PKK Terör Örgütünün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PKK Terör Örgütünün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mayıs 2017 Salı

PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ORDULAŞMASI


PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ORDULAŞMASI,




PKK Terör Örgütünün Ordulaşması
Yazar: Ergüder Toptaş 
15 EYLÜL 2014 PAZARTESİ

Mücadelede Esas Denklem

 PKK ile yürütülen mücadelenin adına ister " Terörle – Terörizmle Mücadele ", ister " Düşük Yoğunluklu Çatışma “, isterse “ Gerilla Harbi ", isterse de 
" Gayrinizami Harp " densin değişmeyen bir şey vardır ki o da, stratejiler – karşı stratejiler bağlamında evrensel bazı kabullerin varlığıdır. Bunlardan birincisini 
yeri gelmişken hemen ifade etmek uygun olacaktır:

“Konvansiyonel bir savaşta, %75 başarı oranı zaferi garantiler; bir gerilla savaşında zamanın %75 süresince halkın korunması yenilgi getirir. 
Ülkenin %75’inde %100 güvenlik, ülkenin %100’ünde %75 güvenlikten iyidir. Savunma yapan kuvvetler, hiç değilse önemli saydığı bir bölgede halk için 
hemen hemen mükemmel bir güvenlik sağlayamazsa gerilla er ya da geç savaşı kazanır. Uygulaması zor olmakla birlikte, gerilla savaşında esas denklem 
basittir: Gerilla ordusu kaybetmekten kaçındığı müddetçe kazanır; konvansiyonel ordu ise kesin olarak kazanmazsa savaşı kaybetmeye mahkûmdur." [1]

            Politikadan mücadelenin doğasıyla uyumlu ilk isteği budur. Gerçekçi siyaset oluşturmanın veya siyasette gerçekçiliğin ilk aşaması bu ilkeyi 
kabul ederek stratejik adımların atılmasını icap ettirir.  Bu tespit, ne komplo teorilerinden neşet eden bir teorem ne modası geçmiş paradigmaların bir 
varsayımı ne de herhangi bir kuramın şayet olsaydı hipotezidir. Mücadelenin doğasını bilenlerin, bu konuda düşünenlerin, fikir üretenlerin ve de stratejik 
bir mevkide bulunanların nazarıdikkatten uzak tutamayacakları yaşamsal bir husustur. Bu temel dayanak noktası,büyük ölçüde görmezlikten gelinerek;

" Terörle mücadele uzun Solukludur. Terörle bir yere varılmaz. Bununla yaşamaya Alışacağız." gibi safsatalar matah bir şey sanılarak, Politika üretmekten uzak dur(dur)ulmuştur.

            Türkiye’nin bekasını çok yakından ve cidden tehdit eden bu soruna yönelik olarak politika geliştiremediği farklı mevkilerce ve kesimlerce dile getirilen bir konudur. PKK terör örgütü konusunda derin ve kapsamlı çalışmalarıyla tanınan Ümit Özdağ’ın, “ Bu, politik bir mücadeledir. Geçen 23 yıl zarfında oluşan sosyal hasara nasıl çözüm getirileceği hususunda Türk toplumuna sunacak hiçbir şeyleri olmayan Türk siyasetçileri tamamen Avrupa Birliği tam üyelik 
politikalarının etkinleşme sürecinin arkasına sığınmış politikasızlıklarını sürdürmektedirler." [2] değerlendirmesi, meselenin künhünü göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Bu yorumu güçlendirmesi bakımından dikkate alınması gereken siyasi bir boyutun da, ABD’nin 11 Eylül 2001 sonrası uygulamaya koyduğu “ Büyük Orta Doğu Projesi “ kapsamında Türk siyasi hayatının şekillendirilmesi vardır ki gelinen noktada, sorunun çözümünün başkalarının emperyalist politikalarına emanet edilmiş olduğu görülmektedir.

            Bu konuyla ilgili olarak gereksiz totolojiye kaçmadan şu tespitte bulunulabilir: PKK terör örgütü 1984’de 200 kadar militanla[3]  çıktığı yolun 
sonunda; binlerce militana, on binlerce sempatizana, kendi güdümünde hareket eden bir partinin %4-5 gibi oy oranıyla ülke siyasetinde etkili bir konuma 
gelmişse, bu durum asla küçümsenemez ve göz ardı edilemez. Ayrıca; sahip olduğu ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel ve psikolojik güçle beraber dış dünyadan sağladığı destek de dikkate alındığında, PKK bir terör örgütünün sahip olabileceği olanakların çok ötesine geçmiştir. Bunlardan daha da önemlisi, 
KCK yapılanmasıylaTürkiye Cumhuriyeti’nin bölgedeki egemenliğini tartışmalı hale getirebilecekgirişimlerin, zımnen kabullenilmesindeki vahim aymazlığın 
devam etmesidir. Bu tamamen bir paralel devlet teşekkülüdür, bölünmenin ve yıkılışın yüksek sesli habercisidir. Kişiliğe sahip devlet ve yönetim 
anlayışında yeri yoktur ve kabul edilemez.

Ordulaşma Süreci

            Mücadelenin doğasıyla uygun isteklerin karşılanması stratejik bir sorundur. Bu konuyla ilgili olarak Clausewitz’ın güncelliği hâlâ devam eden 
uyarıları yol göstermeye devam etmektedir: “Devlet adamının ve komutanın ilk vereceği, en önemli ve kesin sonucu en çok etkileyici hüküm, giriştiği 
harbi bu ilişkiler içerisinde iyi tanımak, onu olduğundan başka türlü değerlendirmemek ya da hâl ve şartların müsaade edemeyeceği bir şekle sokmaya çalışmamaktır."[4]Bu yaşamsal tespitin ruhuna uygun hareket edilmediği veya önemsenmediği içindir ki alınan tedbirler sorunlara çare olamadığı gibi tam tersine kangrenleştirmiştir.Bu noktada bile yeterli önlemler alınmayarak, kangren olmuş uzuvları, lavanta suyu ile iyileştirme[5]kolaycılığına kaçılması sıkça rastlanılan bir yanılgıdır. 

            Yanılgının temelinde, mücadelenin doğasını ve karakterini anlamamaktan kaynaklanan stratejik teori eksikliği veya yokluğu bulunmaktadır ki bunun başlıca nedeni politik yetersizliktir. Terör örgütünün Kürtçülük politikasının bir aracı olduğu, siyasi hedefinin de Türkiye toprakları üzerinde öncelikle bir Kürt devleti kurmak[6], Müteakiben de " Büyük Kürdistan ülküsü " doğrultusunda diğer üç parçayla birleşmek olduğu teşhis edilerek, politika üretilmesi gerekirdi. Ancak, bu kök sorunu göz ardı ederek gövde ve dallar bile dikkati nazara alınmadan dökülen yapraklarla meşgul olundu, tanımlaması yapılırsa, mübalağa edilmemiş sayılır.

            Bugün de benzer yanılgı, " Çözüm süreci " ile devam etmektedir.Bununla ilgili olarak 62’nci Hükûmet programında yer alan, "…Yeni Yol haritasının 
hedeflerini; terörün bitmesi, Silahsızlanma, toplumsal hayata kazandırma ve demokratik siyasete katılımın önünü açmak şeklinde koyacağız. Çözüm süreci, 
bölünmenin değil birleşmenin, küçülmenin değil büyümenin, parçalanmanın değil bütünleşmenin ve kalıcı bir bölgesel güç olabilmenin yegâne anahtarı 
konumundadır." ifadeleri boş bir beklentiden öteye geçemez. Belki kısa vadede PKK terör çetesi, hile ve aldatmaya yönelik konjonktürel bazı adımlar atabilir. 
Ancak silahsızlanma gibi bir adımı, "Büyük Kürdistan ülküsü"nü gerçekleştirmek maksadıyla yola çıkmış bir örgütten beklemek ve bu yönde politik adımlar 
atmak akıl, mantık ve algılama yetisiyle açıklanamaz.

            PKK, kurulduğu günden beri hayal bile edemeyeceği kazanımlara kavuşmuştur ve bunları akılcı stratejilerle daha da arttırma gayretindedir. 
Bölgedeki manipülasyona açık güncel gelişmeler, PKK’nın günden güne prestijinin artmasını sağlamaktadır ve bu kazanımların gittikçe öngörülmeyen 
boyutlara ulaşacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda, PKK’nın Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı savaşarak önemli bölgesel aktör olduğunu kanıtlaması ve özellikle 
Batı’daki terörist algısının gittikçe zayıflayarak, terör örgütü listesinden çıkarılmak suretiyle stratejik değerde kazanımlar elde etmesi kuvvetle muhtemeldir. 
Maalesef gidişat bu yöndedir, “ Değer odaklı Türk dış politikası artık küresel bir markadır." gibi içi boş ve temeli olmayan ifadeler hükûmet programında yer 
bulsa da, uluslararası siyasette ancak mizah konusu olabilir. Gelişmelerin ivme ve değer kazandıracağı bir diğer husus da,  " Kürdistan Ulusal Birliği "ni 
sağlamaya yönelik faaliyetlerin, öngörülebilir bir gelecekte " Büyük Kürdistan " hayalini gerçekleştirebileceğinin güçlü bir şekilde anlaşılmasıdır.

            Orta Doğu’da komplo teorisyenlerine bile parmak ısırtacak gelişmeler yaşanırken ve de çok büyük bir tesadüf eseri olarak(!) Kürtler bu durumdan 
inanılmaz avantajlar yakalamışken, yıllardır mücadele ettiği T.C. lehine kazanımlarından vazgeçmesini beklemek nasıl bir siyasal akılla açıklanabilir ki? 

Hangi zaman dilimi esas alınarak gerilla tarihi incelenirse incelensin, böylesine tarihi ve stratejik kazanımlı bir fırsat hiçbir terör örgütüne sunulmamıştır. 
Terör örgütünden aptalca bir yaklaşım gözleyerek, kazançlı çıkmayı ummak, her şeyden önce ve en hafif tabirle yıllarca mücadele edilen çeteyi ve onun 
yerli-ecnebi akıl kethüdalarını hiç tanımamak demektir. Bazı kalemşorlar ve medya organlarının, "PKK’nın silah bırakacağı, demokratik siyasetin önünün 
açılmasıyla silahlanmanın bir anlamının kalmayacağı, silahlı unsurların Türkiye dışına çıkmasının yeterli olacağı…vb." hararetli ifadelerle kamuoyu oluşturma 
gayretleri, kuvvetle ümit edilir ki onların beklentileri doğrultusunda gerçekleşsin ve de örgüt silah bıraksın!

            " Devrimci Halk Savaşı " konseptinde bilinmesi gereken en önemli noktalardan biri de, zaman içinde gayrinizami unsurların nizami birliklere 
dönüşeceği ve ordulaşma sürecinin savaşın bir aşaması olduğu gerçeğidir. Bu çerçevede kurucu figürlerden hem Mao hem de Che Guevara, bu durumu 
açıkça belirterek, mücadele başlangıçta bir gerilla birliği tarafından yürütülüyorsa da zaferin daima bir düzenli ordunun eseri olacağı görüşündedirler.[7] 

Tabi ki her mücadelenin doğasının aynı,  karakterlerinin ise farklı olduğu ve bundan sonrada bu gerçekliğin devam edeceğinin farkındayız. 
Bugün PKK terör örgütünün yüz yüze kaldığı durum ne bahse konu savaş konseptine ne de daha önce silah bırakmış örgütlerin şartlarına benzememektedir. 
Her iki durumun da dışında, seçenekleri oldukça fazla ve son derece iyi senaryolaştırılmış bir savaş oyunuyla, PKK’ya fırsatlar sanki altın tepside sunulmaktadır. 
Bu fırsatın ganimeti; PKK’nın terör örgütü algısının kırılması, itibarının güçlenmesi, uluslararası desteğin artması ve müteakiben de ordulaşma süreci ile taçlandırılması olacaktır.

Seçeneksiz Kalmak

            Orta Doğu bu kadar karmakarışık hale gelmişken veya getirilmişken, Türkiye gibi"oyun kurucu(!), gündemi belirlenen değil, gündem belirleyen bir ülke(!)" 
nasıl olur da IŞİD gibi bir terör teşkilatına karşı imza koyamaz, tavır alamaz duruma getirilir? Tabi ki mazeretlerin gücüne sığınılarak verilecek cevaplar çoktur. 
Irak’ta gönüllü(!)olarak rehin kalan Türk vatandaşlarının hassas durumu nedeniyle, ihtiyatlı hareket etmek durumunda kalmış olan Türkiye Cumhuriyeti… 
Bu vatandaşlarımızın hayatının her şeyden değerli olduğu ayrı bir konudur. Düşünmemiz gereken, Musul Konsolosluğu'nun basılması ve vatandaşlarımızın 
rehin alınması ile taktik bir adım atanlar veya attırılanlar, nasıl olur da bu kadar kısa süre içerisinde Türkiye’yi seçeneksiz bırakabilirler ve stratejik yeni 
kayıplara zemin hazırlayacak ortamı oluşturabilirler?

Neticede, PKK’nın seçenek zenginliği güçlü stratejiye, Türkiye’nin seçeneksiz bırakılarak elleri ve kollarının bağlanması zayıf ve güçsüz bir stratejinin sonucudur." 
Zayıf strateji pahalıdır, kötü strateji hayatta kalma söz konusu olduğunda öldürücü olabilir, çok kötü strateji ise hemen her zaman öldürücüdür."[8] ifadelerini, Orta Doğu’da haritaların yeniden çizilmeye devam edildiği bir dönemde, anlayabilme sorumluluğu stratejik liderliğin omuzlarındadır.


DİPNOTLAR;


[1] Kissinger Henry, Diplomasi, çev. İbrahim H. Kurt, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1998, s. 596.


[2] Özdağ Ümit, Türk Ordusu PKK’yı Nasıl Yendi? Türkiye PKK’ya Nasıl Teslim Oluyor?, Kripto Yayınları, Ankara, 2010, s. 287.


[3] Özdağ Ümit, Türkiye Kuzey Irak ve PKK-Bir Gayrinizami Savaşın Anatomisi, ASAM Yayınları, Ankara, 1999, s. 42.


[4] Carl von Clausewitz, Harp Üzerine, Cilt I, çev. H. Fahri Çeliker, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1984, s. 36-7.


[5] Machıavellı, Hükümdar, çev. H. Kemal Karabulut, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1998, s. 47.                     


[6] Özdağ Ümit, PKK İle Pazarlık, Öcalan İle Anayasa Yapmak, Kripto Yayınları, Ankara, 2013, s. 280. ( Armağan Kuloğlu’nun Türk Milleti Uyanmalı, 
Uyanmıyorsa Uyandırılmalı başlıklı bölümden ).  


[7] Mao Tse-Tung ve Che Guevera, Gerilla Harbi, çev. Can Yücel, İstanbul, 1967, s. 45.

  Che Guevera, Askerî Yazılar, çev. Nadiye R. Çobanoğlu, İstanbul, s. 37.


[8] Gray S. Colın, Modern Strateji, çev. Handan Öz, Truva Yayınları, İstanbul, 2008, s. 19.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/09/15/7762/pkk-teror-orgutunun-ordulasmasi


..





19 Şubat 2015 Perşembe

Çapulcudan Özgürlük Savaşçısına, Terörden Direnişe, Direnişten Bağımsızlığa, PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi




  Çapulcudan Özgürlük Savaşçısına, Terörden Direnişe, Direnişten Bağımsızlığa,
  PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi 




21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                        
Terörizm ve Terörizmle Mücadele,
27 Mayıs 2013 Pazartesi
Cahit Armağan DİLEK tarafından yazıldı.



Türkiye Ağustos 1984'den bu yana PKK terörüyle mücadele etmektedir. Geçen 
yaklaşık  29 senede 35.000'in üzerinde insanımız hayatını kaybetmiştir.[1] 

1999-2003 arasında terörü neredeyse sıfır noktasında geçiren Türkiye, 2003'te 
Irak'ın işgaliyle terörü yeniden ağır biçimde yaşamaya başlamıştır. 2013'de PKK 
terör örgütünden kaynaklanan sorunun çözümünde yeni bir safhaya girilmiştir, o da içeriği henüz gizli ancak kamuoyunun gözü önündeymiş gibi yapılan terör 
örgütüyle pazarlıktır.

Bu çalışma yapılırken, Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesi iki ayrı dönemde 
incelenmiştir. Birinci dönem 1984-1999 yılları arasını, ikincisi 2003 sonrası 
dönemi kapsamaktadır.

Terörle Mücadelede Birinci Dönem

Birinci dönemde Türkiye, daha doğrusu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), zamanın 
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın deyişiyle üç beş çapulcuyla başlayıp dünyanın 
gördüğü en vahşi terör örgütlerinden birine dönüşen PKK terör örgütüyle tek 
başına ve kendi belirlediği yöntemlerle mücadele etmek zorunda kaldı.  Aslında 
TSK bu mücadelede başarılı oldu. TSK'nın operasyonları sonucunda zaten dağılma noktasında olan terör örgütü terörist başının Kenya'da teslim alınarak müebbet hapse mahkum olmasıyla çareyi Türkiye'yi terk etmekte bulmuştu. Bu durum son dönemde sıkça söylenen "o kadar yıldır defalarca askeri operasyonlar yapıldı, ama terör sona ermedi" nakaratını tekrar edenlere en iyi cevap aslında. Bu olayla birlikte Türkiye'deki genel algı "terör sona erdi, terörü yaratan 
sorunlar zaman içinde çözülür" şeklinde oluşurken, dağılacağı hesaplanan terör 
örgütünün kendini taşeron olarak kullanan aktörlerin yardımı ve yönlendirmesi İle  " yeniden toparlanma sürecine girdiği, bunda başarılı olduğu" anlaşılmaktadır. 

Örneğin, 2007 yılı son aylarıyla birlikte Irak'ın kuzeyindeki PKK kamplarına 
yönelik başlatılan operasyonlara ilişkin görüntüler, açıklanan bilgiler terör 
örgütünün 1999-2007 arası dönemde (Sınır ötesi operasyon yapılmayan dönem) Irak'ın kuzeyinde öyle bir güvenli sığınak olmuştur ki terör örgütü mağaraların dışına çıkmış, betonarme yapılarla söz konusu bölgelere artık hiç saldırı olmayacakmış, PKK hiç terk etmeyecekmiş gibi yerleşmiştir. Bu aşamada insanın aklına "PKK terör örgütünün orada bu kadar rahat, güvenli hareket etmesini sağlayan faktörler, aktörler nelerdir/kimlerdir?" diye sormak geliyor.

Terörle Mücadelede İkinci Dönem

2003 sonrasını kapsayan ikinci dönem birinciden oldukça farklı gelişti. 19 Mart 
2003'de başlayan Irak'ın işgaliyle birlikte bölgede PKK'nın hareket serbestini 
daha da artıran ortam oluştu. İşgal öncesinde ABD'nin her türlü olasılığı 
düşünerek hazırladığı işgal/ihtimaliyet planlarıyla Irak'ın kuzeyinde yerleşmiş 
örneğin Ansar-al İslam örgütüne karşı operasyon yaparken aynı bölgedeki PKK'ya karşı herhangi bir askeri operasyon yapmamasının verdiği mesaj PKK'yı 
cesaretlendirmiştir. Amerikalılarla ikili/uluslararası ortamda çalışanlar, 
Amerikan Ordusu’nun çalışma usullerini, operasyon planlama, hazırlık 
faaliyetlerini/kurallarını inceleyenler aslında Irak'ı işgal edecek ABD'nin Irak'la ilgili her türlü istihbaratı toplayıp her olasılığa karşı asıl/yedek harekat planlarını yapacağını, dolayısıyla ABD'nin PKK'ya karşı da mutlaka operasyon hazırlığı yapmış olacağını bileceklerdir. Neden yapmadığına ilişkin söyleneceklerse elde mevcut somut bilgiler ışığında şuanda spekülasyon olacaktır.

Gerçekse, terörist başının ABD merkezli bir operasyonla sağ olarak Türkiye'ye 
teslim edilirken 2003 sonrasında Türkiye'ye dayatılacak sözde terörle mücadele 
yaklaşımlarının ilk adımının atılmış olmasıdır. Yıllar sonra Amerikan Büyükelçisi Francis Ricardione'nin açıkladığı şartlar[2] ABD'nin konuyu bir terör olayından ziyade bir özgürlük konusu olarak ele aldığını gösteriyor. 
Nitekim terörle mücadele adı altında ABD'li ve Avrupalıların Türk muhataplarına 
önerileri de hep siyasi çözüm tedbirlerini içermiştir.[3]

Terörizm tanımındaki farklılıklar Türkiye ile ABD/AB'nin terörle mücadeleyi 
farklı düzlemlerde algıladığını göstermektedir. ABD'nin 1997'den itibaren PKK'yı 
terör örgütü olarak kabul etmesi[4], yıllık terörizm raporlarına dahil etmesi, 
terör örgütü listelerinde olmasına rağmen AB ülkelerinde[5] PKK'lılara yönelik 
göstermelik operasyonlar yapılması Türkiye'de hep kendisine destek gibi algılanmıştır. Ancak tanımlama/algılama farklılıkları nedeniyle Avrupa'da hiçbir PKK'lının yakalanıp iade edilmemesi, ABD'nin sadece sivillere yönelik 
saldırıları terörizm olarak görmesi, raporlarında PKK'nın güvenlik güçlerimize 
yaptığı saldırıları terörist faaliyet olarak göstermemesi Türkiye'de gözardı 
edilmiştir. Bu durum sorunun tanımlanmasında ve çözümüne yönelik yaklaşımlarda farklılık yaratmıştır.

İkinci Ortak ABD Yakın Markajda

Irak'ın işgalinden sonraki dönemde ABD'nin Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesine yönelik tutumu incelendiğinde bir kanaate ulaşılabilir. 2003'ten 2013'e kadar geçen zaman sürecindeki gelişmeler ABD'nin, PKK konusunu Irak'ın işgali bağlamında değil, Türkiye ile başka bir düzlemde ele alarak fiilen işin içine girmeyi ve süreci daha yakından kontrol etmeyi planladığını göstermektedir.

Amerikan askerleri 9 Nisan 2003'te Bağdat'a girdikten sonra[6] dönemin ABD 
Başkanı George Bush Irak'ta zafer ilan etmiş, ülkenin işgal dönemi başlamıştı.[7] PKK'ya karşı askeri operasyon yapmayan ABD'nin cevabını aradığı konu, Türkiye'nin PKK'ya karşı ve/veya Türkmenlerin haklarını korumak bahanesiyle Irak'a askeri müdahalede bulunup bulunmayacağı olmuştur. Irak'ın kuzeyinde Amerikalıların bilgisi dahilinde görev yapan Türk Özel Kuvvetleri’nin başına 4 Temmuz 2003'te Çuval geçirilmesi,[8] Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda 
"Türkiye Irak'a askeri müdahale yapabilir mi?" konusunun değerlendirildiği gizli 
toplantıların yapıldığı iddiaları[9] Türkiye'yi etkisizleştirmek için muhtelif 
girişimlerin yapıldığını göstermektedir.

Söz konusu endişeler ve gelişmelerin yanısıra artık ABD PKK terör örgütü 
konusunda Türkiye'yi daha yakın markaja almaya başlıyordu. Çuval olayından sonra sadece PKK gündemli ikili toplantıların yanında, her Türkiye-ABD ikili 
görüşmelerinin gündem maddeleri arasında PKK konusu mutlaka yer alıyordu.

Üçüncü Ortak Irak, Özel Temsilciler Dönemi

Görüşmelerde Türkiye destek isterken, ABD "silahla bu sorun çözülmez, konuyu 
Irak'la da görüşmelisiniz" telkini yapıyordu. Görüşmeler böyle sürerken PKK 2004 bahar aylarından itibaren Türkiye'deki saldırılarını artırdı. Ocak 2005'ten 
itibaren PKK'ya karşı işbirliği Türkiye-ABD ikili formatından Türkiye-Irak-ABD 
üçlü mekanizmasına dönüştürüldü.[10] Alınacak kararlar için bir ortağımız daha 
olmuştu. İşgal altında olan, iç savaş yaşayan, tek başına karar alamayan Irak'ın 
kendi ülkesine, halkına faydası yoktu ki Türkiye'ye destek olabilsin. Bunun 
böyle olduğu bilinmesine rağmen üçlü mekanizma devam etti. Gerekçe basitti. 
Irak'ın kuzeyine yapılacak operasyonlar için merkezi Irak yönetimi sürece dahil 
edilmeliydi, yani iş sürüncemede kalmalıydı.

Böylece 2006 yaz aylarına gelindiğinde bu sefer ABD tarafından özel temsilcilik 
formatı ortaya atıldı. Türkiye ve ABD'den emekli Orgeneraller, Irak'tan bir 
Bakan bu görevlere atandı.[11] Ancak Türkiye'de PKK saldırıları artıyor, PKK'ya 
karşı ABD ve Irak fiili ortak mücadeleye bir türlü dahil edilemiyordu, ancak her 
sene sözde yeni çözüm oluşumlarıyla vakit geçiriliyordu. 2007 yaz aylarına 
gelindiğinde özel temsilciliğin göstermelik görüşmelerden öteye gidemediği, 
görevden almalar ve istifalar sonucunda da bu oluşumun işlemediği görülüyordu.[12]

Dördüncü Ortak Barzani Terörle Mücadeleye Karşı Duruyor

2006-2007 yıllarında Irak'ta direniş artarken, işgal kuvvetleri ağır kayıplar 
veriyor Türkiye'de de PKK saldırıları artıyordu. Türkiye, ABD lee Irak'a somut 
tedbirler almaları konusunda çağrı yaparken ABD, önceliklerinin Irak'taki işgal 
operasyonu olduğunu, PKK'ya kuvvet ayıramayacağını,  Bağdat ise Irak'ın 
kuzeyinde yerel Kürt yönetiminin hakim olduğunu söylüyor, Türkiye'ye Kürt 
gruplarla görüşmeyi telkin ediyordu.  Bu arada Türkiye yasal dayanak oluşturma hamleleri kapsamında Bağdat'la terörle mücadele anlaşması imzalanmasını gündeme getirdi. Ağustos 2007'de başbakanlar arasında imzalan mutabakat muhtırasına[13] dayanarak Eylül 2007'de Ankara'da ikili terörle mücadele anlaşması imzalanması için yapılan görüşmelerde üzerinde anlaşılan, PKK'yı terör örgütü olarak kabul eden, karşılıklı sorumluluklar yükleyen, sınır ötesi operasyon için Türkiye'nin niyetini ortaya koyan hükümler içeren anlaşma metni[14] Barzani'nin karşı duruşuyla Irak Meclisi’nde onaya sunulamadı.[15] Barzani Irak'ta ve PKK'ya karşı mücadelede kendisinin bir aktör ve ortak olduğunu göstermişti.

Devam eden saldırılar Türk kamuoyunda infial yaratınca hükümet TBMM'den sınır ötesi harekat yetkisi aldı.[16] Ancak PKK olayları tırmandırmaya devam ediyordu. Nitekim 21 Ekim 2007 bir dönüm noktası oldu. Anılan tarihte PKK'nın Dağlıca saldırısı[17] Iraklı Kürt gruplar, Bağdat, İran, AB, NATO ve ABD'den tepkiler ve sınırı ötesi harekat yetkisinin hemen kullanılmaması Türkiye'de tartışmalara yol açtı.[18]

Bush-Erdoğan Görüşmesi

Türkiye'nin PKK'ya karşı hem meşru müdafaa hakkı hem de TBMM'den alınan sınır ötesi harekat yetkisiyle yasal açıdan somut dayanaklara ve meşruiyete sahip olmasına rağmen, Başbakanın ABD ziyaretinde konuyu ABD Başkanı ile görüşeceğini açıklaması ABD'nin PKK ile mücadeledeki rolünü ve kontrolü elinde tuttuğunu gösteriyordu. 5 Kasım 2007 tarihinde Beyaz Saray'da yapılan görüşmelerde Türkiye'nin sınır ötesi harekatına kısıtlı vize çıktığı anlaşılıyor, istihbarat işbirliği yapılacağı duyuruluyordu.[19] Gelişmeler Türkiye açısından yeni bir adım olarak algılanırken ABD'nin bu adımı daha öncelerden öngördüğü 
söylenebilir. Çünkü Irak'ta kötüleşen durum nedeniyle Bush’un Şubat 2007'de 
açıkladığı Irak Stratejisi[20], Irak'ın güvenliği ile Amerikan çıkarlarının 
korunması kapsamında bölgedeki müttefikleriyle istihbarat paylaşımının 
artırılacağını, PKK'dan bahsetmeden Türkiye-Irak sınırındaki sorunların 
çözümünde iki ülkeyle birlikte çalışılacağını vurguluyordu. Aynı açıklamada PKK 
terör örgütü ortak düşman olarak tanımlanıyordu. Buna rağmen ABD'nin PKK'ya 
karşı hiçbir askeri operasyona girmemesi, siyasi çözümü/diyalogu içeren 
yöntemleri önermesi, öte yandan kendisinin terörle mücadele stratejisi gereğince tek terör örgütü gördüğü El-Kaide'ye karşı “teröristi dünyanın neresinde hangi delikteyse bulup imha etme”[21] yönündeki iki farklı uygulamasına Türkiye'den karşılık verilemiyordu.[22]

İstihbarat Paylaşım Mekanizmasıyla Türkiye'nin Hareketleri Sınırlandırılıyor 

5 Kasım görüşmesinden kısa süre sonra istihbarat paylaşım mekanizması teşkil 
edilmiş, 1 Aralık 2007'den itibaren TSK'nın sınır ötesi operasyonları başlamıştı.[23] Şubat 2008'de kara birliklerinin katılımıyla gerçekleştirilen sınır ötesi harekata en büyük tepki Barzani ve ABD Savunma Bakanı’ndan gelmiş, 
Türk askerinin derhal Irak'tan çekilmesi istenmişti.[24] Gelişmelerden, aslında 
ABD'nin bu operasyonların hava operasyonlarıyla sınırlı kalmasını istediği, Türk 
askerinin karadan Irak'a müdahalesini engellemek için Türkiye'ye sınırlı hava 
operasyonu ortamı yaratılarak Türk hükümetinin, askerlerin, kamuoyunun gazının alınmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Amerikan resmi makamlarının beyanına göre istihbarat paylaşımı mekanizmasıyla Türkiye'nin hareketlerinin kontrol edilebildiği, Irak'ın kuzeyine yönelik kapsamlı harekat icra etmesinin 
engellendiği Amerikan Kongresi’ne sunulan raporlarda yer almaktadır.[25] Ayrıca Wikileaks belgeleri arasında yer alan Amerikan raporlarında istihbarat paylaşım mekanizmasıyla oluşan olumlu ortamın diğer askeri konulardaki işbirlikleri için manivela olarak kullanılması, TSK'nın sınırlı hava operasyonlarının askeri etkisinin az olduğu, bununla birlikte ABD'nin PKK ile mücadeleye destek verdiği algısının kuvvetlendiği, TSK'nın hava operasyonu yapmadan yeterli zaman öncesinde ABD'ye bilgi vererek Irak'ın kuzeyindeki Amerikan askerlerinin 
bölgeden(!) ayrılmasının sağlanmasını istediği belirtilmektedir.[26]

ABD gidişattan memnundu. Türkiye ise kamuoyu baskısını azaltacak şekilde sınır ötesi operasyon yapabiliyor olmaktan memnun, ama sorunun gerçek çözümünden uzaktı. "Sınırlı" sınır ötesi operasyonlarla Türkiye'ye bir şey daha 
gösterilmişti. Irak bu resmin içinde yer alacaktır, ancak esas güç Barzani'dir. 
Zaten özellikle Irak'ın üçlü mekanizmaya dahil olmasıyla birlikte hem 
Amerikalılar hem Bağdat yönetimi Barzani'yle görüşülmesini sürekli telkin 
etmişlerdir. Şubat 2008'deki hava destekli sınır ötesi kara operasyonunun 
planlandığı şekilde icra edilmesini engellemesiyle Irak'ın kuzeyinin Barzani'den 
sorulduğu fiilen Türkiye'ye gösterilmek istenmiştir. Artık Barzani PKK konusunda 
bir güç merkezidir, sorunun çözümü(!) ondan geçmektedir.

 Bütün bunlar 2008 yaz aylarından itibaren Türkiye'yi adeta Barzani açılımına 
yönlendirmiştir. Önce 1 Mayıs 2008'de N. Barzani'yle görüşülerek ilk resmi açık 
temas gerçekleştirilmiş[27], görünüşte üçlü pratikte dörtlü olan işbirliği 
mekanizması kapsamında anlık istihbaratın paylaşımını sağlayacak bir ofisin 
Erbil'de kurulmasının gündeme gelmesiyle (ofis Haziran 2009'da faaliyete 
geçmiştir)[28] Barzani yönetimi Bağdat'ın önüne geçerek mekanizmanın işleyişinde (daha doğrusu istihbarat akışının kilitlenmesinde) kontrolü ele geçirmiştir. Özellikle Eylül 2008'den sonra özel temsilci M. Özçelik'in Barzani ile başlayan görüşmeler süreci[29] Haziran 2009'da hükümeti Kürt açılımına kadar getirmiştir. Çünkü Türk hükümetine sorunu Kürt sorunu olarak lanse eden, sorunun silahla değil, diyalogla çözülebileceğini bu bağlamda her türlü desteği vereceğini ama askeri tedbirlerle sorunun çözümüne karşı olduklarını vurgulayarak konuyu direniş/özgürlük düzlemine taşıyıp siyasi çözümü zorlayanlar arasına ABD, AB, Irak'tan sonra Barzani de katılmıştır. 

Beşinci Ortak Teröristbaşı; Tek Muhatap

Barzani çözümün tek anahtarı olarak lanse edilirken bir süre sonra gerçeğin öyle olmadığı anlaşılacaktır. Sonradan açığa çıkan bilgiler göstermektedir ki aslında hükümet PKK ile 2006'dan buyana gizlice görüşmektedir[30]. 2009 Kürt açılımının arkasında PKK'dan alınan/verilen sözler vardır.Hükümetin kontrolünde olmadığı anlaşılan açılım süreci Habur fiyaskosuyla sonuçlanmıştır.[31] Bu manzara açılım konusunu bir süreliğine rafa kaldırtmış, ancak terör saldırıları sürerken gizli görüşmelerin devam ettiği Oslo görüşmelerinin ses kayıtlarının deşifre olmasıyla yeniden ortaya çıkmıştır. Oslo'nun da fiyaskoyla sonuçlanması 2011 genel seçimlerinin sonrasında Türkiye'yi yeniden terör saldırıları sürecine maruz bırakmıştır.

2012 yaz aylarının sonuna gelindiğinde PKK'ya karşı gerçekleştirilen askeri 
operasyonlar ve KCK operasyonları örgütü yeniden tükenme noktasına getirmek 
üzereyken PKK'nın güdümünde gerçekleşen anadilde savunma/eğitim ve Kürt 
kimliğinin tanınması,  teröristbaşına sözde tecridin kaldırılması, operasyonların durması gerekçeleriyle 12 Eylül 2012'de başlayan açlık grevinin "teröristbaşının direktifiyle sona erdirilmesi”[32] teröristbaşının tek muhatap olarak hükümetin karşına çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. Artık teröristbaşı beşinci ortak olarak ancak belirleyici aktör olarak masadadır. Bu olaydan sonra MİT'in teröristbaşıyla görüşmelerini sıklaştırdığı, teröristbaşının görüşlerini esas alan bir plan üzerinde anlaştıktan sonra 2013 yılı başından itibaren hükümet tarafından İmralı-Barış-Çözüm gibi isimler alan bir sürecin başladığı kamuoyuna yansımıştır. Süreç "tek belirleyici" aktör konumundaki teröristbaşının aklındaki planla sürüyordu, yani PKK'dan kaynaklanan sorunun PKK'nın tutuklu liderinin belirlediği ilkeler çerçevesinde çözülebileceği iddia ediliyordu.

2013 Yılı İtibariyle Bütün Bunlar Ne Anlama Gelmektedir?

            Türkiye PKK terör örgütünden kaynaklanan sorunla mücadelesinin iki 
ayrı dönemde iki farklı yaklaşımla yürütmüştür. 1984-99 döneminde tam bir 
mutabakatla sorunu terör sorunu olarak tanımlamış ve terörle mücadelenin 
gerektirdiği askeri tedbirleri kendi başına verdiği kararlarla başarılı şekilde 
uygulamış ve PKK liderinin yakalanmasını, örgütün Türkiye sınırlarını terk 
etmesini sağlamış, siyasi, sosyal, ekonomik tedbirlerin uygulanabilmesi için 
gerekli ortamı hazırlamıştır.  Ancak 1999-2003 döneminde bu fırsat heba 
edilmiştir.

            2003'den sonraki dönemde ise Türkiye sorunun adını koyamamış, sorunu tanımlayamamış ve strateji hazırlayamamıştır. Çünkü PKK'nın salt terör örgütü kimliğiyle başarılı olamayacağını anlayanlar 2003 sonrasında PKK'yı bir direniş örgütüne dönüştürecek yöntemleri, evrensel değerler ile hukuku istismar ederek oluşturdukları talepleri terör tehdidiyle Türkiye'ye dayatmışlar, PKK terör 
örgütüyle pazarlık / müzakereye zorlamışlar ve bunda da başarılı olmuşlardır. AB ülkeleri ve ABD kendilerine karşı tehdit olarak gördükleri El Kaide'ye karşı 
askeri yöntemleri neredeyse tek seçenek olarak uygularken Türkiye'nin PKK ile 
mücadelesinde önerdikleri yöntem ise kendilerinin işgal ettikleri ülkelerde 
uygulamaya çalıştıkları direnişle mücadele yöntemleri olmuş Türkiye'nin askeri 
tedbirlerden vazgeçmesini istemişlerdir. Bu durum PKK'nın işini kolaylaştırmıştır. Bu süreçte;

- Teröristbaşının sağ teslim edilmesinin ileride yol açabileceği sorunlar 
zamanında iyi incelenememiş ve kavranamamıştır.  

- Terörle mücadelede Türkiye'ye yardım edenlerin aslında bir direniş örgütü 
yaratmakta olduklarının farkına varılamamıştır.

- Türkiye sorunu tam ve doğru tanımlayamamış, adını koyamamıştır. Dolayısıyla teröre karşı Türkiye'nin bir stratejisi olmamış, boşluğu diğer aktörlerin stratejileri doldurmuştur.

- Terör sorununa yönelik karar oluşturulmasında ortak sayısı artmış, her 
seferinde yeni ortak yönlendirici aktör olmuş, Türkiye'nin etkinliği sürekli 
seviye kaybetmiştir.

- Bütün bunlara rağmen PKK'nın her açıdan çok sıkıştığı bir dönemde (2012 
Sonbahar-Kış) Türkiye "müthiş bir operasyonla terör örgütüyle hem de anayasasını müzakere ve pazarlık ediyor pozisyonuna düşürülmüştür". Artık "müzakere yaptığınız örgüte terör örgütü diyemezsiniz" şikayetleri, "terörist derseniz süreç bozulur" tehditleri alınır duruma düşülmüştür. TSK'nın operasyon yapması nasıl engellenir arayışına girilmiş ve daha önce TSK'ya verilmiş operasyon yetkileri geri alınarak yurtdışı için her seferinde Hükümet'ten ve yurt içinde de ilgili Vali'den izin alınması düzenlemesi yapılmıştır.

- Halen Türkiye'nin kendine has terörle mücadele stratejisi ve çözüm haritası 
yoktur. 2013'le birlikte teröristbaşı tek yetkili pozisyonundadır, çünkü ondan 
gelecek açıklamalara, mektuplara umut bağlanmıştır.

- Türkiye, silah bırakmayan terör örgütüyle pazarlık yapan tek ülke  konumundadır. Terör örgütü terör yaparak taleplerini "müzakere ve pazarlık 
yaptırtma" hedefine ulaşmış, maalesef terörle bir yerlere varılabileceğini 
göstermiştir.

- Pazarlık / müzakerelerle yürütüldüğü anlaşılan süreçte teröristbaşının 
karşısına hükümet adına MİT müsteşarı oturtulmuştur. MİT kanununda teşkilata 
istihbarat faaliyeti dışında hiçbir görev verilemeyeceği açıkça yazmasına rağmen 
teşkilat bir pazarlık ve müzakere  yürütme sürecine dahil edilmiştir. Bununla 
birlikte 30 yıldır terör yaparak yaşayan, demagoji ve pazarlık/müzakere 
konusunda çok tecrübe kazanmış teröristbaşının karşısına müzakere eğitimi / 
tecrübesi olmayan kişiler oturtulmuş ve yapılan müzakerelerden doğal olarak 
teröristbaşı galip çıkmış, müzakere edilerek bir sonuca ulaşılmasından ziyade 
teröristbaşının kuralları, zamanlamayı, uygulamanın nasıl olacağını dikte ettiği 
bir sürece dönüşmüştür.

- Hükümet süreçle ilgili her şeyin kontrolleri altında olduğunu, sürecin 
başarıyla sürdüğünü söylemesine rağmen kamuoyun yansıyan gelişmeler maalesef bunu doğrulamamaktadır. Süreçte ne zaman ne olacağını ne yapılacağını teröristbaşından başka tam olarak bilen yoktur. Süreçte atılacak adımlara ilişkin başarı kriterleri beli değil tam aksine tersine değerlendirmesinde ve inisiyatifindedir. Örneğin Başbakan teröristler silahlarını Türkiye'de bırakarak 
çekilecekler derken terör örgütü silahla çekileceklerini söylemiş, mizansen 
fotoğraflarla da bunu göstermişler ve süreçte kendi sözlerinin geçeceğini ortaya 
koymuşlardır. Bu durum sürecin başarıyla ve mutabık kalındığı şekilde 
yürümediğini göstermez mi? İnisiyatifin terör örgütünde olduğunu, sürecin 
başarılı olup olmadığına ilişkin son sözü teröristlerin söyleyeceğini göstermez 
mi? Teröristlerin Irak'a geçtiklerine dair mizansen fotoğraflar boy boy basında 
yer alırken Genelkurmay Başkanlığının buna ilişkin bilgi, belge, görüntüye sahip 
olmadığı açıklamasını da dikkate aldığımızda teröristlerin Türkiye'yi terk 
ettiklerini nasıl teyit edeceksiniz? Tek çare terör örgütünün ben çekiliyorum, 
çekilmeyi tamamladım açıklamasına inanmak olacaksa, sürecin hükümetin 
kontrolünde olduğunu söyleyebilmek mümkün müdür?

- Bu süreçte yanlış  giden diğer bir husus da hükümetin  sadece teröristbaşının 
sözlerine esas alması ve bu sözleri çok güvenilir bulmasıdır. Ama uygulamada 
teröristbaşıyla görüşenlerin ve onları destekleyenlerin açıklamaları, hükümetin 
sürecin uygulanmasıyla gerçekleşeceğini söylediklerinin dışında ama sızan İmralı ve Oslo görüşme zabıtlarıyla örtüşen şeylerdir. Bunların teröristbaşının bilgisi dışında söylenmiş olması mümkün mü? Tabii ki değil. Dolayısıyla teröristbaşının gizli niyeti olduğunu ve iki yüzlü davrandığını göstermez mi? Böyle bir hareket tarzı Türkiye'nin bekası açısından kabul edilebilir bir davranış mıdır?

            Sonuç olarak bütün bunlar göstermektedir ki Türkiye, adını koyamadığı, tanımlayamadığı, PKK teröründen kaynaklanan ancak, bukalemunun renk değiştirmesi gibi değişik isimler konarak herkesin başka bir beklentiyle ele aldığı sorunu geçmişi terör, vahşet, kanla dolu güvenirliği sıfır olan bir kişinin aklıyla çözmeyi denemektedir. Türkiye teröristbaşının dümeni elinde tuttuğu su alan bir takaya bindirilmeye ve açık denizlere açılmaya zorlanmaktadır. Bunun kabul edilebilirliği, uygulanabilirliği ve yolculuğun güvenli bir şekilde sonuçlandırılması mümkün değildir. Çünkü bu taka bu haliyle sahilden açılamayacağı gibi, takanın içine sıkıştırılan  Türkiye'nin hareket kabiliyeti kısıtlanmıştır. En ufak ters bir harekette taka alabora olabilecek, kıyıda takanın hareketlerini izleyenler (yani Irak'ın kuzeyinde elinde silahla bekleyen teröristler) alabora olan takanın içindekilerini bu ters hareketleri nedeniyle cezalandırmaya kalkacaklardır.    

            Dolayısıyla Türkiye'nin terörle mücadele etmek yerine terör örgütüyle müzakere ederek sorunu çözmeyi düşündüğü mevcut süreç tamamlanmazsa da PKK’nın kaybedecek bir şeyi yoktur, çünkü mücadelesindeki en üst noktaya ulaşmıştır artık geri dönüş olmaz (yani PKK terör örgütü değildir, Kürtlerin tek temsilcisi olarak haklı bir özgürlük mücadele yapmıştır, teröristbaşı tek muhataptır algısı yerleşmiştir) bir noktaya ulaşmış olduklarından mücadelelerini yeni ve kendileri açısından avantajlı bir düzlemde devam ettireceklerdir. Süreç tamamlanırsa da zaten istediklerini almış olacaktır. Türkiye açısından ise mevcut sürecin iki sonucu da kayıpla sonuçlanacaktır.  

[1]  TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı Terör Alt Komisyonu’nun Ocak 2013'de açıklanan raporunda son 30 yılda terör nedeniyle toplam can kaybı 35 bin 576’dır. Buna göre 7 bin 918 kamu görevlisi şehit oldu, 5 bin 557 sivil hayatını yitirdi ve 22 bin 101 PKK’lı ölü olarak ele geçirildi. "30 Yılın Terör 
Bilançosu: 35 bin 576 ölü!", Radikal, 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspxaType=RadikalDetayV3&ArticleID=1118893
(28.01.2013).

[2]ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricardione Mayıs 2011'de 32.Gün programındaki 
röportajında "Öcalan'ın yolda ölmemesi, doğru bir dava görmesi, Kürt sorununda önemli adımlar atılması, idam edilmemesi" koşulların olduğunu doğruluyordu. “Öcalan'ı biz teslim etmedik, sadece Türkiye’nin işini kolaylaştırdık”,         Gazetevatan, 

 http://haber.gazetevatan.com/ocalani-biz-teslim-etmedik-turkiyenin-isini-kolaylastirdik/377067/1i/
 gundem, (13.05.2011).


[3]Yazarın Notu: Terörle Mücadele ve Direnişle(Insurgency) Mücadele ayrı bir 
yazı veya kitapta incelenmesi gerekecek kadar farklı ve kapsamlı kavramlardır. 
Örneğin, ABD'nin ayrı ayrı terörle mücadele ve direnişle mücadele 
stratejileri/doktrinleri vardır. Direniş stratejileri herhangi bir bölgedeki iç 
karışıklıklarda ve sonrasında barışı yapma ve barışı koruma harekatlarında veya 
işgal edilen bir ülkede o ülkenin vatandaşlarınca gösterilen direnişi sona 
erdirmek için uygulanacak yöntemleri kapsar. ABD Terörle Mücadele Stratejisi 
için bakınız;  
http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/counterterrorism_strategy.pdf. 

(01 Haziran 2011). ABD Direnişle Mücadele doktrini için bakınız 

http://www.dtic.mil/doctrine/new_pubs/jp3_24.pdf. 

(05.10.2009). Söz konusu dokümanlara göre örneğin, direnişle mücadele DDR (Disarmament, Demobilization, Reintegration) yani "silahsızlandır, terhis et, entegre et" yaklaşımını esas alırken, direnişçilerle görüşürsünüz, isteklerini anlamaya, silahları bıraktırarak yeni sisteme entegre ettirmeye çalışırsınız, bu kapsamda ev sahibi ülke yönetimini de bu işe yönlendirirsiniz. Terörle mücadele ederken teröristle görüşmek/pazarlık etmek yoktur, özellikle lider kadroda olanlar özel operasyonlarla öldürülür, ABD için zaten gerçek anlamdaki tek terör örgütü El-Kaide'dir.

[4]"Foreign Terrorist Organizations", US Department of State, 

http://www.state.gov/j/ct/rls/other/des/123085.htm. (28.09.2012).


[5]"Council Decision 212/333/CFSP", The Council of the European Union, 

http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.douri=OJ:L:2012:165:0072:01:EN:HTML. 

(25.06.2012).

[6]"Bağdat Düştü", NTVMSNBC, 
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/209701.asp?cp1=1#BODY. (10.04.2003).

[7]"Commanderin Chief Lands on USS Lincoln", CNN International, 
http://edition.cnn.com/2003/ALLPOLITICS /05/01/bush.carrier.landing/. 
(02.05.2003).


[8]"Çuval Olayı", Vikipedi, http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87uval_olay%C4%B1. 
(12.04.2013)


[9]"Washington'daki Gizli Toplantı Sonrası Yakılan Kıvılcım", Açık İstihbarat, 
http://www.acikistihbarat.com /Haberler.asp?haber=8597. (05.01.2010).

[10]"PKK Zirvesi 11 Ocak'ta", Hürriyet,  
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=286545. 
(05.01.2005).

[11]"ABD'den PKK  Özel Temsilcisi" Hürriyet, 
 http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=4875328, (05.08.2006).

[12]"ABD, Irak ve Türkiye'de PKK'ya Karşı Kurulan Kurum Çöktü; Özel Temsilcilik Fiyaskosu", Radikal,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=230457, 

20 Ağustos 2007. (20.08.2007). 

[13]"Irak Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında 
Mutabakat Muhtırası", Dışişleri Bakanlığı, 07.08.2007,  

http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Bolgeler/Mutabakat Muhtirasi Irak. pdf.


[14]"Türkiye Irak Terörle Mücadele Anlaşması İmzalandı", Haberler.Com, 
 http://www.haberler.com/turkiye-irak-terorle-mucadele-anlasmasi-imzalandi-haberi/."

(28.07.2008).


[15]"ABD'nin Irak'tan Çekilme Süreci ve Bölge Dinamikleri Açısından 
Değerlendirilmesi", BÜSAM,  Ocak 2009, 

http://busam.bahcesehir.edu.tr/rapordosya/080109abd-iraktan-cekilme-sureci.pdf. 

Ayrıca 15 Ekim 2009 tarihinde imzalan yeni Türkiye-Irak Terörle Mücadele 
Anlaşması da henüz TBMM'de onaylanmamıştır. Bakınız; 

http://www.tbmm.gov.tr/gundem/gundem.htm, (11 Nisan 2013).


[16]"TSK'nin Irak'ın Kuzeyinden Ülkemize Yönelik Terör Tehdidinin ve 
Saldırılarının Bertaraf Edilmesi Amacıyla Sınır Ötesi Harekat ve Müdahalede 
Bulunmak Üzere Irak'ın Kuzeyine Gönderilmesi ve Görevlendirilmesine İçin 
Hükümete Bir Yıl Süreyle İzin Verilmesine Dair TBMM Kararı",  17 Ekim 2007, 

http://www.tbmm.gov.tr/tbmm_kararlari/karar903.html,.


[17]"PKK'dan Dağlıca Baskını", Milliyet, 

http://www.milliyet.com.tr/2007/10/22/guncel/agun.html, (22.10.2007).


[18]"Peşmerge Sınırda, Kuzey Irak'ta Endişe", Hürriyet, 

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/7535524.asp?gid= 180&sz=14304, (22.10.2007)


[19]"Erdoğan - Bush  Görüşmesi  Sona  Erdi",  Sabah,  

http://arsiv.sabah.com.tr/2007/11/05/haber,3F42A4BD7DEA4B51AE9E5CBD6AC9C9CA.html. 
(05.11.2007).


[20]"Bush: We need to change our strategy in Iraq", CNN, 
http://edition.cnn.com/2007/POLITICS/01/10/ bush.transcript/

(11.01.2007).

[21]Yazarın Notu: ABD Başkanı Bush 11 Eylül saldırılarından sonraki konuşmalarında "terörist saldırıları normal bir polisiye olay gibi 
görmeyeceklerini, ABD'ye saldıran teröristlerle dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar hangi delikte saklanırlarsa saklansınlar arayıp bulup imha 
edeceklerini" ifade etmiştir. Başkan Obama da özellikle 2009 Afganistan-Pakistan stratejisini açıklarken benzer yaklaşımı kapsayan ifadeler kullanmıştır. Nitekim El-Kaide liderinin Pakistan'da öldürülmesi, halen özellikle Pakistan ve Yemen'de insansız uçaklarla seçilmiş lider kadrodaki teröristlere yönelik imha 
operasyonları bu terörle mücadele stratejisinin en somut örnekleridir.




[22]"ABD'den PKK'ya Ladin Formülü", Milliyet, 

http://gundem.milliyet.com.tr/abd-den-pkk-ya-ladin-formulu-/gundem/gundemdetay/17.10.2012/1612841/default.htm, 
(17.10.2012). 

Yazarın Notu: ABD Büyükelçisi Ricardione ABD'nin Türkiye'ye Usame Bin Laden'in öldürülmesiyle ilgili benzer operasyonların Türkiye tarafından da 
PKK lider kadrolarına yapılmasını önerdiğini açıkladı. Bunu açıkladığında büyük ihtimalle Türkiye'nin artık PKK terör örgütüyle müzakere aşamasında olduğunu 
biliyordu.

[23]"İlk Sınır Ötesi  Operasyon",  Sabah,  

http://arsiv.sabah.com.tr/2007/12/02/haber,4CF1385C7142487FB93 CD73E3AC2C1E1.html. 
(02.12.2012).

[24]"ABD: Harekat Bir An Önce Tamamlanmalı", NTVMSNBC, 
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/436669.asp, 
(22.02.2008).


[25]“The Kurds in Post-Saddam Iraq”, Kenneth Katzman, CRS Report, 01 September 
2009.

[26]Wikileaks belgeleri arasında yayımlanan ABD Ankara Büyükelçiliği’nin 05 
Aralık 2007 tarihli ve 07ANKARA2898 numaralı mesajı.

[27]Yazarın Notu: Bu tarihte Bağdat'ta Irak Cumhurbaşkanı Talabani'yi ziyaret eden zamanın Başbakanlık Danışmanı Ahmet Davutoğlu ve Türkiye'nin Irak Özel 
Temsilcisi Murat Özçelik Irak'ın kuzeyindeki yerel yönetimin Başbakanı Neçirvan Barzani ile de görüşmüştür.

[28]"Atalay Erbil'de Barzani ile Görüştü", Sabah, 
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2009/12/21/atalay_erbilde_barzani_ile_gorustu, 
(21.12.2009).

[29]"Özçelik-Barzani Görüşmesi Sona Erdi", Haber Türk, 
http://www.haberturk.com/gundem/haber/102713-ozcelik-barzani-gorusmesi-sona-erdi,,
(14.10.2008).  

"Büyükelçi Özçelik Barzani ile Görüştü", CNN Türk, 

http://www.cnnturk.com/2010/dunya/09/23/buyukelci.ozcelik.barzani.ile.gorustu/590578.0/index.html, 

(23.09.2010).

[30]"PKK ile Pazarlık, Öcalan ile Anayasa Yapmak", Ümit Özdağ, Kripto Yayınları, Ankara, 2013.

[31]"34 PKK'lı Habur Sınır Kapısından Girip Teslim Oldu", Milliyet, 

http://www.milliyet.com.tr/acilim-da-kritik-an/siyaset/sondakikaarsiv/12.08.2010/1151953/default.htm,
(19 Ekim 2009).

[32]"Açlık Grevleri Sona Erdi", CNN Türk, 

http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/11/18/aclik.grevleri.sona.erdi/685028.0/index.html, 
(18.11.2012).

Uzman Hakkında
Cahit Armağan DİLEK
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi

..