iki caddesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iki caddesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Kasım 2015 Pazar

Adnan Menderes’ten Recep Tayip Erdoğan’a Ankara’nın ve İstanbul’un iki Caddesi




Adnan Menderes’ten Recep Tayip Erdoğan’a Ankara’nın ve İstanbul’un iki caddesi

Mahmut Çetin



Menderes’ten Erdoğan’a Ankara’nın ve İstanbul’un iki caddesi 


Bu yazı, 7 yıl önce Ortadoğu gazetesinde yayınlanmış bir yazıdır!

Seçim çalışmalarını yürüten AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Cizre’de yaptığı konuşmada, “Ezenlerin olmadığı bir Türkiye” için yola çıktıkların belirterek, “Türkiye’yi İzmir’in Konak, İstanbul’un Bakırköy, Ankara’nın Çankaya’sından ibaret görenlere Türkiye 81 ildir demek için yola koyulduk” dedi. Erdoğan’ın bu sözleri bana, bugünlerde okuduğum Samet Ağaoğlu’nun ‘Arkadaşım Menderes’ kitabında okuduğum benzer sözleri hatırlattı.

Ali Fuat Başgil diyor ki:....

1959 yılına gelindiğinde Ankara ve İstanbul’da öğrenci yürüyüşleri başlamıştır. Artık ihtilal sözü herkes tarafından telaffuz edilir hale gelmiştir. Adnan Menderes, kurmayları Refik Koraltan, Samet Ağaoğlu, Tevfik İleri, Ahmet Hamdi Sancar, Emin Kalafat, Atıf Benderlioğlu ile birlikte karışıklıkları değerlendirmektedir. İstanbul’dan çağrılan Ali Fuat Başgil de aralarındadır. Menderes, Başgil’e o zaman muhalefetin direndiği Tahkikat Komisyonu ve Selahiyet Kanunu’nun anayasaya aykırı olup olmadığını sorar. Başgil, “Hayır, ama kalkmalıdır, kaldırmalısınız. Sonra bu da kafi değil, hükümet çekilmeli. Bu da yetmeyebilir.”

Menderes cevap verir, “Benim hükümetten çekilmem ehemmiyetli değil, mühim olan gelecek hükümete karşı da nümayişler devam ederse ne olacak?”

Başgil, Fransa’da geçmiş bir olayı anlatır. Orada da hükümet gittikçe artan öğrenci gösterileri üzerine çekiliyor, kurulan yeni hükümete karşı öğrenciler aynı durumu alınca bu sefer yeni hükümet zor tedbirler kullanıyor ve bu hareketi de Meclis ve basın destekliyor. Başgil bunları anlattıktan sonra İstanbul’daki durumu ‘müthiş’ kelimesiyle niteler.
Samet Ağaoğlu sorar:
- Hocam müthiş diyorsunuz, yani nasıl müthiş ?
- Tıpkı Fransa’da 1789’dan sonraki gibi halk hareketlerine benziyor. Toplananları dağıtmak için gönderilmiş askerler ve subaylarla dağıtmaya memur oldukları gençler birbirlerine sarılıp öpüşüyorlar !
Menderes’in yakası
Adnan Menderes, Ankara’da gençlerin gösterileri sürerken, gençlerle yüzyüze konuşmak, diyalog kurmak ister. Kızılay’da gösteri yapan gençlerin arasına girer ve sorar:
- Ne istiyorsunuz?
Bu sırada Başbakan Adnan Menderes’in yakasından tutan bir üniversiteli genç,
- Hürriyet istiyoruz, diye bağırır. Menderes:
- Evladım bir başbakanın yakasından tutuyorsun, hala ne hürriyeti istiyorsun, diye cevap verir.
Yanındakilerin söylediğine göre, Adnan Menderes’in yakasından tutan genç bugünkü CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dır. Ama Baykal bunu kabul etmemektedir. Zaten konumuz da Menderes’in yakasından tutan gencin kimliği değil, bir durumu algılama meselesidir.
Sıkıyönetim komutanının telefonu
Ankara ve İstanbul’da öğrenci olayları sürmektedir. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Fahri Özdilek Başbakan Adnan Menderes’i telefonla arar. Aralarında şöyle bir görüşme geçer:
- Toplan kaç bin kişi kadar aziz paşam ?
- .................
- Beş, altı bin mi ? Ne yapalım diyorsunuz ?
- .................
- Ateş mi etmek ?
- .................
- Hayır, hayır. Katiyen ateş etmek yok!
- ...............
- Paşam kimsenin burnu kanamadan, kimseyi brüske etmeden (eziyet etmeden), yavaş yavaş dağıtmaya bakın! Ama paşam rica ediyorum brüske etmesinler!
- ..............
- Sizdeki coplar kısa mı ? Daha kuvvetli gaz bombaları mı ?
- ..............
- Bunları ben bilmem, Milli Savunma Bakanı yanımda, vereyim görüşünüz.
Biz, Ankara ve İstanbul’un iki caddesinde mi yıkılacağız ?
Profesör Ali Fuat Başgil’in anlatmaya çalıştığı şey, ihtilalin adım adım geldiğini söylemekti. Ama Adnan Menderes etrafındaki et duvarını aşıp Başgil’i anlayamamıştı. Ve Menderes şu sözlerle muhaliflerine karşı kendisini uyaranlara karşı duruyordu:
- Biz, Ankara ve İstanbul’un iki caddesinde mi yıkılacağız ? Bu iki caddenin karşısında bütün memleket var!
Samet Ağaoğlu, “bundan sonrası bir trajedinin başlangıcıdır ancak” diyerek durumu özetler. İstanbul ve Ankara öğrenci gösterileri, Menderes’in grupta yaptığı sert konuşmalar, Tahkikat Komisyonu kararları profesörlerin önce tek tek sonra toptan protestoları, Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilanı ve parti içinde ikili oynayan ajitatörler.
Adnan Menderes, durumun vehametini ne yazık ki, görememektedir. Bir yurt gezisinden dönerken, öğrenci olaylarını kastederek arkadaşlarına espri yapar:

- Ankara’da ayaklanma varmış !

Menderes sertleşir: Kara cübbeliler !

Başbakan Adnan Menderes, ihtilalden on gün önce Salihli’de Demirköprü barajını hizmete açar. Öğrenci olaylarından sonra üniversite hocaları da protestolara başlar. Samet Ağaoğlu, Profesör Ekrem Şerif Egeli’nin eleştirilerini anlatır ve derhal İstanbul’a gelerek, profesörlerle diyalog kurması uyarısını iletir. Menderes en kısa sürede İstanbul’a gidip, profesörlerle görüşeceğini söyler. İzmir’de en itidalli konuşmalarından birini yaptığı halde, Salihli’de durum değişir. Menderes kendisini çılgınca alkışlayan halka konuşurken profesörleri ‘kara cübbeliler’ olarak niteleyen sert bir konuşma yapar. Samet Ağaoğlu’nu dinliyoruz: “konuşmasını ürpererek dinledim. Doktor Mükerrem Sarol’la bir kenarda duruyorduk. Kürsüden indikten sonra Menderes’le karşılaştık. Daha biz bir şey söylemeden, “İstemeden oldu, ama düzelteceğim” dedi.
Siyaset uzlaşma sanatı
Kişi söylemediği sözün sahibi, söylediği sözün mahkumudur. İnsanın ne zaman neyi söyleyeceği ise, esaslı bir iç eğitimin sonucudur. Adnan Menderes etrafındaki güçlü kurmaylara, ve Ali Fuat Başgil ve Ekrem Şerif Egeli gibi öngörülü akademisyenlere rağmen, bazı sözlerini kontrol edememişti. Ülkemize çok büyük hizmetleri olmasına rağmen, çatışma kültüründen uzlaşma kültürüne geçememişti. Siyaset, kızgın kalabalıkların nabzına şerbet verme kolaycılığı değil, toplum kesimlerini uzlaştırma sanatıydı.
Kalabalıklar ve Atatürk
1957 seçimlerinden sonra halkla Başbakan Adnan Menderes arasında büyük bir muhabbet oluşur. Türk Ocakları’nın büyük öncüsü Hamdullah Suphi Tanrıöver, Samet Ağaoğlu’na Atatürk’ün bir tespitini anlatır.
Samet Ağaoğlu, Adnan Menderes’e Tanrıöver’in hatırasını hikaye eder: “Milli Mücadeleden sonra Atatürk ilk defa İstanbul’a geliyor, yayında Hamdullah Bey de var. Camilerin kubbelerine, apartmanların damlarına kadar halk yığılmış. Bütün İstanbul ayakta. Hamdullah Bey:
- Paşam kimbilir ne kadar heyecanlısınız ? Atatürk, Tanrıöver’in elini tutarak, kalbine götürüyor ve soruyor:
- Var mı fazla heyecan ?
Mustafa Kemal’in kalbi sakindir. Neden sakin olduğunu anlatır Atatürk:
- Çünkü bu gördüğün kalabalık, gün gelebilir insanı linç etmek için de böyle toplanır. Onun sevgisine de, nefretine de fazla güvenilmez.
Menderes, anlattıklarımı sessizce diledi.”
Erdoğan’ın etrafı
1950 gelişini andıran bir teveccühle iktidara geleceği söylenen AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Adnan Menderes’in etrafındakileri karşılaştırınca, korkunç bir durum görüyorum. Bir yanda Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Samet Ağaoğlu gibi, Menderes’in gözünün içine baktığı zirve kurmaylar. Öbür tarafta askeri donla selamladığı için, “Özal’ın donunu öpmek isterdim” diyen Bülent Arınç veya 28 Şubat sürecinde başörtülü eşi üniversite imtihanına alınmadığı için noter zaptı tutturan Abdullah Gül.
Necmettin Erbakan’ın kurmayları Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk böyle hatalar yapar mıydı bilemiyorum. Örnekleme bununla bitmiyor.
Tezkire dergisi, Vadi Yayınları’nın neşrettiği bir araştırma dergisi. Üç ayda bir yayınlanıyor. Tezkire’nin ‘Sağcılık ve İslamcılık’ özel sayısını okuyorum. Buradaki yazılara bakıyorum. Ömer Çelik ismi dikkatimi çekiyor. Daha önce Yeni Şafak şimdi Star gazetesi yazarı Ömer Çelik, AKP’nin de Adana’dan liste başı. Yani Recep Tayyip Erdoğan’ın önem verdiği bir isim. Çelik, Türkiye’deki muhtıra ve ihtilalleri sıraladıktan sonra: “Türkiye’nin getirilip bırakıldığı nokta... son derece derin reflekslerle beslenen dip akıntılarının su yüzüne çıkması ve kalıcılaşma iradesini beyan etmesidir” diyor. Çelik’e göre, devlete karşı müthiş bir dip akıntısı yani direniş damarı var ve bunlar kalıcılaşıyormuş.
Eğer Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Ömer Çelik, bu yanlış bakışla politika yapıyorsa ve bu yanlış bakışla liderleri Recep Tayyip Erdoğan’ı enforme ediyorlarsa ve o da bu verilerle siyaset yapıyorsa, gelinen ve gelinecek sonuçlara şaşmamak gerekiyor. Türkiye’nin devletle millet, dinle bilim, geçmişle gelecek, demokrasiyle cumhuriyet çatışmazlığını idrak etmesi gerekiyor.
Tekrar Recep Tayyip Erdoğan’ın başta aktardığımız sözlerine dönersek,
Adnan Menderes’ten 40 yıl sonra, Erdoğan’ın, Türkiye’nin, Ankara ve İstanbul’un iki caddesinden ibaret olmadığını söylemesi, devleti tanımada ciddi sorunların olduğunu göstermektedir. Bu tavır ve sözlerden, önümüzdeki dönem işimizin çok zor olacağı anlaşılıyor. Allah yardımcımız olsun.

Mahmut Çetin

http://demokratlar09.blogspot.com.tr/2014/03/bu-sayfa-yapim-asamasindadir.html


  KONU HAKKINDA  YORUM;


AKP’nin DEMOKRAT PARTİLİ SEÇMENLERİNE (%30) 

AÇIK MEKTUP

Mehmet Arif DEMİRER

Son günlerde T.C. Başbakanı ve AKP Genel Başkanı seçim konuşmalarında sık sık Menderes’i andı. Menderes’e yapılanları bugün Devlet’te sabık ortağının kendisine yapmakta olduğunu ilan ve iddia etti. Gelin bir Menderes-Erdoğan ve DP-AKP kıyaslaması yapalım:
29 Kasım 1955 Salı günü DP Meclis Grubu, üç DP Bakanı (İktisat ve Ticaret Vekili Sıtkı Yırcalı, Maliye Vekili Hasan Polatkan ve Devlet Vekili ve Başvekil Yardımcısı ve Döviz Tahsis Komitesi Reisi Fatin Rüştü Zorlu) hakkında basında yayımlanan söylentileri görüşmek üzere toplanmıştı. Ortam çok gergindi. Bakanlar “hadiselerin tetkikinin selametle cereyanını temin maksadiyle” (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivlerindeki zabıtlardan alıntı) peş peşe istifa ettilrr, ardından Grubun eğilimleri doğrultusunda mutedil olarak tanına milletvekillerinden yeni bir hükümetin kurulmasına yol açmak üzere tüm bakanlar istifa etti. Üç bakan hakkında derhal bir Soruşturma Komisyonunun kurulması da kararlaştırıldı. Yeni bir hükümet kuruldu.
19 Mart 2014 günü Meclis’te dört AKP eski bakanı hakkında söylenti değil savcılıktan gelen fezlekeler, bırakın okunmayı, buzdolabının derin soğutucusuna gömüldü. 
DP ve AKP arasındaki farkı merak edenlere, No 1.
Menderes’in Cumhurbaşkanı Bayar idi, ATATÜRK’ün son Başbakanı. Erdoğan’ın akp Grubu’na seçtirdiği Cumhurbaşkanı ise Erbakan’ın eski Devlet Bakanı Gül. No 2. 
Menderes, 1951 yılında 5816 sayılı ATATÜRK Aleyhine İşlenen Suçlar hakkında Kanun ile 1953 yılında 6187 sayılı dini siyasete alet edenlerin cezalandırılmasına ilişkin kanunu çıkarmış, 10 Kasım 1953 günü de (benim de nöbetçi izci olarak katıldığım) muhteşem bir törenle ATATÜRK’ü vatan toprağına kavuşturan ANITKABİR’in açılışını yapmıştı. No 3.
ATATÜRK, 17 Eylül 1938 günü Başbakanı Bayar’dan yeni kalınma planındaki 26 yatırım projeleri hakkında bilgi almış ve o projeleri “memleketin en önemli meseleleri” olarak tanımlayarak “ekonomik seferberlik” yaklaşımı ile gerçekleştirilmesini istemişti. 26 yatırım projesi 4 yılda tamamlanacaktı. 10 Kasım’dan sonra bir 31.3.1939 tarihinde bir Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile o yatırımlardan “sarfınazar” edildi. Menderes 10 yılda daha büyük ölçekli 260 projeyi ülke ekonomisine kazandırarak ATATÜRK’ün gerçek vasiyetini gerçekleştirdi. Erdoğan, Menderes’in yatırımlarını sattı sattı ama bitiremedi. No 4
Menderes’in Cumhuriyet’in temel ilkeleri ile bir sorunu yoktu. CHP milletvekillerinin de desteği ile Ezan’ın zorunlu olarak Türkçe okunması yasağını kaldırdı ama ATATÜRK gibi ülkeye değerli bi müze kazandırmak amacı ile Trabzon Ayasofya’sında restorasyonu başlattı ve 1959’da ibadete son verdi. AKP Hükümeti 2013 yılında müzeyi yeniden cami yaptı. No 5
Menderes; çıkardığı Büyük Doğu Dergisi ve başkanı olduğu Büyük Doğu Cemiyeti’nde ATATÜRK ve Cumhuriyet düşmanlığı yapan, başta Gül ve Erdoğan olmak üzere tüm AKP kurucularının üstadı Necip Fazıl’ı, örtülü ödenekten 147 bin lira vererek, susturdu; bir daha ağzına ve kalemine ATATÜRK ve Cumhuriyet karşıtı sözcükler bulaştırtmadı. No 6. O Necip Fazıl da Yassıada’da Örtülü Ödenek davasında yargılanırken bir süre sonra 15 idam kararını imzalayacak Salim Başol’u ‘Adaletin Ulvi Siması’ olarak tanımlamıştı. 
Hatırlatıyorum… 
..