Şeyh Ubeydullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şeyh Ubeydullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2020 Salı

BÜYÜK GÜÇLERİN KÜRT KARTI. BÖLÜM 2

BÜYÜK GÜÇLERİN KÜRT KARTI. BÖLÜM 2

Büyük güçlerin Kürt kartı,Erol Kurubaş, Al Jazeera,ABD,RUSYA, AB, İngiltere,Şeyh Ubeydullah,Abdurrezzak Bedirhan,


Sonra Ruslar geldi

Fakat Kürtler büyük güçlerden umudunu yine de kesmedi. Sonraki yıllarda bir yandan isyanlarını sürdürürken, öte yandan büyük güçlerden yardım talep etmeye devam ettiler. Ama bu talepler uzunca bir süre karşılık bulamadı. Ta ki, 2. Dünya Savaşına değin. 1941’de İngiltere ile SSCB İran’ın işgali konusunda anlaşınca, Rusya buradaki varlığını tahkim etmek için işgal bölgesindeki Mehabat’ta bölgesel bir Kürt yönetimi oluşturdu. Savaşın hemen sonunda da, Ocak 1946’da Mehabat Kürt Cumhuriyeti ilan edildi. Fakat uluslararası güç dengeleri gereği Sovyet birlikleri İran’dan çıkınca, Mehabat ve Kürtlere verilen destek de kesildi. 1946 sonunda İran ordusu Mehabat’a girerek devlet başkanı Kadı Muhammed’i ve Kürt ileri gelenlerini idam ederken SSCB hiç sesini çıkarmadı. Kürtlerin bir büyük güce dayanarak giriştikleri bu ilk devlet deneyimi, dış desteğin sona ermesiyle hüsranla sonuçlandı. Böylece Kürtler ikinci kez büyük devletler tarafından aldatılmanın şokunu yaşamış oldu.

Buna rağmen Mehabat’ın genelkurmay başkanlığını yapan Irak Kürtlerinin lideri Molla Mustafa Barzani’nin ülkesine döndüğünde karşılaştığı baskı nedeniyle SSCB’ye iltica etmesi, Kürtlerin büyük devlet desteğine olan inancını kaybetmediklerini göstermektedir. 12 yıl SSCB’de sürgün kalan Barzani, SSCB çıkarlarının Kürt çıkarlarıyla örtüşeceği günü sabırla bekledi. Ancak 1958’de Irak’ta yapılan darbe sonucunda ülkesine dönen Barzani’ye Sovyetler sadece Irak’la ilgili değil, Batı blokunda yer alan Türkiye ve İran’la ilgili de bir misyon yüklemişti: Onun tüm Kürtler nezdindeki saygınlığından yararlanarak tüm bu ülkelerdeki Kürt hareketlerini canlandırmak. Gerçekten öyle de oldu ve özellikle Türkiye’de 1930’lardan bu yana etkisini neredeyse tamamen kaybetmiş olan Kürt hareketi 1958’den itibaren yeniden canlandı. Irak’ta ise mevcut Bağdat yönetimiyle anlaşamayan Barzani 1960 sonlarına değin SSCB desteğiyle çeşitli ayaklanmalar çıkartsa da, SSCB esasen Irak’la anlaşmanın yollarını aramaktaydı. Nihayet 1972’de SSCB Irak’la “Dostluk ve İşbirliği Anlaşması”nı imzalayınca Kürtleri bir kere daha unutuverdi. Böylece Kürtler bir büyük hayal kırıklığı daha yaşadı ve SSCB’den umutlarını kestiler.



Daha sonra Amerikalılar ortaya çıktı

  Ama Kürtlerin iki kutuplu sistem mantığına uygun olarak destek alabileceği bir başka büyük güç daha vardı: ABD. Barzani hiç vakit kaybetmeden, son derece pragmatik bir manevrayla bu sefer de ABD’nin desteğini almaya çalıştı. ABD ise Sovyet yörüngesine oturmuş olan Irak’ı sıkıştırmak ve belki de cezalandırmak için Barzani’nin yardım talebine olumlu yaklaştı. ABD’nin bölgedeki sadık müttefikleri İran (Şatt-ül Arap sorunu nedeniyle) ve İsrail de (Arap devletlerini zayıflatma politikası) Irak’a karşı Kürtleri desteklemeye istekliydiler. Böylece İsrail-İran-ABD desteğini arkasında bulan Barzani Irak’ta 1974’te büyük bir Kürt ayaklanması başlattı. Fakat kısa süre içinde bölge politikasının öznesi olan devletler arasında anlaşma sağlanınca (1975’te İran ve Irak arasında Cezayir Anlaşması yapıldı), yine bölge politikasının nesneleri/araçları olan Kürtler yüzüstü bırakıldılar. Böylece Kürtler, bir kere daha dış desteğin çekilmesiyle başarısızlığa mahkum olurken, 1975’te bir CIA yetkilisine ABD’nin 51. Eyaleti olabileceklerini bile belirten Barzani, daha sonra Amerikan Başkanına yazdığı 2 mektupta hayal kırıklığını dile getirdi ve sitemkar duygular içinde 1979’da Amerika’da hayatını kaybetti. Bir kere daha aldatılan Kürtlerin payına yine hayal kırıklığı ve hüsran düşmüştü.

Bu olaydan sonra bir süreliğine büyük güçler tarafından unutulan Kürtleri, SSCB 1980’de “yeni Soğuk Savaş”ın başlamasıyla yeniden hatırladı. Bu sefer temas kurulan Kürtler, ideolojik olarak kendine yakın duran Türkiye’dekiler oldu. PKK’nın 1980’de SSCB’nin Ortadoğu’daki müttefiki Suriye’ye yerleşmesi ve Bekaa’daki kamplarda askeri eğitime başlaması elbette bir rastlantı değildi. SSCB yeri geldiğinde Türkiye’ye karşı kullanabileceği bir aracı elinde tutmak istiyordu. 1984-91 arası SSCB’nin Suriye üzerinden süren dolaylı desteğiyle PKK, NATO üyesi Türkiye’ye karşı uzun süreli ve yıpratıcı terör eylemlerine girişti.

Söz konusu süreç 1991’de SSCB’nin dağılması ve ABD’nin Irak müdahalesiyle farklı bir boyut kazandı. Şimdi PKK, hem ABD hem de Rusya için bölge politikalarının kullanışlı bir aracına dönüşmüştü. 1992-96 arası ABD ve Rusya’nın desteğini arkasına alan PKK’nın eylemleri gözle görünür biçimde arttı. ABD, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Türkiye’nin kendi ekseninden çıkmasını engellemeye ve bölgedeki nüfuzunu sürdürmeye dönük bir araç olarak PKK’dan yararlanırken (PKK ABD’nin Çekiç Güç’le koruduğu Kuzey Irak’ta varlığını tahkim etti ve eylemlerini artırdı), Rusya da Türkiye’nin Çeçenistan’a dolaylı destek politikasını engellemek ve dengelemek için PKK’ya desteğini artırdı. Bir Kürt hareketi ilk kez bu kadar açık biçimde iki büyük gücün desteğini aynı anda elde etmişti. Sonuçta, PKK bölgenin en güçlü ve dinamik aktörlerinden biri haline geldi.

Fakat bir süre sonra büyük güç reelpolitiği ve onunla kurulan ilişkinin doğası bir kere daha kendini gösterdi ve ABD, Rusya ve Türkiye arasında gelişen yeni ilişki biçimi PKK’ya olan bu desteği sona erdirdi. Bunun Kürtlere maliyeti ise, 1999’da Öcalan’ın Türkiye’nin eline geçmesi ve ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılması oldu. Kürtler bir kere daha büyük devlet politikalarının soğuk yüzünü gördüler.

Öte yandan, 1975’ten sonra Kürtleri unutan ABD, 1991’de onları yeniden hatırladı. 1980-88 arasında Irak’ın, ABD’nin bölgedeki en büyük düşmanı haline gelen İran’la savaşması, Kürtlerden uzak durması için yeterli bir neden olmuş, ama aynı güdülerle bu kez İran, Iraklı Kürt grupları desteklemişti. İran-Irak Savaşı sona erince Iraklı Kürtler Saddam’ın başlattığı Enfal Operasyonuyla büyük bir dram yaşarken, savaş boyunca Saddam’ı destekleyen Batılı büyük güçler bu dram karşısında sessiz kaldılar.

1991’de Kuveyt’in kurtarılması için Irak’a müdahalesiyle başlayan süreçte ABD’nin Kürtlerle bir kere daha yolu kesişti. Müdahale sırasında Amerikan’ın Sesi radyosunun yaptığı yayınların da etkisiyle ayaklanan Kürtler, ilginç bir biçimde ABD’nin Saddam’la vardığı mutabakat sonucu yine Irak ordusunun operasyonuna maruz kaldılar. Sonuç, bir milyonu aşkın Kürtün Türkiye ve İran sınırlarına hücum etmesi oldu.

Bunun ardından ABD Kuzey Irak’ı uçuşa yasak bölge haline getirerek Çekiç Güçle koruma altına alsa da, 1998’e değin süren Barzani-Talabani çatışmalarına hiç sesini çıkarmadı. Vakti geldiğinde de tarafları Washington’da bir araya getirerek çatışmaları sona erdirme ve ABD desteğinde bölgede istikrarlı bir yapı kurma konusunda anlaşmaya zorladı. Böylece ABD kendi himayesinde ve kendine müzahir bir Kürt bölgesi kurmuş ve Saddam’a son darbeyi vurmak için Irak Kürt hareketini kendi eksenine katmıştı. Kürtler açısındansa en azından şimdilik bir hayal kırıklığı ve hüsran yoktu. Yoksa Kürtlerin makus kaderi değişiyor muydu? O halde büyük güçlerle ilişki bu minval üzere devam etmeliydi.

Nitekim öyle de oldu. Kürtlerle ABD’nin yolları 2003’te bir kere daha kesiştiğinde aslında ABD için 1991’den beri ekilen tohumların hasat zamanı gelmişti. Kürtler Saddam’ı devirmek için yapılacak müdahale ve sonrasında ABD’nin en sadık müttefiki oldular ve 2003’te fiilen ABD’yle birlikte hareket ederek Saddam rejiminin devrilmesinde kilit rol oynadılar. Buna karşılık bağımsızlık elde edemeseler de, güçlü bir biçimde desteklendiler ve Irak’ta kurulan yeni düzende çok önemli kazanımlar elde ettiler. Bu kazanımlar bağımsızlık yolundaki umutları artırdığı gibi, büyük devlet desteğine inancı da pekiştirdi. Gerçekten yoksa bu ilişki bakımından Kürtlerin makus kaderi değişiyor muydu?

Nihayet bütün dünya kürtlerin arkasında…

2011 sonrası Kürtlerle büyük güçler arasındaki ilişkide yeni bir döneme girildiği kuşkusuz. Özellikle de 2015’ten itibaren Kürtler nihayet tüm büyük güçlerin desteğini arkasına almış görünüyorlar. Bu sefer neredeyse tüm büyük güçler, neredeyse tüm Kürt hareketlerine yönelik güçlü desteklerini izhar ediyorlar. Bu ilk kez ortaya çıkan bir durum.

Kürtlerin bu denli büyük güç desteğine mazhar olmasında kuşkusuz Irak’taki istikrarsız durumun, Suriye’deki iç savaşın ve IŞID faktörünün etkisi çok büyük. Halihazırda büyük güçler benzer korku ve beklentilerle bölge politikalarında Kürtleri temel dayanaklarından biri yapmış durumdalar. ABD, Rusya ve Avrupa’nın önemli devletleri Irak’ta ve Suriye’de IŞID’e karşı durabilecek tek gücün Kürtler olduğunu düşünüyorlar. Bunun için terör örgütü ilan ettikleri PKK ile bağlantısı kuşkusuz olan PYD’ye, Türkiye’yi küstürme pahasına her türlü desteği sağlamada hiçbir sakınca görmüyorlar. Rusya’nın PYD ve PKK’ya olan desteği ayrıca Uçak Krizi nedeniyle Türkiye’ye karşı intikam hırsından da besleniyor. ABD ise Irak’ta tek istikrarlı yerin Kürt bölgesi olduğu ve Iraklı Kürtlerin 1991’den beri verdiği mücadele ve gösterdiği sadakatle bir devlet olmayı hak ettiğini düşünüyor.

Tüm bunları alt alta sıraladığımızda, yıllar boyunca büyük devletleri kendisi için mesih gibi gören Kürtler, şimdi bu çalkantılı dönemde dünya tarafından Ortadoğu’nun kurtarıcı mesihi olmuş gibi görünüyorlar. Bu çerçevede ABD ve Rusya Kürtleri kendi eksenine katma mücadelesi içinde onlara her türlü desteği sunmada son derece cömert davranıyorlar. Bununla birlikte bu devletler Kürtleri birbirine kaptırma endişesi ile müttefiklerini kaybetme endişesi arasında sıkışıp kalmış durumdalar. Bu çelişki nedeniyle şimdilik temkinli bir Kürt politikası izleyerek ne Kürtleri ne de müttefiklerini küstürmemeye çalışıyorlar.

Bu politika ne kadar devam eder bilinmez ama Kürtlerin bunu tarihi bir fırsat olarak gördükleri kuşkusuz. Madem ki Ortadoğu’da yüzyıllık statüko alt üst oluyor, o halde Kürtler, yüzyıl önce başlayan makus kaderlerini değiştirmek ve yeni düzende kendilerine güçlü bir yer bulmayı umuyorlar. Büyük güçlerle son yirmi yıldır süren kesintisiz ilişkinin artık meyvesini almayı bekleyen Kürtler, bir kere daha büyük güçlerin açtığı yolda hayallerini gerçekleştirebilmenin eşiğine gelmiş bulunuyorlar. Bu eksende bulundukları ülkelerde statülerini bir üst aşamaya taşımak için (Türkiye ve Suriye’de özerklik, Irak’ta bağımsızlık) var güçleriyle mücadele ediyorlar. Bu yolun sonu nereye çıkar, tarihsel kısırdöngülerini kırabilir mi, bilmiyoruz. Ama Kürtlerin şimdi büyük güçlerle bir balayı dönemi yaşadığı kuşkusuz.

Peki ya sonra…

Kürtlerin makus tarihleri bu beklentilere fazla güvenilemeyeceğini söylese de, elbette tarihsel akıl da yanılabilir. Ama her durumda, başta dile getirdiğimiz şu gerçeği kulak ardı etmemek gerekir: Büyük devletlerin Kürtlerle kurduğu ilişkinin çerçevesini kendi çıkarları belirler ve her durumda sonucu belirleyecek olan Kürtlerin idealleri değil, küresel ve bölgesel güçler arasındaki ilişki ve dengelerdir.

O nedenle büyük devletler ancak bölgesel ve uluslararası dengeler doğrultusunda çıkarları elverirse Kürtlerin hayallerini gerçekleştirmelerine izin vereceklerdir. Böyle bir izne karşılık da herhalde kendilerine bir biçimde sadakat duymalarını bekleyeceklerdir. Bu sadakatse, Kürtleri yine bölgesel politikanın nesnesi/aracı yapabilir. Ama böyle bir durumda daha kötüsü Kürtler, İsrail gibi bölgede düşman nazarıyla bakılan, yapayalnız bir aktöre dönüşebilir. Tabii tüm bunların dışında, tarihin tekerrürü de mümkün: Ya büyük güçler, geçmişte olduğu gibi, çıkarlar ve dengeler gereği Kürtleri yüzüstü bırakırlarsa…

Nitekim buna dair güçlü emareler de var. Örneğin, Türkiye’de PKK terörüyle mücadele kapsamında yapılan operasyonlara dünyadan tek bir ses çıkmaması Kürtler için bir işaret olmalı. Benzer biçimde büyük güçlerin İran’la ilişkilerini konsolide ettiği bir dönemde İran’ın da Kürt ideallerine sıcak bakmayacağı aşikar. Bu durumda büyük güçler belki şimdilik Suriye ve Irak ekseninde Kürtlere güçlü destek veriyor olsalar da, bu Irak ve Suriye’deki statükoyu gözden çıkardıkları için şimdilik böyle. Ama Türkiye ve İran için aynı şey söylenemez. Biri ABD’nin öteki Rusya’nın müttefiki olan Türkiye ve İran büyük güçler açısından gözden çıkarılmaları mümkün değil. Bu ülkelerinse Kürt ideallerinin karşısında olduğu ise kuşkusuz. O halde soru şu: Büyük güçler Türkiye ve İran’a rağmen Kürt ideallerini gerçekten sonuna kadar desteklerler mi?

(Al Jazeera)


http://www.aljazeera.com.tr/interaktif/buyuk-guclerin-kurt-karti


***

BÜYÜK GÜÇLERİN KÜRT KARTI. BÖLÜM 1

        BÜYÜK GÜÇLERİN KÜRT KARTI. BÖLÜM 1  


Büyük güçlerin Kürt kartı,Erol Kurubaş, Al Jazeera, ABD,RUSYA, AB,


21.04.2016 10:05

Büyük güçlerin Kürtleri kendi amaçları için hangi şartlarda nasıl kullandıklarını ve Kürtlerin bu güçlerin elinde yaşadığı hayal kırıklıklarını Prof. Erol Kurubaş, Al Jazeera için yazdı.

Her ayrılıkçı hareketin arkasında bir yabancı güç vardır. Yerine göre bir akraba devlet, yerine göre de herhangi bir komşu devlet. Etnopolitik (akrabalık) veya reelpolitik (çıkar) nedenlerle öncelikle bu aktörler, bu tip hareketleri desteklerler. Ayrılıkçı hareketlerin varlıklarını ve etkinliklerini sürdürebilmeleri de ancak böyle bir sınır ötesi bağ ile mümkündür. Aksi halde bu hareketler uzun ömürlü olamazlar.

Öte yandan, her ne kadar büyük güçler ilkesel olarak ayrılıkçılığın karşısında ve devletlerin yanında yer alsalar da, bölgesel ve uluslararası dengeler, dolayısıyla kendi çıkarları gereği, nadiren de normatif nedenlerle (uluslararası hukuk) daima bu tip ayrılıkçı hareketlere duyarlıdırlar. Bu duyarlılık kendini çok farklı biçimlerde gösterse de, büyük güçler bu tip hareketleri genelde kendi çıkarları doğrultusunda bir dış politika aracına dönüştürme ve kullanma, nadiren de belli bir süre uzaktan izleme ve göz önünde tutma eğiliminde olurlar.

Ayrılıkçı hareketler açısındansa küresel güçlerden destek almak hayati bir konudur.  Bu hareketler, seslerini uluslararası platformlarda duyurmanın ötesinde ideallerini gerçekleştirebilmek için mutlak surette büyük güçlerin desteğine ihtiyaç duyarlar. Bu destek ayrılıkçı hareketlerin varlıklarını ve etkinliklerini devam ettirebilmeleri için gerekli olmanın ötesinde bağımsızlık ideallerini gerçekleştirebilmeleri ve meşrulaştırabilmeleri için olmazsa olmazdır. Böyle bir dış destek olmadan hiçbir etnik hareket bağımsızlık amacına ulaşamaz.

Tüm bu sözünü ettiğimiz çerçeveye uygun olarak, Kürt hareketi de yüzyıllık geçmişi boyunca bölgesel güçlerin yanı sıra büyük güçlerle, kullanılma ve yüzüstü bırakılma pahasına, oldukça esnek ve pragmatik ilişkiler geliştirmiştir. Kurulan bu ilişki sayesinde Kürtler her dönemde büyük güçlerin farklı biçim ve düzeylerde ilgisine ve desteğine mazhar olmuştur. Fakat büyük beklentilerle kurulan bu ilişkilerin ve bu çerçevede elde edilen dış desteğin Kürtler için genelde büyük hayal kırıklıklarıyla sonuçlandığı görülmektedir. Kürtlerin yüzyıllık tarihi, bu acı gerçeği sürekli teyit etmektedir.

Bununla birlikte Kürtlerin büyük güçlerle ilişkisi ve bir biçimde kullanılmış olması, Kürt sorununun zaten “büyük güçler” tarafından çıkartıldığını iddia eden komplocu düşünceleri haklı çıkartmaz. Amacımız da zaten bu değil.  Aksine gerçek şu ki, hiçbir yabancı güç yeterince güçlü bir iç dinamiğe dayanmayan bir sorunu bu denli suiistimal edemez. Bu tip hareketler de sadece dış dinamikle var olamaz. Burada vurgulanan husus, esasen kurulan bu ilişkinin doğasının kaçınılmaz olarak Kürtlerin araçsallaşmasına, kullanılmasına ve sonunda hayal kırıklıkları yaşamasına yol açtığıdır. O nedenle belki de öncelikle bu ilişkinin doğasını iyi anlamalıyız.

Büyük güçlerle kurulan ilişkinin doğasını anlamak

Büyük güçlerin Kürtlerle kurdukları ilişkinin dinamiğini, elbette reelpolitik çıkar algılamaları oluşturmaktadır. Birden çok devlet çatısı altında, jeostratejik açıdan sorunlu bir bölgede ve her devlette belli oranda sorunlu olarak yaşamaları nedeniyle büyük güçler Kürtlere her zaman ilgi duymuştur. Kürtlerin Orta Doğu’da çoğunluk oluşturan Arap, Türk ve İran halklarından etnokültürel açıdan farklılık arz etmesi, büyük güçlere hemen her dönemde bu eksende politika üretme fırsatı tanımış, bu sayede Kürtlerin, yaşadıkları ülkelere yönelik bir baskı aracı olarak kullanılması mümkün olabilmiştir.


Ayrıca Kürtlerin beklenti ve taleplerinin yaşadıkları ülkelerce tatmin edilmemiş olması nedeniyle uluslararası toplumun çekingen de olsa Kürtleri haklı görmesi ve bu çerçevede Kürtlerce yürütülen mağduriyete dayalı uluslararası etkinlikler dünya kamuoyunda bu topluma karşı genel bir sempatinin doğmasına da yol açmış, böylece reelpolitik ilgi ve destek, moral bir anlam da kazanmıştır.

Bu temel dinamik çerçevesinde kurulan bu ilişkinin doğasına dair tespit etmemiz gereken ilk önemli unsur, bu ilişkinin büyük güçlerin Orta Doğu politikası ve Kürt nüfuslu devletlerle kurduğu ilişkiye bağlı bir değişken olduğudur. Bu ilişki ancak büyük güçlerin ilgili devletlerle ilişkileri bağlamında kendine bir yaşam alanı bulabilmekte, bu ilişkinin seyrine bağlı olarak desteklenmekte ya da desteğini kaybetmektedir.

Büyük güçlerin Kürtlerle kurdukları ilişkinin doğasına dair bir diğer husus, bu ilişkideki aktörlerin yapı, konum ve statüsü açısından asimetrik güç ilişkilerine dayanıyor olmasıdır. Bu ilişki herhangi bir devlet-devlet ilişkisinden çok farklı olarak, uluslararası sistemi kontrol eden güçlerle, hukuken uluslararası kişiliği bile olmayan ulusaltı aktörler arasında kurulan bir ilişkidir. Kürtlerin tarihine bakıldığında da görülebileceği üzere, genelde bu durum, güçlünün zayıfı kullanması biçiminde kendini göstermektedir. Ayrıca bu asimetrik durum, kurulan ilişkinin belli oranda bir karşılıklı bağımlılık yerine tek taraflı bağımlılık doğmasına yol açmaktadır. Bu bağımlılık zayıf olan aktör açısından zamanla varoluşsal bir nitelik de kazanabilmektedir. Bu da bize neden Kürt hareketinin kolayca büyük devletlerin dış politika aracına dönüştüklerini açıklamaktadır.

Bu ilişkinin Kürtler aleyhine işleyen bu doğasına ve tüm olumsuz deneyimlerine rağmen Kürt liderlerin büyük güçlere olan inancını kaybetmemeleri ve her dönemde bunlara neredeyse koşulsuz ve sıkı bağlılık göstermeleri şaşırtıcıdır. Gerçekten de politik bir araç olarak kullanıldıklarını gördükleri halde, Kürt liderler hiçbir zaman bu destekten ve büyük güçlere dayanmaktan vazgeçmemişlerdir. Bunun temel nedeni, bu desteğin Kürt hareketleri için hemen her dönemde hayati bir rol oynamasıdır. Kürt hareketi 20. Yüzyıl boyunca bu dış destek sayesinde varlığını ve mücadelesini sürdürebilmiş, yine bu destek sayesinde büyük ayaklanmalara ve eylemelere girişebilmiştir. Dolayısıyla denilebilir ki, Kürt hareketinin etkinliği açısından dış destek reelpolitik bir zorunluluktur.

Kaldı ki, bu desteğin reelpolitik bir zorunluluk olması sadece mücadelenin etkin biçimde sürdürülebilmesinden de kaynaklanmamaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi, büyük güçlerin diplomatik ve siyasal desteğinin alınması, (i) uluslararası alanda meşrulaşmanın ve (ii) uzun vadede olası bir ayrılma halinde tanınmanın sağlanması açısından da zorunlu görülmektedir.

Kürtler büyük devletlerden sağlanan desteğin kalıcı olacağı zannıyla bu desteği bir himaye altına alınma olarak yorumlamışlardır. Bu bağlamda Kürt liderler büyük devletlere aşırı güven duyarak adeta duygusal bir bağ ile bağlanmışlardır. İkinci önemli yanlış ise, Kürt liderler büyük devletlerden sağlanan dış desteği, iç dinamikteki zaafları nedeniyle, mücadelelerinin temel dayanağı haline getirmişlerdir. Büyük devlet desteğinin kesilmesiyle Kürt hareketinin etkisini yitirmesi bunun açık göstergesidir.

Sonuçta büyük güçlere olan güven ve bağımlılıkları nedeniyle Kürtler, bölgesel dengelerden uzak, bazen de maceraperest politikalar izleyerek bölgede istikrarsızlık unsuru haline gelmişler; bu ise her şeyden önce Kürtlerin bölge devletleri açısından “tehdit” olarak algılanmasına, her türlü talebinin kuşkuyla karşılanmasına ve nihayet baskı altına alınmasına yol açmıştır. Kısacası, Kürtlerin büyük güçlerle kurdukları ilişki, bugüne değin onlara belli dönemlerde güçlenme imkanı sunmuşsa da, aslında gerek bulundukları devlet içinde gerekse Orta Doğu’da yalnızlaşmalarına neden olmuştur. Tüm bunların sonucu ise Kürtlerin büyük umutlara kapılması, sonunda da büyük hayal kırıklıkları ve büyük acılar yaşamaları olmuştur. Tüm bu anlatılanlar çerçevesinde Kürtlerin dramatik bir tarihi vardır.

Önce İngilizler vardı…

Kürtlerle büyük güçler arasındaki ilişkilerin geçmişi 19. Yüzyıla değin gitmektedir. Bu dönemde Osmanlı’daki merkezileşme çabalarından rahatsızlık duyan Kürt liderler yerleşik bulundukları topraklar üzerinde cereyan eden İngiliz-Rus nüfuz mücadelesinden yararlanmak için çaba harcamışlar, bu çerçevede planladıkları ayaklanmalara destek alabilmek için hem Rusların hem de İngilizlerin kapısını çalmışlardır. Fakat dönemin büyük devletlerinin çıkarları bu sıralarda Kürtlerden yana değildi. Bu dönemde hem İngilizlerin hem de Rusların bu bölgeye yönelik politikasının asli unsurunu Kürtler değil Ermeniler oluşturuyordu. O nedenle ne İngilizler ne de Ruslar, Şeyh Ubeydullah ve Abdurrezzak Bedirhan gibi Kürt liderlerin ayaklanmaya destek konusunda ısrarlı çabalarına karşılık vermişlerdir. Büyük güçlerin bu tutumu 1. Dünya Savaşı sonuna değin sürmüştür.

1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlının mağlup sayılması ve İngilizlerin Mezopotamya’ya yönelik yeni çıkar tanımlamaları, kaçınılmaz olarak Kürtlerle yollarının kesişmesine yol açtı. Bölgeyi karış karış dolaşan ve araştıran İngiltere, Türklere karşı bir yandan Anadolu’daki ulusal kurtuluş mücadelesini zayıflatmak, öte yandan Musul Vilayetini yeni kuracağı Irak’ın parçası haline getirmek için Kürtlerden yararlanabileceğini keşfetti. Fakat keşfettiği bir gerçek de, Kürtlerin bir aşiret toplumu olarak bütüncül bir halk ve coğrafya özelliği göstermediğiydi. Bu, İngiltere’ye bir birinden bağımsız iki ayrı Kürt politikası geliştirme imkanı verdi: Kuzeydeki Kürtlerle güneydeki Kürtlere farklı bir yaklaşım sergilenecekti. Bu ikili politika sayesinde Kürtlerden hem Ankara hem Musul sorunu bağlamında farklı amaçlar çerçevesinde yararlanabilecekti.

Musul’da petrol vardı ve burası İngiliz mandası olarak tasarlanan Irak’ın parçası yapılmak isteniyordu. O nedenle Musul Vilayetindeki Kürtlerin kontrol altında tutulması gerekiyordu. Kuzeyde ise petrol yoktu, ama Anadolu’da başlayan ulusal kurtuluş mücadelesi ve onun benimsediği Misak-ı Milli hedefinin içinde Musul vardı. Ankara Hükümetinin sınırlandırılması ve Musul’la bağının koparılması için kuzeydeki Kürtler kullanılabilirdi. Kısacası, İngilizlerin tek derdi, petrolün olduğu Musul’u Irak’ın parçası yaparak kendi kontrolü altına almaktı. Bu amaçla Kürtlerin muğlak vaatlerle bir süre oyalanması gerekiyordu.

Bunun için 1918’de kuzeydeki Kürtler adına hareket eden Kürdistan Teali Cemiyeti ve onun lideri Seyit Abdülkadir ile temas sağlanırken, güneydeki Kürtlerle de 1917’de bölgenin etkin ismi Şeyh Mahmut Berzenci üzerinden temas sağlandı. Bu temaslarda başka isimlerin yanı sıra özellikle Binbaşı Noel’e Lawrence’in Araplarla kurduğu ilişkideki rolüne benzer özel bir misyon yüklendi. Noel, Kürtleri birtakım vaatlerle oyalayacaktı. Temaslar sonucu İngilizler kuzeydeki Kürtlere “Kürdistan” kurmayı vaat ederken, Şeyh Mahmut Berzenci İngilizlerin çoktan kendisine bir krallık verdiğine ikna olmuş ve 1919’da bir Kürt krallığı ilan etmişti bile. Ama İngilizler kendi iradeleri dışında gelişen bu girişime karşı çıkarak Berzenci’yi yargılayıp hapis ve Hindistan’a sürgün cezasına çarptırdılar.

İlk etapta sonuç, kuzeydeki Kürtler için 1920’de Sevr Antlaşmasıyla statüsü ve sınırları, kısacası ne olduğu belirsiz bir “Kürdistan” vaadi olarak kayda geçerken, güneyde Musul sorunu bağlamında Berzenci devlet kurma vaatleriyle bir süre daha oyalandı. 1921’de İngilizler, güneyde Sünni Arap egemenliğinde Irak’ı kurarken, Musul meselesinden dolayı Türk propagandasını etkisizleştirmek için Berzenci’yi serbest bıraktılar. Fakat Berzenci İngilizlerin kendine çizdiği sınırları aşarak ayrı bir krallık kurmakta ısrar ederek ayaklanmayı sürdürdü. Musul’un Irak’a bırakılmasını öngören 1925 tarihli MC kararı ve buna uygun olarak 1926’da Ankara ile yapılan anlaşma ile Musul’un nihai statüsü ortaya çıkınca, güneydeki Kürtlerin ayrı devlet kurma hayalleri de son buldu. Kuzeyde ise, ulusal kurtuluş mücadelesini kazanan TBMM ile 1923’te Lozan Antlaşması yapılarak Sevr’deki Kürdistan rafa kaldırıldı. İngilizler birkaç yıl içinde hem güneydeki hem de kuzeydeki Kürtleri ve vadettiği Kürdistanı unutuverdi.

Kısacası Kürtler, kendilerini muğlak vaatlerle oyalayan İngilizlerin kurduğu yeni dünya düzeninde kendilerine yer bulamadılar. Bu Kürtlerin ilk aldanışı ve ilk büyük hayal kırıklığı oldu. Bundan sonra, dünya Kürtlere kulaklarını kapatarak, Türkiye’de ve Irak’ta 1932’ye değin süren onca isyana karşın hiç sesini çıkartmadı. Hatta 1925’teki Şeyh Sait İsyanında bile tüm iddialara rağmen esasen İngilizlerin bir dahli olmadı. Tabii İngilizler bundan yararlanarak (Kürtlerin Türklerle birlikte yaşamak istemediği düşüncesi) Musul’un Irak’ta kalmasını sağladılar. Sonuçta, daha önce dediğimiz gibi, Kürtlerin büyük güçlerle ilişkisi onların çıkarlarına ve onların çıkarları da bölgedeki devletlerle olan ilişkisine bağlıydı. Şimdi Türkiye ve Irak üzerinden İngiltere’nin iradesiyle bir statüko kurulduğuna göre Kürtlerle temas kesilmeliydi. Öyle de yapıldı.


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

18 Haziran 2017 Pazar

Türkiye'de Barzanici Hareket (1965-2007), BÖLÜM 6



Türkiye'de Barzanici Hareket (1965-2007),  
BÖLÜM 6

VIII. DİNİ FAALİYETLERİ

Din eskiden beri nüfuz yaymada önemli bir unsur olarak süregelmiştir. Nüfuz yayma bazen misyonerlik, bazen bir mezhep veya tarikatın propagandası, bazen
de tahrif edilmiş din, tarikat ya da mezhep olarak karşımıza çıkabilir. Bu tür operasyonlar etkili ve de ucuza mal olması bakımından sık başvurulan 
operasyonlardandır.



Mesut Barzani de gündeme getirmemekle birlikte el altından ailesinin mensubu olduğu Halidi Nakşibendiliği vasıtasıyla Irak'a komşu ülkelere,  özellikle Türkiye'ye yönelik faaliyetlerde bulunmaktadır.

Halidi Nakşibendiliği temelleri Irak'lı bir Kürt olan Mevlana Halidi Nakşibendi tarafından atılan sünni bir tarikattır. Uzun süre Hindistan'da eğitim gördükten sonra 1810'lu yıllarda İran üzerinden Irak'a gelen Mevlana Halid karizmatik kişiliğinin de avantajı ile kısa sürede altmışın üzerinde halife atayarak bölgede oldukça etkili bir şeyh haline geldi.

Barzani aşiretinin Halidi Nakşibendiliği ile tanışması ise Şeyh 1. Abdusselâm dönemine rastlar. Daha önce yine aynı aşiretten Şeyh Tacettin zamanın da Barzan'da müritlerin bir araya gelmesi için bir tekke mevcuttur. Barzani aşireti Mevlana Halid'in Şeyh Abdulselam'ı halife olarak atamasıyla Nakşibendi geleneğinin bir halkası haline geldi.69 

Aşiretin Halidi Nakşibendiliğinin halifeliğini kazanması bölgedeki nüfuzunu daha da artırarak sonraki yıllarda Kürtçü hareketle anahtar rol oynamalarının yolunu açtı. Bundan sonraki yıllarda bölgede meydana gelen her türlü hareketlilikte Barzan aşireti bir şekilde mutlaka bulunmuştur.

Halidi Nakşibendiliği'nin Doğu Anadoludaki temsilcilerinden olan Şeyh Said'in 1925'te Türkiye Cumhuriyetine karşı isyanında da Barzani  izlerini görmek mümkündür. Şeyh Said isyan etmezden evvel Muş civarında Molla Mustafa Barzani ve Nebrili Seyyid Abdulkadir ile bir araya gelerek durum değerlendirmesi yapmıştır. Halidiye Nakşibendiliği'nin temsilcileri benzer şekilde bir araya gelerek irtibatlarını sürekli devam ettirmişlerdir.
Mevlana Halid'in şeyh gibi davranabilme yetkisi verdiği halifelerin çoğu şeyh ailelerinden değildi,böyle olunca da eski şeyh ailelerinin bölgede kurmuş
olduğu tekel kırılmış yerini Halidî ekol almıştır. Şeyh Halid'in Nakşibendi tarikatına getirdiği yeni yorum da onun karizmasının artmasında etkili
bir rol oynamıştır. O dönemde Nakşibendilik geleneğinde Nakşibendi tarikatının en önemli unsuru olan, rabıta halifelerle yapılırdı. Mevlana Halid rabıtanın
direk kendisi ile yapılması geleneğini getirerek tarikat üzerindeki etkinliğini daha da arttırmıştır.Şeyh Halid'in halifeleri yeri geldiğinde birçok yerde kendi halifelerini atadılar ve böylece Erzurum'dan Süleymaniye'ye kadar olan yerlerde Halidi Nakşibendi ağı örülmüş oldu.

Milliyetçi bir karakter taşıyan ilk Kürt isyanı sayılan Şeyh Ubeydullah
Nehri İsyanı da bu Nakşibendi ağının halifelerinden olan Ubeydullah


Barzani'yi destekleyen Serbesti Dergisi'nin internet sitesinden bir görüntü.

Nehri tarafından çıkarılmıştır. Ubeydullah Nehri'nin isyanını izleyen yıllarda
henüz yeni başlamakta olan hareketlere liderlik edenler esas olarak şeyhlerdi.

Gerçekten de 19.yy.ın ikinci yarısından sonra tarikat şeyhleri en önemli politik liderler oldular. 71

Nakşibendi şeyhlerinin bu kadar etkili olmasında şüphesiz II.Mahmut döneminde başlayan “merkezileştirme” çalışmaları çerçevesinde bölgede bulunan feodal Kürt beylerinin nüfuzlarının azaltılması ve etkisizleştirilmesi önemli bir rol oynamıştır. Merkezileştirme çalışmaları neticesinde Osmanlı merkezi idaresi tarafından atanan yöneticilerin halkı idare etmede yetersiz kalmaları sonucunda doğan otorite boşluğu Halidi Nakşibendiliğin halifeleri tarafından doldurulmuştur. Böylece bu şeyhler dini otoritelerinin yanına birde siyasî otorite ekleyerek Kürt milliyetçisi örgütlerinin çekim merkezi halini aldılar.




Molla Mustafa Barzani, üyesi olduğu Halidi Nakşibendiliği ağı sayesindedirki Irak'a komşu olan ülkelerdeki geniş kitlelerde büyük bir nüfuz ve sempatiye 
sahip olmuştur. 

Nakşibendi ağıolmasaydı onca savaşçıyı harekete geçiremeyecekti; bu insanlar onun kurtarıcı bir kişi olduğuna inanmayacak, bu kadar fanatikçe savaşmayacak ve ona bağlı olmayacaklardı.72

1960'ların sonu ve 1970'lerin başında Kürt milliyetçiliğinin bir kitle hareketi haline gelmesinin nedeni, Kürtçülerin Kürt milliyetçiliği fikrini soyut
olarak vurgulayan propagandalarının bir sonucu değildir.;asıl neden Irak'ta ve Irak'ın komşu ülkelerinin her köşesinde efsanevî kahramanlık hikâyeleri 
anlatılan,türkülere konu olan Molla Mustafa Barzani'nin kazandığı politik ve askeri başarısıdır.

< Bugün oğul Mesut Barzani de babasından kalan bu mirası çok profesyonelce kullanmaktadır. Türkiye'de Doğu ve Güneydoğu'da dindar Kürtlerin çevrelerinde Barzani'nin mutlak bir saygınlığı vardır. >

Bu saygınlıkta Halidi Nakşibendiliği ekolünün etkisi oldukça fazladır. Türkiye'- de Halidi Nakşibendiliği'nin kollarına mensup Kürtçüler sürekli Barzani'nin
bu özelliğine vurgu yaparak onun propagandasını pompalamaktadır. Söz konusu tarikatın bazı önde gelenlerinin kurdukları yada aracı oldukları şirketlere
Irak'ın kuzeyinde iş vererek bu ilişkiyi daha kalıcı hale getirmenin alt yapısını hazırlamaktadır.

ABD'nin Saddam rejimini devirmesinden sonra Irak'ın kuzeyindeki oluşumun başına geçen Barzani'yi tebrik amacıyla,Türkiye'den bir çok tarikat
bağlantılı ziyaretçi akını olmuştur. Palu Nakşibendi şeyhlerinden Şeyh Sait'in torunu HAK-PAR eski genel başkanı Abdulmelik Fırat başkanlığında bazı 
aşiret ve tarikat liderlerinden oluşan heyet Erbil'e hayırlı olsun ziyaretine gitti. Haberlere göre Barzani,Abdulmelik Fırat'ı dedesi Şeyh Sait'in
resminin asılı olduğu bir salonda ağırlayarak Fırat'ın dedesine itibar ve iltiatlar etmiştir.73

Bir dönem bakanlık da yapmış ve Diyarbakır'da nüfuzlu bir Şeyh ailesine mensup Salim Ensarioğlu da bir röportajında “Güneydoğu'da Barzani'nin
etkinlik kazanmasından rahatsızlık duymuyorum..Barzani de benim gibi feodal bir aileden geliyor. Dini ön plânda tutuyor. Şeyh ailesinden geliyor.
Görüştüğümüzde "ben de şeyhim" diyorum..Türkiye'ye geldiğinde görüşüyoruz. 74 Bazen de aracılarla haberleşiyoruz'' diyerek Barzani'ye bakışını
ortaya koyuyor.



İki dostun Beyaz Saray'da el sıkışması.


M. Barzani Türkiye'nin Kerkük konusunda atacağı muhtemel adımların
önüne geçebilmek için Irak'ın kuzeyindeki imamları devreye sokmuştur.

Bölgedeki bütün camilerde Türkiye karşıtı vaazlar verilmekte ve halk Türkiye'ye karşı kışkırtılmaktadır. Ayrıca Irak'taki tarikat liderlerini de 
Türkiye'deki tarikat önderleri ile daha sıkı işbirliğine yöneltmektedir.

SONUÇ

Barzan klanının mensuplarının 19. yüz yılın sonlarından itibaren peşinde koştuğu bir rüyayı gerçekleştirmeye en fazla yaklaşmış olan Mesud Barzani'dir.
Bu büyük rüya, aşamalı olarak, önce Irak'ta federal devlet çerçevesinde federe Kürdistan, sonra Irak'ın parçalanması ile Irak'ın kuzeyinde bağımsız 
Kürdistan, ve nihayet, Türkiye, Suriye ve İran'ın parçalanması ile doğması hedeflenen Büyük Kürdistan'dır.
Bu rüya, M. Barzani gizli gördüğü ve kimse ile paylaşmadığı bir rüya değildir. Aksine M. Barzani rüyasını herkesle paylaşmaktadır. Türkiye'ye yönelik
yayın yapan Barzanici bir sitede M. Barzani ile yapılan bir röportajın giriş cümleleri bu rüyayı şöyle anlatmaktadır: “..Acaba Kürtler sadece Kürdistan'ın
güneyiyle ve Irak'ın ortaklığıyla yetinecekler mi? Hayır! O nedenle Kürdistan Başkanı Mesud Barzani, daha şimdiden başlayarak bağımsız
Kürt devletinden söz ediyor. Mesud Barzani, Bağdat'daki mevki ve makamları kendine haram etmiş. 
O sadece Kürt halkına hizmet etmek için çalışacağını söylüyor. Bu hizmeti de, yalnız Kürdistan'ın güneyi için olmayacaktır."
Mesud Barzani'nin rüyası Kürdistan'ın güneyinden daha büyüktür. Mesud Barzani gibi bir lidere Kürdistan'ın güney kenarı dar geliyor. Onun bakış
ufku geniştir. Onun büyük bir ülkeye ihtiyacı var. Sere Reş (Kürdistan Baş- kanlık Sarayı)'ten Kürdistan'ın dört parçasını kapsayan büyük Kürdistan gece
gündüz onun hayallerini süslüyor. O, büyük Kürdistan'ın hesabını yapıyor.

Mesud Barzani'nin rüyası Türklerin, Arapların ve Farsların kâbusudur. Barzani daha şimdiden kendi rüyasından söz ediyor ki, Türkler, Araplar ve
Farslar onun rüyasına alışsınlar. Eline fırsat geçtiği ve dünya konjonktürü uygun olduğu an, o rüyasının gerçekleştirilmesini talep edecek…”
Barzani'yi gördüğü bu rüyadan uyandıracak iradenin mevcut olmaması O'nun daha da ileri giderek Türkiye'ye kafa tutmasının önünü açıyor.


DİPNOTLAR;

1  Radikal, 28 Ağustos 2005, Avni Özgürel “Kuzey Irak ve Barzaniler”   
2 Bkz. Martin van Bruinessen, "Ağa,Şeyh,Devlet", İletişim Yayınları Ankara 1996, s.
3 Mesud Barzani, "Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve Barzani", s.25
4 Mesud Barzani, "Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve Barzani", Doz yayınları. S.18
5 Sevr Anlaşması'nın söz konusu 62.63.ve 64. maddeleri aşağıdaki gibidir:
62.Madde: Fırat'ın doğusundan, ileride saptanacak Ermenistan'ın güney sınırının güneyinde ve 27. maddenin II / 2ve 3. fıkralarındaki tanıma uygun olarak 
saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini,iş bu anlaşmanın yürürlüğe konulmasından 
başlayarak altı ay içinde İstanbul'da toplanan ve İngiliz,Fransız ve İtalyan hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşan bir komisyon hazırlayacaktır. 
Herhangi bir sorun üzerinde oy birliği oluşmazsa, bu sorun, komisyon üyelerince, bağlı oldukları hükümetlerine götürülecektir. 
Bu plân, Süryani-Geldaniler ile, bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceleri de kapsayacaktır; 
bu amaçla İngiliz, Fransız, İtalyan, İranlı ve Kürt temsilcilerinden oluşan bir komisyon incelemelerde bulunmak ve, iş bu anlaşmalar
uyarınca, Türkiye sınırının İran sınırı ile birleşmesi durumlarında, Türkiye sınırında yapılması gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu 
yerleri ziyaret edecektir.
63. Madde: Osmanlı Hükümeti,62.maddede öngörülen komisyonlardan birinin ya da ötekinin kararlarını, kendisine bildirildiğinden başlayarak üç ay içinde 
kabul etmeyi ve yürürlüğe koymayı şimdiden yükümlenir.
64.Madde: İş bu anlaşmanın yürürlüğe konulmasından bir yıl sonra, 62.maddede belirtilen bölgelerdeki Kürtler,bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun 
Türkiye'den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyine başvururlarsa ve konsey de bu nüfusun bu bağımsızlığa
yetenekli olduğu görüşüne varırsa ve bu öğütlemeye(tavsiyeye) ve bu bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi şimdiden yükümlenir.
Bu vazgeçmenin ayrıntıları başlıca Müttefik devletlerle Türkiye arasında yapılacak özel sözleşmeye konu olacaktır. 
Bu vazgeçme gerçekleşirse ve gerçekleşeceği zaman, Kürdistan'ın şimdiye dek Musul ilinde kalmış kesiminde oturan Kürtlerin,bu bağımsız Kürt devletine 
kendi istekleri ile katılmalarına,başlıca Müttefik devletlerce hiçbir karşı çıkışta bulunulmayacaktır. (İbrahim Sadi Öztürk, Mondros, Sevr, Lozan Anlaşmaları, s.55-56)
6 Hasan Celal Güzel, "İşte diyaloğa hazırlandığınız Barzani'nin gerçek yüzü”, Radikal,22.2.2007
7 Mesud Barzani, "Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve Barzani", s.27
8 “MİT'in Hakkari analizi”, Milliyet, 17.13.2006
9 M. Sirac Bilgin, "Barzani", Do Yayınevi , İstanbul, s. 35
10 Dr. İ.Ethem Gürsel, "Kürtçülük Gerçegi", s.73
11 Dr. Nihat Ali Özcan, "PKK Tarihi,İdeolojisi ve Yöntemi", s.19
12 İ. E. Gürsel, "a.g.e.", s.83
13 M. S. Bilgin, "a.g.e.", s.347,
14 http://www.bilgin.nu/about.php
15 İ. E. Gürsel, "a.g.e." , s.84
16 "a.g.e." , s.105
17 Michael M. Gunther, "The Kurdish Problem in Turkey" , s.398'den aktaran Abdulhalık Çay, Kürt Dosyası, s.443
18 Martin van Bruinessen, "Kürdistan Üzerine Yazılar", İletişim yayınevi, s.349,
19 Neşe Düzel, "Sertaç Bucak,söyleşi", Radikal,5.2.2007
Sertaç Bucak: Eğer Ankara sahip çıkmazsa,Kürt sorununu çözemezse,Kürtleri şimdiye kadarki bu tavırla yönetmeye kalkarsa Kürtler yönünü Erbil'e döneceklerdir. Çünkü insanlar, Erbil'dekilerin ekonomik ,siyasî ve sosyal durumlarına bakıp "onlar da Kürt,biz de Kürt'üz; peki biz niye böyleyiz,onlar niye böyle?" dediklerinde Erbil çekim merkezi olacaktır onlar için. Neşe Düzel: Kürtlerin yüzünü Erbil'e dönmesi,Kuzey Irak'la birleşmek istemeleri değil midir?
Sertaç Bucak:Aynen öyledir… Bu işin gideceği yer orasıdır…
Neşe Düzel: Türkiye ile Kuzey Irak'taki Kürt devleti ciddî bir çatışma çıkarsa buradaki Kürtler ne yapar sizce?
Sertaç Bucak: Güven sıfıra iner, ve Kürtler ciddî demokratik muhalefet yaparlar. Yani sivil itaatsizlik yaparız. Çocuklarımızı okula göndermeyiz., yolları, askerlerin önünü keseriz.
HAK-PAR Mayıs 2006'- da Diyarbakır'da “Kürdüm. Tarafım, Talep Ediyorum” sloganı ile bir imza kampanyası başlatmış,bu kampanya sonunda toplanan imzalar önce AB Ankara temsilciliğine, arkasındanda TBMM'ye sunulmuştur.
20 Kırmızı Çizgi, “Barzani destekli PDK-Bakur Şemdinli'nin neresinde”, Aralık 2005
21 Kırmızı Çizgi, “Barzani destekli PDK-Bakur Şemdinli'nin neresinde” , Aralık 2005
22 Haftalık Dergisi, Ercan Çitlioğlu, “Şemdinli'de olayların başlamasından iki dakika sonra
Roj TV nasıl canlı yayına geçti”, 25.Kasım.2005- 1.Aralık.2005, sayı 138/2005, s.23-24
23 Sabah, 24 Şubat 2006
24 Tempo, “Barzani Türkiye'ye KDP-Bakur örgütü ile sızacak” , 15 Mart 2007
25 Tempo, “Barzani Türkiye'ye KDP-Bakur örgütü ile sızacak” , 15 Mart 2007. Rojhat Amedi hakkında ayrıca Güneydoğu'da sınıra yakın yerlerdeki düğün ve 
nişan törenlerinde Mesud Barzaniadına altın gönderdiğine dair iddialar da mevcuttur. Bkz,Vedat Yenerer, Yeniçağ , “Almanya'nın PKK ve PJAK sevgisi", 
2-6-2006
26 Tempo, “Eski tüfek Kürtlerin dönüşü”, 3.2.2006
27 Milliyet,10.6.2006
28 Nokta, 7-14 Aralık 2006
29 Devrim Sevimay- "Haşim Haşimi söyleşi", Vatan, “Pazartesi Röportajları”, 12.9.2005
30 Devrim Sevimay- "İhsan Arslan söyleşi", Vatan, “Pazartesi röportajları” ,8.8.2005
31 Anadolu Ajansı, “Bir Teröristin İtirafları”, 12.5.2006
32 Sabah, “PKK'lılar Kuzey Irak'a Sığınıyor” , 1.3.2006. Nitekim aynı habere göre; 10 yıl PKK' da aktif görev aldıktan sonra örgütten kaçarak KDP güçlerine 
sığınan S.K adlı terörist, muhabire 2 yıl önce dağdan indim,I-KDP'ye başvurup yeni kimliğimi aldım ve Dohuk'a yerleştirdim” demektedir.
33 Sabah, “Eski PKK'lılar Bağdat'a paralı asker oluyor”, 13.2.2007444
34 Taha Akyol, ”Kürtçü harekette büyük bölünme”, Milliyet, 22.9.2005
35 Neşe Düzel, "Sertaç Bucak", söyleşi, Radikal, 5.3.2007
36Güler Kömürcü,Akşam, “Neler Oluyor”,19.8.2005,Arslan Bulut'tan naklen
37Murat Arısoy,Aydınlık,s.32,18.3.2007
38 Tempo, 1.4.2007
39 Akşam, 22.3.2007
40 Uğur Yıldırım, Aydınlık,1.2.2004
41 Pearson bu konuşmayı 17 Temmuz 2003'de Türkiye Müteahhitler Birliğinde yapmıştır.
42 Sabah, 26 Nisan 2006
43 Siirt Mücadele gazetesi, 5 Mart 2007
44 Ümit Özdağ, “Kerkük krizi ve Türkiye'nin Kuzey Irak Politikası”, 21.Yüzyıl Dergisi, s.26, Ocak-Şubat-Mart-2007
45 Güler Kömürcü, “İşte Barzani'nin Gizli Ekibi”, Akşam, 10.4.2007
46 Hürriyet, 20.7.2003

47 Mehmet Faraç, “Güneydoğu'da Barzanicilik Yükseliyor mu?”, Cumhuriyet, 5.5.2005
48 Emin Pazarcı, “Güneydoğu Notları”, Bugün, 29.1.2007
49 Güler Kömürcü, Akşam, 18.11.2005.Komisyon başkanı Vahit Kiler'in şu ifadesi oldukça düşündürücüdür: “Biz tüm bu büyük suça adı karışanları isim isim listeleyip açıkladık,hayat riski altında araştırmalarımızı tamamladık;bundan sonrası da bu ülkenin savcılarının,hakimlerinin ve sokaktaki vatandaşın takip gücüne, sorumluluğuna kalmıştır..” Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere bir takım maddi menfaatler karşılığında Barzani çetesi devletin üst kademelerince kollanmaktadır.
Konuyla ilgili ayrıca bakınız, 19.2.2007, Yenicağ, CHP Adana milletvekili Tacidar Seyhan'ın açıklamaları
50 Kırmzı Çizgi , Aralık 2005, s.36.39
51 Ahmet Erhan Çelik, “Barzani'ye Ödenen Türk Vergisi”, Tempo, 1.6.2006,s.22
52 Aytunç Erkin, Aydınlık, 13.11.2005, s.10-11 ve Hakan Güven, Aksiyon, 2.5.2005
53 Saygı Öztürk, Gözcü, 31.3.2006.Hatta bu sorumlu gümrükçülerden birisinin paralarla birlikte örgütten kaçarak, Barzani'nin yanına sığındığı iddia edilmektedir.
54Hakan Güven,Aksiyon,2.5.2005, “Kaçak Sigarada Barzani Tekeli”
55 Hakan Güven, “Kaçak Sigarada Barzani Tekeli”, Aksiyon, 2.5.2005
56 Halka ve Olaylara Tercüman, 24.11.2006
57 ATO, “Kaçakçılık Raporu” , 08.10.2006
58 Irak'a sefer düzenleyen kamyoncularla yapılan röportaj için bakınız, Tempo, 22-6-2006. Ayrıca “karasal liman” teklifi ve Kürt ticaret burjuvazisi 
oluşturma girişimleri için bakınız, Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, www.gencturkhaber.com/yazi.php?id=26
59 Tempo, “Kürt Üniversitelere Türkiye'den 360 öğrenci”, s.36-38, 15.2.2007
60 Tempo, “Barzani Türkiye'deki Kürtlere Nüfus Cüzdanı Dağıtıyor”, 11.10.2005
61 Ahmet Erhan Çelik, “Türkiye Barzani ile Mutabakat Yolunda mı?”, Tempo, 2.12.2005
62 Güneş, “Barzani Hakkari'de altın dağıtıyor”, 13.4.2006
63 Tempo, ”Türkiye'deki Kürtler Irak'a yerleştiriliyor”, s.31, 20.92005
64 Tempo,22.2.207
65 Ece Temelkuran, “Adı konmamış şantiye devlet” , Milliyet, 11.2.3006-12.2.2006
66 Ece Temelkuran, “Adı konmamış şantiye devlet”, 15.2.2006
67 Mesud Barzani, “ Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve Barzani”, s.24
68 Yalçın Koçak, http://internetajans.com/item-print.asp?iid=28599
69 Mesud Barzani ,age,cilt I ,s.23 / ayrıca Martin van Bruinessen, “Ağa Şeyh Devlet” ve “Kürdistan
Üzerine Yazılar” adlı kitaplarında konu ile ilgili ayrıntılar mevcuttur.
70 Mesud Barzani, "a.g.e.", Cilt I, s.27
71 Martin van Bruinessen, "Kürdistan Üzerine Yazılar", s.35
72 Martin van Bruinessen, "Ağa, Şeyh, Devlet", s.313
73 Tempo, 23.8.2005
74 Fikret Akfırat, Aydınlık, s.5, 3.12.2006
75 http://www.kerkuk-kurdistan.com/hevpeyvinek.asp?ser=3&cep=4&nnimre=4449



Kaynak Alıntı;

http://www.21yuzyildergisi.com/assets/uploads/files/51.pdf

***