Yeni anayasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeni anayasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2020 Pazartesi

Yeni anayasa hevesi nereden geliyor?


Yeni anayasa hevesi nereden geliyor?





Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com 
02 Ekim 2010

    Toplumun önemli bir kesimi yeni bir anayasa istiyormuş! Bu ne demek? Türkiye’deki 50 milyon seçmenin 40 milyon kadarının bu istekte olması demek.Toplumun büyük bir kısmı anayasanın ayrıntılarını bilmez. Bilmesi de çok gerekmez. Anayasa ve anayasa değişikliği teknik bir konudur. Değişikliklerde, basit cümlelerle ifade edilenler hariç, cümlelere  “virgül, ve, veya” koyarak, birkaç kelime ilave edip, çıkarılarak anlam değiştirilmektedir. Değişikliklerin ne anlama geldiğini ancak bu konuya özel ilgi gösterenler ile ihtisas sahibi hukukçular anlayabilmektedir. Bu nedenle son yapılan referandumun propaganda faaliyetlerinde siyasetçiler, anayasa değişikliğini anlatmamış, başka konulara dikkat çekmiş ve değişik hassasiyetlerin istismarına yönelmişlerdir.

Anayasadan sorunu olanlar!Aslında sokaktaki sade vatandaşın anayasa ile ilgili bir sorunu bulunmamaktadır. Sorunu olanlar, kendi etnik ve ideolojik amaçlarının önünde anayasanın hükümlerini engel olarak görenlerdir. Mevcut anayasa, esas itibariyle bölücülüğe, irticaya ve anarşiye geçit vermemekte, Atatürk Milliyetçiliğini rehber olarak almakta, ülkenin varlığı, bütünlüğü, güvenliği, ulus-devlet, üniter-devlet, laik-devlet ilkelerini içermektedir. Toplumun ihtiyaçlarına ve zamanın gereklerine istinaden değişiklikler her zaman için yapılabilir. Bu değişiklikler yapılmıştır ve yapılmaktadır. Ancak ne kadar değiştirilirse değiştirilsin, başlangıç bölümü ile değiştirilemez ve milletin kabul etmesi mümkün olmayan maddelere dokunulamadığı için, Türkiye Cumhuriyeti’ni dönüştürmek isteyenler, yapılan ve yapılabilecek değişikliklerden tatmin olmayacaklardır. Bölücüleri en çok rahatsız eden konular bunlardır.Medyada görevlendirilen bölücüler, başlangıç bölümünün kendilerini rahatsız ettiğini, değiştirilemez maddelerin sıkıyönetim maddelerine benzediğini televizyonlarda açıkça söylemektedirler. Bu düşüncede olanlar, başlangıç bölümünün çıkarılarak Atatürk Milliyetçiliğine son verilmesini arzu etmektedirler. Değişmez maddelerin de anayasada bulunmamasını, ulus devlet anlayışının ortadan kalkmasını, çok uluslu bir yapıya dönüşülmesini, ulusun kimliği olan “Türk” kelimesinin ve anlayışının anayasadan çıkarılmasını istemektedirler. Ayrıca, yerel yönetimdeki yetkilerin genişletilerek üniter yapının bozulmasını, “Demokratik Özerklik” konusunun, Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi, “Bölge Yönetimi” adıyla oluşturulmasını talep etmektedirler. Mevcut yapıyı bozacak isteklerini de çekinmeden ortaya koymaktadırlar. Okullardaki “Andımız”dan ve her türlü  “Türk” ibaresinden rahatsız olduklarını her vesile ile dile getirmektedirler.Yeni bir anayasa yapılırken esaslardan ayrılabilineceği iki yıl evvel hazırlanan taslaktan anlaşılmıştır. Bu nedenle yeni anayasa isteği samimi değildir, endişe taşımakta ve tehlike arz etmektedir. Yeni anayasa beklentisinin altında, belirtilen esaslardan rahatsız olan çevrelerin maksat dışına çıkılarak, esaslardan sapma ve saptırma arzusu yatmaktadır. Uluslararası örgütler ve dış güçler dönüşüm için içeride kendilerine ortak arama peşindedir. 

Bunlar tuzaktır. Farkında olmak gerekir.

Düşündürücü mutabakatBölücü terör, bölücü siyasete uygun bir ortam sağlamış durumdadır. Sağlanan bu ortamda bölücü siyaset yapan tüm aktörlerin açılımdan ve müzakerelerden beklentileri bunlardır. Hükümet elemanlarının BDP milletvekilleri ile TBMM çatısı altında görüşmeleri son derece doğaldır. Ancak görüşmelerden çıkan mutabakatın yeni anayasa yapılması konusunda olması düşündürücüdür. Diğer taraftan tek millet, tek vatan, tek devlet, tek bayrak anlayışının değişmesinin söz konusu olmadığı, ana dilde eğitimin mümkün görülmediği, teröriste müsamaha edilmeyeceği yönündeki kararlılık ifade eden söylemler memnuniyet vericidir. Bu durumda seçimlerden önce oyların olumsuz etkileneceği düşüncesi ile yeni bir anayasa yapılması gündemde olmayacaktır. Gündeme geldiği zaman da mutabakat sağlamak, mutabakat sağlansa da, gerçekler açıklandığı takdirde milletin kabul etmesi mümkün görülmemektedir.Anayasa değişikliklerinin nasıl yapılacağı, anayasada mevcuttur. Ancak yeni bir anayasa yapılmasının nasıl olacağı mevcut anayasada yer almamaktadır. TBMM’nin yeni bir anayasa yapma yetkisinin olmayabileceği, yeni anayasanın devletin yeniden kurgulanması durumunda yapılabileceği, belki de kurucu meclis gerekebileceğine ilişkin yorumlara rastlanmaktadır. Bu konunun da açıklığa kavuşturulmasına ihtiyaç duyulabilir. 


Armağan KULOĞLU 
Kaynak Yeniçağ: 
Yeni anayasa hevesi nereden geliyor? - Armağan KULOĞLU 





17 Şubat 2020 Pazartesi

Yeni Anayasa tartışmaları,

Yeni Anayasa tartışmaları,

Sadi SOMUNCUOĞLU


05 Eylül 2007

AKP’nin görevlendirmesi üzerine Prof. Dr. Ergun Özbudun’nun başkanlığında kurulan Anayasa komisyonu çalışmalarını yıldırım hızıyla bitirdi ve hazırladığı taslağı Partı’ye sundu. Mir Dengir Fırat’ın yönettiği AKP komisyon ise, taslak üzerindeki ilk değerlendirmesini yine yıldırım hızıyla tamamladı. Bundan sonra iki komisyon birlikte çalışacak, ortaya çıkacak metin kamuoyuna açıklanacakmış. Bu bakımdan şu anda taslağın muhtevası hakkında resmi bir bilgimiz yok. Ancak elimizde Prof.Dr. Özbudun’nun genel nitelikteki bazı açıklamaları var.
Özbudun özetle:  “Renksiz anayasa doğru, bir ideolojiye bağlı anayasa yanlış olur” diyor ve “zorunlu din dersleri laiklikle bağdaşmadığından, kaldırılmalı” açıklamasını yapıyor.

Çok temel özelliklere sahip bu görüşlerin, bizim milli gerçeklerimizle ve ihtiyaçlarımızla bağdaşmadığını, bir çok batılı demokratik ülke anayasalarıyla da çeliştiğini belirmekle yetinelim. Bu konuyu derinliğine daha sonraki yazılarımızda ele alacağız.

Yasalar kullanıldıkça değerlenir

Yasalarla ilgili olarak hukukçuların mutabık oldukları bir husus var. O da, yasalar uygulanarak ve zaman içinde ihtiyaca göre geliştirilerek en mükemmel şekline alırlar.

Nitekim 1960 İhtilali’nden sonra, ünlü anayasa hocası Prof.Dr.Ali Fuat  Başgil,  “1924 Anayasası’nı çöpe atmayın. Nerelerinin değişmesi gerekiyorsa, onları düzeltin. Eğer toptan yeni bir anayasa hazırlamaya kalkarsanız, nazari olarak en ideal ilkelere dayanabilir, ama toplumun ihtiyaçlarını hangi ölçüde karşılayacağı bu bilinemez. Hesapta olmayan bir yığın sıkıntı çıkabilir.”  demişti. Öyle de oldu, o günün rüzgarları içinde buna aldıran olmadı ve sıfırdan yeni bir anayasa hazırlandı. Türkiye, adına ne kadar  “özgürlükçü”  dense de, milli iradenin önüne özerk kuruluşlar çıkarmak suretiyle demokratik otoriteyi zayıflatan, 1980’e kadar bu anayasayla uğraşmak zorunda kaldı. Bu ders yetmemiş olacak ki, 1982 anayasası da buna tepki olarak, ama aynı zihniyetle, sıfırdan yeni olarak hazırlandı. 

Şimdi de bu anayasayı toptan atıp, yerine sıfırdan bir anayasa yapmanın tartışması içindeyiz. 1982 Anayasasının değiştirilmesi için toplumda genel bir talep olduğu malumdur. Nitekim bu gerekçe ve AB uyum yasaları çerçevesinde Anayasanın yarısına yakını değiştirilmiştir. Konuya iyi niyetle yaklaşıldığında, diğer maddelerde de ihtiyaca göre değişikliklerin yapılması mümkündür. Ama bu akıl yolu benimsenmiyor.

Ne acıdır ki, bunca tecrübeye, bunca ödenen bedele rağmen, bugün yine sıfırdan anayasa yapmanın kavgasına giriyoruz.

Gizli ideolojik amaçlar uğruna. 
Neden böyle yapıyoruz? Geçmişe bakarsak bunun cevabını bulabiliriz. Bir takım özel, kısır ve ideolojik amaçlar için bu yolu seçtiğimiz açıkça görülüyor. Türkiye’nin ihtiyaçları ve beklentileri hep göz ardı edilmektedir. 1961’de de 1982’de de böyle olmuştur.

Şimdi de aynı yanlış, ama, daha tehlikeli yolda ısrar ediyoruz. Anayasamızın değiştirilmesi için AB ve ABD’den gelen baskıları biliyoruz. Hatta, bizden Lozan’ın gözden geçirilmesi, Atatürk’ün yeniden yorumlanması, kısaca devletimizin kuruluş esaslarının değiştirilmesi isteniyor. Bu hususta AB ilerleme raporlarını ve itiraz edilerek düzeltilmediği için müktesebat haline getirilen AB Zirve kararlarını
hatırlayalım. 

Dış mihrakların Türkiye’nin üniter-milli devlet yapısının değiştirilip, federasyona, daha sonra da bölünmeye gitmesini istemeleri çok normaldir. Zaten bütün projeler, haritalar ve bu çevrelerce desteklenen kanlı bölücü terör her şeyi anlatmaya yetiyor. Bu anlaşılır bir durum olabilir, ama bizi yöneten zihniyetin bir ve bütün olan Türk Milletini, 36 etnik gruba bölmesi ve siyasi yapımızı buna göre düzenlemeyi düşünmesi kabul ve izah edilemez.
Meseleye bu pencereden bakınca, 1982 Anayasası’nın toptan değiştirilmesi ve yerine dış mihrakların da isteği gibi ideolojik bir anayasa hazırlanması şart oluyor. Bu gerçek görülmez ve bu yanlış gidiş önlenmezse, bugünleri çok arayacak hale gelebiliriz.

Kaynak Yeniçağ: Yeni Anayasa tartışmaları - Sadi SOMUNCUOĞLU

16 Ocak 2018 Salı

Milli Egemenliğimiz ve “Yeni” Anayasa

Milli Egemenliğimiz ve “Yeni” Anayasa 

Sadi SOMUNCUOĞLU *
* Devlet eski bakanı ve Milli Düşünce Merkezi Başkanı 

GİRİŞ 

“Yeni” anayasaya gerçekten ihtiyaç var mıdır? Varsa önceliği nedir? “Yeni” anayasadan murat, Türkiye’nin daha iyi yönetilmesi ise, devletin temellerini 
sarsmadan, yeni huzursuzluklara, ayrışma ve çatışmalara meydan vermeden, mevcut anayasayı ıslah etmek daha akıllıca olmaz mı? Neden “Yeni” anayasa nın bütünü için “insan odaklı, insanı mutlu edecek, demokratik ve özgürlükçü” gibi yuvarlak, içi boş, anlamsız sloganlarla yetinilirken, sıra devletin meşruiyet temellerine ve kimliğine gelince, Türk Devletini tasfiye edici, ayrıntılı ifadeler kullanılmaktadır. “Yeni” anayasa denince neden bütün söylemler, Milletimizin birliği, egemenliği ve devletimizin üniter-milli yapısı üzerinde odaklanmaktadır? Bu tartışmalarda niçin bölücü terör örgütü muhatap alınmaktadır; gizli-açık görüşmeler ve pazarlıklarda sanki birlikte “yeni” anayasanın ruhu belirlenmeye çalışılmaktadır? Bu durumda “yeni” anayasa, TBMM’nin hür iradesiyle mi, yoksa bölücü terör örgütüyle varılacak mutabakatla mı hazırlanmış olacaktır? 

İşte bu incelemede “yeni” anayasa meselesi, bu sorular ve benzerleri ekseninde tahlil edilecek; coğrafyayı vatan yapan milletimizin yüksek iradesi, kültür ve medeniyeti, devletlerimizin temelleri ve kimliği ile öne çıkan bazı kavramlar üzerinde durulacaktır. 

Anayasa Ne Demektir? 

Anayasa devletin meşruiyet kaynağını, kimliğini, kuruluş esaslarını, temel amaç ve görevleri ile yönetim biçimini belirleyen; bireylerin hak, özgürlük ve 
yükümlülüklerini gösteren, kişilerin birbirleriyle, toplumla ve devletle ilişkilerini düzenleyen temel siyasi yasadır. Anayasa üstün hukuk normudur. Demokratik 
hukuk devletinde ana yapı, yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşmaktadır. 

Kuruluş esasları ve hukuki yapıları uluslararası hukuka ve genel duruma uyan devletler bu özelliktedirler. Kendine has şartlarda ve konjonktüre göre kurumuş 
istisnai konumdaki devletlerin anayasaları ise, birbirlerine benzemediği gibi, hiçbir ülkeye de örnek teşkil etmez. Anayasa konusuna bu çerçevede 
bakılması gerekmektedir. 

Türk Anayasaları 

Bugüne kadar, 108 yılda 5 yazılı anayasamız olmuştur. Bunlar; 1876 Kanuni Esasi, 1921 geçici Anayasası, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası ve 1982 
anayasasıdır. Bu anayasalardan ilk üçünün gerçek ihtiyaçtan; son ikisinin ise darbeler sonucu kurulan yeni rejime göre “sıfırdan” yapıldığı bilinmektedir. 

Ancak konumuz açısından çok önemli olan husus, devletin kimliğinin Sultan II. Abdülhamit Han’ın 1876 Kanuni Esasi’sinden 1982 Anayasasına kadar aynı kalması, adeta kopya eder gibi korunmasıdır. Anayasaların hepsinde de, kurucu irade, kuruluş esasları ve meşruiyet kaynağı denilen, milletin ruhu esas alınmıştır. Böyle olması da çok tabiidir. Çünkü kurucu iradenin sahibi değişmemiş, hep Türk Milleti olmuştur. 

Kimlik meselesi günümüz tartışmalarının da eksenini teşkil ettiğinden, ilk anayasamızdan somut deliller vererek, devletin yapısındaki sürekliliğe ve bütünlüğe dikkatleri çekmek isteriz. 

Önce 1876 Kanun-i Esasi’ye bakalım. (1908 değişiklikleri dâhil) 

Madde 1. Osmanlı devleti ülkesiyle bir bütündür, hiçbir gerekçeyle bölünemez. 

Madde 2. Osmanlı Devletinin başşehri İstanbul’dur 

Madde 8. Osmanlı Devleti’nin uyruğunda bulunanlara “Osmanlı” denir, 

Madde 17. Yasa önünde bütün Osmanlılar eşittir. Kişilerin, din ve mezhebine bakılmaksızın vatana karşı aynı hak ve ödevleri vardır. 

Madde 18. Devlet memuru olabilmek için “devletin resmi dili” Türkçeyi bilmek şarttır. 

Madde 57. Mecliste müzakerelerin dili Türkçedir. 

Madde 68. Türkçe bilmeyen milletvekili olamaz. 

Madde 71. Milletvekilleri, seçim bölgesinin ayrıca vekili olmayıp, Osmanlı vekilidir. 

Muhtevası belirlenen bu kimlik elbette 1876 Kanuni Esasi ile kazanılmış değildir. Devletin kuruluşundan itibaren; sarayda, orduda, devlet işlerinde, mahkemelerde, şiirde, edebiyatta, kültürde, musikide, mimaride, sanatta, günlük hayatta, her yerde ve her işte, Türk dili ve kültürü esas olmuştur. Ondan önce Selçuklu devleti de, Osmanlı gibi Türk Milletinin devletiydi. 

Yukarıda 8. Maddede bahsi geçen “Osmanlı” sözü hiç şüphe yoktur ki, “Türk” anlamındadır. Aynen Cumhuriyet dönemi anayasalarında çok kullanılan “Türkiye” sözünün, Türk anlamında kullanılması gibi. 
Nitekim bu anayasalarda, “egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletine aittir” denilmek suretiyle, hiçbir tereddüde yer bırakılmamıştır. O bakımdan, bu günün 
tartışmalarında “Türkiye” sözünü, “Türk”ten ayrıymış gibi göstermeye kalkışmanın gerçekle ilgisi yoktur. 

Buna rağmen, günümüzün her türlü istismarına fırsat vermemek için, Türkiye yerine, hep Türk, Türk vatanı ve Türk Milleti kavramlarını kullanmakta yarar vardır. 

Osmanlı Devletinin ömrünü tamamlaması üzerine yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti geçmiştir. 

Bu dönemde bütün dünyada imparatorlukların dağıldığını, egemenliğin artık hanedan eliyle değil, doğrudan doğruya millet eliyle temsil edildiğini, 
demokratik hukuk devleti dönemine girildiğini hatırlamalıyız. 

Nitekim TBMM, 1922’de aldığı 308 numaralı kararla bu hususa açıklık getirmiştir.14 Karar şöyledir: “Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu ve gerçek sahibi olan Türk Milleti,… düşmanlarına karşı kıyam etmiş …bugünkü kurtuluş gününe vasıl olmuştur.” 

14 Türk Anayasa Metinleri, s.96,Prof. Dr. Suna Kili-Prof. Dr. Şeref Gözübüyük 

Daha önce de 1921 Anayasasında 

1. Maddede, “Egemenlik kayıtsız Şartsız milletindir” 

2. Maddede “İcra kuvveti ve yasama yetkisi milletin yegâne ve hakiki temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde belirir ve toplanır” denildiği görülüyor. 
    Benzer hükümler 1924 Teşkilatı Esasi’de 2. Maddede “Devletin resmi dili Türkçedir” 

3. Maddede ”Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” 

4. Maddede “Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder” 

1945 değişikliği ile “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denilir… vatandaşlık kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan 
herkes Türktür.” şeklindedir. 

1961 Anayasasında 

2. Maddede, “Milli devlet” 

3. Maddede “Resmi dili Türkçedir” 

4. Maddede “Egemenlik kayıtsız Şartsız Türk Milletinindir” 

1982 Anayasasında 

3. Maddede “Devletin dili Türkçedir” 

6. Maddede “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir” şeklinde belirlenmiş tir. 

Bu örneklerde görüldüğü gibi devletin sahibi ve kimliği hiç değişmemiş, “Türk” ve “Türk Milleti” olarak kalmıştır. Esasen egemenlik millete ait bir kavram olduğundan, devletin sahibi, bünyesindeki etnik grupları da temsil eden millettir. Zaten başka türlüsü mümkün de değildir. 

Anayasalar ve Kanunlar Kullanıldıkça Değer Kazanırlar 

Anayasalar ve kanunlar kullanıldıkça değer kazanırlar. Yürürlükteki anayasa ve yasalar; mahkeme içtihatlarıyla zenginleşir, gelişir, değişir, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir muhtevaya ulaşmaya çalışır. Mevzuat da, böylece aynen toplum gibi canlı, gelişen dinamik bir hüviyet kazanır. 

Bu bakımdan “yeniden” anayasa yapılması çok sorunlu, riskli, konjonktüre ve bir kesimin ideolojisine bağlı olma tehdidi altındadır. Yerleşmiş, köklü devlet 
kültür ve geleneğine sahip ülkelerde, yeni anayasa değil, ıslah edilen anayasadan bahsedilebilir. Bu da, ciddi saha araştırmalarını, samimi ve azami bir uzlaşmayı gerektirir. 

Ama Afrika gibi yeni ve istikrar kazanmamış, kökleşmemiş devletlerde, işler yürümedikçe anayasa ve yasaların, yeni baştan yapılması sıradanlaşır. Buna 
karşılık, gelişmiş ülkelerde anayasalar, kurucu irade ve devletin kuruluş esasları titizlikle muhafaza edilerek, geliştirilmektedir. Mesela ABD, 250 yıldır böyle yapıyor. 

1961’de ihtilalciler, “sıfırdan” yeni anayasa yapmaya kalktıklarında, rahmetli Ord. Prof. Dr. Ali Fuat BAŞGİL mealen şu tavsiyede bulunmuştu: 

“1924 anayasasını çöpe atmayın. Bünyemize ve ihtiyaçlarımıza uyduğu görülen maddelerini muhafaza edip, yetersiz veya eksik olan yönlerini geliştirin, 
değiştirin. Yeni bir anayasa yapılırsa, ideal planda çok iyi olabilir, ama toplumun ihtiyaçlarına ve yapısına ne kadar uyacağı, nelerle karşılaşılacağı bu günden bilinemez. Endişe ederim ki, uygulamada çok büyük sıkıntılara sebep olabilir.” 

Bu bilge kişinin tavsiyesine uyulmadı, 1924 Anayasası çöpe atıldı. Konjonktüre ve teorik doğrulara göre 1961 anayasası maalesef yeniden hazırlandı. Türk 
siyaseti 1982’ye kadar, bünyemize uymayan bu anayasayla kavga etmek zorunda kaldı. 

1980 darbesini yapanlar da söz dinlemediler, aynı hataya düşerek 61 anayasasını bütünüyle çöpe attılar. 
Yine konjonktüre göre bir tepki anayasası hazırlattılar. Bu defa da 1982 Anayasası kavga konusu oldu. TBMM 1987’den başlayarak bu anayasanın kuruluş esasları hariç, maddelerin tamamına yakınını değiştirdi. 

Bu da yetmedi. Sıra, darbecilerin bile düşünmedikleri, 1876 Osmanlı anayasasından beri korunan devletin üniter-milli yapısı, daha açık ifadesiyle devletin Türk milletine ait olduğunu gösteren maddelerine geldi. Tarihimizde, egemenliğimizi hedef alan böyle bir durumla ilk defa karşılaşılmaktadır. 

“Türkiye’yi dönüştürmek” adı verilen bu inkârcı, ülkeyi sosyal gruplara göre ayrıştırıcı ve egemenliği paylaştırıcı sürecin, bölücü terör örgütü ve 
emperyalistlerden beslendiği de açık bir gerçektir. Bu yoldan dönülmediği takdirde, varlığımızın bütünüyle daha da vahim bir keşmekeşe sürükleneceği 
görülmektedir. 

Milli Devlet, Rejimler ve Yönetim Türleri 

Dünyamızdaki genel duruma ve uluslararası hukuka göre devletlerin tamamına yakını, bir millete dayandığı için millidir. Tabii ve esas olan da bu yapıdır. Bu eksende kurulan devletlerin rejimleri farklı olabilmektedir. Padişahlık, krallık, diktatörlük, mutlakıyet, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi gibi. 

Öte yandan rejimlerin bir de yönetim, (Otorite/yetkinin kullanılması) biçimleri vardır ki; bunlara üniter (merkezi), federasyon veya konfederasyon adı verilmektedir. 

Bir de, zamanımızda pek rastlanmayan gayri milli adı verilen çok ortaklı etnik devlet yapıları vardır. Dağılan Yugoslavya, SSCB ve bugünkü Irak gibi. 

Burada dikkatten kaçmaması gereken bir husus vardır; o da ülkemizde rejimler değişmiştir, ama devletin temel yapısı hep aynı, milli olarak kalmıştır. Yönetim 
biçimi de böyledir; değişmemiş, hep üniter (bir merkezden yönetim) olarak sürmüştür. Özetle, Osmanlı gibi Türkiye Cumhuriyeti de milli ve 
üniter/tekil yapıda bir devlettir. 

ABD ve Almanya da bir milletin devleti (milli)’dir. Ama yönetim biçimi üniter değil, federaldir. ABD’nin 50 eyalet devleti de “Amerikan” milletine; Almanya’nın 16 eyalet devleti de “Alman” milletine, yani bir millete aittir. Ama yönetimi çok merkezden yapılmaktadır. 

Irak Federal Cumhuriyeti ise, bu genel duruma istisna teşkil etmektedir. Yani Devletin temel yapısı gayrı millidir. Çünkü 2 kurucu unsurlu (Arap ve Kürt), 2 dilli (Arapça ve Kürtçe) ve 2 yönetim merkezli (Bağdat ve Erbil)’dir. 2003’e kadar üniter-milli olan Irak’ta, bir olan ne varsa böylece ikiye bölünmüştür. Bu devlet yapısına ne milli, ne üniter ne de bilinen anlamda federal denilebilir. Gayri milli, çok ortaklı ve etnik yapıda konjonktüre ve emperyalistlerin çıkarlarına göre kurulmuş bir devlettir. Bu haliyle geleceği karanlıktır ve her zaman iç çatışma, savaş ve kaos demektir. 

Şimdi “yeni” anayasa ile aynı gayri milli, çok ortaklı etnik devlet, Türkiye’de de kurulmak istenmektedir. 

BOP çerçevesinde, “demokratikleşme” ve “özgürleşme” uyuşturucusuyla, PKK terörü, AB ve ABD baskılarıyla, adım adım sonuca yaklaşmaktadır. 

Devlet Yapılarındaki Dönüşümler 

“Yeni” anayasa tartışmaları sırasında, bazı kişi ve çevrelerin “Dünyamızda milli-üniter devletlerin devri bitiyor, federasyonlar dönemi başlıyor. Türkiye büyümek için, çağa uymalı ve federasyona geçmelidir” şeklinde propaganda yaptığı görülmektedir. 

Gerçekten böyle mi? Önce burada bahsi geçen “federasyon”un bir millete ait olan değil, “çok ortaklı, etnik” yapıda gayri milli devlet biçimi olduğu 
hatırlanmalıdır. Buna göre bakalım: 

Sovyetler Birliği (SSCB) dağılmış, bağımsızlığını kazanan 15 devlet milli-üniter yapıda kurulmuştur. 

Varşova Paktından bağımsızlığını kazanan Merkezi ve Doğu Avrupa’nın 6 ülkesi, milli ve üniter devlet olarak yola devam etmiş. Çek ve Slovaklar ayrılarak milli ve üniter devletlerini kurmuşlardır. Federal yapıda olan Belçika Krallığı, Flaman ve Valon bölgesi olarak fiilen ikiye bölünmüş, milli-üniter devletlerini kurma mücadelesini vermektedirler. 

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, 20 yıla varan kanlı etnik çatışmalardan sonra dağılmış, yerine 5’i milli-üniter, 2’si karmaşık-suni yapıda bağımsız 7 devlet kurulmuştur. 

Görüldüğü gibi dünyamızda çok ortaklı-etnik federasyondan, ideal olan milli devlete dönüş devam etmektedir. Buna karşılık milli-üniter devletlerden federasyona dönüşen tek bir örnek yoktur. 


“Renksiz”, “İdeolojisiz” ve “Kimliksiz” Anayasa 

İnsanlar gibi milletler de subjektif varlıklardır. Hayata bakışları, değerleri, algılamaları, öncelikleri, yorumları farklıdır. Bunun için bu varlıklar ayrı renklere, 
ideolojilere, üsluplara ve kimliklere sahiptirler. Milletler ve devletler tek tip, birbirinin kopyası gibi olamazlar. Dünya düzeninde egemenlikler bu sosyolojik ve siyasi yapıya göre düzenlenmektedir. Uluslararası hukuk da buna göre şekillenmektedir. 

Onun için devletlerin rengi, ideolojisi ve kimliği vardır ve farklıdır. Kurucu olan, milletin özelliklerini taşır. 

Bu genel tespitten sonra konumuza dönelim. İktidar partisi adına anayasa çalışmaları yapan Prof. Dr. Ergun Özbudun diyor ki; “Renksiz anayasa doğru, bir ideolojiye bağlı anayasa yanlış olur”;15 Prof. Dr. Zafer Üskül ise; “Milliyetçilik farklı anlaşıldığı için anayasaya 
girmemeli” diyor.16 

15 www.yenicagkitap.com/yazargoster.php?haber=568 

16 www.yenicagkitap.com/yazargoster.php?haber=601 

Doğrudur; Milliyetçilik, Türk Milleti, milli kültür, milli-üniter devlet, Atatürk’ün dünya görüşü, kurucu felsefe, devletin kuruluş esasları gibi kavramların farklı 
algılanması normaldir. Hangi sosyal ve siyasi terim kullanılırsa kullanılsın durum değişmez. Sosyal ve siyasi nitelikli kavramların şablonları, tek tip anlamları 
yoktur. Nereden bakıldığına göre değişir. Ama “biz”i tarif ettiği için çok önemlidirler. 

Konuya açıklık getirmek için asrımızın en büyük medeniyet projesi denilen AB Anayasasından birkaç örnek vermek isteriz. 

“Avrupa’nın kültürel, dini ve insani mirasından... ilham alarak... Manevi ve ahlaki mirasın bilincinde olarak... Avrupa halklarının kültürlerindeki ve geleneklerindeki 
çeşitliliğe ve üye devletlerin kimliklerine saygılı olarak… kiliseyle sürekli irtibatta bulunarak...” 

AB anayasasındaki bu kavramlar rengi, ideolojiyi, kimliği göstermiyor mu? Eğer siz bir millete, ortak bir kültür ve medeniyete sahipseniz, renginiz, ideolojiniz 
ve kimliğinizin olması kaçınılmazdır. 

Bu gerçek bilindiği halde, milleti aldatmaya yönelik sloganlarla propaganda yapılmasının bir amacı olması gerekir. Anlaşılan Türk Milletinin egemenliğiyle 
sorunları ve hesapları olanlar sahnededirler, ama dürüst de değildirler. 

Niçin “Sıfırdan” Anayasa? 

İncelediğinde görüleceği gibi 1982 Anayasası’nda 29 yılda 136 değişiklik yapılmıştır. 1987’den itibaren AKP dönemi dâhil her meclis ve her iktidar döneminde çok sayıda değişiklikler olmuştur. Özellikle AB taleplerinin büyük kısmı aynen benimsenmiş ve gereği yapılmıştır. Bu sebeple 17 Aralık 2004 Zirve kararıyla, Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiği ileri sürülerek “müzakere” tarihi verilmiştir. 

Düne kadar anayasada yapılan bütün bu değişiklikleri, içeriden ve dışarıdan alkışlayanlar, nedense bugün aşağılayıcı bir üslupla itiraz etmektedir. 

Diyorlar ki; 136 değişikliğe rağmen bu bir darbe anayasasıdır. 

Milli iradenin, yani sivillerin yaptığı bu değişiklikler için de; “Anayasa yamalı bohçaya döndü. Sistematiği bozuldu. Bütünlüğü kalmadı”; daha da önemlisi 
“anayasanın ruhu kaldı” diyebiliyorlar. Bu amaçla “demokratikleşme”, “özgürleşme” ve “insan haklarına dayalı” yeni bir anayasaya gerek olduğunu söylüyorlar. 

Burada bir parantez açalım ve bir tespitte bulunalım. Çok partili demokrasilerde rejimin temel kurumu olan partilerin iç bünyelerinde, demokrasi kurum ve 
kurallarıyla işlemiyorsa, o ülkede demokratikleşmeden ve özgürleşmeden bahsetmek mümkün değildir. 

Bugün maalesef partilerimiz tek adam zihniyetiyle, demokrasiyle asla bağdaşmayacak şekilde yönetiliyor. Bu zihniyet kaldıkça anayasalara ne yazılırsa yazılsın, değişen bir şey olmayacaktır. 

Nitekim mevcut anayasa ve siyasi partiler kanunu, partilerin demokratik esaslara göre yönetilmesini istediği halde, buna itibar edilmemektedir. Rejimin ruhu demek olan bu konuda samimiyet böyle olunca, “demokratikleşme” ve “özgürleşme” sözlerinin sadece kitleleri aldatmaya yaradığını söylemeliyiz. 


Parantezi kapatıp şu “yamalı bohça, sistematik ve “bütünlük” meselesine dönelim. Fütursuzca deniliyor ki; 1987’den beri milli irade, (üstelik son dönem hariç, değişiklikler uzlaşmayla olmuştur) hep yanlış yapmıştır. İyi de neden? 

Acaba meclislerin kabiliyeti mi yetmemiştir? Eğer böyleyse şimdiki meclisin ehliyetine nasıl güveneceğiz? Üstün vasıflara sahip olduğuna nasıl inanacağız? 
Bunun için elde bir delil var mı? Üstelik de devletin temellerinin değiştirmeye kalkışıldığı halde. 

Bütün bunlardan anlaşılan; “sıfırdan” anayasa istenmesinin şifresi bu karalamada gizlidir. Anayasanın “ruhu” denilenin de, “Türk” kimliği olduğu ve buna itiraz edildiği açıktır. 

Başka bir ifadeyle devletin Türk Milletine ait olduğunu belirleyen ibarelerin anayasadan çıkarılması suretiyle, kimliksiz, sahipsiz bir devlet yapısı öngörülmektedir. 

Anayasanın “ruhu” ile ilgili maddeler şunlardır: 
   . “Başlangıç” bölümündeki; “Türk vatanı ve milletinin ebedi varlığını ve yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü egemenliğin kayıtsız 
şartsız Türk Milletine ait olduğunu… Türk Milleti tarafından demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” 

. 66. Maddedeki; “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” 

. 4. Maddedeki, “Anayasanın 1. Maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. Maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri 
ve 3. Maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” 

. 6. Maddedeki, “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.” 

. 42. Maddedeki; “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” 

Emirleri asla değiştirilmemelidir. 

Türk Milletine rağmen Türk kimliğinin değiştirilme gerekçesi nedir? İnkarcılara göre; “Türk” milletin değil bir etnisitenin adıymış. Bunun için Türk sözü etnik bir 
çağrışım yaptığından diğer etnik gruplar inkâr ediliyor, ayrımcılık oluyor, gerilim, iç çatışma ve terör bundan çıkıyormuş. 

Bunun yerine Türkiye vatandaşlığı getirilirse, her grup eşit siyasi konuma gelirmiş, barış olurmuş. Hayret, Osmanlıyı yıkan görüşlere ne kadar da benziyor. 

Görüldüğü gibi meşruiyetin ve gücün kaynağı olan “Türk Milleti” yerine, coğrafyanın adı olan “Türkiye vatandaşlığı” getirilmek isteniyor. Böylece, Fransız Devleti, Alman Devleti, İspanyol Devleti, Amerikan Devleti, Yunan Devleti denebilecek, ama Türk Devleti denemeyecek. Tam da PKK’nın istediği gibi. 

Yapılmak istenenler bakımdan 66. Madde 1982 Anayasasının kilidi gibidir. Kırıldığında bütün kapılar açılacaktır. 

Anayasanın bu emirlerine niçin itiraz edilmektedir? Müesses nizam ve seçimlerde Türk Milleti size böyle bir yetki ve görev mi verdi? Bu Milletin bin yıllık 
egemenliğini sona erdirmek gibi bir isteği olabilir mi? 

Devletinden canı pahasına da olsa vazgeçmeyeceği bilinen Türk Milletinin laf cambazlığıyla aldatılması, milli iradeye meydan okumak anlamına gelmiyor mu? 

Anayasanın “ruhunu” değiştirme ihtiyacının bir başka izahı da şöyle yapılmaktadır: 

Özetleyelim; Osmanlı herkesin devletiydi. Ama Atatürk ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti Devletini sadece Türklerin devleti olarak kurdu. Böylece diğer etnik grupları dışlayıp inkar etti. Türkiye’nin temel meselesi budur. Meselenin çözümü; Türk(!) etnisitesi ile diğer etnisiteler, demokratikleşme ve özgürleşme yoluyla eşitlenip, egemenliğe ortak yapılmasıyla mümkündür. 

Bunun için anayasa, ya hiçbir etnisitenin adının geçmediği veya her etnisitenin kendini eşit bir şekilde temsil edeceği yapıda olmalı. Böylece kardeşlik ve 
birlik tesis edilip, sorun olan milli/ulusal devletten kurtulmuş olacağız. 

Bu açıklama üzerinde biraz duralım. Çünkü meselenin özü buradadır. Önce kavramların çarpıtıldığına işaret edelim. Sonra bu icat edilen yeni kavramlar üzerine, dünyada benzeri olmayan, akıl dışı bir rejimin inşasına çalışıldığını söyleyelim. 


Çarptırılan kavramlar: “Osmanlı herkesin devletiydi” ifadesi, bireyler açısından doğrudur. Ancak söz konusu “egemenlik” olunca, yanlıştır. Zira egemen olan millettir. Birey değil. Birey hür olur. Bu durumda doğru cümle; “Osmanlı gibi Türkiye Cumhuriyeti de herkesin devletidir. Egemenlik ise, her ikisinde de Türk Milletinindir” şeklinde olmalıydı. 

Bu birinci düzeltme. 

İkincisi ise; “Demokrasi”, “özgürlük” ve “eşitlik” gibi kavramlar, dünya hukukunda ve kültüründe olduğu gibi bizde de, bireyler/vatandaşlar için geçerlidir. 
Etnik, ırk, din, felsefe, cinsiyet, bölge, sosyal sınıf veya diğer toplum grupları için kullanılmaz. Çünkü etnisitelerin küme olarak “eşitliği, özgürlüğü ve demokratlığı” olmaz. Bireylerin olur. 

Toparlarsak; Büyük Atatürk ve arkadaşlarının, Osmanlının devamı olan Türkiye Cumhuriyetini, Türk Milletinin devleti olarak kurması, son derece isabetli ve 
gerçekçi olmuştur. Çağın gereği de budur. Dışlandı denilen boy, soy, aşiret gibi gruplar, Türk Milletinin birer parçası ve unsurudurlar. Bu açıdan eşit 
bireyler, her türlü farklılığı giderdiği gibi, millet bütünlüğü içinde, egemenliğin de zaten sahibidirler. 

Parti İktidarları veya TBMM “Sıfırdan” Anayasa Yapabilir Mi? 

TBMM veya parti iktidarları, anayasanın, değiştirilemez dediği, tarihten gelen kurucu iradeye, devletin kimliği ve niteliklerini belirleyen ilkelere dokunmamak 
kaydıyla, gerekli her değişikliği yapabilirler. Ama “sıfırdan” yeni bir anayasa yapmaya yetkileri yoktur. 

Bu konuda değerli hukukçu Prof. Dr. Çetin Yetkin, soruna açıklık getiriyor. Aynen şöyle diyor: 

“Yeni bir anayasa yapılıp yürürlüğe girinceye kadar, eskisi yürürlükte kalacaktır. O halde, yapılacak tüm işlemler yürürlükteki anayasaya uygun olmalıdır. Bu 
açıdan 1982 Anayasası’na bakarsak, her şeyden önce, 11/1. Madde hükmünün şöyle olduğunu görürüz 

“Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” 

6. Maddenin 2. fıkrasında ise denilmektedir ki, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” 

“Anayasa Yapmak” hiç kuşkusuz, bir devlet yetkisinin kullanılmasıdır. 

Şu halde, yeni bir anayasa yapmak, ancak yürürlükteki anayasa olanak tanırsa düşünülebilir. 

O nedenle, ilk olarak TBMM’NİN GÖREV VE YETKİLERİ başlığını taşıyan 87. ve sonraki maddelere baktığımızda Meclis’in tüm yetkileri tek tek sayıldığı halde böyle bir yetkinin tanınmadığını görüyoruz. 

İDARE ile ilgili 123. ve sonraki maddelerde de böyle bir yetki söz konusu değildir. 

TBMM’nin görev ve yetkileri başlığını taşıyan 87. ve sonraki maddelere baktığımızda böyle bir yetkinin tanınmadığını görüyoruz.” 

“1982 Anayasası’nın 175. Maddesi Anayasa maddelerinin nasıl değiştirilebileceği ni hükme bağlamıştır. Başka bir deyişle, Anayasa’da yapılacak herhangi bir “değişiklik”, yine Anayasa’nın belirlediği biçimde yapılabilecektir. Nitekim şu ana değin hep böyle yapılmıştır. Ancak, burada söz konusu olan “maddelerde değişiklik”tir.” Sıfırdan yeni bir anayasa değildir. 

1982 Anayasası’nın 4. Maddesi, ilk 3 madde hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez dediğine, 2. Maddesi “Başlangıç”ta belirtilen temel ilkelere dayandığına, bu ilkelerde “…egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milleti’ne ait olduğu” kaydedildiğine göre, devletin kuruluş esasları asla değiştirilemez.” 

Bu hukuki açıklamalardan sonra tekrarlayacak olursak; anayasanın ruhu değiştirilemez. Türk Devleti’nin asırlar ötesinden gelen, bedelini ödeyerek yaşattığı kimliğini, hiçbir güç yok sayamaz. 61 ve 82 anayasaları da, bu temel gerçeğe saygılı olmuştur. 

BOP’un ve Bölücü Terör Örgütü PKK’nın “Sıfırdan” Anayasa İhtiyacı 

Bilindiği gibi Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi (BOP), bölgenin 22 İslam ülkesinin sınırlarını, batının ihtiyacına göre yeniden belirlemeyi amaçlıyor. 

Sınırların yeniden belirlenmesi işi; ülkelerin durumuna göre değişik yollardan, değişik araçlarla yapılıyor. Irak’ta askeri güç kullanarak; Libya, Tunus, Mısır gibi 
ülkelerde iç isyan ve çatışmalarla; Türkiye’de “demokrasi, özgürlük, eşitlik” gibi karıştırıcılar, işbirlikçiler, PKK terörü, AB üyeliği ve “ABD stratejik 
ortaklığı-Model ortaklık” aldatmacasıyla yürüyor. 

Bu çerçevede gelişmelere bakıldığında, ABD, AB ve PKK’nın, “yeni” bir anayasa istediği açıkça görülmektedir. İstemekle de kalmamakta, terör dahil her yönden saldırmaktadır. Devletimizin milli (bir millet) ve üniter/tekil (tek merkezden yönetim) yapısı bozulmadığı sürece de, bölünmesi mümkün değildir. 

Bunun için millet ve devlet yapısı etnikleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu hedefe ulaşılırsa, daha sonraki bir vadede devamı da gelecektir. O da, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den koparılacak parçalar üzerine “Büyük Kürdistan”ın kurulmasıdır. 

Tarih şuuruna sahip olanlar meselenin burada da bitmeyeceğini, bin yıldan beri devam eden haçlı zihniyetinin gereği olarak, Türk’ün Anadolu’ya hapsedilmesi ve eritilmesiyle, bu topraklarda “Büyük Ermenistan-İsrail-Yunanistan” gibi egemenliklerin kurulmasına kadar devam edeceğini bileceklerdir. Bu son safha 50-60 yıl veya daha uzun sürebilir. Ayrı bir konu. 

Bu bir haçlı projesidir. İşte bazı delilleri: 

. “Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi” (BOP)’nin resmi haritasına bakıldığında her şey ayan beyan görülebilir. İsteyenler “Sevr haritasını” ve “Sevr Antlaşması”nı da hatırlayabilirler. Bunların Barzani Yerel Yönetimi haritasıyla aynı olduğu da bilinmelidir. 

. 1998’de toplanan AB Bakanlar Komitesi şu kararı aldı: “Kürt sorunu siyasallaştırılarak, uluslararasına taşınarak ve halkların hukukuna 
göre çözülecektir.” 13 yıldır yaşananlar, aynen böyle seyrediyor. 

. PKK’nın yan kuruluşu İnsan Hakları Derneği (İHD)’nin imzasını taşıyan17 320 sayfalık kitap 1998’de AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verheugen’a elden teslim edilmiştir. 17 Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması), İnsan Hakları Derneği yayını 

. Bir yıl sonra Aralık 1999’da Türkiye’ye AB adaylık statüsü verilmiştir. 2000 yılından itibaren, uyum adına önümüze konan yol haritasındaki siyasi 
şartların tamamı, inanılır gibi değil, bu kitaptan alınmıştır. 

. Kitapta; millet bütünlüğüne dayalı olarak inşa edilmiş olan kültürel, hukuki ve siyasi yapının çözülüp, Türkiye’nin “etnisite esasına göre dönüştürülmesi” için; kanunlardan “Türk” ve “milli” gibi kavramların çıkarılması, Anayasa maddelerinin ne şekilde değiştirileceği 18, genel af 19, 66. Maddeden Türk kimliğinin çıkarılması 20, anadillerde eğitim, öğretim ve yayın21 gibi düzenlemelerin; adı ister AB süreci olsun, ister  “PKK açılımı” hepsi mevcuttur. 

18 a.g.e 

19 a.g.e 

20 a.g.e 

21 a.g.e 

. Eğer, ABD-AB-PKK üçlüsünün dayattığı “siyasi-demokratik” (iki kimlikli, iki dilli, iki özerk bölgeli) çözüm kabul edilmezse, kan akmaya devam edecektir. Bu maksatla PKK terör örgütüne Irak’ın kuzeyinde güvenli bir bölge tahsis edilmiştir. Bu terör yuvalarının dağıtılması için, bölgeye girişimize ABD-AB ikilisi izin vermemektedir. Bölücü terör örgütü ABD’nin himayesinde kan dökmeye devam etmektedir. 

Kısaca, kan dökenler, can alanlar bizden, devletimizi, vatanımızı ve milletimizi bölüşmemizi istiyorlar. Bunun adına “çözüm” diyorlar ve buna uygun bir “yeni” 
anayasayı dayatıyorlar. 

Bütün bunlar “sıfırdan” anayasanın kaynağında hangi mihrakların ve niyetlerin yattığını göstermeye zannederiz yeterli olacaktır. 

Siyasi İktidar Bu Projenin Neresinde? 

Uzatmadan soralım acaba siyasi iktidar, Türkiye’nin dönüştürülmesi denilen bu projenin neresinde duruyor? Bunun cevabı Başbakan Erdoğan’ın açıklamaların  da mevcuttur. Erdoğan; “Bu ülkede biz Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla, Arnavut’uyla bir milletiz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimseyi rahatsız etmemeli” söylemini her vesileyle tekrarlıyor. 

Eğer bu cümle şöyle kurulsaydı mesele olmayacaktı: “Biz Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla, Arnavut’uyla 
hepimiz Türk Milletiyiz.Türk Devletinin vatandaşı olmak kimseyi rahatsız etmemeli.” 

Ama böyle söylenmiyor. 

Bir ve egemen olan Türk Milletini ayrı ayrı siyasi sosyal parçalar halinde görmek, aslında milli-üniter devlet yapımızın reddi anlamına gelmektedir. 

Bu anlayış yeni değildir. Eskiden beri savunulduğu ve benimsendiği görülmektedir. Konuyla ilgili olarak daha da ayrıntılı bilgi vermek için “2. Cumhuriyet Tartışmaları”22 adıyla 1993’de yayımlanan kitaptaki röportajı okumalıyız. Buradaki sorular ve cevaplar aynen şöyle: 

22 "2. Cumhuriyet Tartışmaları (Yeni Arayışlar, Yeni Yönelimler) [Röportajlar] [Hazırlayanlar: Metin Sever, Cem Dizdar], Ağustos 
1993 (2. Baskı), 462 S. Başak Yayınları. syf:417-431. 

RTE: Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. 

‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır. Türkiye, Türkiye’de yaşayan herkesindir. (Buradaki “herkesin” sözünden bireyleri değil, etnik/ırk gruplarının tüzel kişiliğini anlamak lazımdır. SS) 

Soru: Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler. 

RTE: Bu durumda belki Osmanlı Eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir. 

Soru: Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse 

RTE: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar. Ama kudreti yoksa… 

Soru: Buna hakkı var mıdır? Kudreti olmayabilir… 

RTE: Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir. 

Soru: Hak istenmez. O hak meşrudur ya da değildir. Burada sorulan o; meşru mudur? 

RTE: Coğrafi bütünlük içerisinde evet, ama coğrafi ayrılık içerisinde hayır. 

Soru: Coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı milli sınırları mı? 

RTE: Ona orda hudut tayin edemem. 

Soru: O zaman bu hak da meşru değildir diyorsunuz 

RTE: Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum. 

Soru: Ama bağımsız bir devlet olarak tasarlayamam diyorsunuz. 

RTE: Tasarlayamam çünkü bu coğrafyanın mücadelesini veren sadece Kürtler olmamıştır ki! 

Soru: Ama o coğrafyada yaşayan insanların böyle bir talebi olduğunda.. “Biz kendi kimliğimizle, bayrağımızla, Kazakistan, Özbekistan gibi bir ülke olmak istiyoruz” derlerse, siz bu hakkı meşru bulur 
musunuz; bunu öğrenmek istiyorum! 

RTE: Onu meşru olarak görmüyorum. 

Bu röportajda; “Kürtler, bağımsızlık isterlerse” sorusuna verilen “Coğrafi bütünlük içerisinde evet” ve “coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı milli sınırları mı? sorusuna verilen “Ona orda hudut tayin edemem” cevabı daha da ileri hesapların olduğunu düşündürmektedir. 

Erdoğan’ın bugün de aynı şekilde düşündüğünü, “açılım” çerçevesinde bazı yasalardan çıkarılmaya başlanan “Türk” adının, “yeni” anayasadan da çıkarılacağını açıkça söylemesinden anlaşılıyor. 

Bölücü terör örgütü PKK’nın başı Apo’nun, “Türkiye vatandaşlığı” ve “coğrafi bütünlük içinde kalarak” çözüm dediği “Demokratik Cumhuriyet Projesi”, (İki kimlikli, iki dilli, iki özerk bölgeli cumhuriyet) de böyle değil mi? Oslo 
mutabakatı da bu gerçeği teyit etmiyor mu? 

Bu bilgilerden hareketle, “yeni” anayasanın “Türk etnisitesi(!)”nin de içinde yer aldığı “çok ortaklı etnik devlet” yapısını gerçekleştirecek şekilde hazırlanmak istendiğini söyleyebiliriz. 

Bu amaçla Anayasanın 66. Maddesindeki “Türk Devleti” ve “Türk” ibarelerinin çıkarılarak yerine “Türkiye veya anayasal vatandaşlık”ın konulmasının önemini tekrar vurgulamalıyız. 
Yani yok sayılan Türk Milletinin kimliği yerine coğrafyanın kimliği konulunca; renksiz, kimliksiz, sahipsiz bir devlet yapısı ortaya çıkıyor. Basit ifadesiyle tapunun (egemenliğin) sahibi bir iken, iki veya daha fazla olmasının, 
yolu açılıyor. ABD’nin zorla kurduğu, iki ortaklı “Irak Federal Cumhuriyeti” gibi. 

Zannederiz ki bu değerlendirmeler, “yeni” anayasa ve ”yeni” Türkiye” denilen mühendislik çalışmasında, siyasi iktidarın konumunu belirlemeye yetecektir. 

İşte biz buna bölünme diyoruz. Ama bu görüşü savunanlar; milli devletten vazgeçilince, çok ortaklı devlet yapısı Türkiye’yi büyütecek, herkesin 
menfaatine olacak; “Milli Birlik ve Kardeşlik” tesis edilecek, ülkeye “barış ve eşitlik” gelecektir, diyor. 

Burada, devletlerin bir millete göre kurulduğu, milleti meydana getiren sosyal toplulukların üzerine devlet inşa edilemeyeceği gerçeği inkar ediliyor. Geçmişte kanlı bir şekilde dağılan Yugoslavya’dan ve Sovyetler Birliğinden ders alınmıyor. Emperyalistlerin zorla, kanla ve katliamla kurduğu bugünkü Irak’ın başına 
gelenlere ve geleceklere bakılmıyor. 

Sözün burasında yine soralım: Acaba iktidar, BOP ve PKK ile aynı görüşte denebilir mi? Hayır. Bir yol arkadaşlığından bahsedilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla 
“çok ortaklı etnik federasyona” geçilince, siyasi iktidarın projesi tamamlanıyor, yol bitiyor, devam etmiyor. 

Ama PKK ve BOP’un yolu devam ediyor. PKK’nın yolu “Büyük Kürdistan”, BOP yolu, “Büyük Ermenistan”, “Büyük İsrail” ve “Büyük Yunanistan” kuruluncaya kadar devam ediyor. Unutmayalım ki, bütün bunlar bin yıllık haçlı seferlerinin değişmeyen emelidir. 

“Çok ortaklı etnik bir devlet”, oradan da “Büyük Kürdistan”a geçildi diyelim; Bu durumda haçlı (BOP) yoluna devam edeceğine göre, “Büyük Kürdistan”ın 
durumu ne olacaktır? Bilemiyoruz. Ama haçlının asıl hedefi, bu topraklarda Türk-İslam medeniyetini yok etmek olduğuna göre, cevabını siz düşünün. 

SONUÇ 

Anayasalar donmuş metinler değildirler. İhtiyaca göre geliştirmeye ve değiştirmeye muhtaçtırlar. Ancak; devletin Türk Milletine ait olduğunu gösteren temel ilkelerin değiştirilmesine; kurucu irade, anayasamız, tarih şuuru ve sorumluluğumuz, kültürümüz ve egemenlik hakkımız izin vermiyor. Hiçbir iktidarın ve meclisin de böyle bir yetkisi olamaz. 

Buna rağmen devletin temelleri değiştirilirse, kanaatimizce bu silahsız darbe olur. 

Çünkü devletin birinci görevi; Türk Milletinin birliğini, vatanın bütünlüğünü ve devletin bağımsızlığını korumak ve yaşatmaktır. Tarihin derinliklerinden gelen egemenliğini yıkmak ve ülkenin bütünlüğünü bölmek değildir. Hiçbir Meclisin ülkenin bir parçasını, mesela Edirne’yi Yunanistan’a veriyorum diyemeyeceği gibi. Böyle bir durum vaki olduğunda, anayasa hukukçularının söylediği gibi “milletin direnme hakkı” doğar. Nitekim 1982 Anayasası’nın “Başlangıç”    bölümünün son cümlesinde, bu anayasa “Türk Milleti tarafından, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur” denilmektedir. 

Eğer maksat samimi olarak anayasamızı daha “demokratik”, “özgürlükçü” ve “temel insan haklarına saygılı” hale getirmek ise, bu mümkündür. Bir parçası olduğumuz uluslararası hukuka, milli ihtiyacımıza, müktesebatımıza ve kültürümüze uygun hale getirme hedefinde buluşmak yeterli olacaktır. Bunun için, acele etmeden, en geniş manada uzlaşarak çalışmaya başlanmalıdır. 

Bu bakımdan, Birleşmiş Milletler Şartı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi ve bu çerçevede geliştirilip imzalanmış olan uluslararası bütün sözleşme ve anlaşmalar bize yardımcı olabilir. 

Böyle bir düzenin kurulabilmesi için de, önce yargının gerçekten bağımsız ve tarafsız olması, yani hukuk devletinin teşkili şarttır. Ancak Başbakan’ın 12 Eylül 
2010 referandumu ile hukuk devletini ortadan kaldıran anayasa değişikliğine dokunulamaz demesi, ön şart koşması demokratik düzeni şimdiden tehdit altına sokmuştur. 

Bu durumda; demokrasi ve özgürlükten, hür medya ve haberleşmeden, katılımcılıktan, özellikle partilerin demokratikleşmesinden, toplumda korkusuzca yaşamadan, insan temel hak ve özgürlüklerinden, inanç, ibadet, düşünce ve ifade hürriyetinden, nasıl bahsedilebilir? 

Umulur ve temenni edilir ki, aklın yolu seçilir; devletin ve milletin kimliğiyle uğraşmak gibi, hiçbir iktidarın üzerine vazife olmayan tehlikeli yanlışlardan vazgeçilir ve masum milletimizin gerçek ihtiyaçlarının karşılanması esas alınır. 

Eğer milli bütünlüğümüzün sağlamlaştırılmasına ihtiyaç varsa, ayrımcılığı, bölücülüğü, ırkçılığı ve siyasi etnikçiliği reddeden, milli-üniter yapımızı daha da güçlendirici bir anayasa yapılır. 

Bu anayasa mutlaka “adalet mülkün temelidir” ilkesi üzerine inşa edilir. O durumda; DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, BİREYLERİN EŞİTLİĞİ, KALKINMA, HUZUR, KARDEŞLİK ve İNSAN TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİNİN ancak bu yapı içinde gerçekleşebileceği görülür. 

Böylece ülkemiz, varlığına yönelen saldırılara karşı milli güçlerimizle gerçekten savunulur; kanlı terör belası ve haçlı planları bertaraf edilir, milletimiz birlik içinde refah ve zenginlik yolunu tutar, vatanımıza huzur gelir. Böylece milli devlet, güçlü iktidar yapısıyla ayağa kalkar, çevremize ve insanlığa karşı görevlerimizi yapacak konuma gelebiliriz. 

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ HAKKINDA 

Merkezimiz ilk olarak Temmuz 2008 tarihinde, Eski Devlet Bakanı Sadi SOMUNCUOĞLU başkanlığında, faaliyetlerine Ankara Balgat adresinde başlamıştır. 
Yaklaşık iki buçuk yıl burada çalışmalarını sürdürdükten sonra faaliyetlerinin genişlemesi üzerine Ocak 2011’de şimdi bulunduğu Kızılay’daki yerine 
taşınmıştır. Kuruluşundan bu yana önceden belirlenmiş programı çerçevesinde ilgi duyan herkese açık olan hizmetlerine kesintisiz olarak devam etmektedir. 

Bilgi Şölenleri ismi ile her hafta Çarşamba günü gerçekleştirilen sistematik toplantılarda, ülkemizin temel meseleleri, alanında uzman kişiler tarafından sunum ve tartışmalar eşliğinde incelenmektedir. Bu çalışmaların amacı Türkiye ve Türk-İslam Dünyasının ana meseleleri üzerinde kapsamlı bir bilgi birikimi ve görüş birliği sağlamaktır. Bugüne kadar 135 Bilgi Şöleni yapılmıştır. 

Yine bu amaçlar doğrultusunda serbest sohbet imkânı sağlayan Cumartesi toplantıları da aralıksız olarak sürdürülmektedir. Bilgilendirici ve kaynaştırıcı nitelikte olan bu sohbetlerde gündemin önemli olayları beyin fırtınası şeklinde değerlendirilmektedir. 

Geniş katılım ile yapılan bu çalışmalar, ülkemiz içinden ve dışından, her yerden takip edilebilmesi için video şeklinde internet sitelerimizden yayınlanmaktadır. 

www.millidusunce.org 

www.iktidarmuhalefet.com

Öte yandan belirli kıstaslara göre seçilen üniversite ve sonrası dönemi gençlerine milli bir şuur kazandırmak üzere, belli bir program dâhilinde, bilgi seminerleri verilmektedir. 

Önemli gördüğümüz bir diğer çalışmamız da, dağınıklık içerisinde, tek tek kalmış ve birçok fedakârlıkla faaliyetlerini sürdürmeye çalışan milli düşünce 
kuruluşlarıyla, birlikte hareket imkânını oluşturmak ve bir işbirliği zeminini hazırlamaktır. Bu ortak çalışmamız müspet bir sonuca ulaştığında, bu kuruluşlarımız milli hedeflerimiz doğrultusunda güç birliği sağlamış olacaktır. 

Bunların yanında merkezimiz ülkemizin öncelikli sıcak meseleleri hakkında kamuoyunu aydınlatmak üzere yayınlar da yapmaktadır. 

Yayınlanan Eserler Şunlardır:  

1- Son Haçlı Seferi: PKK Açılımı – Ocak 2010 
2- Etnik – Irkçı – Bölücü PKK Terörünü Doğru Anlamak – Temmuz 2011 
3- “Yeni” Anayasanın Şifreleri – Kasım 2011 

Merkezimizin bütün çalışmalarını, bilim adamlarımızın makalelerini ve yurt içinde ve dışında gelişen önemli olaylara ait haberleri internet sitelerimizden dileyen herkes kolaylıkla takip edebilmektedir. 


www.millidusunce.org 

www.iktidarmuhalefet.com

..

19 Ocak 2017 Perşembe

Yeni anayasa hevesi nereden geliyor?



Yeni anayasa hevesi nereden geliyor?




Armağan KULOĞLU
 Armağan KULOĞLU 

02.10.2010


Toplumun önemli bir kesimi yeni bir anayasa istiyormuş! Bu ne demek? Türkiye’deki 50 milyon seçmenin 40 milyon kadarının bu istekte olması demek.
Toplumun büyük bir kısmı anayasanın ayrıntılarını bilmez. Bilmesi de çok gerekmez. Anayasa ve anayasa değişikliği teknik bir konudur. Değişikliklerde, basit cümlelerle ifade edilenler hariç, cümlelere  “virgül, ve, veya” koyarak, birkaç kelime ilave edip, çıkarılarak anlam değiştirilmektedir. Değişikliklerin ne anlama geldiğini ancak bu konuya özel ilgi gösterenler ile ihtisas sahibi hukukçular anlayabilmektedir. Bu nedenle son yapılan referandumun propaganda faaliyetlerinde siyasetçiler, anayasa değişikliğini anlatmamış, başka konulara dikkat çekmiş ve değişik hassasiyetlerin istismarına yönelmişlerdir.


Anayasadan Sorunu Olanlar!

Aslında sokaktaki sade vatandaşın anayasa ile ilgili bir sorunu bulunmamaktadır. Sorunu olanlar, kendi etnik ve ideolojik amaçlarının önünde anayasanın hükümlerini engel olarak görenlerdir. Mevcut anayasa, esas itibariyle bölücülüğe, irticaya ve anarşiye geçit vermemekte, Atatürk Milliyetçiliğini rehber olarak almakta, ülkenin varlığı, bütünlüğü, güvenliği, ulus-devlet, üniter-devlet, laik-devlet ilkelerini içermektedir. Toplumun ihtiyaçlarına ve zamanın gereklerine istinaden değişiklikler her zaman için yapılabilir. Bu değişiklikler yapılmıştır ve yapılmaktadır. Ancak ne kadar değiştirilirse değiştirilsin, başlangıç bölümü ile değiştirilemez ve milletin kabul etmesi mümkün olmayan maddelere dokunulamadığı için, Türkiye Cumhuriyeti’ni dönüştürmek isteyenler, yapılan ve yapılabilecek değişikliklerden tatmin olmayacaklardır. Bölücüleri en çok rahatsız eden konular bunlardır.
Medyada görevlendirilen bölücüler, başlangıç bölümünün kendilerini rahatsız ettiğini, değiştirilemez maddelerin sıkıyönetim maddelerine benzediğini televizyonlarda açıkça söylemektedirler. Bu düşüncede olanlar, başlangıç bölümünün çıkarılarak Atatürk Milliyetçiliğine son verilmesini arzu etmektedirler. Değişmez maddelerin de anayasada bulunmamasını, ulus devlet anlayışının ortadan kalkmasını, çok uluslu bir yapıya dönüşülmesini, ulusun kimliği olan “Türk” kelimesinin ve anlayışının anayasadan çıkarılmasını istemektedirler. Ayrıca, yerel yönetimdeki yetkilerin genişletilerek üniter yapının bozulmasını, “Demokratik Özerklik” konusunun, Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi, “Bölge Yönetimi” adıyla oluşturulmasını talep etmektedirler. Mevcut yapıyı bozacak isteklerini de çekinmeden ortaya koymaktadırlar. Okullardaki “Andımız”dan ve her türlü  “Türk” ibaresinden rahatsız olduklarını her vesile ile dile getirmektedirler. 


Yeni bir anayasa yapılırken esaslardan ayrılabilineceği iki yıl evvel hazırlanan taslaktan anlaşılmıştır. Bu nedenle yeni anayasa isteği samimi değildir, endişe taşımakta ve tehlike arz etmektedir. Yeni anayasa beklentisinin altında, belirtilen esaslardan rahatsız olan çevrelerin maksat dışına çıkılarak, esaslardan sapma ve saptırma arzusu yatmaktadır. Uluslararası örgütler ve dış güçler dönüşüm için içeride kendilerine ortak arama peşindedir. Bunlar tuzaktır. Farkında olmak gerekir.


Düşündürücü mutabakat

Bölücü terör, bölücü siyasete uygun bir ortam sağlamış durumdadır. Sağlanan bu ortamda bölücü siyaset yapan tüm aktörlerin açılımdan ve müzakerelerden beklentileri bunlardır. Hükümet elemanlarının BDP milletvekilleri ile TBMM çatısı altında görüşmeleri son derece doğaldır. Ancak görüşmelerden çıkan mutabakatın yeni anayasa yapılması konusunda olması düşündürücüdür. Diğer taraftan tek millet, tek vatan, tek devlet, tek bayrak anlayışının değişmesinin söz konusu olmadığı, ana dilde eğitimin mümkün görülmediği, teröriste müsamaha edilmeyeceği yönündeki kararlılık ifade eden söylemler memnuniyet vericidir. Bu durumda seçimlerden önce oyların olumsuz etkileneceği düşüncesi ile yeni bir anayasa yapılması gündemde olmayacaktır. Gündeme geldiği zaman da mutabakat sağlamak, mutabakat sağlansa da, gerçekler açıklandığı takdirde milletin kabul etmesi mümkün görülmemektedir.
Anayasa değişikliklerinin nasıl yapılacağı, anayasada mevcuttur. Ancak yeni bir anayasa yapılmasının nasıl olacağı mevcut anayasada yer almamaktadır. TBMM’nin yeni bir anayasa yapma yetkisinin olmayabileceği, yeni anayasanın devletin yeniden kurgulanması durumunda yapılabileceği, belki de kurucu meclis gerekebileceğine ilişkin yorumlara rastlanmaktadır. Bu konunun da açıklığa kavuşturulmasına ihtiyaç duyulabilir.



  Yeni anayasa hevesi nereden geliyor? - Armağan KULOĞLU


http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yeni-anayasa-hevesi-nereden-geliyor-15113yy.htm


***