Şiddete Varan Aşırıcılık: DAEŞ Olgusu ve DAEŞ’e Katılımın Dinamikleri
“SAM Raporu”
“Bu rapor, 24 Şubat 2016 tarihinde Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) ev sahipliğinde Dış işleri Bakanlığı’nda, uzman ve akademisyenlerden oluşan katılımcılarla düzenlenen ‘Şiddete Varan Aşırıcılık: DAEŞ Olgusu ve DAEŞ’e Katılımın Dinamikleri’ başlıklı toplantının sonuç raporudur. İşbu raporda yer alan görüşler katılımcılara ait olup SAM’ın görüşlerini yansıtmamaktadır.”
Şiddete Varan Aşırıcılık:
DAEŞ Olgusu ve
DAEŞ’e Katılımın Dinamikleri
SAM Raporu
İçindekiler;
1. Giriş
2. Aşırıcı Grupların İdeolojik Arkaplanı ve Bu Gruplara Katılımın Dinamikleri
3. Aşırıcılıkla Mücadele Stratejileri ve Türkiye
4. Sonuç
Şiddete Varan Aşırıcılık: DAEŞ Olgusu ve DAEŞ’e Katılımın Dinamikleri
1. Giriş
Son yılllarda dünya kamuoyunun ağırlıklı olarak DAEŞ ekseninde tartıştığı ‘şiddete varan aşırıcılık’ meselesi daha ziyade güvenlik yönü ön plana çıkarılarak ele alınmaktadır. Konunun güvenlik boyutunun acilliği ve yakıcılığı göz önüne alındığında bu doğal bir tavırdır. Fakat şiddete varan aşırıcılığın dinamiklerini, kaynaklarını ve evrilişini derinlemesine anlamak ve buna göre politika
geliştirebilmek için salt güvenlik perspektifinin ötesine geçerek sosyoloji, antropoloji, siyaset bilimi ve ilahiyat gibi farklı disipliner perspektiflerden istifade etmek gerekmektedir.
Bu çalışmada Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nce tertip edilen ve raporla aynı başlıklı toplantıda farklı birimlerinde görev yapan bürokratların ve farklı disiplinlerden akademisyenlerin katılımıyla gerçekleşen toplantıda dile getirilen hususlar raporlanmış tır.
< ‘Şiddete varan aşırıcılık’ yahut radikalleşme kavramı çerçevesinde tartışılan olgu terör, isyan, gayrı-meşru savaş, asimetrik savaş gibi nosyonları içermektedir. 11 Eylül ile beraber ABD’nin ‘teröre karşı savaş’ doktrini çerçevesinde bu kavram ağırlıklı olarak müslüman lar arasında El-Kaide ile iltisaklı tekfiri-selefi hareketleri ifade etmek üzere kullanılmıştır. >
11 Eylül ile beraber ABD’nin ‘teröre karşı savaş’ doktrini çerçevesinde bu kavram ağırlıklı olarak müslümanlar arasında El-Kaide ile iltisaklı tekfiri-selefi hareketleri ifade etmek üzere kullanılmıştır. Fakat ABD kendi doktrininin yetersizliğini ve problemlerini farkettikçe ‘teröre karşı savaş’ nosyonunu toplumun terörü önleyici uzlaşısını ‘Şiddete varan aşırıcılık’ yahut radikalleşme kavramı çerçevesinde tartışılan olgu terör, isyan, gayrı-meşru savaş, asimetrik savaş gibi nosyonları içermektedir.
11 Eylül ile beraber ABD’nin ‘teröre karşı savaş’ doktrini çerçevesinde bu kavram ağırlıklı olarak müslümanlar arasında El-Kaide ile iltisaklı tekfiri-selefi hareketleri ifade etmek üzere kullanılmıştır.
Şiddete Varan Aşırıcılık: DAEŞ Olgusu ve DAEŞ’e Katılımın Dinamikleri sağlamaya dönük ve toplumun tüm katmanlarını dahil eden bir savaş olarak çerçevelemeye yönelmiştir. Bunun bir neticesi olarak 2010 yılında başlatılan ve Türkiye’nin de tarafı olduğu Terörle Mücadele Küresel Forumu girişiminin bünyesinde oluşturulan ‘Şiddete Varan Aşırıcılığı Engelleme’ (Countering Violent Extremism) çalışma grubunun Abu Dabi’deki Hedaya isimli merkezi özellikle Körfez ülkeleri kaynaklı tekfiri-selefiliğin gelişimini yerinde tespit etmeye ve engellemeye dönük adımlar üzerinde çalışmaktadır. Bununla beraber şiddete varan aşırıcılığın sadece İslam odaklı konuşulması büyük bir hata ve saptırmadır. Irak’taki Maliki hükümetinin izlediği politikalar ve Suriye’deki iç savaş gibi siyasal faktörler Ortadoğu’da dini motivasyonlu şiddeti teşvik eden dip dalgayı beslemektedir.
Fakat şiddete varan aşırıcılık Avrupa’da palazlanmakta olan aşırı sağcı, neo-Nazi, yabancı-düşmanı ve ırkçı hareketlerde de karşılaşılan bir problemdir. Bu tür aşırılıklar farklı toplumlarda karşılaşılan ve yerleşik düzeni şiddet yoluyla yok etmeyi hedefleyen anarşist hareketlerle önemli yapısal benzerlikler arz etmektedir. Farklı ortamlarda ve bağlamlarda gerçekleşen radikalleşmenin farklı sebepleri, dinamikleri, yöntemleri ve sonuçları bulunmaktadır. Fakat örneğin sol fraksiyonların ‘gerçek devrim’ anlayışları arasındaki farklardan çıkan kimi zaman kanlı iç çatışmalarla selefi-tekfirci grupların ‘gerçek İslam’ anlayışları arasındaki farklardan çıkan çatışmalar, içeriği farklı olsa da süreç ve usul bakımından benzer şablonları takip etmektedir.
< Sol fraksiyonların ‘gerçek devrim’ anlayışları arasındaki farklardan çıkan kimi zaman kanlı iç çatışmalarla selefi-tekfirci grupların ‘gerçek İslam’ anlayışları arasındaki farklardan çıkan çatışmalar, içeriği farklı olsa da süreç ve usul bakımından benzer şablonları takip etmektedir. >
Şiddete Varan Aşırıcılık: DAEŞ Olgusu ve DAEŞ’e Katılımın Dinamikleri Terörün sadece İslam ekseninde tartışılması ideolojik iddiaları dini olmayan terör örgütlerine alan açmaktadır. PKK gibi seküler ve etnik milliyetçilik kökenli terör örgütleri Avrupa’da rahat bir şekilde gençleri radikalleştirebilmekte ve bu durum bulundukları ülkelerce görmezlikten gelinebilmekte ve hatta desteklenebilmekte dir. Fakat Avrupa ülkeleri gençleri PKK terör örgütü saflarına çektiği için herhangi bir militanı soruşturmuş, sınır dışı etmiş veya vatandaşlıktan çıkarmış
değildir. Diğer taraftan selefi eğilimleri olan Müslüman Avrupa vatandaşları geniş ve derinlemesine takibata uğramaktadır.
Dolayısıyla DAEŞ gibi örgütlerle mücadele genel olarak terörle mücadele şemsiyesi altında değerlendirilmeli ve bu çifte standardın yaratmış olduğu
tahribat her platformda dillendirilmelidir.
2. Aşırıcı Grupların İdeolojik Arkaplanı ve Bu Gruplara Katılımın Dinamikleri
Selefi olarak adlandırılan bir İslam ekolünün içinden gelen radikal grupların inanç ve davranışlarındaki sertliğin en önemli kaynaklarından biri kendilerine özgü üç parçalı iman anlayışlarıdır. Hanefilik, Şafilik ve hatta Malikilik gibi ana İslam akımlarının aksine Selefiler imanı kalbin tasdiki, dilin ikrarı (‘ben Müslümanım’
demesi), ve kişinin bunları amele dökmesi (yani haramlara ve helallere riayet etmesi, ibadetleri yerine getirmesi) olmak üzere üç parçadan müteşekkil olarak kabul etmektedirler. Bu çok kritik bir husustur, çünkü tekfirciliğe giden yolu bu inanç açmaktadır.
Doğru yolda olmadığına inanılan, davranışları ile Müslümanlığını göstermeyen, yahut hata işleyen insanların imanı sorgulanır hale gelmektedir. Bu iman anlayışı beraberinde irtidad (dinden çıkma) meselesini getirmekte, irtidad da cihad adı altında şiddet uygulamayı beraberinde getirmektedir.
< PKK gibi seküler ve etnik milliyetçilik kökenli terör örgütleri Avrupa’da rahat bir şekilde gençleri radikalleştirebilmek te
ve bu durum bulundukları ülkelerce görmezlikten gelinebilmekte ve hatta desteklenebilmekte dir. >
Tekfirci selefiliğin en önemli metodolojik özelliklerinden birisi lafızcılığıdır (literalizm). Buna göre bir ayet metninin kendisi, onun hangi maksatla geldiği, yahut Hz. Peygamberin bir sözünün ne amaçla söylendiği dikkate alınmadan, zaman-mekândan da soyutlanmış biçimde bugüne taşınmakta ve o metnin getirdiği sonuçla kendini ve diğer insanları muhatap kılmaktadır. Bununla beraber bid’at adı verilen ve Peygamber ve ilk dönem Müslümanlar döneminde olmayıp sonradan dinin kültürüne eklenen cami minareleri, mevlüt törenleri gibi unsurlara karşı sert tavır da yine bu tekfirci selefiliği ayırdeden bir husustur. Genel olarak Şia’ya ve hemen tüm Sufi düşünce ve akımlara karşı çok sert bir karşıtlık da yine belirleyici özellikleridir.
< Hanefilik, Şafilik ve hatta Malikilik gibiana İslam akımlarının aksine Selefileri manı kalbin tasdiki, dilin ikrarı (‘ben Müslümanım’ demesi), ve kişinin bunlarıamele dökmesi (yani haramlara ve helallereriayet etmesi, ibadetleri yerine getirmesi) olmak üzere üç parçadan müteşekkil olarak kabul etmektedirler. >
Bu grupların diğer bir önemli özellikleri de Kur’an-ı Kerim’i de hadisler çerçevesinde değerlendiren hadisçilikleridir. Hadis külliyatı içinde sahihi, zayıfı, uydurması olan büyük bir külliyattır. Hadisçiler akli çözümlemeleri yanlış görerek sahih kabul etmemekte, bunun yerine çok zayıf dahi olsalar hadislerle, rivayetlerle, ve sahabeden gelen uygulamalar ve sözlerle hareket etmeyi uygun
görmektedirler. Bu çerçevede DAEŞ gibi gruplar için hadis rivayetlerinde yer alan fitne ve kıyamet haberleri büyük önem arz etmektedir.
Mesela hadis külliyatında kıyamete yakın olacak olayları anlatan rivayetleri içeren ve adına ‘herş ve melaim hadisleri’ denen bir bölüm mevcuttur.
Bu bölümlerde yer alan ve gelecekte., gerçekleşeceği söylenen bir takım olayları, savaşları, yönetim değişikliklerini, ve deprem gibi bazı doğa olaylarını haber veren rivayetleri bu gruplar çok önemsemekte, bu tarz rivayetleri derleyip risaleler ve şerhler yazmakta ve yaşanan gelişmeleri bu rivayetlere uydurmaya çalışmaktadırlar. Mesela DAEŞ’in çıkarttığı derginin adı olan ‘Dabık’, Türkiye sınırının güneyinde bir kasabadır ve bu rivayetlerde geçen bir yerdir. Türkçe dergileri ‘Konstantiniye yeniden fethedilecektir’ rivayetine sürekli atıf yapmaktadır ki bu onların anlayışına göre Konstantiniye Roma’yı da içine almaktadır.
Son olarak DAEŞ’in İslam Devleti kurduğunu söylemesinin ve Hilafeti ilan etmesinin de bir etkisinin olduğunu görmek gerekmektedir.
DAEŞ “kim bir Halife’ye biat etmeden ölür ise cahiliye ölümü ile ölmüş olur” şeklindeki hadis rivayetlerini ve İslam yurduna hicret etmenin dindeki önemini kullanarak insanları kendi hakimiyeti altındaki topraklara ‘hicret’ etmeye yahut en azından ona ‘biatlarını’ sunmaya davet etmektedir.
Bu ve benzeri çağrılar örgütün potansiyel muhatap kitlesinde ideolojik bir kırılganlık oluşturmaktadır.
< Sahada yapılan antropolojik çalışmalar incelendiğinde Avrupa’da İslam bağlantılı radikalleşmenin çoğunlukla ‘yeniden doğma’
(born again) olarak tarif edilen Müslümanlarda gerçekleştiği görülmektedir. >
Genellikle gece hayatı, uyuşturucu, ve çoğu zaman yasadışı faaliyetler
ile içiçe bir hayat yaşayan insanların hayatlarının bir noktasında kaza, hastalık, bir yakınlarının ölümü gibi travmatik ya da şok etkisi yaratan ve hayatın anlamını sorgulatan bir olay yaşadıklarında bunu bir dönüm noktası olarak tecrübe edip radikalleşebildikleri görülmektedir.
Böyle durumlarla karşılaştıklarında bu profildeki kişiler zihinlerindeki her soruya net cevaplar veren, siyah ve beyaz dışında renk tanımayan, sorgulama kabul etmeyen, kat’i ve sert bir İslam yorumuna yönelebilmektedirler. Kendilerinden mutlak anlamda emin olmak istemeleri bu psikolojinin en dominant unsurunu teşkil etmektedir. Dolayısıyla radikakalleşmeyi önleme ve geri çevirme (deradikalizasyon) stratejileri de kişilerdeki bu katı kendinden emin olma halini sorgulatmayı hedeflemelidir.
Meselenin kimlik oluşumu yönüyle alakalı olarak da yeni sayılabilecek bir olguyla karşılaşmaktayız. Yapıları itibariyle kimlikler genel olarak uzun süreçlerde şekillenseler de DAEŞ örneğinde gece kulüplerinden çıkmayan kişilerin iki ay gibi kısa sürelerde radikalleşerek ölümcül intihar saldırıları düzenlediklerine şahit olunmaktadır. Bu anlamda DAEŞ Batı’da gerçekleşen ve Müslümanları
rencide eden dini sembollere ve Müslümanlara saldırıları çok etkin bir şekilde örgüte katılım propagandası ve radikalleşme kanalı olarak kullanmaktadır. Çatışma bölgelerinde eğitim gören gençleri de örgüt daha kolay saflarına katabilmektedir. Evlilik, akrabalık ve komşuluk bağlarını ve dernekler gibi kurumsallıkları örgüt kendisine eleman devşirmek için kullanmaktadır. Bununla
beraber cezaevlerine giren örgüt üyelerinin cezaevi içindeki diğer mahkumları veya onları ziyarete gelen akrabalarını ve bağlantılı oldukları çevrelerini radikalleştirme ihtimaline karşı da dikkatli olunmalıdır.
Radikalleşmenin gerçekleşme biçimleri ve yolları da bağlamdan bağlama farklılık göstermektedir. Mesela Avrupa’dan DAEŞ’e katılımlar genelde internet üzerinde kurulan ilişkilerle gerçekleşirken Almanya’da yapılan çalışmalar bu ülkeden DAEŞ’e katılan yabancı savaşçıların ağırlıklı olarak internet üzerinden değil, daha çok kendi çevrelerinde radikalleştiklerini ortaya koymaktadır.
< Suriye’deki yabancı savaşçıların sayısı 2011 yılında 280, 2012 yılında 600 küsur, 2013 yılında 1000 küsur, 2014 yılında 4000 küsur, 2015 yılında ise 37 bin olarak ölçülmüştür. >
Suriye’deki yabancı savaşçıların sayısı 2011 yılında 280, 2012 yılında 600 küsur, 2013 yılında 1000 küsur, 2014 yılında 4000 küsur, 2015 yılında ise 37 bin olarak ölçülmüştür. Bugün DAEŞ’le alakalı olarak Türkiye’de yabancılar dahil 900 civarında kişi tutuklanmış, 3100’den fazla yabancı sınır dışı edilmiştir. 2015
başından bu yana DAEŞ’le bağlantılı olduğu değerlendirilen ve Suriyeli veya Iraklı olmayan 1200 üçüncü ülke vatandaşı Türkiye sınırında yakalanmış, 1700 kişi de havalimanlarında durdurulmuştur.
Yapılan bir çalışma Almanya’dan DAEŞ’e katılanların %30’unun gittikleri yerlerde kaldığını, % 35’inin öldüğünü, %17’sinin Almanya’ya döndüğünü, %18’inin de üçüncü ülkelere gittiğini tespit etmektedir. Türkiye bu hususta “kontrollü geri dönüş” kavramı çerçevesinde diğer ülkelerin de güvenliklerini sağlayabilmek için sınır dışı ettiği DAEŞ iltisaklı kişilerle ilgili olarak, herhangi bir mecburiyeti bulunmamasına rağmen, diğer ülkelerle irtibata geçerek onları uyarmaktadır.
3. Aşırıcılıkla Mücadele Stratejileri ve Türkiye
< Türkiye’de yaşanan radikalleşme ağırlıklı olarak seküler etnik temelde PKK, mezhepçi ve seküler devrimci temelde DHKP-C ve yine mezhepçi temelde DAEŞ eksenlerinde görülmektedir. >
Toplumdaki yaklaşık %80’lik bir kitleyi mesajının muhatabı alması ve ana omurgayı radikalleştirmeyi hedeflemesi bakımından potansiyel olarak en büyük tehlikenin DAEŞ’ten geldiği söylenebilirse de bu örgütün toplumda ciddi bir karşılık bulmadığı ve henüz PKK kadar bir kadro ve organizasyona sahip olma- Türkiye’de yaşanan radikalleşme ağırlıklı olarak seküler etnik temelde PKK, mezhepçi ve seküler devrimci temelde DHKP-C ve yine mezhepçi temelde DAEŞ eksenlerinde görülmektedir.
Şiddete Varan Aşırıcılık: DAEŞ Olgusu ve DAEŞ’e Katılımın Dinamikleri dığı değerlendirilmektedir. Bununla beraber bu üç terör örgütü birbirlerinin stratejilerinden ve pratiklerinden kurumsal bir öğrenme gerçekleştirmektedirler. Radikalleşme dinamiklerinin stratejik denetiminin ve ilham kaynaklarının da küresel hale getirmek noktasında birbirleriyle etkileşim içinde olduklarını görmek gerekmektedir. Mesela DAEŞ’in mobilize ettiği yabancı savaşçılar fenomeni gibi Rojava olarak adlandırılan Suriye’nin kuzeyi için de PYD Kazakistan’daki ve hatta Latin Amerika’daki Kürtleri istihdam etmeye yönelik benzer bir arayış içerisindedir.
DAEŞ’in Türkiye’de dört ayaklı ve birbiriyle eklemlenmiş bir strateji izlediği görülmektedir.
Birinci süreçte DAEŞ sessizliği ve eylemsizliği tercih etmiş, bu süreç boyunca düşünülenden daha sistematik bir şekilde ağırlıklı olarak internet
üzerinden organize olmuştur.
İkinci aşama 2014’te Musul Başkonsolosluğumuzun işgali ile başlamıştır. Bu süreçte devlet dışı bir aktör olan örgüt önce Suriye ve Irak’ta savaşmış
ve bu savaşı Türkiye’nin içine taşımıştır. Türkiye’de kitlelerin sempatisini kazanabilmek için daha çok PKK merkezli bir strateji izlemiştir.
Üçüncü Aşamada Örgüt Türkiye’deki yabancılara saldırma stratejisini benimsemiştir. Mevcut dördüncü aşamada ise örgüt devlet kurumlarına
ve siyasetçilere yönelmiştir.
Bu noktada şahısları tek tek cezalandırmak yerine bozucu bir strateji üretmek gerekmektedir.
Bu stratejinin Suriye ve Irak’ta oluşan devlet benzeri yapılar ve Avrupa’da yaptıkları faaliyetler gözetilerek geliştirilmesi gerekmektedir.
< Aşırıcılığa karşı verilecek mücadelenin en temel ve öncül ayağı şiddete varan ve şiddeti meşrulaştıran radikalleşmenin dinamiklerini ve rasyonalitesini tahlil etmektir. İnsanların hayatını riske atan her hareketin etnik, ideolojik, dini, yahut bunların karışımı bir rasyonalitesi ve hikayesi vardır.>
Aşırıcılığa karşı verilecek mücadelenin en temel ve öncül ayağı şiddete varan ve şiddeti meşrulaştıran radikalleşmenin dinamiklerini ve rasyonalitesini tahlil etmektir. İnsanların hayatını riske atan her hareketin etnik, ideolojik, dini, yahut bunların karışımı bir rasyonalitesi ve hikayesi vardır. Bu hikayeyi uluslararası sistemde tutunduran unsur ise şiddettir.
Bu sebeple iç savaşların ve terörist şiddetin yeniden karıcı, ayrıştırıcı, yeniden bütünleştirici ve aynı zamanda yeni dinamik süreçler üretici fonksiyonlarını göz ardı etmemek gerekmektedir. Dolayısıyla terörist şiddetin ve iç savaş dinamiğinin çok iyi tahlil edilmesi gerekmektedir. Şiddet belirli bir argümanla başlatıldıktan sonra kendine has bir ekosistem oluşturur. Bu yüzden şiddeti besleyen bu siyasi, ekonomik ve psikolojik ekosistemi değiştirmek için birkaç nesil sürecek bir süreç yönetilmelidir. Bunun için hem devletler hem de toplum düzeyinde atılması gereken adımlar mevcuttur.
DAEŞ, stratejisi, yöntemi, vasıtası, eleman yapısı ve nüfus kontrolü oldukça akışkan ve değişken bir organizma olarak geleneksel hiyerarşik devlet yapılarına karşı bir avantaj elde etmektedir, çünkü devletler bu örgütler karşısında reaktif ve tepkisel kalmakta, dolayısıyla inisiyatifi bu örgütler ele almaktadırlar. Bu ‘postmodern’ haliyle DAEŞ gibi örgütler daha inovatif ve yenilikçi olabilmektedirler.
Mesela Brüksel saldırılarını gerçekleştiren DAEŞ militanlarının kendi aralarında iletişim için SONY marka oyun konsollarını kullandıklarını Brüksel Emniyet Müdürü gözyaşları içinde açıklamıştır.
Bu anlamda saldırgan terörist yapılar ile savunmada bulunan ve onları engellemeye çalışan devlet yapıları arasında bir asimetri bulunmaktadır. Devletler kendi güvenliklerini sağlamak için anayasal sistem içinde hareket ederler ve anayasalar iktidarı yasama, yürütme ve yargı arasında dağıtır. Güç dağıtıldığı için devletler bazı durumlarda DAEŞ gibi örgütlerle mücadele için organize olmakta zorluk çekmektedirler. Bu asimetriyi aşabilmek için bu terörist yapıların düşünce kodlarını çözebilmek gerekmektedir.
İdeolojik olarak da aşağıdan yukarı bir yaklaşımla kendi zihinlerindeki ütopyaların çöktüğünü göstererek kendi bakışını sorgulatmaya ve zaman içinde de gruptan kendini uzaklaştırmaya sebep olacak stratejiler takip edilmelidir.
DAEŞ gibi şiddete bulaşmış militanların kendi kafalarına göre uydurdukları İslam’a karşı ‘gerçek İslam budur’ şeklinde yapılan telkinlerin etkisinin çok kısıtlı olduğu, bunun yerine bu grubun içinde radikalleşmiş fakat zamanla uğradığı illüzyonun farkına varmış ve gruptan kopma noktasına gelmiş insanların daha etkili olacağı değerlendirilmektedir. Bu çerçevede bu profile uyan kişilerin
tespiti, bir araya getirilmesi ve etkin mobilizasyonu DAEŞ ile mücadelede çok etkili olma potansiyeli taşımaktadır. Sahada yapılan gözlemler DAEŞ’ten kopmuş insanların örgüte karşı tiksinti derecesinde büyük bir nefret içinde olduğunu, zihinlerindeki ütopya ile beraber kendi hayatlarını, işlerini, statülerini de kaybetmiş oldukları için bir ihanet hissi içinde olduklarını göstermektedir. Yine bu kişilerin örgütün intikamından korkup saklanmak yerine kendi hikâyesini anlatmak istediği, başkalarının gözünü açmak için gerekirse kendilerini feda etmek istedikleri görülmüştür.
DAEŞ gibi örgütlerle mücadelede bu dinamik göz önünde bulundurulmalı ve değerlendirilmelidir.
< Aşırıcılığa varan şiddeti engellemenin en önemli metodlarından biri, Terörle Mücadele Küresel Forumu altındaki Şiddete Varan Aşırıcılık inisiyatifinin de vurguladığı üzere, birey ve grupların ideolojik dayanıklılığını artırmaktır. >
Aşırıcı kaynaklardan kitlelere yönelen mesajlar nasıl karşılanacak ve etkisizleştirilecektir?
Bunun için bu mesaja karşı dayanıklılığı daha az olan grupların tespit edilebilmesi gerekmektedir. Mesela DAEŞ’in mesajına karşı kırılganlığın
ölçütü dindarlık yahut sosyo-ekonomik statü, aile yapısı, yahut toplumsal entegrasyon sorunları değildir, fakat bu faktörlerin her birinin farklı
düzeylerde etkisi bulunmaktadır. Bununla beraber Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendi eliyle yapmadığı ama finanse ve kontrol ettiği bir çalışma
ile DAEŞ’in insanları ikna için dillendirdiği dini argümanların karşı argümanlarını içeren 3-5 dakikalık kısa videoların Youtube gibi internet kanallarına
yüklenmesinin örgütün internet üzerindeki etkinliğini kırmaya yardımcı olacağı değerlendirilmektedir.
< Radikalleşmekte olan kişi sürecin en erken hangi evresinde tespit edilebilirse radikalleşmeden vazgeçirmeye yönelik ikna çabaları da o derece başarılı olmaktadır. >
Terörü önleyici stratejiler içinde en önemlilerinden birisi devletin güvenlik ve diğer birimlerinin kendini dışlanmış, ötekileştirilmiş ve marjinalleştirilmiş kabul eden bir grup ile karşılaştığında ona nasıl yaklaşacağını bilen ve ondan gelen mesajları okuyabilen bir ortak akıl geliştirebilmesidir.
Bu noktada radikalleşmeyi önlemek için zamanlama çok önemli bir husustur. Radikalleşmekte olan kişi sürecin en erken hangi evresinde tespit edilebilirse radikalleşmeden vazgeçirmeye yönelik ikna çabaları da o derece başarılı olmaktadır.
Bununla beraber DAEŞ gibi yapıların inançlarının ve eylemlerinin gerçek İslam’ı yansıtmadığına dair geliştirilen söylemlerin radikalleşme yoluna girmiş bulunanları geri çeviremediği de saha çalışmalarının tespit ettiği bir husustur. Dahası, 11 Eylül’le beraber ABD’nin radikal selefiliğe karşı sufiliğe destek olduğu şeklindeki genel algı da potansiyel DAEŞ sempatizanlarının sufi çizginin etkisinden uzak kalmasına katkı sunmaktadır. Bu anlamda radikalleşme yoluna girenleri ikna ile geri çevirecek ve o yolun mantığını sorgulatacak
söylemsel strateji o yolun kuralları daha etkin kullanılarak geliştirilmelidir.
Diğer bir ifade ile DAEŞ propagandasının etki alanında bulunan bir kişi için cepheden ve dışarıdan yapılacak bir karşı eleştiri yahut saldırının
ikna ediciliği oldukça kısıtlıdır, çünkü DAEŞ gibi aşırıcı gruplar zaten kendi yollarının dışında bir sese kulak verilmemesi gerektiğini sempatizanlarına
aşılamaktadırlar. Radikalleşmekte olan kişi sürecin en erken hangi evresinde tespit edilebilirse radikalleşmeden vazgeçirmeye yönelik ikna çabaları
da o derece başarılı olmaktadır.
Bununla beraber dini söylem anlamında ‘irca’ olarak adlandırılan teolojik argümanın kullanılmasının etkili olabileceği değerlendirilmektedir.
İrca kavramı İslami ilimler literatüründe üzerinde ihtilaf edilen konularda insanları tekfir etmeden meseleyi Allah’a havale etme, eğer o kişi
gerçekten küfre düşmüşse Allah’ın ona göre muamele etmesini dilemeyi ifade etmektir. Dolayısıyla bu kavram insanların kendilerini tanrı yerine
koyup yargılamamalarını salık vermektedir. Bu dini literatür içerisinde Kuran ve Sünnette kökleri olan çok güçlü bir referanstır. İrca aşırıcılığa karşı
yürütülen karşı dini söylem oluşturma mücadelesi bağlamında başvurulabilecek önemli bir misyondur.
Şiddete varan aşırıcılıkla mücadelesinde devlet kurumlarının daha etkin olabilmesi için yapısal olarak daha spesifik ve özelleşmiş birimler
ve koordinatörlükler oluşturulması değerlendirilmelidir.
Mesela Boko Haram terör örgütüyle mücadele eden Nijerya 7. Kolordu adıyla bu meseleye münhasır özel bir birlik ihdas etmiş, bu şekilde daha proaktif olabilmiştir.
Fakat diğer taraftan Türkiye’de terörle mücadelede 28 farklı kurumun veya birimin sorumluluğu bulunmaktadır. Güvenliğin sağlanabilmesi için bu bütünleşik fonksiyonun daha net bir şekilde tanımlanması, görev ve sorumlulukların daha net bir şekilde paylaştırılması, kurumlararası işbirliğinin artırılması, gerekli hukuki düzenlemelerin yapılması ve özel koordinatörlüklerin oluşturulması mücadele etkinliğini artırabilecektir. Bu yapıldığı takdirde mücadelenin seyri ve başarısı daha iyi ölçülebilecek ve sayısallaştırılabilecek tir. Çatı bir kurumun teşkil edilmesi durumunda entegre ve bütüncül bir strateji oluşturmak kolaylaşacak ve hesap verebilirlik yetisi artacaktır.
< Şiddete varan aşırıcılıkla mücadelesinde devlet kurumlarının daha etkin olabilmesi için yapısal olarak daha spesifik ve özelleşmiş birimler ve koordinatörlükler oluşturulması değerlendirilmelidir. >
4. Sonuç
Radikallikten arındırma (deradikalizasyon) süreçleriyle alakalı olarak Türkiye’nin Balkanlar, Orta Asya ve Uygur coğrafyasında etkin bir rol oynayabileceği değerlendirilmektedir. Türkiye DAEŞ virüsü ile enfekte olmuş bu coğrafyalarda kinetik ve operasyonel önlemler almak veya silahlı mücadeleye girmek yerine radikal fikirlerle mücadele bağlamında lokomotif rol üstlenerek bunu dış politikasının yeni bir alanı ve enstrümanı haline getirebilir. Nitekim Kazakistan gibi ülkeler kendi deradikalizasyon mücadelelerinde Rus, Çin ve Amerikan etkisini azaltmak istemektedirler. Hatay ve Mardin gibi çok dinli şehirlerimiz ekseninde deradikalizasyon çalışmalarında bir Türk ekolü kurumsallaştırılması değerlendirilmelidir.
< Kendisi dışında bir çizgiyi sahih müslüman kabul etmeyen DAEŞ bugün neredeyse Sünni İslam dünyasının temsilcisi konumuna sokulmakta, her Sünni’nin potansiyel olarak bu örgütün üyesi haline gelebileceği algısı oluşturulmaktadır. >
Bu sebeple meselenin ilahiyat yönüne bakan kısmıyla beraber siyasi ve sosyal boyutları bölgesel ve uluslararası düzeyde değerlendirilmelidir.
Kendisi dışında bir çizgiyi sahih müslüman kabul etmeyen DAEŞ bugün neredeyse Sünni İslam dünyasının temsilcisi konumuna sokulmakta,
her Sünni’nin potansiyel olarak bu örgütün üyesi haline gelebileceği algısı oluşturulmaktadır.
Bu rapora temel teşkil eden toplantıda Fethullahçı Terör Örgütü/ Paralel Devlet Yapılanması’na (FETÖ/PDY) yer yer değinilmiş olmasına rağmen ağırlık DAEŞ terör örgütünün dinamiklerini anlamaya ve mücadele stratejilerine verilmiştir.
Fakat toplantının sonrasında gerçekleşmiş olan 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, FETÖ/PDY’nin dini motivasyonlu ‘şiddete varan aşırıcılık’ bağlamında daha derinlemesine tahlil edilmesinin aciliyetini ortaya koymuştur. 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe teşebbüsü sürecinde Fethullah Gülen’e bağlı rütbeli subayların sivil halkı ve güvenlik güçlerini ayrım gözetmeden canice öldürmesi gizli bir kült şeklinde organize olmuş bu yapılanmanın canilikte DAEŞ’le mukayese edilebilecek gözü dönmüşlükte bir silahlı terör örgütüne dönüştüğü nü ispat etmiştir. İki ülke arasındaki savaşta bile sivillerin, kadınların ve çocukların hedef alınması uluslararası hukuk ile yasaklanmışken askeri olduğu ülkenin vatandaşlarına sivil, kadın, yaşlı, çocuk demeden ölümüne silah yönelten ve 241 vatandaşımızı Şehid edip 1.535’ini yaralayan Fethullahçı Terör Örgütü’yle mücadele yöntemlerinin müstakil olarak ele alınması gerekmektedir.
FETÖ/PDY’yi diğer terör örgütlerinden ayıran ve devlet ve toplum için daha tehlikeli hale getiren ayırdedici özelliği sadece sivil toplumda değil, daha da öncelikli ve önemli olarak, devletin sivil ve askeri organları içerisinde örgütlenmiş olmasıdır. Dolayısıyla örgütsel anlamda neyle ve nasıl mücadele edileceği, örgütün yurt içi ve dışı şebekeleri ve destek ağları iyi tanımlanmalıdır.
www.sam.gov.tr @sam_mfa
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder