BİR KEZ DEĞİL, BİN KEZ DAHA YEMİN ETTİM !
Bugün sabah izlediğim bir video beni yıllar öncesine götürdü. 1999 yılına gittim... Ve geleceğimiz için, ülkemiz için bir kat değil bin kat daha endişelendim.
30 Haziran 1997'de kurulan ANAP-DSP-DTP azınlık koalisyonu hükümetini CHP dışarıdan desteklemişti. Ancak 1998 yılının Kasım ayında Türkbank ihalesi yolsuzluğuna Başbakan Mesut Yılmaz'ın adı karışınca CHP hükümete Gensoru vermiş ve koalisyonu düşürmüştü.
Hükümet düşünce, CHP, daha doğrusu o dönemdeki Genel Başkan Deniz Baykal, hizipçilikle suçlandı, onun üzerine yüklenildi. Hiç unutmam, yıl 1999... O dönemde 657'ye tabi olduğumdan siyasi gelişmeleri sadece dışarıdan izleyebiliyordum. Seçim kampanyasında Sayın Baykal, bulunduğum şehre mitinge gelecekti. Ve 657’ye tabi olduğumdan dolayı mitinge gitme şansım yoktu. Ama bir yolunu bulup, oraya gittim; mitingde yapmış olduğu konuşmayı dinledim.
Sayın Baykal'ın 15 yıl önce söylediği sözler hâlâ kulaklarımda çınlar. ''Bankaları hortumluyorlar. Bu hortumlanan bankalardan giden paralar; tüyü bitmemiş yetimin hakkı, milletin parası. Buna göz yumamayız, buna göz yummak, suça ortak olmaktır. Biz suça ortak olmadığımız için bizi hizipçilikle, bozgunculukla suçluyorlar!...''
Benim düşünceme, inandığım ilkelere göre Sayın Deniz Baykal, sonuna kadar haklıydı... Ve seçime gidildi. Sabaha kadar seçim sonuçlarını televizyondan takip ettim. Sonuç hüsrandı... 18 Nisan 1999 günü yapılan genel ve yerel seçimlerde Bülent Ecevit'in DSP'si oyların %22.18'ini alarak birinci parti oldu ve 136 milletvekilliği kazandı. (MHP:129, FP:111, ANAP:86, DYP:85, Bağımsızlar:3)
Sol oyların bu şekilde DSP'de toplanması CHP'yi askeri darbeler dönemi dışında ilk defa meclis dışına itti. CHP %8.71 oy almış ancak %10 barajını geçemediği için TBMM dışında kalmıştı.
Moralim sıfır, hiç uyumadan iş yerime gittiğimde çalışanların içerisinde en erkenci bendim. Tek müşteri de bankonun karşısındaki banklardan birine oturmuş, 70’li yaşlarda görünen bir teyzeydi. Yaşlı teyze ağlıyordu. Bize genelde sorunlu insanlar gelirdi, özellikle yaşlılar daha sorunlu olurdu. Moralim sıfır, bir de karşımda ağlayan yaşlı teyze... Bir an önce sorununu çözüp göndermek için; '' Teyzeciğim, neden ağlıyorsun? Sorunun neyse çözelim.'' deyince, ağlamaktan kızarmış gözleriyle bana bakarak,'' Sen yardımcı olamazsın…'' dedi, şaşırdım. ''Peki, neden ağlıyorsun?'' diye sordum. Ağlaması bir kat daha artarak, ''Ben ağlamayayım da kimler ağlasın. Baksana, Atatürk’ümün partisi Meclis’e giremedi. Bundan kötü ne olabilir ki?’’ deyince, kendimi tutamadım. Ben bankonun arkasında, yaşlı teyze önünde karşılıklı ağlamıştık...
Bugün izlediğim video SEÇSİS ile ilgiliydi. 2000 yılında ABD Başkanlık seçimlerinde Bush’un lehine hile karıştırdığı iddialarından sonra bilgisayar programcısı Clint Curtis, ABD Temsilciler Meclisi Adalet Komisyonu Demokrat Parti üyeleri önünde 13 Aralık 2004 tarihinde sorulara verdiği cevapları dinledim.
Curtis’e; ‘’Seçim sonuçlarını dışarıdan görülmeyecek şekilde ayarlanabilecek yazılım var mı?’’ diye sorulduğunda; ‘’Evet.’’ Diyor, ‘’2000 Ekim’inde şimdi Kongre üyesi olan Tom Feeney’in seçim sonuçlarını ayarlamak için bir prototip yazdım. Hangi seçimde kimin kazanmasını istiyorsanız, oyları % 49, %51 olarak ayarlar.’’
‘’Hazırladığınız bu program seçim sandığı görevlileri, seçim sorumluları tarafından fark edilir mi?’’ ‘’Görmeleri imkânsız.’’ ‘’Böyle seçim sonuçlarını ayarlayan, görünmeyen bir programın varlığı nasıl anlaşılabilir?’’ ‘’ Ya orijinal yazılımı görmeniz ya da oy pusulalarını, sayım sonuçlarıyla karşılaştırmanız lazım. Başka bir şekilde anlaşılması imkânsız…’’
“Bu türlü seçim sonuçlarını ayarlayan yazılımlardan koruyacak bir program istenseydi, yazabilir miydiniz?’’ ‘’Şüphesiz, kim olsa yapabilir bunu. Seçime giren partilerden, programcıların yazılımına bakıp, programın içerisinde olmaması gereken bir şeyin varlığını belirlemeleri lazım. Normal yazılım çok basit… Adayın oy sayısını bir artırıyorsunuz her oy sayıldığında. En fazla 100 satırlık bir yazılım bu.’’
12 Eylül 2010 yılında yapılan referandum geldi aklıma. URL şirketi; bu durumu önleyebilecekleri teknolojiye sahip olduklarını, herhangi bir ücret talep etmediklerini, bunun vatani bir görev olduğunu bildirdikleri birer mektubu, Sayın Devlet Bahçeli’ye ve Kemal Kılıçdaroğlu’na gönderdikleri halde, her iki liderden de yazılı veya sözlü cevap alamadıklarını söylemişlerdi.
Geri kalmış “3. Dünya Ülkesi” dediğimiz ülkelerin bile kabul etmediği SEÇSİS’i Türkiye neden, niçin kabul etmiştir?
Referandumda da, genel seçimlerde de sandık görevlisiydim. Üstelik adliye binasına en yakın okulda. Hiç unutmam, genel seçimlerde 11. sırada sandığımı teslim ettim. Henüz adliye binasından çıkmadan telefonum çaldı. Arkadaşım arıyordu, sesi üzgündü. ‘’Bugün Atatürk’ü bir kez daha öldürdük.’’ deyince, şaşkınlıkla, ‘’Ne oldu?’’ dedim. ‘’Antalya’yı kaybettik!’’ Bir sağıma baktım, bir soluma. Sandık sonuçlarını teslim etmek için uzun uzadıya kuyruklar ve koşarak adliye binasına giren insanlar... ‘’Şaka yapıyorsun.’’ dedim. ‘’Keşke şaka yapsaydım. Televizyonlarda sonuçlar açıklanıyor. Açılan sandık sayısı %80 diyorlar.’’ Hemen mahalle sorumlumu aradım, inanmadı. “Olur mu öyle şey? Ben hâlâ okuldayım ve sayılmakta olan sandıklar var.’’dedi.
Koşarak okula geri gittim. Mahalle sorumlusu görevini başka bir arkadaşa devretti, atladık arabaya ilçeye binasına gittik. İlçe binası hıncahınç kalabalıktı ve çıt çıkmıyordu. Herkes televizyon ekranına kilitlenmiş, seçim sonuçlarını izliyorlardı. Benimde gözüm ekrana takıldı. Açılan sandık %87 ye çıkmıştı. Donup kaldım. Oysa sandıkların çoğunda oy sayımı bitmemişti bile. Evet, SEÇSİS… Ve bilindiği gibi 8,5 milyon fazla sahte seçmen. Seçmen sayısından 3 kat fazla basılan oy pusulası. Bu sisteme itiraz etmeyen ve bu sistemle seçime giden muhalefet partileri… Yani büyük ağalar kimi isterlerse sistemi ona çalıştıracaklar. Bu sistemle kazanan hep emperyalizm, yani onların istediği adaylar olacak. Kaybedense Türk milleti, yani bizler olacağız. 1999 yılında “Atatürk’ümün partisi meclise giremedi” diye, iki gözü iki çeşme ağlayan yaşlı teyzeyi düşündüm. Kendi kendime, ‘’Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in, değerlerinin bir bir yok edildiğini, Cumhuriyetin yıkım aşamasına getirildiğini gördükçe, kadıncağız nasıl kahroluyordur .’’ dedim. Arkasından da kim bilir belki de ölmüştür, diye düşündüm... Duygulandım ve yemin ettim.
Atamın dediği gibi, ‘’Ya İstiklal ya ölüm!’’ deyip, bu yolda mücadeleye devam edeceğime,
Atamın izinden ayrılmayacağıma bir kez değil bin kez daha yemin ettim.
Pembe TUNÇEL
4 Ağustos 2014
..