KARADENİZ DE EGEMENLİK OYUNU
Gözde Kılıç Yaşın
02 Ocak 2020
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkan Gözde KILIÇ YAŞIN’ın bu makalesi ilk olarak 12 Aralık 2005 tarihinde Cumhuriyet Strateji dergisinde yayımlanmıştır.
Üzerinden 14 yıl geçmesine rağmen makalenin içeriği güncelliğini korumaktadır. Makaledeki tespit ve öngörüler Türkiye gündeminin ilk sırlarında yer alan KANAL İSTANBUL ve onunla doğrudan bağlantılı olan KARADENİZ’in jeopolitik önemiyle iç içe olduğunu göstermektedir.
Karadeniz’in jeopolitik öneminin anlaşılmasının Kanal İstanbul konusunu daha iyi kavranılmasında yardımcı olacağı düşüncesiyle makalenin yeniden yayımlanmasının uygun olacağı değerlendirilmiştir.
KARADENİZ’DE EGEMENLİK OYUNU
Karadeniz, jeo-politik açıdan kapalı ve küçük bir deniz olmasına rağmen kıyısında bulunanlar için dünyaya açılan tek kapı olma özelliğini koruyor. Ticaret, ekonomi, güvenlik için anlamı dikkate alındığında Karadeniz kimileri için yaşamsal önemde. Şüphesiz ki, Karadeniz en çok Rusya için derindir; Karadeniz en fazla Rusya için önemlidir. Karadeniz, Rusya için bir sığınak, bir kale ve güç göstergesi. Rusya tarihi Karadeniz’e egemen olmak ve Karadeniz’i aşılabilir kılmak uğraşısı ile yoğrulmuş. Rusya, Karadeniz için büyük savaşlara girişmiş, Karadeniz aşılamadığında da o büyük savaşları kaybetmiş, devrimlere sahne olmuş bir ülke. Karadeniz olmadığında Rusya, küçülen, kuzeyin soğukluğuna hapis olan, küresel güç olma yarışını kaybeden bir değer. Karadeniz’in kontrolü hem askeri güvenlik hem de ticari akış açısından önemli. Rusya, Türk Boğazları Montrö gereği Türkiye’nin tam egemenliğinde olduğu için Karadeniz’in tek sahibi olamamışsa da, Türkiye haricindeki diğer kıyıdaş ülkeleri etkisi altında bulundurduğu Soğuk Savaş döneminde Karadeniz’i de kontrolü altında tutabilmişti. Soğuk Savaş’ın bitişi ile birlikte ise Karadeniz’in jeopolitiği ciddi bir değişim gösterdi. Gürcistan, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan Rusya’nın etkisinden çıktıkça bölgesel güç dengeleri de bir dönüşüm içerisine girdi.
Karadeniz’in yeni jeo-politiği
Gürcistan’ın ardından Ukrayna’nın da Batı’ya yönelmesini Bulgaristan ve Romanya’nın 2004’deki NATO üyeliği –keza 2007’de gerçekleşecek AB üyeliği- izleyince Karadeniz’de yeni bir eksen oluştu. Hazar ve Orta Asya enerji kaynaklarının alternatif geçiş yolunun merkezi olan Karadeniz’de, Rus etkisi yerini Amerikan egemenliğine bıraktı. Rusya, Bakü-Ceyhan hattına Hazar petrolünün Türkiye üzerinden geçmesindense kendi topraklarından geçmesini sağlamak niyetiyle karşı çıkarken çok önemsediği Karadeniz’deki nüfuzunu kaybedebileceğini hesaba katmamıştı anlaşılan. Türkiye’nin, Asya-Avrupa enerji koridorunun tek güzergahı olması zaten Batı’nın da tercihi değildi, Rusya bunu kolaylaştırdı. Üstelik Orta Doğu enerji kaynaklarının tam kontrolünü engelleyen karışıklığın Bakü-Ceyhan hattına dek ulaşacağını her nasılsa çok önceden öngörebilen(!) ABD, Karadeniz merkezli yeni güzergahları kontrol edebileceği noktalara yerleşme çabalarını da başlatmıştı. Tüm bu gelişmeler Türkiye’nin yakın çevresinde hatta sınırlarında gerçekleşirken ABD’nin Trabzon’da üs talebini de içeren “tezkere”nin reddini abartılı şekilde bir kriz nedeni sayması Türkiye’de anlamlandırılamamıştı. Meclisten kabul kararının çıkması durumunda Türkiye’nin kaybının ne olacağı kestirilemeyecekse de Karadeniz’de ABD’nin işi oldukça kolaylaşacaktı.
Rus yayılmacılığı endişesini hala hisseden Gürcistan ve Ukrayna’nın Batı’yla ve özellikle ABD ile geliştirdikleri ilişkiler, bir yandan toprak bütünlüklerine –sadece Rusya aleyhine olduğu müddetçe- güvence oluşturuyor bir yandan da Batı tipi ekonomik sisteme geçişlerini kolaylaştırıyor. Karadeniz’e batı yakasından komşuluk yapan Bulgaristan ve Romanya’nın işbirliği karşılığındaki ödülleri ise çok daha fazla oldu. Her nasılsa kader ortaklığı yapan iki ülke kriterleri karşılamaktan uzak koşullarına rağmen önce NATO üyeliğini ardından AB üyeliğini garantiledi; Avrupa ile entegrasyon ve NATO dolayısıyla ABD güvenlik çizgisine geçiş. ABD’nin, Karadeniz’e yerleşme hatta Karadeniz’i çevreleme stratejinde bilinen son adımı, bu iki ülkede kendisine açılmasını sağladığı üsler.
Rusya’yı etkisizleştirerek Karadeniz’de etkin bir duruş ve tam hakimiyet sağlamak için ise -iyimser bir tahminle savaşmayacaksa da- gücünün göstergesi olarak savaş gemilerini ve uçak gemilerini içeriye sokması gerekecek. Bu gemileri boğazlardan geçirmesi ise okyanusları aşmaktan daha zor olacaktır. Zorluğu sadece “tezkere” kaprisiyle ilişkilerini soğuttuğu ve PKK ile mücadelede bilinçli geri duruşu nedeniyle küstürdüğü Türkiye’nin Boğazları üzerindeki egemenliğinden değil Rusya’nın da şiddetle karşı çıkması nedeniyle yaşayacaktır. Halbuki, Mart 2003’de Amerikan askerlerinin Türkiye’de konuşlanmasına izin verilseydi, hele ki Trabzon’daki üs talebi karşılanmış olsaydı o gemilerin Karadeniz’e geçişi, bir iki ikna turu ve belki El-Kaide’nin Türkiye’ye yönelik bir saldırısı(!) ile kolayca sağlanmış olacaktı. Türkiye’nin -örneğin bir saldırı nedeniyle- kendisini “pek yakın bir savaş tehdidi altında” görmesi Montrö’nün 21. maddesini devreye sokacak ve Türkiye savaş gemilerinin Boğazlardan geçişini serbestçe düzenleyebilecekti. Türkiye 21. madde ile Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelere getirilen tonaj ve zaman sınırlamasını da kaldırabilecekti. Bu da ABD’nin savaş gemilerini tonaj sınırlaması olmadan ve süresiz bir şekilde Karadeniz’de tutabilmesini sağlayacaktı. Orta Doğu’daki savaşın süresine Bush yönetimi karar verdiği için ABD, Karadeniz’deki sorunsuz varlığını dolayısıyla kolay elde edilmiş egemenliğini dilediğince sürdürebilecekti. Türkiye’nin kazancı ya da kaybı bir tarafa bırakılırsa “tezkere”nin reddiyle Rusya, nükleer gücünün caydırıcı etkisine rağmen ciddi bir tehlike atlatmış görünüyor.
Karadeniz çevrelenirken yöntem, gerekçe ve bahane
ABD, Karadeniz’i tam kontrolü altına almayı gündemine aldığına göre bunun alternatif projeleri de, yöntemi, gerekçesi ve bahanesi de hazırdır. Türkiye’nin işbirliğinin sağlanmasının alternatifi de Boğazların statüsünün yeniden tartışmaya açılmasını sağlamak olacaktır. Uzun bir süreç olacaksa da ABD için köklü bir çözüm getireceği aşikar bir yöntem. Egemenlik hakları söz konusu olduğu için Türkiye’nin, burnunun dibindeki tehlikeyi gördüğü için Rusya’nın, küresel mücadelede ciddi bir eksen kaybı yaratacağı için Almanya’nın ve Fransa’nın buna güçlü bir şekilde karşı çıkması gerekir. Diğerlerini de memnun edecek bir orta yolun bulunması halinde dahi Montrö’de yapılacak herhangi bir değişikliğin her halükarda Türkiye’nin egemenlik haklarında yeni bir kayıp olacağı da ortadadır.
ABD, hem siyasi hem ekonomik hem de askeri açıdan Karadeniz’i savunma konseptine dahil etmiş görünüyor. Siyasi anlamda ABD küresel egemenliğinin güçlendirilebilmesi için AB-Rusya yakınlaşmasının engellenmesi, Atlantikçi bakışın ön plana çıkarıldığı tabloda da Almanya-Rusya arasına yerleşilmesi gerekmektedir. Ekonomik anlamda Orta Asya ve Hazar enerji kaynaklarını Balkanlar üzerinden Avrupa’ya ve oradan da ABD’ye ulaştıran hattın Rusya güdümünde olması, ABD ve kısmen de AB için yeterince güvenceli olmayacaktır. Bu enerji hattının güvenli, sürekli ve istikrarlı bir şekilde çalışması için çıkış noktasından itibaren kontrol altında tutulması gerekmektedir. Hattın Karadeniz seyrinde bırakılacak kontrol boşluğu da enerji akışını sekteye uğratabilecektir. Siyasi ve ekonomik amacın sağlanması için ise güç kullanma kudretinin garanti altına alınmış olması gerekecektir. Karadeniz kıyıdaşları, ülkelerinde Batı tarzı demokrasi anlayışını oturtmaya başladığına göre ön plana çıkarılacak “amaç” da artık “demokrasi” değil terörle mücadelenin etkinleştirilmesi olacaktır. Bunda da Karadeniz ülkeleri üzerinden Avrupa’ya geçiş yapabilen “teröristlerin ve mültecilerin engellenmesi” ve “silah ile uyuşturucu kaçakçılığının önüne geçilmesi” ön plana çıkacak; açıkçası çevrelemenin bahanesi olacaktır.
Karadeniz’de Slavist egemenlik sona ererken
NATO ve dolayısıyla ABD’nin güvenlik konsepti içine alınmış bulunan Karadeniz’de Rusya’nın duruşu ABD’nin kararlılığı dikkate alındığında zayıf görünmektedir. ABD’nin Rusya etrafında attığı her bir adım gibi Karadeniz’deki girişimleri de Rusya açısından kendisine yönelik zayıflatma hareketi olarak anlaşılmaktadır. Yaşam sahasının “arka bahçe”ye dönüşmesini kabullenmeye çalışırken arka bahçesinin de etki alanından çıkması, ardından tarihsel mücadele alanı olan Karadeniz’de kontrolü yitiriyor olması Rusya açısından endişe verici ve karşı atak geliştirilmesi gereken bir gelişme. Devir artık Rusya’nın devri değil; artık Batı’nınkinden farklı bir ideoloji yok; zaten ideolojiyi gerçekleştirecek alt yapısal öğelerin birleştirici nitelikte olmadığı da Sovyetlerin çöküşüyle gün yüzüne çıktı.
Rusya’nın, Ukrayna’yı tekrar kendi nüfuz alanına dahil etmek istemesi kadar doğal bir yaklaşım olamaz. Özellikle Kırım’ın kontrol altında tutulması Rusya açısından askeri ve ekonomik güvenlik açısından vazgeçilmez önemde. Kırım’daki Rus askeri filosunun Ukrayna-Rusya arasındaki anlaşmalara uygun olarak 2017 yılına kadar varlığını koruması Rusya açısından oldukça önemli. Örgüt dışı ülkeye (Rusya) ait bir askeri üssün mevcudiyetinin Ukrayna’nın NATO üyeliği önünde teşkil ediyor olması, Rusya için Kırım’ın Ukrayna’yı ve Ukrayna’nın batıya açılan enerji hatlarını kontrol imkanı sağlayan konumu kadar önemli. Bu nedenle de Ukrayna’nın eski anlaşmayı düzenleyici –elbetteki Rusya’nın yetkilerini daraltıcı- anlaşmalar yapılması teklifini Rusya’nın kabul etmesi mümkün görünmemektedir. Öte yandan Ukrayna’daki Rus varlığını kışkırtmakla suçlanıyor olması da Rusya’nın Ukrayna’dan vazgeçmeye niyetinin bulunmadığını gösteriyor. Rusya, Karadeniz’deki etkisini sürdürebilmek için rakibinin sıklıkla kullandığı kendisinin de kullanmaya alışık olduğu yöntemi kullanmak zorunda kalmış olmalı: Bölgede karışıklık çıkarmak.
Rusya’nın daha dolaylı müdahalesi ile çıktığı iddia edilen ikinci karışıklık da yine bir Karadeniz ülkesi olan Gürcistan’da gerçekleşiyor. Gürcistan’ın Samtshe-Cevahati vilayetinden yükselen özerklik talebi ve buradaki Ermenilerin ayrılıkçı tutumları da Rusya’nın
Ermenistan aracılığıyla Gürcistan’ı kontrol altında tutma çabası olarak değerlendirilmektedir. Karışıklığın sebebi Ermeniler olunca Gürcistan için tehlikeli bir sürecin başladığını söylemek kaçınılmaz olacaktır. Üstelik böylesi bir hareketlilik, nispeten sona ermiş görünen Abhazya ve Güney Osetya sorunlarını da canlandırabilecek, pek olası görülmese de yeni karışıklıklara ve sorunlara sebep olabilecektir. Bu da Batı yanlısı politika izlemeye karar vermiş gözüken Gürcistan’a Karadeniz kıyılarının denetimini büyük ölçüde kaybettirebilecektir.
Bölgede baş gösteren karışıklıklar, Karadeniz kıyısında bulunan ülkeler üzerinde etkisini kaybeden Rusya’nın işine yarıyor gibi görünmektedir. ABD’nin işbirliği ilişkileri geliştirdiği ülkelerin toprak bütünlüğünün –şimdilik- korunmasını enerji nakil hatlarının güvenliği için tercih edeceğini kabul etmek gerekiyor. Özellikle de Rusya’nın söz hakkını arttıracak bir karışıklığı tercih etmeyecektir. Ne var ki, ABD’nin karışıklıkları da bölgesel duruşunu meşrulaştırmak için kullanabileceğini hesaba katmak gerekir. Gerçek şu ki, Karadeniz’de Rusya’nın kaybettiğini ABD kazanıyor. Üstelik ABD kazandığı nüfuzu siyasi, ekonomik ve askeri çıkarlara dönüştürebiliyor. Karadeniz’de Rusya’nın devri bitti. Yine de Karadeniz için son sözler söylenmiş değil. Fransa ve özellikle Almanya’nın yaklaşımı, ABD’nin bölgeyi kontrol altına alma hızını etkileyebilecek faktörler olacaktır. Türkiye de en azından stratejisini belirlemek için sonuçsuz pazarlıkların süresi kadar zaman kazanmış olacaktır; tarih kitaplarında okuduğumuz gibi…
https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/karadeniz-de-egemenlik-oyunu
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder