tüm mürettebat hayatını kaybediyor. Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan pilot Volkan Sürmeli, 
"Hava girdabını meydana getiren hava aracının arkasından gelen uçak ya da helikopter daha küçükse, bundan çok daha fazla etkilenir." ifadelerini kullanıyor. 
Özellikle uçakların iniş ve kalkışlarından meydana gelen hava girdapları, 3-4 km mesafedeki bir diğer hava aracını etkisi altına alabiliyor. Fakat normal uçuş 
sırasında bu etki alanının azaldığı belirtiliyor. Zaman'a konuşan TSK'dan emekli bir pilot, "Yazıcıoğlu helikopterinin bir savaş uçağının etkisiyle düşmüş 
olma ihtimali var. Fakat uçağın helikoptere çok yakın geçmesi gerekir. Eğer savaş uçağı ses hızını aştıysa, o zaman çok daha uzaktan da helikopteri savurup kontrol dışına çıkarabilir." diyor. DDK raporunda yer alan ve kaza günü civar köylerde gök gürültüsüne benzer patlama seslerinin duyulduğuna dair tespitler soru işaretlerini artırıyor.

ZAMAN

CHP'li Genç'ten Haberal'a şok teklif: Cezaevine dönme Meclis'e götürüp yemin ettirelim Annesinin cenaze törenine katılması için iki gün izin verilen Ergenekon davasının tutuklu sanığı CHP Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal'a şok bir 
teklif geldiği ortaya çıktı. 
CHP'li Kamer Genç, Haberal'a, "Seni Ankara'ya götürüp yemin ettirelim." dedi. Haberal ise bu öneriyi reddetti. Bu ilginç diyalogu doğrulayan Genç, 
Haberal'ı ikna edemediğini açıkladı. 
Hastalığı sırasında görüşemediği annesi Medine Haberal'ın cenaze töreni için mahkemeden iki gün izinle Zonguldak'a giden Haberal, defin töreninden 
sonra taziyeleri çalışma ofisi olarak adlandırılan Başkent Üniversitesi'nin misafirhanesinde kabul etti. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal ve 
çok sayıda CHP milletvekili moral için Haberal'ı yalnız bırakmadı. Alınan bilgilere göre Genç, Haberal'a Meclis'e gelerek yemin etme teklifinde bulundu. 

Dün gazetecilerin konuya ilişkin sorularına muhatap olan Genç, Haberal'a, "Dönmeden Meclise gidelim, yemin et." şeklinde teklifte bulunduğunu ancak 
kendisinin teklifini kabul etmediğini kaydetti. Haberal'ın cezaevinden izinli olarak çıktığı için yemin edebileceğini savunan Genç, "Jandarma bunu engellemedi. 
Türkiye'de hukuk yok. Başbakan'ın dediği oluyor. Bu teklif şahsi, Kılıçdaroğlu bu konudaki düşüncemi bilmiyor." iddiasında bulundu. 
Diyaloğun şahitlerinden CHP'li Sinan Aygün ise Haberal'ın bu şekilde Meclis'e gelip yemin etmesinin yanlış olacağını ifade ederek, bunun güveni 
zedeleyeceğini vurguladı. Kamer Genç'le Haberal arasında yaşanan diyaloğu aktaran Aygün, şöyle konuştu: "Genç, Haberal'a Meclis'te yemin ettirmek 
istediğini dile getirdi. Öyle bir sessizlik oldu ki o ortamda Kemal Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal bir şey söyleyemedi. Milletvekillerine baktım, buz gibi bir 
hava esti. Onlar bir şey demeyince, 'Böyle saçmalık olur mu?' dedim. Annesi için izin verildi. Bunun karşılığı bu olmaması lazım diye düşündüm." 
Bu arada Haberal, dün annesi Medine ile iki yıl önce vefat eden babası Yaşar Ali Haberal'ın mezarlarını tekrar ziyaret etti. Haberal, ziyaret sırasında 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, annesinin ölümü nedeniyle kendisine taziyede bulunduklarını söyledi. 

***

3 Ocak 2019 Perşembe

PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı BÖLÜM 2

PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı  BÖLÜM 2


Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Ayrılık

İlk defa uluslararası hukukta BM Şartı’nın 2. madde 4. fıkrasıyla düzenlenen kendi kaderini tayin, 1966 yılında kabul edilen İkiz Sözleşmeler’in ortak ilk maddesinde yer almış ve uluslararası yasal standarda kavuşmuştur. Ancak, bu hakkı kimlerin ne şekilde kullanabileceği açık şekilde belirlenmediği için, BM Şartı’nda düzenlendiği dönemden bu yana hakkın içeriği ve kapsamı tartışılagelmiştir. BM uygulaması ve Genel Kurul’da kabul edilen kararlar hakkın kullanımına ilişkin pratik bazı sorunların çözümüne katkıda bulunmuştur.17

Zamanla BM Genel Kurul kararları ve Uluslararası Adalet Divanı kararları ve somut olaylardaki uygulamalar, uluslararası teamül hukukunda iç ve dış kendi kaderini tayin hakkı olmak üzere iki farklı kategoriyi doğurmuştur. Dış kendi kaderini tayin hakkı, bir sömürge halkının veya yabancı işgaline uğramış nüfusun özgürce seçimini yaparak bağımsız devlet kurmak da dâhil kendi geleceklerine yön vermek şeklinde anlaşılırken,18 iç kendi kaderini tayin hakkı halka özgürce 
kendi politik ve ekonomik rejimini ve yöneticilerini seçebilme hakkını tanımaktadır.19 BM uygulamasında, bağımsız bir devlet kurma imkânı, kendi kaderini tayin hakkı sınırları içerisinde ancak sömürge halkları ve yabancı işgaline uğrayan topraklara sağlanmıştır. İstisnai hallerde ise, renk, inanç veya ırkından dolayı dışlanan bir halk, parçası olduğu rejim içinde ağır insan hakkı ihlallerine uğruyorsa, dış kendi kaderini tayin hakkını gerçekleştirebilir. Bu anlamda dış kendi kaderini tayin hakkı günümüzde çok istisnai haller dışında, hüküm dışı kalmış kabul edilmektedir. 

Türkiye’de ise, PKK/KCK yöneticileri ve oluşumun siyasi kanadında yer alan HDP temsilcileri kendi kaderini tayin hakkını dillendirmekte, bu yolla hedeflerindeki bağımsız devletin uluslararası hukuka uygun şekilde kurulmasının hukuki zeminini oluşturmaya çalışmaktadırlar. Daha önce de vurgulandığı gibi, kendi kaderini tayin her halka bağımsız devlet kurma hakkını vermemektedir. Yine de yakın zamanda Kırım ve Katalonya’da olduğu gibi dünyada özerk bölgelerin 
tek taraflı aldıkları kararla bağımsızlık referandumu gerçekleştirme teşebbüsünde bulundukları görülmektedir. 

Türkiye’de de PKK/KCK’nın özerk bir yönetim kurma amacının arkasında böyle bir saik yatmaktadır. Bu nedenle, halkların kendi kaderini tayin hakkının özerk yönetime bu yetkiyi tanıyıp tanımadığını bir kez daha tartışmak gerekir. 
Quebec ve Kırım bu bağlamda konuya özgü iki özel örnek olaydır. 

Quebec Meselesi

Çoğunluğu Fransızca konuşan halktan oluşan Quebec, 1867 yılında Kanada Devletini kuran İngiliz Kuzey Amerika Sözleşmesi (The British North America Act) imzalandığı zaman, 

“ Türkiye’de ise, PKK/KCK yöneticileri ve oluşumun siyasi kanadında yer alan HDP temsilcileri kendi kaderini tayin hakkını dillendirmekte, bu yolla hedeflerindeki bağımsız devletin uluslararası hukuka uygun şekilde kurulmasının hukuki zeminini oluşturmaya çalışmaktadırlar. “

Federal Devletin bir parçası haline geldi. 1980 yılında, ayrılıkçı Quebec partisinin kampanyası neticesinde, Quebec’in Kanada’dan anayasal ayrılık konusunda referanduma gitmesine rağmen, sandıktan Kanada’yla devam kararı çıktı.20 
1995 yılında ise, bir kere daha Quebec bölgesi, federal hükümetten izin almadan, Kanada’dan ayrılıp yeni bir devlet kurmayı referandumla halka sundu, ancak yine sandıktan olumsuz sonuç çıktı.

Bağımsızlık kampanyasını başlatırken, ayrılıkçı Quebec partisinin bağımsızlığı Quebec ’in kaderi kabul eden liderleri ve bazı uluslararası hukukçular anayasal hukuku, uluslararası hukuku ve kendi kaderini tayin hakkını ileri sürdüler.21 
Ancak, bu iddiaların meşru olduğunu söylemek mümkün değildir. Quebec halkının uluslararası hukuka uygun şekilde, tek taraflı aldığı bir kararla referandum yaparak Kanada’dan ayrılmak için yasal bir hakkı bulunmamaktadır. Nüfusun geriye kalanından farklı etnik veya kültürel bir grubu temsil edip etmediğine bakmaksızın, uluslararası hukuk hiçbir özerk bölge veya federe devlete serbestçe uluslararası statüsüne karar verme hakkı tanımaz. Quebec sakinleri ayrı bir halk oluştursa da, sömürge halkı veya parlamentoda temsil edilemeyen baskı altında bir halk olmadıkları sürece dış kendi kaderini tayin yoluyla tek taraflı alınan kararla bağımsız devlet kuramayacaklardır.22 

1996 yılında, Kanada Yüksek Mahkemesi’ne Quebec’in Kanada’dan referandumla ayrılma teşebbüsüne ilişkin bazı sorularla ilgili başvuruda bulunulması üzerine, Mahkeme konuyla ilgili temel soruları cevaplamıştır. Bu sorulardan konuyla 
ilgili olan ikisi şunlardır: 

i) Kanada Anayasası’na göre, Millet Meclisi, Quebec yasama kuvveti veya hükümeti tek taraflı olarak Quebec’in ayrılmasını gerçekleştirebilir mi? 

ii) Bu bağlamda, uluslararası hukukta kendi kaderini tayin hakkı bu kurumlara Quebec’in Kanada’dan ayrılmasını tek taraflı gerçekleştirebilecekleri hakkı veriyor mu?23

Mahkeme ilk soruya verdiği cevapta, anayasal ilkeler çerçevesinde Quebec’in Kanada vatandaşlarının tamamını ilgilendiren ayrılık hususunda tek başına hareket etmesinin mümkün olmadığı hükmüne varmıştır. Toplumun her kesiminin hak ve menfaatlerini etkileyen bir konuda, tek taraflı ayrılık kararı almanın Anayasal olmadığını tespit etmiştir.
Şayet ilgili bölge ayrılacaksa, İskoçya’da olduğu gibi, ayrılık görüşmeleri toplumun tamamı ve ilgili devlet kurumları dâhil edilerek yürütülmeliydi. İkinci soruya cevap olarak da, uluslararası hukuk ışığında, söz konusu kurumların tek taraflı ayrılıkla kendi kaderini tayin hakkını kullanamayacakları ifade edilmiştir. Anlaşıldığı üzere, Quebec’in referandumla Kanada’dan ayrılık yöntemi uluslararası hukuka ve Quebec iç hukukuna aykırı olmasına rağmen, ayrılıkçılar yanlış veya kasıtlı şekilde kendi kaderini tayin hakkını ileri sürmek suretiyle bağımsız bir devlet kurmaya teşebbüs etmiştir.

Kırım Meselesi

2013 yılı sonlarında Ukrayna’da başlayan protestolar sırasında, herhangi bir devlet aidiyeti olmayan, bayrak taşımayan bir kısmı Rus olduğunu kabul eden,çoğu ise gizleyen güvenlik güçleri Kırım yarımadasında görünmeye başlamış, daha sonra ise civardaki havalimanları ve bölgesel yönetim binalarını işgal etmişlerdir. Bu sıralarda, Ukrayna’nın Kırım bölgesel meclisi, kendi geleceğine dair bir referandum yapılmasını oylamış ve kabul etmiştir. Nüfusun büyük kısmı Rus etnik kökenden oluşan ve Rusya’yla güçlü tarihi, kültürel bağları bulunan Kırım’da 16 Mart’ta referandum gerçekleştirilmiştir. 
Referandumda sorular sadece ayrılık için parlamento oylamasını onaylamak şeklinde düzenlenmiş ve vatandaşa iki seçenek sunmuştur: Rusya’ya katılmak veya Kırım’ın bağımsızlığını artırmak üzere 1992 Kırım Anayasası’nı gözden 
geçirmek. Sonuç olarak, halkın % 97’si Rusya’ya katılmayı kabul etmiştir.24

Referandumun ardından Putin yönetimi, yarımadadaki yerel hükümetle resmi bir anlaşma imzalayarak Kırım’ın Rusya’ya katılımını onaylamıştır. Başta Ukrayna olmak üzere, ABD ve Avrupa Birliği, referandumu ve Rusya’ya katılma kararını yasadışı ilan etmelerine rağmen, Kırım’ın fiili statüsünü engelleyememiştir. Rusya’nın bölge üzerinde hâkimiyeti sürmektedir. 

Kırım’ın referandumla tek taraflı olarak Ukrayna’dan ayrılması birkaç yönden uluslararası hukuku ihlal etmektedir. 

Kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde, yukarıda Quebec olayında değinildiği gibi, herhangi bir özerk bölge veya federe devletin tek taraflı referandum veya plebisitle parçası olduğu devletten ayrılık hakkı yoktur. Quebec referandumunda 
olduğu gibi, Kırımda ayrılık referandumunun kararlaştırılması ve uygulanması aşamalarında herhangi bir şekilde federal hükümetten izin almamıştır. 
Oysa referandum görüşmeleri sırasında tüm Ukrayna idari kurumları ve 
vatandaşlarının görüşleri alınmalı, çoğulcu bir karara varılmalıydı. 

Sonuçta alınan karar, sadece Kırım vatandaşlarını değil, Ukrayna’nın bütününü etkilemektedir. Kırım halkına sadece Rusya’ya katılma veya mevcut Anayasa’yı Kırım lehine revize etme gibi sınırlı iki seçenek sunulması da referandumun 
sıhhatini bozan bir başka faktördür. Referandum kararının aniden alınması ve Rus işgali altında iki hafta içinde uygulanması ise sonuçların güvenilirliğine şüphe düşüren bir başka husustur. 
Bu sebeplerden ötürü, Kırım referandumunun uluslararası hukuk kurallarını ihlal ettiği ve Kırım’ın merkezi hükümetten bağımsız aldığı bir referandum kararıyla 
başka bir devlete katılmasının mümkün olmadığı açıktır.

Sonuç olarak, henüz kendi kaderini tayin hakkına dayanarak, herhangi bir özerk veya federal yapı tek taraflı referandum veya plebisit gibi bir işlemle bir devletten ayrılık iddia edemese de, Quebec ve Kırım’da ayrılıkçı hareketler bu hakkı ayrılık kampanyalarında meşru bir argüman gibi kullanmıştır. Ayrılıkçı parti, Quebec referandumunda yeterli çoğunluğu elde edemediğinden bağımsız devlet kurma hedefine ulaşamasa da, Kırım’da yerel meclis uluslararası hukuka 
aykırı bir referandumla Rusya’ya katılma kararı almış, Batılı devletlerin itirazlarına ve Rusya’ya karşı başlattıkları yaptırımlara rağmen bölgede fiilen Rus hâkimiyeti oluşmuştur. 

Yakın zamanda benzer bir girişim de İspanya’nın Katalonya özerk bölgesinde yapılmıştır. Ancak merkezi hükümete danışmadan yerel meclis tarafından alınan bağımsızlık referandumu kararını İspanyol Anayasa Mahkemesi askıya almıştır. 
Merkezi hükümetin de argümanlarını dinlemek isteyen Mahkeme, tüm İspanya halkının kaderini etkileyen kararın küçük bir topluluğun iradesine bırakılamayacağını savunmuştur.25 Katalan lider Artur Mas ise bağımsızlık için referandumdan vazgeçtiklerini, başka yollar deneyeceklerini açıklamıştır. 

Sonuç ve Değerlendirme

KCK projesiyle devletleşme safhasına geçmeye çalışan terör örgütü, kuruluş bildirgesini yayımladığı 1978 yılından bu yana zaman zaman taktik ve söylem değişikliğine gitmişse de Orta Doğu’da bağımsız devlet idealinden vazgeçmemiştir. 
Yukarıda incelenen KCK Sözleşmesi ve sözleşme doğrultusunda bölgede süregiden faaliyetler, örgütün bu nihai hedefe doğru ilerlediğine işaret etmektedir. Çözüm sürecinde, özerklik taktik ara hedefine yoğunlaşmış görünen 
örgüt, bölge halkı üzerinde nüfuzunu artırmakta, bir sonraki safhada bağımsızlık ilanının hazırlıklarını tamamlamaktadır. 
Hem örgüt kanadından hem de siyasi kanattan sık sık Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını gerçekleştireceğinin zikredilmesi, muhtemel bir bağımsızlık ilanının uluslararası alanda meşruiyetini garantiye almaya yöneliktir. ABD’de ve 
Avrupa kamuoyunda, PKK’nın terör örgütleri listelerinden çıkarılması yönündeki görüşlerin artmaya başlaması bu açıdan endişe vericidir. Türkiye’nin bu gelişmelere sessiz kalmaması gerekmektedir. 

Örgütün Siyaset Akademilerinde verilen derslerde kendi ideolojisine bağlı yetiştirdiği şehir kadrolarıyla dağdaki silahlı güce dayalı “devrimci halk savaşı” başlatma hazırlıklarına, seyirci kalınmamalıdır.Başlatılacak büyük bir iç 
savaşın büyümesi; meselenin uluslararası boyutlara ulaşması, küresel aktörlerin BM üzerinden dolaylı bir müdahalesine neden olabilir. Böyle bir senaryoda, PKK/KCK sorununun Türkiye’nin toprak bütünlüğü muhafaza edilecek şekilde ve 
milli menfaatlere uygun çözülmesi zorlaşacaktır.Bu nedenle örgütün devletleşme faaliyetlerine göz yumulmamalı ve çözüm sürecinin selameti için KCK’ya yönelik operasyonlar yeniden başlatılmalıdır. Bölge halkının can ve mal güvenliğinin 
muhafaza edilmesi, korucuların baskı altına alınmasının engellenmesi, yakılan kamu binalarının onarılması ve bölgede asayişin güvenlik güçlerince temini elzemdir. 

Çözüm sürecinin devam edebilmesi için, örgüt vaat ettiği sınır dışına çekilmeyi gerçekleştirmeli ve devletleşme faaliyetlerine son vermelidir. 
Çözüm sürecinin yürütülebilmesi için güvenlik önlemleri ihmal edilmemeli, ancak demokratikleşme adımları da sürüncemede bırakılmadan kararlılıkla sürdürülmelidir.

Öcalan’ın Esed rejimiyle yaptığı anlaşma Suriye’nin kuzeyinde KCK yapılanmasının parçası olan PYD’nin özerklik ilanını mümkün kılmıştır. PYD eşbaşkanı Salih Müslim, dış temaslarını geliştirerek bölgede ilan ettiği özerk yönetime uluslararası meşruiyet sağlamaya çalışmaktadır. IŞİD’in Kobani’ye saldırısı sebebiyle ABD’nin PYD’ye silah yardımında bulunması ve PKK ile PYD’yi bir tutmadığını açıklaması, bu temasların başarılı olduğunu ve PYD ile 
ilgili uluslararası algıların örgüt lehine değiştiğini göstermektedir. 

İç savaş uzadıkça Suriye yönetiminden kopan ve ağır silah sistemleriyle desteklenen PYD, fiilenbağımsızlığa doğru ilerlemektedir. PKK/KCK’nın çözüm süreci sayesinde elde ettiği olağanüstü serbestlik, örgütün benzer aşamaları 
Türkiye’de de izleyemeye çalışabileceğine işaret etmektedir. 

“ Bölgesel özerklik, iç kendi kaderini tayin hakkının parçasıdır,dolayısıylamecliste yapılacak bir anayasa değişikliğiyle tesisi mümkün değildir. Türkiye’de konunun hassasiyeti sebebiyle devletin politik statüsündeki bu derece önemli bir değişiklikte yapılacak bir referandumla halkın tamamının doğrudan fikri alınmalıdır.“

Terör örgütü, kendi güdümünde kuracağı özerkliğin ardından şartlar olgunlaştığında Kırım ve Quebec olaylarına benzer şekilde, bölgesel mecliste aldığı ani bir referandum veya plebisit kararıyla nihai hedef olan bağımsız devletin kurulmasına kalkışabilir. Her ne kadar, özerk veya federe devletin dış kendi kaderini tayin hakkını kullanarak uluslararası hukuka uygun şekilde, parçası olduğu devletten ayrılması mümkün değilse de, Kırım olayında yaşandığı gibi, bağımsızlık bir oldu bittiye getirilerek bölgede fiilibir durum oluşturulabilir. 

Bölgesel özerklik, iç kendi kaderini tayin hakkının parçasıdır, dolayısıyla mecliste yapılacak bir anayasa değişikliğiyle tesisi mümkün değildir. Türkiye’de konunun hassasiyeti sebebiyle devletin politik statüsündeki bu derece önemli bir 
değişiklikte yapılacak bir referandumla halkın tamamının doğrudan fikri alınmalıdır. Ancak Türkiye’nin üniter yapısını bozmadan getirilecek asıl çözüm ise, mevcut idari yapıyı bozmadan Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’na uygun şekilde yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir. Bu seçenek için ise Fransa’daki ayrılıkçı Breton ve Baskların taleplerinin üniter yapı korunarak karşılandığı örneğin incelenmesi önem arz etmektedir. 

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların 
katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, 
dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 
BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında

Vakkas Bilsin 2013 yılında Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı üniversitede kamu hukuku alanında yüksek lisans eğitimine 
devam etmektedir. BİLGESAM’da araştırma asistanı olarak uluslararası hukuk, terörizm ve Orta Doğu üzerine çalışmalarını sürdürmektedir.

DİPNOTLAR;

1 Shlomo Avineri, “The Middle East Crack-Up,” Project Syndicate, 25 Ağustos 2014, Erişim tarihi 26 Ekim 2014, 
http://www.project-syndicate.org/commentary/shlomo-avineri-cautions-that-the-region-s-current-turmoil-may-not-give-rise-to-european-style-nation-states. 
2 “PYD özerklik ilan etti, PKK Türkiye’ye komşu oldu,” Cumhuriyet Gazetesi, 14 Kasım 2013, Erişim Tarihi 26 Ekim 2014, 
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/9101/PYD_ozerklik_ilan_etti__PKK_Turkiye_ye_komsu_oldu.html. 
3 “PKK Kuruluş Bildirisi”, s. 37, Erişim Tarihi 9 Eylül 2014, 
https://docs.google.com/file/d/0B4HO5r4WOpdzT25HUEZ4ODl1SW8/edit?pli=1. 
4 Graham E. Fuller &Henri J. Barkey, Türkiye’nin Kürt Meselesi, Çev. Hasan Kaya, 3. Baskı, İstanbul, Profil Yayıncılık, 2013, 46. 
5 Atilla Sandıklı & Erdem Kaya, “Çözüm Süreci: Umutlar, Gerçekler ve Çelişkiler,” BİLGESAM, Bilge Analiz, 16 Nisan 2013, Erişim Tarihi 9 Eylül 2014, 
http://www.bilgesam.org/incele/1203/-cozum-sureci--umutlar--gercekler-ve-celiskiler/#.VBADwcJ_uAw. 
6 “PKK Terör Örgütü’nün 7. Kongresi,” Erişim Tarihi 31 Ekim 2014, 
http://www.terororgutleri.com/pkk-teror-orgutunun-7-kongresi/. 
7 Sandıklı&Kaya, “Çözüm Süreci: Umutlar, Gerçekler ve Çelişkiler” 
8 Sedat Laçiner, Hangi PKK, Söy. Alper Özgen, 2. Baskı, İstanbul: Hayykitap, 2012, 12-13 
9 KCK sözleşmesi metni için bkz. Mehmet Özcan, Terörün Matruşkası KCK, 2. Baskı, İstanbul, Hayat Yayın Grubu, 2012, 272. 
10 Özcan, Terörün Matruşkası KCK, 72-73. 
11 Dr. Salih Akyürek, M. Ali Yılmaz, Esra Atalay & Fatma Serap Koydemir, Çözüm Sürecine Toplumsal Bakış, BİLGESAM, Rapor No: 57, 
Haziran 2013, 59, Erişim Tarihi 26 Ekim 2014, 
http://www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/9-2-2014012036cozumsureci.pdf 
12 Özcan, Terörün Matruşkası KCK, 140. 
13 A. g. e. 155- 156. 
14 Namık Durukan, İmralı Zabıtları, Radikal Gazetesi, 28 Şubat 2014, Erişim Tarihi 27 Ekim 2014, 
http://www.radikal.com.tr/turkiye/ocalan_bdp_gorusmesinin_zabitlari_ortaya_cikti-1123269 
15 “Dokuz Soruda: Türkiye Sokaklarında Kobani Gerilimi,” BBC Türkçe, 10 Ekim 2014, Erişim Tarihi 14 Ekim 2014, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/10/141010_dokuzsoruda_kobani_eylemleri. 
16 Bkz. Murat Karayılan’ın kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesine dair isteği için bkz. “Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı Hayata 
Geçirilmeli,” T24 Haber, 13 Mayıs 2013, Erişim Tarihi 15 Eylül 2014, 
http://t24.com.tr/haber/kendi-kaderini-tayin-etme-hakki-hayata-gecirilmeli,229820. 
Ayrıca PKK/KCK ve siyasi kanadın 2010 yılından bu yana bağımsızlığı dile getirmeden, bir ara formül olarak özerkliği 
inşa ettiğine dair bkz. Bülent Serim, “Selahattin Demirtaş Erdoğan’ı Bu Yüzden Alkışladı”, Oda TV, 5 Eylül 2014, Erişim Tarihi 15 Eylül 2014, 
http://www.odatv.com/n.php?n=selahattin-demirtas-erdogani-bu-yuzden-alkisladi-0509141200. 
17 Bkz. Meşhur 1514 ve 1541 sayılı kararlar sömürge devletlerin ayrılması prosedürünü belirliyordu. 1970 yılında kabul edilen Birleşmiş 
Milletler Sözleşmesi Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusundaki 
Bildirge ve Eki, kendi kaderini tayin hakkına ilişkin ayrıntılı bazı prensipleri belirlemiştir. 
18 Antonio Cassese, Self-Determination of peoples: a legal reappraisal, 2. Baskı, Cambridge, Cambridge UniversityPress, 1995, 71- 100. 
19 A. g. e. 101. 
20 A. g. e. 248. 
21 A. g. e. 251. 
22 Roya M. Hanna, “Right to Self-Determination In Re-Secession of Quebec,” 23 Maryland Journal of International Law 213, 1999, 241. 
23 Reference Re Secession of Quebec, Dosya no. 25506, 20 Ağustos 1998. 
24 Alan Yuhas, “Ukraine Crisis: an essential guideto everythingthat’ shappened so far,” TheGuardian, 13 Nisan 2014, Erişim Tarihi 15 Eylül 2014, 
http://www.theguardian.com/world/2014/apr/11/ukraine-russia-crimea-sanctions-us-eu-guide-explainer. 
25 Ashifa Kassam, “Catalonia independence referendum halted by Spain’s constitutional court,” The Guardian, 29 Eylül 2014, Erişim Tarihi 15 Ekim 2014, 
http://www.theguardian.com/world/2014/sep/29/catalonia-independence-referendum-spain-court-vote. 


Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - Faks: 0 212 217 65 93


***

PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı BÖLÜM 1

PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı  BÖLÜM 1




PKK-KCK nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı
Vakkas Bilsin

Türkiye, 2012 yılı sonunda terör örgütü PKK/KCK’nın silah bırakması amacıyla başlatıldığı ilan edilen çözüm süreciyle yeni bir merhaleye girmiştir. Hükümet süreci kararlılıkla sürdüreceğini açıklamaya devam etse de; örgüt sınır dışına 
çekilme vaadini gerçekleştirmemiş, silah bırakma doğrultusunda irade göstermemiş, aksine ülke genelinde binlerce çocuk ve genci dağa çıkararak silahlı kadrosuna dâhil etmiş ve KCK projesi (Koma Ciwaken Kurdistan-Kurdistan Halklar Topluluğu) kapsamındaki devletleşme faaliyetlerini hızlandırmıştır. 

Terör örgütü, çözüm süreciyle elde ettiği serbestliği Suriye’nin kuzeyinde ve Türkiye’de KCK projesini tatbik etmek için kullanmış, ateşkes ortamını istismar ederek Kandil bölgesindeki silahlı militanlarının bir bölümünü Suriye’ye sevk etmiştir. Arap ayaklanmaları ve IŞİD tehdidi neticesinde, Orta Doğu’da Sykes-Picot anlaşmasıyla çizilen sınırların değişebileceği bir döneme girilirken1 PKK/KCK da bölgedeki bu anarşide güçlenmeyi ve meşruiyet kazanmayı hedeflemektedir. 

Çözüm süreci kapsamında terör örgütü, Esed rejimiyle işbirliğine girerek Suriye’nin kuzeyinde PYD (Demokratik Birlik Partisi) adı altında özerklik ilan etmiş2 ve IŞİD karşısındaki konumuyla dünya kamuoyunda destek kazanabileceği bir konjonktür yakalamıştır. 

Çözüm sürecinde Türkiye’de ise Öcalan siyasi bir aktöre dönüşürken, PKK/KCK ve HDP bölgesel özerkliği gündeme taşımış, özerkliğin müzakereler yoluyla gerçekleşmemesi halinde uygulamayı hedeflediği “devrimci halk savaşı” için hazırlıklara odaklanmıştır. 

Bölgesel özerkliği taktik ara hedef olarak elde etmeye çalışan terör örgütü, nihai aşamada Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarında kurmayı planladığı özerk yönetimleri KCK adı altında birleştirmeyi ve bağımsız bir devlet tesis etmeyi hedeflemektedir. Nitekim örgütün çözüm süreciyle birlikte halkların kendi kaderini tayin hakkına daha çok referans yapmaya başladığı gözlemlenmekte, böylece uzun vadede planladığı bağımsız devletin uluslararası meşruiyetini 
sağlamayı amaçladığı değerlendirilmektedir. 

Bu analizde, terör örgütünün bağımsız devlet kurma hedefi KCK projesi çerçevesinde ele alınmakta ve örgütün çözüm süreci kapsamında “devrimci halk savaşına” yönelik yaptığı hazırlıklar üzerinde durulmaktadır. Analizde uluslararası hukukta kendi kaderini tayin hakkı uygulaması Quebec ve Kırım meseleleri bağlamında incelenmekte, örgütün KCK projesinin ve çözüm sürecindeki faaliyetlerinin kendi kaderini tayin hakkına yaptığı atıflarla birlikte okunması gerektiği öne sürülmektedir. 

PKK/KCK’nın Bağımsız Devlet Hedefi

1960’lı ve 1970’li yıllarda sol görüşlü milliyetçi Kürt hareketlerinin filizlendiği şartlarda ortaya çıkan PKK terör örgütü, Marksist-Leninist bir ideoloji benimsemiştir. 1978 yılında yaptığı ilk kongre sonrası yayımladığı kuruluş bildirgesinde, çöken emperyalizm ve yükselen proletarya devrimleri çağında Kürdistan halkını emperyalist ve sömürgeci sistemden kurtarmak, bağımsız ve demokratik bir Kürdistan’da demokratik bir halk diktatörlüğü kurmak ve nihai aşamada sınıfsız bir toplum oluşturmak gibi söylemlere başvurmuştur.3 PKK, bu söylemlerle Kürt toplumunun feodal yapısını değiştirmeye yönelik siyasi ve sosyal bir devrim gerçekleştirmeyi hedeflediğini4 ilan etmiş ve etnik Kürt milliyetçiliği temelinde bir parti devletinin tesisini amaçlamıştır. Orta Doğu’da bağımsız bir devlet üzerinden bütün Kürtlere hâkim olmayı hedefleyen PKK, ilk etapta bölgedeki diğer Kürt siyasi oluşumları etkisiz hale getirmeye çalışmış ve bu doğrultuda (Kuzey Irak’taki KDP ve KYB dışında) büyük ölçüde başarılı olmuştur. 

PKK terör örgütü, kuruluşundan itibaren yerel, bölgesel ve küresel şartları değerlendirerek eylem yöntemlerini, yapılanmasını ve stratejisini revize etmiş, ancak Orta Doğu’da bağımsız bir devlet kurma hedefinden vazgeçmemiştir. Mesela, 1999 yılında Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ve yargılanmaya başlaması üzerine, Öcalan örgüte geri çekilme çağrısında bulunmuş ve örgüt mensupları bu çağrıya uyarak büyük ölçüde (yaklaşık %70’i) sınır dışına çekilmiştir. 

Ancak süreç içinde Öcalan’ın geri çekilme talimatının arkasında ülke kamu oyunda kendisine duyulabilecek öfkenin yatışması ve olası bir idam kararının önlenmesi gibi saiklerin5 yattığı ve Öcalan’ın terör sorununun sona erdirilmesi 
gibi bir amaç taşımadığı anlaşılmıştır. Ocak 2000’de toplanan 7. Kongre’de örgütün yeni stratejisi demokratik siyasal mücadele olarak takdim edilerek “kapsamlı bir barış projesi” hazırlanması kararlaştırılırken,6 Öcalan’ın serbest bırakılması ve devletleşmeye yönelik çalışmalar başlatılmıştır. PKK bu dönemde Suriye’deki uzantısı PYD’yi, Irak’taki uzantısı PÇDK’yı ve İran’daki uzantısı PJAK’ı kurmuş, Avrupa’daki faaliyetlerini genişleterek sürdürmüştür. 

Öcalan’ın yakalanmasını takip eden süreçte tek taraflı ateşkes ilan eden PKK’nın bağımsız bir devlet kurmaktan vazgeçtiği ve terör eylemlerine son vererek siyasallaşma sürecine girdiği yönünde bir izlenim oluşmuştur. Ancak örgüt 
2002 yılından itibaren TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adı altında şiddet eylemlerini devam ettirmiş, 2004’ten itibaren ise tek taraflı ateşkesi sona erdirdiğini açıklayarak terör eylemlerine başlamıştır.7 İmralı cezaevinde tutuklu bulunan Öcalan, bu dönemde (örgüte destek veren devletlerin yönlendirmesiyle) bağımsız bir devlet projesi olan KCK sistemini tasarlamış ve açtığı farklı davalar sayesinde görüştüğü avukatları aracılığıyla örgütün KCK yapılanmasına geçişini 
yönetmeye çalışmıştır. ABD’nin Irak işgalinin yol açtığı şartlarda Kandil’deki varlığını güçlendiren örgüt, Mayıs 2007’den itibaren KCK unvanını kullanmaya başlamış ve Orta Doğu’da bağımsız bir devlet kurma hedefine odaklanmıştır. 
Böylece Öcalan’ın yakalanması sonrasındaki süreç, terör örgütünün ateşkes ve eylemsizlik taahhüdüne güvenilemeyeceğini göstermiş 8 ve örgütün bağımsız devlet kurma idealinden vazgeçmediğini ortaya koymuştur.

İlk defa Mart 2005’te hazırlanan KCK Sözleşmesi, Avrupa’dan gelen 213 örgüt üyesinin katılımıyla sözde yasama organı KONGRA-GEL (Kürdistan Halk Meclisi) Genel Kurulu’nun 25 Mayıs 2007 tarihli oturumunda yaptığı oylamayla değiştirilerek kabul edilmiştir. Ek Madde 1’e göre KONGRA-GEL kendini kurucu meclis yerine koymuş, bir anayasanın şekli şartı olan kurucu bir meclis tarafından yapılmayı yerine getirmiştir. İsmi “sözleşme” olsa da, metin 
KCK devletinin ilkel bir anayasası hüviyetindedir. Radikal demokrasi, cinsiyet özgürlüğü, ekolojik yaşam ve sınırları kaldıran konfederal düzen gibi post-modern kavramlarla zenginleştirilen sözleşme, üsluptaki özgürlük ağırlıklı tonun 
aksine Kürtlerin hayatını bütünüyle tahakküm altına almaya yönelik totaliter bir yönetim modeli öngörmektedir. 

''  Bölgesel özerkliği taktik ara hedef olarak elde etmeye çalışan terör örgütü, nihai aşamada Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarında kurmayı planladığı özerk yönetimleri KCK adı altında birleştirmeyi ve bağımsız bir devlet tesis etmeyi hedeflemektedir. ''

Mesela sözleşme köy ve sokak komünlerine kadar tabanın temsilinden ve radikal demokrasinden bahsederken önderlik makamı adı altında Öcalan’a sorgulanamaz ve eleştirilemez bir konum atfetmektedir. Sözleşme PKK’nın Önderlik (Öcalan’ın) felsefe ve ideolojisinin hayata geçirilmesinden sorumlu olduğunu ifade etmekte, KCK sistemi içindeki bütün unsurların ise PKK’nın ideolojik ve ahlaki ölçülerini esas almakla yükümlü olduğunu vurgulamaktadır. (Madde 36) 

Öcalan’ın 2005 Nevruz kutlamalarına gönderdiği sözleşmenin önsözüne yerleştirilen mektup, Orta Doğu’da yaşayan Kürtlerin bağımsızlığını ilan eden bir manifesto gibi kaleme alınmıştır. Manifesto metninde kurulan yeni rejimin bazı 
temel ilkelerini sıralayan Öcalan açıklamasını şöyle bitirmektedir:

“Bu ilkeler temelinde ve 2005 yılı Newroz’un da Kürt halkının Demokratik Konfederal örgütlüğünün ve birliğinin ifadesi olan KOMA KOMALÊN KURDÎSTAN’ın kuruluşunu ilan ederek, halkımıza yeni bir yaşam felsefesi ve 
sistemi daha kazandırdığımıza inanıyorum. Bunun kurucusu olmakla şeref duyuyorum. Tüm halkımızı yeşil zemin üzerindeki sarı güneş içinde kırmızı yıldızlı bayrak altında kendi demokrasisini örgütlemeye, birleşmeye ve kendi kendini yönetmeye çağırırken, bu bayrağı şerefle taşıyacağımı ve Önderlik görevlerimi şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da başarı ile yapmaya devam edeceğimi ifade ediyor, her bahardan özgürlüğe daha yakın olan bu baharda tüm halkımızın, bölge halklarının ve dostlarımızın Newroz’unu kutluyor, selam ve saygılarımı sunuyorum.” 9

Görüldüğü gibi aslında Öcalan, artık devletleşme safhasını başlatan PKK/KCK’nın faaliyetlerinin yeni bir örgütlenme çerçevesinde yürütüleceğini ve kendisinin de buna önderlik edeceğini ilan etmektedir. 

Sözleşmenin içeriği, başlangıç, genel esaslar, temel haklar, özgürlükler ve görevler, genel organlar, parça örgütlenmesi, eyalet-bölge örgütlenmesi, şehir, kasaba ve mahalle örgütlenmesi, köy ve sokak örgütlenmesi, yargı, meşru savunma yükümlülüğü, demokratik eylemler, ekonomik-mali sistem, demokratik örgütlenme sistemi, ortak hükümler ve ek maddelerden müteşekkildir. 

KCK, her ne kadar kendisinin bir devlet örgütlenmesi olmadığını iddia etse de; modern bir devlette bulunması gereken başkanlık makamı ile yasama (Madde 12), yürütme (Madde 13) ve yargı (Madde 27-30) gibi temel organları tek tek düzenlemekte, kuvvetler ayrılığı prensibini tesis etmekte ve müstakil bir silahlı kuvvetler yapılanması (Madde 43) öngörmektedir. Sözleşmede başkanlık 
makamı olarak Öcalan’la özdeşleştirilen KCK Önderliği, yasama organı olarak KONGRA-GEL, yürütme organı olarak KCK Yürütme Konseyi ve yargı organı olarak Yüksek Adalet Divanı, İdari Mahkemeler ve Halk Mahkemeleri olmak 
üzere üç çeşit mahkemeden bahsedilmektedir. 

KCK Sözleşmesi, vatandaşlık bağını ve bu bağın ne şekilde kurulacağını tanımlamakta, vatandaşların temel hak, özgürlük ve görevlerinin neler olduğu hususunda ayrıntılı şekilde hükümler ihdas etmektedir (Madde 5-10). Sözleşme tıpkı bir devlet mali yapısı gibi, mali ve ekonomik düzeni sağlayacak ilkeler tayin etmekte, bu çerçevede sözde vatandaşlara vergi ödevi yüklenmektedir (Madde 10).Sözleşme’de KCK’nın askeri kanadı olarak “Halk Savunma Güçleri”(HPG) adı verilen birliklerden bahsedilmektedir. Terör örgütü, silahlı kanadın isminde savunma terimini tercih ederek uzun zamandır kullandığı savunma söylemine dayanak oluşturmayı amaçlamaktadır.10 
Sözleşme ayrıca meşru savunma yükümlülüğü ve meşru savunma savaşı gibi kavramlar ihtiva etmekte (Madde 31-32), KONGRA-GEL’in savaş ve barış kararı alabileceğini ifade etmektedir (Madde 33). Modern ulus-devlet kavramlarıyla 
vasıflandırılan, üyeleri arasında vatandaşlık bağı kuran, sözde vatandaşlarını yargılama yetkisini elinde tutan, özerk bir mali yapısı olan ve meşru savunmadan bahseden bir yönetim modelinin devlet olmadığını öne sürmek temelsiz bir iddiadır.

Sözleşmede “konfederal demokratik sistem” şeklinde tanımlanan rejim, milliyetçi temeli olmayan, sınırları belirsiz, halkların eşitliği ve özgürlüğüne dayanan sosyalist ve modernite ötesi bir model adı altında, modern ulus-devlet kavramıyla tanımlanmamak istenmiş olabilir. Ancak kurulması vaat edilen bu yeni örgütlenme biçimi hâlâ ulus-devletlerin egemen olduğu mevcut küresel siyasi düzlemde sadece bir ütopyadan ibarettir. Bir halkın tek başına meydana çıkıp, mevcut küresel düzenin aksine post-modern bir “neo-enternasyonalizmi” tesisi mümkün değildir. 

“  Modern ulus-devlet kavramlarıyla vasıflandırılan, üyeleri arasında vatandaşlık bağı kuran, sözde vatandaşlarını yargılama yetkisini elinde tutan, özerk bir mali yapısı olan ve meşru savunmadan bahseden bir yönetim modelinin devlet olmadığını öne sürmek temelsiz bir iddiadır. “


Dolayısıyla KCK sisteminin vaatleri, sözleşmedeki kavramların gerçek anlamları esas alındığında, bir illüzyondan ibarettir. Nitekim KCK, sözleşmede bir taraftan ulus-devletin ötesine geçmekten bahsederken, diğer taraftan dünyadaki bütün Kürtleri “KCK yurttaşı” sıfatıyla Orta Doğu’da kurmayı planladığı devletin yer alacağı coğrafyaya davet etmekte, böylece aslında etnik Kürt kimliğine dayalı modern bir ulus-devletin inşasını hedeflemektedir. Sözleşmenin bu çelişkili içeriği örgütün devletleşme aşamasına geçişi post-modern demokratik değerlerle perdeleme stratejisine işaret etmekte, böylece geçiş sürecinde Türkiye ve dünyada gerekli kamuoyu desteğini kazanmayı hedeflediğini göstermektedir. 


Örgüt, KCK’nın PKK ile irtibatlı terörist bir yapılanma olduğunun ortaya çıkmasıyla ve KCK mensupları 2011’den itibaren yargılanmaya başlayınca özerkliğin tesisine yönelik çalışmaları yürütmek üzere Demokratik Toplum Kongresi’ni (DTK) öne çıkarmıştır. Öcalan’ın talimatıyla kurulan DTK, Temmuz 2011’de Kürtler adına tek taraflı ve yasa dışı şekilde “demokratik özerklik” ilan etmiş, KCK’nın özerklik taktik ara hedefine yönelik yol haritasını uygulamaya yönelik faaliyet göstermeye başlamıştır. Terör örgütü, DTK vasıtasıyla ayrıca demokratik açılımın başlatıldığı dönemde Kürtler arasında gelişen çok sesliliği sivil görünümlü bir çatı altında kontrol etmeyi ve bölge halkının KCK şemsiyesi dışındaki sivil girişimlerini engellemeyi planlamıştır. KCK’nın aksine yasal zeminde hareket edecek şekilde tasarlanan DTK, bölgesel özerkliğin sosyal, ekonomik, siyasal boyutlarının tartışıldığı ve dünyadaki özerk yönetim modellerinin incelendiği çalıştaylar düzenleyerek Türkiye kamuoyunu özerklik düşüncesine hazırlamaya çalışmıştır. Öcalan çözüm sürecindeki İmralı görüşmelerinde DTK’nın bir proto-meclis olduğunu ve (PKK/KCK güdümünde kurulacak özerk bölgede) yerel parlamentoya dönüşeceğini öne sürmüştür. 

KCK sistemi kapsamındaki devletleşme faaliyetlerinin ağırlık merkezi Türkiye (KCK/TM) olsa da proje, başta Suriye (PYD) olmak üzere İran (PJAK) ve Irak’ta (PÇDK) Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde kurulacak özerk oluşumları 
birleştirecek konfederal bir devleti öngörmektedir. Bu konfederal devlet ise sözleşmedeki çerçevenin işaret ettiği üzere Orta Doğu’da Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarının bölünmesiyle gerçekleştirilebilecek bir projedir. KCK 
hâlihazırda Suriye’nin kuzeyinde PYD adı altında fiili bir yönetime geçiş aşamasındadır. ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin desteği, bölgede ise İran, Esed rejimi ve İsrail’in müzahir tutumu sayesinde PYD’nin ülkenin kuzeyindeki 
varlığının süreklilik kazanması ihtimal dâhilindedir. Kuzey Irak’ta ise KDP’nin yaklaşımı olumsuz olmakla birlikte, bölgedeki en etkili diğer iki siyasi parti olan KYB ve Goran Hareketi’nin PKK/KCK terör örgütüne sıcak baktığı göz ardı 
edilmemelidir. KCK’nın İran’da PJAK adı altındaki varlığı ise taraflar arasında 2011’de yapılan anlaşmadan dolayı şimdilik öncelikler arasında değildir. Ancak gelecekte İran’ın istikrarsızlaşabileceği bir konjonktürde örgütün bu ülkedeki 
bölücü faaliyetlerini de artırabileceği tahmin edilmektedir. 

KCK, Kürtlerin iradesine rağmen örgütün kendi varoluşunun uzantısı olarak geliştirdiği bir projedir. Örgüt bu projeyi Kürtleri temsil iddiasıyla hayata geçirmeyi planlamaktadır. Ancak gerek Türkiye’de gerekse Suriye ve Irak’ta KCK’nın Kürtlerin çoğunluğunu temsil niteliği bulunmamaktadır. Türkiye’de Kürt nüfusun büyük çoğunluğu KCK’nın hedeflediği özerklik ve bağımsızlık fikirlerine soğuk bakmaktadır. BİLGESAM’ın çözüm sürecine dönük toplumsal algıları 
ölçmek amacıyla 2570 kişilik bir örneklemle Mayıs 2013’te gerçekleştirdiği ankette, Kürt kökenli katılımcılar “Türklerle Kürtlerin Türkiye Toprakları Üzerinde Ortak Bir Geleceği Olduğuna İnanıyorum” görüşüne %97,3 oranında destek 
vermiştir. BİLGESAM’ın 2008-2009 ve 2012 yıllarında gerçekleştirdiği benzer anketlerde de Türkiyeli Kürtlerin büyük çoğunluğunun özerklik ve bağımsızlık gibi bir talebi olmadığı ortaya çıkmıştır.11 Suriyeli Kürtlerin de çoğunluğu, 
Türkiye’de örgütün ve örgüte müzahir çevrelerin oluşturduğu kamuoyunun aksine, PYD’yi desteklememektedir. Suriyeli Kürtlerin büyük bölümü özerkliğe sıcak bakmakla birlikte bu özerkliğin PYD’nin tekelinde olmasından rahatsızlık 
duymaktadır. Örgütün Kuzey Irak’taki uzantısı PÇDK ise bölgede oldukça marjinal bir parti konumundadır. PÇDK’nın bölgedeki KDP ve KYB’ye rağmen güçlenmesi beklenmemektedir. 


Çözüm Süreci ve Örgütün “Devrimci Halk Savaşı” Stratejisi PKK/KCK, çözüm süreci kapsamında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kendi güdümünde özerk bir yönetimi pazarlıklar yoluyla elde edemezse, Türkiye’ye karşı “devrimci halk savaşı” olarak tanımladığı bir iç savaş çıkarmayı planlamaktadır. Terör örgütü, dağdaki silahlı güce dayalı olarak yürütmeyi planladığı bu iç savaşa aynı zamanda bağımsızlığa giden nihai aşamayı başlatmak maksadıyla hazırlanmaktadır. PKK/KCK böylece 2012 yılı sonlarında başlatılan çözüm sürecini bağımsızlık hedefine doğru ilerlediği bir sürece dönüştürmüş, 
Türkiye’deki devletleşme faaliyetlerini hızlandırırken Suriye’nin kuzeyinde PYD adı altında özerk bir yönetim kurmaya teşebbüs etmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kendi otoritesini devletin rağmına kurmaya çabalayan örgüt; 
şehirlerarası ana yolları keserek kimlik kontrolü yapabilmekte, devlete bağlı okulları boykot çağrısında bulunmakta, “serhildan” ilan ederek halkı sivil itaatsizliğe teşvik etmekte, kamu ve eğitim binalarını kundaklamakta, halktan vergi adı altında haraç toplamakta, inşaatı devam eden kalekol inşaatlarını engellemekte, korucuları ve sivil giyimli güvenlik güçlerini katletmekte ve güvenlik güçlerine sokağa çıkma yasağı ilan edebilmektedir. Gelinen aşamada terör örgütü, çözüm sürecinde elde ettiği serbestlik sayesinde bölgenin fiili hâkimi gibi hareket etmeye başlamıştır. 

Bu gelişmeler, örgütün silahsızlandırılması amacıyla başlatıldığı ilan edilen çözüm süresi sayesinde KCK projesinin adım adım izlendiğine, bölgede PKK/KCK hâkimiyetinde özerk bir yapıya doğru gidildiğine işaret etmektedir. Geniş 
katılımlı silahlı eylemler dışında bölgedeki tüm faaliyetlerini bilfiil devam ettiren örgüt, demokratik özerkliğin tesisiyle bölgede tek güç olmayı amaçlarken, bağımsızlık nihai hedefini gerçekleştirmeye bir adım daha yaklaşmış olacaktır. Bu hedef doğrultusunda ise “devrimci halk savaşının” en kritik aşamayı oluşturacağı değerlendirilmektedir. Klasik gerilla taktiğiyle sonuç alamayacağı ve her defasında Türk ordusu karşısında mağlubiyete uğradığı sonucuna varan örgüt KCK projesiyle savaşı daha geniş alanlara yaymayı hedeflemektedir. 

KCK operasyonlarında Siyaset Akademileriyle ilgili ele geçirilen belgeler, terör örgütünün dağda silahlı militan yetiştirmek için verdiği gerilla eğitimlerinin kentlerde DTP/BDP’nin teşkilat binalarında verildiğini ortaya çıkarmıştır. 
Dolayısıyla örgütün Siyaset Akademisi adı altında açtığı okullarda verdiği derslerin aslında şehirlerde yeni silahlı kadrolar oluşturma hedefine yönelik olduğu anlaşılmıştır. Fırat Haber Ajansı’nın 25 Ekim 2009 tarihli haberinde, bizzat Öcalan siyaset akademilerinin görevini açıklamaktadır:

“Kürtler için yıllardır akademilerin açılması gerektiğini söylüyorum, onu bile yapmıyorlar doğru dürüst. DTP’nin binlerce, on binlerce kadro yetiştirmesi lazım. Neden yapmıyorlar? Çünkü teorik kavrama düzeyleri buna elvermiyor. 
Başarılı olmak istiyorlarsa, on binlerce insan, kadro yetiştirilmelidir”12

PKK/KCK’nın şehirlerde kadro yetiştirme gayretinin “devrimci halk savaşı” başlatma tehditleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Gerek Murat Karayılan’ın Kandil’den basına yaptığı açıklamalar gerekse KCK Önderlik Komitesi operasyonunda bulunan, Öcalan’ın avukatları aracılığıyla gönderdiği notlar örgütün halkı ayaklandırarak savaşı şehre indirmeyi ve geniş çaplı bir iç savaş çıkarmayı planladığını göstermektedir. Öcalan’ın bizzat kendi beyanları tehlikenin vahametini göstermektedir:

“Savaş başlarsa önceki savaşlardan çok daha farklı olur. Büyük bir iç savaş olabilir. Mesela Batman’da bir günde on bin insan ölebilir. Herkes bunun içinde olabilir, bundan zarar görebilir. 1791 Fransa’daki büyük terör dönemi, 1918 Sovyetlerin kuruluşundan sonraki iç çatışma gibi bir çatışma çıkabilir….Kandil yapabiliyorsa büyük devrimci halk savaşını yürütür. Diyarbakır, Batman’da halkın yüzde sekseni ayağa kalkar, halk savaşı olur.” 13

Çözüm sürecinin başlarında İmralı’daki görüşmelerden sızdırılan tutanaklarda da Öcalan aynı hedeften bahsetmektedir:

“Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, Ne KCK tutuklusu kalır ne başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum. Yalnız, herkes bilmeli ki, ‘Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de eskisi gibi savaşacağız’.” 14

Örgüt çözüm sürecinin tıkanması, özerklik hedefinin başarılamaması halinde “devrimci halk savaşı” stratejisini devreye sokabilir. Örgütün bu çapta bir halk isyanını başlatması konunun BM ve uluslararası toplumun gündemine girmesine, uluslararası uyuşmazlık çözüm mekanizmalarına müracaat edilmesine yol açabilir. Bu durumda, sorun Türkiye’nin iç meselesiyken, örgütün hedefleri doğrultusunda uluslararası bir meseleye dönüşecektir. Kosova örneğinde olduğu gibi, örgüt Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkından başka bir yolun kalmadığı, ancak bağımsız bir devlet çatısı altında varlıklarını sürdürebileceklerini savunarak ayrı bir devlet kurma hedeflerini gerçekleştirmeyi planlamaktadır. Kobani’ye IŞİD saldırısını bahane ederek, HDP’nin çağrısıyla sokağa inen örgüt taraftarlarının birçok şehirde günlerce ortalığı savaş alanına çevirdiği, onlarca insanın ölümüne, yaralanmalara ve binden fazla kamu binasının yakılmasına neden olduğu olayların15 bu açıdan bir nevi prova olduğu gözlemlenmektedir. 

Çözüm sürecinde KCK tutuklularının serbest bırakılmasıyla şehirdeki örgütlü yapısını güçlendiren örgüt, Kobani eylemleriyle halkı sokağa dökerek büyük eylemler yapabilecek güçte olduğunu göstermek istemiştir. Bu eylemleri terör 
örgütünün hükümete karşı verdiği bir gözdağı olarak yorumlamak mümkündür. Bundan sonraki süreçte de örgütün, sıraladığı taleplerin gerçekleştirilmesi ve hükümetten yeni tavizler koparmak için benzer girişimlerde bulunabileceği 
beklenmektedir. 

Hem demokratik özerkliğe hem de kurmayı planladığı bağımsız devlete uluslararası camiada destek bulmak ve meşruiyet sağlamak üzere örgüt ve siyasi uzantısı halkların kendi kaderini tayin hakkını ileri sürmektedir.16 Murat Karayılan Kandil’den yaptığı açıklamalarda, Selahattin Demirtaş ise bazı konuşmalarında Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkının varlığını zikretmiştir. Nitekim Öcalan da KCK Sözleşmesi’ nin ön sözünde, ulusların kendi kaderini tayin hakkını, “siyasi sınırları esas almadan ve sorun yapmadan her halkın kendi demokrasisini kurma hakkı” olarak anladığını ifade etmiştir. Terör örgütünün siyasi uzantılarıyla eşgüdüm halinde Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına yaptığı bu referanslar rastgele değildir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***