Başlangıcından Günümüze " Sözde Açılım " Süreci ve Sonuçları.,
Doç.Dr.Ruhi ERSOY
2010-06-24 10:48:59
Kürt açılımı (Kürt sorunu- Demokratik açılım) adı her ne olursa olsun, söz konusu bu gayrı milli projenin milletimiz için ne anlam ifade ettiğine bakmamız lazım. Biz bu yazı dizisi kapsamında aşağıda sıraladığımız maddeleri siz değerli ORTADOĞU gazetesi okurlarıyla paylaşmak üzere kaleme aldık.
Ülkemizin içinde bulunduğu olumsuz durumdan kurtulması ve Yüce Türk Milletinin hak ettiği biçimde temsil edilmesi için öncelikle milli bilince ve milli şuura sahip olması gerekmektedir. Bunun için de doğru bilgi kaynaklarından bilgilenmek de bu yolun ilk kapısıdır.
Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi'nin teori ve pratikteki lideri olan Devlet Bahçeli Bey'i ve ortaya koyduğu siyaset vizyonunu yakından takip etmeye çalışan bir akademisyen olmamdan ve geçen yaz ortasında "iyi şeyler olacak" söylemleriyle toplumun hazırlanmaya başladığı "açılım safsatası" projesini de ilk günden buyana takibe çalışmamdan aldığım cesaretle, yüreklerimizin kan ağladığı son olaylar karşısında bu yazı dizisini kaleme alma gerekliliğini hissettim. Bu yazı dizisinde ele alınacak konular şu başlıklar altında verilecektir:
A-HABUR SINIR KAPISI VE TERÖRİSTLERİN ÜLKEYE GİRİŞİ NE ANLAM İFADE ETMEKTEDİR,
B-AKP İKTİDARININ "DEMOKRATİK AÇILIM" ADINI VERDİĞİ KÜRT AÇILIMI'NIN SONUÇLARI,
C-RAKAMLARLA TÜRKİYE'NİN TERÖR MÜCADELESİ,
D-HABUR FACİASI TÜRK MİLLETİ İÇİN NİÇİN ASLA UNUTULMAMASI GEREKEN BİR OLAYDIR,
E-EĞER GERÇEKTEN BİR HUZUR ORTAMI TESİS EDİLMESİ İSTENMEKTE İSE YAPILMASI GEREKEN NEDİR?
F-MUKTEDİR BİR DEVLET OLMAK İÇİN NİÇİN MİLLİ İRADE MİLLİYETÇİ İRADEYE DÖNÜŞMELİDİR.
DURUM TESPİTİNE DAİR BİRKAÇ SÖZ
Ülkemizde bir terör sorunu olduğu ve bu sorunun bir ayağında, bu sorundan en çok mustarip olan bölgede yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızın oluşturduğu bir gerçektir ve sorun olan da budur. Çözülmesi gereken şey de zikredilen terör sorununun, dış güçlerle olan bağı, ekonomik, sosyolojik, psikolojik boyutu, bölgede bu soruna çanak tutan toplumsal yapının nasıl işlediğinin açıklığa kavuşturulması ve bu bilimsel referanslar çerçevesinde çözüm önerilerinin üretilmesidir. Yoksa adeta bir oy avcılığına dönüşen artistler, sanatçılar, sporcular ve son olarak da Mehmetçiğin kahramanca çatışıp şehit düştüğü cephede şova dönük resimler çektirmekle bu işler çözüme kavuşmaz. Van'da düzenlenen törende terörle mücadelede kararlılık görüntüsü adına şeklen bir araya gelip zihniyet olarak ayrı dünyalar da olmak da bu sorunu çözmez. Şehitlerin tabutları başında şehit cenazelerini istismar edip vatandaş popülizmi yaparak gözyaşı döken ve bu görüntüyle teröristlere verdiği cesaretin ne anlam ifade ettiğini bilemeyen Başbakanla da bu iş çözülmez.
Ancak yapılan NEDİR?
Her türlü etnik söylemin karşısında olduğunu ifade eden siyasal iktidarın, sorun tanısı; Kürt sorunu. Dikkat ederseniz, sosyolojik boyutları, ekonomik etkenleri, bölgesel şartları, egemen güçlerin rolünü, siyasal Kürtçülüğü ve bu ülkenin bir ulus-devlet olduğu gerçeğini göz ardı eden etnik ayrımın dilinden ibarettir. Bu dil kullanılırken ve sözde bu sorunun çözümü adına pratik uygulamalar yapılırken sadece zikredilen şovlar yapılmakta ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulus-devlet formu göz ardı edilmektedir.
Bir milletin bütünlüğü, insanın öz güveni, devletin biçimi, adalet duygusu, kurumlarına güveni vs. millet olma bilinci ve bu toplumun tarihsel arka planı, geçmişinden bugününe getirdiği mirası göz ardı edilerek başlanan işler henüz daha başlarken bitmiş demektir.
Yani siyasal iktidarın projesi olan açılım safsatasının bir devlet politikası ve siyasal kültürün bir ürünü olmadığı açık olarak görülür. Öte yandan Sayın Başbakan'ın halka hizmet üretmekle sınırlı sorumluluğu olan Belediye Başkanlığı ile ciddi bir geleneği olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Başbakanlığı makamlarını birbirine karıştırdığı görülmüş ve Hükümet olmayı sadece yol yapmak, toki evleri yapmak ve Fak-Fuk Fon'dan gıda, kömür dağıtmak ve dahi iş adamlarına danışmanlık yapmakla sınırlı olan uygulamalarla varlık gösterebilmiştir. Yaşanan süreçte devletin ağır sorunları ve sorumlulukları altında devlet adamı gibi davranma kabiliyeti gösterememiştir. Bu durumda kendileri ve zihniyetlerinin devletin her kurumuyla sorunlu olmasına neden olmuş en son küçümsenen(Monşerler) Hariceye mensuplarının tepkisiyle Yarsav'ın bildirisi de devleti değil vaziyeti idare eden başbakana toplumsal tepkinin göstergesi olmuştur.
A-HABUR SINIR KAPISI VE TERÖRİSTLERİN ÜLKEYE GİRİŞİ NE ANLAM İFADE ETMEKTEDİR,
1- Kürt sorunu tanısı; politik ayrımın dilidir ve ülkeyi iki uluslu bir sürece çekmeyi arzu eden bir siyasal anlayışın ürünüdür. Bu ulus-devleti yok saymaktır. Bizim için çok boyutlu bir arka planı olan bu sosyal mesele, hükümetin Kürt sorunu olarak kavramsallaştırmasıyla etnik bir meseleye dönüşmüştür. Ancak bunda dahi hükümetin samimi olmadığı aşikârdır. AKP zihniyeti sosyo-kültürel bir meseleyi etnik bir sorun olarak dile getirmiş ve bu yanlış politikayı Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin ifadesiyle on iki kötü adama tartıştırmış ve onların ifadeleri doğrultusunda şekillendirmiştir. On iki kötü adam gazetecilik yapabilir; ama bir sosyal meseleyi bütün boyutlarıyla irdeleme kapasitesine sahip değillerdir. ( Medyadaki bu içler acısı durumu Yıldıray Çiçek Beyin Berikan yayınlarından yeni çıkan "Medyada Düşürülen Maskeler" adlı kitabından tüm ayrıntısıyla okunmasını siz değerli okuyuculara tavsiye ederiz).
2- Böyle bir sorun tanısı ve Habur'daki görkemli!? karşılama; temel insani duygulardan biri olan vatan savunmasının kutsiyetini ortadan kaldırmaya dönük bir içerik kazanmıştır. Çünkü bu süreç içerisinde terör örgütüyle çatışmaya girmiş birçok şerefli Türk genci, gaziler ve şahadete ulaşmış şehitlerin aileleri ve sağduyulu Türk vatandaşının devlete güven duygusu incinmiştir. Buna bağlı olarak da Türk kamuoyunda kutsal olarak görülen değerler adına yapılan mücadelenin bizi yönetenler tarafından ne kadar basite indirgendiği algısı ortaya çıkmıştır. Bu durum ise çatışmadan medet umma yaklaşımıdır.
3- Vatandaşının haklarını vermekten aciz olan siyasal iktidar, terör suçlularına bu ülkede hiçbir müdahaleye maruz kalmadan propaganda ve parti açılışlarına katılma hürriyeti vermiştir. Eğer bu demokrat olmak veya demokrasinin gereği ise, lütfen siyasal iktidar Türkiye Cumhuriyeti; demokratik, laik, sosyal, hukuk devletidir ilkesini hemen kaldırsın. Çünkü terör asla demokraside meşruiyet temeli bulamaz.
4-Kürt açılımı, Ermeni açılımı, Romen açılımı (gazetecilerle, sanatçılarla): Gazetecileri anlamak mümkün; çünkü son dönemlerde gazeteci camiasında uzmanlık alanı diye bir şey kalmamış, herkes her konudan anlıyor. Özellikle yandaş, yoldaş ve candaş medya da bu durum bir de çığırtkanlık haline dönüşmüştür. İşin garip tarafı; bunların hepsi demokrasi istiyor. Lakin demokrasilerde herkes her şeyden anlamaz. Bir yönetim biçimi olarak demokrasinin klasik bir yönü bulunsa da bugün modern demokrasiden söz etmekteyiz ve modern demokrasilerde uzmanlık alanı vardır. Herkes ne olsa yaparım abi! üslubuyla eğer demokrasi istiyorsa terk etmelidir.
5- Öte yandan sanatçıları toplumsal ayrışmanın bir tarafına itmek ise hiç akli bir durum değildir. Sanat evrensel bir dildir. Sanatçıların duygusal dünyalarından getirdiği üretimlerde temel koşul "insana" ulaşabilmektir. Sanki toplum yeterince kamplara bölünmemiş gibi bir de açılım adına sanatçılara verilen kahvaltıdan sonra vatandaş şu gitmişti, şu gitmemişti, vay sende mi, senin orada ne işin var veya bak filan kişi gelmemiş gibi alt kamplara bölünmektedir. Efendim demokrasi farklılıklara saygı gösterir ama ortak amaçlar etrafında buluşturmayı da amaç edinir. Bölmeyin, ayrıştırmayın, birleştirin anlayışı, özü gereği sanatçıların sloganı olmalıdır. Bu hassasiyeti sağduyuya uygun bir şekilde dillendiren birçok sanatçı olmasına rağmen, ısrarla hükümetin bu camiayı başlattığı ve altından kalkamadığı bu sürece çekmesi, yürüttükleri politikanın anlamlı olmadığını gözler önüne sermektedir.
6- Türkiye'de demokrasi dışı olan her türlü eylem gayri yasaldır ve muhakkak suretle adli yargılamaya tabi tutulmalıdır. Bugün yürütülen çeşitli iddianamelerde de demokrasi dışı bir yönteme başvurma çabaları ifade edilmektedir. Yargı süreci takip eder sonuç iddiaların doğru olduğu şeklinde bir hükme bağlanırsa, doğal olarak yargı da uygun görülen cezayı verir. Ancak hükümet bunun ötesinde durmakta ve bu iddia konularını sanal gündemlerle canlı tutup bundan oy devşirmeye çalışmaktadır. Siyasal bir kültür ve devlet politikasından yoksun olan bir iktidar için bu anormal durum, normal ve demokratik bir tavır gibi gösterilmektedir. Demokrasi dışı müdahalelerin olduğu konusunda bırakın süreç işlesin, yargı hüküm versin, siz yargıya müdahale etmeyin diyen hükümet, anayasa değişikliğine yargının başında olan kişiler tarafından gösterilen tepkiyi ideolojik bulmaktadır. Yani iddialar üzerine giderken yargı bağımsız ve tarafsızdır; ancak hazırlamış olduğunuz anayasa değişikliği paketine bu yürütmenin yargıyı kuşatmasıdır denildiğinde yargı ideolojiktir. Şunu sormak gerekir iktidara; yargı ideolojik midir değil mlidir? Hangisine inanıp sizinle politika üretelim. İşte böylesi bir siyasal dil ile uzlaşma mümkün müdür? Değildir; çünkü bu siyasal dil uzlaşmanın değil, çatışmanın dilidir ve onları var kılan bu çatışma ortamıdır. Örnek olarak; bir taraftan Habur'da terörist karşılıyor diğer tarafta 3. Ordu Komutanını terörist ilan ediyor; bir taraftan Habur'da teröristi kucaklıyor, diğer taraftan kendilerinden olmayanı kanı bozuk ilan ediyor. Nasıl bir siyasal kültür, nasıl bir devlet politikası. Suçlu varsa kim olursa olsun cezasını çeksin ama kim terörist kim suçlu bunun ayrımı da yapılsın.
7- Yolsuzluk, hırsızlık, sahtekârlık da gayri ahlakidir. Bunlar da hem hukuki anlamda suçtur ve yasaların yaptırımı gerekir hem de toplum nezdinde itibarsızlığın temel göstergesidir. Hükümet eğer bir demokrasiden söz ediyorsa, temiz siyaseti merkeze almalı ve öncelikle millet yoksullaşırken kendilerinin ölçüsüz zenginliklerinin kaynağını ifade edebilmelidir. Bundan ısrarla kaçınan hükümetin Türkiye'de yetim hakkını kimseye yedirmem demesi acaba ne kadar inandırıcı ve ahlakidir.
B-AKP İKTİDARININ "DEMOKRATİK AÇILIM" ADINI VERDİĞİ KÜRT AÇILIMI'NIN SONUÇLARI
AKP iktidarının "demokratik açılım" adını verdiği Kürt açılımı, bölücü terör örgütü PKK'ya bugüne kadar hiç olmadığı ölçüde cesaret verdi. AKP'nin Kürt açılımı söylemini ortaya attığı tarihten bu yana verdiğimiz şehit sayısı 128 oldu. Bu rakam, demokratik açılımın "fiilen" uygulandığı son 5 ayı kapsıyor. Aynı dönemde, güvenlik güçlerimiz tarafından öldürülen terörist sayısı ise yaklaşık 160. Şemdinli ve Elazığ'daki PKK saldırılarında iki gün içerisinde 12 şehitle Halkalı'da patlatılan bombayla masum ve savunmasız olan asker ve yakınlarına yapılan kalleşçe saldırı da bu işin bu zihniyetle yönetildikçe daha çok uzayacağını göstermektedir.
Sadece son üç ayda vatan topraklarını korumak için canlarını veren şehitlerimizin sayısı 47'ye ulaştı. Terörün yaz başlarından itibaren tırmanacağı beyan eden Genelkurmay'ın açıklamasına paralel, örgütün çeşitli kademelerinden yapılan açıklamalarda pkk lıların geniş bir saldırıya hazırlandıklarını gösteriyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin mayıs ayında bölgede yoğunlaştırdığı operasyonlar başta olmak üzere, alınan önlemlere tepki gösteriliyor, bunların durdurulması isteniyordu. Bu cümleden olarak pkk'nın siyasi kanadı BDP kanalıyla düzenlenen toplantılarda Türkiye Cumhuriyeti Devleti açıkça tehdit edildi, silahlı eylemlerin başlatılacağı ilan edildi.
Öte yandan BDP Bitlis Milletvekili Nejat Karabaş bir ay kadar önce yapılan toplantıda şöyle demişti: "Bu politikalar sürerse Kürt halkı yemin ediyorum sadece gerilla mücadelesiyle kalmayacak, yaşamı cehenneme çevirecek." Aynı toplantıda BDP Diyarbakır İl Başkanı "Kürtler eski Kürtler değil; diz çökertmeye çalıştığınız bu halkın önünde diz çökeceğiniz günler yakındır" sözleriyle meydan okumuştu. Devamında BDP Siirt Milletvekili Osman Özçakır "yine bahar geldi, savaş kızıştı, operasyonlar arttı. Tankları, uçakları, helikopterleri Kürdistan topraklarına çıkıyor, bizler bunu durduracağız, onurlu bir barış getireceğiz. Sizin kardeşliğinizi istemiyoruz. Tarih boyunca hep Kürtleri kandırmak istediler. Ancak Kürtler uyanıktır artık, Kürtler artık sizi izlemez. Bizler milyonlarla varız, örgütlerimiz var, bizi kimse artık kandıramaz."
"Orta yoğunlukta bir savaştan bahsediliyor. Bu dağda olmaz; şehirlerde de bunun etkisi çok büyük olur. Şehirlerdeki serhirdanlar bu yapılanlara direnebilir. Her şekilde büyük katliamlar da gelişebilir. Halkımız bunu bilmeli ve tedbir almalıdır." Örgüte bu genel talimatı veren Öcalan esas amacının kendi durumu olduğunu, bir an önce İmralı'dan çıkarılarak önce ev hapsi ortamına, sonra da tam anlamda özgürlüğüne kavuşmak istediğini ortaya koyuyor, pazarlık için şartlarını öne sürüyordu: "Önümü açarsanız ben etkimin olduğu bütün kesimleri silahların susması konusu dahil bir hafta içerisinde ikna etmezsem, bana ne derseniz deyin; bana ne yaparsanız yapın. Ben bunu yapma gücümün olduğuna inanıyorum ve bunu yapabilirim. Ben 31 Mayıs'a kadar bekleyeceğim. Bu zamana kadar olumlu bir gelişme olmazsa artık hiçbir şeye karışmayacağım. Kim ne yapacaksa kendi kararıdır."dedi ve ortalık kan gölüne döndü. Sayın Devlet Bahçeli'nin tarihi yedi önerisi içinde katil Öcalan'ın tecridi ve teröristlerle her ne şekilde olursa olsun irtibatını sağlamaması da vardı hatırlatmakta fayda var.
AKP'nin iktidara geldiği dönemden itibaren, terör saldırıları da bu saldırılara kurban verdiğimiz şehitlerimizin sayısı da artmaya başladı. Türkiye bu kâbus dolu günlere nasıl geldi? Hani her şey çok güzel olacaktı? Hani Türkiye'de "ayrımcılık" vardı? AKP, bu ayrımcılığın önüne geçecekti!..
Başbakan Erdoğan'a göre, bu devlet yıllarca yanlış yönetilmişti! Erdoğan'ın sözünü ettiği o "yıllar"da neden şehit sayımız 'sıfır'a inmişti o halde? Terör örgütü, 2002 yılında niçin kendisini "fesh etme" kararını almıştı? Yanlış olan neydi?
Teröre 6 şehit verdiğimiz 2002 yılından bu yana, AKP iktidarının "kanatları" altındaki terörle mücadelenin bilançosuna baktığınızda ne göreceğinizi biliyor musunuz?
C- RAKAMLARLA TÜRKİYE'NİN 10 YILLIK TERÖRLE MÜCADELESİ
1999 yılında 203 şehit verdiğimiz terör, 2000 yılından itibaren hızla güç kaybetmeye başlamış, bölücü faaliyetlerinin sayısı gözle görülür oranda azalmıştı. 2000 yılında, terörün kanlı eylemlerinin sayısı 3 bin 219'den 45'e düşmüş, şehit olan güvenlik görevlisi sayısı ise bir yılda 22 olarak belirlenmişti. 2000 yılında, terör örgütünün Türkiye içindeki mevcudiyeti korunamaz hale gelmiş, terörist miktarı ise 4 bine kadar düşmüştü. Bu sayının ancak ve ancak yüzde 10'u Türkiye topraklarında barınabiliyordu.
Gelelim 2001 yılına? 2001'de teröre verdiğimiz şehit sayısı sıfırdı. 2002'de ise sadece 6 askerimiz terör saldırılarında şehit düştü.
RAKAMLAR.
Sıfır olan şehit sayısı AKP döneminde nasıl üç haneli sayıları buldu.
2003 yılında 21 şehit
2004 yılında 73 şehit
2005 yılında 92 şehit
2006 yılında 121 şehit
2007 yılında 118 şehit
2008 yılında 150 şehit
2009 yılında 135 şehit verdik.
2010 yılına gelindiğinde, iktidarın "demokratik açılım" söylemleri de meyvesini(!) vermeye başladı. Terör saldırıları bir anda artarken, eylemlerin yalnızca Güneydoğu bölgelerinde sınırlı kalmadığı, Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere, Batı'ya doğru bir kaymanın başladığı dikkat çekiyordu.
2010 yılına geldiğimizde, karşımıza çıkan tablo şu:
18 Nisan tarihinden bu yana geçen iki aylık sürede güvenlik güçlerine 224 saldırı düzenlendi. Son dört aylık dönemde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bölücü terör örgütüyle mücadelesinde öldürülen terörist sayısı 159 oldu. Yine bu dönemde, her gün bir çatışma haberi aldık, hemen her gün en az bir şehit verdik. Son terör saldırısında ise 10 vatan evladımızı yitirdik.
Peki bu ülkeyi yönetenler ne yaptı?
Biz söyleyelim ne yaptıklarını... Terörü "şiddetle" kınadılar ve mücadelenin "kararlılıkla" devam edeceğini duyurdular.
Bu mücadeleyi "kararlılıkla" sürdüren yegane kurum, Türk Silahlı Kuvvetleri'dir... Bu mücadeleyi baltalayanlar ise, okyanus ötesinden ve burnumuzun dibinde yeşertilen kukla devletçikten, köklü Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yönetenlerin içine düştüğü acziyete sevinenlerdir... Kirli terör siyasetçilerinin, içerideki işbirlikçileri, kalemşörleri, "demokrasi çığırtkanlığına" soyunmuş liberal görünümlü hainleridir...
Ordunun, terörle mücadelesini baltalayanlar, terörü müzakere konusu yapmayı kabullenip, şehit kanları üzerinden pazarlığa oturanlardır...
Dünün peşmerge reisi, çapulcu Barzani'yi, ülkesine buyur edip, krallar gibi karşılayanlar, ona "Mesud Abi" diye seslenmekten hicap duymayanlardır...
Ordunun terörle mücadelesini baltalayanlar, şehit kanı akıtan eli kanlı teröristleri, Habur'dan güllerle karşılayıp, düzmece mahkemelerde yargıladıktan sonra serbest bırakanlardır...
Onlar bugün susuyor... Bakmayın siz onların sözde kınamalarına, kararlılık söylemlerine... Onlar gerçekten "acı"duysalardı bugün; temsil ettikleri milletin karşısına dimdik çıkarak yiğitçe söylerlerdi söyleyeceklerini... Söylemediler...
Yarın şehit cenazelerinde "Vatan sağolsun" diyenlerin acısı manşetlerden düştüğünde, onlar açılım safsatasına bıraktıkları yerden devam edecekler... (Not: Yukarıdaki bilgi ve istatistikler, http://www.gazete5.com/haber/akp-doneminde-kac-sehit-verdik-olen-terorist-sayisi-dengir-mir-firat-23559.htm adresinden alınmıştır.)
D-HABUR FACİASI TÜRK MİLLETİ İÇİN NİÇİN ASLA UNUTULMAMASI GEREKEN BİR OLAYDIR?
Şöyle ki; son açılım ve Habur faciası bile Türk toplumundan beklenen tepkiyi alamamıştır. Bu bir psikolojik tahlil olmakla birlikte Türk insanının geleceğini oluşturacak ruh halini yansıtmaktadır. Şehirli ve okumuş insanımızın durumu ise farklı değildir. Yöntemin aynı olmasının yanı sıra bu yönteme aba altından sopa gösterme tekniği de eklenerek korku ortamı yaratılmıştır. Ergenekon iddiasıyla Türkiye'nin fişlendiğini söyleyen bu iktidar, kendi fişlemesini o kadar abartmıştır ki özellikle doğu şehirlerinde insanlarımızın tipi ve tarzı dahi artık ayırt edici unsur olmaya başlamış, belli cemaate girmeyen, onların işyerlerinden alışveriş etmeyen, onların söylemlerine karışmayan kişi veya kişiler çeşitli yaftalarla öteki ve hatta bozguncu olarak görülmektedir. Ama eski bir bölücü parti vekilinin iç işleri bakanı ile ilgili hâkimler savcılar ayarlandı. Sorun olmadan Habur'daki çadır, adliyeden serbest kalacaklar iddiası konuyu bütün sıcaklığı ile gündeme taşımıştır. Arzu edilen sadece bu tarz gündeme getirmelerle değil Habur faciasının hafızamızdan hiç silinmemesi ile Milli Bilinci diri tutabiliriz.
Bu konuda bakın Lider Bahçeli Grup Konuşmasında neler söyledi:
Milletimizde İnfial uyandıran ve Başbakan'ın gerçek yüzünü ortaya çıkartan bu olayın unutturulmadan gündemde tutulmasında ve yeniden hatırlanmasında yarar vardır.
Zira Habur'daki karşılama ile birlikte Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşlarının;
? Elli kanlı PKK ile yaptıkları pazarlıklar ortaya dökülmüş,
? Senelerdir Kandil bölgesine tezkereye rağmen neden harekât yapılmadığı daha iyi anlaşılmış,
? Yıkım projesinin perde gerisindeki küresel aktörler belirginleşmiş,
? İmralı Canisi ile AKP hükümetinin proje ve eylem ittifakı açığa çıkmıştır.
Bu tarihi alçaklık tablosunun Başbakan Erdoğan'ın ifadesiyle "iyi, güzel ve umut verici" bulunduğu da kamuoyunun malumudur.
Başbakanın övdüğü ve desteklediği bu rezalette,
? Üniformalı teröristlerin zafer çığlıkları ile ve omuzlar üstünde karşılandığı,
? Bu alçalmaya nezaret ettirilen güvenlik ve kamu güçlerinin eliyle devlet otoritesinin ayaklar altına alındığı,
? Terör örgütünün paçavralarıyla beraber kin, nefret ve husumet gösterileriyle devlete açıkça meydan okunduğu,
? Hükümet memurlarının PKK'lıları aklamak ve serbest bırakmak için birbirleriyle yarıştığı,
? Hukuk devletinin ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin çiğnendiği, Anayasa ve kanunların çöpe atıldığı,
? Yıllardır milletimize kan kusturan cinayet şebekelerinin Başbakan Erdoğan tarafından kucaklandığı bilinmektedir ve elbette ki milletimizin hafızasındadır.
Başbakan'ın ne pahasına olursa olsun geri dönmeyeceğini ve sürece devam edeceğini ısrarla açıkladığı bu ihanet tablosunun ardındaki gerçekler bunlardır.
İktidar açılımı cebren ve hileyle yapmaktadır ve buna da mecburdur. Bizim her dönem değişen ancak batılı ve özellikle Amerika ve İngiltere için hiç değişmeyen küresel siyaset, dost ABD vasıtasıyla, iktidarı açılım yapmaya mecbur bırakmıştır. Çünkü iktidara geliş ve bu iktidarın devamı, ancak bu mecburiyetlerin yerine getirilmesine bağlıdır. Toplumsal huzurun böyle bir projeyle sağlanamayacağı ortadadır. Zaten amaç huzur sağlamak değil; aksine karışıklık ortamı yaratmaktır. Milleti kendi içinde birbirine ötekileştirerek aralarındaki farklılıklarını keskinleştirip milletin ayrıştırılmasını sağlayıp bölme amacına ulaşmaktır. (Açılımın küresel aktörlerle ilintisi konusunda daha geniş bilgi için Prof. Dr. Nadim MACİT'in "Açılım Mı Vassallık Mı" , Berikan Yayınları, Kitabı tavsiye edilir).
E-EĞER GERÇEKTEN BİR HUZUR ORTAMI TESİS EDİLMESİ İSTENMEKTE İSE NE YAPILMALIDIR.
Eğer gerçekten bir huzur ortamı tesis edilmesi istenmekte ise bu ancak yeni bir güven ortamı kurmakla olacaktır ki bu da seçimi elzem kılmaktadır.
Devamlı bir şekilde gündemi değiştirerek, milletin yaşamış olduğu ekonomik problemleri konuşmaması için bir aldatmacanın içinde bulunan AKP, erken seçim olmayacak derken bile, "yaparsak ne durumda oluruz" sorusunun cevabını aramaktadır. Ne yaparsak kazanç elde edebiliriz diye meseleye fırsatçı (oportünist) bir eğilimle bakan iktidar, yeni atraksiyonların içine girmekle beraber, daha yeni planlar üzerinde kafa yormaktadır.
Söz konusu bu atraksiyonların en yeni aldatmacası, bütün sorunların kaynağının "anayasa" olduğu zırvasıdır. Yapılacak anayasa değişikliği ile bütün sorunların ortadan kalkacağını söyleyen iktidar, yeni bir senaryoyu uygulamaya koymuştur. Her konuda olduğu gibi bu konuda da iktidarın yapmak istediklerinin farkında olan ve bu isteklerin altında yatan gerçeği işaret eden Sayın Devlet Bahçeli; "Adına millet dediğimiz böylesi bir karmaşık ve her bireyi kapsamasını esas aldığımız uzlaşma alanlarının yazılı metinleri olan anayasaların da ancak toplumsal bir mutabakat ile hazırlanması kaçınılmazdır." dedikten sora; "İhtiyaç duyulacak değişikliklerin, anayasanın, gerçek bir "Toplum Sözleşmesi Belgesi" olması için mümkün olabildiğince geniş bir uzlaşma ile gözden geçirilmesi ve gerekli değişikliklerin iç dinamikler hesaba katılarak yapılması da şarttır." diye tamamlamaktadır.
Başbakanın ve diğer hükümet üyelerinin söylemlerinde ortaya çıkan gerçek, anayasa değişikliğidir. Bunu istemelerinin çeşitli sebepleri olabilir ya da kendilerini buna görevli hissedebilirler. Siyasi iradesizlik ve ekonomik bozukluk arasında sıkışmış olan millet, kurtuluş yolunu demokrasi çerçevesi içinde sandıkta görmektedir.
F- MUKTEDİR BİR DEVLET OLMAK İÇİN MİLLİ İRADE MİLLİYETÇİ İRADEYE DÖNÜŞMELİDİR
Kürt sorunu olarak kavramsallaştırılan ve asıl bağından koparılan terör sorunu, küresel güç merkezlerinin siyasal iktidardan veya daha sağduyulu bir ifadeyle AB'nin hükümetten istediği uyum sürecinin bir sonucu olarak gündeme taşınmıştır. Dış politikadaki tutarsızlık iç politikada da aynı hızla devam etmiş, bir taraftan teröristler affedilirken diğer taraftan seçilmiş belediye başkanları tutuklanmıştır. Bir taraftan, suçlu olan, suçsuz ilan edilmiş, diğer taraftan suçlu olduğuna bizim kani olduğumuz teröristlerin belli bir süre sonra suçlu oldukları anlaşılmıştır. O dönemde ısrarla bunun bir hata olduğunu savunan çevrelerin sözüne gelinmiştir. Bunlara ilaveten dış politikadaki çelişik ilişkiler, iç politikadaki tutarsızlık ve vaat edilenlere (teröre) karşı Türk Milletinin sağduyulu duruşu, iktidarı bugün küresel ölçekte dış politikada yalnız, iç politika da çaresiz bırakmıştır. Bu çaresizliğin kendi iktidarlarını sona erdirecek bir hamle olduğunu gören iktidar, dış politikadaki başarısızlığını belirli merkezlere indirgerken, iç politikadaki yok oluşunu da siyasal İslam, din üzerinden oy devşirmeye dönüştürmüştür. Filistin kutsal coğrafya ilan edilmiş, Müslüman kardeşlerimize zulüm yapıldığını temel çıkış noktası olmuştur.
Oysa tarihi gerçek, Filistin'de İsrail'in bunu yıllarca yaptığını bize göstermektedir. Diğer taraftan ağzımızın içinde Iraklı Müslümanlara yıllardır ABD zulmetmektedir ve AKP İktidarı bu zulme yıllarca sessiz kalmamıştır; aynı zamanda meclisten malum bir mart tezkeresinin geçmesi için çaba sarf etmiş, yani buna taraf olmuştur.
Sonuç mu dediniz? Irak'taki durum herkesin malumu, hadi ölümlere razı olduk Amerikan conilerinin Müslüman kadınlara peydahladığı çocukları aldırmak isteyen kadınlara kürtajı bile yasakladılar. Yani oryantalizmin son aşaması öğrenilmiş çaresizlik ve kendini hiçleştirmeyle postkolonyalizm yine iş başında tıpkı tarihin derinliklerinde olduğu gibi. Ve bunlara vaktinde meydan okuyamayıp işbirliği yaptıkları zihniyetle nasıl oldu da şimdi meydan okuma gibi gözüken hareketler yapılmakta bir hatırlayalım. Bundan yaklaşık sekiz yıl önce rotasını Brüksel'e ve Washington'a çeviren Ankara'nın, sözüm ona şerrinden Brüksel'in şefaatine sığınmaya kalkanlara acaba ne oldu da bugün eksenlerini kaydırıp siyasal mabetlerini değiştirmeye kalkıyorlar? Ya bunların elinde kimin daha fazla Müslüman olduğunu ölçen bir alet var ya da bunlar tam anlamıyla takiyyeci.
Sonucun ne olacağını kestiren iktidar, giderayak üzerime düşeni yapmalıyım telaşı içerisine düşmüştür. Ancak ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın, iktidarın bugün yarattığı ortam tüm yolların seçime çıkacağını göstermektedir. Meydana getirmiş olduğu sosyal ve kültürel tükenmişliğin yanında, ekonominin korkunç ve dayanılmaz ağırlığı altında ezilmeye mahkûm edilen millet, bunun makûs bir talih olmadığını bilmekte ve seçim istemektedir.
Ve Sayın Başbakana Devlet Bahçeli vasıtasıyla Türk Milleti "Sayın Başbakan Demokrasi ile kumar oynama" demektedir.
Hangi yola müracaat ederseniz edin değişmeyen bir gerçek, korkunun ecele faydası olmadığı gerçeğidir. Seçimin kaçınılmaz olduğu kadar, seçimden kaçmanın da ülkeyi uçurumun eşiğine sürüklemek olduğu unutulmamalıdır.
Ünce ülkem sonra partim ve ben anlayışının gereği milli iradeye saygı duyup ülke şartlarının seçimi zorunlu kıldığını düşünerek kendi partisinin ve şahsının ne olacağını hesaba katmadan 3 Kasım 2002 seçimlerinin ilk çağrısını yapan Lider'den biraz nasiplenmek gerekir diye düşünüyoruz.
16 şubat 2010 tarihli grup konuşmasında Yüce Türk Milleti'nin bin yıllık kardeşliği ve gelecek seçimler için değil; gelecek nesiller için siyaset yapan ve vizyon ortaya koyan Lider Bahçeli mevcut hali tarifle ilgili Şu tespitlerde bulundu:Yedi buçuk yıl gibi çok uzun bir süredir devam eden iktidar siyasetindeki üslup kirliliği ve seviye kaybı nedeniyle aşağılanmayan, hakarete uğramayan, hor görülmeyen, taviz verilmeyen hiçbir milli ve manevi değer kalmamıştır.
Giderek daha derinden hissedilen buhran ve kargaşa nedeniyle devlete nizam veren bütün ölçü ve ayarlar kaçmış, siyasetin, güvenliğin, ekonominin, yönetimin bütün çivileri yerlerinden çıkmıştır.
Bunların sonucunda, milletimiz yorulmuş, devletimiz hırpalanmış, kurumlarımız yıpranmış, kardeşliğimiz tartışılmış, inançlarımız istismara uğrayarak siyasete kurban edilmiştir.
Bugün ortada;
? Gerginlik, kutuplaşma ve istismarla boğuşarak yönetilemeyen bir Türkiye,
? Sorun çözme insiyatifini elinden kaçırmış bir ülke,
? Yılların hassas dengelerini bozarak iradesini yabancıların insaflarına bırakmış bir hükümet
? Açlığa, yokluğa, işsizliğe ve yoksullukla mahkûm edilmiş insanlar,
? Ve kardeşliği sorgulatılmak istenen bir millet gerçeği karşımızdadır.
Yedi yıl boyunca Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetlerinin Sorunlar karşısındaki acziyeti, Ekonomiden İç siyasete, Uluslararası ilişkilerden sözde özelleştirmeye kadar her alanda dış dayatmalara boyun eğen teslimiyeti bu karanlık tabloyu önümüze getirmiştir.
Artık yaşadıklarımız, yalanlarla saklanamayacak kadar açığa çıkmış, istismarla örtülemeyecek kadar alenileşmiş, yandaşların bile gizleyemeyeceği kadar vahim sonuçlar olarak karşımıza dikilmiştir.
Sanal başarıların, sahte zaferlerin, şişirilmiş kahramanlık gösterilerinin, mutlu ülke ve huzurlu insan iddialarının sonu gelmiştir.
Bu aşamada, ağır bir yıkım sürecinin bütün işaretlerini vermeye başlayan Türkiye'de;
? Hükümet aciz, çaresiz ve tahripkâr;
? Temel kurumlar yıpranmış, hırpalanmış ve endişeli;
? Siyaset yorgun, tıkanmış ve inatçı;
? Hukuk zedelenmiş, güç kaybetmiş ve öfkeli;
? Aziz milletimiz ise gergin, yoksul ve ümitsizdir.
21-6-2010 Salı günkü tarihi konuşmalarında sayın Devlet Bahçeli bu zihniyete şöyle seslenmiştir.Aziz milletim ve tarih şahittir ki;
? Kim nerede, albayrağa gözünü dikmişse karşısında bizi bulmuştur.
? Kim nerede, milletimin huzuruna musallat olmuşsa karşısında bizi bulmuştur.
? Kim nerede zalimlerle işbirliği yapmışsa, zulme ortak olmuşsa karşısında bizi bulmuştur.
? Kim nerede, yabancılara boyun eğmişse karşısında bizi bulmuştur.
Ne tehditlerden korkarız, ne iftiralardan yılarız.
Ne hainlerle kucaklaşır, ne bozguncularla işbirliği yaparız.
Bunun için AKP'ye karşıyız.
Bunun için hainlerin düşmanıyız.
? Biz ilhamını, gücünü ve inancını milletinden alan Milliyetçi Hareketiz.
? Biz ne başkalarının önünde diz çöker, deliğe süpürmeyin diye yalvarırız,
? Ne de aziz şehidine hakaret eder, canilere sayın diye hitap ederiz.
Yurdumuzu canımızdan aziz biliriz, gözümüzü kırpmadan feda ederiz.
Dik dururuz, eğilmeyiz, sözümüzün eriyiz, başka türlü olmak bize yakışmaz.
Hiçbirimiz, Türk milletinin bir evladını bile başkaları gibi yedi düvele değişmez.
? Başbakanın bölünme modeli demokrasi olacak, ancak bizim direnişimiz bölücülük sayılacak. Bunu asla kabul etmeyiz.
? AKP'nin tahrikleri çağdaşlık sayılacak, bizim vakarımız ilkellik görülecek. Bunu şiddetle reddederiz.
? Hükümetin yıkımı açılım olacak, bizim duruşumuz ayıp sayılacak. Bunu elimizin tersiyle iteriz.
? Parçalanmanın adı açılım olacak, bizim tavrımız ise suçlanacak. Bunu sahibine derhal iade ederiz.
? Teröristin döktüğü kan unutulacak, biz ise kandan beslenmiş olacağız. Bu çürümüşlüğü lanetleriz.
? Terörist törenle karşılanacak, oysa bizim şehide sahip çıkmamız eleştirilecek. Küstah zihniyete hak ettiği cevabı veririz.
Düzenlerin, tertiplerin, komploların içinde olmayız,
Olduğumuz gibi görünür, göründüğümüz gibi de oluruz.
Biz Milliyetçi Hareketiz.
Dün Ne isek bugün de oyuz.
Dün Milliyetçiydik, bugün de oyuz.
Dün de ayaktaydık bugün de varız.
Hainlere inat, Alçaklara inat, Düşmanlara inat, Var olmaya da devam edeceğiz Sonuç olarak şu ifadeleri tekrarlamak istiyorum
DEVLET BAHÇELİ her Salı Grup konuşmalarında Adeta bir Çağlayandan akan saf ve temiz kaynak suyu gibi çağıldıyor; ama sorun bu çağlayan kaynağını damacanalara ve şişelere koyup evlere servis yapma sorudur. Burada da görev tarihe ve çocuklarına karşı sorumluluk hisseden her vatandaşımıza düşerken elbette öncelikli sorumluluk teşkilat içi görevi olan ülküdaşlardadır. Zira bizim yazdıklarımız sadece liderin ortaya koyduğu vizyonu siz değerli okuyucularla paylaşmaktan ibarettir.
" YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE "
http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?id=6923
***