20 Ocak 2020 Pazartesi

Kaybolan Servetimiz, Yavrularımız, İşçilerimiz,

Kaybolan Servetimiz: Yavrularımız, İşçilerimiz




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
15 Mayıs 2014


“Çocuklarını satmış aileler gördüm” manşetiyle Hürriyet gazetesinin 12 Mayıs günkü nüshasında çok önemli bir haber vardı.  “Dünya’da her yıl yaklaşık 2,5 milyon çocuk ortadan kayboluyor. Büyük kısmı merkezi Uzak Doğu olan milyar dolarlık fuhuş batağının içinde yok olup gidiyor. Türkiye’de resmi rakamlara göre 2800’ü kız, 3249 kayıp çocuk var” .  

İş adamı Yahya Durmaz bu işe gönül vermiş, birkaç arkadaşıyla önce ailelere ulaşmışlar. Hepsinin kayıp çocuklarını beklediğini tespit etmişler. Kayıp çocuğu peyniri çok sevdiği için; yıllardır peynir yemeyen anneleri, çocuğu üşüyordur diye soba yakmamış aileleri tanımışlar. 

Ailelerle birlikte ağlamışlar. Durmaz kaçırılan çocukların izinde Afganistan, Suriye gibi sıcak çatışmaların yaşandığı topraklara da gitmiş. Avrupa seyahatlerinde kaçırılmış Türk çocuklarını bulan Durmaz yaşadıklarını şöyle anlatıyor: 

“Kayıp çocuklar yurt dışına gönderiliyor. Fuhuş için kullanılıyor veya kobay olarak organları satılıyor.”  

    Gazetenin yazdığına göre Yahya Bey tam bir feragatle bu işe sarılmış. 
Onun anlattıklarına göre çocuğa, “annen sattı, ailen verdi”  diye anlatmışlar. Yavrular arandıklarını bilmiyor. Yahya Bey ve arkadaşları kendilerini onlara tanıtıp sizi ailenize götüreceğiz deyince  “bizi nereye satacaksınız”  cevabını almışlar. Çocuklar kimseye inanmıyor. Yaptıkları tespitlere göre çocuğunu eliyle çeteye teslim etmiş aileler de var. Sonra kayıp başvurusu yapıyorlar. Çocuğunu parayla satıp televizyonda ağlayan da var. Bazı çocuklar çetelere kiralanmış, çeşitli suç örgütleri onları sokakta çalıştırıyor. Durmaz’a göre; bunun sebebi açlık ve ailenin maddi güçsüzlüğü. Y. Durmaz, Orta Doğu’daki arama çalışmalarını şöyle anlatıyor:  “Çocuk kaçırmalarının en fazla olduğu Orta Doğu’da aşiret liderleriyle görüştük.  Afganistan’da, Suriye’de, Irak’ta kaçırılan çocuklara yurt dışında fuhuş yaptırıldığını anlattık. Bir hassasiyet ortamı oluştu. Kayıp çocukları binlerce adamıyla arayan aşiret liderleri oldu. Bazı yerlerde örgütlerle bile görüştük. Berlin, Hamburg, Köln, Amsterdam, Brüksel, Paris, Irak, Suriye ve Afganistan’da temsilcilerimiz var. Hepimiz gönüllü çalışıyoruz. Birçok STK bizi destekliyor.”  Yahya Durmaz’ın anlattıklarına göre uluslararası insan kaçakçılarının Türkiye’de en çok bildikleri il Sakarya. Orta Doğu’da kaçırılan çocuklar, mülteciler hep buradan Ege, Trakya ve Karadeniz’e gönderiliyor. Sebebi, Sakarya’nın büyük şehirlere girmeden önceki ilk kapı olması.Herhalde bu tablo karşısında hükümete, Sayın Başbakan’a ne yapıyorsunuz diye sormak en tabii hakkımızdır. Bu millet nereden nereye geldi ve nereye gidiyoruz?  

Çocuğunu satmak, çocuğunu kiralamak aklın anlayabileceği işler değil. 

AKP, Türkiye’yi 12 yıl sonunda evladını satan insanlar ülkesi yaptı demek insafsızlık mıdır? 

  AKP ekonomide yaptığı yıkımı görmeli, plan fikrini artık kabul etmelidir. Türkiye’nin zaman kaybetmeden  “plan bütünlüğünde”  ele alması gereken pek çok problemi var. Ancak çocuk, gençlik ve işçi meselemiz tek saniye ihmal edilmeyecek bir vahim çizgiye gelmiş bulunuyor. Devlet, ailenin maddi darlığına, çaresizliğine sahip çıkmalıdır.Yapılan araştırmalar enflasyon düşürerek ücretler ele alındığı zaman işçi ücretlerinin 12 yıl öncesine göre düştüğüdür. 12 yıl içinde işçiler, taban fiyat politikalarındaki yetersizlikler sebebiyle köylüler büyük kayba uğradı. Darlığa düşen köylü (yabancı sermayeli bankalardan) toprağını ipotek vererek kredi aldı. Borçlarını ödemeyince yabancı bankalar köylünün toprağına el koydu.Memurlar da gelir kaybına uğradı.AKP iktidarı Milli Plan fikrine karşı oldu. Sonunda DPT’yi Nasrettin Hoca’nın kuşuna çevirdi. Kaynak israfın önünde en büyük engel olan planlamanın zihniyeti, gayreti kenara itildi. 

   Sınıflar, zümreler, bölgeler arası gelir farkı bu yüzden zirveye çıktı. Kaynaklar akıl almaz bir biçimde israf edildi. Sadece Ankara’da 35 alışveriş merkezi inşa edildi, açıldı. Aynı markalar, aynı mallar, 35 büyük AVM’de satılıyor. Başka bir değişiklik yok. Bu paralar sanayi yatırımına gitseydi Ankara istihdam sağlayan büyük fabrikalara sahip olurdu.  Soma’da olanlar bir diğer yürek yakan israf örneğidir.  “Sorumsuz, insansız, insafsız kapitalizm” kurban almaya doymuyor. 

   AKP’nin sosyal devlet anlayışı yok! Nitekim Soma’daki bu son facia CHP’nin önergesi kabul edilse önlenebilirdi. CHP, MHP ve BDP ile anlaşarak; 60 vekilin imzasıyla 23 Ekim tarihinde “Meclis Araştırma Önergesi” veriyor. Soma’daki maden kazalarının incelenmesi ve bu maksatla bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması talebi, AKP’nin karşı çıkmasıyla maalesef reddediliyor. 

  Bu tutum AKP’lilere ömür boyu bir vicdan yarası ve utanç olacaktır. Taşeron uygulamasının başlamasıyla birlikte çok ölümlü iş cinayetleri yeniden gündemimize geldi. Türkiye’de 2013 yılında basında çıkan haberlere göre 1235 işçi hayatını kaybetti. Bir önceki seneye göre ölen işçi sayısında % 70 artış vardır. 2012’de yapılan basın taraması sonucunda 878 işçinin iş kazasında hayatını kaybettiği tespit edilmiştir. İnşaat ve madencilik sektörlerinde taşeron uygulamasının başlamasıyla çok ölümlü iş cinayetleri tekrar gündeme gelmiştir.  

  Sosyal devlet olmak sorunlara çare üretmekle mümkündür. Aksi halde evlatları yâd ellere fuhuş için satılan bir toplum olmanın, işçilerini diri diri maden ocaklarına gömmenin utancını hep birlikte öderiz. Gerçekler taş kadar katı olsa bile onlara saygı duyalım.  

Agah Oktay GÜNER, 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/kaybolan-servetimiz-yavrularimiz-iscilerimiz-30779yy.htm


****

Zulümler Zayıflıktan beslenir

Zulümler Zayıflıktan beslenir



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
22 Mayıs 2014 


Soma’da sorumsuzluğun, vicdansızlığın öldürdüğü 301 cana Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum. 
Bu pırıl pırıl, tertemiz canlarımız iktidar ve para hırsı uğruna kurban edildiler. Mısır’da bir kız çocuğu, Filistin’de yine bir yavrucuk öldüğünde ağlayanlar; Soma’da toprağa verilenlere tek damla yaş dökemediler. Bu bir kazadır diyenler, haksızdır. 
Çünkü kaza kimsenin kastı olmadan ortaya çıkan, zarara ve can kaybına sebep olabilen hâdisedir. 
Siz her türlü tedbiri alırsınız buna rağmen takdir zuhur eder. Ezelde Cenâb-ı Hakk’ın olmasını dilediği her şey takdirdir. 
Bu Yaradan’ın ezeli kararıdır, hepimizin alın yazısıdır ve tek kelimeyle kaderdir. Varmak istediğiniz hedef uğruna elinizden gelen her türlü çalışmayı yaparsınız, ulaştığınız netice Allah’ın takdiridir. 

Olur âla, olmazsa âleyyül âladır. Olmadığı için bizim elem duyduğumuz konu, ilahi plânda hayrımızadır. Onun için tedbirini alırsın, gayretini sarf edersin olmaz ise yıkılmaz, sarsılmaz, “ben elimden gelen her şeyi yaptım kader böyle imiş!” der ve susarsın. En az 60 senedir Almanya, İngiltere, Fransa ve Belçika’da maden kazası olmadığını görüyoruz. 
Çünkü; ilmi araştırmaların, maden ocaklarıyla ilgili kazaları önleyecek bütün tedbirlerini almışlar. Hepsinde erken uyarı sistemi var. 
Kaza vukuunda işçilerin sığınacağı özel odalar hazır. Yemekhaneler mevcut, tuvaletler yapılmış. 
Sen ne yapıyorsun? 
İstediğin kadar bağır, yerin altındaki kömürler senden korkmuyor. Avrupalılarla farkımız, onlar konulmuş olan kuralı eksiksiz uyguluyor. Bizde ise tatbik edilmiyor.  CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel arkadaşlarının, MHP’nin, BDP’nin desteğini alarak bir “Meclis Araştırma Önergesi” veriyor. 

Talebi; Soma’daki kömür ocaklarının çalışma şartlarının yerinde incelenmesi. 

Çünkü her ay ölümle sonuçlanan birkaç iş kazasının acısını çekiyorlar. Önerge Genel Kurul’a geliyor, AKP’lilerin oylarıyla reddediliyor. Eğer bu önerge kabul edilse, yapılan çalışma sonucu maden, düzenlemeler bitinceye kadar kapatılsa, bu 301 kişi bugün hayatta olacaktı. Nitekim kazadan sonra Türkiye’ye gelen Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF) heyeti yaşananların “yazgı” değil “suç” olduğuna dikkat çekti. Dünya çapında 120 ülkeden 90 milyonun üzerinde işçiyi temsil eden DSF adına Türkiye’ye gelen heyette kuruluşun genel sekreteri Y. Mavrikos, genel sekreter yardımcısı Valentin Pacho ve diğer temsilciler vardı. Basın toplantısında konuşan Mavrikos: “Bizler işçiyiz. Soma’da bizim 300 kardeşimiz, 300 yoldaşımız hayatını kaybetti. Kardeşimiz diyorum, çünkü bizler işçi sınıfıyız ve büyük bir aileyiz” dedi. Mavrikos Başbakan Erdoğan’ın “yazgı” , “kader” açıklamasını da hatırlatarak sözlerine şöyle devam etti: “Herkes bunun kader değil suç olduğunun farkında. Kapitalistlerin iş yaparken tek önemsediği kârdır, insan hayatı değil. 

Oysa insan her şeyin üzerindedir. Burada cinayet vardır. Bütün dünyada madenciler özelleştirme ve kapitalistlerin kâr hırsı sebebiyle büyük risklerle karşı karşıyadır.” 

Devamla; 

“Dünyanın hiçbir ülkesinde bir Başbakan, böyle bir facianın ardından Allah’ın yazgısı açıklaması yapamaz. 
Hükümet kadroları gerçeği gizliyor. Çünkü onlar işçilerin değil kapitalistlerin, patronların yanında.” 

Şilili madenci Sepulveda 4 yıl önce bir bakır madeninde göçük altında 69 gün mahsur kalmış sonunda güvenlik odalarının sayesinde lideri olduğu 33 arkadaşıyla kurtarılmıştı. 

Hürriyet gazetesini arayarak şunları söylüyor: “Soma’daki gelişmeleri yakından izliyorum. Gördüğüm şey; emniyet önlemlerinin yetersiz oluşu ve maden yöneticilerinin insan hayatını önemsemedikleri dir. Kurbanların aileleri çok acele organize olsun. Vaatlere inanmasınlar, aldatılmasın lar. Dileğim bize oynanan oyunun Türkiye’deki işçilere oynanmaması dır. 

Türkiye’de adalet yerini bulsun ve bütün dünyaya örnek olsun” .  

Bu büyük acının üstüne Başbakan’ın yaptığı konuşmalar, Soma’da bir genç kızı ve delikanlıyı tartaklaması, korumaların yere yıktığı masum gence; müşavirinin, çocuğun hayâlarını hedef alarak attığı tekmeler utançtır. Bütün dünya basını özellikle İspanyol, Fransız ve bilhassa Alman basını bu rezil kareleri yayınladı. Polis aldığı emirler doğrultusunda en ufak gösterilere bile, burası yaralı Soma demedi, TOMA’larla hücum etti ve biz dünya üzerinde sade maden işçisine değil kendi insanına asla değer vermeyen bir yönetimin, tutsakları olarak gösterildik. Bir kere daha gördük ki bazı zenginlerin zevkleri, fakirlerin gözyaşlarıyla satın alınıyor. İşçilerimiz sınıf şuuruna erip güçlü sendikalara kavuştukları zaman bu zulümler bitecektir. Unutmayalım; Türkiye’de 186 bin 698 kişi maden ocaklarında ter döküyor. Bunların sadece 38 bin 491’i sendikalı olarak çalışırken, 148 bin 198 işçi sendikasız ve iş güvencesinden yoksun çalışıyor. 

Özelleştirmelerin başladığı 2002 yılından 2011’e maden kazalarında % 40 artış görüyoruz. Uluslararası Sağlık Örgütü’nün 176 nolu “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi Anlaşması” 19 ülke tarafından imzalandı. Türkiye’nin hedefi, üyelikte 20. ülke olmalıdır. 

Belki böylece insanımızı kurbanlık koyun gören kör ihtiras dizginlenmiş olur. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/zulumler-zayifliktan-beslenir-30854yy.htm

***

19 Ocak 2020 Pazar

1915 OLAYLARI SEVR’DE BİLE YOK

1915 OLAYLARI SEVR’DE BİLE YOK




1915 olayları Sevr’de bile yok

Oraj POYRAZ
23 12 2019

Akçay Sevr Antlaşması’nın hazırlık aşamasındaki görüşmeleri araştırdı çarpıcı ayrıntıları makalesinde kaleme aldı. Sevr görüşmeleri sırasında 1915 olaylarına başka başlıklar altında kısa olarak değinildiğini belirten Akçay Ermeni temsilcilerin de önemli bir anlatımının olmadığına dikkat çekti

OLCAY KABAKTEPE / ANKARA

Av. Dr. Deniz Akçay’ın Türkiye Barolar Birliği Yayınları tarafından yayınlanan ‘Sevr Antlaşması Hazırlık Görüşmelerinde 1915 Olayları Konusu ve Bugünkü Uluslararası Yargı Kararlarına Göre Değerlendirilmesi’ başlıklı yazısında dikkat çekici noktalar yer aldı. Sevr Antlaşması’nın hazırlık görüşmelerinde bile 1915 olaylarının ayrı başlık altında incelenmediği belirtilen yazıda “Ermeni temsilcileri de olaylar hakkında ayrıntılı bir anlatımda bulunmadılar. Hele hele ‘soykırım’ olarak algılanabilecek herhangi bir ifade kimse tarafından kullanılmadı” denildi.

Sözde ‘Ermeni Soykırımı’ yalanına ilişkin önemli saptamalarda bulunan Dr. Deniz Akçay’ın yazısından bazı paragraflar sunuyoruz:

AYRI BAŞLIK ALTINDA İNCELENMEDİ

Görüşmelere ilişkin tutanakların incelenmesinden Müttefik Devletlerin 1915 olaylarını ayrı bir başlık altında incelemeye gerek görmedikleri anlaşılmaktadır. Bu olaylara yapılan genel nitelikli kısa göndermeler çok az olduğu gibi olayların anlatılması belirli sayıların ortaya konulması sorumlulukların tahlil edilmesi gibi bir çabanın sarf edilmesine de gerek görülmediği söylenebilir. 1915 olayları toplantılarda arada bir ek haklılık argümanı olarak kullanılmış olmakla birlikte bu konuda hiçbir zaman olayların cereyan şeklini ve boyutlarını belirleme ve derinleştirme ya da araştırılması konuları gündeme gelmemiştir.

ERMENİ TEMSİLCİLER OLAY ANLATMADILAR

Konferans toplantılarına katılmış olan Ermeni temsilcileri Avetis Aharonyan ve Boğos Nubar Paşa’nın da 1915 olayları hakkında ayrıntılı bir anlatımda bulunmamaları bu konuda belirli ve daha önemlisi günümüzde ileri sürülen sayıları andıracak herhangi bir mağdur sayısı iddiasında bulunmamaları da en azından ilginç olgulardır. Üzerinde önemle durulması gereken husus görüşmelere aktif ve iddialı biçimde katılmış olan Ermeni temsilcilerin başka konularda doğruluğu kesin olmamakla birlikte çeşitli sayılar ileri sürmüş oldukları halde 1915 olayları ile ilgili olarak günümüzde ileri sürülen sayılara uzaktan yakından yaklaşacak bir sayıdan söz etmedikleridir.

ANLAŞMADA DA YOK

Sevr Antlaşması’nın gerek giriş bölümünde gerek Ermenistan sınırı ile ilgili maddelerinde 1915 olaylarına herhangi bir atıfta bulunulmamıştır. Sevr Antlaşması sürecinde 1915 olaylarının gerek Antlaşma metnindeki hükümler düzeyinde gerek Müttefik Devletlerin görüşmeler sürecindeki ifadelerinin yansıttığı sübjektif algıları açısından soykırım olarak değerlendirildiğini ortaya koyacak unsurlardan yoksun olduğu açıktır.

SOYKIRIMIN ‘S’ Sİ YOK

Türkiye temsilcisinin davet edilmediği hazırlık konferanslarında ve sonuçta ortaya çıkan antlaşma metninde soykırım suçunu diğer savaş suçlarından ve insanlık aleyhindeki suçlardan ayıran özelliği olan ‘Ulusal etnik ırksal veya dinsel’ olarak tanımlanabilecek bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi kastına ilişkin herhangi bir somut maddi hatta teorik bir ipucuna rastlanmamaktadır. Kaldı ki Sevr Antlaşması’ndan üç yıl sonra Türkiye ile Müttefik Devletler arasında aktolunan Lozan Antlaşması’nda 1915 olaylarıyla bağlantılı olabilecek herhangi bir hükme rastlanmadığı gibi daha geniş anlamında da yaptırım başlıklı herhangi bir düzenlemeye de yer verilmemiştir.

‘SOYKIRIM’ ALGILAMASINI İMKÂNSIZLAŞTIRIYOR

Başlıca Müttefik Devletler tarafından bile onaylanmamış olan Sevr Antlaşması’nın hazırlık görüşmelerinin devletler hukuku bakımından herhangi bir bağlayıcılığı ve hatta hukuki değeri bulunmadığı açıktır. Ancak Müttefik Devletlerin başkan başbakan ya da bakan düzeyinde temsil edilmiş oldukları bir toplantı dizisinde yapılan açıklamaların kullanılan argümanların hatta sıradan ifadelerin tarihsel önemi azımsanamaz. Görüşmeler sırasında Müttefik Devletlerin başka başlıklar altında 1915 olaylarına yaptıkları genel çok kısa ve ‘arızi’ olarak nitelendirilebilecek atıflarla yetinildiği ve ayrıca bu olayların hazırlanmakta olan Sevr Antlaşması’na da yansıtılmamış olduğu da dikkate alınarak söz konusu olayların bugünkü anlamıyla ‘Soykırım’ olarak algılanmasını imkânsızlaştırmakta dır. 1915 olayları 1920’de Müttefik Devletlerin Türkiye’nin doğusunu yeniden şekillendirmek projeleri çerçevesinde bir hukuksal argüman yoğunluğunu taşımayan oportünist bir ‘Atıf’ olarak kullanılmıştır.

https://www.aydinlik.com.tr/1915-olaylari-sevr-de-bile-yok-turkiye-aralik-2019

- - - - - - - - - - - - -

Beni görmek demek mutlaka yuzumu gormek demek degildir.
Benim fikirlerimi benim duygularimi anliyorsaniz ve hissediyorsaniz bu yeterlidir.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK


***

17 YILLIK AKP İKTİDARININ BİLANÇOSU

17 YILLIK AKP İKTİDARININ BİLANÇOSU


Oraj POYRAZ, İsmail ŞAHİN, 17 yıllık Blanço, TAKSAN, SEKA, Eti Bakır, Sümer Holding, 

Oraj POYRAZ 
0raj.p0yraz@neomailbox.net
: Dec 22 03:48PM +0300

Blanconun Eksiği var fazlası yok.
Ben Eksikleri sıralamaya kalksam bir kitap çıkar ortaya.
 Oraj POYRAZ(0raj.p0yraz@neomailbox.net 
oraj.poyraz@openmail.cc )
          

---

17 yıllık AKP iktidarının bilançosu


 17 YILLIK AKP İKTİDARININ BİLANÇOSU

 17  yıl önce bugün iktidara gelen AKP  Cumhuriyetin birikimi yerli ve milli ne kadar kamu kuruluşu varsa elden çıkardı. Dev projeleri ise yandaş şirketlere yaptırıp Hazine garantisi vererek ülkenin geleceğini ipotek ettirdi.


İsmail ŞAHİN
 14:55 - 3 Kasım 2019

   14 Ağustos 2001’de  kurulan 3 Kasım 2002 seçimlerinden birinci parti çıkan  AKP  bugün iktidardaki 17’nci  yılını geride bıraktı.

O günden bugüne ekonomiden siyasette adaletten güvenliğe kadar birçok alanda büyük bir değişim yaşandı. AKP iktidarı Türkiye'nin en büyük şirketlerini 
fabrikalarını otellerini limanlarını enerji üretim tesislerini elektrik ile doğal gaz dağıtım şebekelerini ve arazilerini yerli ve yabancı özel şirketlere sattı.

268  KURULUŞTA KAMU PAYI SIFIRLANDI

2002 yılından bu yana  273 kuruluşta hisse senedi veya varlık satış-devir işlemleri yapıldı. Bu kuruluşlardan 268'inde  kamu payı kalmadı. 1986 yılından AKP' nin iktidara geldiği döneme kadar 8.2 milyar dolarlık özelleştirme yapılırken 2002'den  günümüze toplam 62 milyar dolarlık satış gerçekleştirildi.

ÖNCE / FABRİKA KURAN FABRİKALAR’ /  GİTTİ

AKP iktidara gelir gelmez ilk önce /  fabrika kuran fabrikaları’ / elden çıkardı.
2003 yılında  iki kamu şirketi Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyük tezgah üreticisi  TAKSAN ile sanayi tesisi imalatı yapan GERKONSAN satıldı. 

Aynı yıl  Türkiye Denizcilik İşletmeleri ‘ne ait limanlar  SEKA ' nın kağıt fabrikaları ve kamu arazileri de satılarak toplam 187 milyon dolar gelir elde edildi.

PARÇALAYA  PARÇALAYA VERDİLER

Takvim yaprakları 2004 yılını  gösterdiğinde özelleştirmelerde vites yükselten  AKP  iktidarı 1 milyar 282 milyon  dolarlık satış yaptı. 
2003 yılında  fabrika yapan fabrikaları elden çıkaran  AKP  iktidarı bu defa parçalaya parçalaya sanayi kuruluşlarını satmaya başladı.

TEKEL in alkollü içecekler bölümü 292 milyon  dolara satılırken gübre üreten şirketler ve onların fabrikaları özelleştirildi. 
Eti Bakır  21.8 milyon Eti Krom  58 milyon Eti Gümüş 41.2 milyon ve Eti Elektrometalurji 15.3 milyon dolara satıldı.

Çayeli Bakır İşletmeleri 49.2 milyon dolara Karadeniz Bakır işletmeleri Samsun İşletmesi 11.1 milyon BET Kütahya Şeker Fabrikası 23.8 milyon dolara  Amasya Şeker 1 milyon 250 bin dolara özelleştirildi.

Türk Hava Yolları'nın hisselerinin yüzde 20'si 2004 yılında yüzde 25’i ise 2006 yılında  satıldı.



THY NİN YÜZDE 20’Sİ BORSADA  SATILDI

Doğalgaz dağıtım şirketleri  ESGAZ 43 milyon  dolara  BURSAGAZ 120 milyon  dolara satıldı. Sümer Holding bünyesinde yer alan fabrika arazileri de tek tek satıldı. 44 milyon  dolara satılan  Sümerbank Bakırköy İşletmesi ‘ni ve 27 milyon  dolara satılan  TÜMOSAN izledi.
Blok satıştan toplam 402 milyon  dolar gelir elde edilirken 2004 yılında 689 milyon  dolar değerinde tesis varlık ve arazi satışı gerçekleştirildi. Türk Hava Yolları' nın ( THY ) hisselerinin yüzde 20'si ise 177 milyon dolara borsada satıldı.



Türk Telekom’un içini boşaltmakla ve bankalara olan borcunu ödememekle suçlanan Hariri Ailesi’nin üyesi Saad Hariri geçen haftaya kadar Lübnan Başbakanı’ydı. Hariri Lübnan’da Ekonomik kriz ve yolsuzluğun tetiklediği sistem karşıtı protestolar sonrası istifa etti.

TÜRK  TELEKOM  LÜBNANLILARIN OLDU

2005 yılında  AKP iktidarı toplam 8.2 milyar  dolarlık özelleştirme yaparak rekor kırdı. Türkiye'nin en stratejik kurumlarından biri olan

Türk Telekom 'un yüzde 55'i 6 milyar 550 milyon dolar bedelle Lübnanlı Hariri Ailesi’ne satıldı.  Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü 'ne ait olan İstanbul Hilton Oteli binası ve arazisi 255 milyon  dolara  Ataköy Otelcilik 62.7 milyon  dolara Ataköy Marina ve Yat İşletmeciliği 23.7 milyon  dolara  Ataköy Turizm ise  33.5 milyon dolara satıldı.

ETİ  ALÜMİNYUM 305 MİLYON DOLARA  SATILDI

2005  yılının bir başka büyük özelleştirmesi ise 305 milyon  dolara  Eti Alüminyum'un satışı oldu.  Kıbrıs Türk Havayolları 33 milyon  dolara
Adapazarı Şeker Fabrikası 45.7 milyon dolara blok olarak satılan kuruluşlar oldu. AKP 2005 yılında Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşlarından   TÜPRAŞ ve  PETKİM in bir bölümünü borsada sattı.
Bir gece yarısı TÜPRAŞ'ın yüzde 14.76'sı  İsrailli iş adamı Sami Ofer'e 453 milyon  dolar bedelle devredilirken  PETKİM' in yüzde 35'i 273 milyon  dolara halka arz edildi.

Koç Holding - Shell ortak girişimine satılan TÜPRAŞ 2018’de 3 milyar 761 milyon lira net kâr elde etti.

TÜPRAŞ  VE  ERDEMİR  ELDEN ÇIKARILDI



2006 yılı özelleştirme çapı açısından 2005'i  bir önceki yılı aratmadı. Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşu olan  TÜPRAŞ' ın özelleştirme ihalesi  Eylül 2005'te  yapıldı ve 4 milyar 140 milyon dolar teklif eden Koç Holding -Shell ortak girişimi ipi göğüsledi.

Birkaç gün sonra ise bir başka sanayi devi  Erdemir 2 milyar 770 milyon dolara  OYAK Grubu'na satıldı.  Başak Sigorta ve  Başak Emeklilik ‘e mayıs ayında 
blok olarak 268 milyon  dolara özelleştirildi.
THY nin yüzde 25'i 207.8 milyon  dolara borsada halka arz edilirken  TEKEL ' in Ankara'daki genel müdürlük binası da 100 milyon dolara TOBB' a satıldı.


OTELLER PEŞ PEŞE GİTTİ

Emekli Sandığı'nın sahip olduğu oteller de bir bir özelleştirilirken Büyük Ankara Oteli 36.3 milyon dolar Büyük Efes Oteli 121.5 milyon dolar  Büyük Tarabya Oteli ise 145.3 milyon  dolara satıldı.2006 yılında toplam  8 milyar dolarlık özelleştirme yapılırken taşınmaz ve tesis satışından toplam  710 milyon  dolar gelir elde edildi.


ARAÇ MUAYENE İSTASYONLARINI VERDİLER

2007 yılında  AKP  hiç kamu şirketi satmadı. Araç muayene istasyonlarını taşınmazları ve borsada Halkbank hisselerinin bir kısmını elden çıkartarak toplam 4 milyar 258 milyon dolar gelir elde etti.

Bugün Zorlu Center'ın yükseldiği İstanbul Boğazı'na nazır Karayolları arazisi 800 milyon  dolara  Mersin Limanı 755 milyon  dolara araç muayene istasyonları 613 milyon  dolara  Halkbank 'ın yüzde 25'i ise 1.8 milyar dolara satıldı.

Azerbaycan devlet şirketi Socar Petkim'i 2 milyar 40 milyon dolara satın aldı.

 YERLİ VE MİLLİ PETKİM AZERBAYCAN IN OLDU



2008 yılında iki şirket blok olarak özelleştirildi. Birincisi tıpkı TÜPRAŞ ve Türk Telekom gibi Türkiye'nin en stratejik kurumlarından biri olan  Petkim Petro kimya  Holding 'di. 30 Mayıs 2008 günü imzalanan sözleşmeyle Azerbaycan devlet şirketi Socar Petkim'i 2 milyar 40 milyon dolara satın aldı.

TEKEL' in sigara bölümü ise 24 Haziran 2008'de 1 milyar 720 milyon dolara satıldı.  Ankara Doğal Elektrik Üretim ve Ticaret A. Ş' nin (ADÜAŞ) sahip olduğu 
9 santral ise 510 milyon dolara özelleştirildi.

 ŞİRKETLER BİTİNCE TESİS VE VARLIKLARI SATTILAR

2009 yılında  İSE 2 milyar 270 milyon dolar değerinde özelleştirme işlemi gerçekleştirildi. Yapılan satışlarda en büyük kalemi elektrik dağıtım şirketleri oluşturdu. 
Başkent Elektrik 1 milyar 225 milyon dolara Sakarya Elektrik 600 milyon dolara Meram Elektrik ise 440 milyon dolara satıldı.

Blok olarak satış yapacak kamu şirketi sayısı azalınca ilerleyen yıllarda tesis ve varlık satışına ağırlık veren AKP hükümeti kamu arazilerini fabrikaları enerji üretim santralleri ile dağıtım şebekelerini elden çıkardı. Devletin yapacağı yatırımları ise özel sektöre ihale eden AKP seçtiği işbirliği yöntemiyle de ülkenin geleceğini sayıları iki elin parmaklarını geçmeyecek şirkete adeta ipotek ettirdi.

HAZİNE DEN 100 MİLYAR DOLAR ÇIKABİLİR.

Üçüncü Hava limanı Yavuz Sultan Selim Köprüsü Osman Gazi Köprüsü Avrasya Tüneli ve şehir hastaneleri başta olmak üzere yap-işlet-devret modelli projeler de işletici firmalarla yapılan sözleşmelerde günlük veya yıllık olmak üzere yolcu araç ve hasta sayısı garantisi verildi.

TİCARİ SIR’ / DEYİP HALKTAN GİZLİYORLAR

Eğer planlan sayıda kullanım olmazsa kamu-özel işbirliği projelerinde devletin hazinesi 25 yıl  boyunca firmalara toplam 100 milyar  dolarlık ödeme yapabilir. Ülkenin geleceğini ipotek altına alan bu mega yatırımlar için verilen taahhütler ise/“ticari sır”/ olarak halktan gizleniyor.

KAMU ÇALIŞANI SAYISI YÜZDE 100 ARTTI

AKP  iktidara geldiğinde devleti küçültüp harcamaları kısarak daha verimli bir yapı oluşturma iddiasına taşıyordu. Kamu şirketleri satılacak işçiler özel sektör tarafından istihdam edilecek merkezde toplanan yetkiler yerele devredilerek kadrolu memur sayısı azalacaktı.

2003 yılında Türkiye'de kamuda çalışan kişi sayısı 2 milyon 187 bin 599'du. 2019 yılının ikinci yarısı itibariyle kamuda istihdam edilenlerin sayısı 4 milyon 569 bin 916'ya çıkmış durumda.

Ekonominin hız kesmeye başladığı yıllarda peş peşe gelen seçimler 2013 yılından  bu yana kamuda çalışanlarının sayısı 2 milyon  kişi artmasına
neden oldu. 2002 yılında  iktidar koltuğuna oturduğunda devleti küçültme iddiasını taşıyan  AKP  aradan geçen 17 yılda  kamuda çalışan sayısını yüzde 
100'den  fazla artırmış bulunuyor.

10 KİŞİDEN ÜÇÜ EKONOMİK SUÇTAN CEZA EVİNDE

   2002 yılında Türkiye'de toplam 98 bin 955 kişi  ceza evindeydi.
Hırsızlık zimmete para geçirme rüşvet irtikap sahtecilik para ve mal kaçakçılığından hapse girenlerin sayısı ise 13 bin 169'di. 

   Türkiye İstatistik Kurumu'nun konuyla ilgili yakında dönemde yayınladığı son veri 2017'ye  ait. Buna göre söz konusu tarihte Türkiye'de Ceza infaz kurumuna 215 bin 761 kişi girdi.

Hırsızlık zimmete para geçirme ve benzeri suçlardan hapse giren hükümlü sayısı ise 68 bin 528 oldu. 
2002 yılında Cezaevine giren her 10 kişiden biri ekonomik suçlardan dolayı hapse girerken 2017 yılında bu oran her 10 kişiden üçü bu nedenle ceza aldı.


CİNSEL SALDIRI HÜKÜMLÜSÜ  SAYISI 14 KAT ARTTI

Uyuşturucu madde kullanma satma veya satın alma suçunu işleyen 3 bin 450 kişi 2002 yılında  cezaevine girdi. Takvim yaprakları 2017'i gösterdiğinde ise bu sayı 22 bin 490'a  yükseldi. Cinsel suçtan dolayı 2002'de  1.858 kişi hüküm giyerken bu sayı 2017’de 26 bin 539 oldu. 
Cinsel saldırıdan cezaevine giren suçluların 14 kat  uyuşturucu hükümlülerinin ise 7 kat  artığı görülüyor.

İCRA  DOSYALARINDA   PATLAMA

    Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre; 2002 yılında 8 milyon 613 bin 759 adet İcra dosyası bulunuyordu. Yıllar için icra dairelerindeki icra ve iflas dosyaları artarken bu sayı Kasım 2019 itibariyle 21 milyonu aşmış durumda.

                    İŞSİZ SAYISI

2002:  2 milyon 464 bin

2019: 4 milyon 596 bin*(Temmuz)

                  İŞSİZLİK   ORANI

2002:  Yüzde 10.3

2019: Yüzde 13.9  (Temmuz)

TÜRKİYE NİN BRÜT DIŞ BORÇ  STOĞU

2002:   129.6 milyar dolar

2019:  446.8 milyar dolar (Ekim)

DIŞ  BORCUN  GSYH  ORANI

2002: % 54.8

2019: % 61.9

MERKEZİ  YÖNETİM  TOPLAM  BORÇ  STOKU

2003:    283.2 milyar lira

2019: 1  trilyon 239 milyar lira (Ekim)

GSYH

2002: 231 milyar   dolar

2019:  749 milyar dolar (Tahmini)

KİŞİ   BAŞI  GSYH

2002:  3 bin 492

2019:  9 bin 93 dolar (Tahmini)

 BÜYÜME

2002:  Yüzde 6.2

2019:  Yüzde 0.5 (Tahmini)


ENFLASYON

2002:  29.8
2019: 9.26  (Eylül)


https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/17-yillik-akp-iktidarinin-bilancosu-5427893/?fbclid=

    Ordularımızın kazandığı zafer sizin ve sizin ordularınız ın zaferi için yalnız zemin hazırladı...
Gerçek zaferi siz kazanacak ve devam edeceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK


***

ERDOĞAN İLK ŞERİAT KANUNU NU YAYIMLADI,

ERDOĞAN İLK ŞERİAT KANUNU NU YAYIMLADI,






Oraj POYRAZ

22 12 2019


Şeriat Nedir,? 
Nasıl bir şeydir.? 
Bilmeyenler için söyleyeyim.
Öyle Boynuzlu, Kuyruklu bir şey beklemeyin.

İşte böyle sindire sindire, yavaş yavaş geliyor.
Anayasanın, yasaların, yönetmeliklerin, genelgelerin İslam şeriatına uygunluğu na bakılır. Devletin resmi mevzuatında dinli, imanlı, Allahlı, Kur'anlı, fıkıhlı cümleler kurulur.

Siz Müslüman olmayabilirsiniz, siz Sünni de olmayabilirsiniz, siz Müslüman olursunuz da genel geçer klişelere uymazsınız.
Bunların hiç önemi yok.
Eşşşşek gibi uyacaksınız.
Çünkü sizin adınıza, sizin için , size rağmen, karar verecek bir ilahiyatçılar var.

Ortada uzlaşma, pazarlık için hiçbir zaman, zemin, imkan yok.
Dogma neyse o size dayatılacak.

Gel kardeşim konuşalım falan yok.
Dayatma ve zorbalık var.

Oraj POYRAZ (0raj....@neomailbox.net / oraj....@openmail.cc )


ERDOĞAN İLK 'ŞERİAT KANUNUNU' YAYIMLADI


22.12.2019 12:38


AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 'Din kişinin hayatına nüfuz etmezse kişi zamanla yapıp ettiklerini dinleştirir. Bunun için İslam bize göre değil biz İslama göre hareket edeceğiz. . ' sözü yaşama geçirildi ve Kuranıkerim’den ayetler Hz. Muhammet’in hadis-i şeriflerinden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarından alıntılar yapılan şeri bir karar Resmi Gazete’de yayımlandı.

Son Dakika. . AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla İlk şeri kanun Resmi Gazete'de yayımladı

Karar ile faizsiz finans kuruluşları denetçileri için belirlenen etik kurallar fıkhi (İslam hukuk kuralı) hükümlere bağlandı.

14 Aralık 2019 tarihli Resmi Gazete’de Kamu Gözetim Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’nun 12 Aralık 2019 günü aldığı “Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler İçin Kurallar” kararı yayımlandı.

Cumhuriyet Gazetesi'nden Işık Kansu'nun haberine göre; Kuranıkerim’den ayetler Hz. Muhammet’in hadis-i şeriflerinden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarından alıntılar yapılan kararın giriş bölümünde “muhasebenin İslam dininin farz-ı kifaye (yapanın sevabını aldığı tümden yapılmadığı durumda toplumun tümünün sorumlu olduğu yükümlülük) olarak gerekli kıldığı mesleklerden” sayıldığı kaydedilerek şöyle denildi:

“Adil olma kavramı (adalet) Kuranıkerim’de birçok ayette geçmektedir. ‘Şüphesiz Allah adaleti iyilik yapmayı yakınlarına yardım etmeyi emreder’ ve ‘Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor...’

"HALİFELİK İLKESİ. . TAKVA... ALLAH'A HESAP VERME"

Adalet kavramının muhasebe felsefesinde ‘ön yargı taşımama’ olarak bilinen bir karşılığı da vardır. Muhasebe ve denetim standartları ilkesel olarak bu kavramın hayata geçirilmesine öncülük etse de adalet esasen etik bir değerdir. Bu sebeple mesleki görev ve hizmetlerini yerine getirirken denetçilere gösterecek etik kurallara ihtiyaç bulunmaktadır. ”

Kararda fıkhi ilke ve kuralların bu etik kurallara amaçları bakımından diğer tüm nedenler üzerinde sürekli ve değişmez dini kaynaklı potansiyel bir yaptırım gücü sağladığı belirtilerek denetçiler için etik ilkelerin dini dayanakları sıralandı. Bu dayanaklar arasında “insanın yeryüzündeki halifeliği ilkesi ihlas (ibadette içtenlik) takva (Allah’tan korkma) Allah’a hesap verilecek” olması yer aldı.

"ALLAH-U TEÂLÂ SİZİ İZLİYOR VE KIYAMET GÜNÜ HESAP VERECEKSİNİZ"

Mesleki yeterlik ve özen ilkesine dayalı etik davranış kuralları da tanımlanırken “Denetçi mesleki görev veya hizmetlerini özenle ve düzgün biçimde yerine getirirken Allah-u Teâlâ’ya topluma mesleğine müşterisine ve kendisine karşı sorumlu olduğu” denildi. Bir başka kurala göre de; denetçilere Allah-u Teâlâ’nın kendisini sürekli izlediğinin ve kıyamet gününde hesap vereceğinin bilincinde olması zorunluluğu getirildi.

HAYATI DİNLEŞTİRME.,

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen kasım ayı sonundaki Din Şûrası’nda yaptığı konuşmada “Dini hayattan tecrit eden belli kalıplara şekillere davranışlara hapseden dogmatik bir anlayışa itibar etmeyeceğiz. Bir Müslüman dinini hayatın şartlarına göre değil hayatını inancının esaslarına göre uyarlamakla mükelleftir” demiş ve eklemişti:

“Din kişinin hayatına nüfuz etmezse kişi zamanla yapıp ettiklerini dinleştirme yanlışına düşer. Bunun için İslam bize göre değil biz İslama göre hareket edeceğiz. ”

KAZAN: KURALLAR LAİK CUMHURİYET’E UYMALI

Hukukçu Turgut Kazan içinde yaşadığımız dönemde anayasasız bir Türkiye yaratıldığına dikkat çekerek şunları söyledi: “Siyasi iktidar ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ne isterse yapabileceğini düşünüyor. Şeklende olsa halen bir anayasamız var. Cumhurbaşkanı da bu anayasaya göre seçildiğine ve yemin ettiğine göre böyle bir şey kural dışıdır. Türkiye Cumhuriyet’i laik bir Cumhuriyettir. Kuralların hukuka laik Cumhuriyet’e uygun olması gerekir. Şimdi bir kez daha anlaşılıyor ki her şeyi adım adım birilerinin anladığı İslamiyet’e uydurmaya çalışmalarının bir adımıdır. Şüphesiz ki kural dışıdır. ” Kaynak; Cumhuriyet

https://www.birhaberoku.com/erdogan-ilk-seriat-kanununu-yayimladi-27874

 ***

Turk ün haysiyeti onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.

Gazi Mustafa Kemal ATATURK

- - - - - - - - - - - - -

JEAN MESLIER : SAĞDUYU TANRISIZLIĞIN İLMİHALİ

187. ESKİ VE YENİ DİNLER, SOYUT KURUNTULARINI VE GÜLÜNÇ AYİNLERİNİ HEP BİRBİRLERİNDEN ALMIŞTIR

Eski rahiplerin dinleri yok oldu, ya da daha dogrusu bu dinler bicim degistirmekten baska bir sey yapmadi. Her ne kadar yeni ilahiyatcilarimiz onlara sahtekar gozuyle bakiyorlarsa da, genel toplami artik bizim icin var olmayan sistemlerinden bircok daginik kisimlari topladilar. Teolojinin baska bir tarzda yeniden giydirmekten baska bir sey yapmadigi dogmalari cagdas dinlerimizde hala aynen bulmakla kalmiyoruz; hurafeler bulasmis dini islerinin, Thergie'lerinin*, buyulerinin, efsunlarinin dikkat ceken artiklarini da bu dinlerde goruyoruz. Misir'dan alinmis tuhaf fikirlerle dolu oldugunu gordugumuz ibrani dininin peygamberlerinden, rahiplerinden, yasa yapicilarindan kalan turbeleri saygiyla ziyaret etmeleri hala Hiristiyanlara emredilir. Bu sekilde, hilekarlar ya da puta tapan hayalciler tarafindan duslenen garabetler hala

Hırıstiyanlar ın "kutsal" gÖrüşleridir.

Tarihe biraz goz atilirsa, insanlarin butun dinleri arasinda goze carpici benzerlikler gorulur. Yeryuzunun her yerinde dini fikirlerin, kavimleri, donem donem kederlendirdigi ve sevindirdigi gorulur. Her yerde igrenc ibadet yerlerinin, ibadet islerinin zihinleri mesgul ettigi ve meditasyon konulari oldugu gorulur. Cesitli hurafelerin soyut hayaletlerini ve ayin bicimlerini birbirlerinden aldiklari gorulur.

Dinler, genellikle bunlari birlestirmek, eklemek ve o anki amaclarina uymayanlari kaldirmak hakkini koruyarak, seleflerinin malzemelerini kullanmislardir. Misir dini, putatapma (sanemperestlik) ayinini bu dinden uzaklastirmis olan Musa'nin dinine temel hizmetini gormustur. Musa hizipci bir Misirlidan baska bir sey olmamistir.

Hiristiyanlik, birleştirilmiş " Yudaizm"den (Musevilikten) başka bir şey degildir. Müslümanlık ise, Hiristiyanlıktan, Yahudilikten ve Arabistan'in eski dininden ibarettir.

Gökyüzü Ruhlari ile İlişkiler üzerine kurulu bir tür büyü.
- - - 
Konuşan, Adamin beyni degil, Gırtlagıydı.

George Orwell1984

- - - - - - - - - - - - -
Hayat bir firsat tır ve Manaya Gebedir.
Ama yaşadığınız hayat, Seçimleriniz üstüne kurulur.

KURTZ, PAUL (1925) ABD'li filozof ve yazar.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner

***

TÜRK’ÜN EBEDİ DÜŞMANLARI : VEHHABİLER- SELEFİLER VE ÖZGÜR SURİYE ORDUSU (ÖSO)

TÜRK’ÜN EBEDİ DÜŞMANLARI : VEHHABİLER- SELEFİLER VE ÖZGÜR SURİYE ORDUSU (ÖSO)



SONER YALÇIN 
22 EKİM 2019



: Türk Tarihini bilmemek.!!!

" Rabova " Nedir bilir misiniz?

Hayır "Rojava" demiyorum; " Rabova " diyorum.

Maşallah!"

Rojava"yı bilmeyeniniz yok; hepinize ezberlettiler!

Suriye’de; Derik’ten Afrin’e kadar sınırımızda uzanan 700 km’lik alana "Rojava" diyorlar; sözümona " Batı Kürdistan! "

Öyle Propaganda yaptılar ki…

Çoğu kişi sanıyor ki " Rojava" Kürtlerin yurdu!

Bir de İdeolojik temel inşa ediyorlar; "Kemalizm’den kaçan Kürtler buraya sığındı!"

Bitmez tükenmez PKK yalanlarından biri bu.

Neyse.

Soruma döneyim: "Rabova" nedir?

Bilmiyorsunuz değil mi?"

Yevmüşşüheda" desem…

Yani " Masum Şeehitler Günü "…

Hatırlayanınız çıktı mı?

Sanmam!

Yazayım: Tarih: 30 Eylül 1918.

Osmanlı 1. Dünya Savaşı’nı kaybetmek üzereydi artık.

Alman Mareşal Liman von Sanders komutasındaki Osmanlı Ordusu Şam’ı boşaltıp Halep’e çekilme kararı aldı. Şam’da binlerce Türk ailesi vardı…
Binlerce kadın-çocuk Türk yollara düştü.

İnsan acımasızlığının boyutunu nereden bilsinler?

Tren Şam-Rayak demiryolu nun geçtiği Rabova boğazında saldırıya uğradı.
Boğazın iki yakasını tutmuş ayrılıkçı Araplar silahlarla treni taramaya başladı.
Saldırganların gözü öylesine kin doluydu ki bir tek sağ çocuk bile bırakmadılar…

Rabova katliamının olduğu her "30 Eylül" günü " Masum şeehitler Günü" olarak anıldı.

Zamanla unutuldu gitti!

Sonra " Ermeni soykırımı " sözleri bilinçlere şırınga edildi!
Sonra "Rojava direnişi" lafları bilinçlere şırınga edildi!

Bırakınız "Masum şeehitler Günü" anmasını "Rabova kıyımını" bile bilen kalmadı.
PKK-FETÖ ve liboş düşünce ikliminde yetişen insanımız tarihine düşman kesildi!

Türklük faşistlik oluverdi!

Ebu Müslim

Anneannem… ı .

Dünya Savaşı’nın zorlu şartlarında yerinden yurdundan edilmiş milyonlarca insandan biriydi.
Kendisi gibi toprağından kovulmuş bir zorunlu göçmenle evlendirilmişti.

Çocukluğumda…

Anneannem elime uzattığı kimi kitapları kendisine okumamı isterdi.
Türk-Müslüman tarihinin kahramanlarının hikayelerini okuyarak büyüdüm.
Bunlardan biri halk kahramanı Ebu Müslim Horasani (718-755) idi.
Siyah bayrak açarak çoğunluğu kölelerden oluşan askerleriyle ihtilal yürüyüşü yapmasını anneannem gözleri yaşlı dinlerdi.
Ebu Müslim’in askerleri arasında Taşkent Fergana Maveraünnehir’den gelen Türkler de vardı. " Çuroğlu Süleyman" bunlardan biriydi…

Anneannem Ebu Müslim’e "Türk" derdi.

Gerçi ona göre Yezit-Muaviye’nin ülkesi Emevilere karşı çıkan herkes "Türk" idi!
(Yıllar sonra aynı iddiayı Prof. M. Fuat Köprülü’den okuduğumda çok şaşırdım.
Bu halen tartışılan konudur. )

Tartışılmayan yön şudur: Abbasilerin kuruluşundan itibaren bu coğrafyada Türkler önemli rol oynadı. Şam’ı ele geçirip Abbasi halifeliği adına hutbe okutan Türk Beyi Alptekin bunlardan sadece biriydi.

Evet…

Bin küsur yıldır bu coğrafyada Türk var.
Bin küsur yıldır bu coğrafyada Türk’ü yok sayarak strateji yapmak mümkün olmadı.

Ancak…

Mesele sadece Türk’ün kişi ya da millet olarak bu coğrafyada bulunması değil.
Türk bu coğrafyada düşüncesiyle de var oldu.
Düşmanlık sadece Türk’e değil Türk düşüncesine de yöneliktir. şeöyle…

Asıl Mesele

Mesele…
PKK gibi örgütlerin Türkiye varlığını yok etmekle sınırlı değil.
Hedefleri aynı zamanda Türk düşüncesini yok etmek!
Sol’un kafasını karıştırarak -ABD gölgesinde- bunu yapan PKK tek değil.
Daha tehlikelisi var: -ABD desteğiyle- din kisvesi altında Türklüğü yok etmek isteyen Vehhabi-Selefi yobazlığı.

Bunlar örneğin…

Türk düşüncesi ürünü Alevi inanca düşmandır.
Türk düşüncesi ürünü Nusayri inanca düşmandır.
Türk düşüncesi ürünü Dürzi inanca düşmandır.
Bunlar Sünni inanca da düşmandır.

Evet…

Türklüğü silahla yok etmek isteyen PKK varsa Türklüğü fikir yobazlığıyla yok etmek isteyen Vehhabi-Selefiler de var.
Sözü şuraya getirmek istiyorum: Türk Ordusu PKK/YPG’ye karşı ÖSO ile işbirliği yapıyor.
Haklı olarak çok kişi bu ittifaka karşı çıkıyor.

Ama.

Bu konuda şu ayrıntıyı görmek şart: Taktikleri olmayan stratejiyle savaş kazanmak mümkün olamaz.
Bu sebeple…

Savaşta tüm imkanlar kullanılır.
Savaşta tüm fırsatlardan yararlanılır.
Yani başarmak isteyen çeşitli ittifaklar yapabilir.
Amaç süratle zafer kazanmaktır.

Fakat…

Düşmanını iyi tanıdığın gibi ittifak kurduğun gücü de iyi bileceksin!

Çünkü…

Prusyalı General Clausewitz’in tabiriyle "savaş bukalemun gibidir!"

Zaferin üç ayağı vardır: – Askerin cesareti…

– Komutanın taktiği…

– Ve siyasetçinin stratejisi…

İnsanlar AKP-ÖSO arasındaki politik ilişkiden kuşku duyuyor.

Çünkü AKP yönetiminin Vehhabi-Selefi ideolojisinin hegemonyasından kendini bir türlü kurtaramadığını görüyor.

Biliyor ki: Zihinsel dünyası Soğuk Savaş döneminde ABD-Suudi propagandasıyla kodlanmış olan AKP kadroları ÖSO düşüncesine sempatiyle bakıyor.

Ve işte sorun buradan çıkıyor.

Baksanıza…

ÖSO ile bizim kutsalımız olan Kuvay-ı Milliye benzeşmesi yapıveriyorlar!

Ne diyeyim: Erdoğan savaşın siyaseti konusunda ardı ardına hata yapıyor.

Önyargılarından kurtulmalı ve Türk tarihi okuması yapmalıdır. "

 https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/turk-tarihini-bilmemek-2196310/


***

Kontrollü Bunalım Yönetimi, Suriye ve Doğu Akdeniz,

Kontrollü  Bunalım Yönetimi, Suriye ve Doğu Akdeniz,




Süleyman ŞENSOY .,

Süleyman ŞENSOY, Kontrollü Bunalım Yönetimi, Suriye ve Doğu Akdeniz, 
19 Ağustos 2019 

Röportaj 

Türkiye’nin bu konudaki kararlığı biliniyor ve son bir yıldır takip ettiğimiz kadarıyla Türkiye’nin güneyinde yani Suriye’nin kuzeyindeki bölgelerde 
Türkiye’nin ciddi bir askerî varlığı bulunuyor. Israrlı duyurulara rağmen bu askerî varlık bir harekâta dönüşemedi. Amerika ile yapılan müzakerelerde 
de bir aşama kaydedilememişti....
Program konuğu Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) Başkanı Sayın Süleyman Şensoy ile birlikte ülke, bölge ve küresel boyutta 
yaşanan gelişmeleri konuşacağız. Bölgesel ve küresel gelişmeler oldukça hareketli Sayın Şensoy, öncelikle bölgesel konulara ilişkin değerlendirme 
fırsatı bulalım. Türkiye, Millî Güvenlik Kurulu toplantısından hemen sonra bir Barış Koridoru kararını dünyaya ilan etmişti. Ardından, Türkiye’ye 
gelen ABD’li askerî heyetle Türk heyeti arasında Ankara’da yapılan temaslardan bir mutabakat çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da 
durum kamuoyuna açıklandı. Uzlaşmanın kapsamı ve buna sizin yorumunuz nedir? Barış Koridoru’nun kilometre olarak mesafesi konusunda 
Türkiye’nin mi ABD’nin mi dediği, yani 15 km mi, 35 km mi olacak, bu konuda hâlâ görüşmeler devam edecek gibi görünüyor. Ayrıca Türk-Amerikan 
ortak çalışma grubunca Bölge’nin kontrolü sağlanacak. Neler söylersiniz?

Türkiye’nin bu konudaki kararlığı biliniyor ve son bir yıldır takip ettiğimiz kadarıyla Türkiye’nin güneyinde yani Suriye’nin kuzeyindeki bölgelerde 
Türkiye’nin ciddi bir askerî varlığı bulunuyor. Israrlı duyurulara rağmen bu askerî varlık bir harekâta dönüşemedi. Amerika ile yapılan müzakerelerde 
de bir aşama kaydedilememişti. Çünkü zaten Suriye’nin kuzeyindeki yapılanmayı bizzat ABD’nin kendisi destekliyor ve sürekli bir silah takviyesi var. 

Buna rağmen gelinen noktadaki durumu şu şekilde yorumluyorum; ABD Türkiye’ye bu konuda engel olamayacağına kanaat getirdi, “engel olamıyorsam içinde olayım” gibi bir perspektifle ortak bir harekât merkezi kurulması ve birlikte çalışılacağı için olası sürprizlerden ve kontrol edilemeyecek olaylardan kaçınılacağı öngörülüyor. Bu durum, yani bu “güvenli bölge” çalışması ve askerî seçenek Türkiye’nin istediği yönde ne kadar olacak? Bunu zaman gösterecek fakat en azından birlikte çalışıyor olmanın da karşı karşıya olmaktan iyi olacağını düşünüyorum.

Peki, bu “güvenli bölgenin” nihai amacı ne olacak Sayın Şensoy? 

Tabi ki bizim çok büyük bedeller ödediğimiz Kuzey Irak süreci var. En son bağımsızlık referandumuna kadar gitmişti. Türkiye ve İran’ın çabaları ile şimdilik vazgeçilmiş görünüyor.

2003’teki tezkereden mi bahsediyorsunuz?

Hayır, Körfez Savaşı’ndan itibaren Kuzey Irak’ta oluşturulan bağımsız Kürt devleti girişiminden bahsediyorum. Bu olayın benzerinin Suriye’de 
tekrarlanması ihtimal değil artık. Bu açık bir plan olarak görülüyor. Çünkü orada ciddi askerî gücü olan bir yapılanma kurulmaya çalışılıyor.

ABD bir orduya yetecek kadar silah sevkiyatı yaptı. 

Evet, burada Suriye’deki Şam merkezî yönetiminin etkisi de önemli. Onların da böyle bir duruma rıza göstermeyeceğini ve bu durum toprak 
bütünlüğü açısından göz önüne alınırsa önümüzdeki dönem sürpriz işbirlikleri ve yumuşamalar olabileceğini düşünüyorum.

Türkiye - ABD arasında bir yumuşamadan mı bahsediyorsunuz?

Türkiye ve Şam arasında. Bu durumun ihtimal dâhilinde olduğunu görmek gerekiyor. Çünkü hiç kimse, Suriye bu noktaya gelsin istemedi. 
Çok bilinmeyenli denklem, vekâlet savaşları bilinen şeyler ama bugün Suriye’deki durum hiçbir şekilde Türkiye de dâhil hiçbir kimsenin istediği 
bir noktada değil. Belki çok az aktörün istediği noktada ama biz o aktörlerden değiliz.

İsrail gibi mi?

Evet ve ABD gibi. Çok büyük bir demografik felaket var. Çok büyük bir demografik vebal var.

Türkiye’nin “güvenli bölgedeki” nihai amacı Türkiye’de yaşayan dört milyon Suriyelinin rahat ve güvenli bir şekilde kendi ülkesinin toprağında 
yaşayacağı alana gönderilmesi olarak düşünülüyor. Bu değişim kalıcı mı sizce?

Bu durum teknik olarak pek mümkün değil. Sınırda otuz kilometrelik bir alan bile açsanız oraya kaç kişi gönderebilirsiniz? Orası ancak tampon bölge görevi görecektir veya bu alanda belli sayıda kamp vb. yaşam alanı kurabilirsiniz. Mültecilerin bizatihi ülkelerine dönmeleri için kendi kasabalarına köylerine şehirlerine dönmesi lâzım. Biraz kontrollü bunalım gibi düşünmek gerekir. Suriye’deki güvenlik risklerinin ve demografik risklerin Türkiye’ye yansımaması ve gelecekte herhangi bir defakto Kürt devleti gelişimine muhatap olmamak açılarından bir tedbir olarak düşünmek lâzım. Ayrıca bu durum nihai bir çözüm değil. Nihai çözüm; Suriye’de herkesin katıldığı bir yönetimin teşkil edilmesi, devlet otoritesinin tesisi ve güvenliğin sağlanması gibi sonuçların sağlanması gerekiyor.

Rusya, oluşacak olan ABD - Türkiye mutabakatının neresinde olacak sizce? Sınırda kurulacak olan bu “güvenli bölgede” Türk ve Amerikan askerlerinin ortak devriye yürütmesi durumunda Rusya - Türkiye arasında herhangi bir sorun çıkma ihtimali var mı?

Bu yönetilebiliyor. Daha içeride ve başka alanlarda da Türkiye ve Amerika birlikte devriye görevi yapmıştı. Dolayısıyla bunun yönetilebilir 
olduğunu düşünüyorum. Suriye ile daha radikal kırılmalar söz konusu olursa, o zaman Rusya’yı daha ciddi değerlendirmek lâzım. Mevcut 
durumun yönetilebilir olduğunu düşünüyorum. Çünkü orada İsrail dâhil Rusya da kendi açısından birçok dengeyi gözetmeye çalışsa da Türkiye’nin 
taleplerinin çok doğal ve makul talepler olduğunu söyleyebilirim.

Daha öncesinde bahsettiğiniz Körfez Savaşı’ndan sonra Bölge’de kurulan Kürt devlet yapısının aynısı Suriye’de yapılmak isteniyor. ABD’nin bu konudaki hedefleri 3-5 yıllık bir plan değil. Yapılan planlar, belli oluyor ki yirmi-otuz sene öncesine kadar dayanıyor. Peki, sonunda ulaşılmak istenen amaç ne olacak? 

ABD’nin bizatihi devlet politikası açısından çok anlamlı bir şey değil. Buna rağmen ABD de belli güç grupları tarafından etkileniyor, kontrol ediliyor. 

Dolayısıyla İsrail ve İsrail’i destekleyen unsurlar açısından önemli bir husus. Bu konuda hep bilindiği ve söylendiği üzere Suriye, Irak, İran ve Türkiye’nin ortak bir riski var. Bugüne kadar İran ve Türkiye kayıpları olmasına rağmen bu riski yönetebildi. Fakat Suriye ve Irak’ta durum kötüye gitti. Bu durum ne kadar eski bir plandır, o tartışmalı bir konu olarak görünüyor. Konu hakkında komplo teorileri de var. 
Yüz yıldan fazla geçmişe götürenler de var. İsrail’in kutsal devlet planı olduğunu söyleyenler de var. Biz daha somut ve güncel gelişmeler üzerine odaklanırsak burada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hem toprak bütünlüğünün korunması hem de stratejik konumunun korunması Bölge’de devlet parçalanmasının olmaması gibi birçok uluslararası hukuka uygun talepleri savunmaya ve takip etmeye devam edeceğiz.

Bu yaşanan süreçte ABD Türkiye’yi tek taraflı bir operasyonu yürütmekten vazgeçirmeye çalışıyordu. Türkiye daha önce Fırat Kalkanı, Pençe 1-2 Harekâtı ile Bölge’yi terörden temizlemeye kararlı olduğunu bir şekilde kanıtladı. Şimdi ABD ile varılan mutabakat çerçevesinde Türkiye’nin Fırat’ın güneyine yönelik muhtemel operasyonu gündemde kalmaya devam eder mi?  

Elbette devam edecektir ama boyutunu kontrol edebilmek açısından ABD’nin ve Pentagon’un bu sürece “ortak harekât merkezi” ile dâhil olduğunu düşünüyorum. Fakat şu konuda da çok iyimser olmamak lâzım; bu ülkelerin kendi içlerinde bir yönetim tarzı kabul edilerek devlet otoritesi sağlanmadıkça, oralarda terörün tamamen bitirilmesi ve tamamen aşılması mümkün değil. Çünkü çok fazla bilinmeyenli denklem var, çok fazla - tabiri caizse - harekete geçebilecek “uyuyan hücre” var, çok fazla harekete geçebilecek yeni demografik alanlar var. Daha önce hiç teröre bulaşmamış olsa bile mevcut ortamdan, fakirlikten, yoksulluktan, haksızlıklardan ve hukuksuzluktan dolayı manipüle edilebilecek kitleler var. 

Dolayısıyla buralarda ancak bu merkezî yönetim biçimi kurumsal olarak oturana kadar kontrollü bunalım diyebileceğimiz palyatif tedbirler olabilir. 
Yapılması gerekiyorsa da bu yapılır. Çünkü hiçbir şey yapmadığınız zaman daha radikal sonuçlarla karşılaşabilirsiniz. Buna rağmen Türkiye’nin orada ciddi bir güç bulundurmaya devam etmesinin de ciddi bir maliyeti var.

Türkiye de uzun süre kalıcı olmak istemiyor gibi görünüyor, değil mi?

Asıl olan Suriye’nin kendi toprak bütünlüğü içerisinde olmasıdır. Birçok defa tekrarladığım gibi, bir devlet otoritesine ihtiyaç var. 
Bu olursa neden Türkiye orada kalmak istesin? Çünkü Türkiye de bütün şartlarını zorlayarak orada proaktif bir pozisyon almaya çalışıyor.

Türkiye’nin özellikle dört milyon Suriyeliyi kendi ülkesine gönderme işini konuşuyoruz. “İlerleyen zamanlarda Suriye ile biraz daha ılımlı bir ilişki kurulabilir” şeklinde bir cümle kurmuştunuz. Diğer taraftan Esad gibi Türkiye’nin kırmızı çizgisi olan bir konu var. 

Türkiye bu konudaki bakışını, tavrını değiştirecekmi, ne düşünüyorsunuz? 

Tekrar altını çizmek gerekirse bu konudaki takdir şüphesiz Ankara’nın. Fakat bu hususta geç kaldığımızı düşünüyorum. 
En azından ikinci kanallardan belli noktada bazı yumuşamalar sağlanabilirdi. Belki sağlanmıştır, onu biz bilmiyoruz. 

Sonuçta 2010’da başlayan olayların hedefi ile Türkiye’nin katkı sunmak istediği ortam arasında olağanüstü fark var. 
Ayrıca çok büyük bir demografik felaket var. Bu anlamda zaman içerisinde Ankara’nın da tavrını değiştireceğini ve daha yumuşayacağını düşünüyorum. Belki beklediği şartlar var. Biz birkaç yıldır bunun kademeli bir normalleşme olması gerektiğini ve sonuçta toprak bütünlüğünü korumanın Şam’ın kendi meselesi olduğunu düşünüyoruz. Ayrılıkçı Kürtler veya başka grupları kontrol etmek noktasında sorumluluğun Şam hükümetinde olması gerektiğini ve gerekirse buna uluslararası toplumun da Türkiye’nin de meşru sınırlar içerisinde yardım edebileceğini söylemiştik. Çünkü herhangi bir ülkenin sorununu dışarıdan çözmeye kalktığınızda işte bu noktaya geliyorsunuz.

Türkiye’deki Suriyelilerin ülkelerine gönderilmesi için ilave tedbirler alınacağı söyleniyor. Şimdi, hukukî olarak “geçici sığınma” statüsü içinde olan Suriyelilerin “güvenli bölge” kurulduğu zaman oraya gönderilme durumu var. Siz zaten “Bölge’nin dört milyon kişiyi kaldırabilecek bir potansiyeli olamayabilir” dediniz. Peki, Suriyeliler dönmek istemezlerse konuyla ilgili nasıl bir önlem alınacak? 

Zaten dönmek istemeyeceklerdir. Ancak kampta kalanlar nakledilebilir diye düşünüyorum.

Kampta da çok az kişinin kaldığı söyleniyor. 

Evet, dolayısıyla bir yerleşim yeri altyapısı olmayan yerlere götürebileceğiniz insan sayısı az olarak öngörülüyor. Bu durum hiç olmaz demiyorum ama bu sayı yüz bin olur, iki yüz bin olur. Belki yüzde 10’u kadar olur ama o bile çok ciddi bir rakam. O insanların geri dönebilmesi için hem güvenlik hem devlet alt yapısının çalışmaya başlaması lâzım ki bu konuda bir takım bölgeler temizlendikçe de dönüşler yaşandı. İnsanlar kendi evine, köyüne, şehrine dönüyor. Tabi bunun üzerinde ekonomik durumun da çok etkisi var. Hiçbir iş ve kazanç imkânı yoksa elbette insanlar gitmek istemeyecektir.

Bir de akrabalarının, ailesinin bu iç savaş süresinde ne kadarı orada kaldı?

Orada çok büyük demografik felaketler var. Bir kısmı vefat etmiş, bir kısmı farklı ülkelere dağılmış, bir kısmı ise kayıp…

Akrabaları ile Türkiye’ye gelenler var mesela. 

Tabii, fakat o akrabaların arasında da çok ciddi bölünmeler olabiliyor. Kimisi Avrupa’ya gitmiş, kimisi Körfez ülkelerine, kimisi Lübnan’a, Ürdün’e gitmiş durumda. Bu anlamda da ciddi bağlantısızlıklar var. Dolayısıyla onlar açısından bu durum hayatta kalma mücadelesi olarak düşünülüyor. Türkiye’deki Suriyelilerin - tamamı mümkün olmasa da - evine dönmesinin daha zaman alacağını düşünüyorum. 
Fakat her şartta belli bir kısmı, iyi uyum sağlayan ve Türkiye’de kendisine başarılı bir altyapı kurabilmiş olanların dönmeyeceğini de öngörmek gerekiyor. Bu sayının ne olacağını bugünden görmek mümkün değil. Zaten İçişleri Bakanımızın açıkladığına göre, 93 bin kişiye çocuklar dâhil vatandaşlık vermişiz ki bu sayı önümüzdeki dönemde biraz daha artacaktır. Belli sayıda Suriyelinin her şey düzelse de gitmeyeceğini bilmek ve bu durumu da normal kabul etmek gerekiyor. Mesela bizim Almanya’ya giden işçiler de gidiş şekli farklı olsa da bir ev, araba parası kazanmaya gitmişlerdi. Fakat dönmediler. Bunun da biraz hayat akışının ne getirdiğiyle ilgili olduğunu söyleyebiliriz.

Sonuçta gittiğiniz yere alışıyorsunuz, yıllar geçiyor. 

Çocuklarınız oluyor, iş kuruyorsunuz, iş buluyorsunuz geri döndüğünüz yerde daha iyi şartlar yoksa ve hukuken de bulunmanızda bir sorun 
yoksa kalma tercihinde bulunuyorsunuz. Dört milyon değil de beş yüz bin kişi kalsa Türkiye açısından çok daha yönetilebilir olur. 

Daha çok, iş gücü anlamında yetkin kişiler kalmış olur.

Bazı uzmanlar tarafından, özellikle ABD ile Türkiye’nin mutabakatı sonrasında ortak askerî birimlerin devriye göreviyle ABD doksanlardaki 
“çekiç güç” benzeri kalıcı olacak yorumları mevcut. Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz?

ABD zaten Bölge’de var. Çok sayıda uçak indirebilecek 14-15 noktada üs kurdu. Orada on binlerce kişiyi eğitiyor ve donatıyor. 
Fiilen orada var zaten, olmaya da devam edecek görünüyor. Suriye’nin geleceği nasıl şekillenirse, ABD’nin ne pozisyonda olacağı ortaya çıkacakr. 
Bir federatif devlet mi olacak ki üniter devlet ihtimalinin gelinen noktada mümkün olduğunu görmüyorum. Bunu zaman gösterecek. ABD orada 
kalmaya devam edecek. Rusya da kalmaya devam edecek.

Peki, Türkiye?

Türkiye de kalmaya devam edecek bu şartlarda.

O zaman bu bölgedeki Suriye’nin toprak bütünlüğü yine merkezî otoritede mi kalacak? Bu yönetim meselesi ne olacak?

Konu, durumun neye evirileceği ile ilgili. Federatif bir devlet kurulur. Anayasaya göre devlet güvenliği sağlanır. 
Bu güçlerin rolü de o süreçte belirlenir. Üst düzeyde mi kalacak veya tamamen mi gidecekler ki Suriye’de yönetim ne olursa olsun Rusya’nın Lazkiye üssünü boşaltmak gibi bir niyeti olduğunu düşünmüyorum zaten. Dolayısıyla bu güçler orada var olmaya çalışacaklar ama daha farklı daha meşru bir zeminde orada kalacaklar.

Peki, S-400 savunma sistemlerinin teslimatı konusunda gerginleşen Türkiye - ABD ilişkilerinin bu anlaşma sonrasında normalleşme sürecine girdiği şeklinde bir yorum yapılabilir mi?

Bu konularda çok iyimser olmamak lâzım. S-400 konusunu ABD kendi içinde tartışmaya devam ediyor. Sistemin aktivasyonu da Sayın Cumhurbaşkanımızın açıklamasıyla Nisan 2020’ye uzayacak. Önümüzde 7-8 aylık bir zaman dilimi daha açıldığı görünüyor. 
İkinci bölüm sevkiyatın gelecek aylarda yapılacağı yine Rusya tarafından söyleniyor. Aktif hâle getirecek donanımların hepsi elimize geçmiş değil. 
S-400 konusunda ABD’nin tavrı; beklemede kalacağı yönünde. Ne yapacağı noktasında ise temkinli olmakta yarar olduğunu düşünüyorum. 
Suriye ile ilgili sürece de “karşı karşıya olmaktansa birlikte hareket etmek daha sağlıklıdır” perspektifinden bakmak gerekiyor. Çünkü ABD’nin buradaki duruma reaksiyonu; Türkiye’yi korumak değil, orada oluşturduğu gücü korumak ve herhangi bir olası çatışmaya izin vermemek noktasında olduğu görülüyor. 

Bu noktada temkinli olmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Her şeye rağmen tablonun bu şekilde seyretmesi de olumlu tabi.

Diğer bir konu da; Doğu Akdeniz’deki gelişmeler Türkiye’nin gündeminde yer alıyor. Sondaj gemimiz Yavuz faaliyetlerine başladı. 

Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, ABD ve İsrail Enerji Bakanlarının bir araya geldiğini görüyoruz. Türkiye’nin Bölge’deki sondaj ve arama faaliyetlerine karşı tavırları, ABD’nin yaptırım tehdidi vs. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki rolü, etkinliği ve adımları konusunda nasıl bir düşünceniz var?

Türkiye isteyerek ya da istemeyerek Doğu Akdeniz’de çok zemin kaybetti. Bu durumun sonucu olarak yeni bloklaşmalar ortaya çıktı. 
Sonrasında bu süreç Arap Baharı ve Mısır krizi ile Mısır’la olan ilişkilerimizin bozulmasıyla hızlandı. Türkiye açısından mevcut durumun çok sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Mevcut fiili durumda orada varlık göstermemiz, sondajların yapılması, deniz kuvvetlerimizin o gemileri koruması, Türkiye’nin uluslararası hukuk içerisinde hak iddiasında bulunması gibi kararları çok doğru ve yapılması gereken şeyler olarak görüyorum. Fakat Doğu Akdeniz’deki bölgesel politikamızın hem ikili ülkeler bazında hem de çok taraflı olarak yeniden gözden geçirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Şu anda “münhasır ekonomik bölge” ilan edebilmek için Türkiye’nin elinde bir tek Libya’yla anlaşma ihtimali var. 
Fakat Libya’da da durumu biliyorsunuz. İki tane farklı hükümet var. Yüzlerce de milis güç var ve kimin kiminle savaştığı da çok net değil. 
Suriye gibi her an bir kırılma aşamasında. Bu anlamda bölgesel politikaya ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim. Bunun içerisine Mısır’la olan ilişkileri gözden geçirmek gerektiğini de eklemek gerekiyor.

İsrail ile ilişkilerimiz?

İsrail ile olan ilişkilerimizi de pragmatik bir şekilde gözden geçirmek gerekiyor. Çünkü bu bloklaşma bizim enerjimizi israf ettirir diye düşünüyorum.
 Çin ile Türkiye yeni anlaşmalar yapıyor. Olaya sonuç olarak biraz daha ekonomik temelli bakılıyor. Çin ile ilişkilerimizde olduğu gibi İsrail ile yine 
bu perspektiften yeniden ilişkiler kurulabilir mi?
 Reel-politik ilişkilerde diplomasi, savaştayken bile çalışır. Reel-politik ilişkilerin kurulabileceğini, daha da güçlendirilebileceğini düşünüyorum ki bu 
sadece İsrail için geçerli değil. Özellikle Mısır bu konuda önemli bir aktör. Ayrıca Batılı ülkelerden Mısır’a yönelik askerî kapasitesinin büyültülmesine 
yönelik bir takım yaklaşımlar da var.

Son zamanlarda Uygurlara yapılanlar konusunda haberleri çok sık görüyoruz. O yüzden İsrail ile olan ilişkiler, Çin ile olan ilişkiler kapsamında benzer 
bir şekilde mi olmalı?

Büyüklük, özellik ve etki alanları itibarıyla Çin ile İsrail farklı ülkeler. Gücünüz ölçüsünde bazı şeyleri etkileyebilir ya da değiştirebilirsiniz. 
Reel-politik sınırlar içerisinde kalmak bir psikolojik yenilgi değildir; ülkeleri daha doğru sonuca götüren bir düşünme ve bir davranış biçimidir. 
Doğu Akdeniz’de, Çin’le olan ilişkilerde veya herhangi bir aktörle olan ilişkilerde o reel-politik sınırlar içerisinde kalmanın her zaman yarar 
getireceğine inanıyorum.
( TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY, TRT Radyo “Haber Yorum” Röportajı | 08.08.2019 )

https://www.ozelburoistihbarat.com/analiz-arastirma-dosyalari/analiz-suleyman-sensoy-kontrollu-bunalim-yonetimi-suriye-ve-dogu-akdeniz-12806


***

MOSSAD'ın Sitesinde Çarpıcı iddia !!!! LİBYA MUTABAKAT ANLAŞMASI ARKA PLANI,

MOSSAD'ın Sitesinde Çarpıcı iddia !!!!  LİBYA MUTABAKAT ANLAŞMASI ARKA PLANI,

Türkiye'nin Libya'da Ulusal Mutabak Hükümeti ile imzaladığı kıta sahanlığı anlaşması Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından " Provakatif bir girişim " diye nitelenirken, İsrail istihbarat teşkilatı MOSSAD'a yakın internet sitesinde çarpıcı bir iddiaya yer verildi.

İsrail istihbarat teşkilatı MOSSAD’a yakınlığıyla bilinen " DebkaFile " internet sitesinde Türkiye ile ilgili çarpıcı  iddialara yer verildi. 

Site, Mısır tanklarının 19 Aralık Perşembe günü Türkiye'nin Libya'ya herhangi bir "müdahalesini" önlemek maksadıyla 19 Aralık Perşembe günü Libya'ya ulaştığını iddia etti. 

LİBYA EMRİNİ BİZZAT SİSİ VERDİ

İstihbarat kaynaklarına dayandırılan haberde, sevkiyatın bizzat Mısır lideri Sisi tarafından emredilmiş olduğu belirtilirken, ayrıca Mısır’a ait hava filosunun bir kısmının da hazır bekletildiği aktarıldı. 

Sisi'nin bu hamlesinin, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a bir cevap olarak görüldüğünü kaydetti. 

Türkiye'nin Libya’ya asker göndermesi halinde Mısır hava kuvvetlerinin Türkiye'ye karşı bir restleşme için devreye gireceği iddia edildi.

LİBYA KARASULARINDA SEYREDEN BİR GEMİYE EL KONULDU 

Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Türkiye arasında imzalanan kıta sahanlığı mutabakatı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) kabul edilmesinden saatler sonra Akdeniz'de bir Türk gemisine el konuldu.

Türkiye'nin 27 Kasım'da Libya ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge Muhtırası, Doğu Akdeniz'de tansiyonu yükseltti. 

Libya’da Tobruk merkezli Halife Hafter güçleri, içerisinde Türkiye vatandaşlarının olduğu ve Grenada bayrağı taşıyan bir geminin ele geçirildiğine dair video görüntülerini yayınlandı.

Rasulhilal Limanı açıklarında el konulan kargo gemisin taşıdığı yükün inceleneceği ifade edildi. 

DONANMA KOMUTANI: TÜRK GEMİLERİNİ BATIRACAĞIM

Hafter’e bağlı deniz kuvvetlerinden yapılan açıklamada, "Türkiye ile Mutabakat Hükümeti arasında varılan anlaşma kapsamında çizilen deniz sınırları içerisinde devriye yapan güvenlik güçleri tarafından Libya karasularında seyreden bir gemiye el konulmuştur." denildi. 

Hafter Güçleri 3 Gemiciye ait olduğunu iddia ettiği Türkiye pasaportlarının fotoğrafını yayımladı.

Hafter güçlerine bağlı donanmanın komutanı Farac el Mehdevi, geçen hafta Türk gemilerini tehdit etmiş, "Gerekli emri aldım, keşif gemileri yaklaşırsa benim yapacağım şey onları kendim batırmak olacak. Bu talimatı General Hafter’den aldım." demişti.


      Benzer İçerikler

  *  MOSSAD DOSYASI : ‘Madam’ İsrail’de saklanıyor

    https://www.ozelburoistihbarat.com/istihbarat-servisleri-askeri-sivil-derin-devlet-istihbarat-konulari-mit/mossad-dosyasi-madam-israilde-saklaniyor-14408

  *  MİT DOSYASI : Milli İstihbarat Teşkilatı'nın yeni binası görüntülendi !!! Özellikleri ' yok artık ' dedirtecek

    https://www.ozelburoistihbarat.com/istihbarat-servisleri-askeri-sivil-derin-devlet-istihbarat-konulari-mit/mit-dosyasi-milli-istihbarat-teskilatinin-yeni-binasi-goruntulendi-ozellik-14342

  *   EL MUHABERAT (SURİYE GİZLİ SERVİSİ) DOSYASI : “Bir Günde Yirmiden Fazla Öldürmeyin”

    <https://www.ozelburoistihbarat.com/istihbarat-servisleri-askeri-sivil-derin-devlet-istihbarat-konulari-mit/el-muhaberat-suriye-gizli-servisi-dosyasi-bir-gunde-yirmiden-fazla-oldurmeyi-14344

  *  MİT DOSYASI /// FETÖ’nün teşkilat oyunları : Adil Öksüz’ü ‘MİT  ajanı’ yapmışlar !

    https://www.ozelburoistihbarat.com/istihbarat-servisleri-askeri-sivil-derin-devlet-istihbarat-konulari-mit/mit-dosyasi-fetonun-teskilat-oyunlari-adil-oksuzu-mit-ajani-yapmislar-14320

  *  MOSSAD DOSYASI /// ÖMÜR ÇELİKDÖNMEZ : MOSSAD GÜNEY KIBRIS'TA TÜRKLERE Mİ ÇALIŞIYOR

    https://www.ozelburoistihbarat.com/istihbarat-servisleri-askeri-sivil-derin-devlet-istihbarat-konulari-mit/mossad-dosyasi-omur-celikdonmez-mossad-guney-kibrista-turklere-mi-calisiyo-14322

  *    MİT DOSYASI /// BARIŞ TERKOĞLU : MİT ajanından aldığım mektup

    https://www.ozelburoistihbarat.com/istihbarat-servisleri-askeri-sivil-derin-devlet-istihbarat-konulari-mit/mit-dosyasi-baris-terkoglu-mit-ajanindan-aldigim-mektup-14311

  *  İSTİHBARAT DOSYASI /// KEREM AYDEMİR : İSTİHBARAT VE TEKNOLOJİ

    https://www.ozelburoistihbarat.com/istihbarat-servisleri-askeri-sivil-derin-devlet-istihbarat-konulari-mit/istihbarat-dosyasi-kerem-aydemir-istihbarat-ve-teknoloji-14300

  *   MOSSAD DOSYASI /// ÖMÜR ÇELİKDÖNMEZ : MOSSAD, Güney Kıbrıs'ta
    Türkler’e mi çalışıyor ???

    https://www.ozelburoistihbarat.com/istihbarat-servisleri-askeri-sivil-derin-devlet-istihbarat-konulari-mit/mossad-dosyasi-omur-celikdonmez-mossad-guney-kibrista-turklere-mi-calisi-14269

  *   MOSSAD DOSYASI : MOSSAD'ın sitesinde çarpıcı iddia !!!!

    https://www.ozelburoistihbarat.com/istihbarat-servisleri-askeri-sivil-derin-devlet-istihbarat-konulari-mit/mossad-dosyasi-mossadin-sitesinde-carpici-iddia-14268

  * MİT DOSYASI : Zeki Müren ve MİT

    https://www.ozelburoistihbarat.com/istihbarat-servisleri-askeri-sivil-derin-devlet-istihbarat-konulari-mit/mit-dosyasi-zeki-muren-ve-mit-14261



 Özel Büro İstihbarat

Üyeleri ile ülkemizin hali hazırdaki milli meseleleri hakkında fikir jimnastiği yapan, çözüm arayan ve çözüm önerilerini kamuoyu ve resmi·
güvenli·k kurumlari ile paylaşan yurtsever bir gruptur.
E-Posta Bültenimize Kaydolun


Bağlantılar

  * Anasayfa <https://www.ozelburoistihbarat.com/>
  * TELEGRAM <https://www.ozelburoistihbarat.com/icerik/telegram/7>
  * TERÖR <https://www.ozelburoistihbarat.com/icerik/teror/2>
  * DUYURULAR <https://www.ozelburoistihbarat.com/icerik/duyurular/1>
  * İletişim <https://www.ozelburoistihbarat.com/ileti%C5%9Fim>

***

ORGENERALLER’E AÇIK MEKTUP

ORGENERALLER’E AÇIK MEKTUP



23 Aralık 2013 Pazartesi
E.Tümg.Ali İhsan GÜRCİHAN: 

Sizlerin de sadakat duymanız gereken, vefat eden Komutanımız Teoman KOMAN'a dinden, imandan nasibini almamış Bakan denen bir adamın "Hesap vermeden öldü" sözleride mi sizlerin vicdanını sızlatmamış tır. E.Tümg.Ali İhsan GÜRCİHAN

Doğrusu o sözler benim vicdanımı acıttı, ruhumda fırtınalar koparmıştır.
Umarım o malum dinden, imandan, nasip almamış bakan denilen adam için hesap vermeden öldü demeyiz.
Bu hesapların sorulmasını, hem de acı acı sorulmasını yürekten istiyorum.

Karikatürize etmek gibi olacak, ancak kafası basmayanlar için benzetme yapayım.
Hapiste öldürülenler, onurları ayaklar altına alınanlar kahpe Bizans filmlerindeki Tarkanlar, Karaoğlanlardır.
Onlar ömürleri savaş meydanlarında, çatışmalarda geçmiş yiğitlerdir.
Ülkenin ne kadar netameli, ne kadar belalı işleri varsa onlar orada oldular.
Onlar Türk milletinin içinden çıkmış kendini ona feda etmiş, şerefli fedailerdir.
Onları bu duruma sokanlar ise kahpe Bizansın hainleri, işbirlikçileri filmlerdeki tabirle çaşıtlarıdır.

Tekfurun adamları, bozgunculardır.

Ve emin olun hepsinin de soyu, geçmişi kahpe Bizans örneğindeki gibi karışıktır.

Bu insanları yatak odasında para sayma makinası bulunduran, ayakkabı kutulu, parfüm kokan, pembe yanaklı, şunun bunun adamı, müridi olan, mürtecilerle bir kıyaslayın lütfen.

Oraj POYRAZ

E.Tümg.Ali İhsan GÜRCİHAN: ORGENERALLER'E AÇIK MEKTUP

Emekli bir General olarak özellikle Orgeneral ve Oramirallere açık mektubumdur.
AKP ve Cemaat odaklı son gelişmeleri bir kamu görevlisi ya da en azından bir vatandaş olarak sizlerin de takip ettiğini düşünüyor ya da öyle sanıyorum.

MGK'dan sızan dokümanlar, dershaneler üzerinden başlayan tartışmalar, rüşvet ve yolsuzlukla ilgili son operasyon, bu Ülke'de on yılı aşkın bir süredir yapılan tüm demokrasi dışı uygulama ve pislikleri, çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yıllardır ifade etmeye ve duyurmaya çalıştığımız gibi;

Cumhuriyet'le hesaplaşma ortak amacı ile AKP ve Cemaat'in çok yakın zamana kadar sıkı bir dayanışma ve işbirliği içerisinde bulundukları,
Güvenlik ve İstihbarat birimleri ile Yargı içerisinde özel yapılanmalara giderek bu özel kadroları paylaştıkları,
Amaçlarına ulaşmak için Adalet, Hak, Hukuk tanımaksızın muhalefet eden insanları vicdansızca karaladıkları,
Bugün meşruluğu her açıdan tartışılması gereken çıkar ve rüşvete dayalı bir hükümranlık yarattıkları,
Asker Vesayetini gerekçe göstererek Cumhuriyet'e sahip çıkan TSK'ni, sahte demokrasi söylem ve yaklaşımları ile yıprattıkları,

Ergenekon, Balyoz ve benzeri bir çok özel dava ile küçük doğrular üzerinden, düzmece özel senaryolar yaratarak Komutanlarımızı,Arkadaşlarımızı yıllardır hapislerde tuttukları ve tutmaya da devam ettikleri, birçok genç ve idealist arkadaşımızın ise gelecek-lerini kararttıkları, AKP ve Cemaat sürtüşmesi sonucu tüm açıklığı ile ortaya çıkmış ve bugüne kadar iddia ettiğimiz demokrasi ve hukuk dışı yaklaşımlar kanıtlanmıştır.

General ve Amiral arkadaşlar kısacası ;

Kendi düzenlerini kurmak ve devam ettirmek adına, Komutanlarımız ve Arkadaşlarımız vicdan ve hukukla ilgisi olmayan keyfi bir şekilde yargılanarak kişisel ve ailevi olarak mağdur edildikleri gibi Türk Silahlı Kuvvetleri'nin de kurumsal itibarı hafife alınmıştır.

Kendisi de işin en başından itibaren Aile'ce haksızlığa uğrayan ve o zaman için kimsenin ilgilenmediği bir emekli olarak sesimiz ancak bu kadar çıkabilmekte, ne yazık ki kamuoyunda istenen etkiyi de yaratmamaktadır.

Her kesim ve Kurumun, mensupları adına haksızlıkları dile getirdiği bir ortamda, merak ediyorum sizlerin Komutanlarımız ve Arkadaşlarımızın uğradığı bu demokrasi dışı haksızlık için bireysel sorumluluk anlamında söyleyeceği hiçbir şey yok mudur?

Sizlerin de sadakat duymanız gereken, vefat eden Komutanımız Teoman KOMAN'a dinden, imandan nasibini almamış Bakan denen bir adamın "Hesap vermeden öldü" sözleri de mi sizlerin vicdanını sızlatmamıştır.

Hizmette iken şartsız ve sonsuz itaat gösterdiğiniz için, emsalleriniz arasından sizleri tercih eden, sizleri o rütbe ve makamlara getiren Komutanlarınızın suçlu olduğuna yoksa sizlerde mi inanıyorsunuz?

Eğer, inanmıyorsanız, bu keyfilik ve haksızlık karşısında insani yaklaşım, düşünce ve değerlendirmenizi Demokratik bir şekilde açıkça kamuoyuna ifade ederek sıkıntı yaşayan bu insanlar için en azından sadakatinizi göstermenizi bekliyoruz.

Bütün pislik uygulamaların ortaya birer birer çıktığı bu ortamda bile eğer söyleyecek tek kelimeniz yok ise işte o zaman düşünmek ve sizlerin sadakatini sorgulamak gerekir.

Hiç düşündünüz mü ve gerçekten kendinizi hiç sorguladınız mı?

Bizlere her açıdan emeği geçen bu Komutanlarımız, neden beraber darbe yapacakları adamları değil de, bu üst düzey görevler için sizler gibi İktidar'ın da sonsuz güvenini kazanacak Generaller'i tercih edip terfi ettirdiler.
Bu ne çelişkidir ki ;

Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanı olarak sözüm ona darbe için hazırlık yapacaksın ama darbede görev alacakları emekli edip sonra da hep beraber ceza evinde yatacaksın, bu işle ilgisi olmayan General ve Amiralleri ise üst rütbe ve makamlara yükselterek bugünlerin Komuta Kademesini oluşturacaksın.

Suçlamaların tutarsızlığını ve asılsızlığını, tek başına dahi zayıflatması ve çürütmesi gereken, bir gerçek.

Ancak anlamak mümkün değil..
Sizleri de, yapılan bu yargılamadaki mantığı da…

17 Aralık 2013

http://orajpoyraz.blogspot.com/2013/12/10-etumgali-ihsan-gurcihan.html


***