EŞREF BİTLİS SUİKASTİ, BÖLÜM 8
BİR ABLANIN BÜYÜK MÜCADELESİ,
Bitlis’in 2. Pilotu Yüzbaşı Sezginlerin Ablası Saime Sezginler ile Görüşme:
Artık Abla Olarak Değil, Yurttaş Olarak Devredeyim!
Org. Bitlis’e suikastın, Türkiye için ciddi bir bağımsızlık ve güvenlik sorunu olduğu bugün toplumun ortak kanısı. Dahası, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağının sabotajla düştüğü kanıtlandı. Dört yıl önce üstü örtülen, Aydınlık ve İşçi Partisi dışında kimsenin ağzına almadığı bu dosyanın açılmasında belirleyici rolü olanların başında, uçağın 2. pilotu Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’in ablası Saime Sezginler geliyor. Saime Sezginler, avukatı Nusret Senem ile birlikte dört yıldır giz perdesini aralamak için mücadele ediyor. Para almak için değil, uçağa sabotaj yapıldığını ortaya çıkarmak için uçak şirketi aleyhine, Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açtılar. Bu dava sayesinde dosya bilirkişiye gidebildi. İTÜ Uçak ve Uzay Mühendisliği Fakültesi öğretim üyelerinin hazırladığı bilirkişi raporu suikastı belgeledi. Soruşturmanın yenilenmesi için Milli Savunma Bakanlığı’na ikinci kez başvurdular. Bakan Turhan Dayan, Sezginler ile avukatı Nusret Senem’i makamında bir buçuk saat dinledi.
Saime Sezginler 68 kuşağından. 1948 doğumlu. Subay çocuğu. Anadolu’yu gezerek okumuş. Ankara Eczacılık Fakültesi’nden 1972 yılında mezun olmuş. Kardeşi Tuğrul Sezginler şehit olduğunda İstanbul’da bir devlet hastanesinde çalışıyordu. Mücadele edebilmek için emekli oldu. Şimdi serbest çalışıyor. Lise son sınıfta bir oğlu var. Saime Sezginler şehit kardeşiyle arasındaki ilişkiyi şöyle anlatıyor:
“Ailede herkes onu çok severdi, ama benim için daha özel bir yeri vardı. Aramızda 12 yaş fark var. Annesi gibiydim. Mamasını ben verdim, altını ben bağladım. Çocuğumu kaybetmiş gibi oldum.”
Saime Sezginler ile 4 yıllık mücadelesinin seyrini, bu süreç içinde nasıl değiştiğini konuştuk, kitap için sorularımızı yanıtladı:
“Tuğrul Harp Okulu’na Kaydolduğunda Babam Kıbrıs Harekâtı’ndaydı”
“Mücadelenizden kardeşinize çok bağlı olduğunuz anlaşıldı, ilişkileriniz nasıldı?”
Sezginler: “O, bizim en küçük kardeşimizdi. Biz dört kardeştik. 6 kişilik bir aile, benim oğlumu da sayarsak yedi kişilik bir aile. En çok o kardeşimizi severdik. Belki de evden küçük yaşta ayrıldı diye. Ama bunda Tuğrul’un kişiliğinin de bir etkisi var sanıyorum. Davranışları bizden daha farklıydı, daha ağırbaşlı, çok güçlü, çok gururlu, yani tam bir askerdi. Mesafeli, kendini ezdirmeyen bir insandı.
“O küçük yaşta evden ayrıldı, ortaokulu bitirdiği yıl evden ayrıldı, yatılı olarak askeri liseye gitti. O yıl, hepimiz bir tarafa dağıldık. Ben Yozgat’a çalışmaya gittim. Bir kardeşim Norveç’e gitti.
“Annesinin dizinin dibinde bizim kadar uzun seneler kalmadı diye, bütün kardeşlerde Tuğrul’a karşı bir koruma duygusu vardı.”
“Asker olması kimin kararı?”
Sezginler: “Kendi kararı. Babam subaydı. Subay çocuklarında çok gördüm, babaya özeniyorlar. Bir süre sonra bizim ki de subay olacağım diye tutturdu. Hatta o yıl Kıbrıs harekâtı olmuştu. Babam albaydı, Kara Kuvvetleri’nde görevliydi. Eve gelmedi, babamızı aradık, İzmir’e gitti dediler, halbuki Kıbrıs’a gitmiş. Babamın bir arkadaşı bunu elinden tuttu Kuleli Lisesi’nin sınavlarına soktu. Bütün yaz boyunca herkes ayaktaydı, kazandı mı, kazanmadı mı diye. Sonra kıyamet koptu, kazanmıştı. O gün çok sevindik, şimdi üzülüyorum.”
“Kardeşinizin ikinci pilot olduğu uçağın, kaza değil de sabotaj sonucu düştüğü düşüncesi sizde ne zaman oluştu?”
Sezginler: “Benim için bugün artık olay kaza değil kesin olarak suikast. İlk başta tabii ki bunu söyleyemezdim. Biz Ankara’dayız. Farkında olmadan ben eve gelen herkesi izlemeye başladım. O andan itibaren büyük bir ilgi ile karşılaştık. İşte Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, Kara Havacılık Okulu Komutanı Tuğgeneral Armağan Kuloğlu da dahil, yüksek rütbeli subaylar, askerler taziyeye geliyorlar. Bir kere, iki kere değil, hemen her gün geliyorlar. Bakanlar… Yurtdışından, yurtiçinden arkadaşları geliyor. Ev hep insan kaynıyor…”
“Doğan Güreş Taziyeye Gelmedi”
“Zamanın Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş de geldi mi?”
Sezginler: “Bir tek Doğan Güreş gelmedi. Eşi geldi. Bir ara ‘Doğan Güreş niye gelmedi’ diye sordum. Kardeşimin arkadaşları şöyle bir şey anlattılar: Birisi şehit olmuş, nerede ne zaman tam hatırlayamıyorum. Doğan Güreş evi ziyarete gitmiş. Şehitin ablası ayağındaki terliği çıkarıp Doğan Güreş’in kafasına atmış. Acaba ondan mı korktu da gelmedi gibi bir şeyler söylendi.
“Ertesi günden itibaren de gazetelere manşet oldu. Sorular çıktı; öldü mü öldürüldü mü, suikast mı diye… Sonra uçak nasıl düştü diye sormaya başladım. Hemen ertesi gün resmi açıklama yapıp, buzlanma sonucu düştü dediler. E nasıl anladınız buzlandığını diye soruyoruz. Bir şey söyleyemiyorlar.
“Fisunoğlu Şaşkın ve Bilgisizdi”
“Sonra bir şey çok dikkatimi çekti: Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu oturuyor evde, Kolordu Komutanı oturuyor, Tümen Komutanı bir yanda, Kara Havacılık Okulu Komutanı Tuğgeneral Armağan Kuloğlu da var. Uçağın neden düştüğü konuşuluyor. Sorumluluk sıralamasında bir numarada olan Fisunoğlu, öylece oturuyor. Sokaktan geçen bir hamalı oraya koysanız, o da onun kadar fikir sahibi gibi. Bana ‘Bir şeyler yazıyor bu gazeteler, ama ne olacak. Ee araştırsak ne çıkacak? Gidenler geri gelmeyecek ki. Hadi araştıralım, ama geri dönüşü yok ki bunun’ gibi saçma şeyler söylüyordu. Annem ‘Birinci Pilot nöbetten çıkmış, uykusuzdu deniyor. Pilotların uykusuz uçağa binmemeleri gerekmiyor mu?’ dedi. Bir yerde bu idareyi suçlamak gibi bir şey. Fisunoğlu şaşkınca, yardım ister gibi etrafına bakındı. Hemen Armağan Kuloğlu fırladı: ‘Pilotun emri Allah’ın emridir. Pilot istemese gitmez, biz ona ‘git’ diyemeyiz’ dedi. Sonra da döndü Fisunoğlu’na, eliyle göstererek ‘Komutanım pilotlar ice vane’i açmayı unutmuşlar’ dedi. Yani pilotların önündeki buz önleyici sistemin düğmesine basmamışlarmış. Bir şey diyemedim. Çünkü fazla bilgim yok o konuda. Pilotlar vardı, onlar da bu söz üzerine donup kaldılar.”
“Pilotlar dediğiniz arkadaşları mı?”
Sezginler: “Evet, genç pilotlar. O zaman yüzbaşı, üsteğmen, teğmenler vardı. Komutanlar kalkıp gitti. Tuğrul’un bir pilot arkadaşı, ‘Allah kahretsin. ‘Pilotlar ice vane’i açmayı unuttular’ diyor. Utanmadan bir de eliyle gösteriyor. Zaten şartlanmış’ dedi. Ardından ekledi, ‘Şimdi Orgeneral Fisunoğlu’nu da şartlıyor!’
“Ben çok sinirlendim. Neden sinirlendim. Hangi nedenle uçağın düştüğünü o an bilmem mümkün değil ama, o sözde kardeşime bir suçlama hissettim. Kardeşim hayatta olsa bunun müdafaasına geçerdi. Farkında olmadan, kendimi onun yerine koydum, onun yerine ben isyan ettim.
“O sıralarda da pilot arkadaşları geliyor, kalemdir, brövedir alıyorlar; ‘Hatıra diye saklıyacağım’ diyorlar. İçeriki odaya geçtim, kalın bir kitap gördüm, onu alıp yatakların altına sakladım. Sanki o kitabın bir gün bana lazım olacağını hissettim. Sonra oğlumu çağırdım. O sırada Robert Lisesi’ne yeni girmiş, çat pat İngilizce biliyor. Kitap, Beechcraft 200 uçaklarının uçuş el kitabı. ‘Yavrum buzlanmayı göster’ falan dedim. Kitabı okuyama çalıştım. Bir süre sonra onların çevirilerini buldum ama parça parça. Tuğrul, ders notu olarak çevirmiş. Asılları okuldaymış, onları okur gibi oldum. Baktım, biraz anlıyorum. ‘Allah Allah bu uçak buzlanmaz’ demeye başladım. Sonra rastladığım herkese öğrendiklerimi sormaya başladım. O ara pilotlar oluk oluk evimize geliyorlar. Yüzlerce soru… Kendimi Tuğrul’un yerine koyup, yanıtlar arıyorum. Tuğrul kurtulsaydı o da araştıracaktı.
“Meteoroloji Uzmanı: Buzlanma İddiasına İnanmayın
“Kaza mahalline gittim. Orda oturdum, saatlerce ağladım. Kazayı gören var mı diye sordum. Birkaç kişi bir şeyler anlattılar. Bir hafta içinde de Meteoroloji Müdürlüğü’ne gittim. Gidiş sebebim de, şöyle: ‘Buzlanmada acaba meteorolojinin bir hatası olabilir mi? Yani meteoroloji yanlış rapor vermiş olabilir mi?’ Aklıma böyle saçma şeyler geldi. Oraya gittim, yollarda ağlıyorum, korkunç vaziyetteyim. Beni karşıladılar, çok ilgi gösterdiler. Raporları verdiler. Oradan çıktım. Giderken orta yaşlı bir memur arkamdan geldi. ‘Uçak düştüğü günden beri, buzlanma diye açıklama yapıyorlar. Bu açıklamanın yalan olduğunu meteorolojiden birazcık anlayan herkes bilir. O gün Ankara’dan birçok uçak kalktı, bir tek bu uçak düştü. Oysa bu uçak çok daha kötü hava koşulları için hazırlanmış. Buzlanmadan falan düşmüş olamaz. Bunun altında başka şeyler arayın’ dedi. Böylece kulağımı bükmüş oldu. Artık benim için şaibeli bir olaydı. Henüz suikast diye düşünmüyorum. Ondan sonra ilerletmeye başladım. Bu arada Hava Kuvvetleri’nden, sivil hava yollarından pilotların fikrini alıyorum. Uçak düştüğü zaman ne yapılır, heyet nasıl toplanır, olay savcılığa nasıl intikal ettirilir öğreniyorum. Zaman içinde belge toplamayı hedef edindim kendime. Tabii belge toplamak için belgelerin ortaya çıkması gerek. Haziran’da Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı bize tebliğ edilinceye kadar görünüşte bekliyor gibiyim ama, sürekli koşturuyorum. Bir ipucu bulur muyum diye her şeyi didik didik ediyorum. Haziran’da belgeleri elde edince artık tahkikatın doğru yapılmadığı konusunda kesin bir kanaate varmıştım. Bir şeylerin gizlendiğine emin olmuştum.”
“Belgelere nasıl ulaştınız?”
Sezginler: “Bugün hâlâ merak ediyorum, bana bu belgeler nasıl gönderildi. Askeri Savcılığın ‘Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı’ taraflara gönderilmesi gerekiyor. Şehit ailesi olarak bize tebligat yapılması gerekiyordu. Ama bana gelen belgeler normal olarak gönderilmemeliydi.”
“Askeri savcılıktan geldi değil mi?”
Sezginler: “Hayır, Askeri Savcılık’tan değil, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan postalanmıştı. Gönderdiğim dilekçeye babamın adını yazdım. ‘Şehitin babasıyım. Oğlumla olan her türlü tahkikatı merak ediyorum. Bana gönderebilir misiniz’ diye, böyle mektupla dilekçe arası duygusal bir şeyler yazdım. Hiç de beklemiyordum. Baktım geldi. Üstelik de fotoğrafları falan istememiştim. Çünkü bilmiyordum. Fotoğraflar, Amerikalı uzmanların Güç Kaynağı Analizi ve diğerleri geldi.
“Askeri Savcı Yüksel Ferah Ne Demişti, Ne Oldu?
“Bir buçuk iki ay sonra gittim, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı Albay Yüksel Ferah’la görüştüm. ‘Tahkikatı doğru yapmanızı bekliyorum. Bakın basında çeşitli şeyler duyuyoruz, suikast, şudur budur. Size güvenebilir miyim?’ diye açıkça söyledim. ‘Siz çok şanslısınız, böyle iyi bir hakime düştü soruşturma’ dediler. Yüksel Ferah da ‘Neredeyse yatağı yorganı oraya taşıdım. Hiç merak etmeyin’ dedi. Ancak, Kara Havacılık Okulu’na gidip ‘ifade vermek isteyen varsa gelsin’ demiş. E, kim gider oraya ifade vermeye? Hiç kimse gitmez. Araştırma sırasında uçağın satılmasına aracı olan Altay şirketine gittiğimde ‘uçağı alkollemişler mi veya alkollenmeyle ilgili bir cihaz sattınız mı’ diye sormuştum. ‘Biz satmak istemiştik, ama almadılar’ dediler. Bu bilgiyi Askeri Savcı’ya söyledim. ‘Uçak alkollenmemiş, belki alkollenseydi düşmezdi’ dedim. ‘Hayret ben öyle bir şey duymadım. İlk defa duyuyorum. Bana bu konuda bilgi getirir misiniz?’ dedi. ‘Ben size bir fotoğrafını getireyim. Bu öyle küçük bir cihaz değil, kamyon gibi itfaiye aracı gibi büyük bir cihaz’ dedim. Neyse, alkolleme cihazının fotoğrafını buldum. Bir zarfın içine koydum, 2-3 gün sonra götürdüm. ‘Bu konuda şu bilgileri topladım, haberiniz olsun’ dedim. ‘Tamam’ dedi. Sonra şunu söyledi: ‘Artık benim işim bitti. Sadece Kaza Kırım Heyeti’nin Müşterek Kanaat Raporu’nu bekliyorum. O rapor gelsin. Ben kararımı ona göre vereceğim.’
“Askeri Savcılığın Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı’nda beni en çok şoke eden alkolleme ile ilgili paragraf oldu. O paragrafı okuduktan sonra kesinlikle, yüzde 1500 ihtimalle bu tahkikatın doğru yapılmadığına inandım. Çünkü Askeri Savcı Yüksel Ferah, ‘Buzlanmayı önlemek için alkolle silme gerektiği konusunda bana bir şey söylemediler’ demişti. Ben anlatmıştım. Oysa kararda, ‘Pilotlar el pulvizatörüyle uçağın gövdesini alkollediler’ diye yazıyordu. Beni isyan
ettiren bu cümle oldu. O zaman dedim ki bu Askeri Savcılığa kesinlikle güvenilemez. Çünkü Askeri Savcı gözümün içine baka baka yalan söylemişti. Ondan sonra işte belgeler geldi, resimler geldi. Okuyorum, elimde belgelerle kalakaldım. Bana yardım edecek kimse yok. Nereye başvuracağımı bilmiyorum. Daha doğrusu ne yapabilirim diye düşünüyordum.
“Diğer Askeri Savcı: Soruşturma Doğru Yapılmadı
“O ara bir numara ile başka bir askeri savcıyı buldum. ‘Benim elimde bu tahkikatın doğru yapılmadığına ilişkin belgeler var ama ne yapacağımı bilemiyorum. Bana yol gösterir misiniz?’ dedim. Yani pat diye içeri girdim, beni görünce şaşırdı. ‘Belki aklınızdan geçiriyorsunuzdur’ dedim. ‘Evet, yalnızca aklımdan geçirmiyorum. Size de söylüyorum: Tahkikat doğru yapılmadı’ yanıtını verdi. ‘Peki, bana yol gösterebilir misiniz?’ diye sordum. ‘Evet’ dedi. Bana önce bir avukat tutmamı salık verdi. ‘Şu anda yasal itiraz süresi geçmiş bulunuyor. Bir tek Milli Savunma Bakanı istediği taktirde bu tahkikatı yeniden açtırabilir’ dedi.
“Sonra Aydınlık’a geldim işte. Ondan sonra her şey değişti.”
“Aydınlık’la nasıl buluştunuz?”
Sezginler: “Kardeşim bana telefon açtı. ‘Abla, Aydınlık’ı okudun mu? Bitlis’in uçağı suikastla düşürüldü. Buzlanma yalan yazıyor’ dedi. Koştum Aydınlık gazetesi aldım. O gün Hikmet Çiçek imzalı bir haber vardı. Hikmet Bey’i aradım. ‘İstanbul’dasınız, Haber Merkezi Müdürü Adnan Akfırat ile görüşün’ dedi. Sizinle tanıştık. Bu kadar çok ilgi göstermenizi beklemiyordum. Soranlara anlatıyordum: ‘Getirdiğim bütün belgelerin fotokopilerini aldı. Bir yandan sorular soruyor, öbür yandan boyuna fotokopi çektiriyordu’ diye. ‘Gazetecilik kaygısıyla mı ilgi gösteriyorsunuz, yani ilginç bir haber olsun diye mi uğraşıyorsunuz?’ soruma, ‘Hayır. Bu bir yurtseverlik sorunu. Türkiye’nin bağımsızlığı söz konusu’ demeniz beni çok etkiledi. Mücadeleyi bu noktaya getiren avukatım Nusret Senem’i de siz önerdiniz.”
“İlk Defa Başkaldıran Oldu da…”
“Ortaya çıktınız, üzeri örtülmek istenen bir konuda kahramanca mücadele ettiniz. Başlangıçta size tepki oldu değil mi?”
Sezginler: “Sanıyorum ki başlangıçta beni çok ciddiye almadılar. Bir yerde gariban bir ablayım. Bu noktaya gelebileceğimi düşünmediler. Bunu en son Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan’ın makamındaki görüşmede de gözledim. Bakanlığın Adalet Dairesi Başkanı Tuğgeneral, bana ‘Bugüne kadar da benzer olaylar oldu, kazalar oldu. Yani Genelkurmay hepsini doğru soruşturdu da bir tek bunda mı yanlış yaptı’ dedi. Ben şöyle yanıtladım: ‘Çok yanılıyorsunuz. İlk defa başkaldıran oldu da gerçekler ortaya çıktı.'”
“Milli Savunma Bakanı’nın, avukatınızla sizi makamında kabul edip, dinlemesi de köprünün altından çok su aktığını gösteriyor.”
Sezginler: “Sürekli, ‘bir şey elde edemezsin’ tavrıyla karşılaştım. Bugüne kadar kim böyle bir mücadeleyi kazanmış ki, ne yapabilirsin, nereye kadar gidebilirsin. Olan olmuş. Mücadele edemezsin, vazgeç, uğraşma diyenler çok oldu. Ama bugün anlıyorum ki artık bu iş Türkiye, hatta dünya çapında bir olay. Bu işin suikast olduğu artık kesinleşti. Genelkurmay için başta kesindi de bunu telaffuz etmiyorlardı. Artık onlar da konuşuyorlar. Şimdi her televizyon yayınından sonra destek telefonları alıyorum. Destek davranışları görüyorum. İşte, general eşlerinden, subaylardan ve sivillerden destek görüyorum. Vatandaşlar, 118’den telefonumu bulup kutluyorlar.”
“1997 Yılı Anma Töreni Daha Görkemliydi”
“Her yıl 17 Şubat’ta bir anma töreni düzenleniyor. 1997 yılı töreninde bir farklılık gözlediniz mi?”
Sezginler: “Bu yıl geçen yıllardan daha görkemli oldu.”
“Nasıl?”
Sezginler: “Daha kalabalık, daha canlı. Jandarma Genel Komutanı’nın önem verdiği anlaşılıyor. Bu yıl daha fazla general vardı. Daha büyük çiçekler yapılmıştı. İnsanlar daha heyecanlıydı. Orda olmak önemli bir şeydi.”
“Türkiye İçin Bağımsızlık ve Güvenlik Sorunu”
“Siz bir televizyon konuşmasında, olayın suikast olduğunu belirtip, ‘Bu Türkiye için bir bağımsızlık ve güvenlik sorunudur. Faili de bellidir. Çekiç Güç’tür’ dediniz. Kardeşinizin hakkını aramak kaygısıyla yola çıktınız, bugün vatan ve ulus için mücadele eder noktaya geldiniz.”
Sezginler: “Benim için birinci aşama olayın ne olduğunu bulmaktı. Bu suikast olduğuna göre, Orgeneral Eşref Bitlis’i kim yok etmek isteyebilir? Eşref Bitlis’in ortadan kaldırılmasında kimin menfaati var? Bu Güneydoğu sorunuyla ilgili olduğuna göre karşımıza bir devlet çıkıyor: Amerika Birleşik Devletleri. Bir devlet, haliyle gizli örgütleriyle düzenler bu suikastı. Sözünü ettiğimiz devlet, dost göründüğü zaman da düşmandır, düşman göründüğü zaman da düşmandır. Bizim bağımsızlığımız bu vesileyle ayaklar altına alınmış oluyor. Ben başlangıçta kardeşim için mücadele ettim, ama geldiğim bu noktada artık Türk vatandaşı olarak devreye giriyorum. Gördüklerime isyan eder hale geldim.
“Beni isyana teşvik eden bir başka husus daha var: Suikast düzenleyen bir yabancı devlettir. Buna isyan ediyorum, bir. Ama ikinci noktaya; o yabancı devletin çıkarı için, bir Türk vatandaşının bu suikasta katılmasına çok büyük bir şekilde isyan ediyorum. Hele hele Türk subayının katılmış olmasına veya subay olması şart değil, üzerinde üniforma olan bir Türk askerinin veya ekibinin karışmasına müthiş öfke duyuyorum. Şunun gibi: Siz benim annemi öldürebilirsiniz, bu çok büyük bir suçtur. Ama annemi öldürmek için beni kullanırsanız, benim açımdan bu çok daha büyük suçtur.”
“Silahlı Kuvvetlerin Çoğu da Benim Gibi Düşünüyor”
“Bir subay çocuğu olarak Genelkurmay Başkanı’na karşı mücadele etmek nasıl bir duygu?”
Sezginler: “Ben kesinlikle toptan Genelkurmay Başkanlığı’nı suçlamıyorum. İçindeki belirli insanları suçluyorum. Kimler görevlerini doğru yapmamıştır. Kimler bu işi örtbas etmiştir. Benim hedefim bu. Çünkü ben zaten Silahlı Kuvvetler’in içindeyim. Zaten gördüğüm, Silahlı Kuvvetler’in neredeyse tamamı benim gibi düşünüyor. Subayların, astsubayların da ortak kanısı, bu bir suikast. Onlarla her temasa geçişte yeniden buna tanık oluyorum. Hatta faillerin kimler olduğunu tartışıyorlar. Doğan Güreş’i, Havacılık Okulu Komutanı Armağan Kuloğlu’nu suçluyorum. Güreş emekli ama Kuloğlu şimdi Milli Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı. Askeri Savcılığın bunlar tarafından yönlendirildiğini düşünüyorum.”
“Mücadele İçinde Ben de Değiştim”
“Dönüp baktığınızda mücadeleyle geçen 4 yıl içinde kendinizde ne gibi değişiklikler görüyorsunuz?”
Sezginler: “Ben bu kadar mücadeleci bir yapıda olduğumu bilmiyordum. İnsan bazı şeyleri yaşadığı zaman görebiliyor. Birtakım şeylerden korkmayacağımı bu derece bilmiyordum. Bu mücadeleden artık beni hiç kimse çeviremez. Her şeyi göze aldım. Kapalı kapılar ardından alıp bu noktaya getirdik. Daha da gitmesi gereken yere kadar götüreceğim. Kendime karşı büyük güven duyuyorum. Özgürleştiğimi hissediyorum.”
“Teşekkür ederim.”
9 CU BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR
...