Ulusal Sol, Altı Ok ve CHP BÖLÜM 1
KAYA ATABERK,
* Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğrencisi
Türkiye’nin Çözülüşü ve Ulusal Sol’a Yöneliş
Son yıllar Türkiye’nin siyasal ve toplumsal durumunun AKP iktidarıyla şekillendiği bir zaman dilimi olarak belirmektedir. Bu zaman dilimine kısaca bir göz attığımızda, Türk ulusal devletinin tüm kurumlarının Batıya teslim edildiği, uydulaşma ve sömürgeleşmeye direnemez duruma getirildiği, toplumun tüm kesimlerinde gericiliğin yükseldiği ve Sevr’in uzun yıllar sonra ilk kez Batı tarafından Türkiye’ye bu kadar net olarak dayatıldığı bir atmosferle karşı karşıya kalırız.
Emperyalizm ve işbirlikçisi gerici siyasal kuvvetler, gerçekten de Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar ülkenin kaderini etkileyecek duruma gelmiş ve inisiyatifi bu kadar açık bir şekilde ele geçirmiş bulunuyorlar.
Bir önceki iktidar döneminin ana partisi olan DSP’nin çökertildiği 3 Ağustos darbesi ve ertesinde başlayan Üçüncü Meşrutiyet olarak süreci daha önceki Meşrutiyet örneklerine benzer bir şekilde Batıya tamamen bağlı bir ekonomik ve siyasal yapıya, buna bağlı olarak da toplumsal çözülmeye ve özellikle de devletin uğradığı toprak kayıplarına işaret eder.
AKP iktidarıyla beraber daha da hız kazanan bu sürece karşı direniş Batıcı darbenin ilk başladığı andan itibaren Türk toplumunun ihtiyacı olarak belirmekteydi. Darbenin ancak bir darbeyle engelleneceği, özellikle Ordu’nun ve CHP’nin alacağı tavrın Batının hücumunun önüne set çekilmesinde kritik önemde olduğu açıkça ortaya çıkıyordu.
Ancak bunlar yapılamadı ve Türkiye, 2005 yılının Kıbrıs’tan, Kerkük’e kadar tüm milli davalarda kaybeden ve AKP’nin Ilımlı İslam politikasının kökleşerek toplumsal yapıyı gericileştirdiği Türkiye’ye dönüştü. Milli kuvvetler tüm inisiyatifi kaybetti ve gidişata dur diyen çıkamadı.
Yaşanan sürecin diğer bir boyutu da bu dönemin 1960’lardan sonra ilk kez bu kadar yoğun bir şekilde Kuvayı Milliye fikrinin tartışıldığı bir ortam oluşuydu. Kuvayı Milliye direnişinin toplumda bir alternatif olarak yeniden ortaya çıkması aslında yaşanan sürecin doğal olarak zıddıyla beraber doğuşunun ürünüydü. Bu ürünün gerçek önderi de ancak 1919’ların Kuvayı Milliyesi’ne benzer bir şekilde, Ulusal Sol bir programla ortaya çıkacak bir örgütlenme olabilirdi.
Örgütlenmeye çalışılan Fuller “Kuvayı Milliyeleri”ne, sahte ulusacı koalisyonlara rağmen Ulusal Sol akım, özellikle de TÜRKSOLU bünyesinde kendini yeniden tanımlama ve ayrı bir siyasi-ideolojik akım olarak ortaya koyma imkanı buldu. Ulusal Sol akım geçmişte olduğu gibi bugün de kökenlerini Mustafa Kemal Atatürk’e dayandırdı ve onun Altı Ok’unu kendi programının temelini oturttuğu sağlam zemin olarak seçti.
CHP: Nereden Nereye?
Türkiye ve Ulusal Sol hareket böyle bir süreci yaşarken, ciddi bir dezavantaj olarak CHP’nin içine girdiği yönelimi ortaya koymak gerekir. Atatürk’ün kurduğu parti olması ve O’nun Altı Ok’unu hâlâ ambleminde taşıması, Atatürkçü ve solcu bir çok kesimin CHP’den beklenti içinde olmasını da beraberinde getirmekteydi. Gerçekten de Ulusal Sol bir çıkış yapma beklentisi içindeyken CHP bu çıkışın önemli bir bileşeni olarak belirebilirdi.
Ancak, Üçüncü Meşrutiyet döneminin CHP üzerinde yaptığı etki yeniden Atatürk’e ve Altı Ok programına dönerek Ulusal Sol akımla paralelleşmek olmadı. Tam tersine Atatürk’ün ölümünden beri CHP yıllardır aşama aşama geldiği sağcı, liberal noktayı mantıksal sonuçlarına ulaştırdı. Kemalizme ihanet olarak ortaya çıkan bu Atatürk’ten ve Altı Ok’tan kopma çizgisi sonunda, Atatürk ve Kemalizm düşmanlığı haline getirildi.
Özellikle CHP’nin halkçı, devrimci, milliyetçi bir parti olmak yerine Kemal Derviş gibi 3 Ağustos darbesinin önemli isimlerinden birinin Genel Başkan Yardımcısı yapıldığı bir parti olmayı seçmesiyle başlayan son perde bugün CHP tarihinin de yeniden sorgulanmasını ve bu tarihin Ulusal Sol ile kesiştiği ve çoğu zaman da karşıt uçlarda karşılaştığı noktaları yeniden ele almayı, analiz etmeyi bir zorunluluk olarak Ulusal Solcuların önüne koymaktadır.
CHP’nin Sivas Kongresi’nde (CHP’nin ilk parti kongresi olarak da kabul edilir) Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında kurulduğu Türk Bağımsızlık Savaşı günlerinden, günümüz CHP’sinin antiemperyalizmin çok çok uzağında, liberal tezleri savunan, Batı güdümlü siyasetin bir parçası olan bir siyasal yapıya dönüşmesini anlamak politik ve teorik bir ihtiyaç durumundadır. Sonuçta Türkiye’nin bugün yaşadığı sürecin sorumlularıyla, CHP’de Kemalizme ihaneti başlatan ve bunu Kemalizm düşmanlığına vardıranlar aynı kesimlerdir.
CHP sorunu sadece bir siyasal partinin sorunu olarak algılanmamalıdır. CHP, Atatürk’ün kurduğu parti olmasıyla ve Türk ulus devletinin kuruluşunda oynadığı öncü rolle tarihsel-toplumsal tüm boyutlarda Türkiye için kritik önemdedir. Türkiye’de bağımsızlık ve devrim mücadelesine girişmek ve bir yol çizebilmek için Ulusal Sol bu tarihi doğru değerlendirmek durumundadır.
Atatürk ve Altı Ok
Türkiye’de Ulusal Sol akım Atatürk’le beraber doğmuştur ve akımın önderi Bağımsızlık Savaşı günlerinden beri Atatürk olmuştur. 1919’larda Türkiye’nin emperyalizmin fiili işgali altında olduğu günlerde Mustafa Kemal Atatürk, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatarak, hem bir milletin dirilişini başlatmıştı, hem de ezilen dünyada sömürgecilik karşıtı milliyetçi, solcu devrimlerin, Birinci Dünya Savaşı ertesinde gelen büyük dalgasının ilk örneğini vermişti.
Gerçekten de Türk milletinin Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verdiği mücadelenin benzerleri Üçüncü Dünya’nın tüm köşelerinde tekrarlanacak ve sömürgeciliğin tarih boyunca en çok hırpalandığı bir dönemin perdesi Atatürk tarafından açılmış olacaktı. “Şarktan doğacak olan güneş” kısa sürede kendini gösterecekti.
Atatürk’ün Ulusal Solu sadece Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan ibaret olan tek boyutlu bir yaklaşım değildi. Toplumu tüm boyutlarıyla dönüştürmeyi hedef alan, uydu yapının kırılması için bir program oluşturan bir çizgi vardı. Atatürk, Altı Ok programını ortaya koymasıyla bir bağımsızlık ve Türk çağdaşlaşması programını da gündeme almış oluyordu. Bu aynı zamanda bir ulus devlet projesiydi. Türk Ulusal Solunun ve anti emperyalizminin kurucusu olan Atatürk, Türk devletinin de kurucusu ve ulusun babası olmuştur.
Ulusal Sol’un bugün takip etmesi gereken program masaya yatırıldığı zaman aslında Altı Ok’la tanımlanan temel ilkelerin günümüzde de geçerliliğini koruduğunu görürüz. Altı Ok esas olarak Osmanlı toplumsal düzeninin tamamen uydulaşmış ve Türk Milleti açısından esaret zincirine dönüşmüş olan yapısına yapılan halkçı, devrimci, milliyetçi müdahale anlamına geliyordu.
Siyasal ve toplumsal yapı bu müdahale ilkelerine göre yeniden kurulmuştu ve ekonomik olarak taşıdığı devletçi yaklaşımla da dışa bağımlılığa, ülke içindeki sömürücülere karşı da bir mücadele başlatmıştı. Özü itibariyle tüm tutarlılığıyla milliyetçi ve sol olan Atatürkçü hareket bugün de Türk Ulusal Sol akımı için son derece ışık tutucu ve aydınlatıcıdır.
Ancak sol, özellikle de CHP yıllardır bu çizgiden uzaklaşmış, bu çizgiye karşı ihanet içerisinde olmuştur. Sonuç olarak da Atatürk’ün halkla birleşen CHP’sinden günümüzün ABD ile birleşen Batıcı, sağcı CHP’sine gelinmiştir. Türk çağdaşlaşması ve bağımsızlığının mücadelesini verirken Atatürk tafından kurulan CHP artık bağımsızlık kavramını tamamen gündeminin dışına almış durumdadır. Sağcılaşmış ve uydulaşmış siyasal yapı CHP’yi Atatürk’ün ölümünden sonra yaşanan süreçte tamamen içine almıştır.
Bugün solun yaşadığı krizin tek çıkış noktası Atatürk’le ve onun programı olan Altı Ok’la birleşebilmektir. Bunu başardığı sürece ulusla da bir araya gelebilecektir. Bunun dışındaki tüm seçenekler Batı yoludur. Ulusal Sol bu Batı yolunun yerine Altı Ok’u seçenlerin yolu olacaktır. CHP’nin yapacağı tercih ise Ulusal Sol’la tarihi boyunca ilerleyen ilişkisine göre olacaktır. Ya içine girdiği yolda savrulup bitecek ya da silkinerek kendine gelecektir.
CHP’nin Ulusal Sol’la Tarihsel İlişkisi
CHP için yapılacak herhangi bir tarihsel değerlendirmede göz önüne alınması gereken ilk şey CHP’nin Atatürk tarafından kurulmuş parti olduğudur. Gerçekten de CHP Atatürk tarafından bir siyasal mücadele aracı olarak tarih sahnesine çıkartılmış ve Altı Ok programı çerçevesinde örgütlenmiştir.
CHP’nin kuruluş aşamasında Atatürk bu süreci şöyle anlatmıştı: “Her yerde siyasi fırka teşkili hakkında da halk ile uzun hasbıhallerde de bulundum. 7 Kanunuevvel 1922 tarihinde Ankara matbuatı vasıtasıyla halkçılık esasına müstenit ve ‘Halk Fırkası’ namiyle siyasi bir fırka teşkil etmek niyetinde olduğumu beyan ederek bu fırkanın nasıl bir program takib etmesi lazım geleceği hakkında bilcümle vatanperveranın, erbabı ilmü fennin müzaheret ve müşareketine müracaat etmiştim.”
Atatürk, Türk toplumunu dönüştürmek için bir araç olarak siyasal bir parti kurmak ve bu partiyi özellikle de halkçlık ilkesine ve halka dayandırmak istemişti. Dolayısıyla partinin adını da “Halk Fırkası” olarak belirtmişti. Bu anlamıyla halkçılığın Altı Ok’un bir unsuru olarak daha parti kurulmadan nasıl belirdiğini ve Atatürk’ün programının unsurlarının nasıl ilk baştan beri belirlenmiş olduğunu görmüş olyoruz.
Tabi ki CHP’nin bu örgütlenişi de düz bir gelişim çizgisi izlemiş değildir. İlk baştan itibaren Atatürk CHP içinde de önemli bir mücadele vermiş, CHP’yi muhafazakâr-Batıcı bir çizgiye çekmeye çalışan geniş muhalefet kesimiyle Altı Ok’u savunmak için kavga vermek zorunda kalmıştır.
Atatürk’ün kurduğu ve Atatürk tarafından ambleminde ve programında Altı Ok’u taşıyan parti olarak örgütlenen CHP, Atatürk’ün ölümünden sonra aşama aşama Altı Ok’u terk edecektir. Bu terk ediş sırasında da her adımda Ulusal Sol’un fikirleriyle ve pratiğiyle karşı karşıya gelmiştir. Daha Atatürk sağken Ulusal Sol’un teorik kaynaklarını ortaya koyan Kadro’ya tavır alan Recep Peker’den, 60’larda devrimci subaylara, gençlere, Doğan Avcıoğlu-YÖN çizgisine ve Ulusal Sol’un tüm kesimlerine düşmanlık güden ve bunu açıkça ifade etmekten çekinmeyen Ecevit’e kadar bu gerçek değişmemiştir.
Aslında Recep Peker de, Ecevit de siyasal yaşamlarının belirli dönemleride kendilerini liberalizm karşıtı, halkçı ve devletçi olarak tanımlamışlardır ancak iş Altı Ok’u tüm boyutlarıyla savunan Ulusal Sol anlayışla yüzleşmeye geldiği zaman sağcı bir siyasetçinin tavrını almışlardır.
Peker Kadro’yu yabancı ideolojilerden etklenmekle suçlarken, Ecevit YÖN çizgisini darbecilikle, devrimci gençleri anarşizmle, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki devrimci subayları da demokrasi düşmanlığıyla suçlamaktan çekinmemişlerdir.
Oysa CHP’nin karşı karşıya geldiği tüm bu akımlar özünde Ulusal Sol anlayışın temeli olan Altı Ok programını savunmak dışında bir şey yapmamışlardır. CHP’nin Ulusal Sol’dan uzaklaşarak sağcılaşması devrimcileri Atatürk’e geri dönüş anlayışında birleştirmiştir.
Bu noktadan bakıldığında CHP-Ulusal Sol ilişkilerini bir program meselesi olarak anlamak ve CHP - Altı Ok ilişkilerine göre bir yargıya varmak bizim açımızdan daha açıklayıcıdır. Ulusal Sol’un programı Altı Ok’tur ve öz olarak Kadro’dan, YÖN’e ve günümüzün TÜRKSOLU hareketine kadar değişmemiştir. Tümü de Atatürkçülüğün ve Altı Ok’un kendi dönemlerinde savunucusu olmuşlar ve bu program çerçevesinde mücadele etmişlerdir.
CHP de Atatürk tarafından Altı Ok programına göre örgütlemek istenmiştir ama CHP Atatürk döneminde bile Altı Ok’u örgüt olarak savunan bir yapı olamamıştır. CHP’li siyasetçiler zaman zaman söylem düzeyinde Altı Ok’u savunsalar da kritik anların tümünde programın özne aykırı davranmışlardır. Altı Ok CHP’ye program olarak girmiştir ama uygulamada kendini bu programa yüzde yüz bağlı bir partililer kadrosu oluşamamıştır.
CHP’yi Değerlendirmenin Kıstası Altı Ok Olmalıdır
Altı Ok bir program olarak CHP’ye bir kerede kabul ettirilmiş de değildir. Atatürk’ün Nutuk’ta ve diğer konuşmalarında kendisinin de ifade ettiği gibi bir çok kereler bazı gerçekleri daha uygun anlarda açıklamak amacıyla saklamak zorunda kalmış, CHP’nin içinde de yer alan devrim karşıtlarıyla zaman zaman geri çekildiği, zaman zaman saldırdığı bir mücadele yürütmek zorunda kalmıştır. Altı Ok’un tümünün CHP’nin ilkeleri olması böyle bir mücadelenin sonucu olmuştur. Atatürk yapacakların aşama aşama programa geçirmek durumunda kalmıştır.
Altı Ok programı ve devrimler mücadelenin başından beri Atatürk tarafından tasarlanmış olmasına rağmen açıklamak ve gerçekleştirmek aşamalarla olmuştur.
Atatürk bu gerçeği Nutuk’ta belirtir, CHP’nin ilk programı açıklanırken bazı şeyler ertelenmek zorunda kalınmıştır: “Bu program, bugüne kadar icra ve intacettiğimiz esaslı bilcümle hususatı ihtiva ediyordu. Maahaza, programa ithal edilmemiş, mühim ve esaslı bazı meseleler de vardı. Mesela cumhuriyetin ilanı, hilafetin ilgası, Şeriye Vekaletinin lağvı, medreseler ve tekkelerin kaldırılması şapka iksası gibi... Bu meseleleri programa ithal ederek vaktinden evvel, cahil ve mürtecilerin, bütün milleti tesmime fırsat bulmalarını muvafık bulmadım. Çünkü bu mesailin, zamanı münaibinde hallolnabileceğinden ve milletin binnetice memnun olacağından emin idim.”
Cumhuriyet Halk Fırkası kurulurken “Cumhuriyet” kavramı partinin adına girmiş ama programa girememişti. CHP’nin 1923 Nizamnamesi okunduğu zaman aslında Cumhuriyetin tanımlandığı ama isim olarak anılmadığı görülür. Altı Ok’un tamamının ortaya konuluşu da benzer mücadelelerin sonucu olmuştur. Her ilkenin kabul ettirilişi bir muhalif kesimin tasfiyesini getirmiştir.
Atatürk’ün ardından gelen Kemalizme ihanet aşamalarında ise Altı Ok yavaş yavaş törpülenmiş ve sonunda da tasfiye edilmiştir. Altı Ok’a alınan tavır, CHP’nin hangi dönemde hangi konumda olduğunu da tanımlamaktadır. Bu açıdan Altı Ok CHP’yi değerlendirirken kullanacağımız temel kıstas olarak da anlam kazanmaktadır. Her dönem teker teker bu kıstasa vurulduğu zaman dönemin niteliği de ortaya çıkacaktır.
Emperyalızme Karşi Savaş Dönemı: Müdafaa-ı Hukuk Cemıyetı
CHP tarihini dönemlerine ayırdığımız zaman Sivas Kongresi’nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşundan, CHP’nin kuruluşuna kadar olan zamanı ilk dönem olarak almamız gerekir. Bu aslında ilk bakışta da hemen anlaşılabileceği gibi CHP’nin siyasi bir parti olarak ortaya çıkmasından, kendini net bir programla tanımlamasından önceki dönemdir.
Şartlar Türk vatanının emperyalist İtilaf Devletleri ve onların yandaşı Yunan Orduları tarafından işgal edildiği, Misak-ı Milli sınırları içerisinde Kürt ve Ermeni devletlerinin oluşturulmasına emperyalistler tarafından karar verildiği şartlardır. Osmanlı Devleti dağılmış, vatan parçalanmış ve Türk milleti henüz kendisini ve vatanı kurtaracak bir mücadeleye başlayamamıştır. Bu mücadelenin önderi Mustafa Kemal Atatürk olacaktır.
Atatürk temel ihtiyaç olarak vatan savunmasının verilmesine hizmet edecek olan bir örgütün kurulması için çalışmaktaydı. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bu ihtiyacı karşılayacak örgüt olarak kurulmuştur. Erzurum ve Sivas’ta toplanan kongrelerin ardından Cemiyet kurularak yurt çapında bir mücadelenin tetikleyicisi olmuştu. Cemiyet’in kurulması ve aracılığıyla Ankara’da TBMM toplanmış, direniş oluşturulmuştur.
Bu nedenlerle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti siyasal bir parti gibi değil, silahlı mücadele veren bir hareket gibi örgütlenmek ve kendini bu anlamda sınırlamak durumunda kalmıştır. Ancak daha bu dönemde bile Atatürk’e karşı muhalefet kendini hissettirmeye başlamıştı. Atatürk’ün kafasındaki ulus devlet projesi ve siyasal program ilk baştan itibaren nettir. Kurtuluş Savaşı’na katılan, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne giren muhafazakâr kesimler de durumu sezmektedirler ve bir muhalefeti ilk baştan itibaren yürütmüşlerdir.
Cemiyet’in amaçları konusunda Atatürk daha sonradan şunları söyleyecektir: “... Nizamnamenin teşkilata ait sahifesinde görülüyor ki maksat Osmanlı vatanının tamamiyetini muallayı hilafet ve saltanatın ve istiklali millinin masuniyetini temin zımnında Kuvayı Milliye’yi hakim kılmaktır.”
Bunları söyledikten sonra devamında “(...) Bugün cihan milletleri yalnız bir hakimiyet tanırlar: Hakimiyeti milliye” demektedir.
Cumhuriyet fikri her zaman vardır ve aslında Atatürk’ün kafasında nettir. Bu netlik taktik olarak o dönem çok ön plana çıkarılmasa da Atatürk’ün niyetinin cumhuriyet kurmak olduğunu hisseden sağcı muhalifler onun önder olmasının ve zaman içinde planladığı programı uygulamasının önüne geçmeye çalışmışlardır.
Bu engelleme çabaları her dönemde Atatürk’ün karşısına çıkmıştır. Önce Kongre ve cemiyet başkanı, ardından milletvekili ve Başkomutan olması engellenmeye çalışılmıştır. Bu muhalefete karşı bir yapı oluşumak istemesinin de etkisiyle Atatürk Meclis içinde bir siyasal grup oluşturarak, onun başında mücadele etmenin önemini daha ilk başlarda anlamıştı ve Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu oluşturarak bir siyasi parti gibi davranma yoluna gitmişti: “Herşeyden evvel, memlekette, milletin mevcudiyet ve iradesini tebarüz ettirmek ve bunu sarsılmaz bir tarzda Meclis-i Milli’de temsil etmek lazımdır.
Bu da, memlekette milli bir mefkure etrafında, kuvvetli bir teşkilat yapmak ve bu teşkilata müstenit, Mecliste bir grup bulundurmakla mümkündür.”
Atatürk siyasal bir örgütle verilecek mücadelenin gerekliliğini bu şekilde açıklamaktaydı. Ancak muhafazakâr-sağcı güçler hem TBMM’deki muhalif grup içinde hem de Müdafaa-i Hukuk Grubu içerisinde çalışarak engellemelerde bulunmaya devam etmişlerdir.
Atatürk ise kendisinin emirlerini uygulayacak ve Türk Devrimi’ni ilerletecek bir örgüt oluşturmak istemektedir. Bu örgüt de ancak Atatürk’ün önderliğini tamamen onaylayan bir siyasal parti olabilirdi. CHP kurulduktan sonra bir dereceye kadar Atatürk’ün devrimci önderliğinde ulus devlet kurucusu bir siyasal örgüt olacaktır ama ilk baştan beri içinde yer alan muhalif gericilerin frenleme çabaları da devam edecektir.
Atatürk Dönemi CHP ve Altı Ok’un Ortaya Çıkışı
1923 yılında artık Türkiye emperyalistlere karşı verdiği askeri mücadeleyi büyük oranda kazanmış bir durumdadır. Bu noktaya gelinmesi Atatürk’ün de başında bulunduğu örgütü bir savaş aracından, siyasal bir örgüte dönüştürme fikrini hayata geçirmesini sağlamıştır. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti isim değiştirerek Cumhuriyet Halk Fırkası’na dönüşmüştür. Atatürk başında bulunacağı bir siyasal parti oluştururken 1923-1938 arasında bu örgütün programlarını da kendisi inşa edecektir.
1923 yılı CHP Nizamnamesi temel bazı ilkeleri ortaya koyarak partiyi tanımlamıştı. Nizamname’ye göre: “Halk Fırkası, Cemiyetler Kanunu mucibince, teşekkül etmiş bir siyasi cemiyettir. Gayesi milli hakimiyetin halk tarafından ve halk için icrasına rehberlik etmek ve Türkiye’yi asri bir devlet haline yükseltmek ve Türkiye’de bütün kuvvetlerin fevkinde kanunun velayetini hakim kılmaktır.”
Bu ilk Nizamname’de bile halkçlık, milli egemenlik, çağdaşlık gibi bir çok temel kavramın çok net olmasa da yer aldığını görebiliriz. İlkeler ve program net olarak sadece Atatürk’ün bilincinde mevcuttur. Atatürk, en yakınında yer alan Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak gibi Kurtuluş Savaşı önderlerinin bile aslında bu programın neredeyse tamamının karşısında yer alacaklarını bilmektedir. Bu nedenle erken bir çıkış yaparak henüz belirli güçleri ve stratejik mevkileri ellerinde tutan bu muhafazakarlar karşısında zor durumda kalmak istememiştir.
Partinin ilkelerinin açıklıkla rotaya konulması zaman içinde gerçekleşecek mücadelelerin ve muhafazakarların tasfiyesi sonucunda gerçekleşebiecekti.
1925 yılında gericilik esas kalkışmasını Şeyh Sait isyanıyla gerçekleştirecek, Atatürk de isyanın bastırılmasının ardından Takrir-i Sükun Kanunu’nun çıkmasını sağlayarak gericiliğin tasfiyesi için en önemli adımları atacaktır. Terakiperver Cumhuriyet Fırkası gericiliğin örgütlenme aracına dönüşmesi dolayısıyla kapatılacak ve önemli bir tasfiye süreci yaşaacaktı.
Sonuç olarak özellikle Cumhuriyet’in ilanına ve hilafetin kaldırılmasına muhalif olan Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay gibi isimler etkisiz hale geldiler. Sağcılığın tasfiyesi Atatürk’ün 1927’de Nutuk’u okumasıyla da açıklanmış oluyordu. Nutuk, Bağımsızlık Savaşı’nı anlatan bir metin olmasının yanısıra Atatürk’ün sağcı, Batıcı muhalefetle olan mücadelesini de ayrıntılarıyla anlattığı ve bu kesimleri siyasal ve tarihsel olarak mahkum ettiği bir belgedir. Yine buna koşut olarak 1927 yılında Altı Ok’un bir kısmı da formüle edilmeye başlanmıştır.
1927 CHP Nizamnamesi’nde “umumi esaslar” başlığı aytıda program şöyle tanımlanır: “Cumhuriyet Halk Fıkası, Cemiyetler Kanununa tevfikan teşekkül etmiş cumhuriyetçi, halkçı, milliyetçi, siyasi bir cemiyettir ve merkezi Ankara’dadır. Fırka, Türk milleti mevkii itibar ve refaha mütemadiyen yükseltmekte olan ve her türlü istibdat ve tagallüp idaresi imkanını kapıyan yegane şekl-i devletin, hakmiyet-i milliyenin aksayı tekamülü olan (Cumhuriyet) olduğunu ve cumhuriyetin halen ve atiyen her türlü tehlike ve taaruzlardan masun bulundurulmasının en ali bir vazife-i milliye ve vataniye bulunduğunu en esaslı bir kanaat ve gaye-i siyasiye olarak kabul ve ilan eder.”
Artık Cumhuriyetçlik, Milliyetçilik ve Halkçılık üç ilke olarak belirginleşirken, Cumhuriyet rejimi, baskının ve sömürünün engelleyicisi olarak da tanımlanmıştır. Devletçilik okunun parti programına girişi de ancak 1930 yıında bu konu üzerinden ortaya çıkan Serbest Cumhuriyet Fırkası ayrışmasından ve bu partinin liberal- gerici programıyla beraber tasfiye edilmesinden sonra olmuştur.
Altı Ok’un tümünün parti programına girmesi ise ancak 1931’de gerçekleşmiştir:
“Cumhuriyet Halk Fırkası
A- Cumhuriyetçi,
B- Milliyetçi,
C- Halkçı,
Ç- Devletçi,
D- Layik,
E- İnkılapçıdır” tanımlaması yapılarak Altı Ok bilinen sırasıyla sayılmıştır.
Kısacası Altı Ok’un bir bütün olarak Parti programına alınması bile başlı başına bir mücadelenin sonucu olmuştur ve 1923-1931 yılları arasında aşamalarla gerçekleşmiştir.
CHP’nin kuruluşu itibariyle Atatürk hem parti hem de TBMM açısından kendi etrafında merkezileşen bir yapı kurmaya gayret etmiştir. 1. TBMM’de her türlü gericiliğin Meclis ve hatta Müdafaa-i Hukuk Grubu içinde engellemelere kalkışması bu çabada etkili olmuştur. Parti içindeki devrim karşıtlarıyla mücadele etmek zorunluluğu, Atatürk ölene kadar da hızı kesilmeden süren bir süreç olmuştur. Ancak Atatürk’ün ölümünün ardından bu güçler karşılarında kendileriyle uzlaşmaya çalışacak bir İsmet İnönü bulacaklardır. Atatürk yaşadıkça karşı devrimle uzlaşmak isteyenlerin önündeki engel olarak da var olmuştur.
Atatürk CHP’ye isim verirken bile aslında ideolojik bir mesaj vermekten geri kalmamıştı. Kurulan siyasal örgüt gelecekteki Altı Ok programının iki okunu isminde barındırıyordu. Parti halk egemenliğine dayanarak, halkla birleşerek, cumhuriyeti savunacak olan bir parti olacaktı. Burada muhafazakâr sağcılığa karşı verilecek olan mücadelenin tek yolunun solcu devrimcilik olduğu da bilinmektedir. Bu güçleri engellemek için parti yapısı da merkezi ve Atatürk’ün kendisine bağlı bir şekilde kurulmaya çalışılmıştır.
Atatürk’ün bu yapıyla uyguladığı program da uydu toplumsal yapıya yapılan halkçı devrimci müdahale olarak tanımlanmalıdır. CHP’nin Altı Ok programı da tam olarak bu müdahaleyi gerçekleştirmek ve toplumda devrimci dönüşümleri gerçekleştirmek anlamına gelecekti.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***