TAM METİN İDDİANAME etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TAM METİN İDDİANAME etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mayıs 2017 Perşembe

AKP KAPATMA DAVASI TAM METİN İDDİANAME BÖLÜM 18



AKP KAPATMA DAVASI TAM METİN İDDİANAME BÖLÜM 18

        e- Eylemlerdeki “yöntemin” hukuksal yönden irdelenmesi 

        Davalı partinin din ve dince kutsal sayılan şeyleri istismar ederek, ancak “mutabakat süreçleri” olarak adlandırdıkları yöntemle toplumun İslami bir 
        yapıya doğru evrimleşmesini sağladıktan sonra şeriatı egemen kılacakları gerçeğinden hareketle ve şeriatın tüm toplumu İslami bir düzene kavuşturmayı 
        esas alan ‘cihat’ boyutu ile davalı partinin halen iktidar partisi olması gözetildiğinde; laik rejimi değiştirmek noktasında maddi güç kullanması ve bu 
        tehlikenin uzak olmadığı bir gerçektir. Nitekim Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan ve diğer partililerin demokrasiyi çoğulcu 
        değil, “çoğunlukçu” olarak algıladıklarını gösteren eylem ve demeçleri olası bir “çoğunluk diktasının” açık işaretleridir.
        Davalı siyasi partinin ortaya konulan eylemlerinin laik bir hukuk düzeniyle bağdaşmadığı yukarıda açıklanmıştır.
        Laik hukuk düzeniyle bağdaşmayan eylemlerin odağı durumuna gelen siyasi parti için, kapatma yaptırımı dışında ara çözüm ve yaptırımların 
        uygulanabilmesi; gerek eylemlerdeki yoğunluğun ulaştığı boyut, gerekse iktidarı çoğunluk olarak elde etmeleri karşısında, ortaya çıkan somut ve açık 
        tehlike, gerekse mevzuat gözetildiğinde, söz konusu olamaz.
        Davalı siyasi parti, demokratik düzende faaliyette bulunarak, Anayasa ve SPY’ye aykırı olarak, demokrasi ötesi bir sisteme ulaşmaya ve bu sistemi 
        gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, demokratik sistemin sağladığı serbestilerden hareket ederek amacına ulaşmaya çalışması, 
        gerek Anayasa’nın 14 ncü maddesi, gerekse İHAS’ın 17 nci ile BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 5 nci maddesi gözetildiğinde koruma göremez.
        Davalı siyasi parti, bu eylemlerini gerçekleştirirken, çoğunluk iktidarına sahip olmanın avantajlarını da kullanmaktadır. Öncelikle yaratılan kadrolaşma 
        boyutuyla, kamuda laik hukuk düzeninin gereklerini yerine getirenler sindirilmekte ve baskı uygulanmaktadır. Mevcut kadrolaşmayla, yukarıdan aşağıya 
        doğru bir yapılanmaya adım atılmaktadır. (Ek. 164, 174)
        Laikliğe aykırı bir sistemi, öncelikle toplumsal, sonrasında hukuksal modelle gerçekleştirmek söz konusu olduğuna göre, “amaç sistemin” içeriğinin 
        irdelenmesi gerekmektedir.
        Amaçlanan şer’i sistem ve son noktada şeriat, kuşkusuz cihadı da içinde barındırmaktadır. Demokratik bir sistem, Nazi Almanya’sı örneğinde olduğu 
        gibi demokratik yolları kullanarak iktidarı ele geçirip demokrasiyi ortadan kaldırılabileceği gibi, demokratik olmayan yöntemlerle de ortadan kaldırılabilir.  
        Davalı partinin amaçladığı rejimi demokratik yollardan gerçekleştirememesi durumunda, şeriatın gereği olan cihadın devreye girmesi söz konusu 
        olabilecektir. Dolayısıyla gerektiğinde cihada, yani şiddete başvurulması olasıdır.
        Bir iktidar partisinin, iktidar olanaklarından hareketle hukuksal yollardan ya da cihat yoluyla amacına her zaman ulaşması olanaklıdır. Ülkemizde şeri 
        sistem, ancak bir devrimle tasfiye edilmiştir. Bu devrim öncesinin şeriat uygulamalarından günümüze miras kalan kültür ve o kültürün yeşerdiği dinsel 
        iklim gözetildiğinde ilk etapta şiddete başvurmadan bile ciddi bir şeriat yanlısı taraftar kitlesi bulmak mümkündür. Çünkü din istismarı yoluyla kolayca 
        harekete geçirilebilecek bir tabanın her zaman mevcut olduğu yakın tarihsel deneyimlerle kanıtlanmıştır. Bu nedenle, egemen olan dinsel inancın 
        (şeriatının) içeriği ve tarihsel deneyimler gözetildiğinde laiklik ilkesinin korunması anlamında Türkiye’nin daha hassas davranması zorunluluğu doğmakta 
        ve bu durum ülkemizin takdir hakkını genişletmektedir.
        Eylemleriyle ve özellikle laiklik ilkesini dolaylı yoldan bertaraf edecek Anayasa’nın 10’ncu ve 42’nci maddelerinin değiştirilmesi, Yüksek Öğretim Yasasının 
        Ek 17’nci maddesinde düşünülen değişiklik ile İslami modeli gerçekleştirmeyi açıkça ortaya koyan siyasi partinin kapatılmasının zorlayıcı sosyal 
        gereksinim ve demokratik toplum gereklerine aykırı, soyut, uzak ve gerçekleşemez olduğu ileri sürülemez. Çünkü iktidar olanaklarını kullanan bir siyasi 
        parti için, bu konuların somutlaşması demek, zaten demokratik sistemin ortadan kaldırılmasıyla eş anlamlıdır. Dolayısıyla, şeriatın yani şiddetin 
        somutlaşması durumunda, ortada kendini korumaya çalışacak bir demokratik sistem de söz konusu olmayacaktır. 
        Dini esaslara dayanan bir devlet sistemi kurmaya (Şeriata) aşama aşama geçilmesi karşısında, iktidar açıkça şiddete başvurmadığı, bu nedenle 
        kapatılmasının söz konusu olamayacağı ileri sürülemez. RP/Türkiye kararı da bu konuya işaret etmektedir. Kaldı ki, davalı siyasi partinin, hoşgörünün 
        olmadığı ve ayrımcılığın ön planda tutulduğu bir sistemi hedeflediği ve bu doğrultuda eylemlerde bulunduğu açıktır. Zaten iktidar olmanın avantajları 
        ile ve demokratik yöntemi kullanarak hedefe ulaşma olanağı elde edilmişse, bu aşamada şiddet kullanmanın gereksizliği de ortadadır. Kapatma yaptırımı, 
        son aşamada şiddet ve şiddet çağrısını amaçlayan bir modeli engellemeye yönelik olması nedeniyle hukuka uygundur.
            Kaldı ki davalı partinin sahip olduğu iktidar olma çerçevesinde amaçladığı yasa dışı siyasi modele yönelik eylemleri karşısında, iktidar gücünden 
        çekinen ve sessiz kalan büyük bir kitle de söz konusudur. Bu durum bile davalı partinin hedefine ulaşmasını kolaylaştırmaktadır.
        
        f- Kapatma yaptırımının zamanlama açısından gerekliliği 

        Davalı siyasi partinin izlediği politikanın ortaya çıkardığı tehlike belirgin ve yakındır. Medeni barışa ve ülkenin demokratik rejimine zarar verebilecek 
        somut adımlar atılmıştır. Önce, bu adımların engellenmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Ulusal iradeyi oluşturmak amacıyla iktidara gelerek devleti 
        yönlendiren davalı siyasi parti yönünden, çoğulcu demokrasiyle bağdaşmayan projesinin ancak kapatma yaptırımıyla engellenecek olması karşısında, 
        kapatma davasına başvurulması gerekli ve iktidar olanaklarının kullanıldığı dönemi yansıtan tablo gözetildiğinde zorunludur.
        Evvelce de belirtildiği üzere olayda kapatma yaptırımı uygulanması, çoğulcu demokratik sistemde yapılması gereken ve hukuksal yoldan uygulanabilecek 
        amaca uygun ve orantılı tek seçenektir. 
        İddianamemizde ve ek klasörde gösterilen davalı siyasi partinin eylemleri, Anayasanın 68. maddesinin 4. fıkrası kapsamında “insan haklarına, eşitlik ve 
        hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı bulunmaması ve ayrıca herhangi bir tür diktatörlüğü 
        savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlamanın yasak olması” kurallarına aykırılık oluşturmaktadır. Kapatma yaptırımı, İHAS’ın 11. maddesinin 2. fıkrası 
        gözetildiğinde “kamu düzeninin sağlanması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” ilkeleri çerçevesinde demokratik toplum ilkelerine uygun 
        ve yasa ile öngörülmüş bir yaptırımdır.
        Çoğunluk iktidarına sahip davalı siyasi partinin eylemlerinin yoğunluğu gözetildiğinde, onu amacından alıkoyacak ara yaptırımlar ve ara çözümler, somut 
        duruma göre olanaklı değildir. Bu nedenle kapatma yaptırımı, dava yönünden radikal olmayıp, olaya uygun ve orantılı bir yaptırımdır.
        Olayda, laik hukuk düzenine aykırı eylemlerin odağı olan bir siyasi partinin söz konusu olması karşısında, üstelik bu partinin de çoğunluk iktidarına sahip 
        olduğu gözetildiğinde, amaçlanan modelin gerçekleştirilmesi anlamında bir tehlikenin var olduğu ve tehlikenin de yeterince yakın olduğu, davalı partinin 
        eylemlerinin öngördüğü toplum modelini oluşturmaya elverişli bulunduğu, iktidarları süresince her geçen gün riskin arttığı görülmektedir. Kamusal 
        alanda ve TBMM’nde de türbana serbestlik sağlanmasına yönelik beyanlar ile imam hatip lisesi mezunlarına uygulanan katsayı sisteminin kaldırılması 
        girişimleri bu tehlikeyi daha somut ve yakın kılmaktadır. Davalı Partinin, toplumsal barışı tehlikeye düşürene ve öngördüğü modeli gerçekleştirene kadar 
        beklenilmesi doğal olarak söz konusu olamaz. 
        Bu noktada davalı siyasi partiyi amacından uzaklaştıracak ve sosyal yönden de gereksinim duyulan tek ve zorunlu yöntem, yalnızca kapatma yaptırımı 
        olup, toplumu karşılaştığı bu tehlikeden başka türlü korumanın olanağı kalmamıştır.
        
        5- Kapatma yaptırımının orantısallığı

        Siyasi parti kapatma yaptırımı, bir siyasi partiye uygulanabilecek en radikal ve en ağır yaptırımdır. Bu nedenle, kapatma yaptırımı en ciddi ve en ağır 
        durumlarda uygulanmalı, eylemlerle arasında orantısal bir denge bulunmalıdır.
        Adalet ve Kalkınma Partisi’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı durumuna gelmesinden başka, söz konusu eylemlerdeki yoğunluğun ve kararlılığın düzeyi  
        gözetildiğinde, eylemleri toplumu çok ciddi ve ağır sonuçlarla yüz yüze bırakmaya elverişlidir. Cumhuriyetin kurulmasıyla terk edilen bir sistemin 
        değerlerinin gündeme getirilmesi, demokratik sistem ve toplum yönünden laik düzenin tesisi ve korunmasında kaçınılmaz olarak çok ağır sonuçlara 
        neden olacaktır.
        Bu bağlamda davalı siyasi partinin kapatılması; dava konusu eylemler ile uygulanacak kapatma yaptırımının sonuçları ve yaşanan tarihsel koşullardan 
        kaynaklanan ihtiyaçlar gözetildiğinde; orantısız ve radikal bir yaptırım olmayıp, uygun, gerekli ve orantılı bir yaptırımdır.
        
        6- Eylemleriyle siyasi partinin kapatılmasına neden olan (kurucu dahil) üyeleri Kapatma yaptırımını gerektiren davaya konu eylemler gözetildiğinde, 
           Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılmasına beyan ve eylemleriyle neden olan kurucu dahil üyelerinin belirlenmesi, bu kişilere Anayasa’nın 69 ncu 
           maddesinin dokuzuncu fıkrası  ve SPY’nın 95 nci maddesi uyarınca uygulanacak önlem (yasaklılık) yönünden önem kazanmaktadır.
        Anılan önlemin uygulanabilmesi için, eylem ile önlem arasında, “ilgili ve yeterli olma” ölçütlerinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu anlamda iddianamede 
        irdelenen, kararlılık ve yoğunlukla işlenen eylemler gözetildiğinde; aşağıda sıralanan kişiler ve eylemleri, kapatma yaptırımı ile doğrudan ilgili olup, 
        eylemlerinin boyutu ve niteliği itibarıyla, Anayasa ve SPY’da belirtilen önlemin uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Eylemlerin boyut ve niteliği itibarıyla, 
        söz konusu önlemin uygulanması da somut olay yönünden yeterlidir.

        Davalı Partinin Laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi ile ilgili olarak fiil ve beyanları bulunan: 


1-Recep Tayip Erdoğan

2-Bülent Arınç
3- Abdullah Gül 
4- Hüseyin Çelik      
5-Ömer Dinçer
6- Fahri Keskin
7-Burhan Kuzu        
8-Eyüp Fatsa
9- Nihat Eri
10-Eyüp Sanay
11-Tayyar Altıkulaç
12-Ömer Özyılmaz
13-Sadullah Ergin 
14-Cavit Torun      
15-Asım Aykan   
16-İrfan Gündüz
17-Mehmet Çiçek
18-İdris Naim Şahin
19-Binali Yıldırım
20-Akif Gülle
21-Hasan Kara  
22- Fehmi Hüsrev Kutlu    
23-Musa Uzunkaya
24-Mehmet Aydın
25-Güldal Akşit
26-Ersönmez Yarbay
27-Ahmet Faruk Ünsal
28-Mehmet Elkatmış
29-Abdullah Çalışkan
30-Nihat Ergün 
31-Bülent Gedikli
32-Egemen Bağış
33-Resul Tosun
34-Hayati Yazıcı   
35-Sadık Yakut     
36-Abdurrahman Kurt
37-Muzaffer Külcü
38-Selami Uzun       
39-Fatma Seniha Nükhet Hotar Göksel
40-Dengir Mir Mehmet Fırat                 
41-Mehmet Zafer Üskül   
42-Hüseyin Tuğcu
43-Mehmet Cemal Öztaylan
44-Hüsnü Tuna
45-Fatma Şahin
46-Muzaffer Gülyurt
47-Muhyettin Aksak 
48-Bekir Bozdağ  
49-Nurettin Canikli 
50-Mustafa Elitaş  
51-Recep Akdağ 
52-Cevdet Erdöl
53-Hüseyin Tanrıverdi
54-Ayşe Böhürler
55- Hasan Cüneyt ZAPSU
56- Hasan BALAMAN
57- Ali Uğurlu
58- Kamil Ünal
59- Mustafa Burna
60- Ali Tekin
61- Süleyman KALDIRIM
52- Mustafa TARLACI
63- Ayşe YÜREKLİTÜRK
64- Ahmet GENÇ
65-Mehmet Demirci
66- Ahmet Misbah DEMİRCAN
67-Hüseyin Turan
68- İbrahim Karaosmanoğlu
69-Alaaddin Yılmaz
70-İbrahim HALICI
71- Ahmet Şükrü Kılıç, 

Haklarında; Anayasa’nın 69 ncu maddesinin dokuzuncu fıkrasında ve SPY’nın 95 nci maddesinde belirtildiği üzere, “ Kapatmaya ilişkin kesin kararın, 
Resmi Gazete’de gerekçeleri olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi 
olamayacaklarına da “ hükmedilmesi gerekmektedir.  


        E- SONUÇ 


        Yukarıda Açıklanan Nedenlerden dolayı;


a- Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiğinin tespiti ile eylemlerinin ağırlığı da gözetilerek, Anayasa’nın 69 ncu 
maddesinin altıncı fıkrası ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 101 nci maddesinin b bendi uyarınca kapatılmasına, 

b- Davalı Partinin Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan’dan başlamak üzere yukarıda isimleri sayılanların Anayasa’nın 69 ncu maddesinin 9 ncu fıkrası ve 
2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 95 nci maddesi uyarınca temelli kapatılmaya ilişkin kararın Resmi Gazete’de yayınlanmasından itibaren beş yıl süreyle 
bir başka siyasi partinin kurucusu, yöneticisi, deneticisi ve üyesi olamayacaklarına, karar verilmesi kamu adına arz ve talep olunur.




                                                            Abdurrahman YALÇINKAYA

                                                            Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı




EKİ: 1 sayısından 178 sayısına kadar delil numaralarına göre sıralanmış belgeleri içeren 10 adet klasör ile ek belgeleri kapsayan 7 klasör olmak üzere toplam 
17 klasör.


[1] Anayasa Mahkemesi’nin 16.1.1998 günlü ve 1/1 sayılı kararı.

2 AMK, E.1988/64, E.1990/2, E. 1988/62, E. 1990/3.
[2]
[3] 20.5.1971 günlü, 7/1 sayılı; 21.10.1971 günlü, 53/76 sayılı; 3.7.1980 günlü, 19/48 sayılı; 25.10.1983 günlü, 2/2 sayılı; 4.11.1986 günlü, 11/26 
sayılı; 7.3.1989 günlü, 1/12 sayılı; 9.4.1991 günlü 36/8 sayılı; 2.2.1996 günlü, 15/5 sayılı; 16.1.1998 günlü ve 1/1 sayılı; 22.6.2001 günlü ve 2/2 sayılı.
[4] AMK., E. 1970/53, K. 1971/76, k.t.21.10.1971.
[5] AMK., E. 1989/1,   K. 1989/12, k.t.7.3.1989.
[6] AMK., E. 1995/17, K. 1995/16, k.t.21.06.1995.
[7] AMK., E. 1989/1,    K. 1989/12, k.t.7.3.1989; E. 1995/17, K. 1995/16, k.t.21.06.1995.
[8] AMK., E. 1970/53, K. 1971/ 76, k.t.21.10.1971
[9] AMK., E.1989/1, K. 1989/12, k.t.7.3.1989
[10] AMK., E.1995/17, K. 1995/16, k.t.21.06.1995
[11] AMK., E.1989/1, K. 1989/12, k.t. 7.3.1989; E.1990/36, K. 1991/8, k.t. 9.4.1991.
[12] AMK., E:1989/1, K. 1989/12, k.t. 7.3.1989
[13] AMK., E. 1989/1, K. 1989/12, k.t. 7.3.1989
[14] AMK., E.1997/1 K.1998/1, k.t. 16.1.1998
[15] AMK., E:1989/1, K. 1989/12, k.t. 7.3.1989
[16] AMK., E:1989/1, K. 1989/12, k.t. 7.3.1989
[17] AMK., E. 1989/1, K. 1989/12, k.t.7.3.1989
[18] AMK., E.1989/1, K.1989/12, k.t. 7.3.1989
[19] AMK., E.1989/1, K.1989/12, k.t.7.3.1989
[20] AMK., E.1989/1, K.1989/12, k.t. 7.3.1989
[21] AMK., E.1989/1, K.1989/12, k.t.7.3.1989
[22] 08.02.2008 tarihli Radikal Gazetesinde yayınlanan “İş Yaşamı, Üst Yönetim ve Siyasette Kadın” başlıklı araştırma.
[23] 10.03.2008 gün ve 2008/1501 Esas sayılı kararı.
[24] Anayasa’da değişiklik teklifinin Genel Gerekçesi; “ Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddelerinde yapılması öngörülen değişiklikler, yükseköğretim 
hizmetlerinden kişilerin kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak, herhangi bir nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasının önündeki engelleri 
kaldırmayı amaçlamaktadır. Devletin temel amaç ve görevlerinden biri de kişinin temel hak ve hürriyetlerini, hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak 
surette sınırlayan siyasal, Ekonomik ve Sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaktır.
        Yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafetlerinden dolayı bazı öğrencilerin eğitim ve öğrenim hakkının engellenmesi kronik bir sorun haline gelmiştir. 
Kurucusu ve üyesi bulunduğumuz Avrupa Konseyine üye ülkelerin hiç birinde üniversite düzeyinde böyle bir sorun mevcut bulunmamaktadır. Buna rağmen, 
ülkemizde uzun bir süredir üniversitelerde bazı kız öğrencilerin başlarını örtmede kullandıkları kıyafetler nedeniyle eğitim ve öğrenim hakkını kullanamadıkları 
bilinmektedir. Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinde “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerin yetiştirilmesi, kişilerin yükseköğrenim 
hakkından kanun önünde eşitlik ilkesi gereği hiçbir nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenlerle, Anayasanın 10 uncu 
ve 42 nci maddesinde işbu değişikliklerin yapılması gereği doğmuştur.”
        Madde Gerekçeleri ise; “Madde 1- Kanun önünde eşitlik, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden biridir. Bu ilkeyi uygularken Devletin negatif 
ve pozitif yükümlülükleri vardır. Devlet organları ve idarî makamlar, hiçbir sebeple bireyler arasında ayrımcılık yapamayacağı gibi, bu yöndeki ayrımcılık 
girişimlerini de önlemekle yükümlüdürler.
        Nitekim Anayasanın 5 inci maddesine göre “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan 
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” Devletin temel amaç 
ve görevleri arasındadır. Devlet bu temel görevini yerine getirirken, herkesin kamu hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanmasını sağlamaya yönelik her türlü 
tedbiri almak zorundadır. Tüm idare makamları gibi üniversiteler de yükseköğretim hizmeti sunarlarken dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, 
din, mezhep, giyim, kuşam ve benzeri sebeplerle bu hizmetten yararlanan kişiler arasında ayrımcılık yapamazlar. 
        Madde 2- Eğitim ve öğrenim hakkı, kişilerin en temel ve vazgeçilmez haklarından biridir. Bu nedenle bu hakkın sınırlandırılması ancak kanunun açıkça 
belirttiği istisnai durumlarda söz konusu olabilir. Nitekim Anayasanın 13. maddesinde de temel hak ve hürriyetlerin “özlerine dokunulmaksızın yalnızca 
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla” sınırlanabileceği belirtilmektedir. Kanunun açıkça yasaklamadığı bir fiil, 
tutum veya davranıştan dolayı idare hiç kimseyi eğitim ve öğrenim hakkından mahrum bırakamaz. Buna rağmen ülkemizde bazı kişilerin kanunda açıkça yazılı 
olmayan sebeplerden dolayı yükseköğrenim hakkından mahrum bırakıldıkları da bir gerçektir. İşte bu nedenle yapılan değişikliğin amacı, münhasıran 
yükseköğretim hizmetlerinden yararlanan vatandaşlar arasında eşitliği sağlamak ve yükseköğretim kurumlarında öğrenim hakkından mahrum edilen kişilerin 
bu hak mahrumiyetini ortadan kaldırmaktır.”
[25] 1.2.2008 günlü Anayasa Komisyonu Raporu:
“…Toplantımıza Hükümeti temsilen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek ve Adalet Bakanlığı yetkilileri katılmıştır.
Teklifle; Anayasanın kanun önünde eşitliği düzenleyen 10 ile eğitim ve öğretim hakkı ve ödevini düzenleyen 42 nci maddelerinde değişiklik öngörülmektedir. 
10 uncu maddede getirilen düzenleme ile; devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinin yanı sıra her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında 
kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etme zorunluluğu dördüncü fıkraya eklenmektedir.
42 nci maddeye eklenen fıkra ile; Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimsenin yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemeyeceği, 
bu hakkın kullanımının sınırlarının kanunla belirleneceği öngörülmektedir.
Komisyon Başkanı Prof. Dr. Burhan KUZU sunuş konuşmasında şu görüşleri ifade etmiştir;
Gündemimizde yer alan Anayasa Değişikliği Teklifinin üniversitede okuyan öğrencilerin bir kısmının uzun süredir engellenen eğitim hakkından mahrumiyeti 
gidermeye yönelik ve bu amaçla verildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar Anayasa metninden net olarak anlaşılmasa da yapılmak istenen değişikliğin başlarını 
örtmeleri sebebiyle okuyamayan öğrencilere de bir imkân vermek istediği görülmektedir. Nitekim değişikliğin genel ve madde gerekçelerinde bu durum açıkça 
ortaya konmaktadır. Gerçekten, üniversitelerimizde 1980’li yıllardan başlayan bu sorun Anayasa Mahkememizin 1989 ve 1991 tarihli kararlarıyla farklı bir boyut 
kazanmıştır. Getirilmek istenen değişiklik üzerinden onsekiz yıl gibi uzun bir süre geçmiş olan bu kararlar çerçevesinde konu mahkemeye intikal ederse hem 
yeni bir yorum imkânı verecek hem de Yükseköğretim Kurulu ve üniversitelerimize bu sorunu çözmede yeni bir uygulama başlatabilmek fırsatı verecektir. 
Değişikliğin hedefinin basında yer aldığının aksine kamu kesiminde çalışan görevlileri kapsamadığı, keza lise ve ilköğretim okulunda okuyan öğrencilerin bu 
değişikliğin tamamen dışında kaldığı da getirilen metnin açık düzenlenmesinden anlaşılmaktadır.
Teklif sahipleri adına Sayın Sadullah Ergin, yükseköğretim hizmetlerinden yararlanmada kanun önünde eşitliğin gereği olarak; engellerin kaldırılmasının 
amaçlandığını belirtmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının egemenliği düzenleyen 6, yasama yetkisini düzenleyen 7, eşitlik ve Anayasanın bağlayıcılığı 
ve üstünlüğünü düzenleyen 10 ve 11 inci maddeleri, temel hak ve hürriyetlerin niteliği ile ilgili 12, sınırlamasını düzenleyen 13, kötüye kullanmamayı 
öngören 14, eğitim-öğretim hakkını düzenleyen 42, yönetmelikle ilgili 124, yargı yolunu hükme bağlayan 125, Anayasa Mahkemesinin kararlarını düzenleyen 
153 üncü maddelerinden hareketle konu incelenmelidir. Bu çerçevede eğitim-öğretim hakkı amir hükümlere rağmen yargı kararlarıyla fiilen engellenmektedir. 
Bu sorunu gidermeyi amaçlamaktayız. İfade edilen maddeler ışığında Anayasa ile uygulama arasındaki çelişkiyi gidermek, maddeler arası insicamı sağlamak 
amacıyla bu Teklif getirilmiştir. 
Teklif sahipleri adına söz alan Sayın Faruk Bal; ülkemizin 40 yılı aşan bir süredir yaşadığı sorunu çözmek amacını taşıdıklarını ifade etmiştir. Bu sorunun 
çözülmemesinin temel nedeni laiklik ile din ve vicdan hürriyeti çerçevesinde değerlendirilmesinden kaynaklanmıştır. Anayasanın 10 uncu maddesine rağmen 
bu sorun giderilememiştir. Sorun öncelikle eşitlik ilkesi sonra yükseköğrenim hakkıyla ilgilidir. Teklif bu amaçla Anayasamızın 10 ve 42 nci maddesinde 
değişiklik öngörmektedir. Temel hakların tümünün sınırlandırılması, Anayasanın 14 üncü maddesinde düzenlenmiştir. Teklif Anayasa hükmü haline geldiğinde 
bu madde de öngörülen sınırlamaya tabi olacaktır. Özel sınırlarda eğitim-öğrenim hakkını düzenleyen 42 nci maddede yer almıştır. Bu maddeye eklenen fıkra 
ile getirilen düzenleme, hem eşitlik hakkını bu maddede somutlaştırmakta, hem de maddedeki sınırlara tabi kılınmaktadır. 

Teklifin genel gerekçesi okunduktan sonra, Teklif üzerinde üyelerimiz şu görüşleri ifade etmişlerdir;

- Bu parlamentoda Anayasa; yürürlükteki Anayasanın amir hükümleri çerçevesinde yapılmalıdır. Teklif edilemeyecek hükümler söz konusudur. 
Buna uyulmalıdır. Sayın Ergin’in belirttiği hükümler incelendiğinde Anayasada öngörülen değişikliklerin laiklik ilkesine aykırı olmaması gerekir. 
Amaç türbanı çözmektir. Özellikle Anayasanın 90 ncı maddesi ile milletlerarası andlaşmalar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamaması hükmü 
ve AİHM kararları karşısında bu düzenleme uygun olmayacaktır. Teklifin gerekçesi ne olursa olsun; hukukun üstünlüğü ilkesinden hareketle AİHM ve
 Anayasa Mahkemesi kararları karşısında bu düzenleme yapılamaz. Toplumu kutuplaşmaya yönelteceği açık olan bu düzenleme yapılmamalıdır. 

Laiklik bu devletin temelidir, dinamiğidir, yok kabul edilemez, çiğnenemez, başörtüsü ile ilgili bir sorun yoktur ama, kamu kurumlarında olması sorun yaratacaktır.
 Uygulama derslerinde kamu hizmeti verilmektedir. Bu da kamu kurumlarında gerçekleşecektir. Stajyer öğretmen, doktor, doktora öğrencisi gibi kişiler sorun 
yaşayacaklardır.  
Bu Teklif yasalaşırsa toplumda önlenemeyecek çatışmalar doğacaktır. Üniversitelerimiz ayaktadır. Ülkemizi bölecek bu değişiklikten vazgeçilmelidir.
Bazı üyelerimiz bir önerge vererek; Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan laiklik ilkesi karşısında bu Teklifin görüşülmesinin mümkün olup olmadığı 
hakkında usul tartışması açılmasını istemişlerdir.
Konu eğitim-öğretim hakkı ise, aileleri dar gelirli olduğu için okuyamayan gençlerin sorunu öncelikle çözülmelidir. Özgürlük, eşitlik ilkelerinin arkasına 
sığınılmamalıdır. Türkiye Cumhuriyetine türban dayatılmaktadır. Bazı üyelerimiz Türkiye’yi kamplaştıracak asıl sebebin bu alandaki yasağın devam 
etmesi olduğunu söylemişlerdir. Tüm gençlerimize eğitim-öğrenim hakkı eşit olarak tanınmalıdır. Türban sorununu görmezden gelemeyiz. Laiklik ilkesine 
atıfta bulunarak bu yasağın devamı konusunda tartışmalar devam etmektedir, edeceği de anlaşılmaktadır. Bunun önüne geçilmelidir. Anayasada bir 
değişiklik yapılacaksa, Yükseköğrenim Yasasında da bir değişiklik zorunlu olacaktır. Başı açık olanlara karşı herhangi bir baskı uygulanmasının da önüne 
geçilmelidir.
Verilen önerge ile ilgili olarak, mahkeme kararlarıyla siyasi simge olan türbanın hiçbir kamusal alana giremeyeceğinin hükme bağlandığı belirtilmiştir. 
Üniversitelerde dini simgelerin kullanılmasının yasaklanmasının temelinde laiklik ilkesi vardır. Şeriata dayalı bir devlet sistemi getirilmesinin önlenmesi 
amaçlanmaktadır. Bu değişiklik değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek laiklik ilkesiyle bağlantılıdır. Anayasa Mahkemesi bu ilkelere uymayı şekil şartı 
olarak öngörmektedir. Bu nedenle görüşülmemelidir.
Bu görüşlere cevaben, Anayasa Mahkemesinin yasal düzenlemeler yapılırken dini unvanlara dayanılmamasını öngördüğü belirtilmiştir. Laik bir devlette 
dini gerekçelerle yasal düzenlemeler yapılamaz. AİHM kararları ışığında ilgili devletin takdir hakkı olduğu, iç hukukunda değişiklik yapabileceği söylenmektedir.  

Yasal düzenlemeler doğrultusunda mahkeme içtihatları da değişebilir. Bu doğal bir durumdur. 
1982 Anayasası şekil açısından sınırları belirlemiştir. Bu noktada 1961 Anayasasından ayrılmaktadır. Anayasanın 2 nci maddesiyle ilgili farklı düzenlemeler pek 
çok Anayasa taslağında yer almıştır. Hukuk devletinin gereği tüm vatandaşlara eşit davranmaktır. Temel hak ve hürriyetlerin gereği yapılmaktadır. Laiklik ilkesi 
ile çatışmamaktadır.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil ÇİÇEK Teklifin 10 ve 42 nci maddeleriyle ilgili olduğunu, değişmez tekliflerle ilgili olsa doğrudan 
reddedileceğini ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi mevcut mevzuata göre karar verecektir. Bahsedilen kararlar 1961 Anayasası ile ilgilidir. Oysa 1982 
Anayasasıyla ilgili kararlarında şekil yönünden yetkisinin sınırlarını belirtmektedir. Bu da teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği 
şartına uyulup uyulmadığı hususlarıyla sınırlıdır. Yapılan görüşmelerden sonra önerge oya sunulmuş ve reddedilmiştir.
Devletin temelini bozma hedefi güdenler eşitlik, eğitim-öğrenim hakkının arkasına saklanmaktadır. Türban bunun aracı olarak kullanılmaktadır. Türban 
serbestisi mahalle baskısını artıracak, toplumu bölünme tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktır. Bunun arkası gelecektir.
Türkiye’de türban sorununu çıkaranlar siyasidirler. Mağduriyetlerin giderilmesi öncelikli amaç olmalıdır.

Siyasal İslamcılık hareketi bu Teklifin yasalaşmasıyla hız kazanacaktır. Laik düzen tehdit edilmektedir. 
Değişiklikle bu sorun çözülmeyecek aksine büyüyerek devam edecektir. 
Teklifin tümü üzerindeki görüşmelerden sonra maddelere geçilmesi oy çokluğu ile kabul edilmiştir.

Teklifin 1 inci maddesi üzerindeki görüşmelerde şu görüşler dile getirilmiştir;

Toplumsal barışın sağlanması adına eşitliğe ihtiyacımız vardır. Amaç, Anayasal sistemin temel ilkesi olan eşitlik ilkesinin kanunlarda ve gerçek hayatta, 
uygulamada anlamını bulmasıdır. Madde ile kanun önünde öngörülen eşitlik, kamu hizmetleri açısından vurgulanmaktadır. Laiklik ilkesi ile bağlantısı yoktur. 
İslamiyet’in en güzel yaşandığı yer ülkemizdir. Bunun da nedeni laiklik ilkesidir. İnsanların bireysel tercihlerine herkesin saygısı vardır. Ancak karşı olunan 
kutsal değerlerin siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılmasıdır.
AİHM kararlarında başörtüsünün “bunu takmayanlarda uyandıracağı baskı göz önünde bulundurulmalıdır”  diyor. Düzenleme amaçla orantılı olmalı, kamu 
düzeni korunmalıdır. Anayasamızın başlangıç bölümünün dördüncü fıkrası 1, 2, 3 üncü maddeleri, 6 ncı maddenin son fıkrası, 11, 12, 13,14 üncü maddeleri, 
24 üncü maddenin son fıkrası konumuzla çok alakalıdır. Özellikle 24 üncü maddenin son fıkrası din istismarını engellemeyi amaçlamaktadır. Uluslararası 
sözleşmeler ve AİHM kararları göz ardı edilmemelidir. Kamu hizmetlerine türbanla girmenin alt yapısı hazırlanmaktadır.
Siyaset kurumu sorunları çözmek zorundadır. Bu sorunu çözmemizde hak, hukuk, rejim, adalet açısından yarar vardır. Bu düzenleme uygun görülmüyorsa 
sorunu çözmede hangi yol seçileceği açıkça ortaya konulmalıdır. İnsan haklarına saygılı olmanın da Cumhuriyetimizin niteliklerinden olduğu unutulmamalıdır.
Teklifin 1 inci maddesi Komisyonumuzca oy çokluğu ile kabul edilmiştir.

Teklifin 2 nci maddesi üzerinde üyelerimiz şu görüşleri ifade etmişlerdir;

Yükseköğrenim hakkının kanun dışı uygulama ile engellenmesinin önüne geçilmesi maddenin özünü oluşturmaktadır. Mesele değerler ekseninde tartışıldığında 
herkes bu değerlere sahip çıkacaktır. Bu ortak payda içinde sorunlara çözüm bulmamız gerekmektedir.
Bazı üyelerimiz getirilen düzenlemenin Anayasanın 2 ve 42 nci maddesinin üç ve dördüncü fıkralarına aykırılık teşkil ettiğini söylemiştir. Sorunun çözümü için 
öncelikle alt yapı oluşturulmalı, güven ortamı sağlanmalıdır.
Teklifin 2 nci maddesi Komisyonumuzca oy çokluğu ile kabul edilmiştir.

Teklifin yürürlük ve halkoylamasını düzenleyen 3 üncü maddesi Komisyonumuzca oy çokluğu ile kabul edilmiştir.
Teklifin tümü oya sunulmuş ve Komisyonumuzca oy çokluğu ile kabul edilmiştir…”


[26]2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesinde değişiklik yapan teklifin gerekçesi :
“Genel Gerekçesi;

Yükseköğrenimde yaşanan ve eğitim öğrenim hakkından yararlanmada eşitsizliğe yol açan uygulamalara yasal bir çözüm bulmak amacıyla 
Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddelerindeki değişiklikler çerçevesinde 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun Ek 17 nci maddesine bir fıkra eklenmesi 
ihtiyacı hasıl olmuştur.
Madde Gerekçesi ise;
Bu hükmün amacı, herkesin yükseköğrenim hakkından serbestçe, eşit ve özgür bir ortamda yararlanmasını sağlamaktır. Üniversitelerde uzun bir süredir devam 
eden ve bazı öğrencilerin kılık ve kıyafetlerinden dolayı öğrenim hakkından yoksun bırakılmasına neden olan uygulama, toplumsal barışı, millet-devlet 
kaynaşmasını ve eğitimde fırsat eşitliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Üniversite düzeyinde eğitim gören kişilerin, kendi kılık ve kıyafetleri konusunda 
tercih yapabilmeleri, bireysellik, kimlik ve kişiliklerinin gelîşmesi için kaçınılmaz bir gerekliliktir. Üniversiteler evrensel bilgi ve bilîmin hür bir ortamda 
üretildikleri, özgür ve özerk mekanlardır. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün işaret ettiği "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesiller, ancak 
kişilerin hiçbir gerekçeyle ayrıma tabi tutulmadığı ve eşit olarak yükseköğrenim hakkından yararlandırıldığı özgür üniversitelerde yetişebilir.
Yüksek öğretim kurumlarında başın örtülmesi, eğitim ve öğretimin gerektirdiği güvenliğin sağlanması amacına yönelik olarak sınırlandırılmaktadır. 

Bu kapsamda, başı örtmek için kullanılan kıyafetlerin yüzü açıkta bırakması ve kişinin kimliğinin tespitine imkan verecek şekilde olması gerekmektedir.”
Değişiklik metni ise;

“4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yüksek öğretim Kanununun ek 17 nci maddesine birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. 
“Hiç kimse başının örtülü olması sebebiyle yüksek öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz ve bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamaz. 
Ancak başın örtülmesi, kişinin yüzü açık ve kimliğinin tanınmasına imkan verecek ve çene altından bağlanacak şekilde olması gerekir.” biçimindedir.”




***

AKP KAPATMA DAVASI TAM METİN İDDİANAME BÖLÜM 12




 AKP KAPATMA DAVASI TAM METİN İDDİANAME BÖLÜM 12


1) 2004 yılında yapılan mahalli idareler seçimi sırasında Niğde Ulukışla İlçe teşkilatı il genel meclisi üye adayları Ali Uğurlu, Kamil Ünal, Mustafa Burna ile 
belediye başkan adayı Ali Tekin, Cumhuriyet dönemi kastedilerek üzerine “İktidarla el ele-84 yıllık karanlığa son” yazılan araçla seçim propagandası 
yaptıkları, (Ek.132)

 2) Samsun ili Gazi Beldesi Belediye Başkanı Adalet ve Kalkınma Partili Süleyman Kaldırım'ın önsöz yazdığı ‘Muhtasar İlmihal-Resimli Namaz Hocası’ adlı “ gözleri ve ayakları sağlam olmayanların cuma namazı kılamayacağı, insan pisliğinin 3.2 gramdan fazlasının namaza mani olduğu, ‘ah’ diye inlemenin, saç 
ve sakal taramanın da namazı bozduğu” gibi dini kuralların anlatıldığı 190 sayfalık kitabın ilköğretim okulu öğrencilerine 2005 yılı Eylül ayında bedava 
dağıtıldığı,  (Ek.133)
3) Dinar İlçesi’nin ilahiyat kökenli Belediye Başkanı Adalet ve Kalkınma Partili Mustafa Tarlacı’nın, 2005 yılı Ramazan ayı boyunca 8 camide teravih namazı 
kıldırdığının öne sürülmesi üzerine Valiliğin, buna izin veren 8 cami imamı hakkında soruşturma açtırdığı, (Ek.134)
4) Adalet ve Kalkınma Partisi İzmir Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Ayşe Yürekli türk’ ün İzmir İl Genel Meclisi'nin 2005 yılı Aralık ayında yapılan toplantısına türbanla gelerek, Adalet ve Kalkınma Partili meclis üyelerinin arasına oturduğu, bu tutumunun ağır tartışmalara sebebiyet verdiği, (Ek.135)
5) Başkanlığını APK’li Ahmet Genç’in yaptığı Eyüp Belediyesi’nce, 2005 yılında ÖSYM'nin yaptığı Kamu Personeli Seçme Sınavı'yla alacağı zabıta memurları 
için imam-hatip mezunu olma şartı getirdiği, (Ek.136)
6)  Adalet ve Kalkınma Partili Eyüp Belediye Başkanı Ahmet Genç’in, 2006 yılında 10.000 adet bastırdığı “…Örtünmemek elbette dinden çıkmak değildir. 
Sadece günahkar olmaktır. Ancak başörtülüye eğitim ve sosyal sahalarda reva görülen muamele, sadece zulüm ve haksızlık olarak değerlendirilemez. 
Aynı zamanda İslam dinini hatırlatan her şeye düşmanlıktır. Din ve vicdan özgürlüğüne açık bir müdahaledir" görüşlerini içeren “Sevgili Peygamberimiz 
Hz. Muhammed" başlıklı broşür ile Diyanet İşleri Başkanlığının “Hz. Peygamberin Örnek Hayatı” isimli kitabını okullarda izinsiz olarak dağıttığı,  (Ek.137)
7) Adalet ve Kalkınma Partili Eyüp Belediye Başkanı Ahmet Genç’in 2006 yılı ramazan ayında Eyüp Sultan Cami bahçesine kurulan ramazan çadırına 2820 
sayılı Siyasi Partiler Yasasının 87. maddesine aykırı olarak ismini ve sıfatını içeren afişler astırttığı, tutanak tutulduğu, (Ek.138)
8) Başkanlığını AKP’li Mehmet Demirci’nin yaptığı Tuzla Belediyesince, 2006 yılında evlenen çiftlere üzerinde belediyenin ambleminin de yer aldığı şeriat 
hükümlerine göre yaşamalarını ve bunun için cihat yapmalarını öneren Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof Dr Hamdi Döndüren 
tarafından yazılan 'Delilleriyle Aile İlmihali'  isimli kitabın dağıtıldığı, (Ek.139)
9) Başkanlığını AKP’li Ahmet Misbah Demircan’ın yaptığı Beyoğlu Belediyesi'nin, 2006 yılında ilköğretim öğrencilerine trafik kurallarını öğrenmesi amacıyla 
dağıtmak için kendisini "hoca" ve "ilahiyatçı" olarak isimlendiren Halis Ece’ye hazırlattığı ve önsözünü Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın yazdığı
 "Çocuklara Trafik Bilgileri ve Eğitimi" adlı trafik rehberinde, kazaların "takdir-i ilahi" olduğunu belirtilerek, "Trafik kazaları kader değildir teraneleri, bizim 
tevhid, birlik esası üzerine kurulu inançlarımıza aykırı" denildiği, (Ek.140)
10)  Başkanlığını AKP’li Hüseyin Turan’ın yaptığı Silivri Belediyesince 2006 yılında belediye adına özel olarak bastırılan ve M.Ertuğrul Düzdağ tarafından 
yazılan önsözünde Atatürk’ün kişiliğine, ilke ve devrimlerine ağır saldırılar yapılan Mehmet Akif Ersoy’un “Safahat” isimli kitabın ilçedeki tüm lise öğrencilerine bedava dağıtmak üzere belediyeye ait taşıtlarla okullara getirildiği ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünce dağıtım izni bulunmayan kitapların bir kısmının lisedeki öğrencilere dağıtımının yapıldığı, (Ek.141)
11) AKP’li Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nun, 2006 tarihinde üzerinde kartviziti ve AKP logosu bulunan 5.000 adet Kuran-ı 
Kerim’i Büyükşehir amblemini taşıyan çantalar içerisinde belediye personeli aracılığıyla kentte dağıttırdığı, (Ek.142)
12) AKP’li Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz’ın 2004 yılı Kasım ve Aralık aylarında belediyenin görevleri içerisinde bulunmadığı halde belediye ait 
otobüsü seyyar mescit haline dönüştürdüğü ve bu eylemi nedeniyle hakkında soruşturma izni verildiği, (Ek.143)
13) Adalet ve Kalkınma Partisi Gençlik Kolları Ankara İl Başkanlığı tarafından 2006 yılında Kurtuluş semtinde, üzerinde 2820 Sayılı Siyasi Partiler 
Kanununun 87. maddesine aykırı olarak “Hoş geldin Ya Şehr-i ramazan”, “Adalet ve Kalkınma Partisi”, “Gençlik Kolları”, “Her şey Türkiye için”, “Adalet ve 
Kalkınma Partisi Gençlik Kolları Ankara İl Başkanlığı İftar Çadırı” yazıları ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin amblemi ve genel başkanının dört ayrı fotoğrafı 
bulunan iftar çadırı açıldığının belirlendiği, (Ek.144)
14) Konya'nın Seydişehir ilçesinde, 18 Mart Çanakkale Şehitleri'ni Anma Günü nedeniyle düzenlenen şiir ve müzik yarışmasında birinci olan imam hatip lisesi 
öğrencilerine ödüllerinin verilmesi için okul bahçesinde düzenlenen törende konuşma yapan AKP’li Belediye Başkanı İbrahim Halıcı’nın ''Ben de bu okulda 
okudum. O dönem okul çok kalabalıktı, şimdi azalmış. İnşallah bütün okullar imam hatip olacak'' dediği, (Ek.145)
15) Denizli Endüstri Meslek Lisesi’nde sınıf tahtasına “şeriat gelecek, zulüm bitecek” diye yazan ve namaz kıldığı için derslere geç giren öğrencisi İmdat 
Niyaz’ı uyardığı için öldürülen Öğretmen Yusuf Batur’un bir caddeye verilen ismi AKP’li Denizli Belediye’si tarafından “Meclis Caddesi” olarak değiştirildiği,  
adının yazılı olduğu tabelaların yerinden söküldüğü,
Yusuf Batur’un eşi Ümmühan Batur’un söz konusu idari işlemin iptali için Denizli İdare Mahkemesine açılan dava sonucunda hukuka aykırı meclis kararının 
iptaline karar verildiği,  (Ek.146)
16) Adalet ve Kalkınma Partisi Konya Milletvekili Halil ÜRÜN’ün danışmanlığını yürüten Ahmet Şükrü KILIÇ’ın; türbanlı olduğu için 28 Şubat döneminde 
görevine son verildiği bildirilen eşi Nilgün Kılıç’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2003 Yılı Kasım ayında yapılan büyük kongresinde MKYK üyeliğine 
seçilmesini “işte 28 Şubat’ın rövanşı diye ben buna derim”  şeklinde değerlendirdiği,  (Ek.147)
17) “Türbanlı Belediye Başkanı da olmalı” çıkışıyla adı sıkça gündeme gelen AKP’li Isparta Belediye Başkanı Hasan BALAMAN’ın İlköğretim öğrencilerine 
içinde Said-i Nursi propagandası yapılan bir kitap dağıttığı, ‘Küçük Gezgin, Güller Ve Halılar Diyarı Isparta’da’ adlı kitapta Said-i Nursi için ‘keskin zekası, 
harikulade hafızası yüzyılın mütefekkiri’ gibi övücü ifadeler kullanıldığı, belediye tarafından Bahattin ATAK’a hazırlatılan kitabın Ülkü İlköğretim Okulunda 
200 öğrenciye verildiği, ( Ek.172) 
18) AKP’li Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman’ın Isparta Müftülüğü tarafından düzenlenen ‘Hafızlık Taç Giyme Töreninde’ yaptığı konuşmada; “… 
böyle bir şey olmaz. Yasak her yerden kalkmalı (…) başörtülü bir kadın da belediye başkanı, daire başkanı olabilmeli (…) imam hatipli bir kişinin hırsız veya uğursuz olduğu görülmemiştir.” dediği,  (Ek.129)
Tespit edilmiştir.


g- Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerinin laiklik ilkesine aykırı diğer eylemleri.,

1) Milli Eğitim Bakanlığı’nın, 13.8.1999 gün ve 23785 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ''Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Müfettişleri 
Başkanlıkları Yönetmeliği”nde değişiklik yaparak 30 dan fazla maddesini değiştirdiği, Yönetmeliğin 42. maddesinde yapılan değişiklikle ilköğretim 
müfettişlerinin görev alanının yeniden belirlendiği, düzenleme ile “Milli Eğitim Yayınevleri ile öğretmenevleri, halk eğitim merkezi ve akşam sanat 
okullarıyla bunlara bağlı kurslar, çıraklık eğitim merkezleri, eğitim araçları ve donatım merkezi ve akşam sanat okulu müdürlükleri, rehberlik ve araştırma 
merkezleri ve sağlık eğitim merkezleri, hizmetiçi eğitim enstitüleri ve akşam sanat okulları ile hizmet içi eğitim merkezleri, spor ve izcilik merkezleri, 
gençlik ve izcilik eğitim tesisleri, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kuran kursları, dernek ve vakıflarca açılan ve bakanlığın denetimi ve gözetimi altında 
bulunan gerçek ve tüzelkişilere (şirket) ait öğrenci yurtları''nın denetim görevinin ilköğretim müfettişlerinden alındığı, Yönetmelik değişikliği sonucu 
ilköğretim müfettişlerinin denetim alanlarının ''Okulöncesi eğitim kurumları, ilköğretim kurumları, özel eğitim gerektiren çocuklar için açılmış ilköğretim 
seviyesindeki okullar ve sınıflar, yetiştirici ve tamamlayıcı sınıflar ve kurslar, ilköğretim seviyesinde açılan öğrenci yetiştirme kursları, özel öğretim 
kurumlarına bağlı, ilköğretim seviyesindeki dershane, kurs, etüt eğitim merkezleri ve okulları, valilikçe uygun görülen bakanlığın gözetimi ve denetimine tabi diğer okul/kurumlarda inceleme ve soruşturma işleri.'' ile sınırlandırıldığı, böylece Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı Kuran kursları ile vakıf yurtlarının denetiminin ilköğretim müfettişlerinin görev alanından çıkarılarak, Kuran kurslarını denetleme görevinin Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı murakıplara bırakıldığı, Danıştay'ın yönetmelik değişikliğini iptal etmesi üzerine, yönetmelikte yeniden bir değişiklik yapıldığı, Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı ilköğretimin 5. sınıfını bitiren öğrenciler için açılan yaz Kuran kursları ilköğretim müfettişlerinin denetim kapsamına alınırken diğer Kuran kursları ile dernek ve vakıflarca açılan öğrenci yurtlarının yine denetim kapsamı dışında tutulduğu, (Ek.148)
2) Milli Eğitim Bakanlığı, Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliği’nde 2006-2007 öğretim yılından itibaren geçerli olmak üzere İmam Hatip Lisesi öğrencileriyle 
ilgili önemli bir düzenleme yaparak, İmam Hatip Lisesi son sınıf öğrencileri ya da mezunlarının, Açık Öğretim Lisesinde bir dönem öğrenim gördükten 
sonra Öğrenci Seçme Sınavı’nda (ÖSS) istedikleri alandan sınava girebilmelerine olanak tanındığı, Yönetmeliğin 14 Aralık 2005 tarihli Resmi Gazete’de 
yayımlanarak yürürlüğe girdiği,14.12.2005 tarih ve 26023 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Milli Eğitim Bakanlığı Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliğinin bazı maddelerinin yürürlüğünün durdurulması ve iptali istemiyle YÖK tarafından açılan davada Danıştay 8. Dairesi 7.2.2006 gün ve 2005/6384 Esas sayılı kararla istemi yerinde görerek yürütmenin durdurulması kararı verdiği, Milli Eğitim Bakanlığının bu karara kadar yapılan yeni kayıtların geçerli ocağına dair işlemin de iptali amacıyla  YÖK tarafından açılan davada Danıştay 8. Dairesi 7.6.2006 gün ve 2006/1249 Esas sayılı karar ile işlemin yürütmesinin durdurulmasına hükmettiği, (Ek.149)
3) 8.11.2003 tarihli resmi gazetede yayımlanan “Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair 
Yönetmelik”in 15. maddesinin kaldırıldığı, kaldırılan madde hükmünün “Gençleri Cumhuriyet esaslarına göre hazırlayacak ve okullarda milli terbiyeyi 
kuvvetlendirecek tedbirleri almak” şeklinde olduğu, (Ek.150)
4) Fakir ve başarılı öğrencilerin Devletçe özel okullarda okutulmasıyla ilgili yönetmelik hakkında Danıştay’ca yürütmenin durdurulması kararı verildiği, 
bunun akabinde aynı konuda çıkartılan 31.7.2003 tarih ve 4967 sayılı Yasanın da  Cumhurbaşkanı tarafından bu okullara alınacak öğrenci yapısı ve 
öğretmenler gözetilerek, devlet niteliklerine aykırılık söz konusu olacağı gerekçesiyle veto edildiği, (Ek.151)
5) Milli Eğitim Bakanlığının (MEB), Şubat 2002 tarihli Tebliğler Dergisi'nde yayımlanan Merkezi Sistem Sınav Yönergesi'ni yenileyerek Ortaöğretim Kurumları Sınavı (OKS), devlet parasız yatılılık ve bursluluk, açık öğretim okulları, motorlu taşıt sürücü adayları sınavlarıyla resmi, özel kurum ve kuruluşlarla imzalanan protokollere göre yapılan seçme, yerleştirme, atama, görevde yükselme, unvan değişikliği ve benzeri sınavlarla ilgili esasları yeniden düzenlediği, mevcut yönergede MEB'in yaptığı merkezi sınavlara adayların girebilmesi için 'baş açık' olması gerektiği belirtilirken, Mayıs 2006-2584 sayılı Tebliğler dergisinde yayımlanan 19.4.2006 gün ve 5855 sayılı Merkezi Sistem Sınav Yönergesi’nde bu ifadenin kaldırıldığı,  mevcut Yönergenin 10/ı maddesinde yer alan  “Tüm sınav görevlilerinin, yürürlükteki mevzuata uygun kılık ve kıyafet ile görevlerine gelmelerini, örgün ilk ve orta öğretim kurumlarında öğrenim gören adayların merkezi sistem sınavlarına başı açık, temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle girmelerini sağlamak” maddesi, yeni Yönergenin 11/i maddesi ile 'Adayların temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle sınava girmelerini sağlar' ifadesiyle değiştirildiği, Eğitim-İş’in, Milli  Eğitim Bakanlığının 19.4.2006 gün ve 5855 sayılı Merkezi Sistem Sınav Yönergesi’nin  11/i hükmünün iptali amacıyla açtığı dava sonucu, Danıştay 8. Dairesinin 3.8.2006 gün ve 2006/3481 Esas sayılı hükmü ile “Kararda, dava konusu yönerge ile yürürlükten kaldırılan Milli Eğitim Bakanlığı Merkezi Sınav Yönergesinin,  Sınav Görevlileri ve Sorumları başlıklı 10. maddesinin Bina Sınav Komisyonu Kuruluşu ve Görevleri bölümünün ( ı) bendinde yer alan ; “Tüm sınav görevlilerinin, yürürlükteki mevzuata uygun kılık ve kıyafet ile görevlerine gelmelerini, örgün ilk ve orta öğretim kurumlarında öğrenim gören adayların merkezi sistem sınavlarına başı açık, temiz, düzenli ve aşırılığakaçmayan bir kıyafetle girmelerini sağlamak” hususunun bina sınav komisyonunun görevleri arasında sayıldığı, dava konusu olan ve eski düzenlemeyi yürürlükten kaldıran yeni yönergede aynı başlığı düzenleyen 11. maddesinin (i) bendinde ise, Sınav Komisyonuna “sınava başı açık”  girilmesinin sağlanması görevinin yüklenmesi nin eksik bırakıldığı, yeni yönergeden “başı açık” ibaresinin “çıkarılarak soyut ve genel ifadelere” yer verilmesinin,” hukuka aykırı bulunduğu gerekçesiyle sözü edilen yönergenin 11/i maddesinin iptaline karar verdiği,
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun, Danıştay 8. Dairesi’nin kararına MEB’in yaptığı itirazı da reddettiği,  (Ek.152)
6) 7.12.2004 günü yürürlüğe giren 5272 sayılı Belediye Kanununun 15. maddesinin 1. fıkrası “gayrisıhhi müesseseler ile umuma açık istirahat ve eğlence yerlerini ruhsatlandırmak ve denetlemek” görevini belediyelere, belediye sınırları dışında ise 5320 sayıl İl Özel İdaresi Kanununun 7. maddesi mucibince 
“İl Özel İdaresi”ne verdiği,24.11.2004 tarih ve 5259 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 4.7.1934 gün ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 6, 7, 8, 12. maddeleri,  8.6.1942 gün 3572 sayılı İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanunun 3. maddesinin a bendi, 14.6.1989 tarih ve ve 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunun 19. maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişikliklerle içkili yerlerin ruhsatlandırılması görevinin belediye ve il özel idarelerine verildiği, 
yasalarda yapılan bu değişiklik üzerine İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik hazırlanarak 10.8.2005 tarih ve 25902 sayılı Resmi Gazete’de 
yayımlandığı,İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik hükümlerinin uygulanmasına ilişkin İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’nün 14.10.2005 

gün ve 82663- 2005/107 sayılı genelgesinde; “10.8.2005 tarih ve 25902 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren İşyeri Açma ve Çalışma 
Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin 29. maddesine göre içkili yer bölgesi mülki amirlerin genel güvenlik ve asayiş durumu hakkındaki görüşü doğrultusunda 
belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediye meclisince, bu sınırlar dışında il genel meclisince tespit edilecektir. Ancak, içkili yer bölgesinin bir 
belediye sınırı dahilinde birden çok alanda tespit edilmesine engel bir husus yoktur. Bununla beraber, içkili yer bölgesi adres ve nokta işyeri olarak değil 
bölge olarak tespit edilmelidir. Dolayısıyla işyeri ve adres bazında içkili yer bölgesi tespitinin yapılması Yönetmeliğin genel düzenlemesine ve bölge 
tespitinden beklenen amaca aykırıdır. Çünkü bar, gazino, pavyon vb içkili eğlence yerlerinde, gerek müşterilerin gerekse işyeri çalışanlarının sebep olduğu 
çeşitli asayiş olaylarının meydana gelmesi veya yüksek sesle müzik yapılması gibi nedenlerle çevreye rahatsızlık verildiğinden, bu gibi yerlerin kolluk veya 
zabıtaca sürekli kontrol ve denetim altında bulundurulması gerektiği için bölgesel tespit yapılması esas alınmıştır.  Diğer yandan, gerek imar planında 
gerekse şehir planlarında park alanları, okul bölgeleri, spor alanları, kültürel merkezler yanında oyun ve eğlence merkezlerinin açılabileceği alanların da 
belirlenmesi, hem şehrin düzenli gelişimini, hem de kişilerin yaşam alanlarında huzurlu ve güven içerisinde bulunmalarını sağlayacaktır. Bu çerçevede, 
kişilerin huzur ve sükunu ile beden ve ruh sağlığını temin edecek bir çevre oluşturulması, umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinin daha etkin bir şekilde 
kontrollerinin yerine getirilmesi esas alınarak, bu tür iş yerlerinin özellikle konut ve yerleşim alanları ile gürültüye duyarlı kurumların bulunduğu yerlerde 
açılmaması, bunların şehir içerisinde veya yakınında konutlardan ayrılmış, özel olarak bu şekilde faaliyet gösteren işletmelere tahsis edilmiş, alt yapısı, 
ulaşım hizmetleri buna göre yapılmış ayrı bir bölgede, tarihi kültürel ve turistik özellikler taşıyan cadde ve sokaklarda veya içerisinde sadece işyerlerinin 
bulunduğu iş merkezi, pasaj gibi yerlerde açılabilmesine yönelik bölge tespitlerinin yapılması sağlanmalıdır. Bu itibarla içkili yer bölgesi tespiti yapılırken, Yönetmelikte yer alan hükümler dışında yukarıdaki açıklamalarında dikkate alınarak, işletmelerden gelen içkili yer bölgesine dâhil edilme taleplerinin her işletme için değerlendirilmesi yerine toplu olarak ve bölgesel çapta ele alınması hususuna dikkat edilmelidir. Ayrıca daha önce içkili yer bölgesi olarak 
tespit edilen bölgelerin kaldırılması veya daraltılması yoluna gidilmesinde de işletmelerin kazanılmış haklarına uyulması gerekmektedir.” denildiği,
Yapılan bu düzenlemeler üzerine Belediyelerin, Yönetmeliğe ve Yönetmeliğe aykırı çıkarılan genelge hükümlerine göre işlemler yaptığı, “ruhsat iptali, 
yeni ruhsat verilmemesi,  eğlence vergisi ve hafta tatili ruhsat harcı artırımına gidilmesi,  içkili yerlerin kent dışındaki alanlarda toplanmalarına zorlanmaları” 
uygulamalarının başlatıldığı, içki içilmesi ve satılmasını kısıtlama kampanyasına dönüştürüldüğü, resmi kurumlara ait sosyal tesislerde içki yasağı 
uygulamasına başlandığı, İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’nün 14.10.2005 tarihli genelgesinin iptali amacıyla Ankara Barosu’nun açtığı davada, Danıştay 8. Dairesi 7.3.2007 gün ve 2005/6261 Esas, 2007/1246 Karar sayılı hükmü ile;  genelgenin Bakanlar Kurulu'nca 10 Ağustos 2005'te çıkarılan 
'İşyeri Açma ve Ruhsatlarına Dair Yönetmelik'e aykırı hükümler içerdiğini, genelgede içkili yerler için "konut ve yerleşim alanlarında, konutlardan ayrılmış, 
özel olarak bu şekilde faaliyet gösteren işletmelere tahsis edilmiş, altyapısı, ulaşım hizmetleri buna göre yapılmış ayrı bir bölge" tanımları yapılarak, üst 
hukuk normu olan yönetmelikte sayılmayan kısıtlamalara yer verildiği, genelgenin sadece yasal değişiklikleri açıklamaya yönelik olarak çıkarılma amacının aşıldığı, içkili yer bölgesiyle ilgili yönetmelikte olmayan yeni kısıtlamalar getirilmesinin, üst hukuk normlarına aykırı olduğu gerekçeleriyle genelgeyi hem içerik, hem de şekil açısından iptal ettiği, (Ek.153)
7) Sağlık Bakanlığı'nca hazırlanan Sağlık Kuruluşları Ruhsatlandırma Yönetmeliği Tasarısı’nın 113. maddesinde birinci basamak sağlık kuruluşlarında, 
hastaların dini gereklerini yerine getirebilecekleri mekânlar ayrılmasının öngörüldüğü, (Ek.154)
8) Devlet Planlama Teşkilatı'nın 9. Kalkınma Planı hazırlıkları kapsamında oluşturulan  Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Özel İhtisas Komisyonun 
taslak raporunda, "zekat" sisteminin özel kurum ve teşkilatına kavuşturulması, bu amaçla " Zekat Mağazalar Zinciri " oluşturulması önerisinde bulunulduğu, 
(Ek.155)
9) 13.6.2006 gün ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun “Mükellefler” başlıklı 2. maddesinin  beşinci fıkrasında; “ Dernek veya vakıflara ait iktisadî 
işletmeler: Dernek veya vakıflara ait veya bağlı olup faaliyetleri devamlı bulunan ve bu maddenin birinci ve ikinci fıkraları dışında kalan ticarî, sınaî ve 
ziraî işletmeler ile benzer nitelikteki yabancı işletmeler, dernek veya vakıfların iktisadî işletmeleridir. Bu Kanunun uygulanmasında sendikalar dernek; 
cemaatler ise vakıf sayılır.” hükmü getirilerek,  cemaat kavramının yasalara girdiği,     (Ek.156)
10) Diyanet İşleri ile Milli Eğitim Bakanlığı'nın denetim ve gözetiminde yaz Kuran kurslarının açılması, halen Diyanet'in kış aylarında düzenlediği Kuran 
kurslarına gitmek için gereken ilk ve ortaöğretimi bitirmiş olma, yani 15 yaş ve yaz aylarında aranan 12 yaş sınırı şartının kaldırılmasının öngörüldüğü 
yasa teklifinin TBMM Başkanlığı'na sunulduğu, (Ek.157)
11) Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan 14.12.2005 gün ve 26023 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “ Milli Eğitim Bakanlığı 
Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliği”nin amaçlarının açıklandığı 5/a maddesinde; “İlköğrenimini tamamlayan, ancak orta öğretime devam edemeyenler ile 
orta öğretimden ayrılan, mezun olan ve yüksek öğretimden ayrılan veya mezun olanlara farklı alanlarda öğrenim görme fırsatı vererek eğitim-öğretim imkanı 
sağlamak”, Diploma başlıklı 35. maddesinde; “Lise’den mezun olanlara, bitirdikleri program türüne göre diploma verilir.” Kılık ve kıyafet başlıklı 45. maddesinde “Sınavlarda kılık-kıyafetin, öğrencinin rahatlıkla tanınmasını sağlayacak şekilde sade ve temiz olması esastır. hükümleri getirilmiş, böylece açık öğretimin kural, örgün öğretim ise istisna haline getirilerek, meslek lisesi mezunlarına (imam-hatip lisesi) çift diploma edinmeleri suretiyle üniversiteye girişte 1999 yılından beri uygulanan meslek liseleri ve düz lise mezunları arasında uygulanan katsayı uygulamasının bertaraf edilmesi imkanının sağlandığı, ayrıca öğrencilerin türbanlı, sakallı olarak derslere devam etmeleri olanağının tanındığı,Bahsedilen Yönetmeliğin bazı maddelerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı ve Eğitim-Sen’in Danıştay 8. Dairesine dava açtıkları, Danıştay 8. Dairesi Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının açtığı davada 7.2.2006 tarihli karar ile dava konusu edilen Yönetmelik maddelerinin yürütmesini durdurduğu, 7.3.2007 gün ve 2005/6384 Esas, 2007/1259 sayılı karar ile de Yönetmeliğin  5/a, 15/b-c, 18/c, 20/b-e, 25/2, 26/b, 26/son paragraf, 32/2 ve geçici 4. maddelerini iptal ettiği, Eğitim-Sen tarafından açılan davada da 7.3.2007 gün ve 2005/6465 Esas, 2007/1257 sayılı karar ile; Yönetmeliğin 5/a, 15/b-c, 20/b-e, 25/2, 26/b ve son paragraf, 32/2 ve geçici 4. maddenin iptaline karar verildiğinden yeniden karar verilmesine yer olmadığına, 22, 45, 46/1, 35/d, 41. maddelerinin  ise iptaline karar verdiği, Milli Eğitim Bakanlığının, Danıştay 8. Dairesinin 7.2.2006 tarihinde verdiği Yönetmeliğin dava konusu edilen maddelerinin yürürlüğünün durdurulması kararını etkisiz kılmak amacıyla 1.3.2006 tarihinde, Yönetmeliğin yayımlanmasından sonra açık öğretim liselerine kayıt yaptıranların kazanılmış haklarının korunacağını duyurduğu, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı bu idari işlemin de hukuka aykırı bulunduğu gerekçesiyle yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle açtığı davada Danıştay 8. Dairesi 7.6.2006 gün ve 2006/2349 Esas, 2006/1249 Karar sayılı hükümle ile 1.3.2006 tarihli işlemin de yürütmesinin de durdurulmasına karar verdiği,  Buna karşın,  24.6.2007 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı'nca (MEB) düzenlenen açıköğretim lisesi sınavlarına bazı öğrencilerin türbanla katıldıkları, Alanya’daki Açık Lise sınavlarına türbanla girenleri rapor eden ve buna izin veren okul müdürleri hakkında suç duyurusunda bulunan 3 öğretmen hakkında Antalya Milli Eğitim Müdürlüğünce soruşturma açıldığı, konuyu araştıran Milli Eğitim Müdürlüğü Müfettişleri, şikayete konu olan müdürler için yapılacak herhangi bir işlem olmadığına karar verdikleri, Alanya Kaymakamlığının da müfettiş raporları doğrultusunda şikayetin işleme konulmaması yönünde karar aldığı, bunun üzerine Antalya Milli Eğitim Müdürlüğünün şikayetçi olan 3 öğretmen için ‘toplu dilekçe verdikleri iddiasıyla’ valilikten soruşturma izni aldığı, öğretmenler hakkında görevlendirilen müfettişlerce soruşturmaya başlandığı, (Ek.158)
12) Üniversitelerde türban yasağının kaldırılması ve diğer yandan serbestliğin tüm kamusal alana taşınması tartışmalarının yapıldığı 2008 yılı ocak ayı 
içinde yapılan açık öğretim lisesi sınavlarına başta Ankara olmak üzere, Erzurum, Edirne, Denizli, Konya ve İzmir’ de çok sayıda öğrencinin sınavlara türbanlagirmesinin sağlandığı, hatta bu öğrenciler arasında çarşaflı kişilerin de sınava alındığı,Denizli ve Ankara Cumhuriyet Lisesi'nde yapılan Açık İlköğretim Okulu sınavlarında salona başörtüleriyle alınan bazı öğrencilerin, sınavın başlamasına dakikalar kala görevlilerce dışarı çıkarıldıkları, ancak öğleden sonra yapılan sınavlara ise alındıkları, Ankara Sincan İmam Hatip Lisesi'nde, 13 Ocak 2008 Pazar günü yapılan Milli Eğitim Bakanlığı Açık İlköğretim Okulu sınavına türbanlıların hatta "çarşaflı" bir kişinin alındığı, bu hususta herhangi bir işlem yapılmadığı, okul ya da milli eğitim müdürlüğü yetkililerinin duruma herhangi bir müdahalesinin olmadığı, (Ek.159)
13) Türbanın yükseköğretim kurumlarında serbestçe takılmasına olanak sağlamak üzere Anayasanın 10 ncu ve 42 nci maddelerinde değişiklik yapılmasını içeren kanun teklifinin Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partili milletvekillerinin imzalarıyla, aynı amaca yönelik olarak 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunun Ek 17 nci maddesinde değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin ise her iki partili yedi milletvekilinin imzalarıyla 29.01.2008 ve 30.01.2008 tarihlerinde TBMM’ne sunulduğu, 2547 sayılı Kanun’da değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifinde Adalet ve Kalkınma Parti Milletvekilleri Bekir Bozdağ, Sadullah Ergin, Nurettin Canikli, Mustafa Elitaş ve Nihat Ergün’ün imzalarının bulunduğu,  (Ek.160) 
14) Prof. Dr. İrfan ERDOĞAN’ın Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı, Ali İlker GÜMÜŞELİ’nde başkan yardımcılığı görevinden Milli Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’le izlenen çizgide uyuşamadıklarından ayrıldıkları, müfredat konusunda işinin ehli olmasına değil, talimatla kitap onaylayıp onaylamayacağına bakılarak kurula üye atandığı, bunun da günün koşullarından, bilimsellikten, çağdaşlıktan ve Atatürkçülük’ten uzak öğelerle dolu kitapların çıkmasına yol açtığı, Talim Terbiye Kurulu’na danışılmaksızın tepeden inme bir yöntemle MEB Personel Genel Müdürü Remzi KAYA tarafından kurula üye görevlendirildiği, yine Talim Terbiye Kuruluna sorulmaksızın görevlendirilen 33 kişinin Cumhuriyet devrimlerine aykırı faaliyetleriyle bilinen Eğitim Bir-Sen’e üye olanlar arasından seçildiği, okutulan kitapların ve müfredat içeriğinin eksik ve yanlışlarla dolu olduğu, Türkçe kitapların da sihir, peri, büyü gibi soyut ve gerçekten uzak kavramlara yer verilirken devrim tarihi ve Atatürkçülük dersinin içeriğinin ise Osmanlı yanlısı bir tutumla verildiği,( Ek.173)  Belirlenmiştir.


13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***