PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi,
Cahit Armağan Dilek
27 Mayıs 2013
Türkiye Ağustos 1984'den bu yana PKK terörüyle mücadele etmektedir. Geçen yaklaşık 29 senede 35.000'in üzerinde insanımız hayatını kaybetmiştir.[1] 1999-2003 arasında terörü neredeyse sıfır noktasında geçiren Türkiye, 2003'te Irak'ın işgaliyle terörü yeniden ağır biçimde yaşamaya başlamıştır. 2013'de PKK terör örgütünden kaynaklanan sorunun çözümünde yeni bir safhaya girilmiştir, o da içeriği henüz gizli ancak kamuoyunun gözü önündeymiş gibi yapılan terör örgütüyle pazarlıktır.
Bu çalışma yapılırken, Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesi iki ayrı dönemde incelenmiştir. Birinci dönem 1984-1999 yılları arasını, ikincisi 2003 sonrası dönemi kapsamaktadır.
Terörle Mücadelede Birinci Dönem
Birinci dönemde Türkiye, daha doğrusu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın deyişiyle üç beş çapulcuyla başlayıp dünyanın gördüğü en vahşi terör örgütlerinden birine dönüşen PKK terör örgütüyle tek başına ve kendi belirlediği yöntemlerle mücadele etmek zorunda kaldı. Aslında TSK bu mücadelede başarılı oldu. TSK'nın operasyonları sonucunda zaten dağılma noktasında olan terör örgütü terörist başının Kenya'da teslim alınarak müebbet hapse mahkum olmasıyla çareyi Türkiye'yi terk etmekte bulmuştu. Bu durum son dönemde sıkça söylenen "o kadar yıldır defalarca askeri operasyonlar yapıldı, ama terör sona ermedi" nakaratını tekrar edenlere en iyi cevap aslında. Bu olayla birlikte Türkiye'deki genel algı "terör sona erdi, terörü yaratan sorunlar zaman içinde çözülür" şeklinde oluşurken, dağılacağı hesaplanan terör örgütünün kendini taşeron olarak kullanan aktörlerin yardımı ve yönlendirmesiyle "yeniden toparlanma sürecine girdiği, bunda başarılı olduğu" anlaşılmaktadır. Örneğin, 2007 yılı son aylarıyla birlikte Irak'ın kuzeyindeki PKK kamplarına yönelik başlatılan operasyonlara ilişkin görüntüler, açıklanan bilgiler terör örgütünün 1999-2007 arası dönemde (sınır ötesi operasyon yapılmayan dönem) Irak'ın kuzeyinde öyle bir güvenli sığınak olmuştur ki terör örgütü mağaraların dışına çıkmış, betonarme yapılarla söz konusu bölgelere artık hiç saldırı olmayacakmış, PKK hiç terk etmeyecekmiş gibi yerleşmiştir. Bu aşamada insanın aklına "PKK terör örgütünün orada bu kadar rahat, güvenli hareket etmesini sağlayan faktörler, aktörler nelerdir/kimlerdir?" diye sormak geliyor.
Terörle Mücadelede İkinci Dönem
2003 sonrasını kapsayan ikinci dönem birinciden oldukça farklı gelişti. 19 Mart 2003'de başlayan Irak'ın işgaliyle birlikte bölgede PKK'nın hareket serbestini daha da artıran ortam oluştu. İşgal öncesinde ABD'nin her türlü olasılığı düşünerek hazırladığı işgal/ihtimaliyet planlarıyla Irak'ın kuzeyinde yerleşmiş örneğin Ansar-al İslam örgütüne karşı operasyon yaparken aynı bölgedeki PKK'ya karşı herhangi bir askeri operasyon yapmamasının verdiği mesaj PKK'yı cesaretlendirmiştir. Amerikalılarla ikili/uluslararası ortamda çalışanlar, Amerikan Ordusu’nun çalışma usullerini, operasyon planlama, hazırlık faaliyetlerini/kurallarını inceleyenler aslında Irak'ı işgal edecek ABD'nin Irak'la ilgili her türlü istihbaratı toplayıp her olasılığa karşı asıl/yedek harekat planlarını yapacağını, dolayısıyla ABD'nin PKK'ya karşı da mutlaka operasyon hazırlığı yapmış olacağını bileceklerdir. Neden yapmadığına ilişkin söyleneceklerse elde mevcut somut bilgiler ışığında şuanda spekülasyon olacaktır.
Gerçekse, terörist başının ABD merkezli bir operasyonla sağ olarak Türkiye'ye teslim edilirken 2003 sonrasında Türkiye'ye dayatılacak sözde terörle mücadele yaklaşımlarının ilk adımının atılmış olmasıdır. Yıllar sonra Amerikan Büyükelçisi Francis Ricardione'nin açıkladığı şartlar[2] ABD'nin konuyu bir terör olayından ziyade bir özgürlük konusu olarak ele aldığını gösteriyor. Nitekim terörle mücadele adı altında ABD'li ve Avrupalıların Türk muhataplarına önerileri de hep siyasi çözüm tedbirlerini içermiştir.[3]
Terörizm tanımındaki farklılıklar Türkiye ile ABD/AB'nin terörle mücadeleyi farklı düzlemlerde algıladığını göstermektedir. ABD'nin 1997'den itibaren PKK'yı terör örgütü olarak kabul etmesi[4], yıllık terörizm raporlarına dahil etmesi, terör örgütü listelerinde olmasına rağmen AB ülkelerinde[5] PKK'lılara yönelik göstermelik operasyonlar yapılması Türkiye'de hep kendisine destek gibi algılanmıştır. Ancak tanımlama/algılama farklılıkları nedeniyle Avrupa'da hiçbir PKK'lının yakalanıp iade edilmemesi, ABD'nin sadece sivillere yönelik saldırıları terörizm olarak görmesi, raporlarında PKK'nın güvenlik güçlerimize yaptığı saldırıları terörist faaliyet olarak göstermemesi Türkiye'de gözardı edilmiştir. Bu durum sorunun tanımlanmasında ve çözümüne yönelik yaklaşımlarda farklılık yaratmıştır.
İkinci Ortak ABD Yakın Markajda
Irak'ın işgalinden sonraki dönemde ABD'nin Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesine yönelik tutumu incelendiğinde bir kanaate ulaşılabilir. 2003'ten 2013'e kadar geçen zaman sürecindeki gelişmeler ABD'nin, PKK konusunu Irak'ın işgali bağlamında değil, Türkiye ile başka bir düzlemde ele alarak fiilen işin içine girmeyi ve süreci daha yakından kontrol etmeyi planladığını göstermektedir.
Amerikan askerleri 9 Nisan 2003'te Bağdat'a girdikten sonra[6] dönemin ABD Başkanı George Bush Irak'ta zafer ilan etmiş, ülkenin işgal dönemi başlamıştı.[7] PKK'ya karşı askeri operasyon yapmayan ABD'nin cevabını aradığı konu, Türkiye'nin PKK'ya karşı ve/veya Türkmenlerin haklarını korumak bahanesiyle Irak'a askeri müdahalede bulunup bulunmayacağı olmuştur. Irak'ın kuzeyinde Amerikalıların bilgisi dahilinde görev yapan Türk Özel Kuvvetleri’nin başına 4 Temmuz 2003'te çuval geçirilmesi,[8] Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda "Türkiye Irak'a askeri müdahale yapabilir mi?" konusunun değerlendirildiği gizli toplantıların yapıldığı iddiaları[9] Türkiye'yi etkisizleştirmek için muhtelif girişimlerin yapıldığını göstermektedir.
Söz konusu endişeler ve gelişmelerin yanısıra artık ABD PKK terör örgütü konusunda Türkiye'yi daha yakın markaja almaya başlıyordu. Çuval olayından sonra sadece PKK gündemli ikili toplantıların yanında, her Türkiye-ABD ikili görüşmelerinin gündem maddeleri arasında PKK konusu mutlaka yer alıyordu.
Üçüncü Ortak Irak, Özel Temsilciler Dönemi
Görüşmelerde Türkiye destek isterken, ABD "silahla bu sorun çözülmez, konuyu Irak'la da görüşmelisiniz" telkini yapıyordu. Görüşmeler böyle sürerken PKK 2004 bahar aylarından itibaren Türkiye'deki saldırılarını artırdı. Ocak 2005'ten itibaren PKK'ya karşı işbirliği Türkiye-ABD ikili formatından Türkiye-Irak-ABD üçlü mekanizmasına dönüştürüldü.[10] Alınacak kararlar için bir ortağımız daha olmuştu. İşgal altında olan, iç savaş yaşayan, tek başına karar alamayan Irak'ın kendi ülkesine, halkına faydası yoktu ki Türkiye'ye destek olabilsin. Bunun böyle olduğu bilinmesine rağmen üçlü mekanizma devam etti. Gerekçe basitti. Irak'ın kuzeyine yapılacak operasyonlar için merkezi Irak yönetimi sürece dahil edilmeliydi, yani iş sürüncemede kalmalıydı.
Böylece 2006 yaz aylarına gelindiğinde bu sefer ABD tarafından özel temsilcilik formatı ortaya atıldı. Türkiye ve ABD'den emekli Orgeneraller, Irak'tan bir Bakan bu görevlere atandı.[11] Ancak Türkiye'de PKK saldırıları artıyor, PKK'ya karşı ABD ve Irak fiili ortak mücadeleye bir türlü dahil edilemiyordu, ancak her sene sözde yeni çözüm oluşumlarıyla vakit geçiriliyordu. 2007 yaz aylarına gelindiğinde özel temsilciliğin göstermelik görüşmelerden öteye gidemediği, görevden almalar ve istifalar sonucunda da bu oluşumun işlemediği görülüyordu.[12]
Dördüncü Ortak Barzani Terörle Mücadeleye Karşı Duruyor
2006-2007 yıllarında Irak'ta direniş artarken, işgal kuvvetleri ağır kayıplar veriyor Türkiye'de de PKK saldırıları artıyordu. Türkiye, ABD lee Irak'a somut tedbirler almaları konusunda çağrı yaparken ABD, önceliklerinin Irak'taki işgal operasyonu olduğunu, PKK'ya kuvvet ayıramayacağını, Bağdat ise Irak'ın kuzeyinde yerel Kürt yönetiminin hakim olduğunu söylüyor, Türkiye'ye Kürt gruplarla görüşmeyi telkin ediyordu. Bu arada Türkiye yasal dayanak oluşturma hamleleri kapsamında Bağdat'la terörle mücadele anlaşması imzalanmasını gündeme getirdi. Ağustos 2007'de başbakanlar arasında imzalan mutabakat muhtırasına[13] dayanarak Eylül 2007'de Ankara'da ikili terörle mücadele anlaşması imzalanması için yapılan görüşmelerde üzerinde anlaşılan, PKK'yı terör örgütü olarak kabul eden, karşılıklı sorumluluklar yükleyen, sınır ötesi operasyon için Türkiye'nin niyetini ortaya koyan hükümler içeren anlaşma metni[14] Barzani'nin karşı duruşuyla Irak Meclisi’nde onaya sunulamadı.[15] Barzani Irak'ta ve PKK'ya karşı mücadelede kendisinin bir aktör ve ortak olduğunu göstermişti.
Devam eden saldırılar Türk kamuoyunda infial yaratınca hükümet TBMM'den sınır ötesi harekat yetkisi aldı.[16] Ancak PKK olayları tırmandırmaya devam ediyordu. Nitekim 21 Ekim 2007 bir dönüm noktası oldu. Anılan tarihte PKK'nın Dağlıca saldırısı[17] Iraklı Kürt gruplar, Bağdat, İran, AB, NATO ve ABD'den tepkiler ve sınırı ötesi harekat yetkisinin hemen kullanılmaması Türkiye'de tartışmalara yol açtı.[18]
Bush-Erdoğan Görüşmesi
Türkiye'nin PKK'ya karşı hem meşru müdafaa hakkı hem de TBMM'den alınan sınır ötesi harekat yetkisiyle yasal açıdan somut dayanaklara ve meşruiyete sahip olmasına rağmen, Başbakanın ABD ziyaretinde konuyu ABD Başkanı ile görüşeceğini açıklaması ABD'nin PKK ile mücadeledeki rolünü ve kontrolü elinde tuttuğunu gösteriyordu. 5 Kasım 2007 tarihinde Beyaz Saray'da yapılan görüşmelerde Türkiye'nin sınır ötesi harekatına kısıtlı vize çıktığı anlaşılıyor, istihbarat işbirliği yapılacağı duyuruluyordu.[19] Gelişmeler Türkiye açısından yeni bir adım olarak algılanırken ABD'nin bu adımı daha öncelerden öngördüğü söylenebilir. Çünkü Irak'ta kötüleşen durum nedeniyle Bush’un Şubat 2007'de açıkladığı Irak Stratejisi[20], Irak'ın güvenliği ile Amerikan çıkarlarının korunması kapsamında bölgedeki müttefikleriyle istihbarat paylaşımının artırılacağını, PKK'dan bahsetmeden Türkiye-Irak sınırındaki sorunların çözümünde iki ülkeyle birlikte çalışılacağını vurguluyordu. Aynı açıklamada PKK terör örgütü ortak düşman olarak tanımlanıyordu. Buna rağmen ABD'nin PKK'ya karşı hiçbir askeri operasyona girmemesi, siyasi çözümü/diyalogu içeren yöntemleri önermesi, öte yandan kendisinin terörle mücadele stratejisi gereğince tek terör örgütü gördüğü El-Kaide'ye karşı “teröristi dünyanın neresinde hangi delikteyse bulup imha etme”[21] yönündeki iki farklı uygulamasına Türkiye'den karşılık verilemiyordu.[22]
İstihbarat Paylaşım Mekanizmasıyla Türkiye'nin Hareketleri Sınırlandırılıyor
5 Kasım görüşmesinden kısa süre sonra istihbarat paylaşım mekanizması teşkil edilmiş, 1 Aralık 2007'den itibaren TSK'nın sınır ötesi operasyonları başlamıştı.[23] Şubat 2008'de kara birliklerinin katılımıyla gerçekleştirilen sınır ötesi harekata en büyük tepki Barzani ve ABD Savunma Bakanı’ndan gelmiş, Türk askerinin derhal Irak'tan çekilmesi istenmişti.[24] Gelişmelerden, aslında ABD'nin bu operasyonların hava operasyonlarıyla sınırlı kalmasını istediği, Türk askerinin karadan Irak'a müdahalesini engellemek için Türkiye'ye sınırlı hava operasyonu ortamı yaratılarak Türk hükümetinin, askerlerin, kamuoyunun gazının alınmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Amerikan resmi makamlarının beyanına göre istihbarat paylaşımı mekanizmasıyla Türkiye'nin hareketlerinin kontrol edilebildiği, Irak'ın kuzeyine yönelik kapsamlı harekat icra etmesinin engellendiği Amerikan Kongresi’ne sunulan raporlarda yer almaktadır.[25] Ayrıca Wikileaks belgeleri arasında yer alan Amerikan raporlarında istihbarat paylaşım mekanizmasıyla oluşan olumlu ortamın diğer askeri konulardaki işbirlikleri için manivela olarak kullanılması, TSK'nın sınırlı hava operasyonlarının askeri etkisinin az olduğu, bununla birlikte ABD'nin PKK ile mücadeleye destek verdiği algısının kuvvetlendiği, TSK'nın hava operasyonu yapmadan yeterli zaman öncesinde ABD'ye bilgi vererek Irak'ın kuzeyindeki Amerikan askerlerinin bölgeden(!) ayrılmasının sağlanmasını istediği belirtilmektedir.[26]
ABD gidişattan memnundu. Türkiye ise kamuoyu baskısını azaltacak şekilde sınır ötesi operasyon yapabiliyor olmaktan memnun, ama sorunun gerçek çözümünden uzaktı. "Sınırlı" sınır ötesi operasyonlarla Türkiye'ye bir şey daha gösterilmişti. Irak bu resmin içinde yer alacaktır, ancak esas güç Barzani'dir. Zaten özellikle Irak'ın üçlü mekanizmaya dahil olmasıyla birlikte hem Amerikalılar hem Bağdat yönetimi Barzani'yle görüşülmesini sürekli telkin etmişlerdir. Şubat 2008'deki hava destekli sınır ötesi kara operasyonunun planlandığı şekilde icra edilmesini engellemesiyle Irak'ın kuzeyinin Barzani'den sorulduğu fiilen Türkiye'ye gösterilmek istenmiştir. Artık Barzani PKK konusunda bir güç merkezidir, sorunun çözümü(!) ondan geçmektedir.
Bütün bunlar 2008 yaz aylarından itibaren Türkiye'yi adeta Barzani açılımına yönlendirmiştir. Önce 1 Mayıs 2008'de N. Barzani'yle görüşülerek ilk resmi açık temas gerçekleştirilmiş[27], görünüşte üçlü pratikte dörtlü olan işbirliği mekanizması kapsamında anlık istihbaratın paylaşımını sağlayacak bir ofisin Erbil'de kurulmasının gündeme gelmesiyle (ofis Haziran 2009'da faaliyete geçmiştir)[28] Barzani yönetimi Bağdat'ın önüne geçerek mekanizmanın işleyişinde (daha doğrusu istihbarat akışının kilitlenmesinde) kontrolü ele geçirmiştir. Özellikle Eylül 2008'den sonra özel temsilci M. Özçelik'in Barzani ile başlayan görüşmeler süreci[29] Haziran 2009'da hükümeti Kürt açılımına kadar getirmiştir. Çünkü Türk hükümetine sorunu Kürt sorunu olarak lanse eden, sorunun silahla değil, diyalogla çözülebileceğini bu bağlamda her türlü desteği vereceğini ama askeri tedbirlerle sorunun çözümüne karşı olduklarını vurgulayarak konuyu direniş/özgürlük düzlemine taşıyıp siyasi çözümü zorlayanlar arasına ABD, AB, Irak'tan sonra Barzani de katılmıştır.
Beşinci Ortak Teröristbaşı; Tek Muhatap
Barzani çözümün tek anahtarı olarak lanse edilirken bir süre sonra gerçeğin öyle olmadığı anlaşılacaktır. Sonradan açığa çıkan bilgiler göstermektedir ki aslında hükümet PKK ile 2006'dan buyana gizlice görüşmektedir[30]. 2009 Kürt açılımının arkasında PKK'dan alınan/verilen sözler vardır.Hükümetin kontrolünde olmadığı anlaşılan açılım süreci Habur fiyaskosuyla sonuçlanmıştır.[31] Bu manzara açılım konusunu bir süreliğine rafa kaldırtmış, ancak terör saldırıları sürerken gizli görüşmelerin devam ettiği Oslo görüşmelerinin ses kayıtlarının deşifre olmasıyla yeniden ortaya çıkmıştır. Oslo'nun da fiyaskoyla sonuçlanması 2011 genel seçimlerinin sonrasında Türkiye'yi yeniden terör saldırıları sürecine maruz bırakmıştır.
2012 yaz aylarının sonuna gelindiğinde PKK'ya karşı gerçekleştirilen askeri operasyonlar ve KCK operasyonları örgütü yeniden tükenme noktasına getirmek üzereyken PKK'nın güdümünde gerçekleşen anadilde savunma/eğitim ve Kürt kimliğinin tanınması, teröristbaşına sözde tecridin kaldırılması, operasyonların durması gerekçeleriyle 12 Eylül 2012'de başlayan açlık grevinin "teröristbaşının direktifiyle sona erdirilmesi”[32] teröristbaşının tek muhatap olarak hükümetin karşına çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. Artık teröristbaşı beşinci ortak olarak ancak belirleyici aktör olarak masadadır. Bu olaydan sonra MİT'in teröristbaşıyla görüşmelerini sıklaştırdığı, teröristbaşının görüşlerini esas alan bir plan üzerinde anlaştıktan sonra 2013 yılı başından itibaren hükümet tarafından İmralı-Barış-Çözüm gibi isimler alan bir sürecin başladığı kamuoyuna yansımıştır. Süreç "tek belirleyici" aktör konumundaki teröristbaşının aklındaki planla sürüyordu, yani PKK'dan kaynaklanan sorunun PKK'nın tutuklu liderinin belirlediği ilkeler çerçevesinde çözülebileceği iddia ediliyordu.
2013 Yılı İtibariyle Bütün Bunlar Ne Anlama Gelmektedir?
Türkiye PKK terör örgütünden kaynaklanan sorunla mücadelesinin iki ayrı dönemde iki farklı yaklaşımla yürütmüştür. 1984-99 döneminde tam bir mutabakatla sorunu terör sorunu olarak tanımlamış ve terörle mücadelenin gerektirdiği askeri tedbirleri kendi başına verdiği kararlarla başarılı şekilde uygulamış ve PKK liderinin yakalanmasını, örgütün Türkiye sınırlarını terk etmesini sağlamış, siyasi, sosyal, ekonomik tedbirlerin uygulanabilmesi için gerekli ortamı hazırlamıştır. Ancak 1999-2003 döneminde bu fırsat heba edilmiştir.
2003'den sonraki dönemde ise Türkiye sorunun adını koyamamış, sorunu tanımlayamamış ve strateji hazırlayamamıştır. Çünkü PKK'nın salt terör örgütü kimliğiyle başarılı olamayacağını anlayanlar 2003 sonrasında PKK'yı bir direniş örgütüne dönüştürecek yöntemleri, evrensel değerler ile hukuku istismar ederek oluşturdukları talepleri terör tehdidiyle Türkiye'ye dayatmışlar, PKK terör örgütüyle pazarlık / müzakereye zorlamışlar ve bunda da başarılı olmuşlardır. AB ülkeleri ve ABD kendilerine karşı tehdit olarak gördükleri El Kaide'ye karşı askeri yöntemleri neredeyse tek seçenek olarak uygularken Türkiye'nin PKK ile mücadelesinde önerdikleri yöntem ise kendilerinin işgal ettikleri ülkelerde uygulamaya çalıştıkları direnişle mücadele yöntemleri olmuş Türkiye'nin askeri tedbirlerden vazgeçmesini istemişlerdir. Bu durum PKK'nın işini kolaylaştırmıştır. Bu süreçte;
- Teröristbaşının sağ teslim edilmesinin ileride yol açabileceği sorunlar zamanında iyi incelenememiş ve kavranamamıştır.
- Terörle mücadelede Türkiye'ye yardım edenlerin aslında bir direniş örgütü yaratmakta olduklarının farkına varılamamıştır
- Türkiye sorunu tam ve doğru tanımlayamamış, adını koyamamıştır. Dolayısıyla teröre karşı Türkiye'nin bir stratejisi olmamış, boşluğu diğer aktörlerin stratejileri doldurmuştur.
- Terör sorununa yönelik karar oluşturulmasında ortak sayısı artmış, her seferinde yeni ortak yönlendirici aktör olmuş, Türkiye'nin etkinliği sürekli seviye kaybetmiştir.
- Bütün bunlara rağmen PKK'nın her açıdan çok sıkıştığı bir dönemde (2012 Sonbahar-Kış) Türkiye "müthiş bir operasyonla terör örgütüyle hem de anayasasını müzakere ve pazarlık ediyor pozisyonuna düşürülmüştür". Artık "müzakere yaptığınız örgüte terör örgütü diyemezsiniz" şikayetleri, "terörist derseniz süreç bozulur" tehditleri alınır duruma düşülmüştür. TSK'nın operasyon yapması nasıl engellenir arayışına girilmiş ve daha önce TSK'ya verilmiş operasyon yetkileri geri alınarak yurtdışı için her seferinde Hükümet'ten ve yurt içinde de ilgili Vali'den izin alınması düzenlemesi yapılmıştır.
- Halen Türkiye'nin kendine has terörle mücadele stratejisi ve çözüm haritası yoktur. 2013'le birlikte teröristbaşı tek yetkili pozisyonundadır, çünkü ondan gelecek açıklamalara, mektuplara umut bağlanmıştır.
- Türkiye, silah bırakmayan terör örgütüyle pazarlık yapan tek ülke konumundadır. Terör örgütü terör yaparak taleplerini "müzakere ve pazarlık yaptırtma" hedefine ulaşmış, maalesef terörle bir yerlere varılabileceğini göstermiştir.
- Pazarlık / müzakerelerle yürütüldüğü anlaşılan süreçte teröristbaşının karşısına hükümet adına MİT müsteşarı oturtulmuştur. MİT kanununda teşkilata istihbarat faaliyeti dışında hiçbir görev verilemeyeceği açıkça yazmasına rağmen teşkilat bir pazarlık ve müzakere yürütme sürecine dahil edilmiştir. Bununla birlikte 30 yıldır terör yaparak yaşayan, demagoji ve pazarlık/müzakere konusunda çok tecrübe kazanmış teröristbaşının karşısına müzakere eğitimi / tecrübesi olmayan kişiler oturtulmuş ve yapılan müzakerelerden doğal olarak teröristbaşı galip çıkmış, müzakere edilerek bir sonuca ulaşılmasından ziyade teröristbaşının kuralları, zamanlamayı, uygulamanın nasıl olacağını dikte ettiği bir sürece dönüşmüştür.
- Hükümet süreçle ilgili her şeyin kontrolleri altında olduğunu, sürecin başarıyla sürdüğünü söylemesine rağmen kamuoyun yansıyan gelişmeler maalesef bunu doğrulamamaktadır. Süreçte ne zaman ne olacağını ne yapılacağını teröristbaşından başka tam olarak bilen yoktur. Süreçte atılacak adımlara ilişkin başarı kriterleri beli değil tam aksine tersine değerlendirmesinde ve inisiyatifindedir. Örneğin Başbakan teröristler silahlarını Türkiye'de bırakarak çekilecekler derken terör örgütü silahla çekileceklerini söylemiş, mizansen fotoğraflarla da bunu göstermişler ve süreçte kendi sözlerinin geçeceğini ortaya koymuşlardır. Bu durum sürecin başarıyla ve mutabık kalındığı şekilde yürümediğini göstermez mi? İnisiyatifin terör örgütünde olduğunu, sürecin başarılı olup olmadığına ilişkin son sözü teröristlerin söyleyeceğini göstermez mi? Teröristlerin Irak'a geçtiklerine dair mizansen fotoğraflar boy boy basında yer alırken Genelkurmay Başkanlığının buna ilişkin bilgi, belge, görüntüye sahip olmadığı açıklamasını da dikkate aldığımızda teröristlerin Türkiye'yi terk ettiklerini nasıl teyit edeceksiniz? Tek çare terör örgütünün ben çekiliyorum, çekilmeyi tamamladım açıklamasına inanmak olacaksa, sürecin hükümetin kontrolünde olduğunu söyleyebilmek mümkün müdür?
- Bu süreçte yanlış giden diğer bir husus da hükümetin sadece teröristbaşının sözlerine esas alması ve bu sözleri çok güvenilir bulmasıdır. Ama uygulamada teröristbaşıyla görüşenlerin ve onları destekleyenlerin açıklamaları, hükümetin sürecin uygulanmasıyla gerçekleşeceğini söylediklerinin dışında ama sızan İmralı ve Oslo görüşme zabıtlarıyla örtüşen şeylerdir. Bunların teröristbaşının bilgisi dışında söylenmiş olması mümkün mü? Tabii ki değil. Dolayısıyla teröristbaşının gizli niyeti olduğunu ve iki yüzlü davrandığını göstermez mi? Böyle bir hareket tarzı Türkiye'nin bekası açısından kabul edilebilir bir davranış mıdır?
Sonuç olarak bütün bunlar göstermektedir ki Türkiye, adını koyamadığı, tanımlayamadığı, PKK teröründen kaynaklanan ancak, bukalemunun renk değiştirmesi gibi değişik isimler konarak herkesin başka bir beklentiyle ele aldığı sorunu geçmişi terör, vahşet, kanla dolu güvenirliği sıfır olan bir kişinin aklıyla çözmeyi denemektedir. Türkiye teröristbaşının dümeni elinde tuttuğu su alan bir takaya bindirilmeye ve açık denizlere açılmaya zorlanmaktadır. Bunun kabul edilebilirliği, uygulanabilirliği ve yolculuğun güvenli bir şekilde sonuçlandırılması mümkün değildir. Çünkü bu taka bu haliyle sahilden açılamayacağı gibi, takanın içine sıkıştırılan Türkiye'nin hareket kabiliyeti kısıtlanmıştır. En ufak ters bir harekette taka alabora olabilecek, kıyıda takanın hareketlerini izleyenler (yani Irak'ın kuzeyinde elinde silahla bekleyen teröristler) alabora olan takanın içindekilerini bu ters hareketleri nedeniyle cezalandırmaya kalkacaklardır.
Dolayısıyla Türkiye'nin terörle mücadele etmek yerine terör örgütüyle müzakere ederek sorunu çözmeyi düşündüğü mevcut süreç tamamlanmazsa da PKK’nın kaybedecek bir şeyi yoktur, çünkü mücadelesindeki en üst noktaya ulaşmıştır artık geri dönüş olmaz (yani PKK terör örgütü değildir, Kürtlerin tek temsilcisi olarak haklı bir özgürlük mücadele yapmıştır, teröristbaşı tek muhataptır algısı yerleşmiştir) bir noktaya ulaşmış olduklarından mücadelelerini yeni ve kendileri açısından avantajlı bir düzlemde devam ettireceklerdir. Süreç tamamlanırsa da zaten istediklerini almış olacaktır. Türkiye açısından ise mevcut sürecin iki sonucu da kayıpla sonuçlanacaktır.
KAYNAKÇA;
[1] TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı Terör Alt Komisyonu’nun Ocak 2013'de açıklanan raporunda son 30 yılda terör nedeniyle toplam can kaybı 35 bin 576’dır. Buna göre 7 bin 918 kamu görevlisi şehit oldu, 5 bin 557 sivil hayatını yitirdi ve 22 bin 101 PKK’lı ölü olarak ele geçirildi. "30 Yılın Terör Bilançosu: 35 bin 576 ölü!", Radikal, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1118893(28.01.2013).
[2]ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricardione Mayıs 2011'de 32.Gün programındaki röportajında "Öcalan'ın yolda ölmemesi, doğru bir dava görmesi, Kürt sorununda önemli adımlar atılması, idam edilmemesi" koşulların olduğunu doğruluyordu. “Öcalan'ı biz teslim etmedik, sadece Türkiye’nin işini kolaylaştırdık”, Gazetevatan, http://haber.gazetevatan.com/ocalani-biz-teslim-etmedik-turkiyenin-isini-kolaylastirdik/377067/1 /gundem, (13.05.2011).
[3]Yazarın notu: Terörle Mücadele ve Direnişle(Insurgency) Mücadele ayrı bir yazı veya kitapta incelenmesi gerekecek kadar farklı ve kapsamlı kavramlardır. Örneğin, ABD'nin ayrı ayrı terörle mücadele ve direnişle mücadele stratejileri/doktrinleri vardır. Direniş stratejileri herhangi bir bölgedeki iç karışıklıklarda ve sonrasında barışı yapma ve barışı koruma harekatlarında veya işgal edilen bir ülkede o ülkenin vatandaşlarınca gösterilen direnişi sona erdirmek için uygulanacak yöntemleri kapsar. ABD Terörle Mücadele Stratejisi için bakınız http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/counterterrorism_strategy.pdf. (01 Haziran 2011). ABD Direnişle Mücadele doktrini için bakınız http://www.dtic.mil/doctrine/new_pubs/jp3_24.pdf. (05.10.2009). Söz konusu dokümanlara göre örneğin, direnişle mücadele DDR (Disarmament, Demobilization, Reintegration) yani "silahsızlandır, terhis et, entegre et" yaklaşımını esas alırken, direnişçilerle görüşürsünüz, isteklerini anlamaya, silahları bıraktırarak yeni sisteme entegre ettirmeye çalışırsınız, bu kapsamda ev sahibi ülke yönetimini de bu işe yönlendirirsiniz. Terörle mücadele ederken teröristle görüşmek/pazarlık etmek yoktur, özellikle lider kadroda olanlar özel operasyonlarla öldürülür, ABD için zaten gerçek anlamdaki tek terör örgütü El-Kaide'dir.
[4]"Foreign Terrorist Organizations", US Department of State, http://www.state.gov/j/ct/rls/other/des/123085.htm. (28.09.2012).
[5]"Council Decision 212/333/CFSP", The Council of the European Union, http://eur-lex.europa.eu/ LexUriServ/ LexUriServ.do?uri=OJ:L:2012:165:0072:01:EN:HTML. (25.06.2012).
[6]"Bağdat Düştü", NTVMSNBC, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/209701.asp?cp1=1#BODY. (10.04.2003).
[7]"Commanderin Chief Lands on USS Lincoln", CNN International, http://edition.cnn.com/2003/ALLPOLITICS /05/01/bush.carrier.landing/. (02.05.2003).
[8]"Çuval Olayı", Vikipedi, http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87uval_olay%C4%B1. (12.04.2013)
[9]"Washington'daki Gizli Toplantı Sonrası Yakılan Kıvılcım", Açık İstihbarat, http://www.acikistihbarat.com /Haberler.asp?haber=8597. (05.01.2010).
[10]"PKK Zirvesi 11 Ocak'ta", Hürriyet, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=286545. (05.01.2005).
[11]"ABD'den PKK Özel Temsilcisi" Hürriyet, http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=4875328, (05.08.2006).
[12]"ABD, Irak ve Türkiye'de PKK'ya Karşı Kurulan Kurum Çöktü; Özel Temsilcilik Fiyaskosu", Radikal,http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=230457, 20 Ağustos 2007. (20.08.2007).
[13]"Irak Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Mutabakat Muhtırası", Dışişleri Bakanlığı, 07.08.2007, http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Bolgeler/Mutabakat Muhtirasi Irak. pdf.
[14]"Türkiye Irak Terörle Mücadele Anlaşması İmzalandı", Haberler.Com, http://www.haberler.com/turkiye-irak-terorle-mucadele-anlasmasi-imzalandi-haberi/. (28.07.2008).
[15]"ABD'nin Irak'tan Çekilme Süreci ve Bölge Dinamikleri Açısından Değerlendirilmesi", BÜSAM, Ocak 2009, http://busam.bahcesehir.edu.tr/rapordosya/080109abd-iraktan-cekilme-sureci.pdf. Ayrıca 15 Ekim 2009 tarihinde imzalan yeni Türkiye-Irak Terörle Mücadele Anlaşması da henüz TBMM'de onaylanmamıştır. Bakınız; http://www.tbmm.gov.tr/gundem/gundem.htm, (11 Nisan 2013).
[16]"TSK'nin Irak'ın Kuzeyinden Ülkemize Yönelik Terör Tehdidinin ve Saldırılarının Bertaraf Edilmesi Amacıyla Sınır Ötesi Harekat ve Müdahalede Bulunmak Üzere Irak'ın Kuzeyine Gönderilmesi ve Görevlendirilmesine İçin Hükümete Bir Yıl Süreyle İzin Verilmesine Dair TBMM Kararı", 17 Ekim 2007, http://www.tbmm.gov.tr/tbmm_kararlari/karar903.html,.
[17]"PKK'dan Dağlıca Baskını", Milliyet, http://www.milliyet.com.tr/2007/10/22/guncel/agun.html, (22.10.2007).
[18]"Peşmerge Sınırda, Kuzey Irak'ta Endişe", Hürriyet, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/7535524.asp?gid= 180&sz=14304, (22.10.2007)
[19]"Erdoğan - Bush Görüşmesi Sona Erdi", Sabah, http://arsiv.sabah.com.tr/2007/11/05/haber, 3F42A4BD7DEA4B51AE9E5CBD6AC9C9CA.html. (05.11.2007).
[20]"Bush: We need to change our strategy in Iraq", CNN, http://edition.cnn.com/2007/POLITICS/01/10/ bush.transcript/(11.01.2007).
[21] Yazarın Notu: ABD Başkanı Bush 11 Eylül saldırılarından sonraki konuşmalarında "terörist saldırıları normal bir polisiye olay gibi görmeyeceklerini, ABD'ye saldıran teröristlerle dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar hangi delikte saklanırlarsa saklansınlar arayıp bulup imha edeceklerini" ifade etmiştir. Başkan Obama da özellikle 2009 Afganistan-Pakistan stratejisini açıklarken benzer yaklaşımı kapsayan ifadeler kullanmıştır. Nitekim El-Kaide liderinin Pakistan'da öldürülmesi, halen özellikle Pakistan ve Yemen'de insansız uçaklarla seçilmiş lider kadrodaki teröristlere yönelik imha operasyonları bu terörle mücadele stratejisinin en somut örnekleridir.
[22]"ABD'den PKK'ya Ladin Formülü", Milliyet, http://gundem.milliyet.com.tr/abd-den-pkk-ya-ladin-formulu-/gundem/gundemdetay/17.10.2012/1612841/default.htm, (17.10.2012). Yazarın Notu: ABD Büyükelçisi Ricardione ABD'nin Türkiye'ye Usame Bin Laden'in öldürülmesiyle ilgili benzer operasyonların Türkiye tarafından da PKK lider kadrolarına yapılmasını önerdiğini açıkladı. Bunu açıkladığında büyük ihtimalle Türkiye'nin artık PKK terör örgütüyle müzakere aşamasında olduğunu biliyordu.
[23]"İlk Sınır Ötesi Operasyon", Sabah, http://arsiv.sabah.com.tr/2007/12/02/haber,4CF1385C7142487FB93 CD73E3AC2C1E1.html. (02.12.2012).
[24]"ABD: Harekat Bir An Önce Tamamlanmalı", NTVMSNBC, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/436669.asp, (22.02.2008).
[25]“The Kurds in Post-Saddam Iraq”, Kenneth Katzman, CRS Report, 01 September 2009.
[26]Wikileaks belgeleri arasında yayımlanan ABD Ankara Büyükelçiliği’nin 05 Aralık 2007 tarihli ve 07ANKARA2898 numaralı mesajı.
[27]Yazarın Notu: Bu tarihte Bağdat'ta Irak Cumhurbaşkanı Talabani'yi ziyaret eden zamanın Başbakanlık Danışmanı Ahmet Davutoğlu ve Türkiye'nin Irak Özel Temsilcisi Murat Özçelik Irak'ın kuzeyindeki yerel yönetimin Başbakanı Neçirvan Barzani ile de görüşmüştür.
[28]"Atalay Erbil'de Barzani ile Görüştü", Sabah, http://www.sabah.com.tr/Gundem/2009/12/21/ atalay_erbilde_barzani_ile_gorustu, (21.12.2009).
[29]"Özçelik-Barzani Görüşmesi Sona Erdi", Haber Türk, http://www.haberturk.com/gundem/haber/102713-ozcelik-barzani-gorusmesi-sona-erdi, (14.10.2008).
"Büyükelçi Özçelik Barzani ile Görüştü", CNN Türk, http://www.cnnturk.com/2010/dunya/09/23/ buyukelci.ozcelik.barzani.ile.gorustu/590578.0/index.html, (23.09.2010).
[30]"PKK ile Pazarlık, Öcalan ile Anayasa Yapmak", Ümit Özdağ, Kripto Yayınları, Ankara, 2013.
[31]"34 PKK'lı Habur Sınır Kapısından Girip Teslim Oldu", Milliyet, http://www.milliyet.com.tr/acilim-da-kritik-an/siyaset/sondakikaarsiv/12.08.2010/1151953/default.htm, (19 Ekim 2009).
[32]"Açlık Grevleri Sona Erdi", CNN Türk, http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/11/18/aclik.grevleri.sona.erdi /685028.0/index.html, (18.11.2012).