10 Mayıs 2017 Çarşamba

AKP KAPATMA DAVASI TAM METİN İDDİANAME BÖLÜM 8



 AKP KAPATMA DAVASI TAM METİN İDDİANAME BÖLÜM 8



10) Danıştay 2. Dairesi’nin Aytaç Kılınç’a  ilişkin 26.10.2005 gün ve 2004/4051-2005/3366 sayılı kararı ile ilgili olarak Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı 
Abdullah Gül’ün; “Doğrusu bunu kaygıyla karşılıyorum ve hayretler içinde kaldık. Türkiye'nin giderek demokratikleşme eğilimine ters bir davranıştır bu. 
Bu yaklaşımın altında negatif özgürlükler anlayışı vardır. Bu anlayış bildiğiniz gibi otoriter, diktatör rejimlerin felsefesidir. Halbuki Türkiye giderek 
demokratikleşen, bireyin, toplumun haklarının daha da genişletilmesine doğru bir yöneliş içindedir. Bu, Türkiye'nin yönelişine ters bir karardır”… 

“Bizim anlayışımız hep pozitif özgürlüklerden yanadır. Bu açıdan kararı yanlış ve tehlikeli görüyorum… “Çünkü böyle bir yaklaşımla giderek, yarın oruç tutan bir
 öğretmeni bile, (öğreniciye yanlış örnek oluyor) diye suçlarsınız. Çünkü görebildiğim kadarıyla bu karar dini bir vecibeyi yanlış bir örnek olarak gösteriyor. 
Bunlar çok tehlikeli ve yanlış şeylerdir, umut ederim ki düzelir. Bütün bu kararlar alınırken, şu herkesin zihninde olması gerekir ki Türkiye giderek özgürleşen, 
demokratikleşen, sivil alanı daha da genişleten bir toplum olacaktır. Buna kararlıyız. Toplum olarak, meclis olarak, hükümet olarak kararlıyız. Bu bakımdan bu kararın ciddi şekilde kamuoyunda büyük bir olgunlukla tartışılacağını ve herkesin bir kez daha düşüneceğini ve yanlışlarını düzelteceğini tahmin ediyorum.” dediği, (Ek.81)Tespit edilmiştir.

d- Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in laik devlet ilkesine aykırı eylem ve demeçleri 
1) Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, mesleki teknik eğitim mezunlarına ÖSS’de uygulanan katsayılarla ilgili sorunu yapacakları değişikliklerle çözeceklerini 
söylediği,
İmam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye girişini zorlaştıran katsayı engelini ortadan kaldırmaya söz veren Hükümet tarafından hazırlanan imam hatip lisesi 
mezunlarının üniversiteye girişlerine kolaylık sağlayan, üniversiteye giriş sınavını Milli Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulu’nun ortaklaşa düzenleyeceğini 
ve kılık-kıyafet yönetmeliğinin üniversiteler tarafından hazırlanacağını öngören “Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” TBMM Genel 
Kurulu’nda kabul edildiği, ancak Cumhurbaşkanı tarafından veto edildiği, (Ek.82)
2) Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliğinde yapılan değişikliklere ilişkin gösterilen tepkileri değerlendiren Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in 2005 yılı Aralık ayında; 
"Açıköğretim Lisesi Yönetmeliğine, sırf imam hatipliler de faydalanacak diye karşı çıkanlar, gerginliği hedefleyenlerdir… Yönetmelikte imam hatipler geçmiyor. 
Bu Yönetmeliğe 'İmam Hatip Yönetmeliği' adını koyuyorlar. Sonra da verdikleri bu ismi öne sürerek, gerginlik ortamı meydana getirmeye çalışıyorlar. 
Bu istismardır. 
Bu hasmane tutumdur. 
Bizleri imam hatipler üzerinden siyaset yapmakla' suçluyorlar. Ben mi koydum o ismi? O isim senin koyduğun isim. Biz, 'Herkesin faydalandığı bir haktan imam 
hatipler de faydalansın' diyoruz. 'Hayır, onlar faydalanmasın' tavrının izahı yok. Ortada iyi niyetle bağdaşmayan bir tutum var... Doğrusu ben ortada zerre kadar hukuksuzluk göremiyorum. Hukuksuzluk yok, aksine, bir adaletsizliğin bir ölçüde de olsa giderilmesi var. Eşitlik ilkesinin gereğinin yerine getirilmesi var. Bunun dışında bir şey yok. Ama, hukuk mekanizmalarına herkes başvurabilir. Bunun için kimseyi eleştiremeyiz….Burada, çifte diplomadan bahsediliyor. Bir hak verilmiş. Bu haktan, İlahiyatçılar da yararlanıyormuş. Bu haktan, Siyasal okuyanlar da yararlanıyor. O yararlansın, öbürü yararlanmasın. Ayrımcılık mı yapalım? Eşitlik ilkesine aykırı mı hareket edelim? Bir Milli Eğitim Bakanı'ndan beklenen, eşitlik ilkesine aykırı hareketler midir? Yoksa, ayrım yapmaksızın bütün memleket evlatlarını aynı muhabbetle kucaklamak mıdır?...Şimdi birileri, İmam Hatiplilerin nefes almasına karşı çıkıyor. Yani, biz 'Herkes nefes alacak' dediğimizde, hemen soruyorlar: 'İmam Hatipliler de nefes alacak mı?..' 
'Evet, onlar da nefes alacak. Onlar nefessiz kalmasın' diyoruz. 'Hayır' diyorlar. 'Onlar nefes almasın. Onlar nefessiz kalsın.' Böyle bir yaklaşımı
 kabul etmek mümkün mü? Bu, eğitime ideolojik bakmak değil mi?.. Bu saplantı değil mi? Bu istismar değil mi?.."Bir düzenleme hazırladık. Kanun geçmiş 
olsaydı, takılmamış olsaydı adaletsizlik giderilmiş olacaktı. Ancak bu olmadı. Demokratik sistem içinde bazı uygulamalar yasayla, bazı uygulamalar da 
yönetmelikle gerçekleştirilir. Önemli olan; hukuk mantığının, hukukiliğin ön planda olmasıdır. Burada bana göre hukuk mantığı ile bağdaşmayan hiçbir taraf yok. " şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.83)
3) 2004 yılı Haziran ayında Isparta Yalvaç İlçesinde bir anaokulunun açılış töreninde konuşan Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, 2 türbanlı kızın ellerinde 
bulunan pankartlara atıfta bulunarak; “meslek liselerini unutmuş falan değiliz, her şeyin zamanı vardır, siz bir şey yapmak istersiniz, onun zamanı gelmediyse, 
onu bir süre ertelemiş olabilirsiniz, ama biz bu haksızlığın bu yanlışlığın, bu zulmün giderilmesi için bundan sonraki süreçte de gereğini yapacağız, bundan 
emin olabilirsiniz” dediği, (Ek.84)
4) 2005 yılında Milli Eğitim Bakanlığı “Din Öğretimi Genel Müdürlüğü”nce din kültürü ve ahlak bilgisi dersi müfredatında değişiklik yapılarak, öğrencilere “dinsel etkinlik programı”  hazırlandığı, Talim Terbiye Kurulunun onayladığı programa göre; etkinlikler kapsamında ders veren öğretmenin öğrencileri camilere, 
mezarlıklara götürerek uygulamalı ders verebileceği, 
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, ortaöğretimde 2005-2006 eğitim ve öğretim yılında uygulanacak din kültürü ve ahlak bilgisi dersi müfredatında, camide 
abdest, namaz ve mezarlık ziyareti gibi uygulamaları içeren etkinliklerin mecburi olmadığını belirtirken, "Müfredat hazırlanırken laiklik ilkesinden kesinlikle 
taviz verilmedi. Aksine laiklik ilkesini pekiştirmek esas alındı. Müfredatın içinde yer alan bir cümleden hareket ederek eleştiri yöneltildi. Müfredatlarda esas 
olan ana konulardır. Sonra öğrencilerin bunlardan ne kazanacağıdır. Şerh anlamına gelebilecek bir açıklamadan, bir cümleden yola çıkarak, bütün bu dersler 
sanki camilerde yapılacakmış gibi, laiklik ayaklar altına alınmış gibi bir propaganda başladı. Öğrenciler camilere götürülecek, abdest alınacak... Bunlar 
öğretmenin ne yapabileceğini anlatan bir cümledir. Bu bir mecburiyet değildir. Ama önemli olan sizin ne dediğiniz değil, iletişimde karşı tarafın ne anladığıdır. 
Bu meseleye ben de muttali olduğum zaman arkadaşlarıma dedim ki 'Bunları çıkarın'. Talim ve Terbiye Kurulu da çıkardı." diye konuştuğu, (Ek.85)
5) 2005 yılı Kasım ayında Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, AİHM’in Leyla Şahin  kararı ile ilgili olarak sorulan soru üzerine; “Karar, hukuki olmaktan 
ziyade siyasidir. Avrupa tarihinde benzeri kararlar vardır. Bu, bir çeşit Dreyfus Davası’dır. Genelleştirilmesi sıkıntılar doğurabilir. İnsanları öteki, beriki şeklinde 
ayırmak tehlikelidir. Başörtüsü takanların radikal fundamantalizmin birer temsilcisi olarak görülmesini sağlar. Bu da vahim bir sonuçtur… Eğer bu 
kararı genelleştirirseniz, çok ciddî sıkıntılara yol açarsınız. Çünkü daha önce de Doğu ve Güneydoğu’da ‘terör ortamında mağdur olduğunu’ beyan ederek 
AİHM’e müracaat eden insanların durumunu da yine bu şekilde genelleştirirseniz, burada da büyük sıkıntılar çıkarırsınız… Bu karar, hukuki olmaktan ziyade 
siyasi bir karar mahiyetindedir… Leyla Şahin’in kocası kendisiyle aynı dünya görüşüne sahip olmasına rağmen, kocası üniversiteye gittiğinde herhangi bir 
engel çıkartılmayacak. Böyle değerlendirdiğiniz zaman karar, kadınlara karşı ayrımcılığı teşvik eden bir karardır. AİHM’in Leyla Şahin ile ilgili verdiği kararı 
genelleştirirseniz, evdeki hanımların, tarlada başörtülü hanımların, bütün Müslüman başörtülü hanımların radikal fundamantalizmin birer sembolü, temsilcisi 
olduğu gibi yoruma varırsınız. Bu da son derece vahimdir. Mahkeme, Leyla Şahin davasında son noktayı koymuş olabilir, ama hak, hukuk son nokta tanımaz.” 
dediği, (Ek.86)
6) Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, 2005 yılı Kasım ayında TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada: Başbakan Erdoğan'ın ''ulema'' açıklamasıyla ilgili 
sözlerinin ''tefsire gerek olmayacak kadar açık'' olduğunu belirterek, ''İnancım gereği yapıyorum diyen insanın yaptığının dinde olup olmadığını tartışmak, size 
düşmez'' …''Yapılan, dini inançlardan dolayı yapılıyorsa, tesettür dinin emrine göreyse buna inanır veya inanmazsınız. Niçin 5 vakit namaz …''İsterseniz İslam 
dininden değil, Hıristiyan dininden örnek vereyim'' …''Laik devletin tanımı, 'devletin icraatlarına dini esasları karıştırmayan' devlettir. Bu, Hıristiyan, ateist, 
Budist olur, şu veya bu din olabilir. Sihler başlarına sarık sarıyor. Kanunlar yasaklayabilir ama 'inancımız gereği takarız' demiş ve takmışlar. Başbakan'ın 
söylediği de bu... Öyle kabul etmek zorundasınız. Hâkim, hukuk kararlarıyla bunu yasaklayamazsınız. Türkiye Cumhuriyeti'nin, demokratik, laik, sosyal, 
hukuk devletinin sahibi biziz. Hiç kimsenin uyarısına ihtiyacımız yok.'' şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.87)
7) Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, Ufuk Kitapları'ndan çıkan ve ilk baskısı Eylül 2002'de yapılan "Türkiye'de Değişim, Demokrasi ve Aydınlar" adlı kitabında:  
"Amerika'da Washingtoncılık, İngiltere'de Churchillcilik, Fransa'da De Gaullecülük, Hindistan'da Gandicilik ve Pakistan'da Cinnahcılık diye bir şey yoktur, ancak 
Türkiye'de üstelik resmi ideoloji haline getirilmiş Atatürkçülük diye bir şey vardır.”…”Atatürk bir asker ve devlet adamı idi. O, ne bir filozof ne de bir müçtehit idi. 
Onun altı okta topladığı prensiplerin hiçbiri kendi icadı değildi. Kaldı ki, "altı ok" artık onu kendine amblem yapmış partilerin mensuplarınca bile tartışılır 
olmuştur. Çizginin üstünde olan her devlet başkanının kendinden sonra bir "-cılık" bıraktığını veya birilerinin onlar adına birer icat ettiğini bir an düşünelim. 

Bu işin sonu nereye varır? “…

” Bütün dünyada, milli lider olarak kabul edilmiş kimselerin değil, bizimki gibi binlerce, yüz binlerce büstüne, belki onlarcasına bile rastlanmaz.”…” Çocukluğumda 
dümeni kırık, pusulasız, sisten yararlanarak İngiliz zırhlılarını atlatacak kadar da becerikli olan Bandırma Vapuru'nda, kaptanla baş başa soğuktan titreyen bir 
Mustafa Kemal düşünürdüm. Çünkü bana böyle anlatılmıştı. Gemideki diğer kurmay heyetinin varlığından bile söz edilmemişti.”…”Kimsenin küçümseme gibi bir 
küçüklüğü gösteremeyeceği, bitmiş tükenmiş bir milletin şahlanışı olan Milli Mücadele'de "Atatürk yedi düveli denize döktü" diye körpe beyinlere telkinde 
bulunursanız ve günün birinde işgalcilere karşı vatanperverlik örnekleri veren Şahin'ler, Sütçü İmam'lar takdir edilmekle beraber İngilizlerin, Fransızların ve 
İtalyanların hiç de öyle ordularla, silah zoruyla çıkarılmadıkları öğrenildiği zaman, tarih kitaplarında anlatılan Milli Mücadele şaibe altına girmez mi? “…
” Atatürk'ü her türlü beşerüstü vasıftan arındırarak anlamak ve anlatmak zorundayız. Onu sevapları ve günahlarıyla, her türlü art niyet ve karalamanın dışında 
ele almak aklın gereğidir.”…”Atatürkçü Düşünce Derneği Kadıköy Şubesi, Cumhuriyet Bayramı (2000) dolayısıyla 24 saat kesintisiz Nutuk okuttu. Sabah gazetesi 
yazarı Can Ataklı, Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Dairesi'nde Yavuz Sultan Selim 'den beri kesintisiz Kuranıkerim okunmasına bir çeşit nazire olarak yapılan 
bu faaliyeti kınayan yazılar yazdı. Ataklı haklı olarak, "Nutuk Kuran değil, Atatürkçülük de din değildir" dedi.”…”Atatürk büstlerinin önünde esas duruşa geçip 
saygı duruşunda bulunurken, özel defterlere yazdığımız yazılarda neredeyse onun ruhaniyetinden istimdat ederken bizim yaptığımızın adı nedir Allah aşkına? 
Halk ne yaparsa cehaletinin gereğidir, ama biz ne yaparsak ayn-ı hikmettir, öyle mi?”…”Dünyanın hiçbir yerinde ülkesini kurtarmış bir liderin öldükten sonra 
kanunla korumaya muhtaç hale getirildiği görülmemiştir.”…”Hele son yıllarda Atatürkçülük askeri darbelerin ilham kaynağı ve ideolojisi olunca büsbütün fikri 
ve kültürel zeminden uzaklaşıp dogmatik ve ideolojik bir mecraya sürüklenmiştir. Hatta Türkiye'nin itilmek istendiği laik-antilaik kamplaşmasında muharrik 
güç olarak Atatürkçülüğün kullanılması tesadüfi değildir. Türkiye'de iyi saatte olsunları çağırmayı düşünen insanların her defasında Atatürkçülüğü çıkış noktası 
yapmaları da düşündürücüdür.”…”Atatürk'ü sevmek için geçmişi ayaklar altına almak zorunda olmadığımız gibi bu ülkede yaşayan herkesi ille de Atatürk'ü 
sevmek zorunda bırakmak gibi bir mecburiyetimiz de yoktur. Zorladığımız zaman o insanları takiyyeci ve ikiyüzlü yaparız. Tahran'da lokantasına kocaman bir 
Humeyni posteri asan Azeri Türkü'ne "Bunu buraya asmanız mecburi midir, siz Humeyni'yi sevdiğiniz için mi astınız" sorusunu sorduğumda, sağa sola bakıp 
kimsenin duymadığından emin olduktan sonra hafif bir sesle: "Ağa! Mecburi değil, men Humeyni'yi hiç sevmirem, ama bizim menfeetimiz için eyi olar" 
cevabını verdi.”…”1990'lı yıllardan itibaren komünizm korkunç olmaktan çıktı. Korku mönümüze yeni bir şey ilave edildi: İslami fundamentalizm. Bunun bizdeki 
adı, 200 yıldan beri "irtica" idi. Bu sefer irticadan, sarıktan, sakaldan, cüppeden, takkeden, başörtüsünden korkmaya başladık.”…”Genç kızlarımızın sadece 
başlarını kapattıkları için eğitim haklarından mahrum edilmeleriyse kendi başına bir dramdır…” görüşlerini savunduğu, (Ek.88)
8) CHP Milletvekili Ahmet ERSİN’in soru önergesine karşı Milli Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in öğrencilerinin çoğunluğunun türbanlı olduğu öne sürülen 
Özel Şefkat Kolejinde yönetmeliğe aykırı bir durum olmadığını açıkladığı, TÜBİTAK’ın ödül töreninde Milli Eğitim Bakanlığı müsteşar yardımcısının bu okulun 
türbanlı öğrencisine ödül vermesi hakkında ise; “Öğrencilerin kılık kıyafetlerine ilişkin yönetmeliğin okul içindeki düzenlemeye yönelik olduğu, adı geçen 
öğrencinin diğer öğrencilerden ayrı olarak sonradan salona geldiği ve adı okununca geldiği, günlük kıyafetiyle gayrı ihtiyari sahneye çıktığı dikkate alındığında 
bakanlığımız ilgililerinin öğrencinin başı kapalı olarak ödülünü alması hususunda kusurlu olmadıkları” şeklinde konuştuğu, ( Ek.166 )
9) Milli Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in YÖK Yasasının Ek 17. maddesinde değişiklik yapılmadığı gerekçesiyle türbanlı öğrencileri üniversitelere almayan ve 
Ankara’da bir toplantı yaparak YÖK Başkanını istifaya davet eden ÜAK üyelerini eleştirerek “YÖK Kanunu, Üniversitelerarası Kurulun görevlerini belirliyor. 
Bunlar arasında yasa koyma ve kaldırma yoktur. Kurul siyaset yapamaz. Rektör adı altında kurul adı altında, Türk milletinin iradesine karşı durmak gibi bir 
görevi kimse kurula vermemiştir.“ (…) “Hukuk devletinde anayasa hükmü değişse, yürürlüğe girse bile, özgürlükleri sınırlandırıcı bir şey olmamasına rağmen, 
‘Ben üniversiteme almam’ sözünü dillendirmek kimsenin hakkı olamaz. Üniversite rektörlerin, yöneticilerin malı değildir. Pozisyonu ne olursa olsun, hukuk 
devletinde herkes haddini bilmek zorunda” dediği,  
YÖK Başkanı Yusuf Ziya ÖZCAN’ın yasal değişiklik yapılmadan üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasına ilişkin genelgesi ve sonrasında rektörleri 
baskılayan açıklaması karşısında hakkında görevi kötüye kullanmak ve benzeri suçlardan suç duyurularında bulunulduğunun basında yer alması üzerine 
basına demeç veren Milli Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in, “Soruşturma açmaya yetkim var. Ama ben YÖK Başkanı’nın söylediklerinin suç teşkil ettiğini 
düşünmüyorum. Soruşturmaya izin vermeyeceğim.“ diye açıklamada bulunduğu, (Ek.174) Anlaşılmıştır. 


e- Diğer Milletvekillerinin Laikliğe Aykırı Eylem ve Demeçleri.

1) Başbakanlık eski Müsteşarı ve halen AKP Milletvekili Ömer Dinçer'in, 19-21 Mayıs 1995 tarihinde Sivas'ta yapılan bir konferansta yaptığı ve “ Bilgi ve Hikmet ” 
dergisinin Güz 1995 Tarihli -12. sayısında yayınlanan “21. Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye Gündeminde İslam”  konulu konuşmasındaki "…Türkiye’de 
Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerinin İslam’la bütünleşmesinin gerekli olduğu kanaatini 
taşıyorum… " ifadeleri kamuoyunda yoğun tepkilere sebebiyet verdiği,
Ömer Dinçer’in  24.12.2003 günü yaptığı yazılı açıklamada: bu konuşmasına sahip çıkıp, yazının bir bütün olarak okunup değerlendirildiğinde, söz konusu 
konuşmanın o dönemde tartışılan konuları analiz eden bilimsel bir sempozyum bildirisi olduğunun görüleceğini belirterek,“Yaklaşık dokuz yıl önce halka 
açık bir sempozyumda bildiri olarak sunulmuş ve daha sonra bilimsel bir dergide kısmen kısaltılarak makale olarak yayımlanmış bir çalışmanın “ Takiyye belgesi” 
türünden yakışıksız sıfatlarla ve bağlamından kopartılıp, çarpıtılmış cümlelerle bir  ‘niyet sorgulama aracı’na dönüştürülmesi üzücüdür” diye söylediği, 
Ömer Dinçer’in makalesi hakkında yapılan eleştirilerde kişilik haklarına saldırıda bulunulduğundan bahisle açtığı ve yerel mahkemece kabul edilen manevi 
tazminat istemine ilişkin dava, temyizen yapılan inceleme üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.3.2006 gün ve 2005/73718 Esas, 2006/92575 sayılı 
hükmüyle bozulduğu, 
Bozma Kararında özetle; “…Davacı 1995 yılında bir sempozyumda yaptığı konuşmasında Cumhuriyet ve laiklik ilkelerinin yerini İslam’la bütünleşmeye 
terk etmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Davacının, ileri sürdüğü bu görüşleri Türkiye Cumhuriyeti anayasasında yer alan değiştirilemez ve değiştirilmesi 
dahi teklif edilemez nitelikteki hükümler ile bağdaşmamaktadır. Davalı da dava konusu konuşmasında davacının bu fikirlerini eleştirmiş ve davacının 
Şeyhülİslam gibi fetvalar verdiğini ileri sürmüştür. Davacı Anayasa ile bağdaşmayan görüşler savunduğuna göre eleştirilere de katlanmak durumundadır. 
Davalının davacı ile ilgili olarak söylediği sözler bu açıdan değerlendirildiğinde eleştiri kapsamında kalmakta olup düşünce açıklaması niteliğindedir. 
Bu nedenle hukuka aykırılıktan söz edilemez.” denildiği, (Ek.89)
2) 2007 yılı Ocak ayında Eskişehir ilinde imam hatip liseleri arasında yapılan “Hafızlık, Kuran-ı Kerim’i Güzel Okuma ve  Ezan Okuma” etkinliğine katılan 
Eskişehir Milletvekili Fahri Keskin’in, imam hatip mezunlarının valilik, kaymakamlık gibi görevlere gelmesi ile yolsuzlukların önünün kesileceğini, imam 
hatiple ilgili verdikleri sözleri unutmadıklarını,  yeri ve zamanı geldiğinde yerine getireceklerini, bir takım mecburiyetlerden dolayı geciktiklerini, bu 
okullara karşı olanların İslamdan ve milli duygulardan uzaklaştırılmış bir nesil elde etmek amacıyla mücadele verdiklerini, inşallah bu milletin sahiplerinin 
onlara pabuç bırakmayacağını söylediği, (Ek.90)
3) İstanbul Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, İstanbul Milletvekili Hüseyin Kansu, Eyüp İlçe Başkanı Mehmet Er, Üsküdar 
Belediye Başkan Yardımcısı Nemci Aköz’ün katıldığı İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) tarafından 30.5.2003 tarihinde 
Ümraniye Haldun Alagaş Spor Kompleksi’nde düzenlenen “İyi ki Varız” konulu toplantıda bir konuşma yapan Burhan Kuzu’nun, “İmam hatip mezunlarına 
üniversite ve polis okullarına girişte zulüm yapıldığını, Anayasa’da fırsat eşitliği var. Üniversite sınavlarında İmam hatiplilere yapılan haksızlığı kaldıracağız. 
Bu okullardan mezun olanların polis okullarına alınması sağlanacak” dediği, (Ek.91)
4) AKP Ordu Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Eyüp Fatsa’nın, Ordu İslami İlimler Hizmet Vakfı tarafından 2003 yılı Temmuz ayında düzenlenen “ Ordu İmam 
Hatip Lisesi Mezunları ve Mensuplarının Anı Tazeleme Yemeği”nde yaptığı konuşmada; "Ben de imam hatip lisesi mezunuyum. Başbakan Sayın Recep Tayyip 
Erdoğan da imam hatip mezunu. Onların çektiği sıkıntıların ne olduğunu iyi biliyorum. Çok badireler atlattık. Önümüze birçok engeller konuldu. Üniversitede 
okumamız engellenmek istendi. Yüksek puanlar aldık, ancak farklı puan sistemleriyle önümüz kesilmeye çalışıldı. Ancak bunları da aştık. Şimdi çıkaracağımız 
yeni YÖK Yasası'yla bu durumlar yaşanmayacak. Bu haksızlıklar ortadan kalkacak. Okullar arası farklı puan uygulamaları kaldırılmak suretiyle, okuması 
istenmeyen, ilminden irfanından endişe edilen imam hatiplilerin yolu bu kez açılacak."  …Artık imam hatipli olmanın mutluluğunu hep birlikte doyasıya 
yaşacağız. İmam hatipli olmak bir ayrıcalıktır"  şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.92)
5) Adalet ve Kalkınma Partisi Mardin Milletvekili Nihat Eri’nin TBMM Dışişleri Komisyonu toplantısında 2003 yılı Aralık ayında yaptığı konuşmada din 
eğitiminin yeterince verilmemesinden yakınarak “Böyle olunca da gençler illegal örgütlerin eline düşüyor. Tehvid-i Tedrisat Kanunu getirildi tekkeler 
kaldırıldı, ama tekkelerde verilen bilgi, mevcut düzenleme ile verilemiyor. Bu yüzden insanlar yanlış yerlere, hatta örgütlere yöneliyorlar,” dediği, 
Bu sözler komisyonun bazı üyeleri tarafından tepki ile karşılaşınca, Adalet ve Kalkınma Partisi Ankara Milletvekili Eyüp Sanay’ın “…Bizi tekkeleri istiyormuş 
gibi zannetmeyin.(…) Bu Türkiye’nin bir gerçeğidir. Bir Vak’adır. göz ardı edilemez. Medreseler, tekkeler kapatıldı ama yasak olmasına rağmen bunların 
verdiği eğitimler bir şekilde veriliyor. ” diye konuştuğu, (Ek.93)
6) İmam Hatip Liselerinde türban takılmasının yasaklanmasına ilişkin Yönetmeliğin uygulanmasına tepki gösteren Antalya Anadolu İmam Hatip Lisesi 
öğrencileri 10.12.2003 günü sınıflara türban ile girmek istemelerinin okul idaresi tarafından engellenmesi üzerine yolun trafiğe kapatılarak araçları 
yumruklanması, okulun tabelasına türban asılması şeklindeki eylemler üzerine; 
Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinden; 
Grup Başkanvekili Eyüp Fatsa’nın; “Bu sorun çözülmeli. İşe ideoloji katılmamalı. Ancak şartları zorlamamak gerekir. Türkiye bu sorunu aşamadığı için 
hep ayağına bağlanıyor. Bu iş sokakta değil, ancak uzlaşmayla çözülebilir.” dediği,
Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın; “Hiçbir eylemi desteklemem. Haklılar, ama sokak çözüm değil. Ancak öğrencilerin bireysel tercihlerinin 
engellenmesiyle yaşadıkları ruh bunalımını görmezden gelemeyiz. Konu, bir parti ve iktidarın her zaman tartışmaya açık tercihine ve yaklaşımına bırakılmamalı. 
Farklı tercihlerimize saygı göstererek birlikte yaşamanın çözümünü bulmalıyız. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara gelince, 'Bu konuyu Adalet ve Kalkınma 
Partisi çözer, kadroları bu konuda samimi' inanışıyla eylemler durmuştu. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisi kadrolarının konuyu ele almamış olması sabırlarını 
taşırdı.” diye söylediği, (Ek.94) 
7)  AİHM'nin verdiği Leyla Şahin kararıyla ilgili olarak;  
AKP Milletvekili ve Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın, türban sorununun AİHM kararından sonra yargı yoluyla çözülmesinin mümkün 
olmadığını belirterek, “Artık top yasamada. Anayasa değişikliğinden başka çare kalmadı. AİHM kararı, yasağı onaylayan ve genelleyen bir karar değil. 
Başörtülülere diyor ki, ‘gidin kendi yöneticilerinizle bu sorunu çözün’. Bu kararla birlikte anlaşılmıştır ki, yargı yoluyla bu yasağı kaldırmak mümkün değil. 
Bu yasak yasağı koyanların ikna edilmesiyle kaldırılabilir. İş yine toplumsal mutabakat ve yasakçıların kafasının değişmesine geliyor. Çünkü, AİHM bu 
kararı ile ‘bu yasak bizim hukukumuzu bağlamaz’ demek istiyor. Bu karar türban yasağının insan hakkı ihlali olduğu teziyle çelişse de, o tezi çürütmüyor. 
Bize ‘aksini yapamazsınız’ demiyor. Tam tersi bu yasağı kaldıracak bir karar da alabilirsiniz, bu beni ilgilendirmez’ diyor. Aksi ise yasal düzenleme ile bunu 
çözüme kavuşturmaktır. Bunun yolu da Anayasa değişikliğidir…Anayasa Mahkemesi kendisini Yasama Organının yerine koyarak bu kararı almıştır. Anayasa 
Mahkemesi’nin yapısını değiştirmek gerekiyor.”, 
Adalet ve Kalkınma Partisi Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz’ın; türban yasağının bu karardan sonra, Anayasa ve YÖK yasalarında yapılacak değişiklikle 
kaldırılabileceğini belirterek; “sorun kurumların birbirlerine güvensizliğinde yatıyor. Ama Cumhurbaşkanımızı ikna etmek mümkün değil. Bu açıdan Anayasa 
değişikliğiyle çözülebilecek bu sorun için Köşk seçimlerini beklemek en uygunu. Anayasa değişikliği için ancak o noktadan sonra adım atılabilir.”
Şeklinde beyanatlar verdikleri,
AKP Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sadullah Ergin’in ise : 
-“Evrensel insan hakları, kurumların ya da mahkemelerin "var" demesiyle var olan, "yok" demesiyle yok olan haklar değildir. Bunlar doğuştan, insan 
olmamızdan dolayı taşıdığımız haklardır. İçtihatlar ve kararlar zamanla değişir ama evrensel haklar ilanihaye devam edecektir. Mahkeme, Şahin lehine 
karar verse duracağımız zemin yine aynıydı.” ,
-Söz konusu kararın AİHM'nin evrensel insan hakları noktasında gösterdiği titiz tavrına gölge düşürdüğünü, türbanın evrensel bir insan hakkı olduğunu 
ileri sürerek; ''İnanma, inandığını kişisel hayatında tatbik etme bir haktır'' ''YÖK'ün almış olduğu yasaklama kararını kendi içinde tutarlı bulmuştur. 
Bu durumda YÖK'ün bu yasağı uygulamaması durumu insan haklarına aykırı olmayacaktır. Orada ince bir çizgi var. Türkiye'de azınlıkların hakları konusunda 
kılı kırk yaran AİHM'nin, çoğunluğun inancı gereği yaşaması konusunda verdiği kararla derin bir çelişki içine düşmüştür.'' ,
-Başörtüsünün kamusal alanda yasaklanmasının, temel bir hak ve özgürlüğün ihlali olarak yorumlandığını, özellikle üniversitelerde başı örtülü kız öğrencilerin 
derslere alınmamasının uzun zamandır protestolara neden olduğunu kaydederek, ''Türban, kabul edin ya da etmeyin Türkiye'de bir realitedir. İdareler de 
halklarına kapalı olamazlar. Var demekle var olmaz, yok demekle yok olmaz'' , 
biçiminde beyanlarda bulunduğu,  (Ek.95)
8) AKP Diyarbakır Milletvekili Cavit Torun’un, TBMM’nin 19.6.2003 tarihli 96. birleşiminde şahsı adına yaptığı konuşmada; “Bu ülkede azınlıkların değil, 
çoğunlukların bile inanç, düşünce ve fikir özgürlüğünün bulunmadığı bir vakıadır. Bu yönde ileri sürülen aksi fikirler, mızrağın çuvala sığdırılmasına 
yetmemektedir. Hala binlerce kız öğrenci inançları sebebiyle özgürce okullarına gidememekte, mağduriyet ve mahzuniyet, sabır taşlarını çatlatacak duruma 
gelmiş bulunmaktadır. Yine bu ülkede, ilköğretim okullarını bitirmemiş olan çocuklarımız, inançlarının kitabını serbestçe, gidip okuma imkânını bulamıyorlar. ” dediği, (Ek.96)

9) Ankara Üniversitesi Senatosu’nun Kuran kurslarıyla ilgili olarak; “Yasadışı gerçekleştirilen Kuran kurslarına zemin hazırlanarak gizli din okullarına yol 
açılmasının, türbanın serbest bırakılmasının istenmesinin, öğretimde dinsel pratiklere ağırlık verilmesinin laiklikten uzaklaşıldığının göstergesidir… Laiklik, 
siyasal iktidarın derinden ve kararlı uygulamaları ile hızla aşındırılmaya çalışılmaktadır”  değerlendirmesinde bulunması, Rektör Prof. Dr. Nusret Aras'ın, 
TCK.nun izinsiz eğitim kurumlarıyla ilgili olarak 263. maddesinde yapılan  değişiklik  hakkında milletvekillerine "laiklik aşındırılmaya çalışılıyor" şeklinde yazı göndermesi üzerine; Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin konuya sert tepki gösterdikleri,Bunlardan Adalet ve Kalkınma Partisi Diyarbakır Milletvekili Cavit Torun’un;  "Halktan ve onun isteklerinden tamamen kopuk, hiçbir gerçekle ilgili olmayan, laiklik dinciliği adına ahkam kesen ve inanca davet eden, milletin gerçek temsilcilerinin halk yararına çalışmalarını ve bu alanda büyük başarılar elde etmelerini çekemeyen, haset, kıskançlık, kin dolu paçavrayı aynen iade ediyorum. Bunun; aziz milletimize, onun şanlı tarihine ve mukaddes geleceğine en önemli görev ve katkı olacağı inancımı belirtiyor, Yüce Allah'ın bu Aziz Milleti, sizin gibilerin umuduna ve düşüncelerine bırakmamasını diliyorum." şeklinde kaleme aldığı bir yanıtla yazıyı üniversiteye iade ettiği, (Ek.97)


9 CUNCU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder