Sorunlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sorunlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2020 Pazartesi

ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ BARIŞ SÜRECİNDE SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERİ

ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ BARIŞ SÜRECİNDE SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERİ


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
05.05.2013 
 
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ, SÜREÇ ,BARIŞ  SÜRECİNDE , SORUNLAR , ÇÖZÜMLER, Feyzi Çelik , Öcalan, Kürdistan , Anadolu,

21 Mart 2013 Çok önemli bir gündür. Milyonların huzurunda yapılan çağrı ile demokratik siyasete geçildiğinin ilanıdır. Bu çağrı KCK’den BDP’ye, Türkiye’den Ortadoğu’ya, Avrupa’dan ABD’ye kadar tüm aktörleri ilgilendiren bir çağrıdır. Bu çağrı ile yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemin adını da Öcalan koymuştur: “Demokratik siyaset”

Esasında yüzyıllara dayalı Kürt sorunun son otuz yıllık dönemde yeni bir boyut kazanmıştır. Kürt sorununu çözemeyen Türkiye’nin demokratikleşmeyeceği ortaya çıkmıştır. Bunu en çok dile getirenler de Kürt siyasal hareketi olmuştur. 1993’te Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde PKK’nin ateşkes ilan ederek barışta istekli olduğunu göstermiştir. 

Bu çaba o dönemde “derin devlet” olarak ifade edilen güçlerce engellenmiş, telafisi imkansız hasarlara neden olmuştur.
Kürtlerin özgürlüğünün sağlanması, Türkiye’nin özgürleşmesi ve demokratikleşme si ile doğrudan bağlantılıdır. AKP’nin küresel güçlerin desteğini arkasına alarak oluşturmak istediği muhafazakar otoriteliğe doğru kaymayı engelleyecek en önemli güç yine Kürt siyasetidir. Kürt siyasetinin AKP ile geliştirmek istediği diyalog ve müzakere durumu buna karşı çıkışıyla çelişmez. 

Ancak bunu gerçekleştirmeyi sadece Kürt siyasetinden ve AKP’den beklemek yeterli değildir. Demokratik siyasetin anlamlı olabilmesi için toplumun tüm kesimlerini kapsaması gereklidir. Bu da demokratik siyaset aktörleri önünde önemli bir görev olarak durmaktadır. Kalıcı bir barışın sağlanması bu katılımı zorunlu hale getirmektedir. Kürt siyaset çevreleri AKP ile barış görüşmeleri yaparken yalnız bırakılmaması gerekiyor. Silahlı dönemin kapatılıp, demokratik siyasetin yolunun açılması sol, sosyalist ve Aleviler için büyük bir fırsattır. Kürt siyaseti ile bu kesimler arasında oluşturulan ortak payda daha da büyüyecektir. Konuya, AKP karşıtlığı penceresinden bakarak Kürt siyasetinden kaçmamaları gerekmektedir. Bu tavır, klasik laik/ulusalcı tavırdır. Bu da CHP ile birlikte hareket etmek etmenin ötesinde CHP’nin barış süreci içinde yer almayışına da meşruiyet kazandırmaktadır. Halbuki sol, sosyalist ve Aleviler barış sürecine destek verdikçe CHP de destek vermek için cesaret kazanacaktır. Bu da CHP içinde nasyonal solcuların etkinliklerini artıracaktır.

Öcalan, “Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.” Cümlesi ile tasfiyeciliğe dönüşme ihtimaline gerçek bir cevap verilmiştir. Öcalan, tasfiyeden bir başlangıç çıkamayacağını bilecek kadar tecrübeli bir siyasetçidir. Çağrının bu bölümünün muhatabı Kürtlerdir. Demokratik siyasetin kolay olmayacağı konusunda Kürtleri uyarmakta, Kürtlerin bu yeni sürece kendilerini uyarlamaları gerektiği üzerinde durmaktadır. Yeni başlangıçlar yeni anlayış, yeni politika, yeni aktörlerle olabilir. Bu açıdan bakıldığında çağrının yukarıdaki bölümü doğrudan doğruya Kürtleredir.

Öcalan, Kürdistan ve Anadolu gerçekliğini ifade ederek Kürdistan ve Anadolu’nun özgünlüğünü ortaya koymuştur. Din/mezhep/köken tanımı yapmadan “tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşmasını” hedeflemiştir. Bu aynı zamanda yeni Anayasa’nın temel felsefesini oluşturacaktır. Çerçeveyi de “Türkiye Halkı” olarak koymuştur. Vatanın adı da Türkiye’dir.
Bin yıllık “İslam bayrağı” altında yaşamın olduğu tarihi bir gerçek ise de pratikte bunun ortak yaşam ve kardeşlik üzerinden yürümediği bilinmelidir. İslam’ı kendisine göre yorumlayıp millileştiren bir anlayış İslam’ın ortak yaşamı, barışı ve kardeşliği esas alan özüne de zarar verdiğinin de bilinmesi gerekir. Yine Kürdistan ve Anadolu’nun sadece İslam’ın yurdu olmadığı, değişik halk ve inançlardan oluştuğu gerçeğinin de unutulmaması gerekiyor. Öcalan da çağrısını bu çerçevesinde: “gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar, red, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.” Diyerek tarihte yapılan yanlışlıklara dikkat çekmiştir. Gerçek İslam kardeşliğinde fetih, inkar, ret, asimilasyon ve imhaya yer olmadığını ortaya koyarak değişik kesimlere yapılan haksızlıkların karşısında olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle Öcalan’ın Hıristiyanları, Alevileri ve diğer etnik veya dinsel topluluklarının haklarını gözetmediğini ileri sürmenin bir anlamı da yoktur. Ayrıca Öcalan’ın sadece bu kısa çağrısı üzerinden değerlendirilebilecek birisi değildir. Siyasi, sosyolojik ve felsefi külliyatı ve pratiğiyle birlikte ele alınmalıdır. Çok zor tutukluluk şartlarında el yordamıyla hazırlanan çağrıyı eksiği ve fazlalığıyla bu hususlar dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Ayrıca bu çağrının bir manifesto olmadığı, bir başlangıç olduğu da unutulmamalıdır. Bunun içinin doldurulması ve beklenen amacına ulaşabilmesi için herkesin buna katkı vermesi gerekmektedir. Türkiye’de sol ve sosyalist çevrelerin katkısı çok önemlidir. Öcalan’ın İslamiyet konusundaki söylemi bu ülkenin tarihsel bir gerçekliğidir. Bunu ifade etmek sosyalistleri ve Alevileri görmezlikten gelmek anlamına gelmemektedir. Bu konuda sol ve sosyalistlerin CHP’deki ulusalcı kesimlerin propagandalarından kendilerini kurtarmaları gerekiyor. Sosyalistler bu sürece destek verdikçe CHP de tavrını değiştirebilir. Çünkü CHP içinde de çözüm yanlısı geniş bir kesim var. Bunların sesinin etkili olması sol ve sosyalistlerin sürece desteklerini açıklamakla mümkün olacaktır.
En iyi barış kalıcı olan barıştır. Kalıcı barışın olabilmesi için toplumsal adaletin sağlanmasıyla mümkündür. Otuz yılı aşkın süre devam erden çatışmalı ortam toplumun tüm kesimlerini etkiledi. Şu veya bu şekilde bundan zarar görenler oldu.
1990’lı yıllarda yaşanan faili meçhul cinayetler, göz altında işkence ve kaybetme ler, köy boşaltmaları, yargısız infazlar Kürt toplumunun hafızasında kalıcı izler bıraktı. Türk toplumu daha çok sorunu asker ölümleri çerçevesinde hissetti. Kürtlere karşı yapılan hukuksuzluklar görmezlikten gelindi. Devlet, yoğun propaganda ile bunun anlaşılmasını önledi. Bu aynı zamanda savaşın sürmesinin zemini oluyordu. Türk halkı bu hukuksuzluk ve haksızlıkları kendi yüreğinde hissetmiş olsaydı barış daha erken gelirdi. Oluşturulan akil insanlar heyeti çoğunlukla ılımlı insanlardan oluşsa çoğu yerde saldırı ve hakaretlere maruz kalmaları Kürtlerin acısını hissetmemekle ilgilidir.

Kayıplar, cenazesi bulunmayanlar bu toplumun yarasıdır. Bunların sorumluları da bilinmektedir. Ortaya çıkarılmaları gereklidir. Böylece hukuksuzluklar ortaya çıkacak, hukuksuzluklar ortaya çıktıkça bu yapılanlardan dolayı özür/tazminat vs yoluna gidilmelidir.

Tetikçilerin korunmaya alınması, yaptıklarını itiraf etmesi için gerekli ortamın oluşturulması, Kürt toplumunun yaşadığı yarılma ve travmayı Türklerin de anlaması, empati ile bakması için kirli savaş döneminin deşifre edilip Türk halkına anlatılması, buna uygun bir dilin yaratılması, Adalet, sadece mağdurlar için değildir. Olayların faillerinin dahi huzura ihtiyacı vardır. Şu ya da bu şekilde çatışmalı süreç içinde yer alanların yaptıkları hukuksuzlukların hesabını verebilmeleri onlar için de geçerlidir. Onların vicdanen huzura kavuşmaları için yüzleşmeye onların da ihtiyacı vardır. Vicdan azabı çekip de bunu dile getirmek isteyenlere bu imkan oluşturulmalıdır.

Geçmişin hukuksuzlukları nın açığa çıkarılması yaraları kaşımak, külleri karıştırmak anlamında değildir. Tersine, bunların üzerine gidilmesi sorunun bir parçasıdır. Bunları ileri sürmek sorunun çözümünü zora sokmak değildir.

Toplu mezarların yerleri devlet kayıtlarında bellidir. Bunların ortaya çıkarılması, toplu mezarlarda bulunanların kendi mezarlarına kavuşabilmeleri sağlanmalıdır.
Amaç silahların susması, cenazelerin gelmemesi amasız bir barış istemektir.
Sıcak çatışma alanları dışına sıçrayarak insani ve toplumsal tahribata yol açan silahlı çatışma  toplumun geniş kesimlerini etkiledi.

Çatışmanın gerçek öznelerinin taleplerinin görmezlikten gelindiği, katılımın sağlanmadığı çözümler yeni sorunları, acıları, toplumsal çatışmaları içinde taşırlar, yeni çatışmalara zemin oluştururlar.

Çatışmanın çözümünü ateşkes/silah bırakma veya şiddetin bitirilmesi ile sınırlamak soruna güvenlik merkezli bakmak anlamına gelir. Bu şekilde oluşacak barış kalıcı bir barış olamaz. Gerçek kalıcı barış için sorunun gerçek anlamda çözümü ile mümkün olacaktır. Önce güvenlik sağlansın barış güvenlikle birlikte gelecek anlayışı bir anlamda güçlü tarafın kendi iradesini karşı tarafa kabul ettirmesidir. Bir anlamda boyun eğdirerek barışın sağlanması anlamına gelir ki bu negatif bir barış yaklaşımına neden olur. 

Türkiye toplumunun ihtiyacı beraber yaşamayı kalıcı hale getirmektir. Çatışmalı ortam nedeniyle oluşan tahribatın onarımının amaçlanması önemlidir.  Bunun için de pozitif barış anlayışının gereği olarak barış sürecinin ahlaki, hukuki, siyasi, psikolojik boyutuyla ele alınmasını gerektirmektedir. Bu barış süreci için gerekli olan toplumsal dönüşümün sağlanması anlamına geliyor. 

Bu da barışın içselleştirilmesi, herkesin tatmin edilerek yeni çatışma tohumlarının olmaması anlamına geliyor. Özelikle çatışmalardan doğrudan etkilenen kesimlerin ihtiyaçlarının öğrenilmesi, taleplerinin dinlenmesi, etkilemeden dolayı oluşan yaralarının sarılmasını gerektirir. Onlardan uzaklaşmak değil, onların yaraların sarılması amacı samimi bir şekilde ortaya konuldukça güçlü barışın oluşacağının bilinmesi gereklidir.


***


13 Eylül 2018 Perşembe

Başkanlık Sistemi Tartışmaları Sorular ve Sorunlar.,


Başkanlık Sistemi Tartışmaları  Sorular ve Sorunlar.,



DEVRİM AYDIN* 
Başkanlık Sistemi Tartışmaları: Sorular ve Sorunlar
16 Şubat 2015, Pazartesi 15:02

Türkiye'de yaklaşık iki yüz yıldır süren siyasal sistem tartışması ve arayışlarının temelinde daha fazla özgürlük ve demokrasi ihtiyacı olduğu unutulmamalı. 
Bu nedenle, hedeflenen siyasal değişikliklerin bunu sağlayıp sağlamayacağı iyi düşünülmeli. 

Devrim Aydın*  
Ankara - BİA Haber Merkezi 
* Yrd. Doç. Dr. Devrim Aydın, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi

Denenmedik bir Başkanlık Sistemi Kalmıştı.

Türkiye’de siyasal sistem ve hükümet biçimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılından başlayan özgürlük ve parlamento kurulması mücadeleleriyle, 
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Cumhuriyetin felsefesi ile şekillenmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda meşruti monarşi ile tanışan Türkiye, daha sonra halkın seçtiği bir meclisle, Cumhuriyet Senatosu kaldırılıncaya kadar çift 
meclisle, meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanıyla tanışmıştır.

Bugün de Türkiye’de yeni bir anayasa yapılması, başkanlık sistemine geçilip geçilmemesi ekseninde bir tartışma vardır. İki yüz yıldır süren siyasal sistem 
tartışması ve arayışlarının temelinde daha fazla özgürlük ve demokrasi ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle, hedeflenen siyasal değişikliklerin bunu 
sağlayıp sağlamayacağı iyi düşünülmelidir.

Türkiye’nin Ciddi sorunları için başkanlık sistemi çözüm olabilir mi?

Dünya’nın en büyük 20 ekonomisinden biri olan Türkiye, Ortalama yaşam süresinde dünyada 96., Kişi başına düşen milli gelirde 59., Gelir Adaletsizliğinde  57. İşçi Ölümlerinde ise dünya 2.sidir.

Cinsiyet Eşitliği bakımından 136 ülke arasında 120. sıradadır.

2011 Dünya Demokrasi Endeksinde 167 ülke içinde 88. sırada,

2012 Dünya özgürlük araştırmasında 194 ülke arasında 112. sırada yer alarak “kısmen özgür, melez demokrasi” kategorisinde yer almıştır.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Dünya Adalet Projesi’nin 2012 yılı raporunda “hukukun üstünlüğü” konusunda 97 ülkenin karşılaştırıldığı araştırmada 71. sırada,

2012’de İnsani Gelişmişlikte 169 ülke içinde 85. sırada yer almıştır.

Fredoom House 2014 raporunda basının özgür olmadığı ülkeler arasında gösterilmiştir.

Türkiye, kişi başına günde ortalama 5 saat televizyon izlenen, buna karşın yılda sadece 6 saat kitap okunan, 123 kişiye 1 kitabın düştüğü bir ülkedir.  

Açıkçası bu tablo bile tek başına, başkanlık sisteminin düne ve bugüne rahmet okutmasına neden olabilir. Kim bilir belki de başkan bizi bu tablodan 
kurtaracaktır!

Türkiye’nin vahim ekonomik durumu için çözüm başkanlık mıdır?

Şubat 2015’te açıklanan resmi rakamlara göre; Merkez Bankası, kamu, bankalar, reel sektör ve vatandaşın toplam 234.8 milyar dolarlık varlığı, 672.9 milyar dolar da borcu var. Yani ülke olarak 438 milyar dolarlık açığımız var! BDDK rakamlarına göre bankaların sattıkları hariç batık kredi tutarı 36 milyar lira civarında.

Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi; Negatif Nitelikli Bireysel Kredi ve Kredi Kartı Aralık Ayı Raporu’na göre bireysel kredi veya kredi kartı borcundan dolayı  yasal takibi devam eden kişilerin sayısı, geçen senenin aralık ayına göre yaklaşık 15 bin arttı. Bireysel kredi borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi  sayısı, geçen yıla göre, yüzde 4 artarak 669 bine, bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı ise yüzde 1 artışla 1 milyona  yükseldi. Buna göre bireysel kredi veya bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe girmiş tekilleştirme yapılmasıyla hesaplanan toplam kişi sayısı,  2014’te, geçen yıla göre yüzde 7 artışla 1,3 milyon kişi oldu.

Bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe girip hâlâ yasal takipte olan kişi sayısı ise son ay içerisinde yüzde 1.2 artarak 2 milyon kişi oldu. 

2014’te 1.3 Milyon kişi battı.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu tarafından hazırlanan rapora göre Türkiye, Avrupa ülkeleri olarak değerlendirilen ülkeler arasında erken evlilik 
oranında yüzde 17 olan Gürcistan'ın ardından yüzde 14 oranıyla ikinci sırada olup Türkiye’de her üç kadından biri çocuk evliliği yapmaktadır. 
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün raporlarına göre adam öldürme, uyuşturucu, hırsızlık, yaralama ve cinsel suçlardaki artış nedeniyle Türkiye genelinde toplam 150 bin 866 hükümlü ve tutuklu olup, 361 cezaevinin kapasitesi neredeyse dolmuştur. Yurttaşların bir kısmı haklarını televizyonlarda “kadın programlarında” aramaktadır. 

Başkan bizi bu Tablodan kurtarabilir mi?

Türkiye’de öteden beri kişilere ve olaylara göre değişen tepkisel-panik nitelikli çözümler aranması, aceleye getirilmiş anayasa ve yasa değişiklikleriyle yapısal 
kimi sorunların süratle aşılacağı yanılgısı egemendir. Bunlardan biri de başkanlık sistemi olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki Abdullah Gül, apar topar yapılan bir 
Anayasa değişikliğinin ardından Cumhurbaşkanı olmuş, görev süresinin ne kadar olduğu ise görevinin beşinci yılında Anayasa’daki bir değişiklikle kesinlik 
kazanmıştı. Bugün de kimi siyasal çevreler, iktidar partisinin başkanlık sistemine geçmekle amacının yapısal sorunları aşmak ya da daha demokratik–özgür 
bir siyasal ortamın oluşturulmasının değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a daha uzun yıllar ve daha güçlü bir yöneticilik yolu açmak olduğu görüşündedirler. 
Türk sağının öteden beri güçlü lider etrafında dönen siyasal seyri, 21. yüzyıla uygun değildir. AKP tek başına iktidar olmasaydı, Erdoğan ısrar etmeseydi, 
basın yönlendirilmeseydi, başkanlık ısrarı da bu denli hararetle yürütülmeyecekti.

Türkiye’nin yapısal siyasi sorunları acil demokrasiyle çözülebilir 

Parlamenter rejimden başkanlık sistemine geçilmesi sanıldığı gibi sadece bir anayasa değişikliği meselesi olmayıp yıllar içinde oluşan gelişen-şekillenen 
bir siyasal/hukuksal kültürle ilgilidir. Krallığın olduğu tüm ülkeler İngiltere gibi demokratik olmadığı gibi, başkanlıkla yönetilen ülkelerin tüm ülkeler de ABD 
gibi demokratik değildir. Nitekim ABD’de başkanlık konutu önünde her isteyen protesto gösterisi düzenleyebilmektedir ancak başkanlık sisteminin olduğu 
ancak siyasal kültürün farklı olduğu diğer bir ülkede başkan adeta diktatördür. Adı cumhuriyet olan, demokrasinin ve birey özgürlüklerinin oturmadığı kimi 
ülkelerde ise toplantı ve gösteri özgürlüğü, basın özgürlüğü, devlet yönetimine katılma hakkı ve siyasal iktidarı eleştirme özgürlüğünün varlığı bir yana, tüm 
bunlar çok ağır kolluk müdahalesine, suçlamalara ve cezalara neden olabilir. Siyasal tartışmaların biçimi, çözümleri ve siyasal yönetimler o ülkenin insani 
gelişmişlik, kadın erkek eşitliği, eğitim kalitesi, üretim biçimi, iş-çalışma ilişkilerinin niteliği, gelir dağılımındaki adalet, demokrasi ve özgürlükler konusundaki yeriyle bağlantılıdır. Siyasal iktidar çevreleri, başkanlık sistemini siyasal istikrarın korunması ve yürütmenin denetlenebilmesi için zorunlu gördüklerini söylemektedirler. Başkanlık sisteminin siyasal istikrarı sağlamakta daha başarılı olduğuna dair kesin bir veri olmadığı gerçeği bir yana, 
Türkiye’de 12 yıldır tek parti iktidarı mevcut olup Türkiye’de siyasal istikrarsızlıktan bahsedilemez. Ancak Türkiye’deki çok ciddi siyasal sorunların varlığı da bir gerçek olup bunların nedeni siyasal sistemin biçimi değil; Kürt sorunu, din ve inanç özgürlüğü, gelir adaletsizliği gibi yapısal siyasal sorunların 
çözülememesidir. Bu sorunların çözümü de tek başına başkanlık sistemine geçilmesiyle ilgili değildir.

Başkanlık sisteminin tek adam sistemine dönüşmemesi için ciddi kurumsal güvenler olmalıdır

Başkanlık sistemi, keyfi ve kötü yönetim demek değildir. Başkanlık sistemlerinde genellikle iki meclis söz konusudur ve bu meclislerin görev süreleri 
birbirlerinden farklıdır. Başkanlık sisteminin salt başkan adını verilen bir kişiyle olmayacağı, görev süreleri birbirinden farklı çift meclisin de bu sistemin 
genel özelliklerinden biri olduğu bilinmelidir. Başkanlık sistemi, denge ve denetime dayalı olarak çalışır. Çift meclisin amacı, başkanı “tek adam” olmaktan 
alıkoymak ve denetleyebilmektir. Bunun için de meclisin, başkanın denetiminde olmaması gerekir. Bunun temel güvencesi ise siyasi partilerin ve 
milletvekillerinin başkanın denetiminde olmamasıdır. Başkanın faaliyetleri parlamento tarafından denetlenir. Bunun sağlanamadığı ülkelerde başkanlık 
sistemi fiili diktatörlüğe dönüşmüş durumdadır. Üstelik başkanlık sisteminin en eski ve en iyi örneği olan ABD’de Temsilciler Meclisi, Senato ve Başkan 
olmak üzere üç ayrı kurum bulunmaktadır.

Türkiye’de başkanlık sistemini destekleyenlerin çift meclisten ve başbakanın bulunmamasından söz etmemeleri ilginçtir. Belki de istenen Fransa’daki gibi 
başbakanın da olduğu bir yarı-başkanlıktır ki bu durum da her halde Türk tipi başkanlık sistemi ya da tek adam rejimi olacaktır. Öte yandan 1961 Anayasası 
ile getirilen ve 1980 darbesiyle kaldırılan ikinci bir meclis sistemine geçilmesi de Türk siyasetindeki kararsızlığı gösterecektir. Kaldı ki halkın seçtiği başkanla 
halkın seçtiği meclis arasında “milli irade”yi kimin temsil ettiği tartışması yaşanacaktır.

Başkanlık sistemini savunanların en güçlü argümanı halk tarafından seçilecek güçlü bir cumhurbaşkanı ile parlamento arasında çıkabilecek olası iktidar 
yarışına son vermektir. Görüldüğü gibi bir inatlaşma ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin yolu açılmış, ancak bunu sağlayanlar şimdi bunun 
getireceği sorunları aşmanın yollarını aramaya başlamışlardır.      

Başkanlık sisteminin ülkedeki özgürlük ve demokrasiyi zedelemeden yürüyebilmesi için yargının güçlü ve bağımsız, yargıçların iyi eğitimli ve tarafsız olması şarttır. Yapısı ve varlığı yıllardır eleştirilen HSYK’nın mevcut hali eskisinden daha demokratik değildir. Yargıç bağımsızlığı ve teminatı, eskisinden hiç de iyi yerde değildir. Hâkimlerin gece yarısı tayin kararnamesinden korkmadığı, yerlerinin değiştirileceği endişesi taşımadan karar verebilecekleri, gazete manşetlerinden fotoğraflarıyla hedef gösterilmedikleri hukuksal güvencelerinin olması gerekir. 1960’lı yıllardaki “yargıcın keyfi olarak görev yaptığı yerin değiştirilmemesi güvencesi” bugün unutulmuştur. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim biçimi ve niteliği başkanlık rejimi açısından oldukça önemlidir. 

Yüksek mahkemelerinin kararlarına saygı duyulmadığının bizzat devleti temsil edenlerce dile getirildiği, yargıçların suç örgütü üyesi olarak afişe edildiği bir 
yerde başkanlık sistemi,  mahkemeleri başkanın yargısına dönüştürecektir. 

Basın-yayın şirketlerinin iktidarlara yakın durarak ihale alıp ayakta kalmaya çalıştığı bir yerde basın özgürlüğü de söz konusu olamaz. Uluslararası Sınır 
Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün, 2014 Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında Türkiye, 180 ülke içerisinde 154. sırada gösterilmiştir. Bu gerçeklik de 
göstermektedir ki bugünkü haliyle basın, başkanlık sisteminde tam bir propaganda aracına dönüşecektir. Basının yanı sıra üniversitelerin ve sivil toplum örgütlerinin de çekingenliği eklendiğinde “şark tipi başkanlık” sisteminin ortaya çıkması kaçınılmazdır. 

Türk tipi Başkanlık nasıl bir şey olur?

Siyasi Partiler Kanunu 12 Eylül darbesinin ürünü olup, demokratikleşmenin önündeki ciddi engellerden biridir. %10 gibi yüksek bir seçim barajı, siyasal 
tercihlere ciddi bir darbe vurmaktadır. Bu Kanun parlamenter sistemdeki siyasal partiler düzenine göre hazırlanmış olup siyasi partiyi genel başkanın kontrol 
edebilmesi imkânı veren katı disiplini öngören, parti içi demokrasiyi zayıflatan hükümler içermektedir. Oysa başkanlık sisteminde siyasal partiler çok daha 
özgürlükçü hükümlere göre örgütlenmişlerdir ve milletvekilleri parti tüzel kişiliğine, parti yönetimine ve başkana karşı çok daha güvenceli ve bağımsızdırlar. Bu kanun mevcut haliyle bile genel başkan sultasına neden olduğuna göre başkanlık sisteminde siyasal parti başkanın denetiminde, milletvekilleri ise başkanın meclisteki memurlarına dönüşecektir. Kaldı ki başkanlık sistemi çok partili bir sistemle de bağdaşmamaktadır ve Türkiye örneğinde Tek Adam - Tek Parti” sonucuna da neden olabilir. 

Başkan, Hepimizin Başkanı olabilecek mi?

Türkiye’nin sosyolojik ve siyasal gerçekleri karşısında başkanın da Cumhurbaşkanlarımız gibi Türk, sunni, sağcı, erkek olacağı gerçeği bir yana, başkanlık seçiminde belirli bir bölge (Doğu ve Güneydoğu Anadolu) seçimi kazanamasa bile çok yüksek bir oy oranıyla fiili bir bölgesel lideri işaret edebilir. 
Nitekim bu bölgelerde oy oranı %70 -80 civarında olan siyasal partinin işaret ettiği adayın bu kadar yüksek bir oy alması durumunda bu kişi bölgenin 
“fiili-siyasal lideri” olacaktır. Bu durum da ülkenin geri kalanında bölgesel ve siyasal bölünme endişesi doğuracaktır. Bölge meclisleri ve federasyon 
düşünülmediğine göre başkanlık seçiminin bu sonucu doğurabileceği de düşünülmelidir. Esasen aynı durum cumhurbaşkanı seçiminde de söz konusu 
olmuştur. 

Başkanlık sistemine ilişkin siyasal kültürün ve birikimin çok yeni olduğu, başkanlık sisteminin gerektirdiği kurumların bulunmadığı ülkelerde bu sistemin 
bir sakıncası ise çok yüksek oranda (örneğin %80) bir oyla seçilen başkanın diktatöre dönüşmesi, % 51 gibi kıl payı bir oyla seçilen başkanın ise toplumun 
tümünü temsil edememesi olasılığının bulunmasıdır. Genel olarak demokratik rejimlerde yerelliği öne çıkarma çabası varken Türkiye’nin mevcut siyasal yapısı, siyasi partiler düzeni çok katı bir merkeziyetçiliğin ortaya çıkmasına neden olabilir. 














Erdoğan “ Başkan” olacak mı, Davutoğlu “ Başbakan ” kalacak mı?   

12 yıldır tek başına iş başında olan güçlü bir siyasal iktidar, birçok anayasa değişikliklerine gitmiş olmasına rağmen daha iyi bir yönetim için Erdoğan 
başbakanken sıkça başkanlık sistemini savunmuş, bu amaca ulaşılamayınca cumhurbaşkanını halkın seçmesi için çok güçlü bir propaganda yaparak bu 
yönde anayasa değişikliğini başarmıştır. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla unutulan tartışma, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilmeye 
başlanmış, 400 milletvekili sayısına ulaşılırsa bunun başarılabileceği Erdoğan tarafından açıklanmıştır. Türkiye’de yaşadığımız için tarafsız Cumhurbaşkanı’nın 
hangi partinin 400 vekile ulaşmasını istediği, olur da bu başarılır ve anayasa değiştirtilerek başkanlığa geçilirse kimin başkan olacağı/seçileceği, başkanlığa 
geçilmesi halinde mevcut Cumhurbaşkanı’nın konumunun ve görev süresinin ne olacağı konusunda kafamızda herhangi bir soru oluşması gerekmiyor. 
Ancak 1992 yılında yaptığı bir konuşmasında başkanlık sisteminin Türkiye karşıtı bir ABD oyunu olduğunu söyleyen Erdoğan, belki de başkanlık sistemini 
kendisi için istemiyordur. Belki de bu konudaki fikrini değiştirmiştir ve yarın çıkıp “Başkanlık sistemine geçildiğine dair anayasa değişikliği ile mevcut 
Cumhurbaşkanı bendenizin de görevi sona ersin, zaten ben başkan olmak istemiyorum” diyebilir.  Erdoğan 2019 Ağustosundan sonra ikinci kez cumhurbaşkanı, belki bu tarihten önce bile başkan olmayı düşünebilir. Kesin olan ise Erdoğan’ın 2019 Ağustosuna kadar Cumhurbaşkanı olduğu.      

Ancak AKP içtüzüğündeki en çok 3 dönem üst üste milletvekili seçilebilme koşulu nedeniyle aralarında Beşir Atalay, Bülent Arınç, Bekir Bozdağ, Ali Babacan gibi bakanların da olduğu yaklaşık 70 kişi haziran 2015 seçimlerinde aday olamayacak. Türk bürokrasisinde birçok kişinin gönlünde bir gün 
milletvekili olma hayali olduğu bir gerçek. Her şeyden önce inanılmaz bir özlük hakkı ve hukuki-siyasi güvenlik söz konusu. Dikkat edilirse üçüncü dönem 
kuralına takılan hiçbir vekil başkanlık konusunda Erdoğan’ı destekleyen açıklamalar yapmadı. Aynı şekilde, Başbakan Davutoğlu da ya da partinin diğer 
yetkilileri de bu konuda kesin bir açıklamada bulunmuş değiller. Dikkat edilirse M. Metiner ve Ş. Tayyar dışında başkanlığı ve açıkçası Erdoğan’ın başkanlığını 
destekleyen kimse de yok. İktidar partisi içindeki aday belirleme ve aday listelerini oluşturma süreci içinde yaşanacak gerilim ve tartışmalarla beraber 
başkanlık sistemi destekçilerine listelerde yer verilmemesi, aynı zamanda parti içindeki Erdoğan destekçilerinin dışlandığını da gösterecektir. 

Kısacası, üç dönem kuralına takılmayan mevcut vekillerin asıl telaşı yeniden vekil olabilmek, aday adaylarının telaşı ise seçilebilecekleri bir yerden aday 
olabilmektir. Ancak burada insanın ve siyasetin doğasından gelen bir ikilem söz konusu olacaktır. Açıkça başkanlık sistemini ve yüksek sesle Erdoğan’ın 
başkanlığını destekleyenlerin aday olup olmayacaklarına nihai olarak Davutoğlu karar vereceğine göre, kendisinden çok Erdoğan’a bağlı olan bu kişilere 
partide yer verecek midir? Kısacası iktidar partisinde adayların asıl derdi sistemin ne olacağı, kimin başbakan ya da başkan olacağı değil, kendilerinin 
seçilip seçilemeyeceğidir.

Sonuç

Bir ülkedeki siyasal kültür, insani gelişmişlik, demokrasi ve özgürlüklerin düzeyini de belirler. Demokratik ve özgürlükçü bir toplumda rejimin adının krallık, başkanlık ya da cumhuriyet olması siyasal sorunların çözülmesine engel değildir, ancak demokrasi ve özgürlükler konusunda sorunlar yaşayan ülkelerde 
rejimin adının değişmesi sorunları çözmeye yetmediği gibi daha yeni sorunlara neden olur. Çünkü başkanlık sistemi, demokratik bir rejimin önşartı değildir.

Türkiye’de bugün yaşanan yapısal ve ciddi kimi siyasal sorunların geçmişte bulunan-denenen panik çözümlerden kaynaklandığı unutulmamalıdır. 
Türkiye açısından bakıldığında başkanlık sisteminin kimi avantajları da olabilir. Hatta Türkiye’de bakanların başbakanlar karışındaki konumları, başkanlık 
sisteminde sekreterlerin başkan karşısındaki konumlarından çok daha zayıftır. Türkiye’deki demokrasi ve özgürlükler konusundaki eksiklikler başkanlık 
sistemini tek adam rejimine dönüştürebileceği gibi, Türkiye’deki siyasal sorunlar başkanlık sisteminin bölgesel fiili liderler çıkarmasına da neden olabilir. 
1946’dan beri süregelen çok partili siyasal sistemin apar topar değiştirilmesi çok daha yeni sorunlara neden olabilir. Mevcut parlamenter sistemin daha 
demokratik olması için acilen yapılması gerekenleri erteleyerek başkanlık sistemiyle tüm bu sorunların çözülebileceğini zannetmek Türkiye için “rus ruleti” 
oynamaktır.  Mevcut sistem bu sorunları çözmediği gibi başkanlık sistemine geçilmesi de bunları çözemeyecektir. Olası bir Türk tipi başkanlık sisteminde 
meclis fiilen ve hukuken daha da zayıflayacağı için siyasal sorunların daha da derinleşeceği açıktır.

Türkiye ve hiç kimse birkaç ay sonraki seçimin sonucunu kestiremez. Seçim anketleri ve TV’lerde saatlerce süren propagandaya rağmen Türkiye’de halkın 
gündemi bambaşka. Rakamların gösterdiği, Türkiye’nin iktisadi ve sosyal olarak istiap hacminin üstüne çıktığı, kültürel olarak dibe vurduğu,  Ciddi hukuki-siyasi-iktisadi sorunlarının kangrene dönüştüğü açıktır. Bu sorunlar ancak daha çok özgürlük, demokrasi ve gelir adaleti ile çözülebilir. 
Türkiye’nin ciddi sorunları, sokakta biber gazıyla, siyasette başkanlık sistemiyle çözülemeyecek derecede vahim boyutlara ulaşmıştır. 
Bir toplum için en tehlikelisi de budur zira uysal atın çiftesi sert olur ve ne zaman nasıl patlayacağı belli olmaz. 

(DA/HK)


http://bianet.org/bianet/siyaset/162308-baskanlik-sistemi-tartismalari-sorular-ve-sorunlar

***