ÖZGÜR KIBRIS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÖZGÜR KIBRIS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Kasım 2015 Salı

“ ANA KUZUSU ” ( 4 )

“ ANA KUZUSU ” ( 4 )



25 Mayıs 2015 Pazartesi

Naim PINAR

naimpinar@gmail.com



1981 seçimleri sonucunda Sayın Alpay Durduran’ın başkanı olduğu TKP, o dönem iktidara gelememiş ve UBP “Ana”nın tercihi olmuştur. UBP, Mustafa Çağatay başkanlığında azınlık hükümeti kurarak “Ana”nın kınalı kuzusu olmaya devam etmiştir. İşte bu siyasi ve ekonomik müdahaleler içerisinde 1985 yılına gelindiğinde kuzey Kıbrıs’ta çok enteresan bir parti kayıtlara geçecekti. Resmi adı kayıtlara “Yavruvatan Partisi” olarak geçen ve 29 Temmuz 1985 tarihinde kurulduğu kesin olan bu partinin Türkiye’de iktidara gelen “Anavatan” partisinin kuzusu olarak prim toplamaya çalıştığı gözlemlenmektedir. Bu partinin ömrü kısa sürse de siyasal tarihimizde kurulan 70’e yakın partiden biri olduğu kesindir. Son 10 yılda yaşadığımız ÖRP örneği bizlere siyasi geçmişten gelen “Ana-Yavru” ilişkisini ve Türkiye Hükümetlerinin siyasi dizayn bağlamında ulaştığı noktayı net olarak ortaya koymaktadır. 


Türkiye Başbakanı Turgut Özal, 1986 Temmuz’unun başında kuzey Kıbrıs’a geldiğinde esas amaç Türkiye’nin yeni ekonomik çizgisine uygun bir ekonomik yapılanmayı “Ana Kuzusu”na dikte etmekti. Özal, kuzey Kıbrıs’ta meclis oturumunda konuşma yapmış ve Lefkoşa’da tertiplenen mitingde de halka hitap etmişti. Özal, “Yavruvatan”ı güçlendirmek için buradaydı.  O yıllarda Türkiye’de meşhur olan Amigo Birol’da bu mitingde coşku yaratmak üzere adadaydı. İşin magazin yönü eksiksizdi. Basında da, Özal’ın ortaya koyduğu “Ekonomik Paket” söylemine destek amaçlı yazılar her zamanki gibi medyanın kilit isimleri tarafından köşelerden işlenmekteydi. Siyaset ve siyasetçinin Türkiye ile olan ilişkiler konusunda birçok hatası olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Fakat bazı medya ve iş çevrelerinin de bu bağlamda en az siyaset kurumu kadar elinin kirli olduğunu söylemek sanırım hatalı olmayacaktır. 1 Temmuz 1986 tarihli “Günaydın Kıbrıs” gazetesinde haftanın yazısı başlığı altında yayınlanan Reşat Akar’ın grasso akan kaleminden çıkan yazıya dikkatlice bakalım:

     “Sayın Özal, Kıbrıs Türk halkının tek güvencesi olan Anavatan Türkiye’nin Başbakanı olarak sizleri, şehit kanıyla sulanmış kuzey Kıbrıs topraklarında karşılamaktan büyük mutluluk duymaktayız. ( …) Türkiye’de olduğu gibi kuzey Kıbrıs’ta da bazı yeni vergilendirmeler, batan KİT’lerin satılması, faizlerin artırılması ve KDV gibi hususların ilk günlerde büyük tepkiler yaratacağı aşikârdır. Ancak yaklaşık 12 yıldan beri verimli bir hale getirilemeyen ve sürekli olarak devletin sırtında bir yük olan batmış sanayi tesislerinin kapatılması veya satışa çıkarılması genelde herkesin beklediği bir gelişme olacaktır. Uzun yıllar vergisiz yaşamaya alışmış olanlardan vergi toplamayı teşvik edici önlemler de büyük alkış toplayacaktır. (…) Sayın Özal, Dünya’nın gözü önünde, Anavatan-Yavruvatan ilişkilerini bu denli geniş çapta ele alırken ve Türkiye’deki tüm ekonomik önlemlerin kuzey Kıbrıs’ta da uygulanması gibi oldukça ciddi bir karar alma cesaretini gösterirken, ufak gibi görünen, ancak Türk halkını yakından ilgilendiren sorunlara da artık çözüm getirme zamanının geldiğine inanmaktayız. Bugün Yunanistan Başbakanı “Ulusal Topraklarımız” dediği Kıbrıs’ın güney kısmına daha çok Yunanlı göndermek ve onlara kahramanlık öğütleri verebilmek amacıyla güneyi ziyaret edecek Yunanlılara neredeyse mükafat vermeye çalışıyor ama, kuzey Kıbrıs’ta evladını, torununu, akrabasını şehit bırakan Anavatan’daki kardeşlerimiz, şehitlikleri ziyaret edebilmek, Yavruvatan’ın düşman esaretinden nasıl kurtulduğunu öğrenebilmek için çıkış vergisi ödeme zorunluluğuyla karşılaşmaktadır. Bunlara bazı belediyelerin “Orman Kanunları” çerçevesinde almaya çalıştığı “Çıkış Vergileri” ilave edildiği zaman, şehitlerimizin kemiklerinin sızlatıldığı, milli mücadelemizin yara aldığı düşüncesine kapılmaktayız. Bu nedenle, Avrupa seyahatlerine bir kısım daha artış mı yaparsınız, yoksa başka bir gelir kaynağı mı bulursunuz, ne bulursanız bulun, fakat Allah aşkına, Kıbrıs için şu seyahat vergisini kaldırın ve tüm Türkleri, Ankara’dan –Adana’ya gider gibi, Yavruvatan’a serbestçe gelme hakkından mahrum bırakmayın. (…) Sayın Özal, Dileğimiz, bu ziyaretinizin yararlı olması ve Afrikalaşan Yavruvatan’ın, hak ettiği gibi küçük bir İsviçre’ye dönüşebilmesidir. Bunun için de Anavatan’ın yardımlarına büyük ihtiyaç duyulduğu kesindir. Ana, yavrusuna ne kadar iyi bakar, onun hastalıklarını ne kadar erken tedavi ederse, büyüyen ve sağlıklı gelişen yavru da bir gün anaya ve babaya bakar. Ayrıca ana ve baba için dünyanın gözü önünde bir gurur kaynağı olur!”

     TC-KKTC arasındaki ilişkinin bugünlere gelmesinde herkesimin günahları vardır. Siyasi ve ekonomik bağımlılık bağlamında herkesimin özeleştiri yapması gerekmektedir. Özal’ın “Ana Kuzusu”nu ziyareti sırasında ona eşlik eden TÜSİAD Başkanı Sakıp Sabancı’da gazetecilere demeçler vererek, sanayi yatırımı için kuzeyin uygun olmadığını fakat Turizm yatırımlarının gelecek için çok önemli olduğunu söylüyordu. Devamında ise Sabancı Ana’nın ekonomik tahakkümünün nasıl artırılabileceği konusundaki görüşlerini rahatça dile getirmekteydi: : 

 “… Kıbrıs’ı Türkiye’ye ve dünyaya bağlamak için, ulaşım ağının güçlendirilmesine önem vermek zorundayız. Kıbrıslıların kendi uçak şirketlerini kurmalarına yardımcı olmalıyız. THY ve DDY’nın Kıbrıs bağlantılarını devlet desteğini göze alarak güçlendirmeli yiz. 
Unutmayalım ki ulaşamadığımız toprak bize ait değildir…3

























“ Ana-Yavru ” ilişkisinde önemli kırılma noktalarından biri de Özal’ın “Ekonomik Paketi” dir. Kuzey Kıbrıs, 1974’de Ecevit Hükümeti’nin KİT’leri kurmasıyla başlayan ekonomik yapılanma sürecinin ardından 10 yıl gibi kısa bir süre geçtikten sonra bu kez de Özal Hükümetinin kapitalist bir modeli dayatması sonucunda kabuk değiştirmeye zorlanmaktaydı. 1986’da yaşanan TC-KKTC arasındaki yeni ilişki ağını farklı kılan sadece Özal hükümetinin o güne kadar yapılan TC yardımları bağlamında bu işi bir “Paket” halinde ortaya koyması ve bu ekonomik tedbirler paketinin katı bir şekilde uygulanmasında ısrar etmesidir. Daha önceki yıllarda da Türkiye’nin kuzey Kıbrıs’taki siyasi ve ekonomik yapı üzerinde tahakkümü yok muydu? Tabii ki vardı. Fakat bu kez TC’nin yapmış olduğu ve yapacağı destek için belli şartları ve sıkı denetime dayalı baskısı söz konusuydu.  Özal’dan sonra kuzey Kıbrıs’taki yapılanma için adadaki iktidarın hareket alanın da daraltıldığını görmekteyiz. Bugün, TC Yardım Heyeti’nin yapısına baktığımızda TC-KKTC ilişkisinin aslında neden “Ana-Yavru” bağlamında olduğunu daha net anlamaktayız. Bu bağlamda geçen hafta Perşembe günü DP-UG Genel Başkanı Sayın Serdar Denktaş’ın yapmış olduğu basın açıklaması oldukça önemlidir. Sayın Serdar Denktaş’ın basın açıklaması sırasında TC-KKTC ilişkisi başlığı altında yapmış olduğu tespitler dikkat çekiciydi. Sayın Denktaş’ın açıklamaları, TC’nin tahakkümü altında yıllar önce “Davul Bizde, Tokmağı Başkasında” diyen CTP eski başkanı rahmetli Özker Özgür’ün söyleminden pek farklı olmayan bir çerçevedeydi:

     “…Kıbrıs Türk Halkı kendi seçtiği vekillerinden, kendisi hesap sorar.  KKTC anavatan ilişkilerini yıllardır istenilen düzeyde oluşturamamamızın sıkıntılarının bedelini hep, KKTC siyasetçisi ödemiştir. Bugüne kadar, Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesi gerektiğini söylerken hiçbir şekilde Türkiye karşıtlığı yapmadım. Anadolu insanının Kıbrıs Hassasiyetinin önemine her zaman vurgu yaptım. Egemenliğe, birine karşı durmak için değil, kendi ihtiyacımız olduğu için, bizim olduğuna inandığım için sahip çıktım. Her seçilene bir seçilmiş olarak saygı gösterdim ve saygı bekledim. Atanmışlar ile ilişkilerimde halkımın bana verdiği görevin bilinci içinde görüştüm. Kimsenin önünde eğilip bükülmedim. Bu nedenle de her dönem bazı çevreler tarafından istenmeyen siyasetçi ilan edildim.1996 yılından beridir TC Yardım Heyeti işleyiş mekanizmasındaki yanlışlığa dikkat çekerek, ya bunun değiştirilmesi ya da artık ortadan kaldırılması gerektiğini her fırsatta gündeme taşıdım ve ilgililerle tartıştım. Kıbrıs Türk Halkının ihtiyaç ve beklentilerini belirleme hak ve sorumluluğu KKTC siyasetçisi ve özel olarak hükümetin boynuna asılmıştır. KKTC siyasetçisinin halka verdiği sözler vardır. Bu sözler doğrultusunda hedef ortaya konulması bu mekanizma tarafından engelleniyorsa, kişisel ilişkiler veya karşıt düşünceler çerçevesinde hedeflerinizin hayata geçirilmesi konusunda önünüze engeller rahatlıkla çıkartılabiliyorsa bu koşullar altında hükümette oturmanın da bir anlamı yoktur. Bu kurum artık işlevini ve görev tanımını aşmış, sistemin ana aktörü konumuna ulaşmıştır. Kurduğumuz sistem içerisinde hükümet gücüne paralel ve bazen daha da güçlü konumda görülen TC Yardım Heyeti olgusunun siyasal otoriteyi nasıl bozduğunu, dağınık bir hiyerarşik yapı oluşturduğunu ve bu durumun hem ülkemizin ulaşması gereken hedefe ulaşmasını engellediğini, hem de halkımızın Anavatan Türkiye ile ilişkilerini bozduğunu görmek ve tartışmak durumundayız. Burada bulunmasının nedeni ekonomik kalkınmamıza destek sağlaması gereken bir kurum içerisindeki bireyler, KKTC halkının demokratik iradesini hiçleştirmeye neden oluyorsa bunun artık kamuoyu önünde konuşulmasının zamanı gelmiş demektir…4

Esasında Sayın Serdar Denktaş’ın basın açıklaması olmadan çok önce “Ana Kuzusu” yazı dizisini dördüncü bölümünü TC Yardım Heyetinin kuzey Kıbrıs’taki etkinliğine ayırmıştım. Bu bölümde günümüzdeki TC-KKTC ilişkilerini ele alacak ve TC Yardım Heyetinin faaliyetlerinin “bağımsız” bir ülkede nasıl bir anomali yaratacağını işleyecektim. Fakat Sayın Serdar Denktaş’ın basın açıklamasından sonra TC Yardım Heyetinin Yönetim şemasını sizlerle paylaşarak bu konuyu sonlandırmaya karar verdim. Bu yapıda kolaylıkla gözlemlenebilecek bir “Bakanlar Kurulu” havası vardır. Daha fazla yorum yapmadan TC Yardım Heyetinin Yönetim şemasına bakalım: 

    “ TC Yardım Heyeti Başkanı: TC Lefkoşa Büyük Elçisi Halil İbrahim Akça’dır. Onun altında işleri koordine edecek koordinatör Ertan Tosun vardır. Koordinatör bürokratın altında ise adeta çeşitli bakanlıklar kurulmuş ve alanlar paylaştırılmıştır. Savunma Güvenlik, Adalet, Yüksek Öğrenim Sektörü Engin Karabaş, Sanayi, Ticaret, Madencilik, Haberleşme Sektörü ve Diğer Kamu Sektörü Hasan Kirman, Eğitim, Kültür, Sosyal Hizmet Sektörü Durmuş Yavuz, Turizm Ulaştırma Sektörü Bekir Karaduman, Çevre Tarım Sektörü Nebi Çelik, Mali Sektör, Sağlık ve Sosyal Güvenlik Sektörü, Enerji Sektörü Nuri Ateş.



























TC Yardım Heyetinin yönetim şeması aslında her şeyi ortaya koymaktadır. TC Yardım Heyeti,‘uzun serüvenin kısa sonudur’. 1974 ile başlayan TC’nin kuzey Kıbrıs’taki siyasi ve ekonomik tahakkümü artık son noktaya ulaşmıştır. Esasında seçilmiş olmamalarına rağmen bizim gerçek bakanlar kurulumuz TC Yardım Heyeti Üyeleri gibi durmaktadır. Kuzey Kıbrıs’ı siyasi ve ekonomik bir yapboz tahtası haline getiren Türkiye Hükümetlerinin yapmış olduğu müdahalelere işimize geldiği zaman alkış tuttuk, işimize gelmediği zaman ise eleştiri getirdik. Kuşkusuz bu da bizim en büyük hatamız oldu.

2000’li yılların hemen başında Türkiye’de iktidara gelen AKP hükümeti kuzey Kıbrıs için Türkiye’nin uzun yıllardır sürdürdüğü politikada değişiklik yapmış ve KKTC’de iktidar olan hükümete ve Cumhurbaşkanı Denktaş’a karşı cephe almıştı. Yıllarca TC hükümetlerinin siyasi müdahalelerinden rahatsız olan “sol” partilerimiz, sivil toplum örgütlerinin büyük çoğunluğu ile birçok sendikamız bu müdahalelere adeta alkış tutmuştur. Yıllarca Türkiye ile ilişkilerimizde kişilikli siyaset arzulayan “demokratik” kesimler de siyaseten onay merci olarak “Ana”yı işaret etmiştir. Kuzey Kıbrıs “Sol” ve demokratik kesimlerin 2002’de Annan Planı ile yaşanan süreçte TC ile ilişkiler zemininde yanılsama içerisinde oldukları çok geçmeden ortaya çıkacaktı. “Koşuldan dolayı yanılsamalardan vazgeçme isteği, yanılsamalar gerektiren bir koşuldan vazgeçme isteğidir” der; Karl Marx. Bu bağlamda “Sol”, 2002 ve sonrasında Kıbrıs’ta koşullar değişsin diye büyük bir yanılsama içine girmiştir. Zira Kıbrıs’ta koşulları değiştirmek için iki etnik halkın birlikte hareket etmesi gerekmekteydi. Bu olmayınca da “Ana” ile ilişkiler yeniden aynı zemine oturtulmuştur. Tek bir farkla, 2002 sonrası oluşan bu yeni TC-KKTC ilişki düzeyi AKP hükümetlerinin yeni yaklaşımları nedeniyle siyaset kurumumuzun ve siyasetçilerimizin saygınlığını da ortadan kaldıracaktı.


















Rahmetli Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ın ölümüne değin “Ana-Yavru” ilişkisi milli duygulardan beslenmekteydi ve Türkiye tarafından neredeyse kutsaldı. Fakat Sayın Denktaş’ın vefatıyla Başbakan Tayip Erdoğan’ın söylemlerinin de Kıbrıslı Türklere karşı oldukça seviyesizleştiği bir dönemin kapısı açılmış olacaktı. Kabul etmek lazım ki, rahmetli Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş’ın Türkiye iç siyasetini etkileyecek kadar büyük bir karizması ve Anadolu halkı üzerinde de oldukça güçlü bir etkisi vardı. Sayın Denktaş’tan sonra  “Ana-Yavru” ilişkisinde AKP hükümetlerinin karşısına çıkan siyasetçilerimizin basiretsizliği de Türkiye ile olan ilişkilerin gittikçe seviyesini düşürmüştür. Türkiye Hükümetlerinin her daim kuzey Kıbrıs siyasetini dizayn ettiği ve etme arzusundan vazgeçmediği ortadadır.
Bugün hemen herkes Kuzey Kıbrıs’taki seçmenin değişim istencini ortaya koyduğunu söylemekte ve Türkiye ile ilişkilerin kişilikli bir düzlemde gelişmesini arzulamaktadır. Bu bağlamda ilk olarak Türk hükümetleriyle ilişki için bizim seçtiğimiz siyasetçilerin muhatap alınması ve  TC Yardım Heyeti’nin siyasetçiyi ve siyaset kurumunu by-pass eden yapısının bir an önce ortadan kaldırılması gerekmektedir. Türkiye’nin Siyasi dizayn arzusu ve ekonomik tahakkümü devam ederse çok ciddi sıkıntıların yaşanacağı gerçeği ortadadır. Bu bağlamda toplumun tüm kesimlerine görev düşmektedir. Mevlana’nın en sevdiğim sözlerinden biridir: “Dün geçti gitti, dün gibi, dünün sözü de geçti; bugün yepyeni bir söz söylemek gerek”. Sayın Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın dediği “Yavru Büyümek İster” sözü ile başlayan tartışmalardan umarım herkes olumlu dersler çıkarır. Yazı dizisinin oluşmasında bilgilerini, tecrübelerini cesurca bizlerle paylaşan ve yardımlarını esirgemeyen Sn. Turhan Korun ve Sn. Alpay Durduran’a şahsım ve Poli ailesi adına teşekkür ederim.

DİPNOTLAR
1Aydoğdu, Ahmet, Kıbrıs Türk Seçimleri ve Yönetimleri, BRC Basım ve Matbaacılık LTD, Birinci Baskı, Ankara, Ocak, 2005, Sayfa: 129-140
2 Girne Milli Arşivi, Günaydın Kıbrıs, “Haftanın Yazısı”, 1 Temmuz 1986, S,1-11.
3 Girne Milli Arşivi, Günaydın Kıbrıs, “KKTC Ekonomisi Nasıl Düzlüğe Çıkabilir”, 8 Temmuz 1986, S,5.
4 DP-UG Genel Başkanı Serdar Denktaş’ın Basın Açıklaması, “Anavatan Türkiye İle İlişkiler Boyutuna Gelince” 14 Mayıs 2015, Lefkoşa
GAZETELER
Günaydın Kıbrıs, Evet Mi Hayır Mı, 8-15 Temmuz 1986, Girne Milli Arşivi, Kıbrıs
Günaydın Kıbrıs, “Amigo Birol, Milli Maç Yönetir Gibi Özal’ın Mitingini Yönetti”, 8-15 Temmuz 1986, Girne Milli Arşivi, Kıbrıs
Günaydın Kıbrıs, “Kıbrıs’a Ancak Hilton Oteli Yapabilirim”, 8 Temmuz 1986, Girne Milli Arşivi, Kıbrıs


.

“ ANA KUZUSU ” ( 3 )



“ ANA KUZUSU ” ( 3 )


17 Mayıs 2015 Pazar


Naim PINAR

naimpinar@gmail.com


1985 yılında artık Ana Kuzusu yeni anayasasını onaylamış ve yeni ismi ile ( KKTC) ilk genel seçimlere hazır hale gelmişti. 6 Nisan 1985 tarihinde ilk kez bu seçimlerde % 8 genel barajı uygulamaya konmuştur. Bu yasayla yıllar içerisinde UBP’de yaşanan güç kavgaları sonucu UBP bünyesindeki istifalarla oluşan yeni siyasi partileriyle siyaset sahnesine çıkan birçok politikacının önü kesilmiş oluyordu. 1985 yılı içerisinde Kıbrıslı Türkler 5 Mayıs’ta Anayasayı oylamış, 9 Haziran’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yenilenmesini yaşamış ve en nihayetinde de 23 Haziran’da genel milletvekilliği seçimlerini gerçekleştirmiştir. Bir yıl içerisinde tam üç kez sandık başına giden, seçim yorgunu seçmenin ekonomik durumu ise gittikçe kötüleşmekteydi. İşte bu ortamda seçimden birinci parti olarak çıkan UBP, 24 milletvekili çıkarmış ve 12 milletvekili çıkartan TKP ile koalisyon hükümeti kurmuştur. 


























Siyasi tarihimize I. Eroğlu Hükümeti olarak geçen UBP-TKP koalisyon hükümeti bir yıl içerisinde 11 Ağustos 1986 tarihinde TKP’nin hükümetten çekilmesiyle son bulacaktır.

1980’lerin başından itibaren dünyada yaşanan ekonomik kriz ve “Ana”daki askeri darbe neticesinde oluşan sıkıntılar “Ana Kuzusunu” olumsuz etkileyecekti. Askeri darbenin ardından önce DPT müsteşarı olarak görev yapan Turgut Özal, gerek ekonomik konuları ele alış şekli gerekse de ABD’nin desteğiyle darbe sonrası “demokrasiye” geçişte Başbakan olarak siyaset sahnesinde bir yıldız gibi parlamaya başlayacaktı. Siyasi astronomlar tarafından keşfedilen bu yeni yıldızın kuzey Kıbrıs’ı da aydınlatmaması kaçınılmazdı.

Başbakan Özal, kısa süre zarfında Türkiye’de kapitalist ekonomik bir yapı kurma yolunda hızlı adımlar atacaktı. Bu bağlamda Türkiye’nin ekonomik temelini yeniden kurmaya koyulan Özal, hem bürokrasiyi azaltma ve hem de birçok uzvu işlemez hale gelmiş, verimsiz hantal yapıyı küçültme, sürekli zarar eden devasa boyuttaki kanserleşmiş organizmalar durumuna düşen Kamu İktisadi Teşebbüslerini (KİT) Özelleştirme ve devletin ekonomiden elini çekme gibi hedeflerinin kısa ve çarpıcı bir ifadesi olarak ‘devleti daha işler, daha verimli, daha etkin ve daha güçlü hale getirmek’ manasında söylemiş olduğu siyaset literatürüne geçen o ünlü “Devleti küçültme” tabirini kullanacaktır.”

Özal, Türkiye’nin karanlıktan aydınlığa ancak rekabete dayalı liberal bir ekonomiyle çıkabileceğine inanmıştı. Özal, daha DTP’ye müsteşar olduğu zamanda Özal’ın en büyük destekçilerinden iş insanı Sakıp Sabancı, o dönemde bu durumu ifade için: “Turgut Özal, Plânlamaya gelince sanki bir rüya gördük, bir rüya gerçekleşti. (…) Çok sevdik, çok sevdik, çünkü inim inim inliyorduk. Turgut Özal’ın rüzgârıyla akıllı düşünceler, fikirler geldiği zaman beni etkiliyordu” demekteydi.2 

Özal, tüm bu liberal planlamaların gerçekleşmesi için bir ekonomik pakete ihtiyaç olduğunu savunarak iktidara gelmişti. 6 Kasım 1983 Genel Seçimlerinde 211 milletvekiliyle tek başına iktidara gelen Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı Turgut Özal, 13 Aralık 1983’de Hükümeti kurduğu andan itibaren Türkiye’yi liberal fikirleriyle şekillendirmeye başlayacaktı. Kuşkusuz “Ana Kuzusu” da bundan nasibini alacak, Özal’ın kuzey Kıbrıs’a bakışı da bu bağlamda olacaktı.






















1985 yılında kuzey Kıbrıs’ta iktidarda olan UBP-TKP koalisyon hükümeti Türkiye’deki bu gelişmeler karşısında “Ana Kuzusu”nun daha güçlü bir yapıya kavuşturulması için tabii ki boş durmayacaktı. Tek sorun kuzey Kıbrıs’ta yapılan veya yapılacak her hamlenin “Ana”dan genetik aktarım gibi kopya edilmesinin ciddi sıkıntılar doğuracağı gerçeğiydi. Özal, daha önce Ecevit hükümetinin 1974 sonrası kuzeyde kurdurduğu KİT’lere çağ dışı yapılar olarak bakmakta ve kuzey Kıbrıs için “Prenslerine” bir ekonomik paket hazırlatmaktaydı. Özal’ın ekonomik programına uygun çalışmalar yürütecek ve  “Daha Güçlü Bir Yavruvatan” sloganıyla kuzey Kıbrıs’ı yeniden dizayn edecek olan bir heyet kuzey Kıbrıs’taki UBP-TKP koalisyon hükümetini ziyaret ederek “istişarede” bulunacaktı. İşte bu dönem de TKP Milletvekili olarak parlamentoda yer alan Sayın Alpay Durduran ile yapmış olduğum söyleşide yaşanan ekonomik sıkıntılar ve “Ana”nın yaklaşımları hakkında ortaya koyduğu açıklamalar siyasi tarihimiz açısından ders niteliğindedir: “ Bu paket konusu ve paket adı 1980’lerin başlarında kullanılmaya başlandı. Türkiye’de Özal’ın müsteşar olması ve sonrasında başbakan olması nedeniyle bu paket sözünü de o kullanırdı: “Bir ekonomik paket”  derdi.   

   Paket deyimi bizde de kullanılmaya başlandı. Daha önceden de Kıbrıs için genel kararları, uygulamaları, müdahaleleri yok muydu, vardı: Bütün bu KİT’leri kuran, ekonomik rejimin çatısını oluşturan kararlar, hep Türkiye de alındı. Fakat bunun başarısız olduğu ortaya çıktı. Nedeni de; böyle bir ekonomik çatıya karşı olan bir iktidarın bulunmasıydı kuzeyde. Çünkü bu iktidar KİT’lere inanmayan, karma ekonomiye karşı olan, kapitalist bir anlayışa sahipti. Bu yüzden, başarısızlık kaçınılmazdı ve o şekilde oldu. 1981’den sonra bir önemli değişiklik yapılması gerektiğinde, paketin tanımı olarak, paketin bir bütün olması, hepsinin, her unsurunun uygulanması, başarının şartıdır değerlendirmesi yaptık. Bu da genel kabul gördü. Özal’da bu iddiadaydı. Ve dünyada da ekonomik büyük bir kriz vardı. O krizden çıkma çabalarına hep bir paket sözü ile cevap verilirdi. Paket olacak, paket, tüm unsurlarıyla uygulanacak, 6 ay içerisinde krizden çıkarır bir ülkeyi, inancı vardı. Tabii böyle bir paketin tam olması ve tam uygulanması çok önemli bir yönetim disiplini gerektir. Organizasyon gerektirir. Bizde ise böyle bir şey yoktu. TKP-UBP koalisyonu kurulunca, daha önceden Türkiye’nin burada uygulatmaya çalıştığı politikaların derli toplu, bir paket halinde hazırlanmaya başlandığı şeklinde duyumlar aldık. Ama aynı zamanda TKP’de ekonomik tedbirleri içeren bir paket, hazırlanması isteğini ortaya koydu. Ve bu paketi hazırlama görevini alanlardan biri de bendim. Bu paketi hazırladık. Hala daha kopyası bende bulunmaktadır. Bu paketi, bugün de savunurum. Bu paketi hazırladım, partiye verdim. Çünkü benim hükümetle bir ilgim yoktu. Hükümete karşı da soğuktum. Yani hem böyle bir koalisyonun kurulmasına karşıydım. Hem de başarısız olacağına inanıyordum. TKP böyle bir paketi onayladı. Koalisyon ortağına ve hükümete sunulmak üzere hazırladı. Ben, bir bakan değildim. Bakan olmamama rağmen bakanlar kuruluna sunmak üzere beni yolladılar, takdim edeyim ve savunayım diye. Hükümete bu paketi ben sunduğumda, bizim bu konuda bir hazırlığımız yok, onun için bize müsaade edeceksiniz, bizde alternatif görüşümüzü hazırlayalım ve müzakere edelim dediler. 

Bunun üzerine de UBP, Maliye Bakanlığında bir başka paket hazırlattı. Ve bunu görüşmeye başladık. Bizim hazırladığımız pakette çok radikal tedbirler vardı. Mesela, Türkiye bile faizleri, serbest bırakma baskısı yapıyordu. Biz ise buna karşıydık. Türk lirası milli para olarak kullanılmaktaydı ve biz bu faizlerin serbest bırakılmasına karşı çıktık. Biz bu görüşmeleri ortağımızla yaparken, Türkiye’den bir heyet geldi: Özal’ın gelmesinden önce, Türkiye’deki ekonomi politikasını burada uygulamak için basında “Özal’ın Prensleri” diye bahsedilen, prensleri geldi ve onlarla bu konuları konuştuk. Bu görüşmeleri yapmak için yine partim beni görevlendirdi. Ben, orada bizim paketi savundum. Bana dediler ki, sizin paranız yok, siz para basmaya kalksanız felaket olur. Arjantin’den beter olursunuz dendi. Bu bizim disiplinimize bağlıdır, dedim. Eğer mali politikaları disiplinli bir şekilde sürdürür ve açıklar vermezsek neden olmasın dedim. Böyle bir çöküş olmaz parada dedim. Size kimse para vermedi dedikleri zaman, örneğin bir konuşmamız şöyle oldu: Biz, Avrupa Konseyi Parlamenterler meclisi toplantısına girerken orada şikâyet ettik. Bize kimse bir kuruş para vermiyor tanınmamış olduğumuz için, onun için sıkıntılarımız vardı dedik. Bir daha ki toplantıya bize 200 milyon dolar elektrik santrali maksatlı bir konsültasyon kurarak kredi vermeyi teklif ettiler ve bu Avrupa’nın standartlarında uzun vadeli çok düşük faizli bir krediydi. Hatta bu prensler esprili bir şekilde, biz size elektrik santrali yapalım, siz bize 200 milyon dolar verin dediler. Bize işte böyle teklif de var dedik. Ama arkadaşlarımız reddetti. Neden? Geriye iade edemeyeceyik derlerdi. Ne demek geriye iade edilemeyecek. Elektrik santrali yapılacak, elektriği satacaksın ve topladığın parayla borcunu ödeyemeyeceksen, ne duruyorsun orada hükümet olarak. Bize verilmez diye bir şey yoktur. Biz Türk lirasını milli para olmaktan çıkartalım, serbestçe diğer dövizler gibi Türk Lirası’da sizin dediğiniz gibi istediği gibi dalgalansın. Faizleri serbest bırakın deyinceler, biz buna karşıyız dedik. Bir tavanı korumak istiyoruz dedik. Biz bunları görüştük. Ve hatta bize; siz bizim önerilerimizi kabul edin, size bir liman yapalım ve alternatif bir hava alanı yapalım dediler. Yani bir tür rüşvet teklif ettiler. Dedik ki hayır, biz bu önerileri savunuyoruz. Daha birçok madde vardı böyle. Sonunda bu müzakereler tamamlanmadan Sayın Özal geldi, elinde paket; ya bunu kabul edersiniz ya da alternatifiniz bulunur dedi.”3  


























Sayın Alpay Durduran ile yapmış olduğum söyleşide karşımda gerçek bir yurtsever, bilgili ve donanımlı bir politikacı gördüm. Son yıllarda TC Hükümet yetkililerince, Kıbrıslı Türklerin zaman zaman besleme, zaman zaman da beceriksizlikle itham edildiğini gördük. Sayın Durduran ile yaptığım sohbet sırasında bana “Koçi Bey Risalesi”nden bahsetmesi beni oldukça etkiledi. Bunu yazmadan geçemezdim. Lisans eğitimimin Tarih üzerine olmasından ötürü Koçi Bey Risalesini okumuştum. Fakat birçok aktif siyasetçinin bilgi eksikliği düşünüldüğünde bu kadar değerli bir insanın ülke gençlerine vereceği çok değerli siyasi bilgi ve katkılar olduğunu söylemeden edemezdim. Sayın Alpay Durduran’ın bu ülkenin olumsuz şartlarına ve çıkmazlarına karşın bu topraklarda yetişmiş çok değerli insanlarımızdan biri olduğu bir gerçektir. 28 Haziran 1981’de TKP’nin genel başkanı olan Alpay Durduran milletvekilliği seçimleri sonucunda muhalefetin iktidara gelebileceği bir aritmetikte kendisine Cumhurbaşkanı Denktaş’ın hükümeti kurma görevini vermediği dönemi ve TC’nin buradaki tahakkümü hakkında bakın ne demektedir: “1981 seçimleri sonucunda 40 sandalyeli meclisteki tablo; UBP 18, TKP 13, CTP 6, DHP (Demokratik Halk Partisi) 2 ve TBP’de (Türk Birlik Partisi) 1 olmak üzere şekillenmişti. Nihayetinde, muhalefet iktidara gelebilirdi. Türkiye’den Başbakan Bülend Ulusu’nun müsteşarı gelmişti. TC Elçiliğinde toplandık. Orada Kolordu Komutanlığı yapmış Faik Güneri Paşa’da vardı. Bize dediler ki; Biz yanlış yaptık. Böyle bir şeye karışmamamız lazımdı. Seçimde hangi parti çıkarsa milletvekili de olur, hükümete de gelebilir. Artık buna itirazımız yoktur. Değiştirdik politikayı dediler. Dedik ki UBP ile hükümet kurmak istemeyik ve falan filan diye konuşuruk, nedeni şudur budur diye anlattık. Bize dediler ki, ama niçin korkarsınız bu işten? Ne yapmak istiyorsunuz da UBP bizimle beraber karşınıza çıkacak ve başarısız olacaksınız dersiniz. Anlat bize dediler. Biz de yapmak istediğimizi anlattık kendilerine. Anlatınca, baktılar bizim işimiz ciddi. Biz bu memleketi yönetmek istiyoruz, hükümetin yetkileri ne ise o yetkileri kullanmak istiyoruz biz. Bunu görünceler ne hale geldiler; hem dedi parayı vereceyiz hem de düdük çalmayacak mıyız yani. Ben de lütfen dedim, ben sizden para istemedim. Biz sizden para istemiyoruz. Lütfen bize yardım yapmayın. Çünkü Kıbrıs’taki kilometre kareye düşen yatırım sermayesi Türkiye’nin ortalamasından yüksektir. 

Biz sizden daha iyi durumdayık. Ve siz bize yardım yapacaksınız! Bizim tek bir sorunumuz vardır, biz borçlanamayız. Uluslararası tanınmışlığımız olmadığı için uluslararası bir yerden bir kredi alamayık. Elektrik santrali Rum tarafında, oda bize diyor ki; benim imkânım kalmadı, size daha fazla elektrik veremeyeceğiz. Onun için bir santrale ihtiyacımız var, dedik. Bir santral için destek istiyoruz. Ya siz bize kefil olun borç alalım ya da siz bize borç verin veyahut da bağış yapın, bu elektrik santrali kurulsun, dedim. Ve lütfen bize yardım yapmayın dedim. Böylelikle, UBP ile koalisyon teklifleri de ortadan kalktı ve UBP tüm tekliflerimizi de ret ederek entrikalara başladı. Yani senin yardım almamanı istemez ya Türkiye, yardım almanı ister. Bağımlı olmanı ister…”4

Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’nin siyasi ve ekonomik müdahaleleri günümüze değin devam etmiş ve bunun sonucunda da bugünlere gelinmiştir. Haftaya TC Yardım Heyeti’nin yapısı bağlamında “Ana-Yavru” ilişkisini ele alacağız…

DİPNOTLAR

1. Mehmet Ali BİRAND ve Soner YALÇIN, The Özal, Bir Davanın Öyküsü, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2001, Sayfa 331-340 ve 386’dan naklen http://eprints.sdu.edu.tr/585/1/TS00669.pdf
2 Mehmet Ali BİRAND ve Soner YALÇIN, The Özal, Bir Davanın Öyküsü, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2001, Sayfa. 35-37.’den naklen http://eprints.sdu.edu.tr/585/1/TS00669.pdf
3-4Alpay Durduran ile yapılan söyleşi, 5 Mayıs 2015, Lefkoşa,
Gazeteler
Günaydın Kıbrıs, Özal Korkusu, 1-8 Temmuz 1986, Girne Milli Arşivi, Kıbrıs

Günaydın Kıbrıs, “Hoş Geldiniz, Daha Güçlü Yavruvatan İçin”, 1-8 Temmuz 1986, Gi



..