AKP KAPATMA DAVASI TAM METİN İDDİANAME BÖLÜM 6
50) 9 Şubat 2008 günü Almanya’da gazetecilerin “İslamiyet ile AB sürecini nasıl bağdaştırdığını” sormaları üzerine Başbakan Erdoğan’ın; “…Farklı dinlerin
mensuplarına bizler nasıl ‘siz niçin dininizi bu kadar iyi yaşıyorsunuz ya da bu kadar hassasiyetle yaşıyorsunuz’ deme hakkına sahip değilsek, bir müslümanın
da dinini yaşamasına kimse kalkıp ‘sen niçin dinini bu kadar iyi yaşıyorsun, başarılı yaşıyorsun’ deme hakkına sahip değildir. Bir taraftan din ve vicdan
özgürlüğü diyeceksiniz, öbür taraftan kalkıp Müslüman için böyle bir defans uygulayacaksın. Bu defansa uygulamaya bir defa kimsenin hakkı yok” dediği,
(Ek.50)
51) Milli Eğitim Bakanlığının düzenlediği “Eğitime Yüzde Yüz Destek” kampanyasının başlatılması töreninde konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; mesleki ve teknik eğitime büyük önem verdiklerini kaydederek “üniversite sınavlarında meslek liseleri aleyhine işleyen katsayı uygulamasının da önümüzdeki yıldan itibaren kaldırılacağını” belirttiği, (Ek.51)
52) 24.11.2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Kursları ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliğinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile ilköğretimi bitirmiş veya ilköğretim çağını geçmiş, gündüz çalışmak zorunda olan ve kursa devam edemeyenlerden
10 kişinin müracaatı üzerine, müftülüğün teklifi ve mülki amirin onayı ile kurs binaları ve müftülükçe uygun görülen yerlerde “akşam Kur-an kursları”,
okulların yaz tatiline girmesinden bir hafta sonra, ilköğretimin 5. sınıfını tamamlayan öğrenciler için kanuni temsilcilerinin talebine bağlı olarak Kur-anı
kerimi ve mealini öğrenebilmeleri ve dini bilgilerini geliştirebilmeleri amacıyla Milli Eğitim Bakanlığının denetim ve gözetiminde “yaz Kur-an kursları”
açılabileceği, kadrolu öğretici bulunmadığı takdirde imam hatip lisesi mezunlarının öğretici olabilecekleri, okulların tatil olduğu zamanlarda iki ayrı ve
haftada 5 günü geçmeyecek şekilde sınırlanan yaz Kuran kursları için bu sınırlamanın kaldırılması, önceden eğitim öğretim yılı devamınca açık olan yurt
ve pansiyonların, kurslarda eğitim öğretim yapıldığı sürece açık olması hükmünün getirildiği, Oluşan tepkiler ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 9.12.2003 günü Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ile Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ı ayrı ayrı kabullerinde yaptıkları görüşmesi sonrasında, Diyanet İşleri Başkanlığı değişiklik üzerinde yeniden çalışma yaparak 23.12.2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Kursları ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” uyarınca 24.11.2003 tarihinde yapılan değişiklik ile getirilen düzenlemelerin kaldırıldığı,Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; “öğrencilerin önündeki eğitim engellerinin kaldırılması gerektiğini” söyleyerek, önceki değişikliğin destekçisi oldukları mesajını verdiği,
03.12.2004 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan “Özel Öğrenci Yurtları Yönetmeliği”nin 51. maddesi ile 13.1.1989 tarih ve 89/13715 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Öğrenci Yurtları ile Benzeri Kurumların Açılması, İşletilmesi ve Denetlenmesi Hakkında Yönetmelik’in yürürlükten
kaldırıldığı, yeni düzenleme ile eski yönetmeliğin 51/c maddesinde yer alan özel öğrenci yurtlarında, dinin veya dini hissiyatı veya dince mukaddes
sayılan şeyleri alet ederek faaliyette bulunmak hükmünün, kapatma nedeni olmaktan çıkartıldığı, (Ek.52)
53) Birlik Vakfı tarafından Grand Cevahir Otel'de düzenlenen 'Meseleler ve Çareler' konulu toplantıda, imam hatip liseleriyle ilgili düzenlemelerin
Cumhurbaşkanı'nın 13.05.2004 gün ve 5171 sayılı “Yükseköğretim Kanunu ve Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunu’nun”
vetosunun ardından yeniden TBMM gündemine alınmamasıyla ilgili eleştirilerle karşılaşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Yasanın tartışıldığı dönemde,
başta Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere, sivil toplum örgütlerinin tepkisini “yasanın karşısına dikilenler” olarak niteleyip, meslek
liselerinde çocuklarını okutanları çocuklarının durumuna sahip çıkmamakla suçlayarak, toplumun gerektiği cevabı vermediğini öne sürerek, Yasanın Mecliste ikinci defa görülmemesinin nedenini; 'Şunu hatırlatmak isterim, biz bunun ikincisini de yaparız, yapardık. Ama bunun bedelini siz ödemeye hazır mısınız?
Bunun bedeli var. Biz hükümet olarak bu bedeli ödemeye hazır değiliz. Çünkü daha önce ödenen bedeller var. Biz şimdi bu meslek liselerinde okuyanlara
da aynı bedeli ödetemeyiz. Bunun için de bu adımı atamayız. Toplum buna hazır olduğu zaman bu adım atılır.'' şeklinde ifade ettiği, (Ek.53)
54) 23.6.2005 günü Nizip'te halka hitap eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın:
“İmam hatip ve meslek liseleriyle diğer düz liseler arasında üniversiteye girişte uygulanan katsayı farkını doğru bulmuyorum. YÖK'ün bu tavrını tasvip
etmemiz mümkün değil. YÖK şu anda, düz liselerle meslek liseleri arasında ayrımcılık yapar durumda. YÖK bu ayrımcılığı yapma hakkına sahip değil.
Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde, 'Sen meslek, sen düz liselisin' ayrımı yapılmaz. Şüphesiz bunlar kendi içinde yapılmadığı sürece o zaman bizler, yasama organı olarak yapılması gerekeni yaparız. Ben ve çocuklarım imam-hatip mezunuyuz. Türkiye'de böyle bir ayrımcılığı kabul edemeyiz. Sürekli olarak imam-hatip okullarını öne çıkarmak suretiyle meslek liselerini mahrum etmek ayrımcılıktır. Bu yanlıştan vazgeçmelisiniz. Eninde sonunda bu ülke bu sorunu
halledecek. Yavrularımızın önünü açın ki okusunlar… Katsayı adil bir yaklaşım değil. Bir defa üniversiteye girecek olan öğrencilerin önüne böyle bir katsayı
zulmünü koymak çok büyük bir adaletsizlik. Çünkü bu bir yarış. Siz bir imtihan yapıyorsunuz. O zaman 'Bu imtihanı niçin yapıyorsunuz' diye sorarlar.
Eğer bir meslek lisesi mezunu da bu imtihana giriyor ve başarıyorsa yola devam eder. Önünü kesemezsiniz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok.
Diğer ülkelerde, öğrenciler imtihana katılır ve başarırsa istediği üniversiteye girer. Bunu kendi ailemde de yaşadım. Yavrularımın hepsi arzu ettikleri
üniversiteye imtihanları neticesinde girdiler. Bu süreci icat edenler sadece meslek liseleri noktasından bakmadılar. Niyet okuyarak baktılar ve bu niyet
okuyucuları süreci şu anda bir zulme dayalı olarak maalesef devam ediyor… Sen YÖK yönetimi olarak başarılı olmayı istiyorsan, ben de buradan YÖK yönetimine
sesleniyorum: Şu anda Türkiye üniversiteleri dünyada ilk 500'ün içerisinde yer alamamış. İkinci 500'ün içerisinde iki üniversite var. Birisi 600 küsur, diğer
900 küsur sırada. Önce bunu halledin. Sen buralarda başarılı olamıyorsun, gelip yavrularımızın önünü kesiyorsun. Bu, adalet değil.”…”Diyorlar ki, bu bir siyasi
simge. Ne siyasi simgesi, ne alakası var? Bu siyasi simge ise bu başörtülü vatandaşım sadece Adalet ve Kalkınma Partisi de mi var? Diğer siyasi parti
mensupları arasında başörtülü yok mu? Milleti bölme yoluna gitmeyiniz. Bu ülkede başı açık olan da örtülü olan da benim canım, ciğerim, kardeşimdir'' …
Bu ülkede imam-hatip okulları bizim dönemimizde kurulmadı. Bu okuldakiler, tüm dersleri okuyor, bunun yanında dini ilimleri de okuyor. Ben ve çocuklarım
da imam-hatip mezunuyuz. Zamanında bu engelleri bana da çıkardılar. Gidip bir de liseyi bitirdik, sonra üniversiteye girdik. Bu yanlıştan vazgeçmelisiniz.
Eninde sonunda bu ülke bunu halledecektir.” dediği (Ek.54)
55) 2006 yılı Nisan ayında Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Kurulu'na katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, "irticanın siyasete,
eğitime ve devlete sistemli bir şekilde sızmaya çalıştığını" söyleyen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e tepki göstererek, bazılarının zaman zaman " laiklik tehlikede" diyerek havayı bulandırma gayreti içine girdiğini savunduğu, "Bu yanlıştır. 14 milyon kişinin oyunu almış ve iktidar olmuş bir parti, laiklik karşıtı olarak bu sahneye çıkmadı" dediği, İrticanın ikide bir gündeme getirilmesinin yanlış olduğunu vurgulayarak, "Önce irticanın bir tanımını yapın? Eğer irtica dini siyasete alet etmekse, Türkiye'de dini siyasete kimlerin alet ettiği bellidir. Ama eğer siz dindar insanları siyasetten alıkoymak için bunu konuşuyorsanız, bu millet de sizi affetmez. Bunu böyle bilin. Bu ülkede dindar insanların da siyaset yapma hakkı vardır. " şeklinde konuştuğu, (Ek.55)
56) Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın 12.02.2008 tarihinde AKP TBMM Grubunda yaptığı konuşmada, kendisini ve partisini eleştiren Doğan Medya Grubuna hitaben “Bunların derdi laiklik değil, menfaat hesabı. Bunlar köşeye sıkıştırma metotları. Tehditle bizden bir şey alamazsınız. Bunların istediği düzen demokrasi değil, diktatoryal düzen” dediği, CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL’a yönelik olarak da “İdam sehpasının yolunu gösteriyor. Biz bu yola çıkarken daha önce de demokrasiye inanmış insanların söylediğini söylüyoruz. Biz o beyaz çarşaflarla beraber yola çıktık. Biz bu konuda bedel ödemeye hazırız. Bu konuda rahatız.” diye söylediği, (Ek.161)
57) Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın 13.02.2008 tarihinde partisinin İl Başkanları Toplantısında yaptığı konuşmada “Biz küçük olsun, benim olsun mantığı ile hareket etmedik. Yüzde yüzün hizmetkarıyız, belli bir kesimin değil. Bizlere karşı gösterilen bir farklı yaklaşım varsa cevapsız kalmayız. Zira bize de inanan, güvenen bir kitle var. O kitle, sessiz yığınlar olarak yıllar yılı bekledi. O dille tercüman olacak siyasetçiler olarak bizi buraya gönderdi. (…) “Öfkeli olduğumu söylüyorlar, öfke de bir hitabet sanatı. Çünkü ben zulmü alkışlayamam, zalimi de sevmem. Yumuşak başlıysak uysal koyun değiliz…” dediği, (Ek. 162)
58) Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın 17.02.2008 günü ATV isimli televizyon kanalında gazetecilere verdiği mülakatta “Kızlarımızın önündeki en önemli
engel birinci derecede ‘Ben ülkemde üniversiteye gidemiyorum, neden?’ ‘başörtüm olduğu için gidemiyorum’ işte bunu aşabilmenin gayreti içinde, bundan sonraki beklentilere yönelik olarak Türkiye’de yasalar zaten belli. (…) Kurumsal mutabakatı yüzde yüz bekleyenler bir defa yanlışın içindeler. Hiçbir zaman mutabakat yüzde yüz olur diyemezsiniz. (…) Her şeyden önce sessiz duran yığınların bir temsilcisiyim. Bakın alanlara, belli insanlar gelip toplanıyor. Onlar da benim vatandaşım ve oralarda bazı senaryolar düzenleniyor. Sabırla izliyorum. Bulunduğum makam nedeniyle. Ama şu anda böyle bir şeyin karşısında eğer gerilim taraftarı olsam o meydanlara 10 katını biz toplarız. (…) 5 yıl başörtüsü konusunda ses çıkarmadık. Hep sabır sabır dedik. (…) Din İşleri Yüksek Kurulu 1980’de Kuran-ı Kerim’den bir ayeti alıyor şöyle diyor: Cenab-ı Hak bu ayeti ile celile ile cahiliye devrinin bu adetini kesinlikle yasaklamış. Müslüman kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir.” şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.163)
59) 28 Şubat 2008 tarihinde Vakıf Üniversiteleri Birliği üyelerini kabulden sonra Başbakanlık koridorunda bazı üniversite yöneticileriyle yaptığı sohbette
türban konusunun gündeme gelmesi üzerine Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın,“Sizin üniversitelerinizin rektörleri de ÜAK Üyesi. Ancak bildiriye imza atanlar oldu. Bu konuda daha ilkeli tavır bekliyoruz. Bu bildiriye niye karşı çıkmıyorsunuz? Tavır göstermenizi beklerdik.” dediği,(Ek.164)
60) Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın 7 Mart 2008 tarihinde partisinin Uşak ilinde düzenlediği bir toplantıda kendisine “Af yok mu?” diye seslenen bir
vatandaşa, “..Af yok, suç işleyen cezasını çeker, Devlet katili affetme yetkisine sahip değildir. Katili affetme yetkisi aslında maktulün varislerine aittir.
Öyle olması lazım…” diye yanıt verdiği, (Ek.165)
61) NTV’de katıldığı canlı yayında Ankara Temsilcisi Murat Akgün’ün sorularını yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak verdiği karar hakkında; "…Halk 3 kurumun değil 2 kurumun seçimini yapıyor. Meclis Başkanı'nı halk seçmiyor. Bu beton bariyerler koymaktır. Biz Anayasal olarak ne gerekiyorsa, bugüne kadar uygulama neyse bunu yaptık. Bunun dışına çıkmadık. Kimse bize Anayasa'nın dışına çıktınız diyemez. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği karar çok konuşulacak. Bitmedi. Bu yargı için talihsizliktir, yüzkarasıdır. Açık net her şey ortada.(…).
Bizim adayımızın ülkemizi temsil noktasında neyi eksikti. Kariyerinden karizmasına kadar neyi eksikti. Her şey art niyetli." Dediği, (Ek.178)
Tespit edilmiştir.
b- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ın laik devlet ilkesine aykırı eylem ve demeçleri
1) “Girişim” dergisinde hem kendi ismi ve hem de “Mir Mahmut Rıza” adıyla Cumhuriyet karşıtı yazıları yayımlanan, yazdığı “ Rahmetli - Bir Garip Oğlanın
Hikayesi” isimli kitabında, Atatürk’ten rahmetli diye söz eden, laiklik ve Devlet hakkında küçültücü yorumlar yapan, hazırladığı “İlk meclis” adlı belgeseli
resmi ideolojiye aykırı bulunduğu gerekçesiyle yasaklanan Kemal ÖZTÜRK’ün, TBMM Başkanı Bülent ARINÇ tarafından 2003 yılında “İletişim Danışmanlığı”
görevine getirildiği, (Ek.56)
2) TBMM Başkanı Arınç’ın, Dolmabahçe Sarayı'nda, ''2. Değerli Eşya Bölümü'' nün açılışının ardından Erdoğan'ın başlattığı kamusal alan tartışmasını
sürdürerek; “Anayasa ve kanunlarda ''kamusal alan'' diye açıkça tarif edilmiş hiçbir şeyin bulunmadığını… Anayasada olmayan, bir kanun içerisinde yer
almayan bir kavramı kimse kendi düşüncesiyle böyle olmalıdır diye kural olarak koyamaz ve dayatamaz'' …“Anayasayı yapan kurum Meclis'tir. Başka hiçbir
kimse yasama yetkisini paylaşamaz'' dediği, (Ek.57)
3) TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, 2005 yılı Nisan ayında katıldığı CNN Türk'te yayımlanan "Ankara Kulisi" programında, Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi
Fikret Bila ile Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Nur Batur'un, "Meclis'e çarşaflı bile girebilir; bir kadın milletvekiline 'Bikiniyle Meclis'e girmemeli, yaşı
geçmiş' dediniz gürültü koptu. 'Laik demokratik sistemi Türk halkı benimsedi' dediniz. Laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nden yana mısınız yoksa gönlünüzde bir İslam devleti mi yatıyor?" sorusunu: "Sözümü sakınmam. Konumum engellemese hiçbir haksızlığa tahammül etmem. Espri yapmış olabilirim.
O hanımefendi, 'Bikiniyle gelsem ne olur?' dedi, kendimce cevap verdim, o da kendine yakışır bir cevap verdi, alacağımız vereceğimiz kalmadı."
biçiminde yanıtladığı,"Cumhuriyetin temel ilkelerini düzenleyen ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek olan Anayasa maddelerinin hukuk mantığı içinde kendisine uygun gelip gelmediğinin" sorulması üzerine; "Anayasa Mahkemesi'nin yetkisi Anayasa'da sayılmış. Anayasa'nın değiştirilmesi teklif bile edilemez maddelerine amenna, buna hiç kimsenin bir şey söylediği yok. Başka bir şey söylüyorum. Bu Anayasa Mahkemesi'ni Meclis'te yapacağım bir Anayasa değişikliğiyle kaldırabilir miyim? Kaldırabilirim. Avrupa ülkelerinin hiçbirinde Anayasa Mahkemesi'ne benzer bir kurum yok. Tartışmaya açmıyorum, bir şikâyetim yok.
Bugün üye sayısını, görev sahasını değiştirebilirim. Yüce Divan yetkisini alabilirim. Her kanunun Anayasa Mahkemesi'ne gitmesini engelleyebilirim.
Her şeyi yapabilirim. Ben Meclisim. Başkana cevap vermiyorum. Cevap vermeyi arzu etsem kisvelerimizi çıkarır geliriz, ne kadar güzel olur o zaman.
AİHM türbanı yasakladı, yaşasın; Abdullah Öcalan'ı yeniden yargılanmasına karar verdi, yuh. Böyle şey olur mu?" şeklinde yanıt verdiği, (Ek.58)
4) Dolmabahçe Sarayında Karaman Valiliği ve Belediye Başkanlığı tarafından düzenlenen "Karaman Türk Dili Ödülleri Töreni"nin ardından, basın mensuplarının sorularını yanıtlayan TBMM Başkanı Bülent ARINÇ’ın; "Benim söylediğim şeyler, eski tabirle malumu ilandır. Yani herkesin bilmesi gereken, aslında da bildiği şeylerdir. Ben Meclis başkanı olarak ’Biz istemedikçe siz yasama yapamazsınız. Sizin yaptığınız şeyi mutlaka iptal ederiz. Biz bir karar vermekle, her şeyi kökünden hallettik’ gibi bir tavra yabancı olduğumuzu, bunun doğru olmadığını ifade etmek istiyorum. Yoksa sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın şahsı ve makamıyla da herhangi bir sıkıntımız yok. Çok da iyi ilişkilere sahibiz. Ama yasama yetkisini elinde tutan Meclis’in üstünde hiçbir organ yoktur. Bugüne kadar yoktu, bundan sonra da olmayacak. Yasama yetkisini biz, halkımızın egemenliğinden alıyoruz. Bunu da kimseyle paylaşmaya niyetimiz yok." dediği, Bir gazetecinin, Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin’in sözlerine atıfta bulunarak, Bumin’in bütün Avrupa ülkelerinde Anayasa Mahkemesi bulunduğuna ilişkin sözlerini nasıl değerlendirdiğini sorması üzerine de; "Sayın Başkan’ın bunları söyleyip söylemediğini bilmiyorum. Kendisine selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Türbanla ilgili olarak konuşan veya konuşamayan pek çok insanın düşüncelerini hepimiz biliyoruz. Bu benim konumun dışında. Bu konuya bizleri çekmeye çalışanlara ben rica ediyorum ki, sizler bu konuyu yerli yersiz gündeme getirmeyin ki, ülkemizde bir gerginlik olmasın. Bu konuların daha çok muhatabı biz olurduk. ’Konuştu, ortamı gerdi’ derlerdi. Şimdi görüyoruz ki, biz konuşmayınca başkalarının canı sıkılıyor ve onlar konuşmaya başlıyorlar. Onlara rica ediyorum, türban konusunda konuşacak kimseler olaya pozitif yaklaşsınlar ve çözümü konusunda öneriler getirsinler.
Bu önerilere ihtiyacımız olabilir.
Ben sayın başkanın konuşmalarıyla ilgili olarak türbanı bir kenara bırakıyorum, niçin konuştuğu konusuna da girmiyorum. Bir siyasetçi, Meclis’in bir mensubu
olarak, Meclis’in yasama yetkisine gölge düşürecek hiçbir söze tahammül edemem. Bu sözü hiçbir zaman kabul edemem. Bu benim sorunum değil.
Ülkeyi bağımsızlık savaşından Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’ten güçlü ve bağımsız bir devlet olmaya götürenlere, Meclis’e saygı duyduğum için bunu yapıyorum.
Bu tepkisel bir davranış değil. Dünkü televizyon programını izleyenler meseleye nasıl hukuk ve Anayasa açısından yaklaştığımı görmüşlerdir. Türkiye sahipsiz
değildir. Meclisimiz hiç sahipsiz değildir. Bu Meclis’in sahibi 70 milyon insanımızdır. Meclis kimsenin şamar oğlanı değildir. Bundan sonra da olmayacaktır.
Meclis’in yasama yetkisini gelişi güzel sözlerle ’sayın başkanı dışında bırakarak söylüyorum. Başkalarının da bu konuda niyeti olabilir’ sarsmaya, örselemeye,
yıpratmaya kimsenin hakkı yok." yanıtını verdiği, Bir gazetecinin "Anayasa Mahkemesi’nin kapatılabileceğini söylüyorsunuz. Burada hukuk ne işe yarıyor?" şeklindeki sorusunu, "(Anayasa Mahkemesi’ni kapatırız) şeklinde bir cümlem olmadı. Anayasa Mahkemesi kaldırılabilir, Anayasa Mahkemesi ile ilgili Anayasa’nın hükümleri değiştirilebilir. TBMM, yasama yetkisine sahiptir. Bir örnek olarak söylenmiştir." biçiminde yanıtladığı, TBMM Başkanı Arınç’ın, katıldığı bir televizyon programında Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin’in geçtiğimiz günlerde yaptığı konuşmayla ilgili kendi düşüncesinin sorulduğunu, kendisinin de bunun üzerine şunları dile getirdiğini söyleyerek, "Sayın Bumin’in türbanla ilgili sözlerini çok önemsemiyorum.
Çünkü bu konular zaten geçmişten bu yana konuşuluyor. Herkesin hemen hemen fikirleri aynı. Sayın Başkan’ın emekliliğine 2 ay kala niye böyle bir konuya temas ettiği konusuyla da ilgili değilim. Bu da beni ilgilendirmiyor. Ama beni ilgilendiren bir yönü var. Bir siyasetçi, milletvekili, TBMM’nin Başkanı olarak Sayın Bumin’in konuşmasıyla ilgili önemli gördüğüm husus şudur: TBMM, Anayasa’nın 7. maddesi gereğince egemenliği halkı adına kullanır ve yasama
yetkisi O’na verilmiştir. Bu yasama yetkisi mutlaktır. Yasama yetkisini kısıtlayacak, üzerine gölge düşürecek, bölecek, birbirinden ayıracak bir mekanizma yoktur. Yasama yetkisini Meclis, halkının adına, egemenlik adına kullanır dedim." açıklamasında bulunduğu,Arınç’ın Anayasa’yı yapanın Meclis olduğunu, halkoyuna da Meclis’in sunduğunu ifade ettiği, Meclis’in bugüne kadar Anayasa’nın 40’dan fazla maddesini değiştirdiğini hatırlatarak; "Anayasa’nın değiştirilemeyecek 1, 2 ve 3. maddelerinin dışında her kurum değişebilir", "Türkiye’de demokrasi varsa, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletiyse, bu Anayasa 1982’den beri yürürlükte. Bunun hükümleri milletimiz tarafından kabul edilmişse, yasama yetkisi önüne engel koymak isteyenlere demokratik ülkelerde ancak gülerler. Dolayısıyla eğer Anayasa Mahkemesi, Anayasa içinde bugün hiç kimsenin tartışmadığı bir kurum olarak, hiç kimsenin tartışmadığı bir konumda ise ama yeri geldiğinde TBMM, Anayasa Mahkemesi üyelerini, üyelerinin seçiliş şeklini, görevlerini değiştirebilir.
Bugünkü bazı görevlerini alıp, yeni görevler yükleyebilir. Buna hiç kimsenin itirazının olmaması lazım. Bu iktidar, muhalefet meselesi değildir.
Bütün siyasetçilerin, TBMM’nin bütün üyelerinin, yasama yetkisinin Meclis’te olduğunu bilerek ona sahip çıkması lazım. Kim ki, Meclis’in bu yasama
yetkisini elinden almaya kalkışır, kim ki, Meclis’in yasama yetkisine dil uzatmaya veya O’nu bölmeye çalışır, yanlış yapar. Ben bu yanlışlığı söylemek
istiyorum.", "312. madde nasıl değişti ki, 5 yıl önce mahkûmiyet alan bir insan, bugün bütün sonuçlarıyla affa uğrayabiliyor. Artık suç olmaktan çıkarıldı.
158 ve 159. maddeler değişti. Yani Anayasa’nın değiştirilebilecek hükümlerinin hepsi Meclis, tarafından değiştirilebilir. Bazı eski Anayasa Mahkemesi
başkanlarının bugünkü sözlerine bakıyorum, yani Meclis, bir yasama görevi yapacak. Bunun check-balans sistemi içinde kontrol mekanizmaları vardır. Ama
hiçbirisi mutlak değildir. Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasa değişikliğini tekrar görüşülmek üzere Meclis’e gönderebilir. Meclis de bunu tekrar çıkarabilir. Sayın
Cumhurbaşkanı, bunu halk oylamasına götürebilir. Halk oylamasının sonucunu beklememiz gerekir. Ama hiçbir şey, Meclis’in yasama yetkisini elinde tuttuğunun aksini göstermez. Anayasa Mahkemesi’ne gidilebilir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliklerini esas yönünden de incelemez. Sadece şekil yönünden inceler.
Niye bu kadar büyük laflar konuşanlar, Anayasa’yı bir kere açıp da okuma zahmetine katlanmazlar? Anayasa Mahkemesi bir kanunu iptal edebilir. Tümünü, bir ya da birkaç maddesini iptal edebilir. Ama Anayasa Mahkemesi’ne vücut veren Anayasa’nın kendisi diyor ki; bu mahkemenin kararları kanun koyucu yerine geçmez. Geriye yürümez. Ancak gerekçeli olarak yayınlandığı zaman hüküm ifade eder." şeklinde konuştuğu, (Ek.59)
5) Başkanlığını yaptığı TBMM’nin mescidinde Kuran kursu açıldığının yazılı basında yer aldığı, (Ek.60)
6) TBMM'nin açılışının 86. yıldönümü, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle özel gündemle toplanan Genel Kurul'da konuşan TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın; “Özgürlüklerin genişletilmesinde, yasakların kaldırılmasında ve demokratikleşmede temel iki zorunluluk vardır: Birincisi, Anayasa’ya uygun olarak Meclisin karar alması. İkincisi ise, milletin mutabakatıdır. Yeni bir düzenleme yapılmasında, Anayasa değişikliğinde kurumların görüşünü almak başka bir şeydir, kurumların mutabakat şartını aramak başka bir konudur. Dünya üzerinde daha çok demokrasi için, sadece “kurumların mutabakatını” arayan demokratik başka bir ülke yoktur.Türkiye’de doğal bir durummuş gibi gösterilen bu tutumun, demokrasi anlayışımızı, özgürlüklere yaklaşımımızı ve hukuka olan inancımızın nasıl olduğunu açıkça gösterdiği inancındayım. Anlaşılmaz bir şekilde özgürlüklerin genişletilmesi, yasakların kaldırılması için yıllarca bu kurumların mutabakatı beklenir olmuştur. Ancak bir mutabakat aranacaksa sadece Yüce Meclis çatısı altında halkı temsil eden Milletvekillerinin mutabakatının aranması gerekir. Eğer burada bir mutabakat sağlanamazsa gidilecek bir tek merci vardır, o da yüce milletimizin iradesidir. Ülkenin rejimine karşı bu kadar güvensiz olunamaz. Türkiye’nin rejimi her konu tartışıldığında sarsılacak, etkilenecek kadar zayıf değildir. Hiç kimse Cumhuriyetten, demokrasiden, temel özgülüklerden vazgeçme niyetinde değildir. Dolayısıyla ülkede bir rejim sorunu değil, rejimin sahibi olma tartışması vardır. Ülke yönetiminde inisiyatif alanlarını genişletme ya da sahip oldukları gücü kaybetmeme tartışmaları vardır. Laikliğin, Yüce Önder Atatürk’ün, Cumhuriyetin, bayrağın, rejimin sahibi milletin kendisidir. Milletin temsilcileri olan bizler tüm bu değerlere bağlı kalacağımıza, sahip çıkacağımıza milletvekili olduğumuzda yemin ettik. Bugüne kadar bu yeminimize muhalif bir tek davranış dahi bu Yüce Meclisimiz içinde vuku bulmamıştır. Tartışmaların odağında yer alan ve nerdeyse tüm fikir ayrılıklarının gelip dayandığı bir başka konu da laiklik ilkesidir. Açıkça belirtmeliyim ki, Anayasa’mızın değiştirilemez maddesi olan laiklik ilkesine, Türkiye’de karşı çıkan kimse yoktur. Bütün tartışmalar laiklik ilkesinin farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Bu yorum farkı nedeniyle kamusal alanda her dönemde farklı uygulamalar yapılmış ve tartışma yaşanmıştır. Kamusal alan, yurttaşların ortak meselelerini eşit ve özgürce tartıştığı alandır. Dolayısıyla her bireyin ayrım yapılmadan haklarının korunduğu, haklardan yararlandığı ve kendilerini özgür hissettiği bir alandır. Bu alanı güvence altına almak ve tüm yurttaşlarına eşitçe kullanım hakkı sağlamak devletin görevidir. Kamu yararı devletin değil, halkın yararına doğru genişletilmelidir. Devlet kamusal alanın sahibi değil, koruyucusudur. Bu koruyuculuk; oradaki eşitliğin, adil paylaşımın ve hizmetlerin her birey tarafından kullanılmasını sağlamaktır. Kamusal alandaki özgürlüklerin ve hakların bir gruba, bir kesime kayması anında devlet koruyuculuğu devreye girer ve haksızlığı önler. Devlet kamusal alanda herkes için geçerli olan hakları bir kesime yasaklayamaz ya da sınırlayamaz. Buradan hareketle laiklik ilkesinin yorum farklılığını gündeme getirmek gerekir.
Anayasamızın değiştirilemez maddesi olan laiklik maddesi, ilelebet var olacaktır. Ancak günün şartlarına, toplum yapımıza uygun olarak yorum farklılıklarını
ortadan kaldırmak gerekir. Bu, laikliğin özünü değiştirmeyecek, bilakis toplumun bir arada daha uyum içinde yaşamasına katkı sağlayacaktır. Dünyada birçok
örneği olan laiklik uygulamasının, Türkiye’dekine benzer tek örneği sadece Fransa vardır. Orada bile laiklikten yola çıkarak hak ve özgürlükler bizdeki kadar
kısıtlanmamıştır. Laikliği bir toplumsal barış ve uzlaşı mekanizması olarak algılamak gerekir. Laiklik, devletin inançlar karşısında tarafsızlığını zorunlu kılar.
Bütün inançların kendisini ifade etmesine imkân vermek, bireylerin ibadet hürriyetini sağlamak laiklik ilkesinin temel işlevidir. Devlet, bu işlevi uygulayan ve tüm inançlara eşit mesafede davranan aygıttır. Sorun işte burada başlamaktadır. Devlet, dini inançların yaşamasını teminat altına alması gerekirken, tam tersine kamusal alanda bazı inançların yaşam hakkını, ifade hürriyetini kısıtlamaktadır. Bunu da laiklik adına yapmaktadır ki, siyaset bilimi açısından büyük bir çelişkidir. Bu çelişki yıllardır Türkiye’nin iç huzurunu zedelemekte ve bitmez tükenmez sorunları beraberinde getirmektedir. Aydınların, siyasetçilerin ve akademisyenlerin hep birlikte çözmesi gereken yorum farkından kaynaklanan işte bu çelişkidir.” şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.61)
7) 23 Nisan 2006'daki TBMM özel oturumunda yaptığı konuşmanın ardından Anayasa Mahkemesi'nin 44. kuruluş yıldönümü törenine katılan TBMM Başkanı
Bülent Arınç’ın, "Konuşmanız hem takdir gördü, hem eleştirildi. Ne diyorsunuz" sorusunu; “Türkiye büyük bir devlet. Şu anda Türkiye'de en çok ihtiyacımız
olan şey toplumsal barış. Toplumsal barış projemizi gerçekleştirmek zorundayız. Bunun gerçekleşebilmesi için bazı konularda elbirliği yapmamız gerekir.
Bu laikliğin yorumlanmasıdır. Laiklik ilkesine ne benim, ne başka bir kimsenin hiçbir zaman ciddi bir itirazı olmaz. Ama laiklikten ne anladığınızı ortaya
koymalısınız. Katı laiklik uygulamasıyla insanlara sosyal hayatı bir cezaevine çevirecek anlayışlar ne kadar zararlıysa, laikliği bir barış ve özgürlük, din ve
vicdan hürriyeti olarak tanımak ve insanların inançlarına müdahale etmemek de o kadar toplumsal barışa hizmet edecektir.” biçiminde yanıtladığı, (Ek.62)
8) 2006 yılı Mayıs ayında ATV de katıldığı Teke tek programda TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, türban tartışmalarıyla ilgili olarak, "Kurumlar arası mutabakatı
en çok başbakan konuşuyor. Bu güzel bir şey ama, çok gerekli bir şey de değil. Çünkü Anayasa görevi bize vermiş. Bireysel bir hakla ilgili referandum olmaz.
Kurumların mutabakatını aramak için gün geçirilmez. Kanun çıkarılırken vekillerin mutabakatı aranır. Buradan da sonuç alınamadı ikinci yer millet iradesi yani referandumdur. Bakalım halk ne diyecek" ifadelerini kullandığı, "Anayasanın hiçbir yerinde, 'laiklik şu anlama gelir' şeklinde bir madde yok" diye söylediği, "laikliğin, devletin, Cumhuriyetin bir vasfı olduğunu, insanların laiklik vasfının olmadığını" ifade ettiği, (Ek.63)
9) TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, 22. Dönem 3. yasama yılını değerlendirmek üzere düzenlediği 07.07.2007 günlü basın toplantısında; “Yaşanan tartışmaların
merkezinde başörtüsü, laiklik, YÖK, imam hatipler, Kuran kursları ve benzeri konulardır. Ancak tartışmanın ana merkezi bizce bu konular değildir. Tartışmanın ana merkezi özgürlüktür. Türkiye’nin sorunu özgürlüklerin sınırını kimin belirleyeceğidir. Sınırın Meclis tarafından belirlenmesini savunuyoruz. Bu, demokrasinin gereğidir. TBMM, halkın temsil edildiği tek yerdir. Bu yüzden de ülkenin kaderi için son sözü Meclis söyler. Ancak nedense bazı kurumlar ya da kişiler, bu gerçeği kabullenmek istemiyorlar. Halk bu Meclis’i, partilerin program ve projelerine bakarak seçmiştir. Ortaya çıkan aritmetik tablo ne olursa olsun, Meclis’in her tasarrufu halkın kararıdır ve herkesin buna saygı göstermesi gerekir. Dolayısıyla halka hesap verecek siyaset kurumunun, hiçbir siyasi sorumluluğu olmayan kurumlar tarafından iş yapamaz hale getirilmesi, bloke edilmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Daha da şaşırtıcı olan şey, ‘Meclis bu kanunu çıkaramaz, değiştiremez’, diyerek, halkın iradesine meydan okuyanların bile ortaya çıkmasıdır.” dediği (Ek.64)
10) TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, 01.06.2006 tarihinde CNNTürk televizyonunda katıldığı canlı yayında; 23 Nisan konuşmasındaki sadece laiklik konusunu birkaç kişinin tartıştığını ileri sürerek; ''Söylediğimiz tek şey şudur: Anayasanın 2. maddesinde demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanan Türkiye Cumhuriyeti'nin bu niteliklerine benim de kimsenin de bir itirazı yok. Anayasanın 3. maddesi, bu ilkenin değiştirilmesini ve kaldırılmasını yasaklıyor. Doğru olan da bu. Laiklik ilkesine 'evet' diyoruz ama burada konuştuğumuz konu, bu ilke nasıl yorumlanacak? Anayasada laiklik tarif edilmemiştir. Laiklik ilkesi söz konusudur. Başka hiçbir yasada laiklik ilkesi tarif edilmemiştir.'' şeklinde konuştuğu,(Ek.65)
7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder