18 Ekim 2019 Cuma

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE., BÖLÜM 4

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE., BÖLÜM 4



2.2. Askeri Yapılanma.,

Suriye’deki halk hareketi, Esed rejimine karşı ilk etapta tamamen silahsız ve reformcu bir halk kitlesinin girişimi olarak başlamıştır.

 Halk Cuma namazlarından sonra “Özgür Suriye” sloganını atarak Esed’in reform yapması için sokaklara dökülmüş, kitlesel gösteriler düzenlemiştir.
 Ancak Suriyeli göstericiler, 
Esed rejimine bağlı güvenlik güçlerinin şiddetli saldırısına maruz kalınca ve her gün onlarca Suriye vatandaşı hayatını kaybedince Suriye’deki kriz nitelik 
değiştirmiştir. Ülkedeki halk hareketi başlangıçta sivil nitelikli iken Esed rejiminin şiddete tevessül etmesiyle muhalefet silahlı mücadeleye girişmiştir. 
Esed’in halkın taleplerine kulak vermeyip reform adı altında sadece yasal çerçevede bazı adımlarla yetinmesi, siyasi otoritenin Baas Partisi’nin tekelinden 
çıkması için somut bir düzenlemeye gidilmemesi krizin tırmanmasına yol açmıştır. Neticede kriz ülke çapına yayılan bir sıcak çatışmaya dönüşmüş ve iç 
savaş halini almıştır.

Suriye’de Esed rejimine karşı silahlı mücadele veren ve savaşçı sayısı bakımından çeşitlilik arz eden onlarca grup ortaya çıkmıştır. Baas iktidarına karşı demokrasi ve özgürlük hedefiyle başlayan halk hareketi silahlanma safhasında dini, etnik ve ideolojik olarak bölünmeye başlamıştır. Kriz süresinde bölgeler arasındaki kopukluk da farklı kentlerde farklı silahlı grupların birbirinden bağımsız olarak hareket etmesine sebep olmuştur. Her silahlı grubun isminde 
Şam, Halep, Hama, İdlib vs.. geçmesi Suriye muhalefetindeki parçalanmışlığı gözler önüne sermektedir. Bu parçalanmışlık, Esed sonrası Suriye’de etnik-
dini ve mezhepsel bölünmüşlüğün yanında bölgeler arasında da bir çatışma doğurma ihtimalini canlı tutmaktadır.

Suriye’de halk hareketi başladıktan dört ay sonra muhalefet silahlı güç kullanma seçeneğine yönelmiş, bu yönde teşkilatlanmaya başlamıştır. Özgür 
Suriye Ordusu (ÖSO), Suriye Hava Kuvvetleri’nden albay rütbesinde istifa eden Riyad El-Esad ve ordudan ayrılan bir grup asker tarafından 29 Temmuz 
2011 tarihinde kurulmuştur.15 ÖSO, Esed rejimini silahlı kuvvet kullanarak devirmek hedefiyle ve muhalif silahlı unsurları tek çatı altında birleştirmek 
amacıyla tesis edilmiştir. Kuruluş evresini yurtdışında tamamlayan ÖSO, 22 Eylül 2012 tarihinde karargâhını Suriye’deki kurtarılmış bölgelere taşıdığını 
açıklamıştır. 2012 yılının sonlarına doğru ÖSO, askeri kanadı tek bir komuta sisteminde toplamak, Esed sonrası dönemde düzenli orduya geçişi mümkün 
kılmak ve muhalefete yapılan silah yardımlarının tek kanaldan teminini sağlamak için daha profesyonel bir teşkilatlanma geliştirmeye başlamıştır. ÖSO 
bu kapsamda 8 Aralık 2012 tarihinde Tuğgeneral Selim İdris’i Genelkurmay Başkanı olarak seçmiştir. ÖSO bünyesinde hâlihazırda 100 binden fazla asker 
olduğu tahmin edilmektedir

Suriye krizi sürecinde muhalefet hareketinin silahlı mücadele aşamasına erken geçtiği ve ÖSO’nun kuruluşunda acele edildiği ifade edilebilir. ÖSO’nun 
erken kurulması Esed rejimine karşı gelişen uluslararası tepkinin nispeten hafiflemesine neden olmuş, iç savaşın ülkede yol açtığı zararın muhalefet hareketiyle de ilişkilendirilmesinin önünü açmış ve muhalefetin silahlı mücadelede zayıf kalması sonucunu doğurmuştur.

Suriye halkının barışçıl gösterilerinin daha uzun süre devam etmesi durumunda Esed rejiminin halka karşı şiddete başvurması, uluslararası toplumun tepkisini 
daha fazla çekebilirdi. Ancak ÖSO’nun kuruluşu Suriye’deki süreci, ayaklanan halka şiddet uygulayan iktidar krizinden iki taraf arasında silahlı çatışmanın 
cereyan ettiği bir iç savaşa dönüştürmüştür. Suriye’de ÖSO’nun kuruluşundan itibaren eşit olmasa da birbiriyle mücadele eden iki taraftan bahsedilebilir 
ve çatışmanın iç savaşa dönüşmesinin uluslararası insani müdahale imkânını zayıflattığı öne sürülebilir.

ÖSO’nun kurulması ülkedeki yıkım ve ölümlerden muhalefet hareketinin de sorumlu olduğu yönünde bir algı oluşmasına sebep olmuş, Esed rejiminin 
işlediği insanlık suçları nispeten gölgede kalmıştır. Suriye’de iktidara bağlı güvenlik güçleri tarafından işlenen ve BM İnsan Hakları Konseyi tarafından 
tespit edilen insanlık suçları gündemden düşmüş, Esed rejimi ve destekçilerinin ÖSO aleyhindeki propagandası uluslararası kamuoyunda muhalefete kuşkuyla 
bakılmasına zemin hazırlamıştır.

ÖSO’nun erken kurulması ortak hareket etme konusunda silahlı muhaliflerin zorluk yaşamasına neden olmuştur. Tek çatı altında birleşemeyen silahlı muhalifler arasında koordinasyon eksikliği bulunduğu için Esed rejimine karşı etkin bir mücadele verilememiş, Suriye ordusuna karşı koordineli saldırılar 
gerçekleştirilememiştir. ÖSO, tank ve savaş uçaklarını etkisiz hale getirebilecek ağır silah sistemlerine sahip olmadığı için denetimini ele geçirdiği bölgeleri 
muhafaza etmekte güçlük çekmiştir.

Öte yandan, ÖSO’nun Suriye topraklarında Esed rejimine karşı verdiği silahlı mücadelenin yanında adam kaçırıp fidye isteme gibi muhalefet hareketinin 
hedefiyle ilgili olmayan eylemlere yöneldiği görülmüştür. ÖSO’nun bu tür eylemlere başvurması süreç içinde Suriye’deki halkın mücadelesine gölge düşürebilir. 
Kaçırma eylemleri muhalefet hareketinin halk nezdindeki itibarını zedeleyebilir. ÖSO’nun kaçırma eylemlerinde özellikle Şii mezhebine mensup 
kişileri tercih etmesi ülkedeki mezhepsel kutuplaşmayı artırabilir. Suriye muhalefeti kendi içinde bölünmüşse de ÖSO’da ideolojik, dini ve siyasi ayrışmaların önlenmesinde fayda vardır. Suriye muhalefeti arasında olası bir silahlı çatışma Esed rejiminin elini kuvvetlendirecektir.

Muhalefet hareketinin silahlandığı süreçte Suriye’nin çeşitli bölgelerinde etnik ve mezhepsel unsurlar ÖSO’dan bağımsız olarak farklı silahlı birlikler 
oluşturmuştur.16 Etnik kimliğin veya dini eğilimin belirgin olduğu bu birlikler 

ÖSO’ya bağlı olmadıklarını beyan etmekte ancak Esed rejimine karşı ÖSO ile birlikte mücadele etmektedir. Şam ve çevresindeki bölgelerde faaliyet gösteren 
Ensar El-Rasul birliği, Humus’ta Faruk Tugayları, Der Ez-zur Devrim Konseyi ve Suriyeli Kürtlerden oluşan Sukur El-Kurd Tugayı bu birliklerden 
bazılarıdır.17

Muhalefetin silahlanmasıyla Suriye’deki Türkmenler de silahlı birlikler oluşturmuş, Sultan Abdülhamit ve Fatih Sultan Mehmet isimli birlikleri teşkil ederek Esed rejimine karşı ÖSO ile birlikte hareket etmiştir. Halep’te Ali Beşir komutasında kurulan Sultan Abdülhamit ve Fatih Sultan Mehmet isimli iki 
birlikte yaklaşık 2 bin milis olduğu tahmin edilmektedir.18 Suriye’deki Türkmen tugayları (Zahir Beypars Tugayı, Türkmen Şehitleri Tugayı, Türkmen 
Kılıçları Tugayı, Şükrü Kuvvetli Tugayı, Allah’ın Özgür Adamları Tugayı, Kutuz Tugayı, Hamza Torunları Tugayı, Osman Bin Affan Tugayı, Yusuf 
Azma Tugayı ve Türkmen Alparslan Tugayı) 22 Eylül 2012 tarihinde Fatihin Torunları birliği çatısı altında birleştiklerini ilan etmiştir.19

Suriye’deki kriz ÖSO’dan bağımsız olarak dini eğilimli silahlı birlikler de ortaya çıkarmıştır. İntikam hissiyle hareket edebilen bu birliklerin Esed rejimine 
bağlı güvenlik güçleriyle mücadele sırasında zaman zaman kaçırma, öldürme ve intihar gibi eylemler yaptığı basına yansımaktadır. 
Bu tür eylemler ÖSO’ya mal edilebilmekte ve Suriye muhalefetinin itibarına zarar vermektedir.

Suriye’de ortaya çıkan dini eğilimli silahlı birlikler büyük ölçüde Vehhabi-Selefi çizgidedir. Bu birliklerin başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez 
ülkeleri tarafından yönlendirildiği ve desteklendiği değerlendirilmektedir. Suriye’deki önemli Selefi silahlı birlikler aşağıda belirtilmektedir.

Şam Kurtuluş Tugayları-ŞKT (Ahrar El-Şam Tugayları): Esed rejimine karşı silahlı mücadele gerçekleştirmek amacıyla kurulmuş olan Şam Kurtuluş Tugayları, Selefi Cihad’ın Suriye’deki önde gelen çatı örgütlerindendir. 
Yayımladığı bildirilerde Özgür Suriye Ordusu’nun yanında savaştığını ancak komutasında olmadığını beyan eden ŞKT, tamamen bağımsız hareket etmektedir. 

ŞKT’ye bağlı askerler Suriye’nin genel olarak tüm bölgelerine dağılmış durumdadır. Ancak en güçlü oldukları bölge İdlib’dir. Tugay ilk etapta Suriye 
Ordusu ile girdiği çatışmalardan ele geçirdiği silah ve mühimmatlarla mücadelesini yürütmüştür. Şimdi ise Kuveyt başta olmak üzere Körfez ülkelerindeki zenginlerden yardım almaktadır. ŞKT çatısı altında birçok tugay bulunmaktadır. Bunlar, Ariha bölgesinde faaliyet gösteren Abbad El-Rahman Tugayı, Cebel-i Zaviye bölgesinde mücadele eden Sariyet El-Cebel Tugayı, Hama’da yer alan Selahaddin Tugayı, Cunud El-Hak Tugayı ve Furkan Tugayı’dır.20

Şam Kartalları Tugayı (Sukurul Şam Tugayı): Şam Kartalları Tugayı’nın Komutanı Cebel El-Zaviyeli Selefi olan Ahmet İsa el-Şeyh’tir. Şam Kartalları 
Tugayı, İdlib bölgesinde Suriye Ordusu’na yönelik bombalı eylemler gerçekleştirmektedir. 
Sukuru El-Şam Tugayı’nın hem fikri hem de altyapı bakımından Şam Kurtuluş Tugaylarına benzerliği vardır. Şam Kartalları Tugayı’nın 
merkezi İdlib olmakla birlikte bu grubun İdlib dışında da birlikleri bulunmaktadır. 
Şam Kartalları’na bağlı olarak Halep’te Şüheda Birliği ve Şam’da Ammar Bin Yasir Birliği oluşturulmuştur. Tugayın 3 binden fazla savaşçısı vardır. 
Şam Kartalları Tugayı, siyasi ve askeri yardımlarını Kuveyt, Suudi Arabistan ve Bahreyn’den almaktadır.21

3. Krizin Bölgesel Etkileri

Suriye’de iç savaş halini alan kriz, ülke sınırlarının ötesinde sonuçlar doğurmaya başlamış, Orta Doğu’da bölgesel düzeyde bir anlaşmazlığa ve nüfuz 
mücadelesine dönüşmüştür. Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden, Lübnan’ın istikrarını zedeleyen kriz, Körfez ülkelerinin İran kaynaklı kaygılarını artırırken, 
Tahran’ı Arap dünyasındaki tek müttefikini kaybetme olasılığı ile karşı karşıya bırakmıştır. Esed rejiminin Türkiye topraklarına yönelik kaza olarak 
değerlendirilen saldırıları, PKK/KCK terör örgütüne ülkenin kuzeyinde hareket alanı açması ve Suriye’nin parçalanma ihtimali Ankara’yı tedirgin etmektedir. 
Esed iktidarının krizi ülke sınırları dışına taşıma gayesiyle Lübnan’daki hassas dengeleri bozabilecek kışkırtıcı eylemlere yönelmesi Beyrut’ta endişe 
uyandırmaktadır. İran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah hattındaki Şii jeopolitiği stratejisi doğrultusunda krize Esed rejimi yanında müdahil olması Körfez ülkelerini 
rahatsız etmiştir. Suriye’nin İran’ın tek müttefiki olması ve Tahran’ın Esed rejimini koşulsuz desteklemeye devam etmesi ise krizi bölgesel düzeyde bir 
anlaşmazlığa mahkûm etmiştir. Suriye’de çıkmaza giren kriz, Orta Doğu’da Esed iktidarının devamı ve sona ermesi yönünde iki yaklaşımın öne çıkmasına 
yol açmış, bu yaklaşımları savunan devletler arasında rekabet doğurmuştur.

Suriye krizinin sona ermesi için Esed rejiminin devamını gerekli gören ve Suriye’deki ayaklanmaya terörizm nazarıyla bakan birinci yaklaşımı temelde 
İran desteklemektedir. Esed rejiminin ayakta kalması için siyasi, ekonomik ve askeri imkânlarını seferber eden İran, Irak’taki Maliki iktidarını ve 
Hizbullah’ı aynı doğrultuda yönlendirmektedir. Tahran, Suriye’deki silahlı isyan hareketini (Esed iktidarı ile birlikte) terörizm olarak nitelemekte ve muhalif 
unsurlara destek sağlayan devletleri tehdit etmektedir. Kriz sürecinde İran’ın tutumunun giderek sertleştiği, muhalefet hareketine destek sağlayan 
ülkelere yönelik örtülü mücadelelere yöneldiği ve Esed rejimine daha güçlü destek verdiği gözlemlenmiştir. İran Türkiye’ye karşı PKK/KCK terör örgütünü 
tekrar desteklemeye, üst düzey askeri ve siyasi yetkililerin demeçleri aracılığıyla Türkiye’yi tehdit etmeye, Bağdat yönetimini Ankara aleyhinde 
yönlendirmeye, Suudi Arabistan ve Bahreyn’deki Şii nüfusu da ayaklanmaları için tahrik etmeye başlamıştır. Kriz sürecinde Esed rejimine bu denli güçlü ve 
riskli biçimde destek vermesi İran’ın Orta Doğu stratejisinde Suriye’yi merkezi bir konuma yerleştirdiğini ve müttefiki Baas iktidarının ayakta kalmasını 
kendi rejiminin bekasıyla ilişkilendirdiğini göstermektedir.

İran, bölgede kurmaya çabaladığı Şii jeopolitiği hattında Nusayri azınlığın denetimindeki Suriye’nin hayati bir aktör olduğunu değerlendirmekte, Şam’da 
Sünni ağırlıklı bir hükümetin iktidara gelmesi durumunda Şii hilali projesinin başarısız olacağını öngörmektedir. İranlı karar mercileri, Esed rejiminin devrilmesiyle Tahran’ın İsrail’e karşı başvurabileceği dinamiklerin önemli ölçüde zayıflayacağını değerlendirmektedir. Esed iktidarının devrilme ihtimali aynı zamanda İran’daki mevcut rejimin beka kaygısını artırmakta, Tahran’da, bölgedeki rejim değişikliklerinde sıranın İran’a geldiği yönünde bir tedirginlik hâsıl etmektedir.

İran’ın Suriye’deki krize Esed rejimi lehinde müdahil olması, Tahran’ın Şii hilali projesi bağlamında değerlendirilmelidir. Nüfuz alanını Şiilik vasıtasıyla 
genişletmeye çalışan İran, Orta Doğu ülkelerindeki Şii topluluklar üzerinde özellikle eğitim yoluyla etki sahibi olmaya çabalamaktadır. Saddam sonrası 
Irak üzerinde nüfuz sahibi olan İran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah eksenindeki Şii unsurlardan bir stratejik hat meydana getirmeye çalıştığı gözlemlenmektedir. 
Nitekim Suriye krizinde Esed rejimine sağlanan destekte İran-Irak-Hizbullah eşgüdümü Şii hattının Tahran’ın yönlendirmesiyle birlikte hareket edebileceğini 
göstermiştir. Nusayri azınlığın denetiminde ve Baas iktidarının tekelindeki Suriye bu hatta kritik bir konumda yer almakta, İran’ın Lübnan’daki Hizbullah’la bağlantısında koridor işlevi görmektedir. Dolayısıyla, Esed rejiminin devrilmesi Tahran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah hattındaki Şii hilali projesinin başarısızlığa uğraması anlamına gelmektedir.

İran’ın Esed rejimine sağladığı destek, Tahran’ın İsrail’e karşı harekete geçirebileceği dinamikleri muhafaza etme hedefiyle de açıklanabilir. Suriye’nin 
İsrail ve Filistin’e coğrafi yakınlığı bu ülkeyi İran nezdinde değerli kılmaktadır. İran, İsrail’e karşı desteklediği Hizbullah’a tedarik ettiği askeri malzemeleri 
Suriye üzerinden Lübnan’a ulaştırmaktadır. Tahran, İsrail’e karşı mücadele eden Filistinli unsurlarla Suriye topraklarında irtibat sağlamakta, ABD-İsrail cephesine karşı “direniş cephesi”ne önderlik etmeye çalışmaktadır. İran böylece İsrail’e karşı harekete geçirebileceği dinamikler elde etmekte, Orta Doğu’da İsrail karşıtlığına dayalı dış politika çizgisinden temin ettiği itibarı korumaktadır. Esed rejiminin devrilmesi, İran’ın İsrail karşısındaki ve İsrail-
Filistin ihtilafındaki konumunun zayıflaması sonucunu doğurabilir.

Suriye’de Esed iktidarına karşı ortaya çıkan muhalefet hareketi, İran’daki mevcut rejimin beka kaygısının nüksetmesine yol açmıştır. Tahran, Suriye 
krizi kullanılarak İran’ın yıpratılmaya çalışıldığını ve nihai hedefin aslında İran olduğunu iddia ederek Esed rejiminin geleceğiyle İran’daki rejimin akıbeti 
arasında bağlantı kurmaktadır. Nükleer programından dolayı uluslararası yaptırımlara ve tecride maruz kalan İran, bölgedeki tek müttefiki Suriye’de 
muhtemel bir iktidar değişimini kendi rejiminin bekasıyla ilişkilendirmektedir. İran, dış politika ufkuna yön veren “kendisine karşı dış müdahale korkusunun” 
da etkisiyle Esed rejiminin devrilmesinin ardından sıranın kendisine gelebileceği yönünde ciddi kaygılar beslemektedir.

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder