12 TEMMUZ BEYANNAMESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 TEMMUZ BEYANNAMESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2018 Çarşamba

12 TEMMUZ BEYANNAMESİ’NİN TÜRK SİYASİ TARİHİNDEKİ YERİ ETKİSİ VE ÖNEMİ.

12 TEMMUZ BEYANNAMESİ’NİN TÜRK SİYASİ TARİHİNDEKİ YERİ ETKİSİ VE ÖNEMİ. 



Fehmi AKIN
* Yrd. Doç. Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, 03200 AFYONKARAHİSAR. 
Sosyal Bilimler Dergisi 

ÖZET 

DP kurulduktan sonra bir süre iktidar partisinin hoşgörüsüyle karşılassa da, belediye seçimlerini boykot etmesi ve umulanın üzerinde bir örgütlenme başarısı göstermesi üzerine iktidar partisinin ona karşı tutumu giderek sertleşmiştir. Gerginliğin doruga çıkması üzerine İnönü devreye girmiş ve iki parti arasında ara buluculuğa soyunmuştur. Cumhurbaşkanı İnönü, Tarihe “12 Temmuz Beyannamesi” olarak geçen bildirisiyle muhalefetin de iktidar partisinin koşulları içinde çalışacagı güvencesini vermiş ve çok partili dizgenin süreğenliğini sağlamıştır. 

Anahtar Kelimeler: Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi, 12 Temmuz Beyannamesi, İsmet İnönü, Celal Bayar,


*** 

GiRİŞ;


Demokrat Parti (DP) 7 Ocak 1946’da kuruldu. 1946 Mayısında yapılan belediye seçimlerini boykot etse de 21 Temmuz 1946’da yapılan erken genel seçimlere katılarak 66 milletvekili çıkardı. Kurulmasından tam bir yıl sonra birinci büyük kongresini yaptı. 7 Ocak 1946’dan 12 Temmuz 1947 Beyannamesine degin geçen bir buçuk yıllık süre DP ile iktidar partisi 

CHP arasında zaman zaman siddetini artıran gerginliklere sahne oldu. Bu makalede önce 12 Temmuz’a giden süreç ele alınmıs, sonra da beyannamenin sonuçları üzerinde durulmustur. 

12 Temmuz Beyannamesi 

DP Birinci Büyük Kongresi ve hemen ardından yapılan Muhtar seçimlerinden kısa bir süre sonra iki parti arasında adım adım tırmanan gerginlik “Aldogan Olayı”ndan sonra1 zirveye ulastı. İnönü, 6 Haziran’da, İngiltere’den yeni dönmş olan Fuat Köprülü’yü telefonla arayarak kendisiyle görüsmek istedigini söyledi. İki saat süren görüsmede Köprülü, İngiltere izlenimlerini anlattı2, sonra da Türkiye’deki iç politika konusuna girdi. Köprülü’nün en çok yakındıgı konu, yöneticilerin baskısıdır. Köprülü ayrıca, halkı ayaklandırma gibi, ihtilale tesvik etme gibi konuların siddetle aleyhinde oldugunu ekledi. 

Bu arada, DP Ankara İl Baskanı Üzeyir Avunduk ve İşadamı Vehbi Koç’un iki parti arasında arabuluculuk girisiminde bulundugu görülmektedir. 
İnönü, Avunduk ve Koç’la görüstügünü, daha sonra da 7 Haziran’da Bayar’a randevu verdigini anılarında anlatır3. Bayar, görüsme sırasında yine yöneticilerin baskısına degindi. Partisine mensup olanların dövüldügünü, tehdit edildigini, islerinden çıkarıldıgını anlattı. Muhtar seçimleri sırasında yasanan olayları gündeme getirdi. 21 Temmuz seçimlerinden sözederek yüzlerce milletvekilinin kendilerinden haksız olarak alındıgını söyledi. nönü’nün buna, bazı haksızlıkların olmu olabilecegi, ancak bunların Meclis’teki komisyonlarda görüsülüp karara 
baglandıgı biçiminde karsı çıktıgı görülüyor. nönü bir de Bayar’a “Meclis çogunlugunu haklı olarak CHP’nin kazanmı oldugundan süpheniz var mı?” 
sorusunu yöneltince Bayar’ın, zaten yeteri kadar aday göstermediklerini, dolayısıyla çogunlugun CHP’de olacagını söylemesi anlamlıdır4. Bayar, aynı 
görüsmede, partisine hakim oldugunu, asırıların hakkından gelecek güce sahip oldugunu belirtmiştir. 

Bayar bir de, ordunun politikaya karıstırılmasının tümüyle aleyhinde oldugunu göstermeye çalısmıstır. İnönü, görüsmenin sonunda bir çıkar yol bulmaya 
çalısacagını ve görüsmelerin sürecegini söylüyor5. İnönü, Bayar’la görüsmesinin hemen ardından Peker’le bir araya geldi ve Bayar’ın “bundan sonra baskı 
yapılmayacagı” yolunda bir genelge çıkarılmasını arzu ettigini hatırlattı. Peker’in ise buna yanasmadıgını ve kendisine, simdilik görüsmelerin kesilmesinin 
daha dogru olacagını söyledigini aktarıyor İnönü 6. 

11 Haziran’da nönü, Bayar’la yeniden bir araya geldi ve yakınma konularını hükümet kanadına ilettigini söyledi. nönü, ayrıca bundan sonraki görüsmenin iki tarafın da hazır bulundugu bir biçimde yapılması önerisinde bulundu ve Bayar, bu öneriyi yerinde buldu. 14 Haziran’da bu dogrultuda taraflar bir araya geldi. Görüsmede iktidar kanadını Peker’le birlikte CHP Genel Baskan Yardımcısı Mümtaz Ökmen temsil ediyordu. Bayar ise yalnız gelmeyi yeglemisti7. Basta İnönü, iki tarafı da dinleyip bir çıkar yol bulmayı amaçladıgını söyledi. Sonra Bayar söz aldı. Bayar, her zaman oldugu gibi en büyük sorunun yöneticilerin baskısı oldugundan dem vurdu. Yakındıkları konular hakkında iktidarın hiçbir islem yapmadıgını söyledi. Basbakan ise, bunun dogru olmadıgını, sikayetlerin üzerine gidildigini fakat yüzde 90’ının dogru çıkmadıgını ifade etti. Ökmen de onu onayladı. Basbakan ayrıca, muhalefetin ihtilal metotlarından yakındı. “Üç aya, altı aya kadar iktidara gelecegiz. Nasıl gelecegiz, geldigimiz zaman görürsünüz” gibi sözlerin baska anlamı olamayacagını söyledi. Bayar, bu iddiaları siddetle reddetti ve söz konusu ihtilal iddialarına dayanak olusturan olayların seçimlerin hemen ertesinde yasanan “infial”lerden ibaret oldugunu vurguladı8. 

İnönü ise, iki tarafın da söylediklerinin önemli oldugunun altını çizerek yine de anlasmaya engel bir durum görmedigini söyledi. 

İnönü, bu sırada Peker’e, Bayar’ı hosnut etmek için ne yapılabilecegini sordu ise de Peker’den tatmin edici bir yanıt alamadı. Görüsmenin özeti sudur: 
Bayar, sikayet konularını sıralayarak, hükümetten, baskı yapılmayacagına iliskin bir genelge yayınlamasını istemektedir. Peker ise, böyle bir genelgenin 
simdiye dek baskı yapıldıgı anlamı çıkarılabilecek bir itiraf gibi anlasılmasından korkmaktadır. İki taraf arasındaki diyalog bu noktada tıkanma göstermektedir. nönü ise, Bayar’ın bütün hırçınlıgına ve Peker’in de bütün vurdumduymaz tavırlarına ragmen pes etmemekte ve iki taraf arasında ortak noktalar bulmaya çalısarak, sonuna kadar hakemlik tutumunu sürdüreceginin isaretlerini vermektedir. 

İnönü ile Bayar arasındaki dördüncü görüsme 17 Haziran tarihlidir. 
Bu görüsme Bayar’ın istegi üzerine yapılmıstır9. Bayar, görüsmeye daha önceki görüsmelerini arkadaslarına anlattıgını söyleyerek baslamıs, partili arkadasları nın oynadıgı hakemlik rolünden dolayı nönü’ye minnet ve sükranlarını sunduklarını belirtmistir. Bayar, ardından baskı iddialarını ve hükümet tarafından kamuoyuna bir açıklamada bulunulması isteginin arkasında durduklarını yinelemistir. Ancak, Bayar, İnönü’nün, böyle bir açıklamanın soru-cevap biçiminde yapılması istegine çekince koymustur. Bayar bu endisesini su sekilde belirtmistir: “Kanun dısı hareket, ihtilal tesebbüsleri düsünmüyoruz demek bile gücüme gidiyor”10 . İnönü’nün Bayar’a bu noktada hak verdigi anlasılıyor. İnönü’nün “tatilde ne yapacaksınız?” sorusundan sonra “mitingler olacak mı?” diye de sorması, mitinglerin iktidarca etkili bir yöntem olarak kabul edildigi biçiminde yorumlanabilir. Öte yandan muhalefet kanadında, Bayar’la İnönü arasında yapılan bu görüsmelerin DP’nin tabanında “muvazaa” seklinde 
algılanmaması için bir çaba içine girildigi de görülmektedir. nönü, Bayar’ın kendisini oyalanıyor olarak gördügünü, bu yüzden de kendisini örgüte 
“yürüdügümüz yolda devam edecegiz” anlamında genelgeler göndermek zorunda hissettigini belirtiyor11 . 

İnönü’yle Bayar arasındaki besinci görüsme 20 Haziran 1947’de bu kez İnönü’nün istegi üzerine gerçeklesmistir. İnönü Bayar’a, konustuklarını 
Peker’e aktardıgını söyledi. Peker’in iki parti arasındaki iliskilerden övgüyle söz ettigini belirtti. Bayar ise buna, henüz fiili bir sonuca ulasamadıkları biçiminde karsılık verdi. İnönü, geçmisteki olayların sürekli gündeme getirilmesinin yanlıslıgından bahsetti. “Siz baskıdan sikayetçisiniz. Yani çalısma emniyeti istiyorsunuz. Hükümet sizin ihtilal metotları takip ettiginizi ileri sürüyor. İlk isimiz, bu iki nokta üzerinde arada bir emniyet kurulmasıdır” dedi12 . İnönü, görüsmeler sürerken gösterdigi anlayı ve hosgörünün, muhataplarında, yalnız kendilerini haklı görmek egiliminin güçlenmesine neden oldugundan yakınmaktadır13 . İnönü, Bayar’ın bir yandan kendisiyle görüsürken, bir yandan da örgütünün heyecanını gönderdigi genelgelerle ayakta tutma çabalarını yadırgadıgını saklamamaktadır. İnönü, Bayar’la yaptıgı görüsmelerin kamuoyunda yanlı yorumlara yol açmaması için bir tebli yayımlamıstır. İnönü, tebliginde, Bayar’la memleket sorunları etrafında görüstüklerini, görüsmenin ardından Bayar’ın “Cumhurbaskanından baskının kaldırılması için delaletlerini rica ettim. Herhalde hükümetle görüstükten sonra olacak, baskının kaldırılacagını hükümetin vadettigini söylediler” dedigini, sonra da muhalefet liderinin Sivas’a hareket ettigini belirtmistir14 . İnönü, H. Suphi Tanrıöver’i Bayar’la görüsmesi için görevlendirmis, Tanrıöver de Bayar’la görüsmesini İnönü’ye aktarmıstır. Tanrıöver, Bayar’ın ardından Köprülü ile de bir görüsme 
yapmıstır. Görüsmede, nönü’nün partiler arasındaki arabuluculuk tutumunun takdire sayan oldugu yinelenmis. Köprülü, karsılarında CHP gibi bir partinin bulunmaması durumunda bir yıl bile dayanamayacaklarını söylemis. Çünkü, DP’nin içinde “ihtiras adamları, muvazenesizler, kötü ruhlu ve hesapsız unsurlar” vardır15 . 

Bayar, bu arada, 27 Haziran’da Sivas’ta halka yönelik bir konusma yaptı16 . Bayar, her zaman yaptıgı gibi, Sivas’taki konusmasına da, Sivas’lıları överek basladı. Bayar’a göre, “Sivas ve Sivas’lılar, mazideki tarihi medeniyet eserleriyle birlikte Türk inkılabının temelinin kendi sehirlerinde atılmı olmasıyla da haklı olarak ögünebilirler”. Bayar, yurttasların siyasal görüsleri yüzünden baskılara ugramaması gerektigini, DP iktidara geldiginde bu ilkeyi içtenlikle uygulayacagını söyledi. Bayar, radyonun ve halkevlerinin yalnızca iktidar partisine hizmet ettiginden yakındı ve esit muamele istedi. Bayar’a göre, memleketin çıkarı DP Kongresinde alınan Hürriyet Misakı kararları geregince Meclis’ten çekilmeyi gerektirirse bunda tereddüt edilmeyecektir. Suikast, hükümet darbesi gibi seyler asla akıllarından geçmiş degildir. Bayar, son zamanlarda İnönü ve Peker’le yaptıgı görüsmelere temas etti ve Peker’e, partinin kurulusundan bu yana geçirilen asamaları ve zorlukları anlattıgını ve bunların çözümünü istedigini belirtti. Bayar’a göre Peker, DP’nin hükümetin düsmanlıgına maruz kalmadıgını düsünmektedir ve hükümetin DP’ye karsı tarafsız davrandıgı kanısındadır17 . Bayar, bir de her zaman oldugu gibi, devlet baskanı ile parti baskanının aynı kiside birlesmemesi geregi üzerinde durmustur. Bayar’a göre Atatürk, Serbest Fırka zamanında Ben particilere karsı bitarafım. Reisicumhur oldugum müddetçe partinin reisligini yapmayacagım. Bu vazifeyi bilfiil İsmet Pasa görecektir” anlamına gelen bir söz söylemi ve böylelikle geçmiste hayırlı bir yol açmıs. Bayar, aynı tutumu Atatürk’ün ardılından da beklemektedir18 . 

İnönü, 5 Temmuz’da Bayar’la bir kez daha görüstü. Bu görüsmede, muhalefetin İnönü’den bekledigi hakemlik müdahalesinin içerigi üzerinde duruldu. İnönü’nün düsündügü formül, simdiye kadarki durumun hikaye edilmesi ve güvenceleri de içeren dileklerin kagıda dökülmesidir19 . 

İnönü ile Bayar, 7 Temmuz günü bir kez daha görüstüler20 . Bu görüsmede kamuoyuna duyurulacak bildirinin biçimlendigi anlasılıyor. 
İnönü, tasarladıgı bildiri metnini Bayar’a verdi21 . 

Bu arada Bayar ile Peker arasında karsılıklı demeç düellosu basına yansımaktadır. Peker, Bayar’ın Sivas konusmasına sert bir sekilde karsılık 
verdi22 . Bayar ise Peker’in bu açıklamasıyla, iç politikada memleket ve dünya sartlarının gereklerini yerine getirme yeteneginden uzak oldugunu 
ortaya koydugunu söyledi23 . 

İnönü, Bayar’ı 10 Temmuz günü yeniden kabul etmis, bu görüsmede “beyanname” üzerinde uzlasmaya varılmıstır. nönü’den beyanname 
örnegini alan Bayar, DP Genel dare Kurulunu toplantıya çagırdı. Bayar, toplantıda o güne dek yaptıgı görüsmeleri anlattı ve bildiri örnegini okudu. 
Bu noktada DP önde gelenleri ikiye ayrıldı. Üyelerin bir bölümü bildiriyi olumlu karsılarken, bir bölümü de karsı çıkıyordu. Partideki ılımlı kanat, bildirinin DP’ye yönelik baskıyı ortadan kaldırması bakımından yararlı olacagını vurguluyorlardı. “Müfrit”ler ise, nönü’nün devlet baskanlıgı ile parti baskanlıgından hiç birisini bırakmadan demokrasi oynamak istedigini iddia ediyor ve bildirinin kabul edilmemesini, görüsmelerin kesilmesini istiyorlardı24. Yusuf Kemal Tengirsenk, Ahmet Tahtakılıç ve Ahmet Oguz partideki asırıları temsil ediyorlardı. DP’nin kurucuları ise, ılımlı kanattandı ve Bayar’ın bunlara dahil olması güçlerini artırıyordu. Toplantının ilerleyen bölümlerinde Tengirsenk’in dısındaki asırıların yumusadıgı anlasılıyor. 
Ancak asırılar, bildiri metninde ufak tefek bir takım degisiklikler yaptırmayı basarıyorlar. Bildirinin sonuna ise, “beyanatın nesrinden önce basbakanla 
muhalif parti lideri görmüslerdir” kaydının konması çogunlukla benimseniyor25. Aykırı kalan tek kisi Yusuf Kemal Tengirsenk’tir26 . 

“12 Temmuz Beyannamesi” adıyla ünlenen bildiri, 11 Temmuz günü radyoya ve Ajans’a verilmis, 12 Temmuz günü ise ulusal gazetelerde yayımlanmıstır27 . nönü’nün bu bildirisi, muhalefete verilen güvenceler açısından çok önemlidir. İnönü, bildiride önce, iktidar ve muhalefet kanadıyla yapmı oldugu görüsmeleri hikaye etmis, sonra da iki taraftan beklentilerini açıga vurmustur. nönü, bildirinin amacını, iki taraf arasında dügümlenen iliskileri yansız konumuyla çözmek olarak açıklıyor. Ona göre, suasamada kimin haklı kimin haksız oldugunu ortaya koymanın bir yararı yoktur. 

İnönü, asırıya kaçmakla birlikte iki tarafın da yakınmalarında haklılık payı oldugu kanaatini tasımaktadır. İnönü’nün bu sözlerinden, Peker’e ragmen, muhalefetin dillendirdigi baskı iddialarını kabul ettigi anlamı çıkıyor. İnönü, iki partiye de esit uzaklıkta oldugunu, “ihtilalci bir tesekkül degil, bir kanuni siyasi partinin metotları ile çalısan muhalif partinin, iktidar partisi sartları içinde çalısmasını saglamak gerekir” sözleriyle ortaya koyuyor28 . İnönü’ye göre, “mesru ve kanuni siyasi partilere karsı tarafsız ve esit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel sartıdır”. Ancak siyasi partiler de, mensuplarının ya da öyle görünen özel amaç sahiplerinin “sirretliklerini pervasız olarak tesirsiz bırakmak hususunda” dikkat göstermelidirler. İnönü’nün varmak istedigi sonuç, iki partinin birbirlerine güven duymalarını saglamaktır. “Muhalefet, teminat içinde yasayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadıgından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından baska bir sey düsünmediginden emin bulunacaktır”. Bu sözlerden de anlasıldıgı 
gibi, 12 Temmuz Bildirisi, ülkenin geri dönülmez bir biçimde çok partili yasama geçmiş oldugunu ortaya koyan bir belge niteligindedir. İnönü, 1959 yılında 
Akis’ten Hamdi Avcıglu’nun, Türkiye’de çok partili yasama geçilmesinin asamaları hakkında sordugu bir soruya su yanıtı vermistir: “Demokratik 
hayata geçmek kararımızın ciddiyetine inanılmak için oldukça zaman geçmistir. DP’nin kurulmasından sonra da endiseleri yenmek için uzun müddet sabır ve yardım göstermemiz lüzumlu olmustur. Kararın dönülmez tabiatta oldugu anlasıldıktan sonra, gittikçe artan bir siyasi cesaret havası yayılmıstır. Ölçülerin kaçtıgı, sabırların tükendigi devreye girmistik. 1947 hakiki bir buhran noktasıdır. Ümitsizlik asikar bir hale geldigi zaman 12 Temmuz Beyannamesiyle demokrasi hayatının yerlesmesi için kat’i tedbir tarafımızdan alınmıştır”29 . 

Muhalefete en yetkili agız tarafından güvence verilmistir. nönü bu bildirisiyle muhalefetin kurumsallasmasına çok önemli bir katkıda bulunmustur. 
Bildiriden sonra, iki parti arasındaki iliskilerin tümüyle bahar havasına girdigi sanılmamalıdır. DP yönetiminin, içindeki “müfrit”leri zaptetmek için tuttugu 
iki yönlü politikanın bundan sonra da sürdügü görülüyor. İnönü’nün ise partiler üstü konumunu iyice kanıksadıgı bir döneme giriliyor. 

Beyannamenin Yankıları ve Sonuçları 

Bildirinin yayımlanmasından sonra, parti baskanlıgından çekilecegi söylentileri ortalıkta dolasmaya baslayınca İnönü, bunu yalanlama geregi  duydu 30. 
CHP zmir Bölge Müfettisi Kamran Örs’ün Genel Merkeze yazdıgı 18 Temmuz 1947 tarihli raporda Örs, bildirinin İzmir ve çevresinde uyandırdıgı yankıları anlatmıstır31 . DP’liler, İnönü’nün yüksek hakemliginden dolayı sevinçlidir. “Her vesile ile edep ve terbiye sınırlarını asan zehirli ve mütecaviz dillerini kısmıslardır”. Rapora göre bildiri, tarafsızlar üzerinde olumlu bir etki yapmı olsa da, CHP’ye mensup olanlar üzerinde o denli olumlu bir izlenim bırakmamıstır. Çünkü CHP’liler, İnönü’nün Genel Baskanlıktan ayrılmasını istememektedirler. “DP’lilerin İnönü’yü “harp dısı” ilan etmesi yani ona dokunulamayacagına hükmetmesi ise, bundan sonra hücumların, kin ve husumetlerin bir taraftan CHP’ye, öte yandan Peker Hükümetine yönelmesine neden olacaktır.” DP’lilerin istedikleri yasalar Meclis’ten geçerse, bu kez de, “eski kanunlarla bu 
Meclis’in devamı demokratik sayılamaz” savıyla Meclis’in yenilenmesi mücadelesine baslayacaklardır. Örs’e göre, nönü’nün, Parti Baskanlıgından 
ayrılma düsüncesinin kendisinin içten isteginden çok, Bayar’ın baskısı sonucu olustugu hakkında DP’lilerin sasmaz bir kanaatı vardır. İnönü’nün 
Genel Baskanlıktan ayrılmasının, DP’nin daha anlayıslı ve daha makul bir dogrultuda ilerlemesine yardımı dokunacagı kuskuludur. Ayrıca, eger bu 
çekilme gerçeklesecek olursa, üç sene sonraki seçimde CHP iktidarı kaybedecektir. Öte yandan bu çekilme, örgütün bünyesinde siddetli bir kriz 
doguracaktır. “İlk zamanlarda, dagılmalar, firarlar olacaktır, bocalama olacaktır. Fakat kalanlar daha mütecanis ve daha mistik bir baglanısla partiyi 
kuvvetlendirmeye çalısacaklardır.” Örs’e göre, eger, bundan sonraki seçimi DP kazanır da, çok zayıf bir olasılıkla nönü’yü cumhurbaskanı yapmak 
isterlerse, İnönü’nün bunu kabul etmeyerek azınlıkta kalan partisinin basına geçmesi gerekir. Bu durum, CHP’yi kısa zamanda iktidara götürecek en 
kestirme yoldur. 

Anlasıldıgı kadarıyla, 12 Temmuz Beyannamesi, CHP’liler arasında, İnönü’nün Genel Baskanlıktan ayrılacagı ve parti gelecek seçimlerde iktidarı kaybetse bile devletin basında kalmaya devam etmeyi düsündügü yolunda kuskular uyanmasına neden olmuştur. 

12 Temmuz niçin önemlidir? Çünkü bu tarih, iki parti arasındaki gerginligin yerini yumusamaya bırakmaya basladıgı tarihtir. İnönü, açıkça arabuluculuga soyunmus, CHP Genel Baskanı olmasına ragmen iki partiye de esit uzaklıkta duracagına iliskin söz vermistir. Öte yandan bu tarih, iki partide de asırıların güç yitirdigi ve partilerinden dıslanmasına kadar varan bir sürecin baslangıcını olusturması itibariyle de önemlidir. Ancak içeride bu olup bitenleri dı iliskilerden soyut degerlendiremeyiz. İçerideki bu gelismeler, ABD ile iliskilerdeki ilerleme ve yardım kararı çıkmasıyla kosut degerlendirilmelidir. Beyannamenin imzalandıgı gün Ankara’da, ABD ile Türkiye arasında ABD’nin Türkiye’ye yapacagı yardıma iliskin bir anlasma imzalanması rastlantı degildir. 

12 Temmuz, nönü’nün CHP Genel Baskanı gibi degil, Cumhurbaskanı gibi davrandıgı bir olaydır. 12 Temmuz’la nönü, partilerüstü bir durusla iki partiye de esit uzaklıkta oldugunu ifade etti. 12 Temmuz ile yönetenler çok partili süreci tescil ettiler ve muhalefetin sürekliligini güvence altına aldılar. Yani 12 Temmuz, geçi sürecinin geri dönülemez bir süreç haline dönüstügünün bir belgesidir. 12 Temmuz ile ülkedeki ihtilal havası ortadan kalktı. Siyasi tansiyon yumusadı. Bu aynı zamanda adı konmamı bir siyasi sözleşmedir. 

12 Temmuz’la muhalefetin yasal yöntemlerle çalısması durumunda iktidar partisinin olanakları içinde etkinlikte bulunabilecegi belirtildi. 
Böylece mesru olmayan muhalefete izin verilmeyecegi açıkça vurgulanmı oldu. Hangi muhalefetin mesru oldugunu belirleme yetkisi ise, iktidar seçkinlerine aitti. Mesru olduguna karar verilen muhalefet, rejimin varlıgını tehlikeye düsürmeyecegine inanılan muhalefetti. Dolayısıyla ne irtica anlamındaki saga, ne de komünist sola yasama sansı verilmedi. Sol ise konjonktürel olarak asırı saga göre bile daha sanssız bir konumdaydı. 
Erogul’un deyisiyle halk, siyaset sahnesine, ancak sınıf bilincinin gelismesi yasaklanarak kabul edildi32 . Bir diger husus da, CHP’nin muhalefetin 
varlıgını kendisi için tehlikeli görmedigini deklare etmi olmasıdır33 . 

12 Temmuz’dan önce DP, halkın destegini arkasına almak suretiyle hükümete baskı kurmaya çalıstıysa da, beyannameden sonra isteklerini daha 
çok Meclis yoluyla gerçeklestirmeye özen gösterdi34 . 

12 Temmuz’dan sonra nönü, (özellikle 1947 Kurultayında) yetkilerini fiilen Genel Baskan Vekiline bırakarak daha partiler üstü bir konuma geçmeye çalıstı. Belki iktidarı kaybederse Cumhurbaskanı olarak kalmanın hesaplarını yapıyordu 35 . İnönü, daha sonraları 1 Kasım 1949’da Meclis’i açı konusmasında 12 Temmuz Beyannamesi’nin iktidarla muhalefetin karsılıklı yükümlülüklerini ve sorumluluklarını ifade etmek için yazıldıgını ve iyi sonuçlar verdigini söylemistir. İnönü, bu bildirinin tek taraflı bir borç senedi gibi anlaşılmasının niteliğine ve yazılı amacına aykırı olduğunu belirtmiştir 36 . 

Bayar daha sonra 1949 yılında bildiri hakkında sunları demistir: “12 Temmuz Beyannamesi... 21 Temmuz seçimlerindeki hareketin ve ondan sonra Recep Peker Hükümetinin tedhi ve tazyik politikasının yürüyemeyecegine dair olan kanaatin ifadesidir... Bu beyanname sırasında bizim karsımıza iki yol çıkmı idi. Birisi ihtilal yolu idi, igtisa ve isyan yolu idi. İkinci yol, memlekette istikrarı muhafaza ederekten müskül dahi olsa, zaman kaybetmek bahis mevzuu dahi olsa istikrar yolu idi. Bizler sizlere itimat ederek ikinci yolu seçtik... Eger beyannameyi reddetseydik elimize ne geçecekti? Kabul ettik... Simdi onlar, bizim reddettigimiz takdirde düsecegimiz vaziyete düsmek istidadındadırlar... Her seyi o günkü sartlarında mütalaa etmek lazımdır”37. Menderes de, bildiriden sonra DP’nin tuttugu yolun haklılıgını, 15 Subat 1948 tarihli zmir konusmasında söyle ifade etmistir: “12 Temmuz’dan sonra bizim sadece taktigimiz degismistir. Daha evvel bize karsı siddetle hareket edenlere misli ile mukabeleden 
çekinmedik... Artık karsı taraftan bize hücum ve taarruz gelmiyordu ki, biz hücum ve taarruzlarda bulunalım.” Menderes, ayrıca DP’nin taktiginin 
isabetini, sıkıyönetimin kaldırılmı olması ve valilerin degismesini örnek göstererek destekliyor38 . 

12 Temmuz Bildirisinin en önemli sonuçlarından birisi, iki partide de asırıların tasfiye edilme sürecini baslatmı olmasıdır. Aslında bu sürecin daha nönü ile Bayar arasındaki görüsmeler devam ederken, Haziran ayında basladıgı da söylenebilir. Haziran’da DP Haysiyet Divanı, Dr. Mustafa Kentli’nin partiden çıkarılmasına, General Rasim Altu ve Harun Dikmen’e ihtar cezası verilmesine karar verdi39 . 12 Temmuz’la birlikte muhalefetin iyice mesruiyet kazanmasında, DP’den ayrılan “müfrit”lerin tutumunun da etkisi oldu. DP’den ayrılan bu kisiler, kurdukları olusumlarla, DP’yi “merkez”e çekmi oldular. 

Bu bildiriyle iktidar, muhalefetin varlıgına tahammül etmeyi, onunla bir arada yasamayı kabul ediyordu. Bu arada nönü, çıktıgı dogu gezisine DP’li Nuri Özsan’ı da götürdü. nönü, bu gezisinde yaptıgı konusmalarda, partiler arasındaki iliskilerin iyilestirilmesi geregi üzerinde durdu ve gittigi yerler de DP merkezlerini de ziyaret etti. Böylece bir yılı askın bir savasımdan sonra artık DP, iktidar tarafında tahammül edilen bir muhalefet olarak güçleniyordu. Ancak bu güçlenme, beraberinde kimi sakıncalar da dogurmus, DP’nin içindeki sertlik yanlıları, DP yönetimini İnönü ile isbirligi yapmakla suçlamışlardır40 . 

Beyannamenin İktidar ve Muhalefet Partisi Üzerindeki Etkileri 

12 Temmuz’un CHP üzerindeki etkisi, Peker’in başbakanlık tan çekilmesi ve muhalefete karsı ılımlı bir politika izlenmesini savunan grubun partide etkili bir duruma gelmesi oldu. Peker’in 12 Temmuz Beyannamesi’yle muhalefetin yüreklendirilmesinden ve İnönü’nün  hükümetin islerine karısmasından rahatsız oldugu biliniyordu. 26 Agustos 1947’de Peker, CHP Meclis Grubundan güvenoyu istedi. 35 kisi aleyhte oy  verdi 41. 
Bu hareket bu kisilerin sayısından hareketle “ 35’ler Hareketi” olarak tarihe geçti. Bu kisilerin İnönü’yle sıkı ilişki içinde olmaları kuvvetle muhtemeldir. 
35 güvenoyu eksigine ragmen Peker istifa etmedi ve karsı atak olarak hükümette kimi üyeleri degistirmek için Meclis Grubu’ndan izin istedi. Bu kez aleyhte oy kullananların sayısı 47’ye ulasınca 9 Eylül 1947’de İnönü’ye istifasını sunmak zorunda kaldı. nönü, hükümeti kurma görevini Hasan Saka’ya verdi. Peker ise, Aralık 1947’deki Kurultay’da genel baskanlık yarısında neredeyse hiç oy alamadı. Ardından Genel Baskan Vekilligine adaylıgını koydu. Bu seçimde oylarını bir miktar artırdıysa da İnönü’nün adayı Hilmi Uran’a karsı yenilgiye ugradı. Peker’in tasfiyesiyle kosut ve e zamanlı olarak Falih Rıfkı da yıllardır sürdürdügü Ulus basyazarlıgı görevinden ayrıldı. 

Beyannamenin DP üzerinde hemen yıkıcı bir etki yapmadıgı görülüyor. DP’nin içindeki hareketlilik, Aralık 1947’de hükümetin milletvekili maaslarına zam yapılması yolundaki önerisiyle siddetlendi. DP, grup kararı alarak, önerinin reddedilmesine karar verdi fakat Kemal Silivrili bu karara uymayarak kabul oyu verdi. Silivrili’ye göre, aslında DP yöneticileri bu farkı almak istiyorlar fakat nasıl olsa onların hayır oyuna ragmen öneri geçecegi için siyasal bir taktik olarak muhalefet ediyorlardı42 . Hatta, Köprülü’nün “kırmızı oylar sandıga, paralar cebe” dedigi her yerde konusuluyordu. Öneri Meclis’te kabul edildikten sonra, DP Genel Merkezi, maaş farklarının partiye verilmesini istedi. Bir kısım milletvekilleri bu çagrıya uymadı. Öte yandan DP Meclis Grubu, grup yöneticilerini istifa etmiş sayarak yenilerini seçmeye karar verdi43 . Yapılan seçimde Köprülü, 
yeniden Meclis Grubu ikinci baskanlıgını kazanamadı. Bunun üzerine Bayar da Meclis Grup Baskanlıgından istifa ettigini duyurdu44. Ardından DP Genel 
İdare Kurulu, parti-içi dayanısmayı zayıflattıkları savıyla be milletvekilini Haysiyet Divanı’na verdi. Haysiyet Divanı da bu milletvekillerinin partiden 
ihracına karar verdi. Bu milletvekilleri sunlardır: Osman Nuri Köni, Necati Erdem, Mithat Sakaroglu, Sadık Aldogan ve Kemal Silivrili 45. Genel İdare 
Kurulu’nun altı üyesi bu kararı boykot amacıyla GİK’ten istifa ettiler ancak onlar da Haysiyet Divanı’nın kararıyla partiden ihraç edilmekten kurtulamadılar46 . 
Bu çıkarılmalardan sonra DP’nin milletvekili sayısı 31’e indi. DP’den ayrılanların bir kısmı Millet Partisi’ni kurdular47 . 
Partinin baskanlıgına da Hikmet Bayur’u getirdiler. Bir kısım milletvekilleri de Müstakil Demokratlar Grubu adıyla bir olusum kurdular. 
Bu grup da bir süre sonra Millet Partisi’ne katıldı. Millet Partisi, yayın organı olan Kudret gazetesi aracılıgıyla hem CHP’ye, hem de DP’ye saldırıyordu. 
DP’ye saldırılarının baslıca konusunu, bu partinin bir “muvazaa” eseri oldugu suçlaması olusturuyordu. 
Bayar’ın DP’yi kurmadan önce, İnönü’yle görüsmesi bu suçlamaların dayanak noktasıydı. Bu görüsmede, Bayar’ın İnönü’ye kurulacak parti hakkında 
garantiler verdigi ve gizli pazarlıklar yapıldıgı ileri sürülüyordu. K. Öner de anılarında, DP’nin iktidarın izni ve hosgörüsü dahilinde kuruldugunu ve DP’ye 
girmeden önce “muvazaa” haberleri aldıgını iddia ediyor48 . Ancak bu kisilerin neden DP’nin bünyesinde yer alırken degil de, partiden ayrıldıktan sonra 
bu iddiaları dillendirmeye basladıkları sorulmaya deger. İnönü’nün DP kurulur ken bazı sözler aldıgı zaten anılarında yazılan bir husustur. Bunun dısında İnönü ve Bayar arasında, Serbest Fırka olayında oldugu gibi bir danısıklılık olmadıgı söylenebilir. Çünkü Atatürk ile Okyar arasındaki iliskiyle nönü ve Bayar arasındaki iliski aynı degildir49 . Yani İnönü, Bayar’a “muvazaa” ile parti kurdurtacak bir konumda degildi. 

SONUÇ 

İktidar kanadında Basbakan Peker, asırıları temsil ediyor ve karsıt partiye ödün vermeye yanasmıyordu. Sonuçta nönü, Aralık 1946’da oldugu 
gibi yeniden devreye girdi ve arabuluculuga soyundu. nönü bu amaçla Basbakan Peker’i ve muhalefet lideri Bayar’ı bir araya getirdi. Yaklasık bir 
ay süren görüsmeler sonunda İnönü, “12 Temmuz Beyannamesi” adıyla ünlenen bildiriyi yayımladı. DP’nin 12 Temmuz Beyannamesi’yle resmiyet 
kazandıgı ve varlıgını güvence altına aldıgı söylenebilir. DP’nin kurumsallasmasında bildirinin çok önemli yeri vardır. Bildiri muhalefete 
önemli mevziler kazandırdı ve çok partili süreci bir daha geri dönülemez biçimde saglamlastırdı. Her iki partideki asırılar ya partilerinden ayrıldılar ya 
da etkisizlestirildiler. DP’den ayrılanlar kurdukları olusumlarla ve temsil ettikleri asırı sagcı fikirlerle DP’yi merkeze çekmi oldular. 

12 Temmuz Beyannamesi, hem geriye dönüsün artık olanaksız oldugunu belgelemis, hem de iktidar-muhalefet iliskilerinde yeni bir çıgır 
açmıstır. 12 Temmuz Beyannamesi, muhalefetin mesruiyetini ve kurumsallasmasını güçlendiren bir belge olarak kabul edilebilir. Ancak 
yukarıda anılan yasal düzenlemelerle bu mesruiyet daha da güçlendirilebilirdi ki, bu da geçi sürecinde adım adım yapılmıştır. 
Örneğin sıkıyönetim, Aralık 1947’de temelli kaldırıldı. İdare amirlerine, mıntıkaları içinde, emniyet ve asayi bakımından süpheli kabul ettigi 
kimseleri 3 aya kadar varan süreyle nezarette bulundurma yetkisi veren 4 Temmuz 1934 tarih ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri 
Kanunu’nun 18. maddesi, 2 Şubat 1948 tarih ve 5188 sayılı yasayla degistirildi. İstiklal Mahkemeleri Kanunu ise, 4 Mayıs 1949’da çıkarılan 
5384 sayılı yasa ile yürürlükten kaldırıldı. Muhalefetin sürekli üzerinde durdugu adil ve serbest seçim yasasına ise 1950 Şubatı’ nda kavuşuldu. 

EK _   12 Temmuz Beyannamesi (Cumhurbaskanı İsmet İnönü tarafından 12 Temmuz 1947 tarihinde yayımlanmıstır.)  

    Hükümet Reisiyle ve Muhalefet Lideri ile son günlerde memleketin iç durumu üzerindeki konusmalarımı ve bu hususta kanaatlerimi ve  fikirlerimi söylemek zamanı gelmiştir. 

7 Haziran tarihinde görüsmek üzere çagırdıgım Bay Celâl Bayar bana, Demokrat Partinin, idare mekanizmasının baskısı altında bulundugunu beyan ve sikayet etti. Haberdar ettigim Basbakan aynı mevzuları daha evvel aralarında görüstüklerini hikaye ederek, böyle bir baskının olmadıgını, idare mekanizması nın memleketin huzurunu bozacak mahiyette tahriklere karsı çok güç durumda kaldıgını beyan eyledi. Bundan sonra, iki tarafı bir arada dinlemek için 14 Haziran tarihli bulusmayı tanzim ettim. Basbakan ve yardımcısı Devlet Bakanı ile Demokrat Parti Baskanı hazır bulundular. İki taraf arasında karsılıklı tartısma içinde iki buçuk saat devam eden bu konusma, basladıgı noktada bitti. Demokrat Parti Baskanı, partisinin baskı altında bulundugu noktasında ısrar ve partisinin kanun dısı maksatlar ve ihtilal usulleri takip ettigine dair ihtimalleri reddetti. Hükümet Reisi, idare mekanizmasının baskı yaptıgı iddiasını kabul etmeyecegini ve sikayet vesikalarını tetkik ve takibe hazır oldugunu tekrar söyledi ve muhalif partinin çalısma usullerini düzeltmesi lazım oldugu iddiasında kaldı. 

17 Haziran tarihinde Bay Bayar’ı tekrar kabul ettim. Bana vaziyeti arkadasları ile görüstügünü, benim durumuma karsı tesekkürle mütehassis olduklarını söyledikten sonra, baskı vardır kanaatında olduklarını teyit eyledi. Bunun üzerine, iki defa görüstügüm Basbakan, iktidar partisi ile muhalefet partisinin Büyük Meclisteki münasebetleri ve karsılıklı çalısmaları yolunda hayırlı terakkiler oldugunu takdirle söyledikten sonra, “biz de kendimize düsen vazifeleri sadakatla ifa edecegiz, size söz veriyorum.” dedi ve iki ay sonra Büyük Millet Meclisi toplanıncaya kadar partilerin münasebetlerinde itimadı artıran terakkiler olacagına ümidi kuvvetli oldugunu ilave eyledi. 

Bu beyanatı Bayar’a 24 Haziran tarihinde naklettim. Bay Bayar bana, fiili neticeye intizar edilmesi lazım gelecegini bildirdi. Bundan sonraki tartışmalar, muhalefet liderinin Sivas nutkunda ve Hükümet reisinin 2 Temmuz tarihli beyanatında ve ondan sonraki karsılıklı cevaplarda görülmüştür. Vaziyet hülasa olunursa, iki taraf sikayetlerinde ve savunmasında ısrar etmi ve siddetli tartısmalar esnasında karsılıklı iyi niyetlerinin ifadesi olan bazı tatmin edici parçalar hatırda kalmıstır. Siyasi havayı yumusatan bir iyilik olmak üzere, dertleri bilenlerin kendilerinden, karsı tarafı teskin edici tedbirler alacakları ümidi uyanmıstır. Bunun dısında olarak durum, muhalefet partisi liderinin “fiili bir netice bekleme” seklinde ifade ettigi hükümde görülür. Yani, bir baska türlü söylenirse vaziyet, karsılıklı iddialar bakımından dügüm halini muhafaza etmistir. 

Simdi ben bu dügümü çözmeye çalısacagım. İki tarafın sikayet ve müdafaaları nın delillerini tafsil etmekte faide görmüyorum. Zaten bunlar umumi efkarca da kafi derecede bilinmektedir. Gördüm ki taraflardan hangisinin haksız, yahut hangisi daha evvel karsısını kırmaya baslamı oldugunu aramakta da fayda yoktur. Ben, idare mekanizmasının baskı yaptıgını hükümet reisinin kabul etmemesini bir teminat ifadesi olarak aldım ve bunu Bay Bayar’a söyledim. Ben, muhalefet liderinin kanun dısı maksatlar ve metotlar isnadını reddetmesini, muhalif parti çalısması için şart olan kanun içinde kalmak esasının göz önünde tutulduguna ve tutulacagına dair tatmin edici bir teminat olarak kabul ettim ve Basbakana bunu söyledim. 
Her iki tarafla uzun konusmalardan çıkardıgım bu neticelere inanmak istiyorum ve inanıyorum. Bizi bu inanısa getiren bugünkü durumu, memlekette siyasi partilerin çalısıp gelisecegine kati ümit veren en mühim merhale sayıyorum. Simdiye kadar, memlekette geçen iktidar ve muhalefet tecrübesinin muvaffak olmamasını bir seneden beri geçirdigimiz tecrübelere onların dayanamamı ve bugünkü siyasi durumu elde edememi olmalarında görüyorum. Benim kanaatimce, bir buçuk seneden beri geçirdigimiz tecrübeler agır ve bazen ümit kırıcı olmustur. Ama gelecek için her türlü ümitleri haklı çıkaracak bir muvaffakiyet de temin edilmistir. Bu durumu muhafaza etmek ve onun gelismesini saglamak, iktidar ve muhalefet partilerinin vazifeleri olmak lazım gelir. 

Gelecek için tedbirler, benim kabul ettigim gibi, su noktadan hareket etmekle bulunabilir. Benim bu son dinledigim karsılıklı sikayetler içinde 
mübalaga payı ne olursa olsun, hakikat payı da vardır. htilalci bir tesekkül degil, bir kanuni siyasi partinin metodları ile çalısan muhalif partinin, iktidar 
partisi sartları içinde çalısmasını temin etmek lazımdır. Bu zeminde ben, devlet reisi olarak kendimi her iki partiye karsı müsavi derecede vazifeli gördüm. 

İdare mekanizması, yani valilerimiz ve maiyetleri bir seneden beri çok agır bir tecrübe geçirmislerdir. Öyle zamanlar oldu ki, memlekette hükümetin mevcut olup olmadıgı bile süphe götürür idi. 

Sorumlu hükümetin huzur ve asayi vazifesi münakasa götürmez. Fakat, mesru ve kanuni siyasi partilere karsı tarafsız, esit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel sartıdır. Bu arada, siyasi partilere mensup olan veya görünen hususi maksat sahiplerinin sirretliklerini pervasız olarak tesirsiz bırakmak hususunda partilerin dikkat göstermeleri icap eder. Siyasi partilerin hangisi i basına gelirse gelsin, onlar, idare mekanizmasında çalısanların haklarına ve itibarlarına karsı adaletli bir zihniyette olacaklarına inandıracaklardır. 

Zannediyorum ki, hükümet reisi ile muhalefet lideri arasında son tartısma, iki tarafı sebat ettikleri noktadan ayırmak gayretine düsmeksizin, her iki tarafın bekledikleri seyleri söylemi ve temin etmi oluyorum. 

Vatandaslarıma, hükümetle ve iktidar partisi ile muhalefet arasında görüsme ve araya girme safhalarını oldugu gibi anlatmı oldugumu ümidi ederim. 
Varmak istedigim netice, baslıca iki parti arasında temel sartın yani emniyetin yerlesmesidir. Bu emniyet, bir bakımdan memleketin emniyeti manasını tasıdıgı için gözümde çok ehemmiyetlidir. Muhalefet, teminat içinde yasayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadıgından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından baska bir sey düsünmediginden müsterih bulunacaktır. Büyük vatanda kütlesi ise, iktidarın su partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahalıgı ile düsünebilecektir. Bu neticeye varmak için karsılastıgım güçlükler, çok zaman yalnız ruhi mahiyette olan âmillerdir. Bu güçlükleri yenmek için siyasi hayatımızı idare eden, iktidarda ve muhalefetteki liderlerin samimi yardımlarını isterim. 

Bu beyanatımı, neşrinden önce başbakanla muhalefet lideri görmüşlerdir. (Kaynak: Ulus, 12 Temmuz 1947) 

KAYNAKÇA 

Agaoglu, Samet ; Siyasi Günlük, (Yay. Haz. Cemil Koçak), 2. (1993) Baskı, letisim Yay., İstanbul. 
Avcıoglu, Hamdi ; “Çok Partili Hayatın Ondördüncü Yılında (1959) İnönü ile Mülakat”, Akis, Cilt XVI, Sayı 269, 22 Eylül. 
Baban, Cihad (1970) ; Politika Galerisi (Büstler ve Portreler), Remzi Kitabevi, İstanbul. 
Bayar, Celal (Tarihsiz) ; Basvekilim Adnan Menderes, (Der. İsmet Bozdag), Birinci Basım, Baha Matbaası, İstanbul. 
Bozdag, İsmet (1975) ; Demokrat Parti ve Ötekiler, Kervan Yay., İstanbul. 
Cihan, Ali Rıza (Der.) (1993) ; İsmet nönü’nün TBMM’deki Konusmaları (1920-1973), , Cilt 2, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yay., No.57, Ankara. 
Çavdar, Tevfik (1983) ; “Demokrat Parti”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 8, İletisim Yay., İstanbul. 
Derin, Haldun (1995) ; Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (19331951), (Yay. Haz. Cemil Koçak), Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul. 
Erogul, Cem (1997) ; Anatüzeye Ankara. Giris, Besinci Bası, İmaj Yay., 
Esirci, Sükrü (1967) ; Menderes Diyor ki, Birinci Kitap, (7 Ocak 1946-14 Mayıs 1950), Demokrasi Yay., İstanbul. 
Gologlu, Mahmut ; Demokrasiye Geçi 1946-1950, Kaynak Yay., (1982) İstanbul. 
İnönü, İsmet (2001) ; Defterler (1919-1973), Cilt 1, (Haz. Ahmet Demirel), Yapı Kredi Yay., 1. Baskı, İstanbul. 
Kara, Nihal (1982) ; Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçi Kararı (1945), Yayımlanmamı Doktora Tezi, Ankara Ü. Siyasal Bilg. Fak. 
Karpat, Kemal (1996) ; Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yay., stanbul. 
Öner, Kenan (1948) ; Siyasi Hatıralarım ve Bizde Demokrasi, Osmanbey Matbaası, İstanbul. 
Toker, Metin (1990) ; Tek Partiden Çok Partiye (1944-1950), Bilgi Yay., Ankara. 
Turgut, Nükhet (1984) ; Siyasal Muhalefet, (Batı Demokrasileri-Sosyalist Ülkeler-Türkiye), Birey ve Toplum Yay., Ankara. 
Uran, Hilmi (1959) ; Hatıralarım, Ayyıldız Matbaası, Ankara. Basbakanlık Cumhuriyet Arsivi, 490 01 165 658 1. 
Vatan, Ulus, Cumhuriyet ve Tanin Gazeteleri 

DİPNOTLAR;

1 DP Milletvekili Sadık Aldogan, meclis kürsüsünden, o zaman yürürlükte olan sıkıyönetimin “Mutlakiyet idaresine rahmet okutacak zalimane bir idare 
tarzı” oldugunu söyleyince meclis başkanlıgı sözlerini geri almasını istedi. Aldogan buna yanasmayınca 15 gün süreyle meclisten çıkarma cezası aldı. 
2 10 Mayıs 1947’de Meclis’ten bir delege heyeti, İngiltere’ye iyi niyet ziyaretinde bulundu. Heyette CHP’den H. C. Yalçın, N. Erim, N. Esat Sümer, Fuat Sirmen, Esat Uras ve Sait Odyak, DP’den ise, F. Köprülü ve Enis Akaygen yer alıyordu. Ulus, 11 Mayıs 1947. Yolculuk sırasında Erim’le Köprülü arasında sıcak bir diyalog kurulmu ve partiler arasında daha ılımlı bir siyaset izlenmesi gerektigi konusunda görüş birligine varılmıştır. Dönüste İnönü, heyetin tamamını Çankaya’ya yemege çagırarak iki parti arasındaki buzların erimesine katkıda bulunmuştur. İsmet İNÖNÜ, Defterler (1919-1973), Cilt 1, (Haz. Ahmet DEMİREL), Yapı Kredi Yay., 1. Baskı, İstanbul, Aralık 2001, s.456. Köprülü’nün Londra gezisinde N. Erim’le “Can Ciger Kuzu Sarması” olması ve Londra’da verdigi demeçler Tahtakılıç ve arkadaslarını rahatsız etmistir. Cihad BABAN, Politika Galerisi (Büstler ve Portreler), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1970, s.421. 
3 İNÖNÜ, A.g.e., s.454. 
4 A.g.e., s.455. 
5 A.g.e., s.455. 
6 A.g.e., s.456. Her ne kadar Bayar ile Peker arasında ciddi anlasmazlık noktaları görülüyorsa da Bayar anılarında Peker’i hayırla anıyor. Bayar anılarında, Peker’in hükümet 
üyeleri ve kurtuluş Şavasına katılmı bazı yüksek rütbeli eski askerlerle birlikte bir toplantı yaptıgını ve bu toplantıda DP’nin kapatılmasının gündeme geldigini 
anlatır. Bakanlardan biri, Bayar ve Maresal’in mahkemeye verilmesi kosuluyla DP’nin kapatılmasından yana oldugunu söylemiş. 
Peker ise bu öneriye, DP’yi kuran insanların vatansever ve namuslu insanlar oldukları, onlardan memlekete bir kötülük gelmesine imkan olmadıgı gerekçesini 
ileri sürerek karşı çıkmıs. Bayar bunu aktardıktan sonra, siyasi mücadeleleri sırasında ve o günün koşulları içinde “Recep Peker’le demokrasi yapılamaz” 
dedigi için pişman oldugunu belirterek Peker’in ruhundan af diliyor. Celal BAYAR, Başvekilim Adnan Menderes, (Der. İsmet 
Bozdag), Birinci Basım, Baha Matbaası, İstanbul, (Tarihsiz), s.74-75. 
7 İnönü, “Defterler”de, Bayar’ın gelirken yanında “Grup Baskan Vekili” sıfatıyla Köprülü’yü de getirmesini istedigini belirtiyor. Defterler, s.457. 
Agaoglu da bunu dogruluyor. Samet AGAOGLU, Siyasi Günlük, (Yay. Haz. Cemil KOÇAK), 2. Baskı, İletisim Yay., İstanbul, 1993, s.78. Ancak anlaşılan 
Bayar oralı olmamış. 
8 İNÖNÜ, A.g.e., s.458-459. 
9 A.g.e., s.460. 
10 A.g.e., s.461. Haldun DERN, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (1933-1951), (Yay. Haz. Cemil Koçak), Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, Ocak 1995, s.211. 
11 İNÖNÜ, A.g.e., s.461. 
12 İNÖNÜ, A.g.e., s.462. 
13 DERİN, A.g.e., s.212. 
14 İNÖNÜ, A.g.e., s.463. 
15 A.g.e., s.464. 
16 Vatan, 28 Haziran 1947. 
17 Bayar, burada Sivas’lılara, hükümet DP’ye karsı tarafsız mıdır diye sormu ve kalabalık hep bir agızdan “hayır” diye bagırmıstır. Vatan, 28 Haziran 1947. 
18 Vatan, 28 Haziran 1947. 
19 İNÖNÜ, A.g.e., s.465. 
20 Ulus, 8 Temmuz 1947. 
21 İNÖNÜ, A.g.e., s.466. 
22 Ulus, 3 Temmuz 1947. 
23 Vatan, 8 Temmuz 1947. 
24 Mahmut GOLOGLU, Demokrasiye Geçi 1946-1950, Kaynak Yay., İstanbul, 1982, s.169. 
25 AGAOGLU, A.g.e., s.430. (DP Genel dare Kurulu’nun 18 sayılı kararı, 10/7/1947) 
26 A.g.e., s.430. 
27 Ulus, Cumhuriyet, Tanin, Vatan, 12 Temmuz 1947. 
28 O tarihte İçisleri Bakanı olan Hilmi Uran’a göre, bildirinin ilk biçiminde İnönü, Cumhurbaskanının aynı zamanda Parti Genel Baskanı olmasını anayasaya 
baglıyor ve ilk parti kurultayında bu durumun düzeltilecegini söylüyordu. Böylece arabuluculuk yapmasını haklı ve mazur göstermeye çalısıyordu. 
Nedense bu ifadeler, asıl metinde yer almadı. Hilmi URAN, Hatıralarım, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1959, s.475. 
29 Hamdi AVCIOGLU, “Çok Partili Hayatın Ondördüncü Yılında İnönü ile Mülakat”, Akis, Cilt XVI, Sayı 269, 22 Eylül 1959. 
30 “Defterler”de 16 Temmuz 1947 tarihli bir not: “Parti üyelikten çekilecegim havadisini yalanlama”. İNÖNÜ, Ag.e., s.468. 
31 Basbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 490 01 165 658 1. 
32 Cem EROGUL, Anatüzeye Giriş, Besinci Bası, maj Yay., Ankara, 1997, s.230. 
33 Nükhet TURGUT, Siyasal Muhalefet, (Batı Demokrasileri-Sosyalist Ülkeler-Türkiye), Birey ve Toplum Yay., Ankara, 1984, s.268. 
34 Kemal KARPAT, Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yay., stanbul, 1996, s.270. 
35 Toker, Nihat Erim’in ve kimi DP’lilerin (Köprülü gibi), baslarda İnönü’yü seçimleri yitirse bile Cumhurbaskanı kalmaya devam 
edecegine inandırmayı basardıklarını ancak 1950’ye yakın böyle bir olasılıga nönü’nün pirim vermeyi bıraktıgını yazar. Metin TOKER, Tek 
Partiden Çok Partiye (1944-1950), Bilgi Yay., Ankara, 1990, s.240-242. 
36 İsmet İnönü’nün TBMM’deki Konusmaları (1920-1973), (Der. Ali Rıza Cihan), Cilt 2, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yay., No.57, Ankara, 1993, s.88. 
37 Vatan, 24 Haziran 1949. 
38 Sükrü ESİRCİ, Menderes Diyor ki, Birinci Kitap, (7 Ocak 1946-14 Mayıs 1950), Demokrasi Yay., İstanbul, 1967, s.125-126. 
39 Vatan, 19 Haziran 1947. 
40 Tevfik ÇAVDAR, “Demokrat Parti”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,Cilt 8, İletisim Yay., İstanbul, 1983, s.2067. 
41 Bu milletvekilleri su isimlerden olusuyordu: Nihat Erim, Vedat Dicleli, Kasım Eren, Kasım Gülek, Cevat Dursunoglu, İ.Rüstü Aksal, Cavit Oral, 
Sinan Tekelioglu, Fahri Kurtulus, Mahmut N. Gündüzalp, Hamdullah S. Tanrıöver, C. Sait Siren, Sevket Hatipoglu, Ali Fuat Cebesoy, Nazif Erkin, 
Tahsin Banguoglu, Tezer Taskıran, İhsan Hamit Tigrel, Sait Odyak, Sedat Çumralı, M. Adil Binal, Hasan S. Adal, Avni Refik Bekman, Muhtar Ertan, Ali Kemal 
Yigitoglu, Abdurrahman Melek, Vehbi Sarıdal, Hilmi Atlıoglu, Kamil Kitapçı, Hilmi Öztarhan, S. Kemal Yetkin, Rasit Börekçi, Osman Agan, Bekir Kaleli 
ve Memduh Sevket Esendal. TOKER, A.g.e., s.200. 
42 KARPAT, A.g.e., s.182. 
43 Gelinen noktada partide bir Meclis Grubu-Genel Merkez karsıtlıgından söz etmek mümkündür. Bayar-Köprülü-Menderes üçlüsü, Genel Merkeze hakimken, 
Meclis Grubuna o denli sözleri geçmiyordu. 
44 KARPAT, A.g.e., s.182. 
45 A.g.e., s.183. 
46 A.g.e., s.183. 
47 Bozdag’a göre, bazı kimselerin DP’den ayrılarak ayrı bir olusum kurma yoluna gitmeleri bazı nedenlere baglanabilir: 
1) Demokrat Parti’ye hizmeti geçmiş bazı kimselerin parti içinde hizmetleri ölçüsünde söz sahibi olmak istemeleri ve Genel İdare Kurulu egemenligini kabul 
etmemeleri, 
2) Bazılarının kisisel çıkarlar nedeniyle, bazılarının da politik mizaçları bakımından siddet taraftarı olmaları. İsmet BOZDAG, Demokrat Parti ve Ötekiler, 
Kervan Yay., İstanbul, 1975, s.31. 
48 Kenan ÖNER, Siyasi Hatıralarım ve Bizde Demokrasi, Osmanbey Matbaası, İstanbul, 1948, s.9. 
49 Nihal KARA, Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçi Kararı (1945), Yayımlanmamı Doktora Tezi, Ankara Ü. Siyasal Bilg. Fak., 1982, s.350. 


***

8 Ağustos 2016 Pazartesi

12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 1





12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 1





Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU 
Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi İİBF. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi. 
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Yıl: 2012/ 2, Sayı:16 
Journal of Süleyman Demirel University Institute of Social SciencesYear: 2012/2, Number:16 


   Siyasal Hayatımızda Çatışma Çözümüne Bir Başarı Örneği 



ÖZET 

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan iki kutuplu dünya düzeninde Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan tehdit, toplumsal değişim ihtiyacı, tek parti zihniyetinin sürdürülemezliği ve demokratik ülkeler safının ön şartı olarak altı ay içinde çok partili siyasal hayata geçmiştir. Ancak tek partinin otoriter politikacıları, kurumları ve bürokratları bir muhalefetin yaşamasını imkânsız hale getirmişti. Bu süreçte Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, iktidar ve muhalefet partileri arasına tarafsız olarak girmiş ve muhalefetin de iktidar kadar yasal olduğunu belirten, 12 Temmuz Beyannamesi’ni yayımlamıştır. Bu makalenin amacı siyasi tarihimizde iktidar muhalefet ilişkilerinin kilitlendiği durumlara bir başarı örneği olarak gösterilen, 12 Temmuz Beyannamesi’nin önemini ve siyasal etkilerini analiz etmektir. 


Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, 12 Temmuz Beyannamesi, İsmet İnönü, DÖRTLÜ TAKRİR, 



Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU 
Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi İİBF. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi. 


GİRİŞ 


II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yenidünya düzeninde, Türkiye’de gerek dışarıda gerekse içeride yeni bir siyasal yapının kurulma zarureti artık ertelenemez hale gelmişti. Bu nedenle Türkiye kısa sürede çok partili siyasal hayata geçmiştir. Ancak buna siyaset, bürokrasi hatta halk bile hazır değildi. Örneğin, İsmet İnönü’nün liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) için, çok partili siyasal hayat Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) gibi muvazaalı bir muhalefet isteği olarak görülüyordu. Demokrat Parti (DP) ise hem halkın gazını almaya yönelik muvazaalı bir parti, hem de Batı’nın demokratik ülkeleri sınıfına dâhil edilme koşulu olarak görülmekteydi. Ancak Demokrat Parti’nin Celal Bayar ve Adnan Menderes gibi aktif liderleri, halkın kararlı tutumu, uluslar arası koşullar ve kendiliğinden değişen iç dengeler nedeniyle süreç, İnönü ve CHP için istenildiği gibi gitmemiştir. Bu çıkmazda yayımlanan 12 Temmuz Beyannamesi ile İsmet İnönü, gerek bu baskılar ve gerekse 1945 yılından sonra başlayan çok partili siyasal hayatı kurumsallaştırmak adına, ulusal ve uluslararası konjonktürün de etkisiyle muhalefeti korumaya alır .“ Ne iktidarı 
devirmek isteyen bir muhalefet partisi ne de muhalefeti boğmak isteyen bir iktidar” düşüncesiyle iktidar ile muhalefetin arasına bir hakem gibi girer. 
Bu durum hiç şüphesiz Türk siyasal hayatı için daha önce siyasi baskılarla kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TPCF) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası ile karşılaştırıldığında oldukça önemli bir tarihi başarıdır. Bu nedenle 12 Temmuz 1947 tarihli beyanname, Türk Siyasal hayatının temel taşlarından biri olarak görülmektedir. Çalışma süresince TPCF, SCF ve DP muhalefetleri karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. DP’nin önceki partiler gibi kapatılmamasının ve 12 Temmuz Beyannamesi’nin CHP, DP ve Devlet üzerindeki etkilerinin ve 
öneminin ne olduğu araştırma soruları cevaplandırılmaya çalışılmıştır. 


I. ÇOK PARTİLİ SİYASAL HAYATA GEÇİŞ DENEMELERİ (1923-1945) 


29 Ekim 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’in ilanından önce, Kurtuluş Savaşı sırasındaki önceliğin ülkenin kurtarılmasında görülmesi ve henüz iktidar nimetlerinden maddi ve manevi olarak yararlanıl (a) maması gibi nedenlerle iktidar-muhalefet mücadelesi başlamamıştır. Ancak cumhuriyetin kurulmasından hemen sonra CHF ve TpCF olarak iki rakip siyasal düşünceyle bu mücadele ortaya çıkacaktır. Çünkü CHP, iktidarı kendinden başka kimseyle paylaşmayacak ve on yıl içinde devletle tamamen bütünleşecektir. 


I.a Terrakiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kurulması (17 Kasım 1924) 

23 Nisan 1920 yılında, I. TBMM açıldıktan sonra, vatanın bağımsızlığı ve ülkenin işgalden kurtarılması her şeyin üstünde görüldüğünden dolayı, meclisteki gruplaşmalar henüz karşılıklı bir cepheye dönüşmemişti. 

Birinci TBMM dönemine baktığımızda, Kurtuluş Savaşı’nı yapanların, TBMM, Başkomutanlık gibi bir “ Millî temsil ” üzerinde uzlaşmışsalar da, savaş sonrası Türkiye’sinin toplumsal, kamusal alan düzenlenmesinin, dinin yerinin ve halifelik gibi siyasi kurumların ne olacağı konularında Birinci ve İkinci Grup’ların uzlaşamadığı görülmektedir. 

Birinci Grup’un temel düşüncesi (İttihat ve Terakkinin devamı olarak) devrimci, radikal, rasyonalist ve seçkinci bir zümre anlayışına dayanmaktadır. İkinci Grup (Prens Sabahattin ve muhafazakârların devamı) ise muhafazakâr eğilime sahip, hâkimiyet-i milliye ilkesinin tam olarak öne çıkmasını isteyen ve Osmanlının tadili ile devamının da mümkün olabileceğini savunan bir anlayışla1 Tek Adam’ın yetkilerini sınırlandırmaya yönelmiş ve zümre seçkinciliğine karşı bir politik anlayış ortaya koymuştur2. İkinci Grup mensupları TBMM’nin gerçek şurevi (görüşme, tartışma) fonksiyonu bulunmazsa, siyasî saltanatın şekil değiştirmekle beraber bu kez şahıs veya parti diktatörlükleri ile devam edeceğini savunmuş3 ve aslında hedefin Mustafa Kemal Paşa olduğu da iddia edilmiştir 4. 

Meclis’in yorgunluğu ve asıl önemlisi İkinci Grup’un, Birinci Grup’u zorlayacak kadar güçlenmesi üzerine, Mustafa Kemal liderliğindeki TBMM, seçim kararı almıştır. Haziran 1923’teki genel seçimlere girecek milletvekili adaylarının, bizzat Mustafa Kemal’in onayından geçerek belirlenmesi, İkinci Grubun temsilcilerinin tamamına yakının tasfiye edilmesiyle sonuçlanmıştır. 

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından hemen sonra başlayan iktidar paylaşımı sürecinde, Birinci Grup, Mustafa Kemal’in önderliğinde toplanıp Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) çatısı altında kurumsallaşmıştır (11 Eylül 1923). İkinci Grup ise, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele’nin öncülüğünde ve Kazım Karabekir başkanlığında 17 Kasım 1924 tarihinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı (TpCF) kurmuşlardır. Ancak mutedil ve demokratik olma çabalarına ve İstiklal Mahkemeleri’nin 

TPCF’nin Şeyh Said isyanıyla herhangi bir ilişkisini kanıtlayamaması na rağmen TPCF, Bakanlar Kurulu kararı ile 3 Haziran 1925 tarihinde kapatılmıştır. 

Böylece Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk Demokratik Siyasal hareketi sona ermiştir. 


1- Ahmet DEMİREL, Birinci Meclis’te Muhalefet, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, s. 499; Süleyman Seyfi ÖĞÜN, “Türk Muhafazakârlığının Kültürel Politik Kökleri”, Türkiye’de Siyasi Düşünce Muhafazakârlık, Cilt:5, (Der. Ahmet ÇİĞDEM), İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s. 539. 

2- Faruk ALPKAYA, “Kazım Karabekir”, Türkiye’de Siyasi Düşünce Muhafazakârlık, Cilt:5, (Der. Ahmet Çiğdem), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003b, s. 49. 

3- Emin KARACA, Birinci Meclis’te Muhalifler, Altın Kitapları, İstanbul, 2007, s.222. 

4- Osman DEMİRBAŞ, “Birinci TBMM’de İkinci Grup’un “Milletvekili Seçim Yasası’nın değiştirilmesine İlişkin Önergesi ve Mustafa Kemal Paşa’nın Yurttaşlık Hakları”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Ekim 2000-Mart 2001, s. 23–24. 


I.b. Serbest Cumhuriyet Fırkası (12 Ağustos 1930) 

Yaklaşık beş yıl süren muhalefetsizlikten sonra Mustafa Kemal, yeni bir parti kurulması için İstiklal Savaşı’nda önemli görevler almış, 1922 ve 1924 tarihlerinde iki kez başbakanlık görevinde bulunmuş ve partinin kurulacağı tarihlerde, Paris’te elçilik yapmakta olan Ali Fethi Okyar’a, 12 Ağustos 1930 tarihinde Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı (SCF) kurdurmuştur. Atatürk’ün iktidara geçecek bir parti değil de iktidarın yanlışlarını gösterecek muvazaalı, kontrollü bir parti olmasını istediği SCF, kurulduğu andan itibaren geniş halk kitleleri tarafından gerçek bir muhalefet partisi gibi algılanmış ve CHP karşıtı muhaliflerin toplandığı bir savunma menziline dönüşmüştür. Sitembölükbaşı’ya göre SCF’ye yönelen destek şu kesimlerden oluşmaktadır 5: 

TPCF’de olduğu gibi SCF’nin yöneticileri liberal görüşlü, CHP içinden çıkan ve devletle bağlantılı kimseler olmasına karşılık partiye destek verenler çoğunlukla 
geleneksel görüşlü, Mustafa Kemal’in yaptığı reformlardan hoşlanmayan ve CHP’nin politikalarından olumsuz etkilenen halk yığınları İdı. 

Kuruluşundan çok kısa bir süre içinde geniş halk ve aydın desteğine kavuşan SCF’ye yönelen desteğin gerekçesini Ağaoğlu ise şöyle değerlendirmiştir 6: 

Yoksulluk ve ağır bürokratik baskıdan bunalan insanların SCF'ye olan teveccühü 1930 yılının Ekim ayında yapılan belediye seçimlerinde meyve vermiştir. Bazı 
yörelerde SCF adaylarının seçimi kazanması CHP'lileri endişelendirmiştir. SCF'nin başarıları karşısında gerek mecliste gerek basında SCF'liler aleyhine eleştiriler in ve ithamların dozu artmaya başlamış, zaman zaman iftiralara kadar uzanmıştır. Tabiri caizse CHP'li bürokratlar, milletvekilleri ve gazeteciler belden aşağı vurma siyasetini tercih etmişler, siyasetin gerginleşmesine neden olmuşlardır. SCF'nin gelmiş olduğu nokta CHP'liler tarafından yalnızca kendi parti iktidarlarına yönelik bir tehdit olarak değil, doğrudan doğruya rejime yönelik bir tehlike olarak yorumlanmıştır. 

Bu algılama nedeniyle SCF ve taraftarları Resmi ağızlarca " Mürteci ", " Serseri ", " Saltanatçı ", " Rejim düşmanı ", " Vatan haini " gibi kavramlarla tanımlanması na neden olmuştur. 

Fethi Bey, Aydın, Manisa ve İzmir’i kapsayan Batı Anadolu seçim çalışmalarında halktan büyük destek görmüştür. 

Özellikle İzmir’de, CHP’lilerle çatışmaların yaşandığı ve İzmir Valisi’nin itirazına rağmen yaklaşık 50.000 kişinin katıldığı büyük bir miting yapılmıştır. Bir kişinin de öldüğü mitingde Fethi Bey, alana girinceye kadar gelenlerin kendisini protestoya mı yoksa desteğe mi geldiğini anlayamamıştır. Çünkü muhalefet bir kurtarıcı aramaktadır. 


5- Şaban SİTEMBÖLÜKBAŞI, Parti Seçmenlerinin Siyasal Yönelimlerine Etki Eden Sosyoekonomik Faktörler, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2001, s.114. 
6- Ahmet AĞAOĞLU, Serbest Fırka Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s. 226. 

Ancak daha teşkilatlanmasını bile tamamlayamadan, kontrol altında bile olsa, “ Halkın henüz Demokratik bir olgunluğa sahip olmadığı ” gerekçesiyle SCF de 17 Kasım 1930 tarihinde bizzat Atatürk’ün isteği üzerine feshedilmiştir. Koçak’a göre kapatma sürecindeki asıl etken, SCF’nin Belediye seçimlerindeki üstün başarısıydı7. 

SCF’nin muhalefet anlayışını gerçekleştiremeden siyaset sahnesinden çekilmesi, CHF’nin on beş yıl sürecek olan “II. Tek Parti Dönemi” yönetimini başlatmış oluyordu. Başbakan İsmet İnönü’nün, 1 Haziran 1936 günlü genelgesiyle İçişleri Bakanı’nı parti genel sekreteri, illerin valilerini de parti il başkanı yapmasıyla8 artık siyaset de tamamen ortadan kaldırılmış oluyordu. 

Özetle önce TpCF ardından SCF'nin de kapatılması üzerine CHP, 1925 yılında kazandığı Tek Parti kimliğine tekrar dönmüş ve bu niteliğini 1945 
yılı ortalarına kadar sürdürmüştür 9. 

II. ÇOK PARTİLİ SİYASAL HAYATA GEÇIŞ (1945) 


1938 yılında Atatürk'ün ölümünden sonra cumhurbaşkanlığı makamına geçen İsmet İnönü ve onun kontrolündeki CHP, Türkiye’yi otoriter bir yönetim anlayışıyla kontrol altına almış ve bu süreç İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sürmüştür. Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya siyasî dengeleri, ABD önderliğinde Batı Blok’u ve SSCB önderliğinde Doğu Blok’u arasında, iki kutuplu dünya düzeni şeklinde kurulmuş ve Türkiye’de Batı Blok’una dâhil olmak için siyasal açılımlarda bulunmak zorunda kalmıştır. 

Şeflik sistemlerinin hâkim olduğu İtalya ve Almanya, demokratik ülkeler tarafından yenilgiye uğratılırken Türkiye’nin de Tek Adam, Tek Parti sistemiyle, en azından Batılı kamuoyları ve ülkeleri tarafından kabulü mümkün değildir. Aynı zamanda SSCB’de 7 Kasım 1945 yılında süresi bitecek olan Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşmasını, “savaş sonrasında ortaya çıkan köklü değişiklikler nedeniyle feshedeceğini” bir notayla Türkiye'ye bildirmiştir. Türkiye bunu reddetmişse de Türkiye’nin SSCB karşısında askerî olarak çok zayıf kalmasından dolayı, Sovyetler isteklerinde daha da ileri giderek, Boğazlarda üs ve Doğu Anadolu’dan toprak talep ederek Türkiye’ye, 24 Eylül 1946 tarihinde ikinci bir nota daha vermiştir. Türkiye, notanın tehdit algısını, SSCB’nin İran’dan da henüz çekilmemesinden dolayı çok ciddiye almıştır 10. 


7- Cemil KOÇAK, Belgelerle İktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları, 2006, İstanbul, s.163. 
8- Kemal KARPAT, Türk Demokrasi Tarihi, Timaş Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Nisan 2010, s. 68. 
9- Mete TUNÇAY, "Cumhuriyet Halk Partisi (1923–1950)", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. 8, İletişim Yayınları, İstanbul, 1983, s. 2021. 
10- Taner TİMUR, Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991, s. 42– 47.


Bu nedenlerle Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ülkenin selameti için, tek partili düzene son verirken, “memleket güvenliğinin ancak demokratik devletler topluluğu içerisinde sağlanabileceğini”11 ifade etmiş ve böylece Türkiye, çok partili siyasal hayata acilen geçmek zorunda kalmıştır. 

İnönü, Batılı ülkelerin önderliğinde toplanan San Francisco Konferansı’na iki yıl sonra iki kez başbakan olacak olan Hasan Saka liderliğinde bir Türk heyetini gönderir. İnönü, Saka’ya ABD’li yetkililerin sorması halinde “Türkiye’nin çok partili siyasal rejime en kısa zamanda geçeceği” konusunda bilgi vermesini ister. Türkiye’de ise, çok partili siyasal hayata geçiş konusunda düşüncelerini ilk kez 19 Mayıs 1945 tarihinde, 19 

Mayıs kutlamalarında yaptığı konuşmayla pratiğe dökmüştür 12. 

Bunun yanı sıra, çok partili siyasal hayata geçişi isteyen bir diğer kesim ise İkinci Dünya Savaşı’nın ulusal ve uluslararası koşullarından yararlanan, karaborsacı yeni bir zenginler zümresidir. Aşırı yoksullaşan kesim ve geleneksel sosyal değerlerinin ezildiğini düşünen kesimler de iktidara gelme arzusuna düşmüşlerdir. Bu durum ilerde DP’nin iktidara gelme sürecine, itici bir kalkış gücü olarak büyük katkı sağlayacaktır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 1 Kasım 1945 tarihli konuşmasında daha fazla demokratikleşme için kesin olarak karar aldığı da görülmektedir. İnönü’nün konuşması şöyledir 13: 


Bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır. Bu 
yolda memlekette geçmiş tecrübeler vardır. Hatta iktidarda bulunanlar teşvik 
olunarak teşebbüsse girişmiştir. İlk defa memlekette çıkan tepkiler karşısında 
teşebbüsün muvaffak olmaması bir talihsizliktir. Fakat memleketlerin ihtiyaçları 
sevkiyle hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde başka siyasî 
partilerin de kurulması mümkün olacaktır. (…) Tek dereceli olmasını dilediği miz 1947 seçiminde milletin çoklukla vereceği oylar gelecek iktidarı tayin edecektir. O zamana kadar bir karşı partinin kurulabilip kurulamayacağını ve kurulursa bunun meclis içinde mi dışında mı ilk şeklini göstereceğini bilemeyiz. Şunu biliriz ki, bu siyasî kurul içinde prensipte ve yürütmede arkadaşlarına taraftar olmayanların hizip şeklinde çalışmalarından fazla, bunların, kanaatleri ve programları ile açıktan durum almaları, siyasî hayatımızın gelişmesi için daha doğru yol, milletin menfaati ve siyasî olgunluğu için daha yapıcı bir tutumdur. 

Özetle, çok partili siyasal hayata geçiş için ilk ulusal ve uluslar arası koşullar nedeniyle artık dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. 



11 Rıfkı Salim BURÇAK, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş 1945–1950, Olgaç Yayınevi, İstanbul, 1979, s.41. 
12 Mustafa ALBAYRAK, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Phoenix Yayınları, Ankara, 2004, s.30–31. 
13 TC Resmi Gazete, Sayı:6147 (2 Kasım 1945), s.9567. 


Bu yolun kilometre taşı ise Çiftçi Toprak Reformu ile gündeme gelecek ve bunun sonucunda Demokrat Parti ortaya çıkacaktır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE  DEVAM EDECEKTİR..


..