Türkiyeye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiyeye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Haziran 2017 Çarşamba

Türkiye’ye Vatandaş İthalinin Felaket Niteliğindeki Sonuçları


Türkiye’ye Vatandaş İthalinin Felaket Niteliğindeki Sonuçları

Yazar: Ümit Özdağ
Giriş

Erdoğan ve AKP hükümetleri 2011 yılından bu yana izlediği Suriye politikası ile Türkiye’ye ağır zararlar vermiştir.Erdoğan’ın Suriye politikası, şimdi de “vatandaş ithali” ile ülkemize yeni ve çok daha ağır zararlar vermeye hazırlanmaktadır. Erdoğan’ın Suriyelilere vatandaşlık verecek olması, ülkemizin sadece bugünlerini etkilemeyecek, geleceğine de yıkıcı olarak yansıyacaktır.

Erdoğan’ın bu politikası, Anadolu’yu anavatan yaptığı 1071 yılından sonra Türk Milleti’nin Anadolu’da başına gelen en büyük üçüncü felaket olacaktır.

Anadolu’da Türk Milleti’nin başına gelen ilk büyük felaket 1402 Ankara Savaşı’nda Yıldırım’ın Timur’a yenilmesidir. Bu yenilgi ile Fetret Devri başlamış ve Anadolu’nun birliği gecikmiştir. İkinci büyük felaket 30 Kasım 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ve sonrasında yaşanan işgaldir.
Türk Milleti için üçüncü felaket ise 2.7 milyon Suriyeliye vatandaşlık verilmesi, diğer bir ifadeyle “vatandaşlık ithali” ile olacaktır. Bu noktada hemen altı çizilmesi gereken husus;Türkiye’de Suriyelilerin gerçek nüfusunun 2.7 milyon değil, 3.5 milyon civarında olduğudur. İl il verilen ve toplamda 2.7 milyona çıkan rakamın karşısında değişik illerdeki gerçek (resmi olmayan) rakamları koyunca aradaki ciddi fark bu sonucu göstermektedir.

Erdoğan, sadece 250 bin kişiye vatandaşlık verileceğini açıklayarak tepkileri azaltmak istemektedir. Bu 250 bin kişi kısa zamanda eşler ve çocuklar ile 1.5 milyonu aşacaktır. Türk toplumunun direncinin kırıldığı aşamada ise bütün Suriyelilere Türk vatandaşlığı verilecektir. Nitekim bu yalan çok kısa zamanda kendisini göstermeye başlamıştır. Nurettin Canikli, Allah akıl fikir versin, Suriyeli mahallelerinin kurulacağından bahsetmektedir. Madem sadece üstün vasıflılara vatandaşlık verilecek, neden mahallelerin kurulması planlanmaktadır? Bu arada “üstün vasıflılara vatandaşlık vermek” deyince aklıma AKP İktidarı’nın kendisine ve 5 yakınına vatandaşlık verdiği Rıza Sarraf gelmektedir.
Erdoğan’ın Suriye Politikasının Amacı ve Sonuçları Nelerdir?


Erdoğan’ın Suriye politikasının amacı, Beşar Esad’ı devirerek “Suriye’deki AKP” olarak görülen Müslüman Kardeşler’i iktidara getirmekti. Ancak bu hedefin gerçekleşmeyeceği kısa zaman içinde Erdoğan tarafından bile anlaşılmıştır. Bunun üzerine Erdoğan’ın Suriye politikası, sadece intikam odaklı bir “Esad’ı devirme politikası”na dönüşmüştür. Bu amaçla Erdoğan, öncelikli olarak, adı ne olur ise olsun, Sünni ve Alevi düşmanı Selefi cihatçı grupları desteklemeye başlamıştır. Bu destek çerçevesinde El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra açık bir şekilde korunup kollanmış ve silah dâhil her türlü lojistik destek sağlanmıştır. Öte yandan IŞİD’in Türkiye’yi cephe gerisi, lojistik alanı olarak kullanmasına izin verilmiştir. Barzani’nin PKK’ya yardım yapabilmesi için utanç verici bir şekilde Türk toprakları peşmergelere açılmıştır. Hatta PKK/PYD üyesi teröristlerin Türkiye’de tedavi olmalarının önü açılmıştır. Erdoğan ve AKP hükümetlerinin bu gruplara verdikleri destek sayesinde Esad, Suriye’nin birçok bölgesinde denetimi yitirmiştir. IŞİD, PKK/PYD ve El Kaide/El Nusra Suriye topraklarında devletçikler kurmuşlardır.

Erdoğan ve AKP hükümetleri, Hatay, Gaziantep, Kilis ve Şanlıurfa’nın bu örgütler tarafından Suriye Hükümeti’ne karşı saldırılarını koordine etme amaçlı kullanmasına izin vermişlerdir. Böylece Türkiye-Suriye sınırında Afganistan-Pakistan sınırındaki Peşaver bölgesine benzer kanunsuz bir alanın oluşmasına izin verilmiştir. Şimdi Erdoğan’ın kurulmasına izin ve destek verdiği devletçiklerden IŞİD ve PKK, Türkiye’ye saldırmaktadır. Ankara ve İstanbul’da yüzlerce kişi IŞİD ve PKK’nın yaptığı bombalı saldırılarda hayatını yitirmiştir. Türkiye’de 1968’den bu yana devam eden terör kitlesel kıyım amaçlı Ortadoğu terörünün bir parçası olmuştur. El Nusra da bir süre sonra Türkiye’ye karşı saldırılar gerçekleştirecektir. 

Özetle Suriye iç savaşı Türkiye’ye taşmaktadır. Bunun baş sorumlusu Erdoğan’dır.

Erdoğan kısa bir süre önce “Haritadan silinecek duruma doğru giden bir Suriye var, buna göz yummak mümkün değil” demektedir. Suriye’nin haritadan silinmesini sağlayan Davutoğlu’nun itiraf ettiği gibi, “Esad’ın Suriye’de denetimi yitirmesini sağlayan AKP Hükümeti’dir.” Kısa süre önce basında Başbakan Yıldırım’ın, “Suriye ile kavga için çok neden yoktur” şeklindeki açıklaması çıkmıştır. Madem Suriye ile kavga için çok neden yoktu, hangi sebeple yüzbinlerce insanın ölmesiyle sonuçlanan bir iç savaşı desteklediniz, milyonlarca insanın mülteci olmasına yol açan olan politikaları desteklediniz? Tarih önünde sorumlu ve suçlusunuz.

Erdoğan’ın Esad’ı devirmek amacı ile kışkırttığı Suriye iç savaşının bir diğer sonucu da Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu uyarınca resmi kayıtlara göre Türkiye’de “geçici koruma” verilen 2 milyon 750 bin Suriyelidir. Suriye’den kaçan 4 milyondan fazla Suriyelinin büyük bir bölümü Türkiye’ye sığınmıştır. Geri kalanın büyük bölümü Lübnan ve Ürdün’de yaşamaktadır. Suriyelilerin 260 bin civarındaki kamplarda geri kalan 2 milyon 500 bini ise ülkemizin değişik bölgelerindedir. Ancak en büyük Suriyeli yoğunluğu resmi rakamlara göre Hatay (389.077), Gaziantep (325.140), Kilis (129.211) ve Şanlıurfa’dadır(401.068).
Bu dört şehirdeki gerçek rakamlar, resmi rakamların üzerindedir. Resmi rakamlara göre bu dört şehrimizde 1.244.496 Suriyeli yaşamaktadır. Bu rakama göre bile Suriyelilerin % 44’ü bu dört ilimizdedir. Bu illerin toplam nüfusunun 5 milyon 280 bin olduğu göz önünde tutulduğunda dört ilimizdeki Suriyeli nüfusu toplam nüfusun % 20’sini oluşturmaktadır. Gerçek rakamlar ile anılan dört ildeki Suriyeli nüfus oranı % 25’e kadar yükselmektedir. Bir iç savaş bölgesinin hemen yanında iç savaş bölgesinden gelen nüfus toplam nüfusun % 25’ini oluşturursa bunun iyi sonuçları olmaz. Cahil olmayan her siyasetçi bunu anlar ve endişelenir.
Ülke genelinde yaşayan Suriyelilerin %44’ünün bu bölgede yaşadığını, nüfusun %25’ini oluşturduğunu ve sınırın hemen ötesinde eski ülkelerinin olacağını düşündüğümüzde, Türkiye-Suriye sınır bölgesi olan Hatay-Gaziantep-Kilis-Şanlıurfa’da yaşayacak Suriyeliler Türkiye ile bütünleşmeyi hiç kabul etmeyeceklerdir. Üstelik anılan coğrafyadaki gerçek rakamlar açıklanan rakamların üstündedir. Gaziantep’te 350 bin resmi, 100 bin kayıt dışı olmak üzere toplam 450 bin Suriyeli yaşamaktadır. Bu coğrafya bölücü Arap ırkçılığının hedefi olacaktır.

Erdoğan ve AKP hükümetleri, Suriyelilerin Türkiye’ye göç etmesine neden olan AKP’nin Suriye politikasına tepkiyi azaltmak amacı ile Suriyelilerin bir gün ülkelerine geri döneceği mesajını vermiştir. Örneğin, Erdoğan Eylül 2015’de “Vakit gelince ülkelerine dönecekler” açıklamasını yapmış, Ocak 2016 ise daha fazla Suriyeli almanın ve bakmanın enayilik olduğunu ifade etmiştir. Ocak 2016’dan Temmuz 2016’ya ne değişmiştir ki, mevcut Suriyelilere bakmayı enayilik sayan Erdoğan şimdi Suriyelilere vatandaşlık vermeyi düşünmektedir.
Özetle Erdoğan ve AKP yöneticilerinin gizli gündeminin Suriyelilere vatandaşlık vermek olduğu Binali Yıldırım’ın açıklamasından anlaşılmaktadır. Yıldırım şöyle demektedir: “Adım adım onların Türkiye’yi artık vatanları olarak görmelerini sağlayacak ve hissedecekleri ortamı sağladık.” Bu açıklamada üzücü olan iki husus vardır. Birisi Erdoğan ve AKP’nin gizli ve olağanüstü tehlikeli Suriyelilere vatandaşlık verme politikası diğeri ise Yıldırım’ın vatan tasavvur ve anlayışının ne kadar ucuz olduğudur.

Erdoğan’ın Suriyeli Göçmen Politikası Türkiye İçin Tehdittir

Erdoğan’ın Suriyelilere yurttaşlık önermesinin arkasında herhangi bir insancıl yaklaşım yoktur. Erdoğan oy satın almaktadır. Esasen Suriye iç savaşının üzerine benzin dökerek iç savaşı kışkırtan Erdoğan’ın Suriyelilere yönelik en ufak bir acıma duygusunu temsil ettiği dahi düşünülemez. Hz. Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye göçü sonrasında İslam tarihinde Ensar-Muhacir ilişkisi olarak bilinen Medineli Müslümanların Mekkeli Müslümanlarla gösterdikleri dayanışma ve yardımlaşmayı örnek vermek sadece dinin istismarından ibarettir. Akıldışı Suriye politikasını şimdi akıldışı Suriyelilere vatandaşlık verme politikası izlemektedir. Orman Bakanı Veysel Eroğlu, bu akıldışılığı “Türkiye, mültecilerin duası ve bereketiyle yüzde 5 büyüdü. AB onlara iyi davranmadığı için büyümeleri sıfır” diyerek ortaya koymaktadır.

Erdoğan ve AKP Hükümetinin Suriyelilere vatandaşlık verme politikası akıldışı olduğu gibi hukuk dışıdır. Bir kişinin vatandaş olmasının koşulları yasalar ile belirlenmiştir. Vatandaşlık verilen kişinin geriye doğru beş yıl Türkiye’de oturma izni almış olması gerekmektedir. Ancak Suriyeliler yasalara göre Türkiye’de “geçici koruma” altındadır. Bu statü ile ancak istisnai vatandaşlık ilkesinden istifade edebilirler. Bu da sadece özel yetenekleri olanlara bakanlar kurulu kararı ile vatandaşlık verilebilmesinin önünü açmaktadır.

Erdoğan’ın Suriyelilere kitlesel vatandaşlık verme girişiminin modern dünyada benzeri yoktur. Çünkü her aklı başında yönetim bunun yıkıcı etkilerini görmektedir. ABD’de gibi kuruluşundan bu yana devlet ve toplum olarak yaşamını yeni göçler üzerine kurmuş olan bir ülkede bile kitlesel vatandaşlığa kabul olmadığı gibi bireysel vatandaşlık kabullerinde yeşil kart uygulaması ile bir ara dönem öngörülmektedir. Ne yazık ki, AKP yönetimleri aklı başında yönetim sınıfına girmediği için Türkiye tehdit altındadır.

Göçmenler Arap Bölücülüğünün Ortaya Çıkışına Neden Olacaktır.
Sayıları üç milyonu çoktan aşmış ve bir iç savaştan geçmiş olan toplumu Türk vatandaşlığı vermek Türkiye’nin sadece bugününe değil aynı zamanda geleceğine yapılmış bir suikasttır.Erdoğan hem ülkemizin beka sorunundan bahsetmekte hem de beka sorununu ağırlaştıracak şekilde demografik bir bombayı ülkemize yerleştirmek istemektedir. 

Öncelikle Suriyeliler Türk toplumu ile bütünleşmeyeceklerdir. Hatay, Gaziantep, Kilis ve Şanlıurfa’da gerçekleşen yoğunlaşma, kesinlikle etnik çatışmalar ile sonuçlanacaktır. Nitekim daha şimdiden kıpırdanmalar başlamıştır. Kendisini Türkiye’deki Arap ve Süryanilerin sözcüsü olarak tanıtan Mim Yavuz Binbay, Türkiye’de 8 milyon Arap-Arami’nin yaşadığından bahisle bu halkların taleplerini savunmak için mücadele edeceklerinden söz etmektedir. Çok uzak olmayan bir gelecekte Erdoğan ve AKP’liler yine “Bizi kandırdılar” diye yakınacaklardır.

Suriyelilerin Arap dünyası içinde en fazla Arap milliyetçiliği eğitiminden geçmiş toplum oldukları göz önünde tutulmalıdır. Suriyelilerin Türk vatandaşı olması durumunda nüfusumuzun % 4’ü Suriyeli Araplardan oluşacaktır. Bu olağanüstü büyük bir orandır. Suriyelilerin hızlı nüfus artışı göz önüne alındığında ortaya yeni ve büyük bir demografik sorun çıkacaktır. Şu ana değin Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısı 156 bindir. Artışın bu hızla devam etmesi durumunda Suriyelilerin sayısı kısa zamanda 4 milyonu aşacaktır.

Erdoğan’ın bu süreçte düşünmeden kullandığı bir başka ifade, Suriyelilere “çifte vatandaşlık” verilebileceğidir. Suriyelilere vatandaşlık verilmesi kabul edilemeyeceği gibi çifte vatandaşlık verilmesi hiç kabul edilemez bir yaklaşımdır.

Türkiye’nin Geleceğine Şiddet Taşıyan Bir Nesil Yetişecektir.
Allah hiçbir milleti iç savaşla imtihan etmesin. İç savaşlar, ulusların bağırsaklarının ortaya döküldüğü zamanlardır. Ülkemizdeki Suriyelilerin önemli bir bölümünü oluşturan çocuklar ve gençler, bir iç savaşın bütün yıkıcılığını ve iğrençliği yaşamışlardır. Ben Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmış Suriyelileri eleştirmiyorum. Onlar için üzülüyorum. Onlara vatanlarına geri dönebilmeleri için yardım etmemiz gerektiğine inanıyorum. Gözü dönmüş bir şekilde Selefi cihatçıları destekleyen bir yönetim değil, Suriye’ye barış getirmek için her türlü imkânı arayan bir Türkiye kurmamız gerektiğine inanıyorum.

Suriye iç savaşını ruhlarında Türkiye’ye taşıyan neslin, özellikle de Suriye’de büyüyen genç Suriyelilerin ruhlarındaki ağır tahribat gelecek için şiddet kaynağı olacaktır. Gaziantep’te bir arkadaşımın yanında çalışan 18 yaşındaki Suriyeli genç kız “Bizim başımıza gelenin sizin başınıza da gelmesini istiyorum” derken, bu ruhi tahribatı ortaya koymuştur. Pakistan’da yaşanan deneyimler göstermiştir ki, ilk kuşağın ruhi çöküşü çözülemez ise bu ilk kuşak bir şiddet sarmalı üretmektedir. Türkiye’nin Suriyelilerin ruhi çöküşlerini çözecek deneyim ve kaynağı yoktur. Bu ise Suriyelilerin yeni şiddetin üretim kaynağı olacağı anlamına gelmektedir.

Suriyeliler içinden özellikle Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa’da bölücü Arap milliyetçiliği, IŞİD ve El Nusra gibi selefi cihatçı örgütler için sosyal taban ve Arap mafyası hızla üreyecektir. Böyle bir girişim kentlerimizde Suriyeli Arap gettolarının doğmasına neden olacaktır. 

Bütün bunlar ise sınır bölgesi Peşaverleşen Türkiye’nin Pakistanlaşacağı anlamına gelmektedir. 

Suriye’de iç savaşın yayılmasında Irak’tan Suriye’ye kaçan mültecilerin önemli bir rol oynadığı unutulmamalıdır.

Göçmen Politikası, Alevi-Sünni Çatışmasına Zemin Oluşturacaktır.

Suriyelilere Türk vatandaşlığı verilmesi Sünni-Alevi gerilimini artıracak ve çatışma zeminini güçlendirecektir. Türkiye’nin bazı bölgelerinde Sünni Araplar, Alevi Türkmenlerin etrafına yerleştirilmektedir. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi Kahramanmaraş’ta yaşanmıştır. Kahramanmaraşlı Alevi Türkmenler, köylerinin otlaklarına Sünni Arapların yerleştirilmesine sert tepki göstermişlerdir. Bu Türkiye’de mezhep çatışmasının zemininin hazırlanmasıdır. Türkiye’de Aleviler ile Sünniler küçük gerilimler dışında toplumsal bir katliam sürecinin içine girmemişlerdir, bundan sonra da girmeyeceklerdir. Oysa Sünni Arapların böyle bir ortak yaşama kültürü yoktur. Böyle bir zemin, ülkemizi parçalanmaya götürecektir. Üstelik Suriyeli Sünni Arapların önemli bir bölümü için Suriye Nusayrileri ile Alevi Türkmenler arasında dini yakınlık vardır. Bu da Sünni Arapların, Alevi Türkmenlere düşmanlık beslemeleri için bir neden olacaktır.
Suriyeli Araplar zaman içinde Arap kültürü ve âdetlerini İslam diye Anadolu insanına empoze edeceklerdir. AKP’nin oluşturmaya çalıştığı kültürel iklim, kültürel Araplaşmayı teşvik edecektir.

Suriyelilerin Oluşturduğu Ekonomik Yük Türkiye’ye Ağır Gelmektedir.

Suriyelilere yapılan yardımın 10 milyar dolar olduğu Erdoğan tarafından açıklanmıştır. Davutoğlu ise sosyal maliyeti 25 milyar dolar olarak açıklamıştı. Türkiye gibi bir ülke için bu çok büyük bir ekonomik yüktür. Bu rakamın ne kadar büyük olduğunu bir karşılaştırma ile ortaya koyabiliriz. Prof. Dr. Servet Mutlu tarafından yapılan terörle mücadelenin ekonomik maliyeti konulu tek bilimsel çalışmaya göre Türkiye, 1984-2005 arasındaki dolaylı ve dolaysız olarak PKK ile mücadeleye toplam 53.95 milyar dolar harcamıştır. 20 yılda PKK ile mücadele için harcanan paranın % 20’si Suriyeliler için 5 yılda harcanmıştır.
Suriyeliler için harcanan para 2016 yılı bütçesinde Adalet, İç İşleri, Dış İşleri, Sağlık, Enerji, Kültür-Turizm, Avrupa Birliği, Çevre bakanlıklarına ayrılan bütçelerin toplamından daha fazladır. Türkiye gibi 412 milyar dolar dış borcu olan bir ülkenin böyle bir yardım politikası düzenleme hakkı yoktur. Suriyelilere harcanan para Türkiye’nin imkânlarının çok üzerindedir.

Suriyelilerin Türk vatandaşı olması ile toplam nüfusumuz %4 artacaktır. Bu durumda kişi başına milli gelir, 9 bin 300 dolardan (2015’de 720 Milyar dolar) 8 bin 835 dolara düşecektir. Özetle, 2023’de 10 bin dolar kişi başına milli geliri yakalamak mümkün olmayacaktır.

Öte yandan Suriyelilerin vatandaşlık verilmesi ekonomik yükü azaltmayacak aksine artıracaktır. Türkiye 34 OECD ülkesi arasında işsizlik oranı % 10.4 ile ilk 5’tedir. İş bulma umudu olmayanlar ve mevsimlik işçiler dâhil edildiğinde gerçek işsiz sayısı 5 milyon 749 bine çıkmaktadır. Üç gençten ikisi işsizdir. TÜİK verilerine göre, 3 milyon 23 bin işsiz mevcuttur. Bu işsizlerin 1.9 milyonu “meslek sahibi” işsiz, yani kalifiye elemandır. Mart 2016 rakamları ile 61 yönetici, 308 bin profesyonel meslek sahibi 203 bin tekniker/teknisyen iş aramaktadır.

Böyle bir ülkenin büyük bir çoğunluğu işsiz, yeteneksiz, dil bilmeyen 3 milyon kişiyi nüfusuna eklemesi, ekonomik olarak kabul edilebilir değildir. Suriyelilere vatandaşlık verilmesi işgücü piyasasına ucuz/niteliksiz işgücü arzına neden olacaktır. Bu ise hem ücretlerin düşmesine hem Türk işçilerin işlerini kaybetmelerine neden olacaktır. Özellikle kayıtdışı ve emeğe dayalı sektörlerde ücret düşüşü maliyetleri düşüreceği için etkisi daha fazla olacaktır. Her 10 Suriyeli işçi, çoğu kadın olan ve kalifiye olmayan 6-7 Türk işçinin işini yitirmesine neden olacaktır.

Öte yandan “Sığınmacılar arasında kalifiye olanları biz alalım” demek, “Suriye’nin geleceğini çalalım” demektir. Oysa yapılması gereken şey, kalifiye Suriyelilerin Türk firmaları tarafından yeniden inşa edilecek Suriye’de ara güç olarak değerlendirilmesidir.

Suriyelilere vatandaşlık verilmesi, Avrupa Birliği’ne teslim oluş ve Türkiye’yi Avrupa Birliği’nin insan çöplüğü haline getirmektir. Frankfurter Allgemeine gazetesi “Bu girişim Avrupa Birliği’ni mutlu eder” diyerek, AB’nin tavrını ortaya koymuştur. Bütün Avrupa Birliği birlikte 100 bin Suriyeli almayı kabul etmezken, Türkiye’nin tek başına en iyimser rakamlar ile 2.7 milyon Suriyeliyi alması cinnetten başka bir şey değildir.

Sonuç

AKP propaganda mekanizması her türlü yalanı kullanarak, Türk Milleti’nin Suriyelilere vatandaşlık verilmesine karşı gösterdiği direnişi kırmaya çalışmaktadır. Bir yazar, “Suriyeliler iklim değişikliği nedeni ile zaten geleceklerdi” diyebilmektedir. Bir diğeri “Çanakkale’de birlikte savaştık” yalanını söyleyebilmektedir. Bazı “devlet/güvenlik bürokrasisi çevrelerinde” ise Suriyeli Araplara Türk vatandaşlığı verilmesinin nedeninin artan Kürt nüfusunu dengelemek olduğu izahı yapılmaktadır. Bu izah, eğer yapanlar inanıyor ise güvenlik bürokrasisinin stratejik akıldan ne kadar yoksun olduğunu göstermektedir. Şimdiye değin kapalı kapılar arkasında, telefon konuşmalarında yapılan bu “sahte stratejik izah” bugün bazı iktidar yanlısı gazeteciler tarafından köşelerine taşınmaya başlanmıştır. 

   Güya Suriyeliler sayesinde Güneydoğu Anadolu’da PKK’nın nüfuz edemeyeceği bir toplumsal doku oluşturulacakmış. Yalanın böylesi az görülmüştür. Üstelik bu kuyruklu bir ırkçı yalandır. Bu yalan Türkiye’nin birliği konusunda hassas olan yurttaşlarımızın direncini kırmak için söylenmektedir.

Esas sorulması gereken soru şudur: Acaba Erdoğan ve AKP Hükümeti, özellikle Suriye’nin kuzeyindeki Arap nüfusu Türkiye’ye alarak şimdi de PKK’ya etnik olarak Araplardan temizlenmiş bir “Kürdistan” mı teslim etmek istemektedir?
Özetle Erdoğan, yabancı, satın alınmış oylar ile rejim değişikliği yapmayı hedeflemektedir. Bu milli iradeye karşı açık bir saldırı ve müdahaledir. Başkanlık sistemi tesis etmek için ihtiyaç duydukları oy vatandaş ithali ile temin edilmeye çalışılmaktadır. Bu suçtur. Milli iradenin kendisine karşı yapılacak bir saldırıya cevap verme hakkı olduğu unutulmamalıdır