Ergenekon Operasyonu Susurluk'un Rövanşı mı?
Cem Özatalay
İstanbul - BİA Haber Merkezi
02 Şubat 2008, Cumartesi 00:00
Ergenekon örgütünün devletin derin operasyonlarını yürütmekle mükellef bir organizasyon olmadığı, tersine devleti her ne yolla olursa olsun ele geçirmeye çalışan bir hareket olduğu söylenebilir.
Önce peşinen söyleyeyim: Ergenekon operasyonunu derin devletin rutin iç tasfiyesi olarak görülmesi yaklaşımının meselenin özüne temas edemediği kanısını taşıyorum.
Çünkü Susurluk örgütü ile Ergenekon örgütü arasında yapılan analoji üzerinden geliştirilen bu yaklaşımın, söz konusu iki örgütün ideo-politik çizgilerindeki, kadrosal bileşimlerindeki ve daha da önemlisi örgütlenme stratejilerindeki temelli farklılıkları önemsizleştirerek meselenin politik muhtevasını gözden kaçırdığını düşünüyorum.
Susurluk,
Susurluk örgütü, seçilmişlerin -özelde dönemin Doğru Yol Partisi'nin- Emniyet ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) kökenli unsurlarla yan yana gelmesiyle oluşmuş tipik bir kontrgerilla örgütüydü. Bir yandan PKK ile mücadelede işlev üstlenen bu örgüt, diğer yandan da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) dağılmasıyla oluşan Türki cumhuriyetlerde Türkiye'nin diplomatik etkisini artırmaya dönük illegal operasyonları yürütüyordu.
Ancak bu örgütün gözden kaçan üçüncü özelliği ise Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) devlet yönetimi üzerindeki hakimiyetini dengelemeye hizmet eden militarist bir aygıt olmasıydı. Tam da bu nedenle büyük olasılıkla JİTEM imzalı bir “trafik kazası”yla söz konusu örgüt tasfiye edildi.
Bu tasfiye sürecinin legal platformdaki uzantısının ise kazadan bir yıl sonra gerçekleştirilen 28 Şubat muhtırası olduğunu düşünmek için anlamlı gerçekçeler bulunuyor.
Eksen değişti,
Ergenekon örgütünün ise ağırlıkla asker kökenli kadrolara dayanan bir oluşum olduğunu görüyoruz.
1999'da kurulduğu Emniyet yetkilileri tarafından da teyit edilen bu örgüt (Bkz. Birgün, 29 Mart 2007) hakkındaki ilk çarpıcı dosyanın, Danıştay saldırısının hemen akabinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) yönetiminde olduğu bir dönemde -büyük olasılıkla MİT ya da Emniyet kaynaklı ısmarlama bir haberle- Star gazetesinde yayınlandığını görüyoruz (Bkz. Star Gazetesi, 26-27 Mayıs 2006).
Susurluk örgütünün baş aktörlerinden olan Mehmet Ağar “düz ovada siyaset” açılımını yaparken, Ergenekon örgütünün baş zanlısı Veli Küçük'ün, “Benim Atatürk’ümün çizdiği Misak-ı Milli hudutları içerisinde Musul-Kerkük, Halep, Karaağaç, Dedeağaç var. Ben bu haritayı kabul etmiyorum. Benim Misak-ı Millim bu değil” sözlerinde ifadesini bulan irredentist bir stratejiye yöneldiğini tespit edebiliyoruz.
Bu bağlamda, Ağar'ın devamcısı olduğu Susurluk çizgisi Türkiye'nin geleneksel Amerika Birleşik Devletleri (ABD) eksenli dış politika stratejisiyle hiçbir zaman çatışma içinde olmamışken, Küçük'ün Ergenekon'unun bu çizgiyi değiştirerek Türkiye'yi Çin-Rusya-Hindistan eksenli Avrasyacı bir hatta oturtmayı planladığını anlıyoruz.
Diğer yandan, Susurluk örgütü zaten DYP ile yakın ilişkileri olan, bu nedenle de özgül politik strateji geliştirmeyen bir oluşumken, Ergenekon'un Milliyetçi Hareket Partisi'ni (MHP) ele geçirmeye çalıştığı, bunun için irredentist görüşleriyle tanınan Ümit Özdağ'ın MHP Genel Başkanlığı adaylığının Küçük tarafından desteklendiğini görüyoruz (bkz. Zaman, 15 Kasım 2006).
Ancak hasımları tarafından MİT'çi addedilen Devlet Bahçeli'nin bu planına hayata geçmesini engellemeyi başardığı biliniyor.
STK'lere özel önem!,
Susurluk örgütü kitleselleşmek gibi bir stratejiye yapısı gereği ihtiyaç duymamışken, Ergenekon örgütünun sivil toplum örgütlerine özel önem verdiği anlaşılıyor:
“Sivil toplum örgütleri Dünya Bankası, Avrupa Birliği örgütleri ve dış ülkelerin siyasi erkleri tarafından finanse ediliyor. Umutlar devletten daha çok giderek bu sivil toplum örgütlerine bağlanıyor. (...) Ergenekon’un kendi kuracağı sivil toplum örgütlerine ihtiyacı vardır. Bu örgütlerin etki altına alabildiği öyle noktalar vardır ki bunu diplomasi sağlayamaz” (Star, 27 Mayıs 2006).
Keza soruşturma sürecinde medyaya sızan bilgilerin de teyid ettiği üzere, tipik bir kontrgerilla örgütü formunda teşkilatlanmış Susurluk örgütünden farklı olarak, Ergenekon örgütünün Nazi örneğinde olduğu gibi Hücum Kıtaları (SA) formunda örgütlendiği anlaşılıyor.
Dolayısıyla Ergenekon örgütünün devletin derin operasyonlarını yürütmekle mükellef bir organizasyon olmadığı, tersine devleti her ne yolla olursa olsun ele geçirmeye çalışan bir hareket olduğu söylenebilir. Bu özelliği Ergenekon'u öncellerinden köklü bir biçimde ayırıyor.
Tam da aynı nedenle, Susurluk örgütü bilindik bir kontrgerilla taktiğiyle (trafik kazası) tasfiye edilirken, Ergenekon örgütünün tasfiyesi legal platformda gerçekleştiriliyor. Zira delilleri büyük olasılıkla Susurluk ardılı Emniyet ve MİT görevlileri tarafından sağlanan bu operasyonla yalnızca söz konusu yapılanma örgütsel olarak tasfiye edilmek istenmiyor; aynı zamanda “kızıl elmacılık” diye bilinen ve azımsanmayacak bir toplumsal desteğe sahip olan ırkçı-faşist eğilimin de zayıflatılmak istendiği anlaşılıyor.
Tam da aynı nedenle bu operasyonun Ergenekon'un kimi karanlık eylemlerini aydınlatması söz konusu olabilir, ki bu söz konusu operasyonun sağlayabileceği yegane kazanım olarak görülmeli.
AKP-Ordu-ABD mutabakatı,
Operasyonun yasal platformda yürütülmesinin esas nedeni ise ABD'nin içine sürüklenmekte olduğu ve kısa sürede tüm dünya ekonomisini etkisi altına alması beklenen iktisadi kriz ortamında Ergenekon çizgisinin toplumsal güç haline dönüşmesinden çekinilmesi olmalı.
Söz konusu operasyonun bu çerçevede muradına ulaşıp ulaşmayacağını ise zaman gösterecek. Ancak tüm dünyada ırkçılığın ve faşizmin yükseldiği düşünülecek olursa bunun o kadar da kolay olmayacağı ilk elden söylenebilir.
İlk bakışta, ırkçı-faşist bir örgüte ve onun ideolojisine yönelik yürütülen operasyonun hayırlı olduğu düşünülebilir. Bu bir yanıyla haklı bir kanı. Ancak diğer yandan operasyonun mümkün kılınmasına yol açan mutabakat zemininin pek de püripark olmadığı gözden kaçırılmamalı. Çünkü AKP, Genelkurmay ve ABD arasında tesis edildiği anlaşılan mutabakat zemininin Türkiye için aydınlık bir gelecek vaat ettiğini söyleyebilmek mümkün değil.
Görünen o ki; ABD, PKK'nin tasfiyesine izin vereceğini, AKP askeri vesayet rejiminin devamına boyun eğeceğini, Genelkurmay da başörtüsü vb. sorunlar üzerinden laikçilik zemininde gerilimi tırmandırmayacağını beyan ederek bir mutabakat zeminine ulaşmışlar.
Sıra, tüm tarafların kazançlı çıktıklarını düşündükleri bu mutabakat zeminine çomak sokacak hasmın ortadan kaldırılmasına geldiğinde ise Susurluk ardıllarının topladığı deliler üzerinden Ergenekon operasyonuna start verildiği anlaşılıyor.
Bırakın derin devletin tasfiyesini veya temiz eller operasyonu olmayı, devletin verili statükolarının devamı ve Kürt halkının demokratik taleplerinin inkarı üzerinden kurulan -ve bahar aylarında Kuzey Irak'a bir kara harekatının düzenlenmesinin zeminini oluşturan- bu oldukça can sıkıcı mutabakat düzleminin ise alkışlanacak bir tarafı bulunmuyor.(CÖ/EÜ)
* Cem Özatalay, Galatasaray Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi.
***