2007 sonrasında başlayan açılım politikalarının Türkiye'yi getirdiği Nokta, Ocak 2013'te başlayan sözde çözüm süreci gerçekte büyük bir yıkım süreci olan PKK terör örgütüyle müzakereler olmuştu.
Terör örgütünü muhatap alıp masaya oturmanın bedelini de 2015 sonrasında içine düştüğümüz terör sarmalından ağır şekilde ödedik.
Buna rağmen geçmişten ders almayanlar halen o müzakere sürecini yeniden hortlatmak istemektedir. Uzun bir aradan sonra 06 Mayıs'tan itibaren teröristbaşının yeniden avukatlarıyla görüşmesi ve onlar aracılığıyla mektup denen talimatlarını duyurmaya başlamasıyla ikinci bir müzakere sürecinin başladığını söylersek yanılmış olmayız.
Müzakere sürecinin bu sefer Suriye kuzeyini de kapsayan hatta orayı merkeze alan bir şekilde formüle edildiği de anlaşılıyor. ABD ile varılan güvenli bölge ve müşterek harekat merkezi mutabakatına da bu açıdan bakmakta fayda var.
***
Konuya açılım-müzakere süreciyle başladık. KKTC'de geçen hafta yayımlanan bir röportaj ister istemez bana Türkiye'nin o günlerde ve sonrasında yaşadıklarını ve bugün işte Suriye kuzeyinde karşı karşıya geldiği durumu hatırlattı.
18 Ağustos'ta KKTC'de yayımlanan Yenidüzen gazetesinde Prof.Dr. Vamık Volkan ile yapılan bir röportaj paylaşıldı.
Prof. Volkan'ı başta bahsettiğim açılım sürecinden hatırlayacaksınız. Hele hele açılım söylemlerinin zirve yaptığı 2010'da zamanın Cumhurbaşkanı Gül'e sunduğu 70 maddelik önerisi tartışma yaratmıştı ama bunların önemli bölümünün o süreçte hayata geçtiğini görüyoruz.
Volkan'ın sunduğu dosyada, "ortak vatan vurgusunun" geliştirilmesi, "Ne Mutlu Türküm" yazılarının silinmesi,And'ımızın kaldırılması ve özerklik sisteminin tartışmaya açılması, anadilde eğitim için düzenlemeler yapılması, Kürtçenin seçmeli ders olması, yerel yönetimlere sosyal problemlere çözüm bulacak yetki verilmesi, Türklük kavramı yerine Türkiyeli kavramı kullanılması, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Yasası ve bunun paralelindeki yasalar yeniden gözden geçirilmesi, Anayasanın özellikle ilk üç maddesinin değişmesi, hakikatleri araştırma komisyonu kurulması, sonradan değiştirilen coğrafya isimleri geri iade edilmesi gibi öneriler vardı.
Bu hatırlatmadan sonra gelelim Kıbrıs doğumlu Prof. Volkan'ın bahsettiğimiz röportajına.
Dünyanın birçok kriz ve çatışma bölgesinde barışı sağlama adına çalışmalar yaptığını söyleyen Prof. Volkan Kıbrıs'taki sorunun çözümüne ilişkin de değişik görüşler ifade ediyor.
Ama benim gördüğüm, röportajda öne çıkardığı konu kimlik konusu. Aynı Türkiye'deki açılım sürecinde önerdiği temelde.
Prof. Volkan Kuzey Kıbrıs'ta kimlik konusunda toplumda değişim olduğunu ve bunun incelenmesi gerektiğini şöyle anlatıyor: "Kıbrıslı Türkler, Kuzey Kıbrıs'ta azınlıktadır, Kuzey'deki halk artık başka bir topluluktur. Bu bir gerçektir. Farklı kimlikler birbiriyle süreç içinde etkilenecek ve yeni bir Kıbrıslılık kimliği ortaya çıkacak. Aslında dünyada da durum farklı değil, kimlikler birbirini etkiler, yeniden şekillenir" diye konuştu.
Volkan, "Kuzey Kıbrıs'ta Kıbrıslı Türkler olarak "biz idare edeceğiz" diyoruz ama azınlıktayız. Bu gerçek, gerçeği biliyoruz ama öyle olmadığını görmek istemiyoruz." diyor.
Doğu Akdeniz'de enerji kaynaklarının paylaşımı adına mücadele gittikçe sertleşirken, önde gelen bölge dışı aktörler Kıbrıs çevresinde GKRY kontrolündeki topraklarda askeri üsler elde edip yerleşmeye çalışırken, Kıbrıs'ın tek temsilcisinin Rumlar olduğu tezini dünyaya kabul ettirilmeye çalışılırken, 1960 anlaşmalarını yok sayıp Kıbrıs Türkünü azınlıktır dayatması yapılırken, federasyon yapısı maskesiyle Türk'ün söz ve karar hakkı olmayan Türk kimliğini silmeye çalışan sözde bir devlet yapısı dikte edilirken, bu açıklamaların gündeme gelmesi çok manidardır. Ve Türkiye'deki açılım süreçlerini hatırlatmıştır.
KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı'nın, KKTC hükümeti ve Meclisinin çoğunluğunun hilafına Rumlarla federasyon için yeni bir müzakere süreci başlatmaya çalıştığını biliyoruz.
Prof. Volkan'ın bu açıklamaları Rumlarla federasyon oluşturma fikrini savunan Akıncı ile bu süreçte Rumlara ve onları destekleyen Yunanistan, AB, BM ve ABD gibi aktörlerin eline koz vermektedir.
Kıbrıslı Türk yoktur başka bir halk vardır, Kıbrıslı Türkler KKTC'de bile azınlık demek Türklerin Kıbrıs genelinde esamesi okunmaz, onları eşit muhatap veya ortak olarak dikkate almamak lazım demek değil midir? Bir insan kendi milletini neden bu kadar yok sayar ve diğerlerinin de kendi milletini yok sayması için çalışır?
Bu açıklamalar Kıbrıs Türkünü korumaya değil açıkça Kıbrıs'taki Türk kimliğini silmeye hizmet eder.
Röportajda kendini Kıbrıslı Türk olduğunu söyleyen Prof. Volkan, anlaşılan o ki artık hem kendisinin hem de Kıbrıslı Türklerin bu kimliklerini terk edip Kıbrıslılık kimliğine sahip çıkmasını istemektedir.
Kendisi kimliğini değiştirebilir, terk edebilir ama gerçek şu ki "Kıbrıs hiçbir zaman Rum/Yunan olmamıştır. Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır. "
Akıllı insanlar ders alır. KKTC hükümeti ve Meclis'i zamanında Türkiye'nin maruz kaldığı dış destekli açılım politika söylemlerinin ülkeye ödettiği bedelden ders almalı ve KKTC'de bu tür politikaların taban bulmasına fırsat vermemelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder