ULUSLARARASI TERORİZM İLE MÜCADELEDE DE HUKUK İLKELERİNİN ETKİSİ:
İNGİLTERE ÖRNEĞİ, BÖLÜM 1
Fatih Karadeniz
Terör ve terörizm “ Korku ve Dehşet yaymak suretiyle baskı kurmak ” olarak algıladığında tarihi iki bin yıl öncesine kadar götürülebilmekte ise de stratejileri bakımından modern çağın bir ürünüdür. Terörizm sanayileşme insanının keşfettiği mücadele tarzının fikri kısmıdır. Soğuk savaş ve sonrası dönemde farklı stratejik özellikler gösteren terörizm; 11 Eylül saldırıları olarak literatüre geçen olaylar sonrasında bambaşka bir boyut kazanmıştır. Bu saldırılar Dünya üzerinde düşüncenin, ekonominin, kültürün, politikanın olduğu kadar; suçun ve şiddetin de hareket kabiliyetinin arttığını somut bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Özellikle saldırılara maruz kalan Amerika Birleşik Devletleri(ABD), saldırılar sonrası adeta bir güvenlik bunalımına girmiştir ve bu güvensizlik algısı ABD’den tüm dünyaya yayılmıştır. Bu saldırılar başta ABD olmak üzere tüm devletlerde bir şok etkisi yaratmış, bu etkiye verilen tepki ise gecikmemiştir. Terörizmle mücadele etmek amacı ile ABD; Birleşmiş Milletler (BM), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) gibi uluslararası örgütlerin ve tüm dünya kamuoyunun desteğini alarak, Afganistan İslam Cumhuriyeti’nde, olayın sorumlusu ilan edilen El Kaide terör örgütüne ağır bir darbe vurabilmek için sınır ötesi operasyonlar başlatmıştır.
Bu müdahaleden henüz tam manasıyla sonuç alınamamışken Irak Cumhuriyeti de - Afganistan işgalinde olduğu gibi kamuoyu desteği alınamasa da - teröre yataklık ettiği ve tüm dünyanın güvenliğini tehdit edebilecek düzeyde kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesi ile ABD ve İngiltere’nin başını çektiği müttefikler tarafından işgal edilmiştir. Fakat bu saldırılar iddia edildiği gibi terörü engellemeye yetmemiş, yine dünyada soğuk bir duş etkisi yaratan İstanbul, Madrid ve Londra saldırıları meydana gelmiştir.
11 Eylül saldırıları; hem terörizm algısının tüm aktörler açısından değişmesi, hem de terörist eylemlerin ve bu eylemlere karşı uygulanan mücadele yöntemlerinin değişmesi açısından bir kilometre taşıdır. Terörizm günümüzde bilinen sınırlarını aşarak, tüm küreyi etkisi altına almıştır. Uluslararası terör, dünya barışına, uluslararası güvenliğe ve özellikle de demokratik hukuk devleti ilkelerine yönelik, ağır ve muhakkak bir tehlike haline gelmiştir. Bu ağır tehlike karşısında devletler mevcut politikaları ile güvenlik duygusunu tesis edemedikleri için hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yeni önleme stratejileri ve politikalar üretmek zorunda kalmışlardır. Bu yönleri ile bir tehdit olan terörizm ile mücadele etmek her devletin hakkı değil, ödevi konumundadır.
Fakat terörizmin bu yeni yüzü ile mücadele konusunda devletlerin geliştirdiği politikalar, bu tehdidin ciddiyeti, büyüklüğü ve toplumlarında yarattığı etki sebebiyle demokratik hukuk devleti ilkelerini askıya alacak nitelikte tepkisel bir boyutta olmuştur. Bu duruma korku hipnozu içerisinde bulunan halk da tepki vermemiş, hatta terörizmin durdurulabilmesi adına bu değişikleri desteklemiştir. Halkın bu durumunu kullanan siyasi otoriteler ise toplum üzerinde genel baskı uygulayıcı düzenlemeleri hızla yürürlüğe sokabilmiştir. Fakat bu durum devletlerin kriz şartlarını kendi siyasi gücünü arttırmak amacıyla istismar ettiği şeklinde şüphelere yol açmıştır.
Terörizm ile mücadelede gözlenen bu baskıcı eğilim, büyük acılar ve kayıplar sonrası şekillen demokratik hukuk devleti ilkeleri kazanımlarından geri adım atma sonucuna doğru gitmektedir. Terörizm ile mücadelede uygulanan politikalar, demokratik “biz”i tanımlayan ve düşmanlarımızdan ayırt eden hukukun üstünlüğü ilkelerinin terk edilmesi olmamalıdır. Terörizme verilecek cevap başta hukukun üstünlüğü ve demokrasi olmak üzere uluslararası toplumun müşterek değerleri ile çelişirse bu, devletin ve toplumun birbirlerinden kopmasına ve yabancılaşmasına neden olacaktır. Kısa vadede bu tip uygulamalar teröristleri zarara uğratıp bizim yüreğimize su serpse de, uzun vadede müşterek değerlerin hiçe sayılması bizi değil, teröristleri zafere götürecektir.
Terörist örgütlerin asıl amacı demokratik hukuk ilkelerine ağır zararlar verip böylece toplumsal, hukuki meşruiyet kaynaklarını tahribata uğratarak, hedeflerine ulaşmaktır. Bu hedefe ulaşmanın aracı ise siyasal şiddet kullanarak devletlerin tepkisel sürece girmesini sağlamak ve daha sonra kendileri için hayati öneme sahip olan propaganda kanalı ile kendisini aktif ve pasif olarak destekleyecek bir taban oluşturmaktır. Bu çalışmanın seçilme amacı da, temel ilkeleri tahribata uğratarak siyasi bazı çıkarlar elde etmeye çalışan terörizm ile yapılacak mücadelede başarı elde edebilmek için; devletlerin zaten teröristlerin hedefinde olan bu ilkeleri rafa kaldırarak değil aksine güçlendirmesi, terörizme karşı mücadelede bu ilkeleri temel alan düzenlemeleri hayata geçirmesi gerekliliği ve ne tür mücadele politikalarını izlemesi gerektiğini gözlemlemektir. Bunun için terör ve terörizmin ne olduğu, neleri amaçladığı çok iyi irdelenmeli ve stratejisi analiz edilmelidir. Daha sonra toplumların ve devletlerin içerisinde bulundukları durum değerlendirilerek, özellikle terörle mücadele tecrübelerinin ne olduğu ve bu tecrübeler ışığında elde ettikleri sonuçlar, hangi mücadele tarzının daha doğru olduğunu bulmamızda bize yardım edecektir. Ayrıca uluslararası örgütlerin yaptığı düzenlemeler de yol gösterici özelliği ile çalışmamıza katkı sağlayacaktır.
ABD ve İspanya’nın yanında asıl örneklem olarak İngiltere seçilmiştir. İngiltere, dünyada uzun yıllar teröre karşı mücadele eden bir ülke olarak; terörle mücadele konusunda tam bir laboratuar konumundadır. 19. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren İrlanda sorunu ile başlayan tarihsel süreçte İngiltere’nin terör sorununu daha çok ayrılıkçı terör üzerine yoğunlaşmış olsa da; İngiltere ABD’nin yakın müttefiki olarak 11 Eylül saldırırları sonrasında küresel terörün de başlıca hedefi haline gelmiş ve El – Kaide örgütü tarafından başkentinde saldırılara maruz kalmıştır. İngiltere’de hem terörle mücadele konusunda düzenlemelerin yapıldığı kurumlar, hem de demokrasi güçlü ve köklü bir geçmişe sahiptir. Bu çerçevede tüm dünyadaki terörle mücadele politikalarını anlamak adına İngiltere örneği önem arz etmektedir. İngiltere, ABD ve İspanya’nın tecrübeleri ve küresel terörle mücadele konusunda yaptığı düzenlemeler ışığında, en etkili ve verimli yol bulunmaya çalışılacaktır.
Bu çalışma yukarıda belirtilen amaç doğrultusunda üç bölümden ve sonuç bölümünden oluşmaktadır.
İlk bölümde terörizmin çok iyi bir şekilde analiz edilerek, mücadele stratejisinin bu analize göre şekillenmesi amaç edinilmiştir. Bu sebeple bu bölümde terör olgusu kavramsal olarak açıklanarak, özellikle uluslararası arenada bu olgu üzerine tanım yapmanın zorluklarından ve terörle mücadelede tanım oluşturulmasının öneminden bahsedilecektir. Daha sonra terörizmin nedenleri ve küreselleşmenin terörizm üzerinde yaptığı etki irdelenecektir. Terör örgütlerinin yapısı, motivasyonları, eylem ve stratejileri üzerinde durularak asıl amaçları anlaşılmaya çalışılacaktır. Daha sonra da bu bilgiler ışığında terörle mücadelenin nasıl olması gerektiği ve hangi ilkeler ışığında yürütülmesi gerektiği aktarılmaya çalışılacaktır.
İkinci bölümde ise 11 Eylül saldırıları ve bu eylemin etkisi ile oluşan uluslararası durum hakkında bilgi aktarılmaya çalışılacak ve Afganistan, Irak operasyonları ve İstanbul, Madrid ve İngiltere saldırılarına değinilecektir. Daha sonra bu saldırılara karşı uluslararası kuruluşların ve ABD, İspanya’nın ne şekilde düzenlemeler yaptıkları açıklanacak ve bu düzenlemelerin sonuçlarından bahsedilecektir.
Üçüncü bölümde ise, İngiltere’nin terörle mücadele tecrübesi aktarıldıktan sonra 11 Eylül saldırırları ve Londra saldırıları sonrası yaptığı düzenlemeler ayrıntılı bir şekilde irdelenerek, İngiltere’nin durumu ve pozisyonu hakkında bilgi verilecek, ABD ve İspanya örnekleri ile karşılaştırılacaktır.
Sonuç bölümünde ise toplanan bütün veriler değerlendirilecek ve terörle mücadelede demokratik hukuk ilkelerinin ne öneme geldiği aktarılmaya çalışılacaktır.
BÖLÜM
TERÖRİZM ve TERÖRİZM İLE MÜCADELE
Terör insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen günümüzde farklı başat özellikler göstermektedir. Terörün bu değişken yapısı, onun takip edilmesini ve tanımlanmasını zorlaştırsa da, bu terörü tanıyamayacağımız anlamına gelmemektedir. Çünkü tanıyamadığımız bir olgu ile savaşmak her zaman görmediğimiz bir hedefe ateş etmeye benzeyecektir. Bu sebeple terörü meydana getiren etmenleri, onun motivasyonunu kısacası terörün ne olduğunu bilmek; teröre karşı verilecek cevabın ne olması gerektiğini bulmada ve bu cevabın etkinliğini artırmada en önemli unsurlardan biridir.
Bu bölümde öncelikle terörizm, kavramsal bir çerçeve ile anlatılacak ve sonrasında terörizmin nedenlerine ve beslendiği kaynaklara değinilerek, terörist grupların yapısı ve stratejileri hakkında bilgi verilecektir. Son olarak da terörizmle mücadele yöntemleri ve temel hukuk ilkelerinin bu mücadeledeki rolü aktarılmaya çalışılacaktır.
TERÖR KAVRAMLARI
Terörizmle ilgili yapılan pek çok çalışmada gözlendiği üzere terörizm, uluslararası, yerel-ulusal, devlet destekli terörizm gibi farklı kategorilere tabi tutulabilmektedir. Ancak terörizmin tanımında ortaya çıkan sorunsal, terörizmin sınıflandırılması aşamasında da ortaya çıkmakta ve üzerinde uzlaşmaya varılmış terörizm kategorisi ya da sınıflandırması oluşturulamamaktadır. Uluslararası hukuk açısından, ortak tanımına ulaşılamamış bir olgunun, türlerinin ortaya konamaması mantıksal bir sonuç iken, akademik çalışmalar bağlamında da terörizmin türlerini belirleyen ortak bir sınıflandırma bulunmamaktadır. Bu sebeple bu başlık altında herhangi bir sınıflandırma yapılmadan, çok kullanılan birkaç terör çeşidi kavramsal olarak açıklanmaya çalışılacaktır.
Terör Kavramı
Terör ve savaş aslında insanlık tarihi kadar eski iki kavramdır. Çünkü şiddet tarih boyunca insanlar arası ilişkilerdeki sorunların çözümlerinde başvurulan bir yöntem olmuştur. İnsanoğlunun siyasi örgütlenmesine paralel olarak gelişen terör günümüzde ya bireylerin devlet düzenine karşı eylemleri, ya da devletlerin bireylere uyguladığı şiddet politikası olarak kavranmaktadır. Bu şiddet politikasının meyvesi ise korku olacaktır. Terör kelimesinin hemen her Hint Avrupa dilinde karşılığı bulunmaktadır ve bu kelime Latincede “ bilinmeyen ve öngörülemeyen bir tehlike karşısında duyulan aşırı korku, endişe ve dehşet” anlamına gelmektedir. Bu kelime, yoğun korku ile beraber bu korkuya teslimiyet manasına da gelmekte ve hem mevcut, hem de hayali ya da müstakbel tehlikeleri kapsamaktadır. Terör eylemlerinin hedef kitlesindeki topluluk ve ya grupta oluşturmak istediği korku; tam manasıyla yöneldiği kitleyi teslimiyete yöneltmeyi sağlayacak bir korku olmalıdır. Bu nitelikte bir davranış şeklini oluşturan korku ise; hedefi, yeri, zamanı, yoğunluğu belli olmayan fakat belli bir sistematiğe sahip sürekli şiddet eylemleri ile var olabilmektedir. Terör tanımı çok farklılıklar göstermekle birlikte ortak görüşte buluşan uygulayıcılar ve akademisyenler bu fenomeni; herhangi bir amaca ulaşmak için kullanılan ses getirici eylemler olarak tanımlamaktadırlar. Terör, şiddet kullanma ya da şiddet tehdidi içeren normal dışı yollarla siyasal davranışları etkilemek üzere dizayn edilmiş sembolik bir fiildir.
Terör kavram olarak özellikle iki temel öğeyi yansıtmaktadır: şiddet ve korku. Terör kavramındaki şiddet, kullanılan şiddet eyleminin siyasi bir amaç elde etmeye yönelik olmasından dolayı siyasal şiddet olarak adlandırılmaktadır. Bu siyasal şiddet etki alanındaki toplum içinde korku ortamı yaratmaktadır. Duyulan bu korkunun ileri boyutlara ulaşması ise siyasal şiddeti kullanan gruba bir güç sağlayacaktır. İşte bu güce ulaşarak, diğer bir topluluk ve ya gruplar üzerindeki amaçlarını gerçekleştirmek isteyen grupların uyguladığı stratejiye verilen ad ise “terörizm”dir.
Terörizmin belirleyici unsurlarını tespit edebilmek için ceza hukukundaki kast kavramı içerisinde yer alan saik ölçüsünden yararlanmak mümkündür. Terörizmde fail siyasal bir saik ile harekete geçmektedir. Bu saikin hangi siyasal görüşü yansıttığı önemli değildir, herhangi bir siyasi düşünceyi yansıtabilir. Bu tip bir siyasi saikle harekete geçen fail şiddet içeren bir eylem veya böyle bir eyleme girişeceğinden tehditle amacına ulaşmaya çalışır. Terör örgütünün asıl amacı ise eylemlerinin yöneldiği hedef üzerinde tahribat yapmak değil, yapılan bu tahribatla daha büyük kitlelere korku salmaktır. Burada yapılan eylemlerde kullanılan şiddet veya şiddet tehdidi amaca ulaşmak için kullanılan bir araçtır. Oluşturulmak istenen korkunun asıl amacı ise siyasal saikin beslendiği ideolojik, etnik dini motivasyonlarca ortaya çıkan asıl maksadına ulaşabilmek için bir hükümetten, ya da genel kamuoyundan taviz koparmak, çeşitli makam ve mercileri belli bir biçimde davranmaya, en azından kendi görüşlerine saygı duymaya zorlamaktır.
Bu stratejiyi (şiddet kullanımını) kriminal olarak kullanan organize suç örgütleri de bulunmaktadır. Fakat bu tür kriminal grupların kullandığı şiddetin amacı politik olmayan, maddi kazanca dayalı ilişkiler bütününü korumaktır. Terörizm ise siyasi bir amacı uygulamaya koymayı kabul ettirmek ve ya uygulamadan kaldırabilmek için başvurulan bir stratejidir. Şiddet sadece bu amaca ulaşmaya yönelik bir araçtır. Yani herhangi bir şiddet eyleminin terör eylemi olup olmadığının belirleyici unsuru failin söz konusu eylemi siyasi bir amaçla işleyip işlemediğidir. Bu ayrım terörü, diğer şiddet türlerinden ayırmaktadır. Terör, terörizm, terörist eylem dediğimiz şeyler aslında birer şiddet türüdür fakat terör kavramını tamamlayan bu şiddetin siyasal amaçlı olmasıdır.
Terör ve terörizm kelimeleri her ne kadar birbiri yerine kullanılsa da aslında farklı iki terimi ifade etmektedir. Terör, kısaca silahlı eylemler marifetiyle kendini ve davasını duyurma; terörizm ise bu eylemleri savunan, stratejilerini anlatan, aktaran, geliştiren bir düşünce disiplini ve ya akımıdır denilebilir. Yani birinci kavram stratejik eylem; ikinci kavram ise stratejik söylemdir. Terörizm başlı başına bir ideoloji olmayıp totaliter bir silah, bir strateji olduğunu söylemek mümkündür.
Akademik literatür içersinde, terörizm konusunda çok önemli bir yeri olan Grant WARDLAW terörizmi şu şekilde tanımlamıştır: “Terörizm, bireyler ya da gruplar tarafından, yerleşik bir otorite adına ya da bu otoriteye karşı, eylemin esas mağdurlarından çok daha geniş bir hedef kitle üzerinde maksimum seviyede endişe ve korku yaratmak suretiyle, politik taleplerini kabul ettirmeye yönelik şiddet kullanımı ya da şiddet kullanma tehdididir”. Londra’daki Terörizm Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Paul WILKONSON da terörizmi şu şekilde tanımlamıştır: “Terörizm, bir takım politik taleplerin karşılanmasını sağlamak amacıyla; bireyleri, grupları, toplulukları ya da hükümetleri yıldırmak için, cinayet ya da imha hareketlerinin sistematik olarak kullanılması ya da tehdit oluşturmasıdır”.
Tanımlara bakıldığında terör eylemlerindeki fail unsuru göze çarpmaktadır. Her iki tanımda da terör eylemlerinin devlet organlarını hedef alabileceği gibi devlet tarafından da bu tip eylemler yapılabileceğine işaret edilmektedir. Her ne kadar terörizm; genel olarak, azınlıkta bulunan bir grubun kendisinden güç olarak görece üstün olan bir gruptan belli bir politik fayda elde etmek için başvurulan şiddet eylemleri olarak algılansa da yönetimdeki otorite tarafından halkı belli bir yöne kanalize etmek ve ya baskı altında tutmak için de kullanılabilmektedir. Bu tip eylemler ise literatüre ‘devlet terörü’ olarak geçmiştir.
Devlet Terörü Kavramı
Devlet terörü; devleti yöneten otoritenin kendi politik çıkarlarını korumak ve ya geliştirmek için kendi halkına karşı hukuk dışı şiddet kullanımı olarak tanımlanabilir. Yani devlet iç politikasının bir aracı olarak kararlarını halka benimsetmek amacı ile terörü kullanmaktadır. Bu terörizm çeşidi; hükümetlerin kendi halklarına karşı sistematik yıldırma, tutuklama, öldürme ve diğer baskı araçları ile terör uygulamasını anlatır. Devlet terörizminin en uç noktasında ‘soykırım’ suçu yer almaktadır.
Devlet terörizminin amacı siyasi muhalifleri ya da etnik bir grubu bastırarak mevcut rejimi idame ettirmektir. Ülke içindeki devlet terörü, daima hükümetin ve/veya hukuk sisteminin meşruiyet eksikliğinin tezahürüdür ve yönetenlerin daima haklı olduğu vehmi üzerine kuruludur. Devlet terörizmi daha çok insan hakları olgusu gelişmemiş totaliter rejimlerde kullanılmaktadır. İnsanlarını bu strateji ile korkutarak, onları boyunduruk altına almayı hedeflemektedir. Böylece halkın tamamı veya bu tip bir şiddete - genellikle dil, din, ırk farklılıklarından dolayı - maruz kalan halkın; iktidar sahiplerinin hareket etmesini istediği gibi hareket etmesi sağlanmaktadır.
Devlet teröründe, insanlar birer nesne, bir araç ve aynı zamanda şekillendirilebilecek bir hammaddedir. Terör ile devlet mevcut rejimin devamını sağlayabilmek adına insan doğasını terörle değiştirmeyi amaçlamaktadır. Bu amacına karşı gelenleri de sindirmeye, korkutmaya hatta yok etmeye çalışır. Özellikle uluslararası klasik sistem devletin varlığını pekiştirmek için kurulduğundan; asgari demokratik standartlara ve temel insan haklarına uygunluk gösteremeyen rejimler kendilerince terörist stratejilerini haklı görürler. Devlet ideolojisini şekillendiren düşünürlerden Macchiavelli’nin “Korkuluyor olmak seviliyor olmaktan daha güvenlidir” ; Trotski’nin “birkaç kişiyi öldüren binlerce kişiyi sindirir” gibi sözleri devlet terörünün önerildiğini göstermekte ve bu stratejinin uygulayıcılarının zihninde bu tip eylemlerin meşru kaynağını oluşturmaktadır.
Kendi halklarına karşı kapsamlı devlet terörizmi uygulayan rejimlere örnek olarak; Sovyetler Birliği’nde Lenin ve Stalin, İtalya’da Musolini, Almanya’da Hitler, Çin’de Mao Zedong, Kamboçya’da Pol Pot liderliğindeki Kızıl Khmerler ve Irak’ta Saddam Hüseyin rejimleri verilebilir. Bu rejimler kendi otoritelerinin devamını sağlayabilmek için halkı korkutarak sindirmek ve böylece kimsenin muhalif olamamasını garanti almak şeklinde bir politika izlemişlerdir. Örneğin 1930’larda Naziler Almanya’nın başına geçtiğinde, ‘gece ve sis’ anlamına gelen ve rejim muhaliflerinin gizlice tutuklanarak ortadan kaldırılmalarını ifade eden ‘Nacth und Nebel’ politikasını uygulamaya başlamış ve her on avukattan rastgele birisini tutuklamışlardır. Avukatlardan bazıları idam edilmiştir. Avukatların tutuklanması belli bir nedene bağlı olmayarak avukatların düşüncelerinde korku yaratmak için tasarlanmıştır; böylece avukatlar Nazi rejimine muhalefet edememişlerdir.
Devlet Destekli Terör Kavramı
Devletler terörizmi iç politik amaçlarını gerçekleştirmek için olduğu kadar, dış politikada diğer devletlere karşı üstünlük kurmak için de kullanabilmektedir. Terörizmin bu çeşidine ise ‘Devlet Destekli Terörizm’ denmektedir.
Devlet destekli terörizm; politik bir araç olan ‘savaş’ unsurunun can ve maddi kayıp olarak çok büyük kayıplara ve yıkıma yol açtığı için devletlerin, ikili ilişkileri düzenlemede başvurduğu bir strateji olmuştur. II. Dünya Savaşı sonucunda Almanya, Fransa ve İngiltere gibi güçlü devletler bitkin düşerek sahneyi savaşın asıl galiplerine bırakmış; uluslararası siyaset böylece Avrupa merkezli olmaktan çıkarak dünya ölçeğinde iki kutbun çatışma alanına dönüşmüştür. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu nükleer cephanelik, sadece birbirlerini değil, tüm gezegeni yok edebilecek güce gelmiştir. Bu nedenle bu iki süper güç, nükleer savaşa doğru tırmanabilecek klasik silahlı çatışmalara girişmek yerine aracı örgüt ve devletler kullanmak, onlara askeri destek sağlamak, gizli operasyonlar yürütmek gibi daha az risk taşıyan dolaylı yöntemlere başvurmayı tercih etmişlerdir. Böylece Raymond Aron’nun deyimiyle, “nükleer çağ ve terör çağı, savaşçı barış kavramı üzeride örtüşmüşlerdir”. Ve terör; bir saldırı, bir savaş yöntemi olarak ülkelerin politikalarında belirleyici bir unsur olarak yerini almıştır.
Devlet destekli terörizmde; terör ulusal liderlerce, dış politikanın bir enstrümanı olarak kullanılmaktadır. Örneğin bir hükümet doğrudan veya vekilleri aracılığı ile hedef olarak görülen devleti zayıflatmanın; o devletin dikkatini veya kaynaklarını dağıtmanın; izlediği politikaları baltalamanın; hedef devletin izlediği politikalara karşı muhalefeti alevlendirmenin veya o politikanın gerçekleştirilme maliyetlerini arttırmanın bir yolu olarak ‘terörist taktikleri’ kullanabilmektedirler.
Bir politika olarak terörizmi destekleyen devletler, bu tür eylemlerini gizli tutmaktadırlar. Çünkü terörist kelimesi tamamen negatif algılardan oluşan bir olgudur. Ayrıca devletler ‘terörist devlet’ olarak tanımlanmak istememektedirler. Bu devletler, destekledikleri terör örgütlerinin siyasal hedefini yani ulaşmak istedikleri amacı çoğunlukla benimsemezler. Bu devletler için politik öncelik, hedeflerindeki devleti zayıf tutmaktır. Bunun hangi yolla olacağı çoğu zaman önemsizdir. Ayrıca destekçi devlet ve terörist organizasyonun amaçlarındaki bu ayrım, terörizmi destekleyen devletin daha iyi kamufle olmasını sağlamaktadır.
Modern silahların yüksek maliyetine kıyasla hükümetler için gizli bir biçimde faaliyet gösteren teröristler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemleri göreceli olarak maliyetli değildir ve yerinde gerçekleştirilmesi halinde kuvvetli düşmanlara ‘anonim’ olarak saldırmanın potansiyel olarak risksiz aracıdır. Üstelik saldırgan olarak görülme riskinin olmaması, uluslar arası cezalandırma ya da zararla karşılık görme tehdidini bertaraf etmektedir. Uluslararası gerçekler ışığında sayılan bu avantajlar, terörizmi devletin çıkarlarını sağlamanın verimli ve güvenilir ayrı bir silahına dönüştürmüştür. Prof. Dr. Franco Ferracuti de terörizmi büyük boyutta bir savaşın göze alınamadığı dünyamızda gerçekleşen ‘vekalet yoluyla’ bir savaş olarak nitelendirmiş ve savaşa göre daha ucuz ve lokal olan terörizmin devletler üzerindeki cazibesi üzerinde durmuştur. Terör başlatılması ucuz ama önlenmesi pahalı bir yöntemdir.
Devlet destekli terörizm aslında bir istikrarsızlaştırma ve yıpratma stratejisidir. Devlet destekli terörizm olgusunun gündeme gelmesinin sebebi, bazı devletlerin terörizmi doğrudan bir dış politika aracı, pazarlık unsuru ve koz olarak kullanmalarıdır. Devlet destekli terörizm, devletlerin rakiplerine karşı verdikleri yıpratıcı bir mücadele, bir tür karşı saldırı şeklinde formüle edilebilir.
Devletlerin terörizme destekleri birkaç farklı şekilde ve düzeyde olabilir. Bunları Jhon Murphy 12 farklı düzeyde ele almıştır. Bu kategoriler devletlerin terörist eylemleri bizzat gerçekleştirmesi; doğrudan destek vermesi; istihbarat sağlaması; terörist eylemlere yönelik eğitim sağlaması veya teröristleri uzmanlaştırması; diplomatik ayrıcalıklardan yararlandırması; yüksek teknoloji sağlaması; silah ve patlayıcılar sağlaması; ulaşım imkanları sağlaması; teröristlerin ülkesini kullanmasına izin vermesi; finansal destek sağlaması; zımni ve sözlü destek vermesinden oluşmaktadır. Devletlerin terörizme bu denli destek vermelerinin sebebi bir çok farklı yelpaze altında değerlendirilebilir olsa da başat sebepleri, çıkar merkezli gelişen uluslararası ortamda daha güçlü bir yer edinebilmektir. Terörizmin küçültücü anlamı nedeniyle hiçbir devlet terörizmi desteklediğini açıklamamakta olmasına rağmen getirdiği kısa soluklu avantajlardan yararlanmak konusunda ise hevesli görünmektedirler. Fakat bu kısa süreli avantajlar, terörizm hem bölgesel hem uluslararası boyutta meydana getireceği yıkımlarla kıyaslandığında ise devletlerin bu kısa süreli kazanımları için çok büyük bedeller ödeyeceği ve ödediği görülmektedir.
Uluslararası Terörizm Kavramı
Genel olarak uluslararası terörizm, bir yabancı ülke veya kuruluşun desteği ile yürütülen ve /veya yabancı ülke vatandaşlarına kurumlarına ya da hükümetlerine karşı yöneltilen terörizmdir. Ulusal terör olgusunda, meydana gelen terör eyleminin örgütlenme, hazırlanış, eylem ve sonuçlarının tek bir ülke sınırları içerisinde meydana gelmesi beklenmektedir. Eğer bu unsurlardan bir tanesi bile ikinci bir ülkenin etkisi altında gerçekleşiyor veya ikinci bir ülkeyi doğrudan etkiliyorsa yapılan eylem uluslararası bir boyut kazanmış olmaktadır.
“Terörizmin, Dünü, Bugünü, Yarını” adlı kitabında Yılmaz ALTUĞ tarafından yapılan tespite göre bir terörist eylemin uluslararası nitelik kazanabilmesi için; yabancılara veya yabancılara ait hedeflere yöneltilmesi, hükümetler veya devletlerce desteklenen unsurlar tarafından yapılması, bir yabancı hükümetin veya uluslar arası örgütün siyasi mekanizmasını etkilemek için yapılması gerektiğini belirtmiştir. Bu bilgiler ışığında uluslararası terörizmle ilgili genel bir tanım yapacak olursak; “Bir veya birden çok ülke vatandaşlarınca oluşturulmuş, desteğini içeriden ve dışarıdan, bir veya birden çok kaynaktan sağlayan organizasyon, kişi veya gruplarca, herhangi bir toplum, devlet veya devletler üzerinde baskı yaratmak suretiyle bazı kazanımlar sağlamak, etnik ve bölgesel soruları tahrik ederek ulusal menfaatlerine zarar vermek amacıyla şiddet eylemlerine başvurulmasıdır” diyebiliriz.
Günümüzde uluslararası terörizm, devletlerce sıkça kullanılan bir enstrüman haline gelmiştir. Ayrıca günümüzde ülke sınırları dahilinde meydana gelen sıradan politik bir olay bile çevre ülkeleri etkilemekteyken; siyasi şiddette başvurularak meydana/gündeme getirilen bir olay çevre ülkeleri daha derinden etkilemeye başlamıştır. Farklı ülkelerdeki terör örgütleri bir birbirleriyle çok rahat iletişim kurabilmekte; ortak eğitim ve saldırı faaliyetlerini düzenleyebilmektedir. Bu sebeple artık günümüzde, uluslararası olmayan bir terör eylemi yok denecek kadar azdır.
Terörizmin bu niteliği kazanarak eylemlerini artırmasına neden olarak gösterilebilecek faktörler, su şekilde sayılabilmektedir:
a) Küresel iletişim ve ulaşım araçlarının son yıllarda teknolojiyle birlikte oldukça hızlı gelişimi,
b) Güçlü ve gelişmiş ülkelerin etkili ve güçlü politikaları karsısında zor durumda kalan ve uluslararası arenada istediklerini elde edemeyen bazı ülkelerin, terörizmi engelleri asmada bir araç olarak görmeleri,
c) Söz konusu güçlü devletlerin ekonomik, siyasi ve sosyal politikalarının işlerliğini kolaylaştırmak ve rakiplerini etkisiz kılabilmek için terörizmi bir araç olarak kullanmaları,
d) Bazı ülkelerin de yönetimleri adına seçtikleri ideolojilerini yaymada terörizmi yöntem olarak seçmiş olmaları,
e) Gelişen teknolojik imkanların artması neticesinde terör örgütlerinin bu imkanlardan istihbarat, eğitim, lojistik, teknik, finans temini ve eylem yöntemleri konusunda kendilerine yakın buldukları diğer terör örgütleriyle ilişki kurmayı verimli bir yöntem olarak seçmeleri;
Uluslararası terörizm, uluslararası hukukun ilgi alanına giren bir meseledir. Uluslararası terörist eylemler, uluslararası diplomasi ya da savaş kurallarının kabul edilen normları dışında kalan şiddet eylemleridir. Bu manada bir tanım vermek gerekirse uluslar arası terörizm, uluslararası hukukun temsil ettiği değerlere yönelik bir mücadeledir.
Küresel Terör Kavramı
Küresel terör, literatüre 11 Eylül saldırıları ardından giren bir olgu olmuştur. Terörizm uzun yıllar belirli ülkelerin kendi sorunları olarak görülürken 11 Eylül saldırıları ardından küresel bir tehdit olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Bunda hedef ülkenin ABD olması, eylemin yapılış şekli ve can kaybının yüksek olması gibi faktörlerin etkili olması yanında soğuk savaş sonrası, dünyada güç dengeleri ve strateji arayışlarının da etkili olduğu unutulmamalıdır. Bu saldırıların sadece ABD’ye değil; aynı zamanda ABD önderliğinde gelişen ve batılı medeniyetlerin desteklediği kültürel hayata yönelik bir saldırı olduğu görüşünden hareketle ortaya çıkan bir kavramdır. Bu sebeple bu kavramı açıklarken öncelikle ‘küreselleşme’ kavramını açıklamakta yarar vardır.
Ekonomik, siyasal, kültürel ve hukuksal boyutları olan küreselleşmenin; içinde yaşadığımız bir süreci ifade etmesinden ve bu sürecin henüz tamamlanmamış olmasından dolayı tam bir tanımı yapılamamaktadır. Ama genel olarak küreselleşme olarak adlandırılan bu süreç; başta iletişim, bilgi ve ulaşım olmak üzere insani etkileşim birimlerinin, ticaret, sermaye ve paranın uluslararası coğrafi ve siyasi sınırların önemini yitirmesine yol açacak şekilde, dünya ölçeğine hızlı bir şekilde yayılmasını ifade eder.
Küreselleşme; tek faktörlü bir olgu değildir. Her şeyden önce küreselleşme bir süreçtir. Bu olgunun iki kaynağı vardır. Bunlardan biri iletişim – bilişim devrimi diğeri ise Sovyetler Birliği’nin çökmesidir. Küreselleşme ‘soğuk savaş’ döneminin bitmesiyle oluşmaya başlayan yeni dünya düzeninin adıdır.
1980’lerden bu yana teknolojinin, özellikle bilişim teknolojisinin inanılmaz bir hız kazanması, bilginin eskisine oranla daha çabuk ve kolay erişilebilir olması, ekonomik alanda da baş döndürücü değişikliklerin ortaya çıkması, sermayenin ve ticaretin sınır tanımamaya başlaması ile dünya yeni bir kavramla tanışmıştır: Küreselleşme. Ulus devleti sarsan dünyadaki bazı dengeleri değiştiren ve daha değiştireceğe benzeyen küreselleşme, yaşamakta olduğumuz bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Birbiriyle beraber gelişen ve sonuçlar doğuran iletişim ve bilişim devrimleri; dünyanın her yerinde çok hızlı bir şekilde insanoğluna erişim olanağı sunmuştur. Özellikle kişiler arası ve bilgiye erişim her an olanaklı hale gelmiştir. Bu da insanların sadece ülkesine ait veya daha dar tabirle kendi yaşadığı coğrafyaya ait bütün olguların; tek geçerli sistem olmadığını, dünyada olup bitenleri de görüp öğrenebilmeyi ve bunları karşılaştırarak neyin iyi neyin kötü olduğunu herkesin kendi görebilmesini sağlamıştır.
ABD liderliğindeki batı dünyası ve Sovyetler Birliği liderliğindeki doğu dünyası arasındaki rekabet; 1945 yılından 1989 – 1991 yıllarında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına kadar dünyadaki her şeyi belirlemiştir. ‘Çift kutuplu dünya’ olarak adlandırılan bu dünya düzeni; iki kamp arasındaki rekabete dayalı, kültürü, sanatı, edebiyatı, tabii ki teknolojisi, askeriyesi, siyaseti rekabet üzerine kurulu bir dünya oluşturmuştur. Bu rekabet Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile ortadan kalkınca yepyeni bir dünya düzeni ortaya çıkmaya başlamıştır.
Sovyetler Birliği’nin de çökmesinde de bu teknoloji devriminin payı büyüktür. Demir perde ülkeleri bu sayede klasik özgürlükleri ve tüketim toplumu normlarını görebilmiştir. İkinci neden ise Sovyetler Birliği’nin ekonomisinin üretim verimliliğinin düşük olması yani ülke ekonomisinin çökmüş olmasıdır. Bu ekonomik kayıpta ise silahlanma yarışının ülke ekonomisinde meydana getirdiği ağır yük, başat rol oynamıştır.
Küreselleşme hem siyasal, hem ekonomik hem de kültürel öğelerden oluştuğu için karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu yapının siyasal ayağını ABD’nin siyasal liderliği ve dünya jandarmalığı oluşturmaktadır. Ekonomik ayak ise uluslararası sermayenin egemenliğidir ki uluslararası sermaye de büyük oranla ABD’nin hakimiyetindedir. Kültürel ayağın ise birbirini tamamlayan iki farklı kolu vardır. Bunlardan birincisi tekdüze tüketim kültürünün bütün dünyadaki egemenliği, diğeri ise mikro milliyetçilik ve mikro dinciliktir. Yani kendisinin farklı kültürel öğeler taşıdığını iddia eden her gruba, içinde yaşadığı daha büyük toplumun siyasal örgütlenmesinden ayrı bir siyasi özerklik verilmesi eğilimidir. Küreselleşmenin kültürel ayağının iki farklı kolunun birlikte etkisi; insanlığın tekdüze bir tüketim kültüründe marka ve firma imajlarında birleştirilmesi, buna karşılık siyasal bazda, kültür temeline dayalı olarak mikro parçalara bölünerek siyaseten iyice parçalanmasıdır. Özellikle demokrasi ve insan hakları olgusunun ardına sığınarak; her türlü etnik, mezhep, din ayrımcılığı körüklenmekte, buna hizmet eden parti, kişi, kuruluş, vakıf, dernek ve örgütler desteklenmektedir. Kültür ayağı bu şekilde alt kültürleri ön plana çıkartırken, batı kültürü olarak tasvir edilen değerleri de üst kültür olarak empoze etmektedir. Batı kültürü, dünyadaki en doğru ve en yaygın kültür olarak kabul görmesi sağlanmaktadır.
Bu süreçler toplamda küreselleşme olgusunu oluşturmaktadır. Küreselleşmenin sonucunda ise klişe bir söz ile ‘dünya küçülmüştür’. Küreselleşmenin sonuçlarını şu şekilde sıralayabiliriz;
Küçülen Dünya; herkesin dünyada olup bitenlerden anında haber alabilmesini veya istediği şeylere kolaylıkla ulaşılabilmenin sonucudur. Bu süreçten insanlar duygusal ve düşünsel olarak etkilenmektedir. Devletler de aynı şekilde siyasal ve ekonomik olarak etkilenmektedir. Yani artık dünyanın herhangi bir coğrafyasında meydana gelen siyasal, askeri, mali – ekonomik, düşünsel, duygusal bir olay sadece o coğrafyayı değil, tüm dünyayı etkilemeye başlamıştır.
Ulus devletlerin egemenliklerinin sınırlanması ve kısıtlanması; küreselleşmenin diğer bir sonucudur. ABD’nin dünya üzerinde egemenliği, devletler üstü örgütlenmelerin önem kazanması ve Avrupa Birliği (AB) gibi oluşumlar, uluslararası sermayenin devletler üstü ayrıcalıklar elde etmesi, ulus devletin egemenlik haklarını yukarıdan tehdit etmektedir. Örneğin artık uluslararası sermaye yatırım yaptığı ülkenin ulusal adaletine güvenmemekte, bir anlaşmazlık durumunda adaleti uluslararası tahkim örgütlenmelerinde aramaktadır. Ayrıca ulus devletlerin içindeki farklı kültür gruplarının özerklik eğilimleri, ulus devletleri aşağıdan doğruda zorlamaktadır.
Yerel ve ulusal kültürlerin zayıflaması; küreselleşme sürecinin siyasi azınlıkları desteklemesine zıtlık teşkil etse de, ortaya çıkan sonuç küreselleşmenin her zaman aynı doğrultu da sonuçlar vermediğidir. Tekdüze tüketim kültürünün egemenliği giyim kültürü gibi gündelik yaşamı etkilerken, öte yandan sanat edebiyat gibi alanları da etkilemektedir. Özellikle ulusal diller çokça etkilenmektedir.
Zenginlerin daha zengin, yoksulların daha yoksul olması; özellikle küresel ekonominin salt kar güden anlayışının bir sonucudur. Yeni dünya düzeninin küresel ekonomisi uluslararası sermaye yoluyla, sermayenin tekelleşmesine yol açmakta, bu denetimsiz işleyişte gelir adaletsizliğinin yaygınlaşması sonucu gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasındaki farkın kapatılmasını olanaksız hale getirmektedir.
İnsan hakları ve demokrasi kavramlarının yaygınlaşması; diğer sonuçlarla ters düşse de küreselleşme, bu kavramların dünya çapında yaygınlaşması sağlamaktadır. Her ne kadar küreselleşmenin diğer sonuçları bu kavramların içini boşaltır nitelikte olsa da; yani sözde bile olsa bu kavramların yaygınlaşması, daha fazla kabul görmesi eğilimini arttırmaktadır.
Terörün ve suçun küreselleşmesi; ise genel olarak bu sonuçlara duyulan tepkiden kaynaklanmaktadır. Bununla beraber her şeye daha kolay ulaşılması teröristlerin ihtiyaç duyduğu propaganda malzemeleri ve silah, cephane gibi eylem malzemelerine de daha kolay ulaşmasını sağlamakla beraber bu malzemelerde çeşitliliği de arttırmıştır. Bu da terörün daha çabuk yaygınlaşmasına sebebiyet vermektedir. Ayrıca iletişimin yanında insanlarında daha rahat seyahat etmeleri yani hareket kabiliyetlerinin artması, insanoğlu ile paralel gelişen suçunda hareket kabiliyetini arttırmıştır. Böylece birbirleri arasında iletişimi arttıran suç örgütleri daha da güçlenmişlerdir. Ayrıca gelir dağılımının adaletsizleşmesi, insanlardaki bütün adalet duygusunun zayıflamasına sebep olmuş, bu da suç örgütlerine hem eleman kazandırmak hem de yeni etki alanları kazandırmak için imkan sunmuştur.
Küreselleşmenin yol açtığı bu sonuçlara, küreselleşmeden herhangi bir fayda elde edemeyen gruplar tarafından bir tepki doğmuştur. Özellikle yeni dünya düzeninin kendi çıkarlarına zarar getirdiğini düşünen gruplar, büyüyen adaletsizliği ve kültürel yozlaşmayı işaret ederek bu düzene karşı savaş açmışlardır. Bu savaşta da strateji olarak terörist stratejiyi benimsemişlerdir. Küreselleşmenin meydana getirdiği değerleri ve bu yeni dünya düzenini yıkmayı amaçlayan bu teröre de kavramsal olarak küresel terör denmektedir.
Küreselleşme daha çok tek bir devletin ya da uygarlığın değerlerinin bütün dünyada egemen olması, yani Batı ve daha çok da Amerikan uygarlığının “diğer dünyaya” yayılması olarak görmektedirler. Küreselleşmenin en önemli darbesi Batı’nın “gelişmiş ve ilerici” kültürüne ayak uyduramayan uygarlıklara yönelmiştir. Olaylar bu şekilde gelişirken baskı altında kalan uygarlıkların sosyolojik yapıları deforme olmakta veya ufalanıp yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum da direniş ve şiddetin doğmasına yol açmaktadır. Bu durumda “küreselcilerin” uyguladığı baskıcı siyasete karşı bazı eylemciler ve organize gruplar tepkilerini şiddet ve terör eylemleri ile ortaya koymaktadır. 11 Eylül saldırıları da işte bu tepkinin ortaya konmasıdır. Gerek New York’taki ikiz kuleler olarak bilinen Dünya Ticaret Merkezi, gerekse Washington’daki Pentagon, küreselleşmenin simgeleri olarak görüldükleri için hedef seçilmişlerdir.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder