koalisyonu unuttunuz mu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
koalisyonu unuttunuz mu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Aralık 2015 Salı

CHP'nin Erbakan'la flörtü: MSP ile koalisyonu unuttunuz mu?





CHP'nin Erbakan'la Flörtü:  
MSP ile koalisyonu unuttunuz mu?




Son ucube kurtuluş Projesi: CHP-Saadet koalisyonu

Kaya Ataberk

Deniz Baykal yine öyle bir açıklama yaptı ki, siyaset sahnesi bir kez daha ibretle dalgalanıverdi. Çarşaf açılımı, Kemalizme ihanet, Gürsel Tekin’in Kürt-İslamcı çıkışlarıyla uzlaşma derken bu kez de CHP, bizzat genel başkanının ağzıyla kendisine en yakın gördüğü ve koalisyon yapmayı düşündüğü partinin Milli Görüşçü Saadet Partisi olduğunu açıkladı. Gerçi Baykal “AKP ile koalisyon yapmaktansa Saadet Partisi ile koalisyon kurmayı tercih ederim”diyerek bir anlamda AKP-Saadet mukayesesine girişmiş gibi görünüyor. Ama aslında Saadet Partisi üzerine yapılan “solcu” değerlendirmelerin esas yanlışının bu dengesiz mukayeseden kaynakladığını anlamaktan ne kadar uzak olduğunu da gösteriyor.












Deniz Baykal yine öyle bir açıklama yaptı ki, siyaset sahnesi bir kez daha ibretle dalgalanıverdi. 
Çarşaf açılımı, Kemalizm’e ihanet, Gürsel Tekin’in  Kürt-İslamcı çıkışlarıyla uzlaşma derken bu kez de CHP, bizzat genel başkanının ağzıyla kendisine en yakın gördüğü ve koalisyon yapmayı düşündüğü partinin Milli Görüşçü Saadet Partisi olduğunu açıkladı

Bilindiği gibi bu Saadet hayranlığı CHP açısından bir ilk değil. Yaşananlar herkese olduğu gibi bizlere de 1974 yılının CHP-MSP koalisyonunu ve sonuçlarını hatırlattı. 14 Ekim 1973 seçimlerinin ardından dönemin CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit hükümeti kurmak için görevlendirilince soluğu Erbakan Hoca’nın yanında almıştı. CHP ile MSP’nin sekiz ay kadar süren koalisyonu aslına bakılırsa CHP’nin Şeriatçı harekete en büyük hediyesi olarak da değerlendirilebilir. bu sekiz aylık süreç içinde Milli Görüşçüler kendi ifadeleriyle“davada mesafe kat etmeyi”, “meşruiyet kazanmayı” sağlamışlardı. Özellikle ilk göz ağrıları olan Milli Nizam Partisi’nin kapatılmasının ardından CHP ile koalisyon Şeriatçı harekete ilaç gibi gelmişti!

Bu sekiz aylık dönem içinde MSP’liler imam hatip liselerinin orta kısımlarının açılması ve mezunlarının her fakülteye girebilmesi gibi bir çok icraatı kâr hanelerine yazmışlardı. koalisyonun dağılmasının ardından da AP-MHP-MSP koalisyonları (MC hükümetleri) dönemleri başlamıştı. Bu aşırı sağ bloğun kurulabilmesi de CHP’nin yaptığı hatanın sonucu olmuştu. Aynı dönem Türkiye’de sola karşı faşist katliamların başladığı ve Şeriatçı hareketin ilk kez tutunmaya başladığı yıllar olmuştu.

Günümüze geri dönersek CHP’lilerin geçmişi çok çabuk unuttuğu ya da umursamadığı görülüyor.

Diğer taraftan taktiksel açıdan değerlendirirsek Baykal’ın bu açıklamayı AKP’yi yıpratma politikası yürütmek için yapmış olmadığı açıktır. İşin kökeninde Türkiye’nin “sol” partilerinin genel hastalığının ortaya konuşu var. Bu anlayış solcu seçmene her zaman der ki; “Biz iktidar olamayız, olsak bile ancak bu bir koalisyon olabilir”. Bu da özünde iktidar olamamanın değil iktidar olmak istememenin teorisidir. Gerçekten de Türkiye belki de dünyada solun gelişmesi için tüm nesnel koşulların mevcut olduğu ülkelerin en başında geliyor. Sonuçta gerçekten solcu ve Ulusal Kurtuluşçu bir hareketin halk arasında kök salması için sadece çalışması gerekmektedir. Fakat bizim “ Solcularımız ” gerçekten solculuk yapmaya başladıkları andan itibaren iktidar yolunun bir anda açılacağını bildikleri için buna asla yanaşmazlar. Öyle iktidar olup da ABD’yle, Kürt istilasıyla kim uğraşacak? Bırakırlar ülkeyi sağcılar, faşistler, Şeriatçılar yönetsin kendileri de partilerini yönetsinler... Vatandaş da ne yaparsa yapsın...

Bu son ucube kurtuluş projesi de bu kaçışın bir başka ifadesi. Herhalde dünyanın hiçbir ülkesinde bu tip açıklamalarla, iktidara alternatif olarak, onun benzerini sunan bir muhalefet de olmamıştır bugüne kadar. Ama Türkiye’de olur. Bunu yaparken de Şeriatçılar, “ İyiler ” ve “ Kötüler ” olarak ikiye de ayrılır, yılların sol düşmanı akımlarından solculuk da umulur, ABD’nin Tezgâhlarında üretilen gericiliklerde antiemperyalizm keşfedilmeye de çalışılır.

Bir kısım ilericimiz de “bak ne güzel, artık Saadet de solcu oldu, CHP’yle de koalisyon yapsınlar, AKP’den kurtulalım” fantezisine kapılır. Tabii ne CHP’yle Saadet’in bu kadar oy alacağı var, ne de bu koalisyonun olacağı ama gene de birileri için iş yapmaktansa oyalanmak daha güzel olduğu sürece böyle ucubeler daha çok üretilir…

Saadet’ten sol üretmek…

Geçenlerde Milliyet’ten Mehmet Tezkan, Numan Kurtulmuş’un ne kadar “solcu” olduğunu yazdı. SP Genel Başkanı, öyle konuşmuştu ki, antiemperyalist solcu liderlere benziyordu Tezkan’a göre…
Tabiu bu yeni bir tez değil. Aslında Numan Kurtulmuş’la da bir ilgisi yok. Cumhuriyet gazetesi ve Vural Savaş gibi isimler de içinde olmak üzere bazı zevat daha önceden de Erbakan’ın ne kadar ulusalcı olduğunu, ABD ve İsrail karşıtı olduğunu iddia etmişlerdi. Bugünkü kampanyanın bir benzerini yapmışlardı. Aynı filmi bugün bize yeniden izlettiriyorlar. Saadet’te “ulusalcılık” keşfedenler, bugün keşiflerine bir de “solculuk” ekliyorlar.
Saadet’in “solculuğuna” kanıt olarak sunulanlar da ayrı bir âlem… Numan Kurtulmuş; “Üç tane sakallı ve başörtülünün cipe binmesi fakirleşmemizi örtmüyor. Böyle söyleyince ben de solcu mu oluyorum?” demiş. Biz cevabını verelim. Numan Kurtulmuş’un içi rahat edebilir, tabii ki solcu falan olmuş değil. Kapitalist düzene karşı halkçı ve devletçi bir çözüm önermediğine göre solculuğun yakınından uzağından geçme ihtimali yok. Yaptığı en bayağısından bir laf ebeliğidir. Kurtulmuş’un bahsettiği yeşil renkli burjuvaziyle arasında tek bir çelişki varsa o da eskiden onların oylarını ve desteğini SP alırken, artık AKP’nin alıyor olması… Fakat bunun böyle olması da Numan Kurtulmuş’un bu tarz basit bir eleştiri getiriyor olması da SP’nin sola intikaline neden olamaz.






























Bilindiği gibi bu Saadet hayranlığı CHP açısından bir ilk değil. Yaşananlar herkese olduğu gibi bizlere de 1974 yılının CHP-MSP koalisyonunu ve sonuçlarını hatırlattı. 
14 Ekim 1973 seçimlerinin ardından dönemin CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit hükümeti kurmak için görevlendirilince soluğu Erbakan Hoca’nın yanında almıştı.




Şimdi hatırlayalım. 

Erbakan’lı yılların Milli Görüşü de yıllarca bir “adil düzen” tutturup gitmişti. Fakat buna rağmen ne o sakallı, çarşaflı burjuvaziden ne de ABD-Suudi sermayesinden uzak kalmıştı. Diğer faşist eğilimli hareketler gibi Türkiye’deki Şeriatçılık da bilindiği gibi çarpık bir sistem eleştirisini bünyesinde taşımıştır. Burada zamanında Refah Partisi’nin yükselişinde de bunun payı vardır ardından gelen dönemde AKP faşizminin kuruluşunda da… Bunlar ezilenlere oynayan ama ezilenleri kendisine angaje ettikten sonra ezmeye devam eden hareketler olmadılar mı? Siz Refah-Saadet çizgisinin antikapitalist demagojisiyle, sözde mağdurculuğuyla AKP’ninki arasında bir fark görebiliyor musunuz?
Numan Kurtulmuş’un “solcu” açıklamalarını eleştiren de AKP’li Akif Beki oldu. Tabii onun solculuk üzerine ürettiği o fikir incileri de üzerinde durmaya değmeyecek kadar sığ. Beki kısaca Kurtulmuş’un solcu olamayacağı üzerinde durmuş. Fakat önemli olan şey şu ki Türkiye’de solculuk tartışmasının sağcılar, Şeriatçılar arasında yapılıyor! Biz sağcıların düzeysizliğinden dem vuruyoruz ama bir taraftan da solcularımızın aczini görmek zorundayız. Bir tane solcu da çıkıp “kardeşim solculuktan size ne?” diyemedi! Solla yakından uzaktan alakası olmayan iki isim bu kadar rahat solculuk tartışacak cesareti buluyorsa, sol geçinenler de burada iki taraftan zayıf olanını solcu ilan etmek dışında olaya katılamıyorsa “sol” adına bir şeyleri sorgulamanın da vakti gelmiştir sanırız ki.


Milli Görüş - AKP: Kopuş mu süreklilik mi?


Saadet’ten solculuk ve ulusalcılık umanların ana tezi aslında AKP’nin Milli Görüş çizgisiyle bir kopuş yaşayarak ortaya çıktığıdır. Bunlara göre antiemperyalist ve milli özellikler taşıyan Erbakan hareketinden ayrılan AKP, gayri milli ve işbirlikçi bir Şeriatçılık yapmaya başlamıştır. Daha önceden ABD’ye ve Siyonizme karşı olan İslamcılık AKP’yle beraber değişime uğramıştır.
Tabii bu tezleri çürütmek için AKP’nin neden ve nasıl ortaya çıktığının ortaya konması bile yeterli olacaktır. AKP hiç de öyle Şeriatçı hareketin iç dinamikleriyle yaşadığı bir ayrılık sonucu, istenerek kurulmuş bir parti değildir. Yani AKP’lilerin fikir ayrılığı sonucu Milli Görüşü terk etmeleri gibi bir durum yoktur. 28 Şubat sürecinin sonunda RP kapatılıp, Erbakan da siyasi yasaklı olunca birileri ister istemez farklı bir yöntemle Şeriatçılığı, Milli Görüşçülüğü sürdürme yolunu seçmişti. Ortada istekli bir kopuş değil zorunlu bir ayrılık vardır aslında.
Daha önceden Milli Görüşün ideolojik duruşunu simgeleyen Şeriat, türban ve çarşaf bugün de AKP tarafından aynen savunuluyor. Bunların Türkiye çapındaki hâkimiyeti için mücadele ediliyor. Milli Görüş’le, AKP arasında düşmanları konusunda da bir süreklilik var. Atatürk’e, ulusa ve sola karşıtlık, düşmanlık üzerine kurulan Milli Görüş çizgisi aynı düşmanlara karşı mücadelesine AKP’de devam ediyor!
Aynı şekilde iki hareket arasında Türklüğü dışlama özelliği de önemli bir süreklilik öğesi olarak korunuyor. Burada da özellikle Kürtlük, Türklüğün karşıtı olarak savunulup, ön plana çıkarılıyor. Geçmişte Refah döneminde PKK kamplarına giden Milli Görüşçü milletvekillerinden, AKP’nin Kürt açılımına kadar burada da değişen bir şey yok.
İşin daha da ilginç yanı dayanılan sosyo-ekonomik grup açısından da bir değişiklik yok. Bugün “İslamcı solculuk” tartışmalarının odağını oluşturan yeşil burjuvalar o zamanlar Milli Görüş’ün destekleyiciliğini üstlenip palazlanırken, bugün de AKP’nin en önemli dayanaklarını oluşturuyorlar, şu farkla ki bugün duruma daha hâkimler. Şeriatçılığın oy tabanında yer alan yoksul kesimler ise yine aynı konumlarını ve sömürülme durumlarını koruyorlar. Bir taraftan yeşil burjuvaziyi kendilerinden sayarak bunların faşist hegemonyasına rıza gösteriyorlar, diğer taraftan daha da yoksullaşmaya ve ezilmeye devam ediyorlar.
Emperyalizmle ilişkiler açısındansa bizim “ilerici” zevatın gözlerini kapattığı tarihimiz çok önemli. Kurtuluş Savaşı yıllarındaki İngiliz işbirlikçisi Şeriatçı ayaklanmalardan, Yunan uçaklarıyla dağıtılan Kuvayı Milliye karşıtı fetvalardan, Kanlı Pazar gibi Amerikancı katliamlara, oradan da AKP işbirlikçiliğine kadar değişen hiçbir şey yok. Bilirsiniz PKK son dönemlerde hiç ABD’ye karşı çıkmamakla övünüyor. Aynı gururu Milli Görüşle, Şeriatçılarla paylaşmak zorundadırlar. Bu topraklarda tek bir sağcının ya da Şeriatçının tek bir ABD karşıtı eylemine rastlanmamıştır ve rastlanmayacaktır.
En nihayetinde; esas önemli süreklilik kadro sürekliliğidir. Bugün AKP faşizmini çekip çeviren isimlerin tümü de Tayyip, Gül ve Arınç başta olmak üzere Milli Görüş okulundan yetişmedirler. Yani karşımızda aynı adamların, aynı mantıkla, aynı destekçilerle, aynı dayanak noktalarıyla örgütlediği hareketler vardır. Ortada bir kopuş değil açık bir süreklilik vardır.


Saadet tartışması ve CHP’nin son kullanma tarihi


Tartışmanın sonucuna varmak istediğimizde yine başına ulaşıyoruz: CHP meselesine...
Şimdi her şeyi yerli yerine koymaya çalışalım. Türkiye’de Amerikancı, Şeriatçı ve faşist bir rejim AKP eliyle kuruluyor. Bu yolda da hayli önemlere hedeflere ulaşmış durumdalar. Burada biliyoruz ki siyasetteki karşıtlıklar da kutuplaşmalardan oluşur. Yani bir tarafta faşist, Şeriatçı bir iktidar varsa onun karşıt kutbu olarak da solcu, laik bir alternatifin oluşması gerekir.
Gel gelelim bugünkü Türkiye siyasal arenasında AKP’nin alternatifi olarak karşımıza Saadet Partisi gibi bir başka sağcı, Şeriatçı parti çıkarılmaktadır. Hem de bu antiemperyalizm hatta ulusalcılık ve solculuk adına yapılmaktadır. Gayri milli ve faşist bir rejimin örgütleyicisi AKP’nin karşısına konulacak alternatif olarak “aman oyları bölünmesin” denilen CHP’yi koymak kimsenin aklına bile gelmemektedir!
Burada kimse, CHP bir kenara bilinçli olarak atılıyor, CHP’ye haksızlık ediliyor zannetmesin. CHP’yi kulvar dışı bırakan, yıllardan beri Altı Ok yolunun uzağında durmakla tanımlanabilecek kendi tavrıdır. Yani CHP kendi kendisini ekarte etmiş, son kullanma tarihini doldurmuş bir parti konumundadır. Geniş halk kesimlerinin ihtiyaçlarına seslenemeyen ancak eğitimli orta sınıfların yaşam tarzının korunmasına ve sınırlı da olsa parti çevresinde kümelenmiş çıkarcıların rant sağlamasına çalışan bir çürümüş siyasal yapı konumundadır. CHP öyle bir konumdadır ki artık insanların aklına sol ve ulusallık denilince Saadet Partisi kadar bile gelememektedir.
Peki bunun faturasını iktidar olamayan, her gün güç kaybeden CHP mi ödüyor? Tabii ki hayır! Faturayı millet ödüyor. CHP’nin zaten kaybedecek bir şeyi kalmadı.


Ulusal Parti geldi, sahte umutlar zail oldu!


Ama bu hep böyle mi gidecek derseniz; tabii ki hayır. AKP faşizmini yıkmak için biz nerede durmamız gerektiğini biliyoruz.  Bugün AKP’yi yıpratmak için Saadet’ten medet umanların da AKP Şeriatçılığını bir başkasıyla savuşturma fikrini siyasal deha ürünü kabul edenlerin de artık hiçbir şansı yok.
Kutuplaşmaları siyasal hayatta da nesnel koşullar yaratır. Türk düşmanlığının, Cumhuriyet yıkıcılığının, Şeriatçı faşizmin zıt kutbunun Türk milliyetçisi, Cumhuriyetçi, solcu, anti emperyalist ve laik bir kutup olduğunu söylemenin bu nedenle tek başına çok anlamı yoktur. Bu zaten sürecin getireceği bir zorunluluktur. Bu zorunluluğun sonunda da Saadet hayranı “ Solculuk ” ve “ Ulusalcılık ” zaten kendiliğinden çöker.

Ama artık Türkiye’de her şeyin anlamını değiştirecek örgütlenme başladı. Atatürkçülük ve Altı Ok’un gerçek sahibi geliyor. Ulusal Parti kaybedilenleri geri almaya geliyor. Faşizmi, şeriatçılığı, emperyalizmi bu ülkeden sürmeye geliyor. Halkçı, milliyetçi, Atatürkçü Türkiye’yi kurmaya geliyor.
Bu iradenin karşısında, bu cisimleşmiş devrimci fikrin karşısında durabilecek bir ucube olabilir mi?
Buyursun CHP 1974 yılının gaflet ve dalaletinde ısrar etsin. Aynı tahribatı bakalım bu sefer yapabilecekler mi?
Hodri meydan!



..