BALYOZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BALYOZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2021 Salı

2008 KOMPLOSU TÜRK ORDUSU VE TÜRK SİYASETİNE YÖNELİK DARBE GİRİŞİMİ

 2008 KOMPLOSU TÜRK ORDUSU VE TÜRK SİYASETİNE YÖNELİK DARBE GİRİŞİMİ




2008 KOMPLOSU, TÜRK ORDUSU, TÜRK SİYASETİ , DARBE GİRİŞİMİ , Onur Dikmeci , Abdurrahman Yalçınkaya , Osman Paksüt ,Ergenekon , Balyoz , İlker Başbuğ , Necdet Özel , Onur Dikmeci ,


Onur Dikmeci
19 Nisan 2017 Çarşamba

   14 Mart 2008 yılında dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya kaya tarafından Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılma istemiyle dava açılmıştı. Bu gelişmenin kamuoyu nezdinde duyulmasıyla fırtınalar koptu. Süreç içerisinde muhalif durumda dahi bulunsalar ağırlıklı kesim kapatılma yerine siyasi yasakları savunmaktaydı. Dava sürecinde ilginç gelişmeler yaşanacağı gibi davanın açılış tarihide manidardı. Buna göre kapatılma davası hazırlıklarının 2007 yılından itibaren başlatıldığı ortaya çıkmıştı. 2007 ise Türk siyasi tarihinde bir kırılmayı anlatan dönemdi. Hrant Dink ve gayrı müslim din adamlarının cinayetlerinden sonra Cia'den eğitim alan bazı polis müdürleri Emniyet'in kritik birimlerine atandılar. 1999'dan itibaren oluşturulmaya başlanan ve 2001'de son şekli verilerek Mit'e sunulan Ergenekon şeması yeniden gündeme getirildi. Bir muhtıra ya da kimi kesimlerce Tsk bildirisi olarak adlandırılan 27 Nisan Tsk açıklaması neticesinde de bürokrasi darbe olabileceği tedirginliğiyle Cia ile içli dışlı olan gruplara teslim edilmeye başlandı. Haziran ayında da Ergenekon operasyonları başlatıldı. Akp kapatma hazırlıklarının başlatılması bu evreye denk geliyordu.  Kapatılma davası açıldıktan sonra ise generaller nezdinde bazı ses kayıtları servis edilerek Tsk yıpratılmaya çalışılıyordu. Kamuoyundaki yaygın kanaate göre parti kapatma davası ulusalcı ya da vesayetçi derin devletin tertibiyken, silahlı kuvvetler personeli hakkındaki sızıntılar ise davaya karşı rövanş olarak hükümet cephesince desteklenmekteydi. Oysa yıllar sonraki bilgi birikimi ve algımızla durumun böyle olmadığı, kapatma davası ve Tsk hakkındaki iddiaların aynı odaklarca tasarlandığı ve neticede ulusalcı ya da mütedeyyin farketmeksizin bütün Türkiye'nin yara aldığı görülmüş olmaktadır.
Kapatılma davası sürerken en fazla hedef gösterilen kişi Ağustos 2006 şurası ile Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanmış hali hazırda bu görevi sürdüren ve 2008 Ağustos'unda Genelkurmay Başkanı olması beklenen İlker Başbuğ idi. Ordudan emekli subay öğretmen Binbaşı Dr. Erol Mütercimler'in yıllar sonraki ifadesine göre İlker Başbuğ ''Amerikancı bir Subay''idi. Böyledir veya değildir ancak Başbuğ'un hedef alındığı çok belliydi. Çünkü o askeri davalardan (Ergenekon Balyoz..) rahatsızlık duyan, komuta kademesini bu doğrultuda şekillendirmek isteyen şahin sınıftan bir komutan olarak tanımlanıyordu. Hal böyleyken ideolojik kimliği farketmeksizin tasfiye edilmesi Tsk'ni itibarsızlaştıracağı gibi olayda iktidar partisinin üzerine yıkılacaktı. Gerçekte iktidar partisi kapatma sürecinde Başbuğ'un kararnamesini imzalamama resti en gerçekçi ve ciddi tepkisi olacaktı. Bu bakımdan bu durum kabul edilebilir bir stratejiydi çünkü Genelkurmay Başkanı zaten hükümet tarafından atanırdı. Ancak Tsk'ni itibarsızlaştıracak sızıntılar dış kaynaklı girişimlerin neticesiydi.

Başbuğ ile alakalı haberlerden biri Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Paksüt ile yaptığı iddia edilen görüşmeydi. Haberin içeriği şu şekilde aktarılmıştı:

''4 Mart 2008 günü saat 17:oo’da, Ankara’da, 06 LLU 81 plakalı mavisiyah Mercedes marka otomobil Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na geldi. Otomobilde Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt vardı. Paksüt, karargâha girdi ve bir saat 15 dakika süreyle, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı, altı ay sonrasının müstakbel Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile başbaşa görüştü.

Günün moda deyimiyle, görüşmenin zamanlaması manidardı. CHP ve DSP’nin, üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getirmek amacıyla Anayasa’da değişiklik yapılmasına ilişkin 5735 sayılı kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasının üzerinden sadece yedi gün geçmişti. Ve o an itibariyle, çoğumuz henüz bunu bilmesek de, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP aleyhinde kapatma davası açmasına on gün kalmıştı.

Anayasa Mahkemesi Başkanvekili’nin, kritik başörtüsü ve kapatma davaları sürecinde Kara Kuvvetleri Komutanı’yla görüşmesini ilginç kılan diğer bir unsur, buluşmanın gizli tutulması, kayıt altına alınmaması, tarafların kaydı tutulan resmî programlarında görünmemesiydi. Hatta buluşma öncesinde, karargâh giriş ve çıkışlarında bulunan güvenlik kameralarına karartma uygulanmış, komuta katı da tamamen boşaltılmıştı.''

Yani görüşme kapatma davasından önce gerçekleştirilmişti. Oluşturulmak istenen teze göre davayı ordu yönlendiriyordu. Başbuğ ile ilgili ikinci sızıntı Vakit gazetesinde Yayımlanan İlker Başbuğ'un Büyük Kulüp adlı sivil toplum kuruluşuna üye olduğu haberiydi.
 Yayımlanan Belgeden, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'un 1882 yılında İngiliz Elçisi Sir Alfred Sandison tarafından kurulan “Büyük Kulüp adlı derneğe üyelik başvurusunda bulunduğu ve başvurusunun kabul edildiği algısı oluşturulmak isteniyordu. Dernek Başkanı Duran Akbulut, İlker Başbuğ'a gönderdiği 18.12.2006 tarihli yazıda şunları kaydediyor: “Büyük Kulüp Derneği'ne üyelik için yapmış olduğunuz başvurunuz ilgili kurullarca tetkik edilmiş olup, Yönetim Kurulumuzun 09.12.2006 tarihinde yapmış olduğu toplantıda üyeliğe mani haliniz bulunmadığı anlaşıldığından, Büyük Kulüp üyeliğine kabulünüze karar verilmiştir.”

Yazıdaki “tetkik edilmiş olup” ve “üyeliğe mani haliniz bulunmadığı” ifadeleri, “Kulüp, Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli makamlarından birinde bulunan bir komutanla ilgili 'güvenlik soruşturması' yapmış” şeklinde yorumlanıyordu.

Üyeliğe kabul yazısının devamında da şöyle deniliyor: “Bilgi edinmenizi rica eder, aramıza hoş geldiniz der, üyeliğinizin size ve kulübümüze hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım şeklindeydi.

Yine İlker Başbuğ ile alakalı bir haberde İsrail Ağlama Duvarı'ndaki görüntüleriyle alakalıydı. Yine Vakit gazetesinin gündeme taşıdığı haber Akşam gazetesince de işleniyor bu sefer geziden karelerde gazetede yer buluyordu.
2008'deki sızıntılardan biride Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanı Tuğgeneral Münir Erten ile alakalıydı. 19 Şubat 2008 günü "YouTube" adlı video paylaşım sitesine bir ses kaydı yüklendi. "Cnksari" rumuzlu kullanıcının gönderdiği "Tuğgeneral Münir Ertan'dan şok açıklamalar" başlıklı videoda Irak'ın kuzeyine kara harekâtının 20-22 Şubat tarihleri arasında başlatılacağı konuşuluyordu. TSK, 2007 baharından bu yana kara harekâtına hazırlanıyordu. Irak'ın Kuzeyindeki PKK odaklarına yapılacak geniş çaplı harekât 48 saat önceden deşifre edilmişti.
Ayrıca pkk kamplarına yapılan hava operasyonlarında 5 teröristin öldürüldüğünü belirtiyordu. Oysa Genelkurmay bu rakamı 175 olarak açıklamıştı. Yani silahlı kuvvetlerin terörle mücadelede başarısız olduğu, gerçeklerin halktan gizlendiği intibahı oluşturuluyordu.
Önemli bir sızıntıda dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun ile alakalıydı. Buna göre Saygun'un olduğu iddia edilen bazı sağlık raporları servis edilmiş ve Saygun'un ağır şeker hastası olduğu vurgulanmış böylelikle komuta kedemesindeki istikbaline engel olunmak istenmiştir.
O dönemde rütbesi Tümamiral olan Kadir Sağdıç'ın ses kaydı da Münir Erten benzeri servis edilmişti. Kayıtta Tümamiral Sağdıç olduğu öne sürülen bir kişi darbe imasında bulunuyor ve askerlerden oluştuğu izlenimi veren bir topluluğa konuşma yapıyor. Komutan konuşmasında ordunun her 20-25 yılda bir siyasilerin elinde yozlaşan sistemi tekrar rayına oturtmak zorunda kaldığını ve askerin gerektiği zaman gerekli reaksiyonları gösterebileceğini söylüyordu. Sağdıç sonradan Koramiralliğe terfi etsede Balyoz davasında tutuklandı ve 3 yıl 4 ay 8 gün hapis yattı.
TSK 'nın kurumsal kişiliğini hedef alan haberler arasında en önemlilerinden olanı ise Dağlıca baskınıyla alakalıydı. 25 Haziran 2008  tarihinde Taraf gazetesi pkk'nın gerçekleştirmiş olduğu Dağlıca baskınının önceden bilindiği haberini geçmişti. Delile dayanmayan haber pkk ordu bağlantısını işlemeye çalışıyordu.

Bütün bunlar yaşanırken kapatma davası ile ilgili en sert tepkiler Avrupa Birliği ülkelerinden geldi ve kapatılma yönünde karar çıkması halinde müzakerelerin duracağı belirtildi. Abd ise bir süre şaşırtıcı biçimde sessizliğini korudu. Daha sonradan Dışişleri nezdinde Türkiye'nin laik yapısına vurgu yapıldı. Abd başkan yardımcısı Dick Chaney ise hükümet Türkiye'nin köklü kurumlarıyla çatışmamalı beyanatını vermişti.
Mesele anlaşılmıştı. Kapatma davasına, karşı etki göstermek için Abd bir takım talepler öne sürmüştü. O zaman basında yer alan köşe yazılarına göre bu talepler arasında Hamas'ın desteklenmemesi, Irak ve Afganistan operasyonlarına destek ve İran'a karşı yaptırımlar gibi öneriler sıralanmıştı. Yani Abd ve Abd kaynaklı lobiler bir yandan kapatma davası nezdinde siyaseten avantaj elde etmeye çalışırken, bir yandan da orduya karşı operasyonları destekleyerek güvenlik bürokrasisini şekillendiriyor ve hükümet taraftarlarıyla karşıtlarını daha da kutuplaştırıyordu. Operasyonlarında ise dini kisveli cemaat isimli istihbarat birimlerini kullanıyordu.
Neticede 30 Temmuz'da verilen kararla Adalet ve Kalkınma Partisi kapatılmadı ve ertesi gün ise Yüksek Askeri Şura toplandı. Şura neticesinde Başbuğ Genelkurmay Başkanı olacaktı. Münir Erten ve Ergenekondan tutuklu Yüzbaşı Muzaffer Tekin'e plaket veren Tümgeneral Zekeriya Öztürk ise emekli edilecekti. Ergin Saygun, 1. Ordu Komutanlığına getirildi. Ancak 2009'da o da emekli edildi.
Yani Ergin Saygun, Hasan Iğsız, Aslan Güner, Bekir Kalyoncu ekolü süreç içerisinde emekli edilecekti. Iğsız YAŞ (Askeri Şura) günü ifadeye çağırılmış, Güner ise dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından veto edilmişti.
2008 yılı yıllar sonra tahlil edildiğinde bugünleri bile etkileyen gelişmelerin kaynağı olarak gösterilebilinir.

1. Ordu terfi durumu ile ilgili topyekün en ciddi girişim bu dönemde yaşanmıştı. Fakat bu belirli oranlarda gerçekleştirildi.
2. Genelkurmay Elektronik Sistemler GES Komutanlığı ile alakalı tasavvurların işaretleri verilmişti. GES daha sonra 2012 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı'na devredildi. Mit ise illegal örgütlerce istila edilmeye çalışıldı. Yani GES'in devri sivilleşme değil istihbaratın topyekün belirli odaklara devredilme planını içeriyordu.
3. Siyasi kurum ve orduya yönelik komplolar aynı odak tarafından aynı dönemde gerçekleştirildi. Kamuoyu ise kendi içerisinde birbirlerini suçlamakla meşguldü.
4. 2008'den itibaren bozulmak istenen askeri silsile neticesinde yıllar sonra Necdet Özel 

Genelkurmay Başkanı oldu. Özel;

a) Şahsına muhalif komutanların orduevi giriş kartlarının iptali
b) Jandarma ziyaretinde içimizde paralel yapı yok diktesi
c) Tutuklu bazı subaylar medyada yazı yazmasın direktifleri gibi ilginç girişimlerde bulundu. 
   İşgal gerekçesi olmadığı sebebiyle ise Seferberlik Bölge Başkanlıklarının kapatılması gibi akıllara zarar uygulamalara imza attı. Neticede paralel yapı mevzusunu Jandarma ziyaretinde kapatması 15 Temmuz'da Jandarma'nın darbe içerisinde yer alması gerçeğini değiştirmeyeceği gibi, tutuklu subaylarda tahliye oldular ve Özel'den daha fazla anılıyorlar.

Yıllar önce orduya ve siyasete kurulan komplonun benzeri bugün yine tekrarlanmaktadır.

    Sivil talepler neticesinde ordu da bir takım değişiklikler yapılmıştır. Gözden kaçan husus ise bu düzenlemelerle ordunun oldukça Pentagon güdümüne girdiğidir. Bu durum ise darbeleri önlemek bir yana darbeye davetiye olarak kabul edilmelidir. Siyasi manada ise ülke bir sistem değişikliği yaşamıştır. Seçim neticelerine göre iktidar partisinin güç kaybettiği ve tasfiye sürecine girdiği belirli çevrelerde tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalar sürerken siyaset kurumunu zedeleyici bazı girişimlerde bulunulabilir. Nasıl ki sivilleşme bazı gruplarca savunuluyorsa siyaset kurumunun zedelenmesi de başka gruplarca savunulma ihtimali muhtemeldir. Ancak unutulmaması gereken bu müdahalelerin aynı odaklarca uygulamaya koyulduğu ve top yekün Türkiye'nin kaybetmesinin tasarlandığı dır. Doğru bir sivil asker ilişkileri ile doğru siyasi gelişmeler sağlıklı bir düzeni doğurabilir.



***

25 Mart 2020 Çarşamba

Ali Türkşen, PERİNÇEK AKP YE OY VERECEK

Ali Türkşen, PERİNÇEK AKP YE OY VERECEK


Ali Türkşen'den Perinçek'e: Vatan Partisi'ne katılsaydım iyi Subaydım! 

   Meral Akşener'in kurduğu İYİ Parti'nin kurucu üyeleri arasında yer alan Balyoz kumpası mağduru emekli Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen, Kendisi hakkında “ Kötü Subay” diyen Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e çok sert tepki gösterdi. 

28 Ekim 2017 Cumartesi 17:23 Konuşmasında Ergenekon ve Balyoz davası sürecinde kendilerine verdiği destekten dolayı Perinçek’e teşekkür eden Türkşen, “ Ceza evinden çıktıktan sonra yollarımız ayrılmaya başladı. Doğu Perinçek’in sözleri bunun ifadesidir. 

Bir zamanlar beni kahraman olarak ilan eden Vatan Partililer, benim İYİ Parti’ye girmem ile birlikte ‘Bir vatan kahramanı nasıl vatan hainine dönüşür, biz sizin için boşuna mı Silivri kapılarında bekledik’ sözleriyle bana tepki gösteriyorlar. 

   Doğu Perinçek’in gözünde ben Vatan Partisi’ne katılsaydım iyi subaydım” dedi. “PERİNÇEK AKP’YE OY VERECEK” Türkşen konuşmasının devamında Perinçek’in AKP -Vatan Partisi yakınlaşmasını eleştirerek şu sözleri söyledi: “ Zannediyorum bu seçimlerde dünya siyasi tarihinde bir ilke şahit olacağız. 

    Doğu Bey kendi kurduğu partiye değil, AKP’ye oy atacak. 
Artık konuşmalarından bunu algılıyorum. Kendisinin karşısında olan herkesi 
düşman ilan etti. Doğu Bey ve bir kısım Vatan Partililer kendilerini AKP’nin basın ve halkla ilişkiler grubu olarak görüyorlar” dedi.

Yurt Gazetesi
https://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/ali-turksen-den-perincek-e-vatan-partisi-ne-katilsaydim-h56141.html

Yurt Gazetesi.,

http://www.sanalbasin.com/ali-turksen39den-perincek39e-vatan-partisi39ne-katilsaydim-iyi-subaydim-21909708/

***

9 Şubat 2020 Pazar

Genelkurmay’dan ilk değerlendirme: “Ağır karar”...

Genelkurmay’dan ilk değerlendirme: “Ağır karar”...



Ahmet Takan

Yargıtay, Balyoz kararını açıkladıktan sonra Genelkurmay’daki havayı almak istedim. Karargahta yetkili isimlerle konuştum. Öncelikle belirteyim; konuştuğum isimler söyleyeceklerinin şahsi düşünceleri olduğunun altını çizdiler. Yapılan değerlendirmelerdeki ortak olan noktalara aşağıda yer vereceğim. Bugüne kadar süren davalarda ketumiyetiyle hafızalarda yer alan Genelkurmay Karargahından gelen ilk sıcak tepkiler şöyle oldu;

“Karar ağır tabii ki. Böyle bir şey olabilir mi?.. Çok ağır bir karar.. Bir de şöyle bir abeslik var. Darbe yapacak diye iddia edilen kişilerin çoğu üst rütbede ve 70-80 yaşında, en fazla 3-4 sene yatırırsın. Peki, orada albay, yarbay hiçbir günahı bile olmayan bir sürü kişi var. Diğerleri tahliye olacak, onlar daha 10 yıl, 15 yıl yatacak. Adalet mi bu şimdi? Gerçekten yapmışlarsa, yapanlar 3 yıl sonra çıkacak sağlıktan dolayı, diğerleri yatmaya devam edecek. Bu Balyoz Davası bambaşka bir dava. Topluma da çok iyi anlatılmalı. Seminer Davası’nda herkesi işin içine kattılar. Gerçekten o büyük seminerde bunlar konuşuldu mu konuşulmadı mı?.. Hepsine bakılması lazım. Biz konuşulmadığını biliyoruz ama seminerde ismi var, al götür. 28 Şubat’ta da öyle çok abuk sabuk şeyler var.” 
Genelkurmay’dan yansıyan bu havayı “nasıl değerlendirdin” diye bana soracak olursanız!..

Kafa karışıklığı hâlâ devam ediyor” derim.

Nefret suçu örneği!..

Recep Erdoğan’ın hakaretler yağdırdığı  “Andımız”ın yazarı Reşit Galip aynı zamanda Türk Tarih Tetkik Heyeti ve Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin önemli kurucu isimlerinden. Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu’ndan Erdoğan’ın kinini tahlil etmesini istedik. 

Halaçoğlu, “Başbakan nefret suçunu işliyor bu açıklamalarla” dedi ve devam etti;
 “Şu an kendisini savunamayacak bir kişi hakkında kamuoyunda çok yanlış bir imaj meydana getiriyor. Her şeyden önce Başbakan’ın buna dikkat etmesi lazım. Bu kul hakkıdır, öbür dünyada yakasına yapışırsa hiç şaşırmasın kimse.” 
Başbakan’ın; sıkıştıkça, oy kaybına uğradığını düşündükçe çeşitli yerlere sataşmak suretiyle bu oyları geri kazanacağını düşündüğüne dikkat çeken Yusuf Halaçoğlu’nun bu konudaki görüşü;

 “Ruhban Okulu’nun açılışı ile ilgili hemen sığındığı bir dal buldu kendine. Güya; Batı Trakya’daki müftünün atanması meselesi. Atina’daki Fethiye Camisi’nin açılması meselesini dile getirdi. Ama Başbakan bunu söylerken bir şeyi unutuyor. En azından Anadolu’da 52 kiliseyi ibadete açtığını, Bursa, Kütahya, Safranbolu ve Isparta’ya metropolit atadığını kendisi de unutuyor galiba. Madem ki karşılıklılık prensibi vardı bunu gözetiyordu Başbakan, o zaman Atina’daki Fethiye Camisi’nin açılışına bile izin vermeyen Yunanlara karşı niye Ortodoks kiliselerini açtı? Neden 4 tane metropolit atadı hem de hiç Hıristiyan nüfus olmayan yerlere?” 

Yusuf Halaçoğlu, Başbakan’ın, nelerin üstünü örtmeye çalıştığı sorusuna da açıklık getirdi;

“Dikkat ederseniz dış politikada tamamen çöktüler. Bu arada Suriye’den Türkiye’ye giren sayısız kayıt dışı mültecinin içerisinde ne kadar el-Kaide var, ne kadar Esad yanlısı adam var ne olduğu belli değil. Muhtemelen bununla ilgili de istihbarat alıyorlardır ve bundan dolayı da çok büyük bir sıkıntı duyuyorlar, stres içerisindeler. Abdullah Öcalan  Ekim 15’e kadar diye süre veriyor. Bu stresi bir şekilde farklı alanlara da yansıtıyorlar. Tutarsız bir sürü politikalar. Ruhban okulunu açmayışının sebeplerini anlatıyor Yunanistan ile ilişkiler. Peki, Yunanistan’ın işgal ettiği kayalıklara karşılık neden hiçbir beyanatı yok Sayın Başbakanın? Ben soru önergesi olarak da verdim bunu, cevap vermedi. Neden 52 kilise açtınız?.. Bunların finansmanı nereden sağlandı, ibadete açtığınız kiliselerin bulunduğu yerlerde ne kadar Hıristiyan vatandaşımız var? Bunları sordum, onlara da cevap vermediler. 

İşlerine gelmediği konularda cevap vermiyor.” 

Başkentte Reşit Galip’in adının verildiği cadde ve okul var.  “Andımız”ın yazarının ismini silerler mi sorusuna da yanıt verdi Halaçoğlu;
“Ona kaldıktan sonra herhalde çok kişinin adının değiştirilmesi lazım. Bir sürü isimler koyuyorlar. Kendi adını da koydu. Üniversite var. Vapur adı var kendi adına. Başbakan isimleri hayatta olan bir kişi olarak nasıl hazmedebiliyor o da ayrı bir mesele. Bu mantık, bu kafa her şeyi yapar.” 
Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek ile Eğitim Bakanı Nabi Avcı durumdan nasıl vazife çıkaracaklar acaba?..


***

23 Aralık 2019 Pazartesi

Balyoz Savcılarına Balyoz.,

Balyoz Savcılarına Balyoz.,

Microsoft'tan Balyoz savcılarına balyoz.,

Ali Serdar Bolat    
16 Nisan 2013

Balyoz Davası kararının Yargıtay'da ele alınma süreci devam ederken, yazılım şirketi Microsoft'tan bir yazı geldi.
Yazının gelme macerası şöyle:

Avukat Haluk Pekşen, Adalet Bakanlığı aleyhine açtığı tazminat davasında, sözde Balyoz belgelerinde kullanılmış olan Calibri yazı karakteri hakkında Mahkemeye 
başvuru yaptı.
Mahkeme bu başvuruyu kabul ederek, Microsoft şirketinden görüş istedi.
Microsoft, Mahkemeye gönderdiği yazıda şöyle diyor:

"Lugastegort tarafından tasarlanan Calibri yazı karakteri, ilk olarak, 2007 yılında satışa çıkan Windows Vista ve Ofis 2007 ürünlerimiz içine gömülü olarak piyasaya 
sunulmuştur."

Gelelim sözde Balyoz belgelerine.

Savcıların iddiasına göre, bu belgeler 2003 yılında yazılmış.
Avukatlar "Nasıl oluyor da 2003 yılında yazılmış olan belgelerde 2007 yılında piyasaya çıkmış olan Calibri karakteri kullanılıyor. Olmaz böyle şey. Demek ki bu belgeler 2007 yılından sonra tertipçiler tarafından üretilmiş" deyince Savcılar ve Mahkeme anında kıvırıp şöyle dediler:
"Evet, 2003 yılında yazılmış ama 2007 yılında güncellenmiş, güncellenirken de yeni Calibri karakteri kullanılmış"

Yani, Mahkeme, 2003 tarihli belgeler üzerinde 2007 yılında değişiklik yapıldığını iddia ediyor. Neye dayanarak? Ortada bir delil yok. Mahkeme "Böyle olmuş olabilir" diye yorum yapıyor. Yani belgelerin doğru olduğuna ve 2003 yılında darbeciler tarafından hazırlandıklarına iman etmiş. 

Mahkemenin bu iddiası, TÜBİTAK raporu ile yerle bir oldu.
TÜBİTAK raporu aynen şöyle diyor:

"Bu belgelere düzenlendikleri 2003 tarihinden sonra hiçbir ekleme yapılmamış"

Bildiğiniz gibi TÜBİTAK eskiden bağımsız bir kuruluş iken, AKP döneminde yönetimine yandaşlar doldurularak AKP'nin yan kuruluşu haline getirilmiş olan bir kuruluş. Yani bu raporu Ergenekoncular değil, AKP yandaşları yazıyor.

Şimdi, Microsoft'un yazısı ile TÜBİTAK raporunu yan yana koyarak konuyu inceleyelim:
Eğer 2003 yılından sonra bu belgelere hiçbir ekleme yapılmamışsa, 2007 yılında piyasaya çıkmış olan Calibri karakterleri bu belgelerde nasıl kullanılmış olabilir?

Bu soruya yardımcı olacak bir soru soralım:
TÜBİTAK, neye dayanarak bu belgelerin 2003 yılında düzenlenmiş olduğunu söylüyor?

El cevab: Yazının düzenlenme tarihini gösteren üst verilere bakarak.

Peki, üst veriler değiştirilebilir mi? Elbette.
Yani, şöyle olmuş:

Tertipçiler, 2007 yılında oturmuşlar, sahte Balyoz belgelerini hazırlamışlar. Hazırlarken de, çok hoşlarına giden Calibri karakterlerini kullanmışlar. 
Belgenin üst verisinde oluşan 2007 tarihini de 2003 olarak değiştirmişler ki, bu belgeyi inceleyenler 2003 tarihinde düzenlenmiş olduğunu sansınlar.
Ancak, bilmiyorlardı ki, Calibri karakterleri 2003 yılında yoktu.

Agata Kristi ne diyordu: "Kusursuz cinayet yoktur".,

Buna bir ek de biz yapıyoruz: "Kusursuz sahte belge yoktur"

Şimdi diyeceksiniz ki, gerçek anlaşıldığına göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıları derhal Balyoz sanıklarının tahliyesine karar vermeli.
Çok beklersiniz. O sizin dediğiniz şey, bağımsız mahkemelerin olduğu demokrasilerde olur.
Tayyip Erdoğanların kurduğu ileri demokrasilerde bu gibi önemsiz şeylerin mahkeme kararlarını etkilemesi söz konusu değildir.

Bundan dolayı, Yargıtay Başsavcılığı'na başvuruda bulunacaklarını açıklayan Avukat Pekşen " Umutlu değiliz " diyor.

***

26 Eylül 2018 Çarşamba

ASİMETRİK PSİKOLOJİK SAVAŞ’ DEĞİL, ABD SALDIRISI!


ASİMETRİK PSİKOLOJİK SAVAŞ’ DEĞİL, ABD SALDIRISI!

Yakamoz, Sarıkız, Ayışığı, Eldiven, Kafes, Islak İmza, Poyrazköy, Çukurambar, Balyoz; toptan söylersek Ergenekon tertibi… Bu sayısız sözde darbe iddiaları ile TSK üzerinden hedeflenenler nelerdi ve ne oranda başarıldı?
1.. Türk Ordusu’nu bölmek
a- Dönemin Genelkurmay Başkanı Em. Org. Hilmi Özkök ile dönemin Kuvvet Komutanları ve Ordu Komutanları arasında ayrılık var!
Bunun en somut örneği Balyoz tartışmalarında söylenenlerdir.
Em. Org. Çetin Doğan: “Hilmi Özkök yurttaşlık görevini yapsın”
Em. Org. Hilmi Özkök: “Muhatap Yalman”
Em. Org. Aytaç Yalman: “Org. Başbuğ kurmay başkanımdı, o bilir”
Em. Org. Çetin Doğan: “Org. Özkök’ün açıklamaları yetersiz”
b- Ergenekon tertibi nedeniyle yargılanan komutanlar ile yargılanmayan komutanlar arasında ayrılık var!
c- Ordunun tepesi ile ordunun gövdesi arasında ayrılık var!
Amirallere sözde suikast iddiaları ile tutuklanan teğmenler, sahip çıkılmayan albayların, yarbayların intiharları, yaptığı görevler nedeniyle karargahından gözaltına alınan komutanlara sahip çıkılmaması…
2.. Ordu-Millet birliğini zayıflatmakTSK’ya güven, millet nezdinde yıllardır % 100’lere yakın seyretmekteydi. Ancak son yapılan anket çalışmalarında (doğruluğu tartışmalı bile olsa) bu oran %60’lara kadar düşmüştür!
3.. TSK’yı İrticaya karşı mücadele edemez hale getirmek
28 Şubat sürecinin bin yıl kararlılık ilan ettiği irticaya karşı mücadele azminde büyük gedikler açıldı. Örneğin “AKP ve Gülen’i bitirme planı” diye sunulan ve ıslak imza tartışmalarıyla kitlelerin zihinlerinin bulandırıldığı tertiple, aslında “İrticaya Karşı Eylem Planı” (uygulanmasını bırakın, düşünülmesi bile) yasak hale getirildi. 
Balyoz Darbe Planı diye dile getirilen ama aslında EMASYA protokolü kapsamında bir devlet görevi olarak yapılmış bir seminerle, “Emniyet ve Asayiş Yardımlaşma” protokolü tartışmaya açılmış oldu. İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanmış bu protokolün, bizzat Başbakan Erdoğan’ın ağzından kaldırılacağı ilan edildi. 
Hükümet tarafından 100 sayfadan 25 sayfaya kırpılan 2005 tarihli son Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, Balyoz tartışmalarıyla yeniden gündeme getirildi ve bu yıl yapılacak düzenlemelerde iç tehdidin (irtica ve bölücülük) kaldırılacağı bizzat Başbakan’dan başlayarak hükümet üyeleri tarafından ilan edildi.
4.. TSK’yı Milli Stratejiden yoksun bırakmak2005 tarihli Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden hükümetin çıkardığı Dış Güvenlik Eylem Planı ekinden sonra yapılacak (komşularla sıfır sorun politikası gereği!) yeni düzenlemeler,  Türkiye’yi özellikle Irak’ın kuzeyinden ve Kıbrıs’tan gelen tehditlere karşı daha da zor durumda bırakacaktır.
Peki Türk Silahlı Kuvvetleri neden bu 4 önemli tertip hedefini savuşturamamıştır?
1.. TSK öncelikle “yığınakta hata” yapmıştır, tehdidin kaynağını ilan etmemiş ve tehdidin kaynağıyla sözde ortaklığa devam etmiştir. Salt “asimetrik psikolojik savaş” uygulanmasından şikayet ederek ve “asimetrik psikolojik savaş”ın arkasındakileri en fazla “vicdansızlar” olarak tarif ederek, savaşa karşı mevzilenilemez! ABD’yi tehdidin kaynağı ilan etmeden, NATO’dan çıkmadan, ne milleti doğru mevzilere seferber etmek mümkündür ne de Süleymaniye’de kafamıza geçirilen çuvaldan çıkmak mümkündür.
2.. TSK, (kendinden önceki tüm) mevzileri terk etmeyi savaş taktiği olarak benimsemiştir. Cumhuriyetin kaleleri sıra sıra (YÖK, kimi üniversiteler, bazı sendikalar, merkezi devlet kurumları vd.) düşmüştür! Terk edilen mevzilerin çokluğu, savunma hattının belli olmaması, Cumhuriyet’in savunulmasını daha da zorlaştırmıştır.
3.. TSK milyonların şahlandığı Cumhuriyet Mitinglerinin devrimci ruhuna sahip çıkmamıştır. Bu durum TSK’yı kendisine yönelik saldırılar karşısında nesnel olarak yalnız bırakmıştır. Çünkü Cumhuriyet Mitinglerine devrimci ruh verenler Ergenekon tertibiyle içeri atılmıştır. Tayyip Erdoğan’ı Başbakan yapan CHP ile Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı yapan MHP’nin muhalefeti ile Cumhuriyeti muhafaza etmenin imkansız olduğu 7 yıllık pratikle bir kez daha kanıtlanmıştır.
Sonuç:
Polordu inşa etmek, Kamu Güvenliğini CIA komutasındaki Özel Örgüte devretmek, tertibin şu anki hedefidir. Bu hedef nedeniyle, TSK’ya yönelik saldırılar daha da yoğunlaşmaktadır. Ve saldırı sürdüğüne göre TSK teslim alınamamıştır. En önemli gerçek budur! Bu gerçeği güçlendirmek, bu gerçekten hareketle mevzileri yeniden ele geçirmek Atatürk’ün bıraktığı mirastır.
MEHMET ALİ GÜLLER

1 Mart 2018 Perşembe

Kumpas Kime Kuruldu?

Kumpas Kime Kuruldu?


Erol Manisalı,


Başbakan başdanışmanının cemaati, “Ergenekon ve Balyoz aracılığı ile TSK’ye kumpas kurmakla suçlaması” bir milat niteliğindedir. 
Çünkü içinde, TSK’den başka pek çok şeyi de barındırmaktadır. Ergenekon ve Balyoz’u bir kumpas aracı olarak gördüğümüz zaman kurgulanan oyunun hedefinde daha başka pek çok şey vardır; 
-Atatürkçü ve Cumhuriyetçilere karşı kurulan oyun...
-Türkiye’nin güvenliğine ve bütünlüğüne karşı düzenlenen bir operasyon... 
-Demokrasiye ve çağdaş değerlere karşı bir kurgunun da beraberinde düşünülmesi gerekenlerdir.

İktidar ve cemaat, en azından 2003-2009 döneminde, kurgulanan operasyonların aynı tarafında bulunuyorlardı. Bu birliktelik gerek uygulamada, gerekse her iki tarafın söylevlerinde net bir biçimde görüldü ve yaşandı.
Peki ne değişti de Cemaat kumpasçı oldu?

-AKP mi değişti? Otoriter ve totaliter bir yapılanma içine girerek cemaate karşı cephe mi aldı?
-Kürdistan sorunu (ve Kürdistan) üzerindeki iç ve dış hesaplar mı değişti? AKP açısından bu olamaz, açılımlar konusunda ellerinden geleni yaptılar ve bütün kapıları açtılar.
-ABD’nin hesaplarında revizyona mı gidildi?
-Yoksa AKP üst yönetiminin İslami derinliklere saplanmasından rahatsız olanlar mı vardı?

-Ya da bunların hiçbiri geçerli değilse, “ikisini birbirine kırdırıp” daha rahat at oynatmak isteyenler mi ortaya çıktı?

Öyle anlaşılıyor ki “yerel, bölgesel ve küresel aktörler arasındaki etkileşim” tek yönlü çalıştığı için bu tür beklenmedik sonuçların(!) ortaya çıkması kaçınılmazdır.
AKP iktidarı da cemaat de “sistemin edilgen öğeleridir”. Gerektiği zaman işbirliği yaptıkları gibi kavga da ettirilebilirler. Bunları “doğal” karşılamak gerekir.
Kürdistan, Ergenekon ve Balyoz  Yalçın Akdoğan’ın bugün “keşfettiği” kumpas aslında çok önceden kurgulanmıştı. Kürdistan, Ergenekon ve Balyoz birbirine endekslenmiş ve birbirini tamamlayan öğelerdir.
“Ergenekon ve Balyoz operasyonları (kumpasları) olmasa Kürdistan’ın oluşmasında bu noktaya gelebilir miydik” değerlendirmesini yapanlar sadece iktidarın kimi yöneticileri değildir; Fırat’ın doğusunda bu ifadeye gönülden inanan çok büyük bir çoğunluk bulunmaktadır. 
Kumpasın mağdurlarından, “Silivri’yi görmüş, kumpas sonucu kanser bile olmuş bir mağdur akademisyen olarak” olayların nasıl kurgulandığını iliklerimde hissetmiş ve yaşamış bir insanım. Halen de yaşamaktayım. 
Aslında Yalçın Akdoğan daha 10 yıl önce, kurulmakta olan kumpası farkında olmadan televizyon kanallarında ifade etmişti. “Bizim Batı ile taleplerimiz 200 yıldan beri ilk defa örtüşüyor” demişti.
Ben de 16 Ocak 2004’te Bıçak Sırtı köşemde kendisine nelerin örtüştüğünü sormuştum(*). Dolayısıyla, Yalçın Akdoğan’ın“Kumpas” ı keşfi yeni değildir; 10 yıl öncesinde bu gerçeği görmüştür! 
Kumpas oyunları bu coğrafyada hep oynanageldi. Önemli olan şudur: Siz oynayan mısınız? Yoksa sizin üzerinizde başkaları mı oynuyor? Bütün mesele budur. 

(*) 16 Ocak 2004, 
Bıçak Sırtı, 
Cumhuriyet 


***


11 Kasım 2016 Cuma

ABD’Lİ ERGENEKON




ABD’Lİ ERGENEKON 



Ali İhsan GÜRCİHAN





30 Kasım 2010 Salı



Belgeler yayınlanınca stratejik ortaklık ve de ortakların hali ne imiş hep beraber gördük.
Bugüne kadar inanan inanmayan,bilen bilmeyen,duyan duymayan ve gören görmeyen herkes artık anlamıştır ki ;
Meğer Bizim Stratejik ortak ne kadar İKİ YÜZLÜ imiş.
Ve de ;
Olay üzerine Dışişleri Bakanı Clington’un dün yaptığı bizleri aptal yerine koyan çok pişkin açıklamalarına bakarsak rahatlıkla şunu da söyleyebiliriz ki ;
Bizim stratejik ortak iki yüzlü olduğu gibi bir o kadar da YÜZSÜZ’müş…Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun durumu normal gören,kınama dahi içermeyen açıklaması ise ayrı bir utanç.

Belgelere bakarsak,doğru yanlış diz boyu pislik ve rezalet.
Siyasette bir yanda dalkavukluk,öte yanda altını oyma,
Yurt dışı banka hesapları,
Yönetimde güvensizlik,rezillik,
Kişisel yolsuzluk,
Cemaat,tarikat faaliyetleri ve kadrolaşma,
Silahlı Kuvvetleri yıpratma,
Ülke sırlarını ABD yetkilileri ile paylaşma,Kendi insanımız ve yetkililerimiz
hakkında ABD’liler ile dedikodu,
Türk insanına ikinci sınıf insan gözü ile bakma.

Bunlar sadece diplomat raporları.Yani siyaset sahnesinde genelde yasal ve meşru zeminde görev yapan ve ölçülü davranmak zorunda olan sözüm ona kibar insanların raporları.

Bir de gerçek istihbaratçıların raporlarını düşünün bakalım ;
Gizli amaçları ve görevleri uğruna illegal çalışan ne idüğü belirsiz CIA ile özel istihbarat timlerinin raporları ortaya çıksa,kimbilir hakkımızda daha ne beter şeyler rapor edildiğini ve de ne rezil işler yapıldığını göreceğiz ….

Peki şunu da düşünmek ve sormak gerekmez mi ?

WIKILEAKS,elçiliklerden merkeze gönderilen istihbarat ve değerlendirme raporlarını ele geçirmiş de,merkezden elçiliklere gönderilen hiçbir talimat ve emri yakalayamamış mı acaba ? 

Bilgi akışının sadece tek yönlü olarak ortaya çıkması şaşırtıcı ve anlamlı değil mi ? 
Bunca istihbarat ve rapor üzerine elçiliklere hiçbir talimat gönderilmemiş olması mümkün mü ?

Belki de esas gürültü daha sonra ortaya çıkacak.
Pek sanmıyorum ama bekleyeceğiz ve göreceğiz.

Gelelim bundan sonrasına …

Kendi insanına dahi göz açtırmayan bizim ŞAHİN yetkililerin, ABD’liler özür diledi diye bu tükürüğü yalayıp defteri de kapatacak halleri yoktur herhalde.
Aleyhimizde bilgi toplayıp,demokrasi dışı yollarla siyasi etkinlik yaratmaya çalıştıklarına ve hatta askeri darbe için dolaylı tahrik yöntemleri kullandıklarına göre,en azından bu adamların tüm pisliklerinin ortaya konması için UMARIM derhal geniş çaplı bir soruşturma başlatılacaktır.

Geçmişimizle hesaplaşma ve demokrasi adına bir sürü hatalı bilgi ve yakıştırma ile ERGENEKON, BALYOZ soruşturması ve davası ile ortalığı ayağa kaldıranlar Amerikalılar’a gelince susacak değil ya..

Hiç şüphemiz yok ki ; 

Sayın İstihbaratçılarımız,Polislerimiz,Hukukçularımız ve Siyasilerimiz Ülkemize gerçekten hizmet etmek için bu durumu güzel bir fırsat olarak değerlendirecek ve de buna karşı gerekeni yapmayı Milli bir görev olarak kabul edeceklerdir.
Bu kirli bilgiler üzerinden hareketle,Ergenekon için gösterilen duyarlılığın ve hukuk dışı anlayışın yarısının gösterilmesi halinde gerçekten kimlerin gizli ve örtülü faaliyetler içerisinde olduğunun ortaya konabileceğini ve bu ülkede nasıl bir kirli oyun oynandığını tüm vatandaşlarımıza ispat edecektir.

İşte o zaman egemen ve demokrat bir Türkiye adına;
Gerçekten bağırsaklarımızı temizleme fırsatını yakalayacak ve ERGENEKON konusunda yapılan yanlışlıklar ile hatalar da çok açıkça anlaşılacaktır.

Soruşturmanın adına gelince ;

ABD’li ERGENEKONCULAR,BALYOZCULAR ya da US-ERGENEKON ne derseniz deyin fark etmez..

Stratejik ortağınız bu konu da yan çizecek değil ya.
Ne dersiniz..
Hodri meydan.

30 KASIM 2010
Kaynak:Ali İhsan GÜRCİHAN












8 Nisan 2016 Cuma

Askeri Çetelere Yem Edenler



Askeri Çetelere Yem Edenler 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat 
Tarih:25/12/2013 
Türü:İç Politika 



    Başbakan  Samimi ise, Millet’i  ve özellikle  de Askerleri  hafife ve alaya  almıyorsa ona soruyorum ;

Eğer rüşvet,yolsuzluk iddiası ile sizi hedef alanlar çete ise, "Ergenekon", Balyoz, Casusluk ve benzeri düzmece operasyonlar ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alanlar kimdi ? 

Danışman denen adamınızın itiraf ettiği kumpas kimlerin ortaklığı ile uygulandı.

Şimdi çete diye suçlananlara, Asker Vesayetini kaldırıyoruz diye daha düne kadar destek verenler , onlarla işbirliği yapanlar kimlerdi ? 

25.12.2013
 

 Ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk batağı dengeleri bozunca,ortalık harman yerine döndü ve pis kokular yayılmaya başladı. 

Başbakan ise günlerdir bağırıyor ve durumu kurtarmak için genel olarak diyor ki !….

” Bu Uluslar arası bir tezgah, bir çete içerideki uzantıları ile birlikte bize karşı büyük bir oyun oynuyor. ”

Başbakan  samimi ise, Millet’i  ve özellikle  de Askerleri  hafife ve alaya  almıyorsa ona soruyorum ;

Eğer rüşvet,yolsuzluk iddiası ile sizi hedef alanlar çete ise, "Ergenekon", Balyoz, casusluk ve benzeri düzmece operasyonlar ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alanlar kimdi ? 

Danışman denen adamınızın itiraf ettiği kumpas kimlerin ortaklığı ile uygulandı.

Şimdi çete diye suçlananlara, Asker Vesayetini kaldırıyoruz diye daha düne kadar destek verenler , onlarla işbirliği yapanlar kimlerdi ? 

 Eğer gerçekten çete var ise,hukuk dışı yargılamalarla Asker-Sivil yüzlerce insanı halen cezaevlerinde tutanlar kim?

 Eğer çete diyorsanız, birçok Vatansever Asker ve Sivil’in bu çete tarafından  hukuk dışı yargılanmasına ve  yıllardır cezaevlerinde çürütülmesine neden göz yumdunuz?

 Onların şahsi, ailevi ve mesleki haysiyeti ve özgürlüğü Bakanlarınkinden daha mı önemsizdi?

Soruyorum, yıllardır ailece eziyet çeken o kişilerin itibarını Genelkurmay ve Hükümet olarak nasıl iade edecek ve haklarını hangi çeteye ödeteceksiniz?

 Ortaya çıkan tüm bu karmaşa ve çatışmaların  en önemli sonucu yıllardır söylediğimiz ve yazdığımız gibi, bu Ülke’de  ilk büyük  oyun bugün birbirini suçlayanların dayanışma ve  işbirliği ile 2007 yılından itibaren “Asker üzerinde oynanmıştır.”

Sorumsuz ve yetkisiz bir emekli de olsam, bu üzücü ve utandırıcı tablo karşısında başımı ellerimin arasına koyup  düşünüyorum..

 Türkiye bağırsaklarını temizliyor diye komutan ve Arkadaşlarımıza yapılan hukuk dışı bu keyfiliği ve vicdansızlığı yapan Cumhuriyet karşıtlarını düşünüyorum,

 Demokrasi dışı yapılan  birçok yaklaşım ve uygulama ortada iken, komutanlarının   ve arkadaşları’nın adil yargılanmadığı konusunda bireysel fikrini  dahi  kamuoyuna beyan etmekten  imtina  eden ,güne ayak uydurarak rütbe ve makamlarını düşünen duyarsızlığı  ve sadakatsizliği  anlamakta zorlanıyorum.

 Bu Ülke'de yapılan yanlışlar,usulsüzlükler,keyfilikler ve Asker’e karşı yapılan kara propaganda  demokrasiye uygun da …..

Uğranan haksızlığı ve mağduriyeti bireysel anlamda ifade ederek kamuoyundaki yanlış algılamaları önlemek ve mağdur edilen meslektaşlarımıza en azından  manevi açıdan destek olmak mı demokrasi dışı olacak diye düşünüyorum …

Sahte demokratların ve din tacirlerinin  saltanatını garantiye almak  için en hafife alınacak ve en kolay kurban edilecek  bizler mi idik diye de kahroluyorum..
  
 Kısacası  ve açıkçası ;

Bir emekli olarak düşüncemizin ve söylediklerimizin fazla bir etkisi olmasa da, duyarsız  ve  vefasız  sorumlular yerine demokratik hakkımı kullanarak Millet’e,Meclis’e ve Yargıya sesleniyorum..

 Keyfi ve çıkarcı uygulamalar ile yapılan  haksızlıkları  artık görün ve gerçekleri de anlamaya çalışın …

Komutanlarımızın  ve Arkadaşlarımızın usulsüz yargılandığı , Başbakan danışmanının bile yüzsüzce ifade ettiği gibi kumpasa getirildiği,haksızlığa uğradığı açıkça ortadadır.

 Mağdur edilenlerin özgürlüklerinin  gecikmeden iade edilmesini ve yargı bağımsızlığının gerçekten sağlanması sonrasında ise yeniden yargılanarak  gerçeğin ortaya konmasını ve itibarlarının iade edilmesini ,bu kumpası yapanların da yargı önüne çıkarılmasını  arzu ediyoruz  ve de bekliyoruz.

Bu Ülke’ye gerçek demokratların egemen olması umudu ve kaybolan Adalet’i yeniden  tesis etmeleri  beklentisi ile. 





..

27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 10




28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 10


24 Mayıs'ta "Susurluk Davası" kapsamında kesinleşmiş 4 yıllık hapis cezası bulunan, " Şike çetesi davası " kapsamında da 6.5 ile 21 yıl arasında hapsi istenen Ali Fevzi Bir, tutuklu bulunduğu Almanya`dan iade edildi. 

Aynı gün Ankara'nın eski şaibeli Belediye Başkanı, şaibeli Başbakan Yardımcı ve Kıbrıs'tan vazgeçen Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın ve kendisi gibi şaibeli arkadaşları, Sosyal Demokrat Halk Partisi adıyla parti kurdular. 

Yine 24 Mayıs'ta ABD Başkanı George Bush ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin nükleer silahlarda indirim yapılmasını öngörün anlaşma imzaladı. İndirdiler mi, bindirdiler mi bilinmez! 

25 Mayıs'ta şaibeli Başbakan Yardımcısı Yılmaz, MHP ile idam ve Kürtçe yayın konularındaki anlaşmazlığın aşılacağı inancında olduğunu söyledi. Yani AB'ye "uyum" için TRT'de başlatılmak istenen, Kürtçe, Lazca, Boşnakça, Zazaca gibi bölücü yayınların temeli de 28 Şubat Süreci içinde atılmakta idi. Amaç İsrail'e AB'ye ve ABD'ye yakın olmak, TÜRK'e ve MÜSLÜMAN'a ırak olmak idi! Aynı gün 1980 askeri müdahalesi sonrası kapatılan Uluslararası Af Örgütü`nün Türkiye Şubesi tekrar açıldı ki, polis ve asker suçlanabilsin! 

 27 Mayıs'ta Başbakan Ecevit, 11 günden bu yana tedavi gördüğü hastaneden taburcu oldu. Aynı gün Egebank`ın eski sahibi Mason Demirel'in has yeğeni Yahya Murat Demirel, eski İstanbul Korumalar Şubesi Müdürü Dursun Yiğit`e "rüşvet verdiği" gerekçesiyle yargılandığı davada beraat etti. Gördünüz mü, rüşvet vermemiş!.. Zaten rüşvetin belgesi mi olur? 

28 Mayıs'ta Ecevit, Ecevit, Başbakanlık Resmi Konutu`nda düzenlediği basın toplantısında "Bu hükümet, normal seçim süresine kadar da işbaşında kalacaktır," dedi. Aynı gün Anayasa Mahkemesi, 4758 sayılı Şartla Salıverilme Yasası`nın, "sanıkların çekmeleri gereken cezadan 10 yıllık indirim yapılacağı" hükmünü iptal etti. 

Yine 28 Mayıs'ta Vanlılar, Köy-Kent projesi için gelen Dünya Bankası yetkililerine "Biz kent falan istemiyoruz, inek verin yeter" dediler... Kendi halkını tanımayan aydınları olan bir millet hüsrana mahkûmdur!.. Bundan 10 yıl kadar önce Diyarbakır'a Nevruz  törenleri için giden gazeteci Leyla Umar, halka "Kadın Hakları .konusunda ne düşünüyorsunuz?" deyi sormuştu da, feylezofları kıskandıracak bir cevap almıştı: " Valla, bizi Karın Hakları ilgilendiriyor! " ... " Karın Hakları " düşünülseydi, Güneydoğu'da bugünkü sıkıntılar yaşanmazdı! 

28 Mayıs'ta ayrıca NATO, Rusya'yı '' Sınırlı Ortak '' ilan etti. Ne demekse??? Ya ortaksındır, ya değilsin! 

30 Mayıs'ta Ecevit'in katılmadığı MGK, Olağanüstü Hal`in, Hakkâri ve Tunceli`de 30 Temmuz 2002`den geçerli olmak üzere sona erdirilmesini, Diyarbakır ve Şırnak`ta ise son kez olmak üzere 4 ay uzatılmasını Bakanlar Kurulu`na tavsiye edilmesini kararlaştırdı. Aynı gün Van`ın Çaldıran İlçesi yakınlarında, İran sınırından kaçak yollarla Türkiye`ye girmeye çalıştıkları sırada donarak ölen 9`u çocuk, 19 kişinin cesedi bulundu. 

Yine 30 Mayıs'ta bir demeç veren Baybakan Yardımcısı Mesut Yılmaz Türkiye kadar AB üyeliğine destek veren hiçbir kamuoyu bulunmadığını belirterek,''AB üyeliği Türkiye için milli davadır''  dedi. Halbuki o kamuoyu yoklamaları Mehmet Altan gibi dönek Batıcılar'ın, gazete ve televizyon patronlarının, Ankara Kızılay'a konulan saatle, anketlara konulan yanlı sorularla halkı kandırmaları sonucunda % 70 gibi çıkmıştı. Hiç bir parti bugün (2013) AB iç in bir "kamuoyu yoklaması"na yanaşmıyor! Hele referandum hiç istemiyor! Çünkü hepsi biliyorlar ki, "hayır" diyenler yarıdan fazla!.. Belki % 70'lerde! Yani Avrupa Birliği hiç te millî bir dava değil!.. Bazılarının, hele hayatında bir kere bile TÜRK kelimesini kullanmamış olan Mesut Yılmaz'ın "millî" sözcüğünün ne anlama geldiğini bilmesi mümkün değil! 

4 Haziran 2002'de 1,1 milyar dolar tutarındaki AWACS havadan erken uyarı uçağı projesine ilişkin sözleşme imzalandı. Aynı gün Japonya, küresel ısınmaya yol açan sera etkisi yaratan gazların atmosfere salınımının azaltılmasını öngören Kyoto protokolünü onayladı. Bilindiği gibi, ABD ve Japonya dünyanın havasını da, suyunu da, toprağını da en çok kirleten iki ülkedir ve bunlar Kyoto kirliliği önleme anlaşmasını imzalamıyordu. 

5 Haziran'da İsrail'de bir otobüse düzenlenen intihar saldırısında 17 İsrailli öldü. 

6 Haziran'da Erdoğan`ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden ayrıldığı 1998 yılının sonunda verdiği mal beyanı ile AK Parti Genel Başkanı seçildikten sonraki mal bildirimi arasında 256 milyar 138 milyon 421 bin lira artış olduğu belirtildi. Erdoğan bir süre sonra gelirindeki artışı "oğluna sünnette takılan altınlardan geldiğini" öne sürecekti. Aynı gün Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı, Ülker Gıda`nın sahibi Sabri Ülker ile oğlu Murat`ın da aralarında bulunduğu Family Finans Kurumu`nun yönetim kurulu üyeleri hakkında soruşturma başlattı. 

6 Haziran'da İsrail askerleri, intihar saldırısına misilleme olarak, Yaser Arafat'ın Ramallah'taki karargâhına saldırı düzenleyerek, karargâhtaki üç binayı havaya uçurdu. Arafat'ın yaşam alanı içine kurşunlar yağdırıldı. 

10 Haziran'da Bakanlar Kurulu, rahatsızlığı nedeniyle doktorlarının 2-3 hafta kesin istirahat önerdikleri Başbakan Ecevit`in talebi üzerine, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli`nin başkanlığında toplandı. 

13 Haziran'da Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı Başkan Yardımcısı, Emniyet Müdürü Altay Sarıyıldız hakkında, boşanma davasında ortaya atılan "trilyonluk mal varlığı" olduğu iddiasıyla ilgili olarak soruşturma başlatıldı. Sarıyıldız, açığa alındı. 

Yine 13 Haziran'da Afganistan'da geleneksel meclis (Loya Jirga) Taliban sonrası geçici hükümetin başkanı olarak Hamid Karzai'yi seçti. Tabii Amerikan baskısıyla!.. 

14 Haziran'da Pakistan'ın Karaçi kentindeki ABD konsolosluğuna bomba yüklü araçla düzenlenen intihar saldırısında 11 kişi öldü, 45 kişi yaralandı. 

16 Haziran'da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, SSK Ankara Göz Hastalıkları Hastanesi ve Göz Bankası`nın "telefonla randevu" sistemini, haksız kazanç sağlamak için tıkadıkları gerekçesiyle, hastane civarındaki 18 gözlükçüde çalışan 31 kişi hakkında 6`şar yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. Adamlar haksız kazanç için ne yollar buluyorlar, Yarabbi! 

18 Haziran'da Kudüs'te otobüse düzenlenen intihar saldırısında 19 İsrailli öldü. 

19 Haziran'da Kudüs'te yine bir otobüse intihar saldırısı düzenlendi, 7 kişi öldü...Bunlara hep "terörist saldırı" deniyor, "siviller öldü" deniyor da, Amerikan ve İsrail askerleri Irak'ta, Afganistan'da, Filistin'de saldırıp öldürünce "rerör" olmuyor!.. Ölenler sanki "sivil" değil! 

20 Haziran'da İsrail birlikleri, intihar saldırılarına misilleme gerekçesiyle, Batı Şeria'daki 5 Filistin kentini yeniden işgal etti. 

24 Haziran'da İzmir`in Buca İlçesi`nde, İmar Bankası`nın Şirinyer Şubesi, maskeli ve silahlı bir kişi tarafından soyuldu. Soyguncu, 15 dakika içinde yakalandı. Aynı gün Tanzanya'nın orta kesimlerinde meydana gelen tren kazasında 228 kişi öldü. 

25 Haziran'da DSP'de isyan başladı. Kamuoyunda 2dokuzlar" olarak adlandırılan DSP`li 9 milletvekili, yaptıkları açıklamada, "DSP hem örgüt hem de yerel yönetimler ve TBMM zeminlerinde Ecevitler`in öncülüğünde Ecevit`siz yaşama geçebilmelidir" dediler. Ecevit'ten önce DSP'liler kurtulmak istedi! 

3 Temmuz'da koltuğu bırakmayan Ecevit, düzenlediği basın toplantısında, "Çekilmemi isteyenler, beni düşürebilirler," dedi. 

4 Temmuz'da Eski Şili diktatörü Pinochet, ömür boyu senatörlük görevinden istifa ederek, siyasi hayatını resmen sona erdirdi. Aynı gün Yunanistan polisi ilk kez, 27 yıldır faaliyette bulunan terör örgütü 17 Kasım'ın bir üyesinin tutuklandığını açıkladı. 

5 Temmuz'da Almanya'da Nazilerin işlediği suçlarla ilgili görülen son davalardan birinde, 93 yaşındaki eski bir SS subayı, 1944'te İtalyan direnişçilerinin katledilmesiyle ilgili olarak 59 kez cinayetten mahkûm oldu. 

6 Temmuz'da Afganistan Devlet Başkan Yardımcısı Abdülkadir, başkent Kabil'de düzenlenen suikastta öldürüldü. 

7 Temmuz'da Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli, "11. Kocayayla Türkmen Kurultayı"nda, 3 Kasım`da erken seçim yapılmasını önerdi. 

8 Temmuz'da Başbakan Ecevit, "aralarında soğukluk olduğu" belirtilen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ile görüştü. Başbakanlık Merkez Binası`na geçen Özkan, hükümetteki görevinden ve DSP`den istifa ettiğini açıkladı. Özkan`ı, Kültür Bakanı İstemihan Talay, Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz, Devlet Bakanı Recep Önal ve Devlet Bakanı Hasan Gemici istifaları izledi. Ardından da milletvekili istifaları başladı. Devlet Bahçeli, DSP`de yaşanan istifaların koalisyonu bozmayacağını söyledi. Bahçeli, "Kabineye yeni bakanlar atanır, koalisyon sürer," dedi. 

10 Temmuz'da Devlet Bakanı Dönme Kemal Derviş ile eski Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Celal Göle`nin evinde bir araya geldiler. Ne konuştular, Allah bilir. Aynı gün Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu, görevlerinden ve DSP`den istifa ettiler. 

11 Temmuz'da Devlet Bakanı Dönme Kemal Derviş, Başbakan Ecevit`in isteği üzerine istifa ettiğini belirtti, sonra gene onun isteği üzerine istifasını işleme koydurtmadı. 

12 Temmuz'da Ecevit, DSP`den istifaların artması ve koalisyonun güvenoyu sınırının altına düşmesi halinde, `"Hükûmet'ten ayrılmak zorunda kalacağını." söyledi. 

Yine 12 Temmuz'da Faslı askerlerin, Akdeniz'de yerleşimin olmadığı İspanya'ya ait küçük bir adacığa çıkarak Fas bayrağı dikmesi, İspanya ve AB tarafından protesto edildi. Böyle adacıklar üstünde insan yaşamasa da, önemlidir. Çünkü karasuları vardır. Avlanma ve petrol arama için gereklidir. Bizde ki Kardak Kayalıkları olayı da bu yüzden çıkmıştır. Ege adasında Lozan Antlaşması ile ismini belirterek devretmediğimiz bütün adacıklar, kayalıklar bize aittir. Kaldı ki, 12 Ada ve Kıbrıs ta aslında bizimdir. Eskiden hiç "Yunan Adaları" denmezdi, "Ege Adaları" denirdi, ilk fırsatta onları almayı planladığımız için! Doğrusu da odur. Hepsi Anadolu kara kütlesinin uzantısıdır. 

15 Temmuz'da DSP`den ayrılan milletvekili sayısı 53`e ulaştı. Aynı gün Pakistan'da Wall Street Journal muhabiri Daniel Pearl'ün kaçırılarak öldürülmesi davasında 4 dinci militan mahkum oldu. İngiliz asıllı bir sanık ölüm, diğerleri 25'er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Batılı ülke vatandaşları korksun da mazlumlara yardım etmesin diye diye İngiliz'e daha ağır ceza verildi. 

16 Temmuz'da DSP`den 6 milletvekili daha istifa etti. Koalisyon hükümeti, Meclis`teki güvenoyu desteğini yitirdi. Aynı gün İrlanda Cumhuriyet Ordusu ilk kez, 30 yıldır yürüttüğü mücadelede yüzlerce sivilin ölümü için özür diledi. Devlet politikası olduğu için özür diledi. Bizde de suçu Devlet'e yıkmaya çalışanlar var. Ancak Türkiye'de istenmeyen olaylar ya artniyetli kişilerin davranışından, ya da sadist ruhlu polis, asker, jandarmanın tutumundan kaynaklanır. Devlet'le alâkası yoktur. 

17 Temmus'da İspanyol birlikleri, Akdeniz'de yerleşimin bulunmadığı adacığa 5 gün önce çıkan Fas askerlerini adacıktan çıkardı. 

21 Temmuz'da Başbakan Ecevit, seçimlerde AKP`nin birinci olması ve HADEP`in barajı aşması durumunda ülkede "rejim sorunu" yaşanabileceğini söyledi. Uzun süredir ilk defa doğru lâf etti ama, onun kastettiği lâikliğin elden gideceği" idi. Halbuki, ülkenin mal varlığının, tesislerinin, toprağının elden gideceği, eyâlet tartışmaları, Türklüğün Anayasa'dan çıkarılması gibi "rejim sorunları" geleceğinden haberi yoktu! 

22 Temmuz'da Yeni Türkiye Partisi, İsmail Cem`in genel başkanlığında 63 milletvekilinin katılımıyla kuruldu. Ama ne adını, ne amblemini bir türlü doğru-dürüst seçemediler. 

23 Temmuz'da bir İsrail savaş uçağı, arananlar listesindeki bir Hamas liderinin evinin bulunduğu apartmana füze attı. Hamas militanıyla birlikte 9'u çocuk 13 kişi öldü. Tabii bu " Terörist Saldırı " sayılmadı, ölenler de " sivil " falan değildi! 

27 Temmuz'da Ukrayna'da hava gösterisi sırasında bir savaş uçağının düşmesi sonucu izleyicilerden 77 kişi öldü. Biz bu "gösteri"lerin ve otomobil yarışlarının kazaları tetiklediğine inananlardanız. Mümkün mertebe az yapılması gerektiğini düşünürüz. 

28 Temmuz'da TÜPRAŞ yakınındaki Akçagaz Dolum Tesisleri'nde yangın çıktı. 2.5 saatte kontrol altına alınabilen yangın, 3 trilyon lira zarara yol açtı. Daha önce de bu tarz yangınlarda hep "sabotaj" ihtimalinden şüphelendiğimizi belirtmiştik. 

30 Temmuz'da Kongo ve Ruanda  arasında, Orta Afrika'da istikrarsızlığa ve milyonlarca kişinin ölümüne yol açan savaşı sona erdirme çabasıyla barış anlaşması imzalandı. 

31 Temmuz'da TBMM, erken genel seçimin 3 Kasım 2002 tarihinde yapılmasını kararlaştırdı. Sadece DSP`nin karşı çıktığı erken genel seçim kararı 62 ret oyuna karşılık, 449 kabul oyuyla alındı. 

1 Ağustos'ta ABD, Güneydoğu Asya'dan bir grup ülkeyle, kapsamlı terörle mücadele anlaşması imzaladı. Yani bu ülkeleri yapacağı zulme sessiz kalmaya mecbur etti. 

2 Ağustos'ta Yeniden Doğuş Partisi Büyük Kongresi toplandı. Kongrede, işadamı Cem Cengiz Uzan`ın genel başkan adaylığı, divan tarafından kabul edilmedi. YDP`nin eski Genel Başkanı Hasan Celal Güzel`in de aday olduğu kongrede, genel başkanlığa, eski Genel Sekreter ve Genel Başkan Vekili Mehmet Ali Akgül seçildi. Ama parti bir türlü doğamadı! 

3 Ağustos'ta iyice çaptan düşmüş olan koalisyon son ihanetlerini yapmaya devam etti. AB`ye Uyum Yasaları" çerçevesinde "savaş ve yakın savaş tehdidi" dışında idam cezası kaldırıldı, Kürtçe de dahil, farklı ana dil ve lehçede yayına izin verildi, ana dilde öğrenim serbest bırakıldı, azınlık vakıflarına gayrimenkul edinme, kendi taşınmazları üzerinde tasarrufta bulunma hakkı tanındı. Bir tek toprak satışı ile TÜRk kelimesinin kanunlardan çıkarılması kaldı ki, onu da Recep Tayyip Erdoğan üstlenecekti! Aynı gün Yüksek Askerî Şura kararlarıyla Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu emekli oldu, yerine Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hilmi Özkök atandı. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman Kara Kuvvetleri Komutanlığı`na, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Orgeneral Şener Eruygurda Jandarma Genel Komutanlığı`na getirildi. 

6 Ağustos'ta Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş`ye bağlı Paşabahçe Beykoz Fabrikası kapatıldı. 

7 Ağustos'ta " Susurluk Davası " kapsamında 6 yıl hüküm giyen Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin, cezasının infazı ertelenerek tahliye edildi. 

9 Ağustos'ta hiç bir işe yaramayan İş Güvencesi Yasa Tasarısı TBMM Genel Kurulu`nda kabul edildi. Bugün dahi kimsenin iş güvencesi olmadığı gibi, "taşaron" uygulamasıyla işçiler açlık sınırı altında çalışmaya zorlanmaktadır. 

10 Ağustos'ta Amerika'dan zembille Türkiye'ye getirilmiş olan, oradan aldığı talimatı tümüyle yerine getirmiş olan Dönme Kemal Derviş, Devlet Bakanlığı görevinden istifa etti. Derviş`in yerine İstanbul Milletvekili Masum Türker getirildi... Masum Türker DSP içinde, ve belki de bütün partiler içinde ipe-sapa gelir nâdir siyaseti adamlarındandır. 

13 Ağustos'ta Yaşar Okuyan, dönen dümenlerden rahatsız olup ANAP Genel Başkan Yardımcılığı görevinden de istifa etti. Bakanlık'tan daha önce ayrılmıştı. Bir süre sonra ANAP'tan da istifa etti. Aynı gün tutuklu bulunan Erol Evcil ve Burhanettin Türkeş, işadamı Nesim Malki`nin 7 yıl önce Bursa`da öldürülmesi olayının azmettiricisi olduğu iddiasıyla yargılandığı davada tahliye edildi. 

15 Ağustos'ta ABD'de 11 Eylül'de düzenlenen saldırıların kurbanlarının yakınları, El Kaide örgütüne ve diğer terör saldırılarına yardım etmekle suçladıkları Sudan hükümeti, Suudi yetkilileri, bankaları ile vakıfları aleyhine 100 trilyon dolarlık dava açtılar. ABD ve AB Sudan topraklarındaki petrole göz dikmişlerdi. Zaten yıllardır Güney Sudan hıristiyanlarını kışkırtıyorlardı. Hiç alâkası olmamasına rağmen Sudan'ı 11 Eylül saldırısıyla suçladılar. 

19 Ağustos'ta eski Türk-İş Genel Başkanı ve Senatör Halil Tunç, tedavi gördüğü Ankara Bayındır Hastanesi`nde 74 yaşında vefat etti. Halil Tunç, sendikacılık döneminde işçilerin paralarıyla Büyüada kluplerinde poker, bezik oynamasıyla ünlüydü. 

Yine 19 Ağustos'ta Bir Rus askeri uçağının Çeçenistan'da düşmesi sonucu 118 kişi öldü. 

20 Ağustos'ta Iraklı bir muhalif grup, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi talebiyle Berlin'deki Irak büyükelçiliğini işgal etti. Alman polisinin büyükelçiliğe düzenlediği operasyonla iki rehine kurtarıldı. Bak sen şu "demokrat" Iraklılar'a!... Kimbilir Amerikalılar'dan ne kadar almışlardır, Irak'ı işgal için gündeme getirme konusunda! 

21 Ağustos'ta arkasındaki ABD desteğinden dolayı "bulunmaz Hint kumaşı"na dönüşen eski Devlet Bakanı Yahudi Dönmesi Kemal Derviş, CHP`ye katılacağını açıkladı. Bu arada partilerden birer ikişer istifalar ve transferler devam ediyordu. 

Yine 21 Ağustos'ta Pakistan'da kansız askeri darbeyle göreve gelen Devlet Başkanı Pervez Müşerref, anayasada, orduya ülkeyi yönetiminde ilk kez resmî rol verilmesini öngören, ve kendisinin ikinci 5 yıllık dönem için görevine devam etmesine olanak tanıyan değişiklik yaptı. Aynı gün Irak istihbarat servisi, aranan El Fetih Devrim Konseyi lideri Ebu Nidal'ın, Irak güvenlik güçlerinin kendisini tutuklamak üzere Bağdat'ta bulunduğu daireye gittiği sırada, intihar ettiğini açıkladı. 

22 Ağustos'ta Orhan Pamuk`un "Benim Adım Kırmızı" adlı romanına Fransa`nın "En İyi Yabancı Kitap Ödülü" verildi.Kitap aslında Osmanlı döneminde kırmızı elbise giymeleri mecburî olan yahudileri anlatır. Aslında edebî bir değeri yoktur. Bu ödül, arkadan gelecek olan Nobel Ödülü'ne zemin hazırlamak için verilmiştir. 

YDP`nin adı Genç Parti olarak değiştirildi ve partinin genel başkanlığına işadamı Cem Uzan seçildi. 

24 Ağustos'ta Kemal Derviş ile ilişkileri tartışılan, ve Başbakan Bülent Ecevit`in azledeceği belirtilen Devlet Bakanı Fikret Ünlü, bakanlık görevinden ve DSP`den istifa etti. 

25 Ağustos'ta eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan Yurt Partisi`ne katılarak, yapılan olağanüstü genel kongrede, genel başkanlığa seçildi. 

27 Ağustos'ta sivri açıklamalarıyla dikkatleri çeken ANAP Isparta Milletvekili ve eski Turizm Bakanı Erkan Mumcu, partisinden istifa etti. Hırslı bir adamdı, gözü daha yükseklerdeydi. Erkan Mumcu hemen AKP`ye katıldı. 

Yine 27 Ağustos'ta Tokyo'da bir mahkeme ilk kez, Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı sırasında ve öncesinde biyolojik silah kullandığını kabul etti. Ancak 180 Çinlinin, biyolojik silah programının kurbanı oldukları gerekçesiyle bulunduğu tazminat talebini reddetti. Halbuki biyolojik silahtan yüzbinlerce Çinli etkilenmişti... Japonya'nın yenilmesinden sonra o biyolojik silahlara ne oldu, biliyor musunuz? Zalim Amerikalılar 1950'li yıllarda onları Kuzey Kore üzerinde kullandılar. Yüzbinlerce Kuzey Koreli etkilendi. 

28 Ağustos'ta Japonya'nın 7 Aralık 1941'de düzenlediği Pearl Harbor baskınında kullandığı küçük denizaltı, limanın girişi yakınında 366 metre derinlikte bulundu... ABD ile Japonya arasında savaşı başlatan baskından iki saat önce limana sokulan Japon denizaltısının, ilk önce ABD muhribi tarafından vurulduğu doğrulandı... Yani??? Yani, savaşı Japon uçaklarının Pearl Harbor'u bombalaması başlatmadı, Amerikalılar'ın bu dezialtıyı vurup batırması başlattı!.. Bu da yıllardır tekrarlanan bir yalanın sonunu getirdi! 

2 Eylül'de Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Mustafa Yeşil uğradığı silahlı saldırıda ağır yaralandı. Saldırının faili olduğu gerekçesiyle Nevzat Bayrak adlı kişi yakalandı. Mustafa Yeeşil hastanede öldü. 

3 Eylül'de İsrail Yüksek Mahkemesi, Filistinli terör zanlılarının yakınlarının, güvenlik için tehdit olduklarına karar verilmesi durumunda, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden sürülebileceğine karar verdi. Yani suçlular bir yana, suçluların akrabalarını da sürüyor!.. Biz ise, daha suçlulara sürgün uygulaması bile yapamıyoruz!.. Halbuki hırlılar, hırsızlar, kapkaççılar, mafya bozuntuları sürgün olarak memleketlerinde ikamete mecbur edilseler, hergün karakola gidip imza atsalar, böylece büyük şehirler rahat etse, fena mı olur? 

4 Eylül'de Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının, Avrupa Kolordusu`nda görev yapmasını kabul etti. Al sana AB'ye girmeden bir taviz daha!.. 

5 Eylül'de bölücü ve kürtçü partiler HADEP, EMEP ve SDP, 3 Kasım milletvekili genel seçimine DEHAP çatısı altında girme kararı aldılar. Yoktur birbirlerinden farkı!.. 

Yine 5 Eylül'de Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai'ye suikast girişiminde bulunuldu. 

6 Eylül'de Diyarbakır 4 No`lu DGM, TCK`nın 312. maddesinden ceza alan Tayyip Erdoğan`ın adlî sicil kaydının kaldırılmasına karar verdi. Ancak daha sonra karara itiraz edildi, ve itiraz kabul olundu. 

8 Eylül'de Açıköğretim bütünleme sınavları, soruların çalınması nedeniyle iptal edildi. 

10 Eylül'de İsviçre, BM'nin 190'ıncı üyesi oldu. Niye oldu, anlaşılamadı. Çünkü bütün kirli işlerin kazancının dönüp dolaşıp geldiği, bankalarına yattığı İsviçre, ne Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'na, ne Avrupa Birliği'ne üye değildir. Hani eski iromanlarda, filimlerde "Hırsız Yatağı" yerler vardır ya, öyle bir ülkedir. Bütün suçlular sığınağı İsviçre'de bulur. Para babaları, dünyayı idare edenler oradadır. O yüzden Hitler bile Avcrupa'nın tümünü işgal etmiş, İsviçre'ye girmemişti! 

11 Eylül'de Başbakan Ecevit, "Sayın Yılmaz bana geldi, görevden ayrılmamı istedi. Ondan sonra iki öneride bulundu. Birisi `MHP hükümetten çekilsin`, ikincisi ise `bu olmazsa AB`ye inanan ve AB`yi benimseyen ne kadar parti varsa onlar bir araya gelsin, onlar bir ortaklık kursun` dedi. Bu ikisinden herhangi birini benimsemek veya telkin etmek, aslında erken seçimden vazgeçmek anlamına gelir," dedi. Şaibeli Yılmaz iflâh olmaz bir AB hayranı idi. 

13 Eylül'de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, AK Parti Genel Başkanı Erdoğan ve kapatılan RP`nin Genel Başkanı Erbakan`ın milletvekili adayı olamayacaklarını öne sürerek YSK`ya ihbar yazısı gönderdi. Aynı gün Egebank Davası kapsamında tutuklu bulunan Mason Demirel'in has yeğeni Yahya Murat Demirel hakkında tahliye kararı verildi. Demirel, Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi`nden tahliye oldu. İyi mi?... 

15 Eylül'de Manisa Etnografya ve Arkeoloji Müzesi kimliği belirsiz kişiler tarafından soyuldu. Soygunda, tarihi değeri çok yüksek Helenistik döneme ait ``Marsyas`` ve Roma dönemine ait "Eros" heykelleri çalındı. 

19 Eylül'de Tel Aviv'de bir otobüste düzenlenen intihar saldırısında 5 kişi öldü. Saldırının ardından İsrail tankları yeniden Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat'ın Ramallah'taki karargâhına girdi. Aynı gün - Fildişi Kıyısı'nda patlak veren ayaklanmada ilk ağızda 270 kişi öldü. 

20 Eylül'de YSK, AKP Genel Başkanı Erdoğan, kapatılan RP`nin Genel Başkanı Erbakan, eski HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak ve eski SDP Genel Başkanı Akın Birdal`ın milletvekilliği adaylığını reddetti. Aynı gün İsrail askerleri, Yaser Arafat'ın karargâhındaki üç binayı havaya uçurdu. 

21 Eylül'de YSK, yurtdışında bulunan işadamı Fadıl Akgündüz`ün avukatı aracılığıyla yaptığı Siirt`ten bağımsız milletvekili adaylığı başvurusunu kabul etti. 

24 Eylül'de vergi kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla yargılanan sanatçı Sibel Can, 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. 

25 Eylül'de ABD özel güçleri, beyaz Batılıların kurtarılmasına yardım amacıyla ayaklanmanın olduğu Fildişi Kıyısı'na gitti. Tabii amaç halkın değil; beyazların menfaatlerinin korunması idi. 

26 Eylül'de Fildişi Kıyısı'nda, Fransız birliklerinin geniş çaplı tahliye operasyonuyla Batılılar bu ülkeden çıkarıldı. -Aynı gün Senegal'e ait bir feribotun Atlas Okyanusu'nda batması sonucu yaklaşık 1000 kişi öldü. 

1 Ekim'de TBMM; seçime gitmek istemeyen SP, ANAP ve YTP ile, listelerde yer almayan, alt sıralara düşen ve "küskünler" olarak adlandırılan milletvekillerinin 170 karşı oyuna rağmen, 191 oyla yeniden tatile girdi. Böylece, seçimleri erteleme girişimi başarısız oldu. 

4 Ekim'de ABD'de yargılanan ve "Amerikalı Taliban" olarak bilinen John Walker Lindh, 20 yıl hapis cezasına çaptırıldı. 

7 Ekim'de AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Bozüyük`te şaibeli ve yolsuzluktan yargılanan işadamları Halis Toprak, Mehmet Emin Karamehmet ve Mustafa Süzer ile bir araya geldi. Erdoğan`ın bankalarına el konulan işadamları ile görüşmesi tartışmalara neden oldu. Kimbilir onlardan ne destek aldı!.. 

Yine 7 Ekim'de İsrail birliklerinin Gazze'de Han Yunus'a düzenlediği saldırıda 14 Filistinli öldü, 110'u yaralandı. 

9 Ekim'de Diyarbakır eski Emniyet Müdürü Gaffar Okkan suikastına katıldığı belirtilen Hizbullah mensubu Abdülkadir Aktaş yakalandı. Susurluk`ta 1,5 yıl önce 11 yaşındaki Avşar Sıla Çaldıran`ı boğarak öldüren Recep İpek, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Aynı gün Diyanet İşleri eski Başkanı ve eski Devlet Bakanı Dr. Lütfi Doğan,kadınların ne hissettiğini anlamak için evinde türbanla dolaştığını açıkladı. 

11 Ekim'de Eski ABD başkanlarından Jimmy Carter 2002 Nobel Barış Ödülü'nü aldı. Ne halt etti de barışa hizmet etti, anlaşılamadı. 

12 Ekim'de Endonezya'nın turistik adası Bali'de kalabalık bir gece kulübüne düzenlenen bombalı saldırıda, çoğunluğu yabancı yaklaşık 200 kişi öldü. Böylece "terörist ülke" imajına alınan Endonezya'nın da "parçalanma" listesinde olduğu, bahane arandığı ortaya çıktı. 

16 Ekim'de Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, 7 yıllık yeni görev süresi için düzenlenen halk oylamasında oyların tamamını aldı. Aynı gün ABD Bakanı George Bush, Kongre'nin onayladığı, Irak'a savaş açma yetkisi veren kararı imzaladı. Irak işgali ufukta görünmüştü!. Washington ayrıca Kuzey Kore'nin 1994 anlaşmasını ihlal ederek birkaç yıldır gizli nükleer program yürüttüğünü açıkladı... Sen yürüteceksin, başkası yürütemiyecek, öyle mi? 

18 Ekim'de Fildişi Kıyısı'nda bir ay süren çatışmaların ardından isyancılarla hükümet birlikleri arasında ateşkes yürürlüğe girdi. 

20 Ekim'de Eskişehir de, Taraftarlar Derneği Başkanı Deniz Yılmaz gözaltına alındı. Polis, Yılmaz ın kendini duvara vurup akciğerlerini patlattığını, kaburgalarını kırdığını açıkladı. ALLAH futbol fanatiklerine akıl-fikir versin! Onları kışkırtan yöneticelere ve medyaya da insaf versin! Aynı gün İbrahim Tatlıses ile Sedat Peker, buluştukları Akmerkez`de 2.5 saat süreyle polis tarafından gözetim altında tutuldu. Peker ve beraberindeki 4 kişi gözlem altına alındı, Tatlıses serbest bırakıldı. 

Yine 20 Ekim'de Türkiye eski güzellerinden Ahu Paşakay, Kuruçeşme`deki evinde kendini asarak intihar etti. 

Ve yine 20 Ekim'de Sırbistan ile birlikte Yugoslavya'yı oluşturan Karadağ'da yapılan genel seçimlerde, Devlet Başkanı Milo Cukanoviç'in bağımsızlık yanlısı partisi meclis çoğunluğunu elde etti. Böylece Karadağ'ın yakında ayrılacağı ortaya çıktı. 

23 Ekim'de Moskova'da yaklaşık 40 Çeçen, kalabalık bir tiyatroyu basarak, Rus birliklerinin Çeçenistan'dan çekilmemesi durumunda yüzlerce rehineyi öldürecekleri tehdidinde bulundu. 

26 Ekim'de Moskova tiyatrosundaki rehin alma eylemi, Rus özel güçlerinin düzenlediği, yaklaşık 800 rehineden 118'inin öldüğü operasyonla sona erdi. 

3 Kasım 2002'de erken genel seçim yapıldı. Seçime 19 parti katıldı. 41 milyon 407 bin 27 seçmenden, 32 milyon 768 bin 161`i sandık başına gitti. 
8 milyon 638 bin 866 seçmen, sandık başına gitmezken, yüzde 79,13 ile son 7 seçim içinde katılım oranı en düşük seçim oldu. 1999 seçimlerinde katılım oranı yüzde 87,9 olarak gerçekleşmişti. 

Kasım 2002 Genel Seçim sonuçları ibretle incelenmesi gereken rakamlar taşımaktadır. Şöyle ki, 

Yurtiçi seçmen ... 41.291.568 
Yurt dışı seçmen ... 115.459 (sadece oy kullananlar alınmış) 
Toplam Seçmen ... 41.407.027 

Yurt içi Kullanılan Oy ... 32.652.702 
Gümrük Kapıları Kullanılan Oy ... 115.459 
Toplam Kullanılan Oy ... 32.768.161 

Yurt içi Geçerli Oy ... 31.414.748 
Gümrük Kapıları Geçerli Oy ... 114.035 
Toplam Geçerli Oy ... 31.528.783 

Katılım Oranı % 79,13 ... oy vermeyenler 8.523.407 (% 20,87) ... iptal edilen oy 1.239.378... onu da hesaba katınca, tasnif dışı seçmen sayısı 9.762.785 olur. 

Neden katılım düşük?.. 2001 yılındaki yıkıcı ekonomik krizin yarattığı ümitsizlikten... Halk bildiği hiç bir partiye oy vermek istemedi. Tayyip'in yeni partisine "Bir de bunu deneyelim" diye oy verdi. 

Seçimde, 57. Hükümet`i oluşturan koalisyon partileri DSP, MHP ve ANAP'ın toplam oy oranı yüzde 14,71 oldu. 

 1999'da % 22,19 oy alan ve 136 milletvekili çıkararak 1. parti haline gelen DSP, 2002 seçiminde % 1,21 ile baraj altı ve Meclis dışı kaldı. Oy kaybı
% 20,98 oldu. Bunun bir kısmı CHP'ye gitti. 

Yalnız şunu belirtelim: Bu yüzdeler hep "Geçerli oy" üzerinden yapılır. Bizce yanlıştır. Doğru hesaplama, ancak "seçmen sayısı" üzerinden yapılabilir. Biz işi fazla uzatmamak için, mecbûren bu resmî rakamları kullanacak, sadece AKP için bir de o gerçek oranı vereceğiz. 

MHP 1999'da % 17,98 oyla 129 milletvekili çıkarmış idi. 2002'de oy oranı % 8,35'e düştü, baraj altı ve Meclis dışı kaldı. ANAP, 1999 seçiminde
 % 13,24 ile 86 milletvekili çıkarmış idi. 2002'de % 5,13 ile baraj altı ve Meclis dışı kaldı. 

Hükûmet ortağı bu üç partının kaybı böyle iken, Meclis'teki 4. büyük parti DYP'nin 1999'da % 12,01 olan oyu % 2,47'e düştü ve 85 milletvekilinin tümünü kaybederek baraj altı ve Meclis dışı kaldı. 

1999 seçiminde, başında Necmetttin Erbakan olmamasına rağmen % 15,40 oy oranı ile 111 milletvekili çıkarmış olan Fazilet Partisi kapanmış, yerine yine Recai Kutan başkanlığında Saadet Partisi gelmişti. Ancak 2002'de partinin oy oranı % 2,49'a düştü, baraj altı ve Meclis dışı kaldı. Fazilet'in, Saadet'in, Erbakan'ın hemen bütün oyları Erdoğan ve AKP'ye gitti! 

Cem Uzan'ın Genç Parti'si, DSP, ANAP, DYP ve kürtçü-bölücü DHP'den fazla oy alarak % 7,24 oy oranını tutturmuş, ancak baraj altı ve Meclis dışı kalmıştır. 

CHP çok kötü performansından dolayı bir önceki seçimde % 8,7 oyla baraj altı kalmış, Meclis'e dahi girememiş, oyları PKK'nın terörist lideri Abdullah Öcalan'ı yurda getirttiğine inanılan DSP'ye ve Ecevit'e gitmişti. 2002 seçiminde % 19,38 oy ile 178 milletvekili çıkardı. Hem kendi oyunu, hem de DSP'nin oylarını aldı... Bundan şu anlaşılıyor: Halk Partisi'nin potansiyel oy oranı 1999'da % 30,26 iken, 2002'de % 20,59'a düşmüştü. 

Bu arada kürtçü-bölücü HDP 1999'da 1.482.196 oy ile % 4,75 oranını tutturmuş, 2002 seçimlerinde hemen bütün kürtçü-bölücülerin birleştiği DEHAP, 1.960.660 oy ile % 6,21 oranına ulaşmıştır. 1999'da diğer kürtçü-bölücü partilerin toplam oyu % 1,07 idi. 2002 seçimlerine gelince bu oran 
% 0,51'e düştü... 1999'da seçime katılmayanlar ve iptal edileni oylar da hesaba katılırsa, HDP'nin gerçek oy oranı % 3,94 olur. 2002 seçiminde ise, DEHAP için % 4,74 bulunur... Öyle yüzde 6'lık, 7'lik oranlar hep şişirmedir. 

1999'da 3 bağımsız Meclis'e girerken, 2002'de 9 bağımsız milletvekili seçimi kazanmıştır. 

Geldik en önemli kısma: Henüz bir kaç aylık bir parti iken, kendisi aday bile olamayan Erdoğan'ın AKP'si 2002 seçiminde 10.808.229 oy ile 363 milletvekili çıkarmıştır. "Geçerli oy" sayısına göre yepılan resmî hesaplamada % 34,28 oranında oy almıştır. Ancak oy vermeyen ve iptal edilen oylar da hesaba katıldığında, gerçek oy oranı % 26,1 olur!.. Yani akıl bâliğ halktan % 73,9'u 2002 senesinde Recep Tayyip Erdoğan'a ve AKP'ye oy vermemiştir! 

2002 seçiminin enteresan bir yönü de, 1946'dan bu yana ikinci kez TBMM'de yalnızca iki partinin temsil edilmesidir. Meclis'e çoğu AKP listesinden 48 kadın girdi. Bir önceki dönemden yalnızca 60 milletvekili tekrar Meclis'i görebildi. 

Seçim sonrasında " Nasıl edelim de, Potamyalı Tayyip'i Meclis'e sokup Başbakan yapalım?" telâşı ortalığı sardı. A.B.D.'nin baskısı, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın bu baskıya boyun eyip Anayasa değişikliğine boğun eğmesi sonucu terörden sabıkalı Erdoğan aklandı, Siirt'te seçim alavare dalavere ile iptal edilip yenilendi. 9 Mart 2003'te yalnızca 4 partinin katıldığı seçimler sonucunda,AKP 3 milletvekilliğini de kazandı. Potamyalı Tayyip böylece Meclis'e girdi. Ama girinceye kadar kendini deli danalar gibi Avrupa'dan Amerika'ya, bir oraya, bir buraya attı, durdu! 

 Seçim sonuçları, AB için yırtınan partilerin halk tarafından desteklenmediğini göstermesine rağmen, seçimden başarılı çıkan AKP ve Potamyalı Erdoğan yellim yepelek AB peşinde koşmaya başladı. 

Yine 3 Kasım'da zalim Amerikan güçleri, El Kaide'ye karşı Afganistan dışındaki ilk açık operasyonda, savaş ilan etmemiş oldukları halde Yemen'e yaptıkları füze saldırısında Usame Bin Ladin'in üst düzey bir yardımcısını öldürdüler. Tabii bu onların iddiası!.. Adam sıradan biri olabilir! 

 4 Kasım 2002'de  57. Hükûmet  istifa etti. Yerine 16 Kasım 2002'de  Abdullah Gül Hükûmeti geldi. Recep Tayyip Erdoğan'ın ara seçimlerde milletvekili olmasıyla 14 Mart'ta onun başkanlığında  59. Hükûmet  kuruldu. 

1997 yılında Yahudi Dönmesi Çevik Bir'in başını çektiği, A.B.D.-İsrail güdümlü 28 Şubat darbesi ile yıkılamıyan TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ, Potamyalı Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AKP iktidarı döneminde, 2007 yılından itibaren başlayan yine A.B.D.-İsrail güdümlü  ERGENEKON ,  BALYOZ  gibi düzmece davalarla yıkılmaya çalışılacaktı!.. 

11 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR

http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata38f.html