Adını Koyanda, Siyasileşen Dava,
Sami SELÇUK
20 Ocak 2009
Star
Ne zaman kamuoyunu ilgilendiren bir yargılama olsa, Türkiye ádeta hukuk bilincinden yoksunluğunu cömertçe sergiliyor. Her boydan insan yargıçların yerine geçerek hüküm kuruyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimiyle, AK Partinin kapatılmasıyla, Anayasanın 10. ve 42. maddeleriyle ilgili davalarda da böyle olmuştu.
Şimdi de Ergenekon diye adlandırılan davada benzer tutum yineleniyor. Her dava siyasileşiyor. Ortalık toz duman. Ders çıkaran yok. Tarih "tekerrür ediyor".
Böyle bir ortamda ne denli nesnel ve yansız olursanız olun, ne söylerseniz söyleyin karşıtların yandaşları size bir rol biçecektir. Bunu önleyemezsiniz.
Önce sustum. Olmadı. Sonra soyut değerlendirmeler yaptım. Olmadı.
Bilim der ki: "Bal çok yararlı bir besindir. Ama sıcak çaya konulmaz; zehre dönüşür".
Bilim der ki: Siyaset soylu ve özverili bir kamu hizmetidir. Ama bir tutamcık siyaset, yargıya/yargılamaya karıştırılırsa, virüse dönüşür. Yargı hastalanır; kirli adalet salgılar.
Bizler, sanki sürekli bilim ve tarih dışı yaşıyoruz.
Yargıyı, bu kirlenmeden arındırmak zorundayız.
Bir kez gerçek hukukçu kamuoyundaki dedikodulara göre yaklaşamaz konulara.
Hukukun soğuk mantığıyla yaklaşır.
Bu mantığa göre, T. Ceza Yasasının (TCY) 299-343. maddelerindeki suçlar, siyasi güdülerle (saik) işlenen "siyasi suç"lardır. Bunları işleyen suçlular geri verilemezler (m. 18/1-b; Suçluların Geri Verilmesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi, m. 3/1).
Ergenekon davası iddianamesinde eylem(ler), TCY'nin 313. maddesine sokulmuştur; yani siyasi bir suç söz konudur.
Siyasi suçlar çoğu kez, ülkeyi daha iyi yönetmek gibi olumlu güdülerle işlenirler.
Ancak güdü, olumlu, soylu da olsa suçun oluşmasını etkilemez.
Zenginden çalıp yoksulu doyurmak iyi güdüyle işlenen bir eylemdir. Ama yine de hırsızlıktır. Bu nedenle siyasi güdü eylemi suç olmaktan çıkartmaz. Ancak güdünün iyi olması, yaptırımın bireyselleştirilmesinde değerlendirilir (m. 61, 62). O kadar.
Şu hiç unutulmamalı: Suçun siyasi olması başka, davanın siyasileştirilmesi başkadır.
Kilise yargılamasında, 14. Louis'nin 1670 tarihli Buyrultusunda, ikrar kanıtların kraliçesiydi. Ne pahasına olursa olsun ikrara ulaşılmalıydı. İkrarı elde etmek için onurlar çiğnense bile her yönteme başvurulurdu. İşkence yasaldı. Bu sistemin adı, yasal kanıta yaslanan engizisyondur.
Aydınlanma bu tiksindirici zorbalığı yıktı. Çağcıl hukukta her şey kanıt olabilir. Kanıtlar arasında sıradüzeni olamaz. Kanıtları değerlendiren yargıç, bir ikrarı geçersiz sayabilir. Yani maddi gerçeğe ne pahasına olursa olsun değil, insana saygı ve hukuka uygun kanıtlarla ulaşılır. Bu sistemin adı, kanıt özgürlüğü ve vicdani kanıya dayanan suçlama sistemidir.
Bu bilgilerin ışığında yaşanan ilk yanılgıyı kolayca saptayabiliriz.
1890'lar Fransa'sındaki Dreyfus Davasında olduğu gibi, bu davada da Türk kamuoyu ikiye bölünmüştür:
Ergenekon yandaşları, hukuki/yöntemsel yanılgılar bahanesiyle esasın karartılmak, hatta sulandırılmak, "cambaza bak" dolanlarıyla bavulun çalınmak istendiğini; Ergenekon karşıtları ise, düşsel kanıtlarla dava açıldığını, amacın ideolojik sindirme olduğunu ileri sürüyorlar.
Hukuk, yargı, bu iki siyasi yaklaşımla da ilgilen(e)mez.
Bu yaklaşımların sahipleri davaya Ergenekon dediler.
Hayır. Ergenekon diye bir dava yoktur. Sadece "Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı başkaldırı" suçu (m. 313) ve davası vardır.
Davanın hukuki adı, bu.
Siyasi adı ise Ergenekon.
Demek, davayı siyasileştirme, daha işin başında, ona "Ergenekon" adını koyanda başlamıştır. Bu bir.
Hukukun gözünde suçun ve davanın, eylem ve suç sayısı açısından kapsamlısı, karmaşığı olabilir. Kamuoyunun ilgisini çok çekeni, ünlüsü olabilir. Ama davanın ve sanıklarının ünlü olması davayı büyük küçük, önemli önemsiz kılmaz. Suç hukukunun, yargılama hukukunun, hukukçuların gözünde bu suç ve dava ile bir hırsızlık, yağma, taksirli insan öldürme suç ve davası arasında hiçbir fark, ayrıcalık yoktur. Olamaz da. Bu iki.
Bu nedenlerle de hukuk sistemimize göre herhangi bir yolla suç işlendiğini öğrenen her savcı;
1-Ádil yargılanmayı sağlamak için, işin doğrusunu, maddi gerçeği araştırmakla, asla ayrım yapmaksızın kuşkulunun lehinde ve aleyhinde bütün kanıtları eksiksiz toplamakla, soruşturmayı sonuna dek, evet sonuna dek götürmekle yükümlüdür (Ceza Yargılama Yasası [CYY], m. 160). Sadece bu olayda değil, bütün suçlarda da bu böyledir. Suçlar kural olarak kendiliğinden soruşturulurlar ve kovuşturulurlar. Bu davadaki suçlar da böyle. Hiçbir savcı ben bunu soruşturamam diyemez. İster Ergenekon yandaşları, ister karşıtları gibi düşünsün, sonuç değişmez. İdeolojisini mesleğine karıştıramaz. Bu nedenle ben bunları göz ardı ediyorum diyen bir savcı suç işlemiş olur (TCY, m. 257).
2-Suç işlendiğine ilişkin kanıtlar kuşku noktasına gelince de her savcı her olayda davayı açmak zorundadır (CYY, m. 170). Takdir hakkı yoktur. Dava kuşku ile başlar, açık yargılamada kuşkunun ortaklaşa yenilmesiyle biter. Hiçbir kanıt önceden (a priori olarak) reddedilemez. Kanıtların inandırıcı olup olmadıkları ancak duruşmada değerlendirilir.
Kimse şunları unutmasın: Hukukun üstünlüğüne, hukuk karşısında herkesin eşitliğine yaslanan bir düzende, kimse başına buyruk soruşturma açamaz ve yapamaz; kimse başına buyruk insanları cezalandıramaz. Soruşturmayı, kovuşturmayı yasalar yaptırır ve yönlendirirler, insanlar değil. İnsanları yasalar cezalandırırlar, insanlar değil.
Bu nedenlerle kimi yazarların yaptıkları gibi, soruşturmaları, kovuşturmaları kişilere bağlamak, "o bile olsa soruşturma yapardı, davayı açardı" gibilerden değerlendirmelerde bulunmak, sıradan bilgilere, tutumlara, "bakın ne denli dürüst" dercesine övgüler düzmek bağışlanmaz bir yanılgıdır. Bu üç.
Ya övülenlerin bu gösterilere sessiz kalmalarına ne demeli? Bu da bir başka hukuki yeğnilik olsa gerek.
Ne dersiniz? Buna da dört diyelim mi?
Daha bitmedi. Gelecek yazıdakiler sanırım daha da önemli.
SAMİ SELÇUK - STAR
**************
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder