Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2017 Cuma

Kaya Petrolü ve Kaya Gazındaki Gelişmeler ABD'’ye Neler Getirecek?

Kaya Petrolü ve Kaya Gazındaki Gelişmeler ABD'’ye Neler Getirecek?












Petrol fiyatları 2008 yılında varil başına 147,7 dolara yükseldiğinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin petrol ve doğal gaz üretiminin uzun vadeli bir düşüşe geçeceği beklentisi oluşmuştu. Enerji arz güvenliği açısından, ABD’nin ithal petrole ve doğal gaza olan bağımlılığının artacağı tahmin edilmekteydi. Ancak bu tahmin, konvansiyonel olmayan petrol ve doğal gaz alanında devrim niteliğindeki gelişmeler sayesinde kökten değişmiştir. ABD, yatay sondaj ve hidrolik kırılma tekniklerinin bulunmasıyla birlikte enerjisi kısıtlı bir ülke olmaktan çıkmış, enerjide kendi kendine yeten bir ülkeye dönüşmüştür. ABD, 2013’te Rusya’yı da geride bırakmış ve dünyanın en büyük enerji üreticisi konumuna yükselmiştir. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) tahminlerine göre, Washington’ın yakın gelecekte Suudi Arabistan’ı geçerek dünyanın en büyük ham petrol üreticisi olması beklenmektedir.

Yatay sondaj ve hidrolik kırılma (yer altında kaya oluşumlarının içindeki petrol ve doğal gazın yüksek basınçla püskürtülen kum, kimyasallar ve su karışımıyla çıkarılması) tekniklerinin ilerlemesiyle birlikte, Amerika’nın ürettiği doğal gaz miktarı 2010 yılından bu yana yaklaşık yüzde 25 oranında artmıştır. Bu artış, ABD’nin Rusya’yı geride bırakarak dünyanın en büyük doğal gaz üreticisi konumuna gelmesini sağlamıştır. Dünyanın en büyük enerji üreticisi Amerika, 2014’ün ilk çeyreğinde günde 11 milyon varilin üzerinde ham petrol çıkarırken; Rusya’nın günlük üretimi 10,53 milyon varil, Suudi Arabistan’ınki ise 9,45 milyon varil seviyesinde kalmıştır.(1)

Kaya petrolü üretimindeki bu olağanüstü artışla birlikte ithalatını büyük oranda düşürenABD’nin diğer büyük petrol üreticilerine olan bağımlılığı azalmıştır. 2005’te yüzde 60 seviyesinde olan Amerika’nın net ithalatıyla karşıladığı akaryakıt tüketim oranı böylece 2013 yılında yüzde 33’e düşmüştür. Bu oranın daha da düşerek yüzde 22’ye, yani 1970 yılından bu yana görülen en düşük seviyeye gerileyeceği öngörülmektedir. ABD’de yerli üretimin teşvik edilmesinde en önemli etken şüphesiz yıllık 200 milyar doları bulan rekor yatırımlar olmuştur.(2)

Büyümeye ve çeşitlenmeye devam eden küresel enerji arzı, Amerika’nın kaya gazı ve petrole dayalı yeni enerji stratejisinin etkisiyle dönüşüme uğramaya başlamıştır. Ancak ABD’nin petrol üretimindeki bu artışa ve Amerika’daki kaya gazı ve kaya petrolü üretiminin Irak’ın üretiminden daha yüksek olduğu bilinmesine rağmen, piyasa fiyatlarında henüz bir düşüş gözlemlenmemiştir. ABD’nin enerji arzında yakaladığı büyümenin petrol fiyatlarını düşürmesi öngörülmüş olsa da, bu beklenti henüz gerçekleşmemiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, ABD dışında gelişen ciddi ve zorlayıcı jeopolitik koşullardır. Nitekim Orta Doğu’da Arap Baharı ve sonrasında Libya, Mısır, Irak vb. gibi çeşitli ülkelerde yaşanan ciddi siyasi istikrarsızlıklar zaman zaman enerji tedariki konusunda hem bu ülkeleri hem de mevcut dünya ham petrol piyasasını zorlamıştır. Benzer bir şekilde, İran’a uygulanan yaptırımlar neticesinde Tahran’ın hidro-karbon rezervlerini yeterli miktarda dünya piyasasına ulaştıramamış olması jeopolitik koşulların dayattığı bir durum olup enerji güvenliği meselesinin belirlenmesinde önemli olmuştur. Hâlihazırda, Orta Doğu bölgesi ve Ukrayna’da süregelen siyasi istikrarsızlıklar devam ettikçe bu durumdan ham petrol piyasalarının bir şekilde etkilenmemesi mümkün değildir. Şimdilik, olası bir fiyat artışı Suudi Arabistan’ın sahip olduğu petrol rezervleri ile frenlenmiştir. Aynı durum doğal gaz fiyatları için de geçerlidir. Örneğin, dünya çapındaki birbirinden ayrı üç doğal gaz piyasasında halen farklı fiyatların geçerli olduğu gözlemlenmektedir. 2012 yılında, Kuzey Amerika’da ABD’deki doğal gaz fiyatı 1 milyon BTU (İngiliz Isı Birimi) başına 3 dolar iken; Avrupa’da Almanya’nın ödediği fiyat 11 dolar ve Asya’da Japonya’nın ödediği fiyat 17 dolar olarak gerçekleşmiştir. 

Avustralya’nın 2020’den itibaren Katar’ı geçerek en büyük küresel LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) tedarikçisi olması öngörülmesine rağmen, dünya petrol piyasalarında en büyük etkiye Amerika ve Kanada’nın gerçekleştireceği üretimin yol açması beklenmektedir. IEA’nın yakın tarihli bir raporuna göre, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) pazar payı hâlihazırda düşmeye başlamıştır ve bu trendin gelecek birkaç yıl içerisinde değişmesi öngörülmemektedir. IEA’nın tahminine göre, OPEC’in öngörülen küresel ham petrol talebi büyümesini karşılamadaki payı küçülecek, buna karşın OPEC üyesi olmayan ülkelerin payının 1,3 milyon varil artarak 2015’te günde 57 milyon varile ulaşması beklenmektedir. 2015’te küresel ham petrol talebinin ise 2014’teki seviyeden 1,2 milyon varil artışla günlük 92,3 milyon varile yükseleceği tahmin edilmektedir. Tüm bunlarla birlikte, IEA’nın Kasım tarihli raporunda (3) ABD’nin 2030’lu yılların başlarında dünyanın en büyük ham petrol üreticisi olma ünvanını kaybedeceği öngörülmektedir. Bu tahmine göre, Amerika’nın petrol üretimi 2019 yılında günde yaklaşık 13,1 milyon varil seviyesine ulaşana dek yükselmeye devam edecek, fakat bu tarihten sonra yatay bir seyir izleyecektir.(4)

ABD’nin kaya gazı ve petrol üretimindeki olağanüstü artışın henüz küresel petrol fiyatlarında neden herhangi bir düşüşe yol açmadığı ve farklı bölgesel piyasalarda niçin hâlâ üç farklı doğal gaz fiyatının geçerli olduğu soruları cevaplanması gereken önemli sorulardır. Küresel ham petrol sektörünün bir süredir büyük bir değişimden geçtiği bir gerçektir. Kaya gazı ve petrolü üretimindeki artışı konu alan güncel yayınların çoğunda, Washington’ın bu alandaki mevcut başarısı üzerinde durulmakta, ancak geleceğe yönelik öngörülere oldukça az değinilmektedir. Fosil yakıtlar yakın gelecekte küresel enerji arzının temel kaynağı olmaya devam edeceğinden, çokça atıfta bulunulan Kuzey Amerika kaya gazı devrimiyle ilgili yukarıda geçen soruların cevaplanması büyük önem taşımaktadır.

Ham petrol ve doğal gaz fiyatları söz konusu olduğunda, hidrokarbon ithal eden ülkeler doğal olarak “arz güvenliğini” dikkate almaya eğilimliyken; enerji ihraç eden ülkeler ise, ekonomik büyüme sağlamak için büyük ölçüde bağımlı oldukları petrol ve gaz ihracatları konusunda “talep güvenliğini” ön planda tutmaktadır. Aslına bakıldığında, bu ülkelerin bazılarında kamu gelirlerinin büyük bir kısmı doğrudan ham petrol ve doğal gaz ihracatından gelmektedir. Söz konusu ülkelerde, hidrokarbon kaynakların ihracatı toplumsal düzen ve istikrarın korunmasında kritik bir rol oynamaktadır. Körfez İşbirliği Konseyi’ne (KİK) üye olan ülkelerin çoğunda bu gelirlerin ağırlığının, toplumsal düzenin muhafaza edilmesinde ne kadar önemli olduğu, Arap Baharı’nın başladığı dönemde ve takip eden süreçte görülmüştür.

Enerji güvenliği, ister arz ister talep tarafında olsun, dünya çapında meydana gelebilecek herhangi bir aksama, düzensizlik ve olağanüstü duruma ivedilikle müdahale etmek için tasarlanmış ulusal ve uluslararası kuruluşları kapsayan bir sistemdir. IEA da tam bu sebeple, ilk etapta 1973-74 yıllarında meydana gelen ilk petrol krizinin yansımalarına ve gelecekte yaşanabilecek olası aksamalara müdahale edilebilmek amacıyla kurulmuştur. Dolayısıyla enerji güvenliği, mevcut araçlar vasıtasıyla hidrokarbon arzının düzenli akışını sağlamak maksadıyla sürdürülen çalışmalar şeklinde tanımlanabilir.

Gerçekte yalnızca bir küresel petrol piyasası vardır ve ABD de bu piyasanın bir parçasıdır. Bu küresel petrol piyasasında her gün yaklaşık 90 milyon varil petrol bir yerden bir yere taşınmaktadır. Birleşik Devletler bu nedenle küreselleşmiş enerji piyasalarına sıkı bir şekilde bağlı kalmaya devam etmektedir ve dolayısıyla küresel petrol arzında beklenmeyen bir kaza sonucu meydana gelebilecek olası bir aksama, ABD’de de pompa fiyatlarını doğrudan etkileyecektir. Washington bugün uluslararası piyasalarda istikrarı koruma konusuna bu nedenle büyük ilgi göstermeye devam etmektedir. IEA’ye göre, 2030 yılından sonra Suudi Arabistan başta olmak üzere OPEC üyelerinin uluslararası piyasaların istikrarını sağlamada üstlendiği rol, OPEC üyesi olmayan ülkelere kıyasla bir kez daha kritik bir noktaya varacaktır.(5)

Bu noktada, herhangi bir sebeple aksamaya uğramış olan arzı telafi etmesi beklenen ilave arzın sağlanabilirliği olarak tanımlanan enerji güvenliği marjına değinmek gereklidir. Yedek kapasitenin kritik bir kısmı, bilindiği üzere günde yaklaşık 1,5-2 milyon varil arasındadır ve bu miktar, Suudi Arabistan’ın elinde bulundurduğu ilave arza tekabül etmektedir. Yedek kapasite günde 1,5-2 milyon varilin altına düştüğünde, küresel ham petrol piyasası sıkıntı hissedecek ve petrol fiyatları aniden yükselme eğilimi gösterecektir. Amerikan Enerji Bilgi İdaresi’ne göre, ABD’nin 2012-2020 yılları arasındaki kaya petrolü girdisi sayesinde Washington’ın her gün 3 milyon varili aşkın yeni petrol ve benzeri sıvı yakıt üretmesi beklenmektedir. Her ne kadar petrolün fiyatı büyük oranda OPEC tarafından belirleniyor olsa da, piyasaya giren Kuzey Amerika petrolünün miktarı arttıkça OPEC’in piyasaya hâkim olması giderek zorlaşacaktır. IEA tarafından belirtildiği üzere, OPEC’in hidrokarbon piyasası üzerindeki etkisinin ve üye ülkelerin üretim seviyelerini düzenleme kabiliyetinin uzun sürmeyeceği öngörülmektedir. Bununla birlikte, OPEC ülkelerinin küresel piyasalarda petrol fiyatlarını belirlemedeki ağırlığının bilhassa 2030 yılından sonra yeniden gözle görülür hale gelmesi beklenmektedir.

Son 20-30 yıl içinde Suudi Arabistan ağırlıklı olmak üzere, OPEC üyelerinin yedek kapasitesi olağanüstü durumlarda kullanıma sokulmuştur. Bunlardan biri 1990 yılında Irak ve Kuveyt’e ait petrol sahalarının kapatıldığı dönemde, bir sonraki ise 2003 Irak Savaşı’nın ardından gerçekleştirilmiştir. Riyad’ın yedek kapasitesi yakın geçmişte, önce 2011’de Libya’nın üretiminde yaşanan aksama nedeniyle, 2012 yılında ise İran’ın ihracatında yaptırımlardan dolayı meydana gelen düşüşü telafi etmek amacıyla devreye sokulmuştur.(6)

IEA üyeleri, uluslararası piyasalarda ham petrol arzının sürekliliğini temin etmek amacıyla Stratejik Petrol Rezervleri (SPR) adlı önlemi ihdas etmiştir. Bu girişimin hedefi, uluslararası piyasalarda ham petrolün akışını etkileyebilecek olası aksamaların olumsuz sonuçlarını engelleyerek ham petrol tedarik güvenliğini garanti altına almaktır. Bu nedenle diğer sanayi ülkelerinin rezervleriyle birlikte Amerikan SPR’si (2013’te 700 milyon varil düzeyindeydi), petrol arzında meydana gelebilecek aksamalara karşı oldukça önemli bir tedbir olarak değerlendirilebilir. Robert D. Blackwill ve Meghan L. O’Sullivan, Amerikan kaya petrolü üretiminin, yaptırımlar nedeniyle piyasaya giremeyen günlük 1 milyon varilin üzerindeki İran petrolünü telafi ettiğini öne sürmektedir. Amerikan hükümeti bu ilave kaya petrolü rezervlerinin etkisiyle diğer devletleri, İran petrolünü uluslararası piyasadan çıkarmanın fiyatlarda artışa yol açmayacağına ikna edebilmiştir. Washington, bu güven duygusuyla Tahran rejimine karşı sert yaptırımların uygulanması konusunda uluslararası destek kazanmıştır.(7)  Blackwill ve O’Sullivan’a göre, ABD bu yeni ham petrol rezervlerine sahip olmasaydı, İran ekonomisini zayıflatan ve Tahran rejimini P5+1 ile müzakere masasına oturmaya zorlayan geniş kapsamlı yaptırımları uygulama imkânı elde edemeyecekti. Bu başarının öncesinde İran’ı müzakereye ikna etmek için birkaç girişim daha gerçekleşmiş, fakat başarı sağlanamamıştır. Bu sefer ise yaptırımların petrol piyasasının zor durumda olduğu ve fiyatların yüksek seyrettiği bir dönemde yürürlüğe girmesine rağmen, ABD’deki kaya petrolü rezervleri sayesinde sonuç alınabilmiştir.

ABD daha yüksek miktarlarda LNG ihraç etmeye hazırlanıyor gibi görünmesine rağmen, mevcut şartlarda doğal gazın fiyatı üç farklı coğrafyada çeşitlilik göstermeye devam etmektedir. Bunun sebebi ise Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya doğal gaz piyasaları arasındaki entegrasyon eksikliğidir. Piyasaların entegrasyonu için gerekli altyapı yatırımlarının ise kısa vadede tamamlanması beklenmemektedir. Bununla birlikte, en iyi şartlarda dahi bütünleşmiş bir küresel petrol piyasasına benzer, bütünleşmiş bir doğal gaz piyasasının asla hayata geçirilemeyeceği açıktır.

Kuzey Amerika’daki konvansiyonel olmayan petrol ve doğal gaz kaynakları, Washington’ı henüz enerjide bağımsız bir ülkeye dönüştürmemiş; sadece enerjide kendi kendine yeten bir ülke konumuna getirmiştir. Ayrıca, bugün yapılan en iyimser gelecek tahminleri bile ABD’nin gelecek 10 yılda hidrokarbon ithal etmeyen bir ülke olacağını öngörmemektedir. Bu tahminlere göre, Washington’ın ithal petrol ve doğal kaynaklarına olan bağımlılığının 2020 yılında yüzde 20 seviyelerinde kalması beklenmektedir. Bununla birlikte, ABD her ne kadar Orta Doğu’dan gelen petrole daha az bağımlı hale gelmişse de; Orta Doğu ve Afrika’nın büyük kısmındaki petrol ticareti yollarının Doğu’ya yönlendirildiği unutulmamalıdır. Amerikan ekonomisinin, Orta Doğu kaynaklı tedarikin aksamasına yol açabilecek gelişmelere karşı savunmasız kalmaya devam edeceği ve bu durumun da küresel fiyatların yükselmesine neden olacağı öngörülmektedir.

Kuzey Amerika’da kaya gazı ve kaya petrolü üretimindeki olağanüstü artış, mevcut şartlarda küresel enerji sektörünün evrimini ciddi bir şekilde etkilemektedir. Ancak, bu durum Amerika’nın Orta Doğu’daki çıkarlarında radikal bir değişikliğe yol açmamaktadır. Bununla birlikte, uluslararası petrol piyasalarının istikrarı büyük oranda OPEC ülkelerine bağlı olmaya devam edeceğinden, Washington Orta Doğu’da petrolün akışında kesintiye neden olabilecek gelişmelerin etkilerine karşı savunmasız kalacaktır. Kuzey Amerika’da enerji üretimindeki artış, Amerikan iç piyasasına bol miktarda petrol ve doğal gaz girmesini sağlamış, bu durum enerji maliyetlerini azaltmış, yeni istihdam olanakları sağlamış, imalat sanayindeki bazı alt sektörleri canlandırmış ve böylece Amerikan ekonomisinde büyük bir rahatlamaya yol açmıştır. Bol miktardaki kaya petrolü rezervleri, Washington’a dış politikanın ve güvenlik politikasının yönetilmesinde diplomatik özgürlük ve nüfuz sağlamıştır. Ancak bu rezervler, henüz Washington’a,  ABD’nin dünyanın farklı bölgelerinde karşılaşmaya devam ettiği bütün zorlukları aşmasını sağlayabilecek düzeyde hareket serbestisi kazandırmamıştır. Dolayısıyla Orta Doğu’daki gelişmelerin ABD açısından hassasiyet arz etmeye devam edeceği ve bu şartların yakın gelecekte de değişeceğine dair herhangi bir emare bulunmadığı ifade edilebilir.  

Orta Doğu’nun, mevcut şartlar dâhilinde Washington’ın ulusal güvenlik hesaplamalarındaki önemini büyük olasılıkla korumaya devam edeceği ve bu durumun, Amerika’nın Asya-Pasifik’e dönüş politikasına rağmen değişmeyeceği beklenmektedir.  

Sonuç

Orta Doğu’da İsrail-Filistin çatışması, İran’ın nükleer programıyla ilgili belirsizlik, Irak ve Suriye’nin geleceği gibi güncel gelişmeler karşısında, bugüne kadar harekete geçmemekle (Libya örneğinde olduğu gibi) dikkatlice hesaplanmış müdahalelerde bulunmak arasında gidip gelen Washington’ın tutumu farklı değişkenler üzerinden izah edilebilir. Ancak, Washington’ın Orta Doğu’dan enerji akışını aksatabilecek tüm olasılıkları önleme adına sürdürdüğü çabaların gelecekte de bu bölgeyle ilgili temel güvenlik meselesi olmaya devam edeceği değerlendirilmektedir. 


Sonnotlar:
1) Fred Krupp, “Don’t Just Drill, Baby-Drill Carefully”, Foreign Affairs, Cilt 93, No.3, Mayıs-Haziran 2014, 15.
2) “Demand for OPEC Oil Seen to Taper off”, Saudi Gazette, 13 Temmuz 2014. http://www.gulfinthemedia.com/index.php?id=708995&news_ type=Economy&lang=en, Erişim tarihi: 14 Temmuz 2014.
3) “World Energy Outlook 2013”, http://www.worldenergyoutlook.org/ publications/weo-2013/, Erişim tarihi: 13 Temmuz 2014.
4) Bkz. ‘‘Demand for OPEC...’’, A.g.e.
5) “World Energy Outlook...”, A.g.e.
6) Jan H. Kalicki, David L. Goldwyn (Eds.), Energy and Security, (John Hopkins University Press, Baltimore, 2013), 76.
7) Robert D. Blackwill, Meghan L. O’Sullivan. “America’s Energy Edge”, Foreign Affairs, Cilt 93, No.3, Mart-Nisan 2014, 102-114.



30 Eylül 2017 Cumartesi

Riskler değişirken Türkiye’nin güvenliği


Riskler değişirken Türkiye’nin güvenliği




Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney
BİLGESAM Bşk. Yrd.


Günümüzde devlet aktörüne karşı devlet aktörünün çıktığı normal savaşların yerini artık devlet-devlet/ 
Devlete karşı devlet - dışı aktör/ devlet - dışı aktöre karşı devlet dışı aktör Mücadelesinin içiçe geçtiği asimetrik / Melez savaşlar aldı.



Türkiye'nin güneyinde güvensizliğin şeytan merdiveni yükseliyor. Suriye krizi Ankara için çetin güvenlik sorunları doğurdu: Türkiye kriz esnasında hem rejimden yönelen füze saldırıları ve diğer konvansiyonel silah saldırıları tehdidiyle baş etmek zorunda kaldı; hem de Irak ve Suriye merkez hükümetlerinin yaratmış olduğu otorite boşluğunu dolduran çeşitli terörist grupların asimetrik saldırıyla mücadele etti. Bu güvensizlik sarmalının sürmesi ne yazık ki doğal beklentimiz, çünkü ABD ve Rusya gibi bölge dışı büyük güçler, Irak, Suriye ve Libya gibi ülkelerde süregiden vekâlet savaşlarını kimi zaman parçası da olarak izliyorlar. Üstüne üstük bu güçler, vekâlet savaşları karşısında/içerisinde toprak bütünlüğü bozulan bu ülkelerin artık 100 sene önceki Sykes-Picot düzeniyle yönetilemeyeceğini iddia etmeye başladılar. Çıkarım yapmamız gerekirse, Washington ve Moskova'nın gelecekte oluşturmak istedikleri yeni Ortadoğu, parçalanmış devletler üzerinde yeni küçük devletçikler inşa etmek suretiyle tasarlanıyor. Aslında bu yeni plan, bölge güvenliği için başlıca istikrarsızlık kaynağı olacaktır. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Kerry'nin Irak devletinin 100 yıl önce atılan temellerinin bugün artık iflas etmiş olduğunu ifade etmesinin hemen ertesinde, fiilen üçe bölünmüş Irak'ta Şii kesimler arası çatışmaların yaşanması bir tesadüf değildir. ABD'nin Irak müdahalesi sonrası çözülmekte olan bir Irak ile çoktan çökmüş bir Suriye var ve de gördüğümüz bu param parça olma hali pusuda bekleyen terörist grupları da harekete geçirdi. Irak- Suriye hattında ortaya çıkan güç boşluğu nedeniyle son senelerde terörist gruplar Türkiye'nin güney sınırına kadar geldiler ve asimetrik savaş taktikleriyle yaşam alanlarını genişletmeye başladılar. Bu çetin varoluş mücadelesi sürerken ve sürecekken farklı aktörlerce hedef olarak Türkiye'nin alınması, Ankara için acil ve sadece bugün değil geleceğe yönelik olarak da tedbir alınması gereken bir güvensizlik sorununu ortaya çıkardı.


CAYDIRICILĞI ARTIRACAK ÖNLEMLER ALINMALI

Türkiye'nin güneyinde işaretleri görünen olası bir istikrarsızlık kuşağı karşısında, bu durumun yaratacağı çeşitli konvansiyonel tehditleri bertaraf edebilmek için Ankara'nın şimdiden kendi caydırıcı planlarını hazırlaması gerekiyor. Caydırıcı olmak önemli, çünkü Türkiye sadece güney sınırlarından kendisine yönelen farklı terörist gruplarının konvansiyonel askeri saldırılarına hedef olmamakta. Ankara'nın ayrıca Suriye gibi bazı Ortadoğu ülkelerinin sahip olduğu balistik füzelerinin menzili kapsamında olduğunu unutmamak gerekir. Kısaca farklı aktörlerden kaynaklı risk ve tehditler üst üste biniyor, güvensizliğin şeytan merdivenini yeni konvansiyonel tehditler üzerinden oluşturuyor. Suriye krizi sırasında NATO caydırıcılık stratejisi kapsamında Ankara'ya yönelik tehditlerin caydırılması için temin edilmiş olan Patriot füze bataryalarının günümüz yeni konvansiyonel tehditleri karşısında yeterli olduğunu iddia etmek bu nedenle hayli zor. Dolayısıyla Ankara mevcut ve hızla değişen muhabere koşullarında daha önceki yazımızda bahsettiğimiz NATO caydırıcılık stratejisindeki açmazlar nedeniyle, ulusal savunma sanayinde yakalamış olduğu başarının getireceği motivasyonu da kullanarak ulusal güvenlik konseptinin bir gerekliliği olarak ortaya çıkan yeni ihtiyaç listesindeki önemli bazı konvansiyonel silahları (silahlı insansız hava muharebe silahları (İHA), balistik füze ve füze savunma sistemi v.b. gibi) geliştirmeye hız vermelidir. Türk Savunma Sanayisi'nde hâlihazırda gerçekleştirilmiş olan oldukça başarılı milli askeri projeler ümitvar olmamız için yeterli bir sebep.


TÜRKİYE'NİN SAVUNMA KAPASİTESİ

Türkiye'nin özellikle sınır güvenliğinin sağlanmasında hem Kilis'te karşılaşılan saldırılarda olduğu gibi Katyuşa roketleri ve benzeri konvansiyonel saldırıları durduracak hem de olası balistik füze tehdidi karşısında Ankara'ya caydırıcılık kuvveti kazandıracak yeni askeri yetenekleri geliştirip üretmesi bugün için bir zorunluluk. Bu tür savunma kabiliyetlerinin geliştirilmesi Ankara'nın müttefiklerine olan bağımlılığını azaltması bakımından da önemli. Bu yolu önermemizin en önemli nedenlerinden biri; İttifak caydırıcılık stratejisinin yaygınlaştırılmış caydırıcılık ayağında yaşanan açık. Suriye kaynaklı balistik füze tehdidi karşısında savunma amaçlı konuşlandırılmış NATO Patriot bataryalarının Ankara'ya yönelik alt seviyedeki konvansiyonel saldırıları durduramamış olması ve Türkiye'nin tüm ısrarlarına rağmen müttefiklerini Suriye'nin kuzeyinde güvenli bir alan oluşturulması konusunda ikna edememiş olması konuyla doğrudan ilintili. Bu açıklar nedeniyle Kilis'e düşen Katyuşa roketlerine karşı Ankara'nın vermiş olduğu cevap bugün için yalnızca Obüs füzeleri ve Çok Namlulu Roketatarlarla sınırlı kalmıştır. Unutulmamalı Suriye'den kaynaklanan ve Ankara'ya yönelik tehditlerle ilgili NATO'nun daha önce yapmış olduğu değerlendirme Rusya'yı kapsamıyordu. Oysa bugün Türkiye'nin güney sınırlarının yanı başında var olan Rus askeri gücü Ankara'nın Suriye'deki DEAŞ varlığına karşı bir hava harekâtını gerçekleştirmesini zorlaştırıyor. Türkiye elindeki mevcut milli İHA'yla DEAŞ varlığını tespit etmesine rağmen bunlara karşılık vermede bir alternatif olan silahlı İHA'ın kullanılması konusunda desteği müttefik güçlerinden beklemek durumunda kalıyor. Bilindiği gibi, İncirlik'te konuşlanan DEAŞ karşıtı koalisyon güçlerinden ABD'nin elinde DEAŞ'a karşı kullanabileceği hem silahlı İHA'sı hem de hava operasyonu düzenleyebilecek ciddi bir hava gücü mevcut. Biraz daha geçmişe dönersek; 2008 yılında Türkiye PKK ile olan mücadelesi için gerekli olan İHA'dan Predator'ları Washington'dan talep etmiş ama bunları bir türlü temin edememişti. Bugün DEAŞ roket saldırıları karşısında da zaman zaman Ankara'yı hayal kırıklığına uğratan durumlar yaşanabiliyor. Sözün özü; DEAŞ'a yönelik askeri mücadeleden çıkarılacak en önemli ders bugünün koşullarında Ankara'nın müttefiklerinden beklediği askeri desteğin verilmesinin her zaman garanti olmayabileceği. Dolayısıyla, Ankara'nın sahip olduğu ve de denemesini başarıyla sonuçlandırdığı İHA'nın silahlı versiyonlarının sayısını arttırıp bunları Hava Kuvvetleri envanterine katması gerçekçi bir tutum olacaktır.

Ayrıca Türkiye'nin çevresindeki ülkelerden kaynaklı balistik füze tehdidinin ülkemizin tamamını kapsamış olduğu gerçeği ile hareket etmeliyiz. Dolayısıyla karşı karşıya kalınan füze tehdidine yönelik önemli bir caydırıcı unsur olacak balistik füze teknolojisi ile balistik füze kapasitesine Ankara'nın en kısa sürede sahip olması elzem görünmekte. Bugün Türkiye'nin Ortadoğu'daki birçok komşusu sahip oldukları karadan- karaya balistik füzeleriyle diğer ülkelere karşı kullanabildikleri ciddi bir asimetrik güç elde etmekteler. Ayrıca günümüz koşullarında karadan-karaya balistik füzeler maliyet-etkin olmaları ve vuruş hassasiyetlerinin 1.6 metreye kadar inmiş olması bakımından bazı riskli askeri operasyonlarda uçaklar yerine tercih ediliyorlar. Türkiye Hava Kuvvetleri envanterine de bu türden füze kabiliyeti eklediğinde, Hava Kuvvetleri bir yandan stratejik derinlemesine taarruz konusunda oldukça güçlenecek. Diğer yandan füze teknolojisi geliştirilmesi sürecinde edinilen deneyimle Ankara'nın bir süredir ihtiyacını duyduğu ve müttefiklerinin rızasına bağlı olarak temin edilen Patriotlar yerine kendi ulusal füze savunma sistemini geliştirmesi imkânın da önü açacaktır.



YENİ GÜVENLİK KONSEPTİ

Kazanılacak deneyimden bahsetmişken Türkiye'nin füze savunma sistemi meselesinde uluslararası ihaleyi sonlandırdıktan sonra füze yapım meselesini alanında uzmanlaşmış ASELSAN ve ROKETSAN gibi yerli firmalara devretmiş olmasının ne kadar mantıklı bir davranış olduğunun altını çizelim. Keza -Hisar A ve Hisar 0 gibi havadan fırlatılan füzeleriyle birlikte uzun menzilli at-unut kabiliyeti olan SOM füzesini geliştirmiş olması da gelecek on yıllarda geliştirmemiz gereken imkânlar konusunda umutlu ve cesaretli olmamıza neden oluyor. Ki Türkiye'nin füze konusundaki bazı teknik zorlukları aşması için önünde belli bir süre (yaklaşık beş-on yıl gibi bir zaman aralığı) var. Ancak, Türkiye'de havadan-karaya atılan füze üretme konusunda bugün gelinen noktada yakalanan ivme, Ankara'nın karadan- karaya balistik füze meselesinde de ön almasında kuşkusuz itici bir güç olacaktır.

Günümüzde devlet aktörüne karşı devlet aktörünün çıktığı normal savaşların yerini artık devlet-devlet/ devlete karşı devlet-dışı aktör/ devlet-dışı aktöre karşı devlet dışı aktör mücadelesinin iççice geçtiği asimetrik/melez savaşlar aldı. Bu ortamda Ankara'nın önceliğini güney sınırında baş gösteren acil sınır güvenlik sorunlarına yöneltmesi bir zorunluluk. Bu önceleme, Türkiye'nin gelecek on-on beş yıl içinde ortaya çıkabilecek bölgesel ya da küresel tehditler ışığında komşularının ve bölgede var olan devlet-dışı aktörlerin sahip oldukları- veya olabilecekleri- asimetrik silah yeteneklerini tasavvur ederek, şimdiden hangi tür askeri silahların edinmesi gerektiğinin belirlenmesine elbette engel değil. Hatta bu iki unsuru bir arada düşünmemiz, bu bağlamda da savunma ve güvenlik alanında gelecek on yıl Ankara'nın yol haritasını çizecek ulusal güvenlik konseptinin netleşmesinde bu unsurların ve hazırlık çalışmalarının önemini kavramamız kanaatimce elzem.


http://www.yenisafak.com/hayat/riskler-degisirken-turkiyenin-guvenligi-2468752

***