HAYIR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HAYIR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2020 Pazar

TC Demokrasisinin Devamı için: HAYIR..,,

TC Demokrasisinin Devamı için: HAYIR..,,






ÖZDEMİR SÖKMEN..,

    HSYK ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi konusunda hükümetin; demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve yargı bağımsızlığına çok önemli
darbe vurduğunu kaydeden İzmir Baro Başkanı Özdemir Sökmen, “Anayasa Mahkemesi, yapmış olduğu bu cüzi değişiklikle bana göre kendi ipini, 
kendi kesmiştir. Bu değişikliklerle demokrasi, bir zevale uğruyor çünkü Yürütme, bundan sonra Yargıya hükmetmeye başlayacaktır. 

   Zaten Yasama, kendi ellerinde” diye konuştu. EGİAD YARIN’a özel yaptığı açıklamalarının devamında halkın, referanduma dair bilinçlendirilmesi çalışmalarındaki ‘evet-hayır’ oylarının ne anlama geleceği anlatılırken neticenin, AKP iktidarı ile  bağlanmaması gerektiğine vurgu yapan Sayın Sökmen, referandum sonucunun Türkiye Cumhuriyetinin devamını  etkileyeceğini önemle ifade etti. Hükümetlerin, gelip-gideceğini belirterek, “AKP de geldiği gibi gider ama Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye  Demokrasisi elden giderse işte onu yeniden kurmak çok zor olur” dedi.

   Uzlaşılmış bir anayasa değişikliği değerlendirilmeliydi İktidarın referanduma sunduğu Anayasa değişiklik paketinin hukuk alt yapısı bakımından  yeterince donanımlı bir ekip tarafından hazırlandığını düşünüyor musunuz?

   Anayasa konusunda gerçek bir değişiklik yapılacaksa başta TBMM’de grubu bulunan bütün siyasi partilerin ve bu konuda yetkin bütün STK’ların ve hukukla ilgili bütün kesimin katılımcılarının da bulunduğu heyet tarafından gündeme getirilip, kabul edeceği bir değişiklik yapılması gerekirdi.
İktidar partisi de başlangıçta bu tür uzlaşma sözleriyle yola çıkmasına rağmen maalesef bu yöntemi tercih etmedi. Önce Anayasa profesörü Ergun Özbudun’a müracaat ettiler;

Sayın Özbudun’un hazırladığı taslak, kötü bir çalışma olmamakla beraber bize göre o da çok yetersizdi.
İktidar, Özbudun’un bu taslağını da beğenmeyince başta Burhan Kuzu olmak üzere tamamen kendi ekip üyelerinden oluşan bir heyete anayasa değişikliğini hazırlattılar. AKP, Mecliste her ne kadar çoğunluğu sağlamış ise de Türkiye genelinde yüzde 33 ortalamasında bir parti olup yüzde 67’si de bu Melis’in dışındadır dolayısıyla bu yüzde ortalamasına sahip bir partinin hazırladığı anayasa değişiklik paketi, kesinlikle tüm Türkiye’yi kucaklayan bir anlayışta olamazdı ki böyle olmadığı da yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Şahsi görüşüme göre bu anayasa değişiklik paketi, tamamen ucube bir şekilde doğmuştur.

  Sunulan bu değişiklik paketinin iptali konusunda Anayasa Mahkemesi’ne çok güveniyordum.
Siz de takdir edersiniz ki özellikle Anayasa Mahkemesi ve HSYK konusundaki düzenlemeler, hukukun tamamen yok edilmesine yönelik programlardır. İlk sorunuzun karşılığı olarak size şunu söyleyebilirim; bu anayasa, sağlıklı bir alt yapıya oturmadan, bu işin erbabı ve ustası olan, hukuku gerçekten benimsemiş, evrensel hukuku, hukukun üstünlüğünü kendisine ilke edinmiş hukukçulara hiç danışılmadan hazırlanmış bir değişiklik tasarısıdır.

   Kanunlaşırsa neticelenin de kötüye gideceğini zamanla hep birlikte göreceğiz.

    “Darbe Anayasasını değiştireceğiz” diye yola çıkanların, yola çıkış nedenleri yanlış Darbe anayasalarını eleştirerek daha fazla demokrasi, 
temel hak ve özgürlükler iddiası ile yapılan bu çalışmanın, gerçek bir sivil anayasa olacağını ve Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap verebileceğini 
düşünüyor musunuz? Hazırlanış ve sunuş itibariyle ne kadar demokratik bir anayasa değişim çalışması oldu?

   1924’e gitmeden 1961 Anayasasından başlayalım: 1961 Anayasası da ‘ihtilal anayasası’ idi ama son derece güzel bir anayasaydı; “keşke 1961 Anayasası halen Türkiye’de geçerli olsa” diye zaman zaman düşünürüm. Ardından 1980 ihtilali oldu ve o malum diktanın hazırlattığı 1982 Anayasası oluştu. 
82 Anayasası, ‘Darbe Anayasası’ diye tarihimize geçmiş olmakla birlikte bu anayasa da o zaman halkoyuna sunulmuştu ve hatırlarsanız, yüzde 93 gibi çok büyük bir kabul oyu ile geçmişti. Şimdiki iktidar, sivil bir anayasanın çok daha iyi olacağı iddiasıyla yola çıktı ve bu ucube anayasa değişikliğini hazırladılar. Kaldı ki halen yürürlükte bulunan 82 anayasası, bana göre o darbe anayasası niteliğini
çoktan kaybetti çünkü yanlış olan ve beğenilmeyen yönleri, iktidara gelen partilerce zaman içinde değiştirilerek, 83 maddesi yenilenmiştir.

    Neticede, “Biz ille de darbe anayasasını değiştireceğiz” diye yola çıkanların, bir kere yola çıkış nedenleri yanlış. Her şeye rağmen 82 Anayasası Türkiye’de, 1982’den 2010’a kadar 28 sene ayakta kalan ve bugüne kadar da herhangi bir şekilde kavgaya uğramamış bir anayasadır.

12 Eylül’deki referanduma sunulan ve şiddetle eleştirdiğimiz HSYK yapısının 82 Anayasasından hiçbir farkı yok. Bütün gerçek hukukçular ile demokrasiye inanan gerçek düşünce sahibi ne kadar insan varsa hepsi ve de STK’ları olarak HSYK’nın içinde hükümetin bir organı olan Adalet Bakanı ve Müsteşarının olmaması gerektiğini en başından beri sürekli ifade ediyoruz. Hatta AB komisyonlarında da bu yönde uyarılar alınmasına karşılık güya, “mevcut darbe anayasasını değiştireceğim” diye yola çıkan iktidar, bu konuya hiç değinmediği gibi HSYK
bünyesinden Adalet Bakanının çıkarılması konusundaki bütün önerileri ve tepkileri de dikkate hiç almamıştır.

    1982 Anayasasında buna benzer değiştirilmesi gereken çok önemli maddeler de varken hepsi göz ardı edilmiştir.

Kabul edilebilir maddeler, balığı avlamak için kullanılan yemler Referanduma sunulan taslaktaki 24 maddenin ilk 12-13 maddesi, herkesin kabul edebileceği değişiklikler gibi görülüyor. Bu maddeleri, “ Balığı avlamak için kullanılan yemler” olarak değerlendirmekteyim. HSYK ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimini Meclise ve Cumhurbaşkanlığına bırakan bu hükümet; demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve yargı bağımsızlığına çok önemli darbe vurmuştur. Peki, bu durum zamanla bize, neyi getirecektir? Biliyorsunuz; biz, demokrasiyle yönetiliyoruz.
Bugüne kadar yapılan araştırmalara göre dünyadaki en iyi rejim şekli, cumhuriyettir. Anayasamızın 2. Maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti Laik, Demokratik bir hukuk devletidir” şeklinde hüküm bulunmaktadır.

   Yani Anayasamıza göre demokrasi ile yönetilmek şarttır ve demokrasi ile yönetilmenin esasında 3 önemli unsur olan Yürütme, Yasama ve Yargı organları birbirinden ayrı olarak mutlaka olmalıdır. Hiçbiri, diğerinden üstün olmayacak ama hepsi, birbirini kontrol mekanizma olarak bağımsız yaşayacak. Oysa yapılan bu anayasa değişikliği ile Yargı, ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Yargının şimdiye kadar Yüksek Mahkemece ve hâkimler tarafından seçilen üyeleri, bundan böyle Meclis ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek.

    Hatta sunulan ilk haliyle; “Bir tek aday gösterilmesi” şeklinde geçiyordu ama çok şükür ki Anayasa Mahkemesi, bu maddeyi iptal etti; en az 3 aday arasından seçilmesi sağlandı.

    Tek aday olsa hepten kendilerine bağlı bir yargı kurulu oluşturacaklardı.
     Anayasa Mahkemesi, yapmış olduğu bu cüzi değişiklikle bana göre kendi ipini, kendi kesmiştir. Bu değişikliklerle demokrasi, bir zevale uğruyor çünkü Yürütme, bundan sonra Yargıya hükmetmeye başlayacaktır.


Zaten Yasama, kendi ellerinde…

   Ülke yönetiminde medyanın hatalı yönlendirmeleri Anayasa Mahkemesi; “bu kararlara uymayın” diyen raportörler barındıran bir kurum haline  gelmiştir.

   Anayasa, özü itibariyle bütün hukuk kurallarının üzerindedir. Anayasa Mahkemesi, en yüksek mahkeme olup bütün insanların güvenmesi gereken
bir mahkemedir. Kararlarına saygısızlığımız olamaz ama TC tarihinde daha önce hiç görülmemiş bir şekilde, kısa bir süre önce bir raportör çıktı ve “Anayasa Mahkemesinin kararlarını dikkate almayın” diye konuşabildi.

Üstelik bu kişi ile ilgili, hiçbir yetkili mercii tarafından hiçbir yasal işlem yapılmadı. Artık bu tür kişileri içinde barındıran Anayasa Mahkemesi, bir hukuk kurumunun başında olan bir kişi olarak beni gerçekten çok üzen bir karar vermiştir.
Aslında Anayasa Mahkemesi, ‘güçler ayrılığı’ ilkesini hassasiyetle göz önünde bulundurmalıydı.

   Yapılan bu değişikliklerde Yargının, Yürütmenin himayesi altına gireceği çok açık ve net olduğu halde, ‘güçler ayrılığı’ ilkesinin yok olacağını göre göre, bile bile iptal etmeyerek Anayasa Mahkemesi, bence kendi bindiği dalı kesmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’ne de çok büyük kötülük etmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin almış olduğu kararlara karşı gelmek gibi bir niyetimiz elbette yok ama bizler, bu yönde çok daha etkili bir karar çıkmasını bekliyorduk. Belki bunu böyle yapmasının bir sebebi, biliyorsunuz; artık ülkeyi basın yönetmeye başladı.

“Anayasa Mahkemesinden böyle bir karar çıkarsa iktidar partisi, mağduriyeti oynayacak ve belki erken seçim isteyecek. Zaten karışık bir ülke ama netice itibariyle Türkiye, daha da karışacak” diye dayatıldı. Belki bu sebeple Anayasa Mahkemesi, böyle bir risk altına girmek istememiş olabilir.

    Referandum 12 Eylül’de gerçekleşecek.
Türk milletine güvenimiz sonsuz. İnanıyorum ki gerek STK’ları gerekse siyasi partilerce halka, bu anayasa değişikliği ile nereden nereye gelindiği ve nereye gidileceği çok iyi anlatılabilirse, referandumdan ‘Hayır’ oyu çıkacaktır.

   Bu olayda da basının çok önemli rolü olacak. Medya, maalesef bu gerçeklerin önemli bir kısmına yer vermiyor.
- Basının önemli bir bölümü, iktidardan nemalandığı için ‘Evet’ yönünde kampanyalar yürütmesi normaldir.
Doğru söylüyorsunuz. Referandumdan sonra insanların hâkimlere ve yargıya olan güvenci sarsılacaktır.
Nasıl ki ‘yandaş basın’ deniyor, artık ‘yandaş mahkemeler’ de olacaktır.
Bir süre önce Anayasa Mahkemesi bu iktidarı, “laiklik aykırı eylemlerin odağı bir parti” olarak ilan etti.
Birçok kişi gibi ben de “Yargı kurumlarını da kendi hâkimiyetlerinde tutmak suretiyle sonrasında başka iktidarlar geldiğinde bile açılacak davalarda, kendilerini kolayca aklayabilecekler”
diye düşünüyorum. Ancak önünde sonunda yargıdan kaçılmaz ve hukuk, herkesi layık olduğu şekilde yargılar.
Çıkan bu anayasa değişiklik paketi bir süre sonra sivil anayasa değil de ‘AKP Anayasası’ olarak anılır da iktidar değişimi ile birlikte yeniden bir anayasa değişikliğine gidilir mi? Elbette yeni bir anayasa yapılır. AB eğer dürüstse AKP’nin antidemokratik girişimlerine karşı çıkmalıydı Değişiklikler, AB hukuk yapısıyla ne kadar uyumlu? Bugün için bu değişikliklere sesini çıkarmayan AB, sonrasında “sizin anayasanız bizimle uyumlu olmadığı için sizi, AB’ye alamayız” der mi?

   Bu duruma inanın çok şaşırıyorum; AKP’nin iktidara geldiği 2002 yıllarında birileri, düğmeye bastı ve “AB’ne giriyoruz” diye kutlamalar yapıldı ama aradan 8 yıl geçmesine rağmen halen öyle bir niyet olmadığı gibi yakın zaman içinde de bizi AB’ne almayı düşünmedikleri ortada. Yapılan bu yanlış uygulamalardan sonra AB’ne girme şansımızın daha da azaldığını görüyorum.
Hiçbir AB ülkesinde, bırakın Avrupa ülkesini, hiçbir demokratik cumhuriyetle yönetilen ülkede; bir cumhurbaşkanına, HSYK’na 17 üyenin 7’sini atama yetkisi veren başka bir anayasa olduğunu sanmıyorum. Zaten Cumhurbaşkanını da kimin seçtiği belli… 17 üyenin 10’unu seçme yetkisini de Meclise verirsen neticede HSYK, tarafsız mı olur? Netice itibariyle AB, bu değişiklikleri kesinlikle
içine sindiremez. Asıl düşüncem şu ki biliyorsunuz, AB ve ABD, iktidara gelmesi için AKP’ne destek verdi. İktidara taşıdığı AKP’nin yaptığı bütün yanlışlara karşılık AB, görevini yapmıyor. AB’nin anlayışı bu şekildeyse biz, AB’ne girsek ne olur, girmesek ne olur!

      - Ama ABD, biliyorsunuz ki “Irak ve Afganistan’a demokrasi götüreceğiz” derken demokrasi ile yönetilen Türkiye’ye uygun gördüğü model,’ Ilımlı İslam’ diye adlandırıp, şekillendirdikleri modeldi dolayısıyla


     AKP, aslında onların istedikleri doğrultuda hareket etmiş oluyor. AB de sonuçta halen ABD’nin yörüngesinde olduğu için Türkiye’deki olası bir rejim değişikliği, onları şaşırtmayacaktır.

     Olabilir tabii, doğru söylüyorsunuz;

‘Büyük Ortadoğu Projesi’ diye bir proje attılar ortaya, Sayın Başbakan da “BOP’nin eşbaşkanıyım” diye belirtti ama sonrasında bu sözlerini inkâr etti. Yaptıklarından görülüyor ki hakikaten BOP’nin mimarlarından biri gibi duruyor. Mevcut iktidar, son zamanlarda İsrail’e karşı büyük bir hareket başlattı. Ortadoğu ve Arap ülkeleriyle daha samimi ilişkiler yürütmeye çalışıyor. Amerika da bu gelişmelere destek verir gibi görülüyor.



O zaman hiç inkâr etmesinler; ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ tabiri ortaya atıldığında inkâr edenler, yaptıkları son uygulamalarla, bu ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ni oluşturma çabalarını ortaya koymuş oluyorlar.

  Her tür olumsuz gelişmeye karşılık umudumu hiçbir zaman yitirmem.
Türkiye, tarihi boyunca ne badireler atlatmıştır dolayısıyla tahmin ediyorum ki bu zorlu günlerin de üstesinden milletimiz, gelecektir.
STK’larının başındaki insanlar olarak bizlerin, topluma doğruları korkusuzca söylemek gibi ciddi bir görevimiz var. Bizler, uyarılarımızı yapalım.
Toplumumuz son derece duyarlıdır.
AKP de aslında bu ülkenin bir partisidir; benim bu partiye şiddetle karşı çıkışım olamaz. Fakat ben bir hukukçuyum ve İzmir Barosu kuruluşundan günümüze, hukukun üstünlüğünü savunan çok sağlam bir barodur dolayısıyla bu baronun, ‘Baro Başkanı’ sıfatımla da bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğimi her yerde ifade ediyorum. Bu memleket kolay kazanılmadı. 7 düvele karşı yüz binlerce şehit verilerek memleketimizin sınırları çizildi. Şimdi bizi bölmeye, bu sınırları küçültmeye çalışan zihniyetlere kesinlikle Türkiye’yi teslim etmeyeceğiz.

Bu anayasa değişikliği ve referandum, Türkiye’nin önünde duran çok önemli bir konudur.
  
‘Evet’ derseniz, Türkiye Cumhuriyetinin geleceği tehlikeye girer Referandum tarihinin 12 Eylül olarak belirlenmesinin stratejik içeriği  konusunda neler söylersiniz?

12 Eylül’e getirilmiş olması da çok enteresandır. Zamanlaması da çok taktiksel bir olaydır. Milletimizi; her şeyi kabul eden, baş eğen, çok saf bir millet olarak görmesinler. Sayın Başbakan, “ Biz, Anayasa değişikliğini hap haline getirdik ve onu, Millete yutturacağız” diye konuştu. 

   Bence de bu millet, bu hapı kolay kolay yutmaz…

   - 12 Eylül’de canı yanan öyle geniş bir kitle var ki sadece bu sebeple, ‘Evet’ diyebilirler ama.

Ana muhalefet partisi olan CHP’nin bu konuda gerçekçi ve çok isabetli hareket etmesini istiyor ve bekliyorum.

   - CHP, bence hatalı bir yaklaşımla biraz siyasi girdi olaya…

Evet, bu durumu, iktidar partisinin geleceğine endekslememeleri lazım. 

“Referandumdan ‘Hayır’ çıkarsa bu hükümetin işi bitti, ‘Evet’ çıkarsa hükümet, devam edecektir” şeklinde düşünmek, tamamen yanlıştır. 
     Referandumun hükümetle filan ilgisi yok; Türkiye Cumhuriyetinin,  Türkiye Demokrasisinin geleceği ile ilgili olan son derece önemli bir konu bu… Hükümetler, Gelir-Gider; AKP de geldiği gibi gider ama Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Demokrasisi elden giderse işte onu yeniden kurmak çok zor olur. Bu sebeple topluma, bunu anlatmak lazım.

“ ‘Evet’ derseniz AKP, bir dönem daha başınızda” deyip de AKP’yi bir umacı gibi göstermekten ziyade “ ‘Evet’ derseniz, Türkiye Cumhuriyetinin geleceği artık tehlikeye giriyor” diye anlatmak gerekir.
Bu konuda İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, İzmir Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası olarak birlikte hareket etme kararı aldık. 

Yaz dönemi olduğu için öncelikle sayfiye yerlerinden Çeşme, Ayvalık, Dikili, Foça gibi başlamak üzere, bu işi gerçekten
bilen insanları da oralara götürmek suretiyle halkımıza, değişikliklerin ne anlama geldiğini, referandumun Türkiye’ye ne getireceğini, ne
götüreceğini bizzat anlatmaya çalışacağız.

  AKP en başından beri sistematik ve stratejik uygulamalarla yol alıyor.,

    Sayın Sökmen, Evet/Hayır oy renkleri konusundaki tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Mesela beyaz rengin temiz vurgusuna karşılık özellikle iş dünyasında kahverengi tercih edilen bir renk değildir.

   Haklısınız, kahverengi itici bir renktir. Yönetimdeki mevcut iktidar partisi, en başından beri her uygulamalarını stratejik plan-program  çerçevesinde ve de ısrarla yapmaya çalışıyor.

Bilinçli olan insanlar için bu renk tercihlerinin bir önemi olmayacaktır. Fakat toplumumuzun içerisinde eğitim seviyesi düşük ve bilinçsiz pek çok insan var ki çoğunluk da bu yöndedir dolayısıyla bu kesimi etkilemek için bu renklerin tercihinde bile taktik uygulamış olmaları doğaldır.

- Koyu bir renk olduğu için kullanılan oyun belli olacağı sıkıntısından da bahsediliyor.

Olabilir zaten seçim sandıklarında bile bir takım hileler olduğu ifade edilmişti. Buradan sizin aracılığınızla okurlarınıza seslenmek istiyorum;
referandum sandığınıza sahip çıkın. AKP, ciddiyetle uygulamalarını takip ediyor ama aynı şekilde ana muhalefet ve diğer partilerin de sandıklarda etkin olması gerekir. Üstelik önümüzde çok az bir zaman var.

                  Demokrasi Gittikçe DİKTA  Rejimine Döner.,



Evet/Hayır kabulünün getireceği sonuca göre Türkiye’nin demokrasi ve yargı bağımsızlığına yönelik gelecek öngörüsü konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Anayasa değişikliği paketi, bu şekilde referandumdan geçerse, bugüne kadar hiç olmadık şeyler olacak.

Bunu söylemek istemiyorum ama bunun başka türlü bir anlatımı da yok; demokrasi gittikçe dikta rejimine dönecek yani tek elden yönetilecek bir ülke haline geleceğiz. Padişahları, başımızdan boşuna mı kaldırdık!

   Ülkemiz kurulurken cumhuriyetin ve demokrasinin en iyi rejim şekli olduğu herkes tarafından kabul edildi ve Türkiye, 1923’ten beri cumhuriyetle yönetilmektedir. Yürütme-Yasama-Yargı kuvvetler ayrılığı ayaklar altına alınıp çiğnenirse iş, bir tek yürütmenin elinde toplanmasına kalır. Yürütmenin tek elde toplanması neticesinde, denetim mekanizması  ortadan kalkar ve Mecliste sahip oldukları çoğunlukla da hareket edilirse, yetki gaspının olması kaçınılmaz olur. 

Bunun şu an için bile örnekleri mevcuttur; mesela YÖK, RTÜK gibi kurumlardaki atamalarda yaşananlar ortadadır ve bu kurumlardaki uygulamalar, hiç de demokratik değildir. HSYK ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin atanması, Cumhurbaşkanı ve Hükümete bırakılırsa, aynı şekilde anti-demokratik atamalar olacaktır zaten aksini düşünmek, eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu sadece AKP için değil, yarın başka bir parti geldiğinde de aynı şeyi yapacaktır. Referandumda halkımız ‘Hayır’ oyu kullanmalıdır ki bir daha hiç kimse böylesi bir değişikliğe 
cesaret edemesin.

Bu tür sıkıntıların bir daha yaşanmaması için de ihtiyaç duyulan her tür anayasal değişim, bu işin uzmanları nezdinde ve tüm yetkin kurumların katılımıyla, toplumumuzun tümünü kucaklayan şekilde gerçekleşmelidir.


EGİAD YARIN, DERGİSİ - İZMİR
YönetimYeri: 
Punta İş Merkezi 1456 Sokak 
No:10Kat:8 
Alsancak/İZMİR 
Tel-Fax:(232)4223000pbx 
egiad@egiad.org.tr 
www.egiad.org.tr 


***

22 Şubat 2017 Çarşamba

Annana da.., Planına da HAYIR



Annana da..,  Planına da HAYIR


Ali Özsoy
05.04.2004/Sayı:53





Annan Planı kimseyi bağlamaz

Kıbrıs'ta oynanan oyun son aşamasına geldi. 24 Nisan'da gerçekleştirilmesine karar verilen referandumla yalnız Kıbrıs Türkünün değil, Türkiye’nin de kaderi oylanacak. Referanduma yönelik ilk kampanyayı Tayyip başlattı. Görüşmelerden Türk tarafının zaferle ayrıldığını ilan eden Tayyip, referandumda evet tercihinden yana tavır koyacaklarını da daha ilk geceden duyurdu.

Daha kimsenin okumadığı, Türkçesi bile yazılmamış, TBMM'ye getirilmemiş bir anlaşmayı kabul ettiğini ilan etti. Oysa kendisi bile plana İsviçre'de imza atmamıştı. Plan, Türk -Yunan mutabakatı olarak değil, Annan’ın son önerisi olarak referanduma sunulacak. Bu bile nasıl büyük bir dayatmanın sözkonusu olduğunu ortaya koyuyor.

Kıbrıs’ta planın referanduma götürülmesi dahi hem Türkiye Cumhuriyeti hem de KKTC’nin yasalarına aykırı. Annan Planı referandumla onaylansa bile TBMM’ye getirilemez çünkü 24 Nisan’da onaylanması durumunda 1000’lerce sayfalık “ana hatları” belirlenmiş plana yeni ekler yapılacak. Daha yazılmamış bir uluslararası anlaşmayı peşinen kabul etmek anayasaya göre imkansız. Buna cüret edecek iktidar ve meclis sadece geleceğin İstiklâl Mahkemeleri'nde yargılanacak suçlarına bir yenisini eklemiş olur.

Türkler asla varolmayan bir anlaşma uğruna varlıklarını oylayacaklar. Çünkü AB derogasyonları kabul etmeyeceğini şimdiden açıkladı. De Soto ve Prodi en yetkili ağızlardan AB hukukunun gelecekte Annan Planı’nı devre dışı bırakacağını açıkladı.

Bu noktadan sonra “olmazsa olmaz”ların, “kırmızı çizgi”lerin, “kazanım”ların ve “taviz”lerin hepsi çöpe atılabilir. AB’nin hukuken tanımadığı bir anlaşma Türk tarafına kendi eliyle içirilen bir zehirden başka hiçbir anlam taşımıyor.

Nazi generali Verheugen24 Nisan'da plan değil, Türk'ün idam kararı oylanacak

Tayyip ve Batılı güçler Annan Planı’nın hiçbir hukuki değeri olmadığını bildiği için, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yasalarının plana izin vermemesini hiç önemsemiyor. Annan Planı’nı AB hukukunun saf dışı edeceğini bilen Tayyip, herhalde gelecekte de kendisini Türk hukukundan AB hukukunun kurtarmasını umuyor.

Olacakları bugünden görmek için Annan’a, Prodi’ye ve De Soto’ya kulak vermek yeter. AB hukuku Annan Planı’nı tanımak zorunda değil. Yani bu planı kabul ettirerek KKTC’yi ortadan kaldıracaklar, Kıbrıs’ı anavatandan koparacaklar, Türk Ordusu’nun Kıbrıs Türkünü korumasını imkansız hale getirecekler, gerisi de AB’ye kalacak.

Kıbrıs Türkünün bütün kazanımları ortadan kaldırıldıktan ve Kıbrıs AB’ye üye olduktan sonra AB’nin de tanımak zorunda olmadığı bir planın sunduğu garantilerin elbette ki hiç bir anlamı kalmayacak.

Bu noktadan sonra Talat’ın planın AB’ce uygulanması için Yunanistan Dışişleri Bakanı Moliviatis'ten söz aldığını, Gül’ün ise AB'nin Annan’a söz verdiğini açıklamasının tek bir anlamı var. Yalanlarına bin bir kez şahit olduğumuz Batı ve piyonları 24 Nisan için yeni Rum propagandaları üretiyor.

Dünyanın neresinde bir takım “sözler vererek” bir halk ortadan kaldırılmaya cüret edilebilir? 24 Nisan'da oylanacak olan Annan Planı değil Türk milletini adadan atma planıdır. Acil eylem planı da Türk milletini adadan kovmakta acele edeceklerini göstermektedir. Bu durumda AKP iktidarının Kıbrıs’ın satışını 1 Mayıs’a yetiştirme telaşı son derece haincedir. Kıbrıs Türkü yok edilmeye çalışılırken iktidarın en aciz işbirlikçilerden bile beklenecek bir direnci göstermemesi, tersine, bu işi çabuklaştırmak için çalışmasını tarih kaydedecektir.

Evet denirse Türk askeri ve Kıbrıs Türkü adadan kovulacak

Yalanlarla dolu referandum propagandası başladı. İşin tuhafı kampanyayı Annan veya Rumları değil içimizdeki Rumlar başlattı.

Annan Planı’nın Türk tarafı için mükemmel bir plan olduğu uyduruluyor. Oysa Türkiye'nin olmazsa olmazlarının başında gelen derogasyonlar AB tarafından tanınmadıktan başka, planın mükemmel denilen maddeleri 25 Nisan sabahı Türkleri adadan atmanın ilk adımı olarak uygulanmaktır.

Yere göğe sığdırılamayan plan eğer referandumla bir kez onaylanırsa 25 Nisan günü olacaklar nelerdir?

Türklerin adadaki bağımsız ve egemen devleti KKTC yıkılacak, Türkler AB tebaası olarak yıllarca kendilerini katleden ve bu katliamlara göz yuman Rumlara ve Batılılara teslim edilecek.

100 bin Türk evlerini, topraklarını, köylerini terk edecek ve göçmen konumuna düşecek. De Soto’nun deyimiyle ilk aşamada 100 bin Rum kuzeye akacak.

100'e yakın Türk köyü ve yerleşim birimi Rumlara teslim edilecek.

KKTC'nin su yatakları, en verimli tarım havzaları Rumların egemenliğine geçecek.

Rumlar sadece ilk aşamada kuzeyde mülkiyet iddialarının 3'te 1'ini anında elde edecek. Geri kalanı tazminat olarak ödenecek.

30 bine yakın Türk askeri adadan atılacak. İlk aşamada 6000, sonra 600 ve en sonunda 0 Türk askeri adada kalacak. Adadaki Türk milleti Rumların, AB ordusunun ve BM güçlerinin,onların deyimiyle “korumasına”, ama aslında insafına ve emrine terk edilecek. Adada geçici olarak kalan Türk birlikleri kışlalarından dışarı çıkamayacak. Temsili bir güç olarak adadan çıkarılacakları günü bekleyecek. Adada Rumların, AB ordusu içindeki Yunanistan'ın, İngiltere'nin ve pek yakında ABD'nin dahil her ülkenin gücü olacak. Türkiye hariç.

Türkiye'nin adadaki garantörlük hakları ortadan kalkacak. Annan’ın metnindeki temsili hak, bugün bile AB tarafından tanınmazken, yarın kendi ellerimizle kabul etteğimiz bir palandan sonra niye tanınsın. Adada askeri güç kullanma hakkı olmayan bir ülke adada garantör olsa ne ne olur, olmasa ne olur?

Annan planı geçici esas plan 2 Mayıs’tan sonra

Tüm bu maddeleri Annan Planı’nı tartışmak için saymıyoruz. Daha önce de bahsettiğimiz gibi bu plan AB ve Rumlar istediği sürece var. KKTC ortadan kaldırıldıktan sonra istedikleri an Annan Planı’nı çöpe atacaklar. Rumlara kuzeye göç etme ve mal edinmeye yönelik getirilen sözde kısıtlamalar tek bir Rum’un Avrupa Mahkemelerinde kolaylıkla kazanacağı bir davayla sona erecek.

Bugün adada egemenken ve bizi bağlayan hiçbir koşul yokken bile AKP iktidarı Rumlara tazminat ödeyebiliyor. Yarın AB Annan Planı’nı kendi hukukuna uymadığı için iptal ettiğinde artık AB tebaası haline gelen Kıbrıs Türklerini kurtarmanın hiçbir imkanı olmayacak.

Çatı devlet adı altında kurulan ve tüm adayı yönetecek yeni Rum devletinin egemenliği altında, Türklere tanınacak sözde siyasi temsil hakları tıpkı 1960 anlaşmasını hatırlatıyor. 1960’dan sonra yaşadığımız gibi bu anlaşma da gelecekte hiçbir şekilde uygulanmayacak ama Türklere verilen sözde haklar ve imzalanan anlaşma, Rumların egemen tek güç olarak başlatacakları yeni katliamlara meşruluk kaynağı olacak. Üstelik bu anlaşma 60’ın da fersah fersah gerisinde.

O zaman Annan Planı'nı sadece Batı'nın geçici bir planı olarak değerlendirmeliyiz. Plan, 2 Mayıs günü KKTC'yi yıkmak ve Türk Ordusu'nu adadan silmek isteyenlerin elindeki bir silah. Dolayısıyla planı Rumlar beğenmedi biz beğendik, biz beğenmedik Rumlar beğendi şeklindeki tartışmaların hepsi Türk milletinin kafasını bulandırmaya yönelik boş laflar.

Rumlar nasılsa hayır oyu kullanacak, biz evet diyelim denerek, Kıbrıs Türk halkı kendi devletini yıkmaya ikna edilmek isteniyor. Oysa sorun Rumlara evet veya hayır dedirtmek değil. Onlar ne derse desin 1 Mayıs’ta AB'de. Amaç Türk milletini tuzağa düşürmek. Bir kez Türk milleti tuzağa düşürüldükten sonra, Rumlar için gerekirse kırk defa daha referandum yapılabilir.

Annan’ın kendisi ve AB zaten referandumun tekrar edilmesi olasılığını dile getirmeye başladı. Nasılsa Türk milleti kendi varlığını oylama noktasında kapana bir kez kıstırıldı. Bu oyun gelecekte sadece Kıbrıs’ta değil, güneydoğumuzda, İstanbul’da, tüm Türkiye’de tekrar tekrar sahneye konulacak.

Buna engel olmak için eğer 24 Nisan’da referandum gerçekleşirse Kıbrıs Türk halkı Annan Planı’na hayır demelidir.

Türkiye’de ise millete ve devlete düşen görev daha referanduma gidilmeden Türk’ü önce Kıbrıs’ta sonra Anadolu’da imha etmeye yönelik Batının acil eylem planını durdurmaktır.

Herkes kendi bayrağı altına

Rauf Denktaş’ın açıklamalarında ve MGK’nın kararlarında Türk tarafının olmazsa olmazları defalarca ortaya kondu. Tayyip ve Gül bunlara uyacaklarını defalarca taahhüt etmek zorunda kaldılar.

Neydi bunlar?

Türk Ordusu’nun adada kalıcı varlığı, Türkiye’nin sadece sözde değil fiili garantörlüğü, iki egemen devletin ve iki kesimliliğin korunması, iki eşit ve egemen halkın kabul edilmesi, Akdeniz’de Türkiye Yunanistan dengesinin korunması...

Eğer Batı ve AKP başarılı olursa 2 Mayıs günü bunlardan hangisi korunmuş olacak?

Hiçbiri.

Türk askeri adadan kovulacak. Türk egemen devleti yıkılacak yerine belediyelerden az yetkilere sahip ve Rumların kısa sürede çoğunluk olarak ele geçireceği “parça devlet” kurulacak. Rumlar kuzeye akacak, bu konuda az sayıdaki kısıtlamalar kısa sürede kalkacak. Kıbrıs tam bir Rum adası olacak.

Bu haliyle bile Annan Planı bir kaç ayda tüm adadan Türk varlığını tasfiye etmeye yeterli. Rumlar daha fazlasını istiyor. Sadece bastırırlarsa daha fazlasını alabileceklerini bildiklerinden. Nasılsa Tayyip bir adım önde gitmeye zaten kararlı olduğunu ilan etti.

Tüm bunlar ortadayken Tayyip planı zafer ilan edip, planın onaylanamaz olduğunu söyleyen KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ı tehdit etti ve “Kimse köstek olmasın... Tarih affetmez” dedi.

Şimdi tarihin ve Türk milletinin önünde Tayyip’in ve işbirlikçilerin tek bir soruya cevap vermeleri gerekiyor. Zafer dedikleri belgenin Türkiye’nin tek bir “olmazsa olmazını” içermediği açıkça ortada. Ya millete yalan söylediğinizi kabul edin ve Annan Planı’nın tek bir istediğimizi bile karşılamadığını itiraf edin ya da açıkça safınızın Rum safı olduğunu belli edin, “olmazsa olmazların bizim için önemi yoktur” deyin, Türk çıkarlarını ABD, AB ve Rum çıkarlarına kurban etmek pahasına referandumda “evet”çi olduğunuzu ilan edin.

Artık oyun bitti. Denktaş hayır kampanyasını başlatınca Tayyip ve yandaşları ABD ve AB kervanına katılıp Rum kampanyasının sözcülüğünü yapmak zorunda kalacak. O zaman herkes kendi bayrağı altında toplanmak zorunda. Tayyip ve tüm işbirlikçiler Rumlarla birlikte 12 yıldızlı Haçlı bayrağı altında, Kıbrıs ve Türkiye’de Türk milleti ay yıldızlı bayrak altında, Denktaş’ın safında.

Vatanı savunamayan rejimi savunamaz

AKP’nin rejim karşıtlığıyla ilgili devletin zirvesinde çok şey söylendi, duyarlılıklar gösterildi, bazen kapalı kapılar ardından, bazen de açıktan gerekli uyarılar yapıldı. Ancak rejimin bugün en büyük saldırıyla karşı karşıya olduğu gerçeği algılanmak zorunda.

Cumhuriyet rejimi vatan savunması ile emperyalizme karşı kuruldu. Türk vatanını sonsuza kadar korumak ve yükseltmek için rejimin ilkeleri emperyalizme ve gericiliğe karşı Atatürk tarafından ortaya kondu.

Rejim vatanın savunulması demektir. Sınırlarını koruyamayan rejimler yıkılmaya mahkumdur. Vatanı savunamayan rejim, hakkında sömürgecilerin ve gericilerin vermiş olduğu idam kararını peşinen kabul etmiş demektir.

Kıbrıs’ta adadaki Türk varlığı değil Cumhuriyet yenilgiye uğratılmak isteniyor. Zaten ABD ve AB, açıklamalarıyla Kıbrıs’tan sonra devlete karşı atacakları diğer adımları sıraladı. Kemalist anayasal düzeni Türkiye’de baş düşman ilan eden Oastlender’in hazırladığı ve AB’ce onaylanan yeni AB raporu Türkiye’de laiklik ilkesinin antidemokratik olduğunu, azınlıkların hâlâ özgürlüklerini kullanamadığını duyurdu.

Tayyip’in Büyük Ortadoğu Projesi’nde bölünen, parçalanan ve ABD’ye bağlanan Türkiye ve Ortadoğu’da Halife olma hayalleri ABD tarafından öylesine destekleniyor ki ABD Dışişleri Bakanı Powell Türkiye’yi daha bugünden müttefik bir “İslam cumhuriyeti” olarak nitelendirdi.

Kıbrıs’ta süngüsü düşen ve referandum sandıklarında vatan toprağını tehlikeye atan Türk devletinin önüne aynı sandık Diyarbakır’da da konacaktır.

Türk milleti ve devleti Kıbrıs nezdinde Türkiye Cumhuriyeti’nin saldırı altında olduğunu görmeli. İçteki düşman güçleri tecrit etmeli, Kıbrıs’ta Denktaş’ın elini güçlendirecek her türlü önlemi almalı. Kıbrıs’ta kazanılacak ilk zafer rejime karşı Batıdan ve gericilikten gelen tehdide ilk ciddi tokat olacaktır.

Annan'a da planına da hayır

Türk milletini ve devletini bu denli büyük bir tehditle karşı karşıya bırakan esas neden Batıya bağlanmanın Türkiye için onurlu ve kazançlı olabilecek bir yolunun bulanabileceğini düşünen yanlış stratejilerdir.

Bu düşünceyle savunulmaya çalışılan milli çıkarlar tek tek teslim edildi. İşbirlikçi cephe tutarlı bir şekilde her türlü maske ve taktiği kullanarak Türkiye’yi teslim etmek için çalışırken, Türk cephesi Batılıların masasına oturarak daha fazla vatanı savunamaz.

Annan Planı olmasa ve KKTC tamamen egemen bir devlet olarak Türkiyesiz veya Türkiyeli AB’ye girse bile sonuç aynı olacaktı. Tarih boyunca Batı Türk milletini anlaşma maddelerine dayanarak değil parayla, silahla, zorla katletti, topraklarını gasbetti. Egemenliğinden ve bağımsızlığından vazgeçen bir millet için en iyi anlaşmalar bile köleliğin üstünü geçici olarak örten süsler olmaktan öteye geçemez.

Türkiye AB üyeliği adında bu yola zorla sokuldu. Şimdi bu yoldan çıkmak için bir fırsatı bize Kıbrıs veriyor. Denktaş İsviçre’ye gitmeyerek ve gerekirse anlaşmayı veto edeceğini duyurarak başından oyunu onların kurallarına göre oynamayacağını ortaya koydu. Şimdi Türk devletinin zirvesindekilerin görevini yapması şarttır.

Cumhurbaşkanı Sezer Anayasa üzerindeki hassasiyetini hatırlamalı ve Annan Planı’nın referanduma götürülemeyeceğini, zira 24 Nisan’da çıkacak bir evet oyunun dahi Anayasa göre TBMM’de oylanamayacağını açıklamalıdır.

Ne KKTC ve Türkiye’nin ne de Rum tarafı ve Yunanistan’ın imzalamadığı Annan Planı uluslararası bir anlaşma değildir. Hem referanduma götürülmesi hem de Meclis’e götürülmesi yasadışıdır. Cumhurbaşkanını göreve çağırıyoruz.

Eğer referandum konusunda gerekli olan yapılmazsa Türk milleti, Batının Türkleri imha için kurduğu sandığı bir daha kurulmamak üzere parçalamak için birleşmelidir.

Kıbrıs’ta vatan savunması için açtığımız cephe Türkiye’nin Annan Planı dahil Batıya her türlü esareti reddetmesi için bir fırsat doğurmuştur. Eğer bu fırsat doğru değerlendirilirse, Türk milletinin Kıbrıs’taki tavrının seçimlerde kendisine altı puana mal olmasından yakınan Tayyip’e gerçek bedeli nasıl ödeyeceğini göstermesi çok yakın olacaktır.

ÖZEL NOT;  BUGÜN 22 ŞUBAT 2017 VE KIBRIS TÜRKİYENİN ELİNDEN KAYDI GİTTİ.. YUKARIDAKİ YAZI TARİHİ 13 SENE ÖNCE KALEME ALINDI AMAMAALESEF SİYASETÇİLERİN BECERİKSİZLİĞİ BUGÜNLERİ YAŞADIK..

http://www.turksolu.com.tr/53/ozsoy53.htm

***