30 Eylül 2017 Cumartesi

A.B.D. SÜPER GÜÇ OLARAK KALABİLİR Mİ? BÖLÜM 3


 A.B.D. SÜPER GÜÇ OLARAK KALABİLİR Mİ?  BÖLÜM 3


Dünya anakarasının ortasında yeralan Avrasya bölgesinin, Asya’nın 
büyük ülkelerinin denetimine geçmesi, ya da Avrasya bölgesinde rekabet 
için de olan güçlü ülkelerin önderliğinde bağımsız bir kıtasal 
devlete dönüşmesi, Avrupa ile beraber ABD’nin de geleceği açısından 
önemli güvenlik sorunları çıkartabilecektir. Bunu farkeden başta 
Almanya olmak üzere, tüm büyük Avrupa ülkeleri ile beraber Avrupa 
Birliğide kendi çıkarları doğrultusunda bir Avrasya politikasını gündeme 
getirmişlerdir. Avrasya bölgesinde meydana gelebilecek bir Asya ülkesi 
egemenliği ya da bağımsız bir büyük siyasal oluşum, tüm Batıyı tehdit 
edebileceği gibi, bu bölgenin Almanya ya da Avrupa’nın hegemonyası 
altına sürüklenmesi de, ABD’yi tehdit edebilecek ve ABD’nin 
Avrupa’daki ikinci imparatorluğuna son verecektir. İkinci imparatorluğunu 
koruyamayan ABD ise, Avrasya bölgesinde üçüncü bir imparatorluk 
hiç bir zaman kuramayacak ve bu durumda da Avrasya bölgesini 
kontrol altında tutamayan ABD’nin süper güç olarak hegemonyasını 
sürdürmesi artık mümkün olamayacaktır. Jeopolitik teorilere göre 
Avrasya’ya egemen olanın dünyaya egemen olabileceği görüşü, 
ABD’nin süper güç konumunu koruması açısından son derece önem 
taşımaktadır. ABD, ilk iki imparatorluğunu koruyabilmek için, yeni 
dünya koşullarında Avrasya’da da bir üçüncü imparatorluk kurmak 
zorundadır. Bunu kurabilirse, süper güç olarak kendisinin merkezde 
yer aldığı bir yeni dünya düzeni kurabilir, kuramazsa o zaman 
Avrasya’ya egemen olacak güç, yeni süper güç olarak ABD’nin bugünkü 
konumuna gelebilir. Günümüz koşullarında ABD dış politikası bu duruma 
öncelik vermektedir, ve Avrasya bölgesinde Post-sovyet dönemde 
yeni bir büyük siyasal otoritenin öne geçmesini önlemeğe çalışmaktadır. 
Balkanlar’dan başlayarak, Karadeniz, Kafkaslar, Orta Doğu ve 
Orta Asya bölgelerindeki tüm siyasal gelişmelerde ABD’nin sürekli 
olarak öne çıkması ve başa güreşmesi, ABD’nin süper güç konumunu 
koruyabilmek için zorunlu olduğu, üçüncü imparatorluk alanında hegemonya 
kurma ve başka bir hegemon gücün bu bölgede ortaya 
çıkmasını önleyebilme çabasının yansımalarıdır. 

ABD’nin Avrasya politikasının, Osmanlı İmparatorluğu alanını 
merkez alan bir yaklaşımı gündeme getirdiği görülmektedir. ABD bir 
anlamda, İstanbul’un merkez olduğu Ankara’nın ikinci plana itildiği 
yeni bir Osmanlı hinterlandı yapılanması istemektedir. Ne var ki, 
ABD’nin bu yaklaşımı Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmaya başladığı 
ondokuzuncu yüzyılın ortalarında dünyanın egemeni olan İngiliz 
İmparatorluğu’nun geliştirdiği eski bir plana dayanmaktadır. Bu da, 
dörtlü konfederasyon planıdır. Anglosakson bakış açısı ile hazırlanmış 
olan Benjamin Disraelli planına göre, Osmanlının yıkılmasından sonra 
bu bölgede yeni bir Türk ya da İslam İmpataroluğu’na izin verilmeyecek, 
Almanya ya da Rusya’nın Osmanlı topraklarına girmesine karşı 
çıkılacak ve İngiliz İmparatorluğu’na bağlı bir biçimde, yani İngiliz mandası 
altında dörtlü bir konfederasyon kurulacaktır. İngiltere’nin dünya 
egemeni olduğu dönemde hazırlanan Osmanlının yerini alacak yeni 
siyasal yapı planının, olduğu gibi daha sonra onun yerini alan ABD 
tarafından benimsendiği görülmektedir. Dünyadaki Anglosakson egemenliği 
İngiliz İmparatorluğunun çöküşünden sonra ABD’ye geçmiş ve 
Amerika Birleşik Devletleri bir Anggosakson güç olarak İngiliz İmparatorluğu’nun hegemonyasını sürdürmüştür. Birçok eski İngiliz sömürgesi 
ABD egemenliğine geçerken, Anglosakson dünya egemenliği planları 
da ABD’ye devredilmiştir. Günümüzde İngiltere’nin yerini alan ABD aynı 
planları ya da benzeri projeleri sürdürerek dünyayı yönetmeye 
çalışmaktadır. Bu doğrultuda, eski Osmanlı imparatorluğu alanındaki 
Balkan, Kafkas, Orta Doğu ve Anadolu’da oluşturulacak federasyonların 
daha sonra bir Yakın Doğu Konfederasyonu olarak biraraya getirilmeleri 
planlanmaktadır. Anadolu’da yeniden Sevr haritaları bu yüzden gündeme 
gelmiştir. 

Sosyalist sistemin geri çekilmesinden sonra Balkanlardaki büyük 
güç olan Yugoslavya yıkılmıştır. Balkanlar kendi haline bırakılırsa 
giderek Almanya ya da Avrupa egemenliğine girmektedir. Orta Doğu ve 
Kafkaslar ile beraber Orta Asya’da büyük bir hegemonya çekişmesi 
vardır. Bütün bunların önlenebilmesi için, ABD Türkiye’yi merkezi alan 
olarak ele alan ama Türkiye’nin siyasal yapısını da tıpkı Disraelli 
planında ya da Sevr planında olduğu gibi değiştiren bir yapılanmayı 
dolaylı olarak gündeme getirmektedir. Kurulacak olan dörtlü konfederasyonda 
Balkan ülkeleri, Kafkas ülkeleri ve Orta Doğu ülkeleri ayrı 
federasyonlar halinde yer alacaktır. Ama bugün Türkiye’nin yer aldığı 
Anadolu’nun bir bütün olarak değil, Sevr haritasında olduğu gibi 
eyaletlere bölünen ve daha sonra federasyona dönüşen bir yapıda 
yeralması düşünülmektedir. ABD’nin üçüncü imparatorluğu dörtlü konfederasyon olarak bir Yakın Doğu devleti biçiminde gündeme gelirken; 
Türkiye, Suriye, İran ve Irak gibi devletlerin üniter yapıdan çıkarak 
eyaletlerden oluşan federatif yapılara dönüşmesini de beraberinde 
getirmektedir. İşte bu nedenle, yeni dünya düzeni isteyen ABD; 
Avrasya’da üçüncü imparatorluğunu kurarken, Avrasya’nın çeşitli bölgelerinde 
yeni sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Kendi jeopolitik stratejisi doğrultusunda, sıcak sorunlara yaklaşan ABD, bölgede egemen 
olmak isteyen İsrail, Almanya, ve Rusya gibi diğer güçlerin politikaları 
ile karşı karşıya kalmakta bazen de Türkiye gibi yakın müttefikleri 
ile politik sürtüşme süreçlerine sürüklenmektedir. ABD’nin, 
kendine bağlı bir üçüncü imparatorluk oluşturma stratejisi, 
İngiltere’nin eski dörtlü konfederasyon tezi ile beraber Orta Asya Türk 
Cumhuriyetleri’ni de biraraya getirmeyi öngörmekte, bütün bu bölgeleri 
bir alt örgütlenme merkezi olarak kendine bağlı bir alt merkez 
olarak İstanbul’dan yönetmeyi hedeflemektedir.7 

ABD’nin Avrasya stratejisi, bölge dışı ülkelerin bu bölgeye egemen 
olmalarını önlemeyi hedeflediği kadar, bölge ülkelerinin önderliğinde 
kendisinden bağımsız bir siyasal yapının ortaya çıkmasını da engelle
meye dayanmaktadır. Bunu sağlamak için bölgenin liderliğine aday 
olan Türkiye ve İran gibi ülkelerin bölünmesi, zaman içinde ABD 
açısından kabul edilebilir. ABD’nin Avrasya’da üçüncü bir imparatorluk 
ile dünya hegemonyasını sürdürme stratejisi, Türkiye’nin bölgedeki 
oluşum ile ilgili ulusal stratejisi ile çelişmektedir. Ulusal birlik ve bütünlüğünü 
koruyarak, Avrasya’nın yeniden yapılanmasında Kemalist bir 
model olarak ayakta kalmak isteyen Türkiye modeli, ABD’nin Avrasya 
İmparatorluğu stratejisi içinde eriyip gitmektedir. ABD; üçüncü imparatorluk 
oluşumu için kendisinin kumandasında çok modern bir askeri 
yapılanmayı bu bölgede gündeme getirmek istemektedir. Bu yaklaşım 
da Nato üyesi olan Türkiye’nin ulusal stratejisi ile açıkça çelişmektedir.6 
Türkiye’yi merkez alan yeni bir strateji ile Avrasya’ya bakan ABD; 
Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Orta Asya gibi bölgelerin savunmasını 
merkezi bölgeden yaparken, uluslararası nitelikte bir profesyonel 
ordu istemektedir. Bu da Türkiye Cumhuriyetinin ulusal devlet 
yapısının dayandığı ulusal ordu yapılanması ile çelişmektedir. Türk 
ordusu ulusal kaldığı sürece Türkiye Cumhuriyeti de ulusal devlet 
olarak varlığını koruyabilecektir. Türk Ordusunun ulusal yapıdan uzaklaşması, 
beraberinde yeni bir bölge ordusuna giden profesyonelleşme 
sürecini getirecektir. NATO çerçevesinde gündeme getirilecek profesyonel 
ordu, ABD’nin istediği yönde bölge savunmasına yönelirken, ulusal 
sınırların ötesine taşacak ve yeni bir bölge devletine giden yolda bölgenin 
jandarması konumuna gelebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti 
ABD’nin müttefiki olmasına rağmen, böylesine bir yeni yapılanma, 
Türkiye’nin siyasal yapısını zorlayacağı için iki ülke arasında bazı sorunların 
çıkması kaçınılmazdır. ABD, kendi egemenliğini sürdürmek için 
yeni bir imparatorluk örgütlenmesine girdiği Avrasya bölgesinde, müttefikleri 
ile ters düşerek değil ama karşılıklı konuşarak, asgari ortak 
politikalar belirleyerek hareket ederse daha gerçekçi bir yapılanma gündeme 
gelebilir. ABD’nin Türkiye gibi yakın müttefikleri ile anlaşma ve 
dayanışma içerisinde gündeme getireceği bir Avrasya yapılanması daha 
gerçekçi olacak ve dünya dengelerini fazla sarsmayacaktır. 

ABD’nin Amerika ve Avrupa Kıtalarından sonra Avrasya Kıtasındaki 
üçüncü impatorluğu, varolan çoklu dengelerde büyük gerginliklere yol 
açmadan gerçekleşebilirse o zaman dünyanın ortasında; Balkanlar, 
Karadeniz, Kafkaslar Orta Doğu ve Orta Asya gibi beş önemli bölgeyi 
içine alan bir büyük bölge devleti konfederasyon biçiminde gerçekleşebilir. 
ABD, burada kendi merkezli bir politika yerine bölgede yer 
alan müttefikleri ile işbirliği yaparak daha hızlı ve fazla yol alabilir. 
Kendisinin süper güç olarak ayakta kalabilmesi için, bir üçüncü imparatorluğa 
gereksinme duyan ABD, bu imparatorluğun kurulacağı büyük 
alandaki nüfus çoğunluğunun Türk ve müslüman asıllı insanlardan 
geldiğini ve bunların gerçek merkezlerinin de Türkiye Cumhuriyeti 
olduğunu dikkate almak durumundadır. Bu durumu dikkate almayan ya 
da bu doğrultuda Atatürk’ün Türkiye’sini kendisine ortak almayan bir 
ABD’nin, Türkiye’ye rağmen bir Avrasya yapılanmasını gerçekleştirebilmesi 
son derece zor görünmektedir. Zira kendisinden binlerce kilometre 
ötede bulunan bir alanda, yeni bir siyasal yapılanmaya gidebilmek 
için güçlü bir merkezin oluşturulması gerekmektedir. Bu 
çerçevede, Atatürk’ün Cumhuriyetinin yaşamını sürdürdüğü bir Türkiye 
devletinde, ülkenin ulusal çıkarlarına ters düşen ya da bağdaşmayan 
bir yeni bir siyasal yapılanmayı gerçekleştirmek düşünülemez. Bunu 
Türkiye’yi karşısına alan ABD gibi bir süper güç bile gerçekleştiremez. 

Dünya dengelerinin giderek Avrupa’dan Asya’ya kaydığı, Atlantik 
Okyanusu’nun yerini Pasifik Okyanusu’nun aldığı bir dönemde ABD’nin 
okyanus ötesinden dünya anakarasının merkezi bölgesini yönetebilmesi 
ya da yönlendirebilmesi son derece güçtür. ABD binlerce kilometre 
öteden dünyanın jeopolitik merkezini kontrol etmekte epeyce zorlanacaktır. 
Her türlü teknolojik üstünlük bile bölge ülkelerini izlemekte 
ve denetlemekte bir ölçüde yetersiz kalacaktır. Özellikle bölgede sıcak 
çatışma sorunlarının devam etmesi ve bunların uzun süredir çözümsüz 
kalması; ABD’nin kendine bağımlı bir üçüncü imparatorluk alanı yaratmasını, 
ABD üstünlüğü açısından zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, yeni 
dünya düzeni süreci içinde ABD’nin en fazla ilgilendiği, gene en fazla 
zorlandığı bölge Avrasya alanı olmaktadır. ABD, kendisine bağlı bir 
Avrasya yapılanmasını gerçekleştirebilirse, o zaman kendisinin 
merkezinde yer aldığı yeni dünya düzenini başarabilecektir. Kendisinin 
gerisinde yer alan diğer büyük devletlere sözünü daha kesin olarak dinletebilecek, büyük devletler arasındaki denge bozulmadan oluşacak 
Avrasya yapılanması, ABD’ye rakip olabilecek diğer büyük devletlerin 
dengelenmesinde de önemli bir rol oynayacaktır. Eğer, ABD Avrasya 
yapılanmasını fazla sancısız biçimde gerçekleştirebilirse, o zaman ne 
Asya’nın dev ülkeleri ne de Avrupa’nın büyük ülkeleri ABD üstünlüğüne 
karşı direnemeyeceklerdir. O zaman da, dünyanın ortasında birbirine 
bağlı biçimde üç ayrı imparatorluk kurmuş olan ABD, dünyanın tek 
hegemon gücü olarak devam edecek ve kendisinin merkezinde yer 
aldığı tek ve bütünleşmiş bir dünya düzeni oluşturabilecektir. Kendine 
bağlı üç imparatorluk kuran ABD’nin üstünlüğü o zaman tartışılmaz olabilecektir. 

Ne var ki, böylesine bir sonucu ve geleceğin dünyasını  Avrasya’daki gelişmeler belirleyecektir. 

ABD’nin ikinci imparatorluğunun kurulmuş olduğu Avrupa 
kıtasındaki ülkelerin biraraya gelerek Amerikan güdümünden kurtulmak 
üzere bir Avrupa Birliğine yönelmeleri, ABD üstünlüğü açısından 
Avrasya’da oluşturulacak üçüncü Amerikan imparatorluğunun kurul
masını yaşamsal bir noktaya getirmiştir. Avrupa Birliği’nin kendi 
ordusunu kurarak Nato’yu dışlamak istemesi ve böylece ABD’yi 
Avrupa’dan atmaya yönelmesi ile ABD’nin dünyanın merkezi bölgesi 
olan Avrasya’ya yerleşmesi üstünlüğünü koruyabilmesi için zorunlu bir 
noktaya gelmiştir. ABD kendi kontrolü altından sıyrılmak isteyen Avrupa 
Birliği’ni ancak Avrasya’da kendine bağlı olarak kurabileceği yeni birbüyük 
siyasal yapılanma ile denetleyebileceğini çok iyi bilmektedir. Bu 
nedenle, Avrasya’da yeni Amerikan yapılanması, ABD’nin dünya üstünlüğü 
açısından son derece kaçınılmaz bir noktaya gelmiştir. ABD 
imparatorluklarını üçe çıkarmak isterken, ikincisini yitirme aşamasına 
sürüklendiği için üçüncünün kurulması, diğer ikisinin korunması 
açısından yaşamsal bir anlam kazanmıştır. İki dünya savaşı çıkmasına 
neden olan maceraperest Alman politikası Avrupa Birliği’ne egemen 
oldukça, Avrupa Birliği’nin Avrasya bölgesinde genişleme arzuları hiç 
bir zaman dinmez ve Avrupa gelecekte dünyanın merkezi jeopolitik 
alanına sızarak, ABD’nin üstünlüğüne son verebilecek kadar ileri gidebilecek 
yeni siyasal örgütlenmeleri devreye sokabilir. ABD yönetimi bu 
durumu çok iyi bilmekte ve bu nedenle Alman ve Avrupa yayılmacılığını 
Balkanlar’da kontrol ederek, çekişmenin Orta Doğu ve Kafkasların 
petrol ve enerji alanlarına uzanmasına izin vermemektedir. 

ABD ilk iki imparatorluğunu korurken, üçüncüsünü de kurarak yeni 
yüzyılda dünyanın süper gücü olarak ancak ayakta kalabilir. Üçüncünün 
kurulma aşamasında diğer ikisinin sağlam olarak elde tutulması gerekmektedir. 
Avrupa’daki gelişmelerin ikinci imparatorluğu bozması, ya da 
Güney Amerika kıtasında ABD’nin denetimi dışında yeni gelişmelerin 
gündeme gelmesi, ABD üstünlüğünü tehlikeye atabilecektir. Mevcut 
siyasal yapısını koruyamayan bir süper gücün tahtından inmesi 
kaçınılmazdır. Bu doğrultuda, ABD hem Amerika hem de Avrupa 
kıtalarındaki kendine bağımlı olan siyasal yapılanmaları öncelikle korumak 
zorundadır. ABD, Güney Amerika kıtasında başlayan bölgesel 
ortak pazar oluşumunun Avrupa kıtasında olduğu gibi bir ayrı bölgesel 
devlet oluşumuna yönelmemesi için, latin dünyası ile ilişkilerini 
Amerikan Devletler Topluluğu adı verilen kıtasal örgütlenme çatısı 
altında sürdürecektir. Böylece, Nafta hareketi ile Meksika ve Kanada 
gibi büyük Kuzey Amerika ülkelerini ekonomik açıdan kendisine 
bağlayan ABD, ikinci aşama olarak, güney ülkelerini de Amerikan 
Devletler Topluluğu olarak kendi çatısı altında birleştirme çabası 
içindedir. Castro nedeniyle yalnızca Küba’nın dışarıda tutulduğu bu 
oluşum, ABD’nin denetiminde bir kıtasal devlete doğru gelişmektedir. 
Peru’ya giren Japonya ve Kanada’ya özel yakınlık gösteren Çin 
Kaliforniya’da etkinliğini artıran Almanya, ABD’nin denetiminde bir 
Amerikan kıta devleti oluşumunu önleyebilmesinin çabasını göster
mektedirler. Gelecekteki Pasifik egemenliği yarışı böylesine bir çekişme 
meydana getirmektedir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder