Armağan KULOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Armağan KULOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2019 Salı

Duyarlı olalım, Uyumayalım, Uyanık tutalım

Duyarlı olalım, Uyumayalım, Uyanık tutalım




Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com
13 Kasım 2010 


Teröristle önce diyalog, sonra müzakere ortamına gelinmesi kabul edilemez. 

Can emniyeti sağlanmış, konforu uluslararası garanti altına alınmış bir terörist başı ile neyin müzakeresi yapılabilir. Terörün sona erdirilmesi için İmralı ile müzakerenin yanında Kandil’le de görüşülüyor, Barzani’ye ve ABD’ye bel bağlanıyor. Bireysel haklar çerçevesinde artık birçok şey serbest. Şimdi mahkemelerde Kürtçe savunma yapılması zorlanıyor. Hatta bu durum bazı yetkililer tarafından makul görülmeye de başlandı. Bireysel haklar tatmin etmiyor, açık bir şekilde kolektif haklar talep ediliyor.Bütün bu gelişmelerin terörle gündeme geldiğini görüyoruz. O zaman “terörle bir yere varılamaz” söylemini ne yapacağız. Terörle gelinen noktada, bölücü siyasetin önünün açılmasına imkân yaratıldı. Siyasetin önü tıkanırsa, terör yeniden gündeme gelebilir. Terörün sona erdirilmesi ve bölücülere hizmet eden bu siyasetin önünün tıkanmaması için toplumsal mutabakatın sağlanması, bunun sağlanması için de bazı konuların göz ardı edilemeyeceği söyleniyor. Okullardaki andımızla bile uğraşılıyor.Bundan sonraki isteklerin başında Kürtçe eğitim geliyor. Bir dilin eğitim dili olabilmesi için onun yurt içinde genel iletişimde kullanılması, uluslararasında geçerliliğinin bulunması veya bilim dili olması, üniversitelerde araştırma dili olması için de tarihi, antropolojik veya arkeolojik ihtiyaçların olması gerektiği dikkate alınmıyor. Anadili öğrenme, çevresel olarak kullanmanın dışına çıkılıyor ve dilin millet yaratmadaki önemi dikkate alınarak, ayrı bir millet olmak için çaba sarf ediliyor. İstekler devam ediyor ve devam edeceği de görülüyor.  Diğer taleplerin seçim sonrasında ele alınması üzerinde mutabakat sağlandığı anlaşılıyor. Ancak bazı konular için, seçim propagandaları sürecinde sözler verilmesi beklentisi var. Bunların başında yeni anayasa geliyor. Yerel yönetimlerin güçlendirilerek ademi merkezi bir yönetim ile demokratik özerklik de isteniyor.İşin en ilginç yanı, yeni bir anayasa yapılması konusunda toplumun her kesiminin geniş bir mutabakat içinde bulunduğu aşılanmaya çalışılıyor. Çünkü mevcut anayasanın başlangıç bölümü, değiştirilemeyecek maddeleri ve bunlara yapılan atıflar ile Türk Milleti, Atatürk Milliyetçiliği bağlamındaki Türk ifadeleri ve vatandaşlık kavramı, bölücüleri ve dönüşüme destek verenleri rahatsız ediyor. Ulus devlet, üniter devlet, laik devlet kavramlarından rahatsız olanlar var. Ulus devletin modasının geçtiği, her milletin devleti olduğu, en azından özerk yapılarının bulunduğu, Kürtlerin de önce millet olması ve özerk yapıya geçmesi gerektiği, net bir şekilde ifade ediliyor. Bunlar demokrasi, özgürlükler ve bulunulan ortamdan istifade edilerek yapılıyor. Mevcut anayasada yapılabilecek değişikliklerle arzu ettikleri hedefe ulaşamayacaklarını değerlendiren çevreler, yeni bir anayasa yaparak önlerindeki engelleri aşmak istiyorlar. 

Bu duruma da, değişim ve dönüşümle Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden yapılandırılması diyorlar.Yeni anayasa ile değişim, dönüşüm ve yeniden yapılandırma demek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesinden uzaklaştırılarak tasfiye edilmesi demektir. Maalesef bazı devlet yetkililerinin, bazı siyasetçilerin, üst düzey bürokraside çalışmış bazı eski bürokratların, bilerek veya bilmeyerek, bazen de siyasi kaygılarla bu sürece destek verecek tarzda beyanlarda bulundukları da görülüyor. 

Görsel ve yazılı geniş bir medya kesimi üzerinden bu konuların propagandasının yapılmasına imkân tanınıyor. Bu konularda dış destekli terör ve güç odakları ile işbirliği yapılıyor. Toplum, ulus devlet, üniter devlet, laik devlet kavramlarından uzaklaştırılarak dönüşüme alıştırılmaya çalışılıyor.Bu gelişmeler karşısında duyarlı olalım, uyumayalım ve halkımızı uyanık tutalım. 

Kuruluş felsefesine uygun olarak yaşattığımız Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Tek Vatan, Tek Millet, Tek Devlet, Tek Bayrak olarak ve ülkemizin çıkarlarını gözeterek sonsuza kadar yaşatalım. Bunun için tavrımızın ve duruşumuzun net, davranışımızın da kararlı olması gerekiyor. Hükümet ve devlet yetkililerinden ve siyasilerimizden de bu yönde karalı duruş sergilemelerini ve hareket etmelerini bekliyoruz.  

Duyarlı olalım, uyumayalım, uyanık tutalım 
Kaynak Yeniçağ: 
Armağan KULOĞLU 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/duyarli-olalim-uyumayalim-uyanik-tutalim-15681yy.htm

***


Teröristten Medet ummak,

Teröristten Medet ummak,



Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com
06 Kasım 2010


   Terörün sona erdirilmesi ve gündemden düşürülerek huzurlu ve istikrarlı bir ortamda yaşanması arzu edilen bir durumdur. Bunu sağlamak maksadıyla yurtiçinde ve dışında tedbirler alınması, girişimlerde bulunulması, sonuç alınarak başarı sağlanması hepimizin isteği ve beklentisidir. Ancak bu girişimleri yaparken konunun esasını kaçırmamak, terörün siyasi hedeflerinin olduğunu hesaba katmak gerekir.Türkiye’deki sorun, etnik esasa dayanan bölücülüktür. Tam adıyla Kürtçülük hareketidir. PKK bölücü terör örgütünün amacı da, Kürtçülük konusunu hem iç, hem de dış kamuoyu platformuna taşıyarak dikkat çekmek ve kabul ettirmektir. Bu konuda siyaset yapanların, medyada sürekli olarak Kürtçülerin isteklerini tekrarlayarak halkı bu isteklere alıştırmaya çalışanların amacı da aynıdır. Bölücü terör ve bölücü siyaset, birbirinden güç alır ve destekler. Siyasetin tıkandığı yerde terör devreye girerek tıkanan siyasetin önünü açmaya çalışır. Bazen at başı hareket ederler. Siyaset için elverişli ortam yaratıldığında terör geri planda durabilir.Referandum öncesinden itibaren PKK terör örgütü arka arkaya eylemsizlik kararları almış ve seçim sonuna kadar bir eylemsizlik kararı aldığını da açıklamıştır. Ancak örgüt halen varlığını devam ettirmektedir. Hatta almış olduğu eylemsizlik kararı ile kazanacağı zamanı, son dönemde yıpranmış olan yapısını tamir etme fırsatı olarak da kullanabilecektir. Örgüt, ne kendini feshetmiş, ne tasfiye etmiş, ne de teslim olmuştur. 

Örgüt bu durumuyla, beklentilerin karşılanmaması halinde yeniden eylem yapabilme inisiyatifini elinde tutmaktadır.Burada acı olan konu, örgütün ağzının içine bakmak, ondan bir eylemsizlik kararı çıkmasını beklemek, bu kararların alınabilmesi için devlet olarak İmralı ve Kandil ile dolaylı görüşmeler yaparak bir diyalog ortamı oluşturmak, onlardan medet ummaktır.Etnik kökenli siyaset yapanlar ile terör yapanların seçim sonrası beklentisi yeni bir anayasadır. Yeni anayasada beklenti, mevcut anayasanın başlangıç bölümü ile değişmeyen maddelerine yer verilmemesi, tek uluslu ve üniter yapıdan vazgeçilmesi, devletin yapısının değiştirilmesidir. 

Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılmasından demokratik özerkliğe kadar uzanan bir yelpazede isteklerinin yeni anayasada yer almasıdır. Seçime kadar olan süreçte operasyonların durdurulması, KCK tutuklularının serbest bırakılması, İmralı’nın şartlarının iyileştirilmesi ve en önemlisi, İmralı ile müzakere edilebilme ortamının yaratılmasıdır.Diyalog ortamında nelerin görüşüldüğü bilinmemektedir. Ancak İmralı’nın diyalog ortamından müzakere ortamına geçildiğini ifade etmesi son derece manidardır. 

Gelinen aşamada, bir tarafta etnik kökenli siyaset yapanlar ve bölücü terör örgütü, diğer tarafta devletin organları olmak üzere, birbirlerine karşı durum almaya çalışan iki taraflı bir manzara ortaya çıkmıştır. Hatta TSK ile PKK’nın birbirlerine karşı üstünlük sağlayamadığı ifade edilerek PKK ile TSK eşdeğer tutulmaya çalışılmıştır. Konunun gerektiğinde uluslararası boyuta taşınacağı ve dışarıdan müdahale imkânlarının aranacağı tehdidi ile de karşılaşılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ulus devlet, üniter devlet, laik devlet esası üzerine oturtulmuştur. 

Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes kanunlar ve fırsatlar önünde eşittir. Etnik köken, din, mezhep, renk, cinsiyet farkı gözetilmez. Etnik kökeni ne olursa olsun hiç kimseye, tanınan bireysel haklardan daha fazlası verilemez. Kolektif haklar ise söz konusu dahi olamaz. Devlet ve hükümet yetkililerinin, bölücü siyaset yapmayan bütün siyasetçilerin bunu açık ve net olarak ifade etmesi, günü ve dönemi kurtarmak adına farklı veya muğlâk ifadelerden kaçınması son derece önemli ve gereklidir.Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milleti ile bütünlüğü, güvenliği ve kuruluş felsefesinin öngördüğü yapısının muhafazası, her türlü düşüncenin önündedir. 
Bunu sağlamak için siyasi kararlılık elzemdir. 
Bulunulan durumdan çıkışta birinci şart, PKK terör örgütünün teslim olması veya askeri alanda bir daha mağlup edilmesi ve gündemden çıkarılmasıdır. 
Devlete, terör örgütünden, onun liderlerinden ve etnik kökende siyaset yapanlardan medet ummak yakışmaz. 

Kaynak Yeniçağ: 
Teröristten medet ummak 
Armağan KULOĞLU 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/teroristten-medet-ummak-15585yy.htm


***

MENBİÇ. ARTIK ÇOK GEÇ

MENBİÇ, ARTIK ÇOK GEÇ




Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com
11 Mart 2017



      Suriye krizinin başında, yanlış tespit edilen politika ve buna göre oluşturulan strateji, sonradan kısmen düzeltilebilme imkânı bulmuşken, şimdi artık 
içinden çıkılamaz bir hal almıştır. 

Yanlış Politika ve Stratejinin sonuçları.,

Arap Baharı'nın Suriye'ye ulaşmasından bir müddet sonra Türkiye politikasını, Suriye yönetiminin devrilmesi üzerine kurmuş, bu maksatla muhalif kuvvetleri desteklemiştir.Çıkan iç karışıklıklar sonucunda, Suriye yönetimi ülke bütünü üzerindeki kontrolünü kaybetmiştir. Kontrolün elden çıkmasıyla Suriye topraklarında biri IŞİD, diğeri de PYD olmak üzere başlıca iki güç hâkimiyet kurmuştur. Radikaller ve Ilımlılar olarak anılan parçalı muhalefetin hâkimiyet alanları ise kısıtlı olmuştur.Müteakiben IŞİD'le mücadele için koalisyon güçleri oluşturulmuş, Türkiye de bu koalisyonda yer almıştır. Muhalifler etkili olamamış, Rusya ve İran, Rejim tarafında yer almış, Suriye, küresel ve bölgesel güçlerin vekâlet savaşlarına sahne olmuştur.Türkiye açısından ise, IŞİD sınırda ve sınır içinde boy göstermiş, en vahimi de Suriye'nin kuzeyinde PYD merkezli bir Kürt oluşumu kalıcı hale gelmeye başlamış, PKK'yla ortak hareket ederek tehdit oluşturmuştur. Süleyman Şah Türbesi'nden geri çekilinmiş, PYD'nin Fırat'ın batısına geçmesi kırmızı çizgimiz olarak ilan edilmiştir. PYD Fırat'ın batısına geçmiş, Menbiç merkezli geniş bir alanı işgal etmiş, ancak buna bugüne kadar seyirci kalınmıştır. Rusya'yla yaşanan kriz, ABD'nin PYD takıntısı, bu konuda sıkıntı yaratmıştır.Fırat Kalkanı Operasyonu yeni bir fırsat yarattıRusya'yla olan krizin aşılmasını, ABD'deki başkanlık seçimlerinin yarattığı boşluğu iyi değerlendiren Türkiye, Fırat Kalkanı Operasyonunu gerçekleştirmiştir. Bu operasyonla, hem IŞİD sınırımızdan uzaklaştırılmış, hem de PYD kantonlarının birleşerek koridor oluşturmasının önü kesilmiştir.Ancak burada politika gereği, ÖSO desteklenerek harekât geliştirilmeye çalışılmıştır. Hâlbuki IŞİD'le savaşılırken, harekâtı daha büyük kuvvetlerle gerçekleştirip, bu kapsamda PYD'nin Fırat'ın doğusuna çekilmeye zorlanması da düşünülmeliydi. ABD'nin sözüne güvenildiğinden bu fırsat da kaçmıştır.Harekât başarıyla sonuçlanmış, El Bab ele geçirilmiştir. Ancak artık hedefin Menbiç ve Rakka olacağı açıklaması gerçekleşememiştir. Esasen Rakka, Türkiye için tehdit değildir. Ancak Menbiç konusunda avantaj sağlanabilmesi ve PYD'nin dışlanması için bir vasıta olarak kullanılması düşünüldüğünden gündeme getirildiği değerlendirilmiştir.Menbiç konusu daha da karıştıTürkiye'nin son olarak PYD'nin Menbiç'ten çekilmemesi halinde vuracağını tekrarlaması üzerine ABD ve Rusya harekete geçmiş ve bu konuda sürpriz gelişmeler yaşanmıştır.Önce, kuzeye ilerleyerek El Bab'ın güneyini işgal eden Suriye Rejim güçleri, kuzey doğuya doğru yönelerek Menbiç alanıyla birleşmiştir. PYD, Menbiç'in batısındaki birkaç köy ve yerleşim merkezini Rejim güçlerine devretmiştir. Rejim PYD'yle iş birliği içine girmiştir.PYD'ye zaten siyasi destek veren Rusya, Rejim güçleriyle birlikte sembolik bir gücü Menbiç batısına göndermiş ve orada bayrak göstermiştir.PYD'ye tam destek veren ABD, PYD'nin Menbiç'ten çıkmayacağını açıkça beyan etmiş, Menbiç'e silah ve asker göndererek PYD'nin yanında o da bayrak göstermiştir.Hâlihazırda Menbiç'te PYD, ABD, Rusya ve Rejim güçleri bulunmaktadır. Konu tam anlamıyla Arapsaçına dönmüştür.Bu durumda bir koordinasyon ihtiyacı doğmuş, Türkiye, ABD ve Rusya Genelkurmay başkanları, heyetleriyle birlikte Antalya'da bir araya gelmiştir. 

Suriye ve Irak'taki terör örgütleriyle mücadelede daha etkin bir iş birliği ve üç ülke silahlı kuvvetleri arasında istenmeyen olayların önlenmesi konusundaki tedbirler değerlendirilmiştir.Sonuç olarak Menbiç konusunda geç kalınmış, durum belirsizleşmiş, Türkiye için asıl tehdit PYD, kalıcı olma yolunda bir hamle daha kazanmıştır. Son tahlilde Menbiç'in Rejim güçlerine devri de mümkündür. 

Artık bundan sonra çıkabilecek politik ve askeri fırsatları kaçırmadan değerlendirmekten başka çare kalmamıştır. 



Kaynak Yeniçağ: 
Menbiç: Artık çok geç 
Armağan KULOĞLU  



***

11 Mart 2019 Pazartesi

Irak Politikasındaki Değişim

Irak Politikasındaki Değişim






Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com 

02 Kasım 2013

Özellikle son birkaç yıldır Irak’la olan mesafeli, soğuk, hatta gerginlik ve sertlik içeren ilişkilerimizin birden bire yumuşadığını görmekteyiz. Bunun sebeplerini ortaya koyabilmek için ilişkilerimizin yakın geçmişine ve son gelişmelere bakılmasında yarar bulunmaktadır.2009 yılında ilişkilerimiz “Komşularla sıfır sorun” anlayışı çerçevesinde, Suriye’nin yanında Irak’la da ortak bakanlar kurulu toplantısı yapacak kadar gelişmiş ve “Yüksek Düzeyde Stratejik İşbirliği” düzeyine ulaştığı ilan edilmiştir. Ancak bu ilişki, Irak’ta yapılan seçimler sonrasında iktidara gelen Maliki yönetimiyle, başladığı gibi sürdürülememiştir. İlişkilerin bozulmasını; Maliki’nin Şii olmasına, İran’a yakın durmasına, Esad yönetimini desteklemesine, Türkiye’nin Sünni olan ve hakkında tutuklama kararı çıkarılan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi’yi himaye etmesine, Türkiye’nin merkezi yönetimden bağımsız olarak Barzani yönetimiyle enerji anlaşmaları yapmasına bağlamak mümkündür. 

*** 

Türkiye’nin Irak’la olan ilişkileri gerginliğini muhafaza ederken, Suriye politikası da değerlendirilenin tam aksine gelişmiş, sınıra yakın bölgelerde PYD hâkim olmuş ve el-Kaide destekli Irak-Şam İslam devletinin kurulduğu ilan edilmiştir.Suriye’deki iç savaş, Irak’taki saldırıların artmasına da neden olmuş ve el-Kaide bu saldırılarda önemli bir rol oynamaya başlamıştır.Ayrıca Barzani yönetimiyle, Irak merkezi hükümetini devre dışı bırakarak yapılan enerji anlaşmaları da, Kuzey Irak yönetiminin statüsünü yükseltmiş ve bu yönetimin bağımsızlık yönündeki iştahını kabartmış, gelinen aşama Irak’ın toprak bütünlüğünü de tehlikeye sokmuştur.Suriye’nin yanında Irak’ın da toprak bütünlüğü tehlikeye girmiş, bölgede istikrar gittikçe bozulmuş ve gelinen aşama güvenlik sorunları yaratmaya başlamıştır. Bu durum tedirginliği artırmış ve bölgedeki tehdidin bertaraf edilebilmesi için bölgesel politikalarda değişiklik yapılması zaruretini yaratmıştır. Bu kapsamda Türkiye’nin özellikle Irak politikasını yeniden gözden geçirmesi durumu ortaya çıkmıştır.Diğer taraftan Türkiye’nin aynı kapsamda İran politikasını da olumlu yönde geliştirdiği görülmektedir. Hatta yakın bir gelecekte, geçen haftaki yazımda belirttiğim üzere, Suriye politikasında da değişiklik yapmasını beklemek mümkündür. Belki de Mısır dahil tüm Orta Doğu politikasının yeniden düzenlemesinin gündeme gelmesi dahi sürpriz olmayacaktır. 

*** 

Bu değişime, ABD’nin Orta Doğu politikalarında yeniden yapılandırmaya gitmesinin de önemli katkı sağladığı düşünülmektedir. Hatta bu konuda Türkiye’ye telkin ve tavsiyelerde bulunduğu da değerlendirilmektedir.Bilindiği üzere ABD, Suriye’de askeri bir müdahaleye karşı olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuş, Suriye’nin kimyasal silahlardan temizlenmesini BM’ye bırakmış ve Esad’ın tutumundan da memnun olduğunu ifade etmiştir. Esad’a karşıyken, politikasında Esad’lı bir çözüme doğru değişiklik yapmıştır. İran politikasında değişime gittiği ve diyalog ortamı yaratmaya çalıştığı da bilinmektedir. Irak politikasında da, merkezi hükümetin duruma hâkim olmasını istediği, fazla tasvip etmese de Maliki yönetimine destek verdiği bir gerçektir. Maliki’nin özellikle el-Kaide militanlarına karşı mücadele edebilmek için, silah temini dahil, destek almak üzere ABD’yi ziyaret edeceği de bilinmektedir. 

*** 

Gelinen aşamada Türkiye’nin Irak’la olan ilişkilerindeki yumuşamayı, ortaya çıkan şartlar nedeniyle tercih ettiği anlaşılmaktadır. Özellikle Irak’ta Türkmenleri etkisizleştirme ve yok etme planı çerçevesinde yürütülen katliamlara karşı, merkezi yönetimin otoritesinin Irak’ın bütününde sağlanmasının ve bu kapsamda Maliki hükümetiyle ilişkilerin düzeltilmesinin doğru bir yaklaşım olduğuna inanılmaktadır.Türkiye’nin İran’la olan ilişkilerinde de bir gelişme içinde olduğu gözlenmektedir. Yakın bir gelecekte Suriye politikasını, hatta daha sonra Mısır politikasını da gözden geçirerek yeniden değerlendireceği düşünülmektedir. Geç de olsa yanlışlardan dönerek, bölgede oluşan istikrarsızlığın ve buna paralel güvenlik sorunlarının giderilmesi yönünde yapılacak politika değişikliklerinin ülke menfaatleri açısından yararlı olduğuna inanılmaktadır. 


Kaynak Yeniçağ: 
Irak politikasındaki değişim - 
Armağan KULOĞLU 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/irak-politikasindaki-degisim-28646yy.htm



****

Türkiye, ABD'yle Rusya arasında denge arıyor.,

Türkiye, ABD'yle Rusya arasında denge arıyor.,



Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com 

21 Temmuz 2018


Suriye'nin kuzeyinden kaynaklanan tehdidin, ABD'nin tutumundan dolayı bundan sonra da devam edeceği anlaşılıyor.Diğer taraftan da Türkiye, ABD'yle Rusya arasında sıkıştığından, denge sağlamaya çalışıyor.Fırat'ın doğusunda birleşik yönetim kurma çalışmalarıABD'nin desteğiyle Suriye kuzeyinde bir bütün halinde yönetim kurmaya çalışan PYD/YPG/PKK'nın çabaları, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla akamete uğratılmış, İdlip'te sağlanan durumla da Akdeniz'e ulaşma ümitleri tamamen ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca Menbiç'te sağlanan mutabakat çerçevesinde, tehdidin bu bölgeden de uzaklaştırılması süreci devam etmektedir.Ancak bu bölgelerden kaçan ve intikal eden PYD/PKK mensupları Fırat'ın doğusuna geçmiş, buradaki güçlere katılarak bölgedeki varlığını artırmıştır.Bu güç, esasını PKK'nın Suriye uzantısı olan YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olup, ABD tarafından sağlanan teşkilat, eğitim, silah, mühimmat ve malzeme desteğiyle gittikçe kalıcı bir hale gelmiş ve 60.000 kişilik bir güce ulaşmıştır.İdari olarak da bölgede ABD öncülüğünde yerel konseyler kurulmuştur. SDG şimdi de ABD ve koalisyonun desteğiyle IŞİD'den aldığı bölgelerde yeni yönetimler kurma çabasındadır. Hedef, Fırat'ın doğusundaki yerel konseylere, Rakka, Deyr ez-zor ve Cezire bölgesinin doğusundakilerin de katılımıyla bölgeler arasında koordinasyonu sağlayacak bir yönetim oluşturulması dır.Suriye'nin kuzeyindeki tehdit kalıcı hale geliyorSDG, ABD'nin desteğiyle Suriye'nin %25'ini kontrol altında tutmaktadır. Trump son NATO toplantısında, YPG'yi desteklemeye devam edeceklerini bir kere daha ifade etmiştir.Diğer taraftan ABD'yle Rusya'nın, Suriye'de etkinlik paylaşımına ilişkin anlaşma yaptıkları söylenmektedir. Ayrıca İsrail Başbakanı Netanyahu'nun Moskova'da Putin'le görüştüğü, İran'ın Suriye'deki etkinliğinin sonlandırılması karşılığında Esat yönetimini tanıyacaklarını beyan ettiği de ifade edilmektedir.Esat'ın geçen ay yaptığı "SDG'yle müzakereler için Şam'ın kapısı açık" açıklamasından, Suriye yönetiminin de artık bu fiili durumu kabullendiği anlaşılmaktadır.Türkiye-ABD arasında Menbiç'te sağlanan mutabakata göre takip edilen uygulamalar tamamlandığında, arzu edilen sonuca ulaşılıp ulaşılamayacağı henüz belli değildir. Tatmin edici sonuca ulaşılsa dahi, bunun Fırat'ın doğusunda uygulanma ihtimali oldukça zayıf, hatta imkânsız görülmektedir.Bütün bu gelişmeler, Fırat'ın doğusunda PKK uzantısı bir yönetimin gittikçe kalıcı hale geldiğini göstermektedir. Türkiye'nin bunu önlemeye yönelik bir yaptırım uygulayabileceğini söylemek oldukça zordur. 
Bu nedenle ABD ve Rusya'nın etkilerini dengelenmeye çalıştığı değerlendirilmekte dir. S-400, F-35, Patriot sarmalı Denge politikasının savunma sanayii alanında da sürdürüldüğü anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere Türkiye, ihtiyaç duyduğu orta ve yüksek irtifa hava savunma sistemini temin etmek üzere 20 yılı aşkın bir süredir arayış içindedir. Bugüne kadar bu eksiklik Hava Kuvvetlerinin uçakları vasıtasıyla kapatılmaya çalışılmıştır. Ancak bu kapsamdaki füze sistemine olan ihtiyaç sürekli gündemde olmuştur. Bu ihtiyacı karşılamak için ABD, Fransa-İtalya ortaklığı, Rusya ve Çin ile müzakereler yapılmıştır. 

ABD, Patriot sistemini satmaya yanaşmamış, diğer adaylardan da en uygun teklif Rusya'dan geldiği için S-400'lerin alınmasına karar verilmiştir.  
Ancak S-400 alımı ABD'yi rahatsız etmiş, bu nedenle ortağı olduğumuz ve bazı parçaları da TAİ'de üretilen, parasının başlangıç kısmı ödenen, 
hatta 2 adedi de eğitim yapılmak üzere ABD'de teslim edilen F-35'leri verme konusunda sıkıntı yaratmıştır.Bu sıkıntı şimdilik atlatılmış gibi görünmektedir. 
Ancak bu sefer ABD, Patriot füze sistemini satabileceğini belirtmiş, bunu üzerine ilgili firmayla görüşmeler başlamıştır. S-400 alımı da ilerlediğinden bundan 
vazgeçmek Rusya'yla sorun yaratabilecektir. Bu nedenle hem S-400, hem de Patriotların alımıyla denge sağlanmaya çalışılacağı kıymetlendirilmektedir.

Not: Gazetenin Gördüğü Lüzum üzerine yazılarımı sonlandırıyor, okuyucularıma veda ediyorum. 

Saygılarımla. 

Kaynak Yeniçağ: 
Armağan KULOĞLU 

***

5 Kasım 2018 Pazartesi

DİNİ VE MİLLİ HASSASİYETLER

DİNİ VE MİLLİ HASSASİYETLER 





ARMAĞAN KULOĞLU
09 Aralık 2017 

Dini ve milli konulardaki hassasiyetler, her ülkenin kendi değerleri ölçüsündeki 
kutsallarıdır. Her ikisi de gözetilmeli, her alanda, ortamda ve durumda korunmalıdır. 
Birine önem verilirken diğeri ihmal edilmemelidir. 
Kudüs İsrail’in başkenti olarak kabul edilemez ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, İslam dünyasında tepkiyle karşılanmıştır. Bu girişim, Ortadoğu’daki gerginliği artıracak, Arap-İsrail ihtilafını tırmandıracak ve barış sürecini sekteye uğratacaktır. Maalesef bunun, radikal unsurların reaksiyona geçmesini tetiklemesi de mümkündür. 

Arap Birliği toplanmaktadır. BM toplantıya çağrılmıştır. Bölge ülkeleri arasında bir görüşme trafiği de oluşturulmuştur. 

Türkiye de bu konudaki hassasiyetini güçlü bir şekilde ortaya koymuştur. Kudüs’ün onurumuz ve kırmızıçizgimiz olduğu açıklanmıştır. Cumhurbaşkanı, İslam dünyasından hükümet ve devlet başkanlarıyla görüşmeler gerçekleştirmiş tir. 
Gelişmeler karşısında İslam ülkeleri arasında ortak hareket etmeyi ve koordinasyonu sağlamak amacıyla, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın dönemsel başkanı olarak, Teşkilatı önümüzdeki hafta İstanbul’da olağan üstü toplantı yapmaya davet etmiştir. 

Kudüs kararının kabullenilmesi beklenemez. BM kararlarına uygun olarak mevcut statü muhafaza edilmelidir. 

Trump’ın Kudüs kararı, daha çok iç politikaya dönük 

Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesi, yıllar önce ABD Kongresi tarafından alınmış bir karardır. Ancak konunun hassasiyeti dikkate alınarak bundan önceki başkanlar tarafından bugüne kadar uygulanmamış, sürekli olarak ertelenmiştir. Fakat bu sefer Başkan Trump tarafından, seçim dönemindeki vaadini de yerine getirmek amacıyla gündeme getirilmiş ve ilan edilmiştir. 

Ancak bu konuyu sadece Trump’ın seçim dönemindeki vaadine bağlamak da yeterli değildir. Bilindiği üzere Trump’ın tutarsız politikaları ve bir başkana yakışmayacak tavırları ABD halkı üzerinde olumsuz bir anlayış yaratmış, muhalif hareketler artmıştır. Kendi partisinden dahi parlamentodan destek alamadığı durumlar gündemdir. ABD’de Yahudi lobilerinin gücü ortadadır. Trump’ın böyle bir kararla Yahudilerin desteğini alarak durumunu güçlendirmeye, kongre kararına uyarak onun nezdinde itibar sağlamaya çalıştığı söylenebilir. Hatta gündem değiştirerek üzerindeki baskıları azalma gayreti içinde olması da muhtemeldir. 

Diğer taraftan İslam dünyasına olan hoşnutsuzluğu da bilindiğinden, Ortadoğu 
politikalarında Arap’ları dışlayıp, İsrail ve Kürtlerle işbirliğini güçlendirmeyi düşündüğü de değerlendirilebilir. Ancak konunun, Kudüs’ün ortak bir değer olmasından ötürü Hristiyan dünyası tarafından da tepkiyle karşılandığı dikkate alınmalıdır. 

Bu girişimin Trump’ın ve dolayısıyla ABD’nin başını daha da derde sokacağı, dini 
hassasiyetlerle oynamanın kaostan başka bir işe yaramayacağı bilinmelidir. Kudüs krizinin, var olan Türkiye-ABD gerginliğini artıracağı ve İsrail’le olan ilişkilerimizi de yeniden kopma noktasına kadar götürebileceği kıymetlendirilmektedir. 

Türkiye aynı hassasiyeti Milli konularda da göstermeli 

Türkiye’nin Kudüs konusuna gösterdiği tepki, hassasiyeti ve girişimleri haklı ve 
yerindedir. Yönetimin diğer dini esaslı haksızlıklara olan duyarlılığı, bazen aşırılığa kaçsa da olumlu olarak nitelendirilebilir. Ancak aynı hassasiyetin Milli konularda da gösterilmesi gerekir. 

Bazı şahsi veya iç politikada kendileri açısından olumsuzluk yaratan konuların “Milli mesele” olarak ifade edilmesi yanlıştır. Milli olmayan konuların, esas milli olan hususları gölgelemesi kabul edilemez. 

Milli konularımızın başında Kıbrıs konusu gelmektedir. Bizim için kutsal olan bu 
konuda, İslam dünyasının KKTC’yi tanıması yönünde bir politika geliştirmemiz, bu yöndeki samimiyetlerini de test etmemizi sağlayacaktır. Bugüne kadar bir hayrını görmedik. 

Yönetimin, bugüne kadar bir türlü izah edemediği ve kaçındığı, Ege’de işgal edilen ve infial yaratan 18 ada konusunda da hassasiyet göstermesi beklenmektedir. 

Lozan müzakereye açılamaz. Milli çıkarlarımız her konunun önünde gelir. 

 ***

ABD'NİN YENİ OYUNLARI

ABD'NİN  YENİ OYUNLARI,



Armağan Kuloğlu, 
28 Nisan 2018 

    Dış politika ve güvenlik alanında önemli gelişmeler yaşanmaktadır. 
Ancak girdiğimiz seçim atmosferi ve heyecanı bunları gölgelemektedir. 
Bu gelişmelerin yakından takip edilmesinde ve her şeyi bir tarafa bırakıp gerektiğinde önlem alınmasında ülke menfaatleri açısından fayda görülmektedir. 

Suriye’de Arap Ordusu 

ABD Fırat’ın doğusunda PYD/YPG/PKK’nın kontrolünü devam ettirebilmek için değişik yöntemler ve söylemler arayışındadır. Bunlardan biri de bölgede ABD öncülüğünde Arap Ordusu oluşturmaktır. 

Amacın kuzey bölgede DEAŞ’la mücadele olduğu söylense de bu açıklama güven vermemektedir. Çünkü kuzey bölgede fazla bir DEAŞ tehdidi kalmadığı gibi, DEAŞ’ın Suriye’nin başka bölgelerinde kontrol altında tuttuğu yerler de vardır. Bu durum Arap Ordusu’nun neden sadece kuzey bölgede konuşlandırıldığı nın sorgulanmasını gerektirir. 

Bu teşebbüsle, kuzey bölgede Arap Ordusu adı altında PYD/YPG varlığının göze 
batmasının önlenmesinin, onların Türkiye’ye karşı korunmasının ve desteklenmesinin, böylece devamlılığının sağlanmasının hedef alındığı açık bir şekilde görülmektedir. 

Ayrıca ABD’nin kendi askeri yerine Arap askerlerini bölgeye yerleştirerek masraftan kurtulmak istediği, böylece hem masrafsız, hem de risksiz ilave bir güçle bölgedeki etkinliğini arttırmayı düşündüğü de söylenebilir. 

Söz konusu Arap Ordusu’nun S.Arabistan, Mısır, BAE ve Katar askerlerinden 
oluşacağı öngörülmektedir. Bunun, İran etkinliğinin karşısında Sünni ve Arap olan bir ortak güç oluşturmak şeklinde düşünülmesi de mümkündür. 

Arap ülkelerinin, İran ve Türkiye olarak Arap olmayan güçlerin Ortadoğu’da etki alanları kurmaya çalışmasından memnun olmadıkları da söylenmektedir. Ancak diğer taraftan, Fransa’nın Suriye’yi hala kendi toprağıymış gibi görmesini, ABD’nin 10.000 Km. uzaktan gelip bölgede etki alanı yaratmasını ve Rusya’nın bölgedeki varlığını yadırgamamakta, herhalde tarihi alışkanlık olduğu için rahatsız da olmamaktadırlar. 

Trump’ın "Suriye'den çıkmayı çok isterim, yakında eve döneceğiz. Güçlü ve kalıcı bir iz bıraktıktan sonra Suriye'den çıkacağız" açıklamasının arkasındaki düşünce, acaba bu Arap Ordusu olabilir mi? Eğer buna güvenerek söylediyse buradan çıkamayacak demektir. 

 ABD’nin Türkiye ve İran baskıları F-35 projesinden bile çıkarılabileceğini ifade etmiştir. 

Türkiye’nin Rusya’yla S-400 füzeleri almak için yaptığı anlaşma ABD’yi rahatsız 
etmiştir. ABD Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunu hatırlatarak, yanlış bir iş yaptığını söylemiş, bu alımdan vazgeçmemesi halinde çeşitli yaptırımlar uygulanacağını, hatta Türkiye’nin de bu şantaja boyun eğmemesi üzerine bu sefer pentagon yetkilileri tarafından, Türkiye’yi S-400 alımından vazgeçirmek için Rus savunma sistemini kasıtlı olarak küçümseyen açıklamalar yapıldığı görülmüştür. National İnterest dergisinde buna ilişkin bir yazı da çıkmıştır. 

Diğer taraftan Trump, İran’la yapılan nükleer anlaşmanın yanlışlığına işaret etmekte, bunun iptali yönünde uluslararası ortamda görüşmelerde bulunmakta dır. Macron’un ABD’ye yaptığı ziyaretinde de bu konuyu gündeme getirmiştir. 

İran da bunun karşılığında, yeniden nükleer çalışmalara başlayacağını beyan ederek ABD’yi tehdit etmektedir. 

Bu gerginliğin devam edeceği ve konunun, İran'ın baskılanması ve bölgede 
etkisizleştirilmesi yönünde kullanılabileceği değerlendirilmektedir. 

Papaz Andrew Brunson - Hakan Atilla davası 

Türkiye’de terör örgütleriyle bağlantısı nedeniyle yargılanan ABD vatandaşı papazın ABD’ye iade edilmesi için Başkan Trump başta olmak üzere ABD senatörleri ve diğer yetkililer Türkiye’ye baskı uygulamaya çalışmakta, yaptırım uygulanmasının sebeplerinden biri olarak bu davayı da göstermektedirler. 

Hatta bir misilleme olarak ABD’de devam eden Hakan Atilla davası bu konuda bir mukabele aracı olarak kullanılmak istenmektedir. Bu kapsamda Türkiye ve ABD, 
davaların karar tarihlerini, biri diğerini görmeden sonuçlandırmamak için ardışık olarak ileriye doğru ertelemektedirler. Bu da iki ülke arasında oynanan bir oyuna dönmüş durumdadır. 


28 Nisan 2018 

 ***

30 Eylül 2018 Pazar

Türkiye Dönüşüme Zorlanıyor.,

Türkiye Dönüşüme Zorlanıyor.,




ARMAĞAN KULOĞLU.,
Türkiye dönüşüme zorlanıyor
oakuloglu@gmail.com
29 Ocak 2011












    Tek kutuplu dünya düzeninde hegemonik düşünceler ortaya çıkmış, küreselleşme denen, uluslararası sermayenin, baskın kültürün hüküm sürdüğü, mal, hizmet ve sermayenin sınır tanımadığı, egemenliğini muhafaza etmeye çalışan ulus-devletlerin hedef haline geldiği bir ortam doğmuştur.Bu ortamda, Türkiye’nin de içinde bulunduğu geniş bir coğrafyada jeopolitik bir boşluk oluşmuştur. Bu coğrafya, dünya hâkimiyet düşüncesinde önemli yer oluşturan Büyük Orta Doğu bölgesidir. ABD tarafından, bölgede kontrolün sağlanabilmesi için BOP adı altında bir proje uygulamaya sokulmuştur. 

Projede Türkiye’ye de sahip olduğu özelliklerinden dolayı yeni roller biçilmiştir. Yeni roller, var olan tehditleri arttırmış ve yeni şekillere dönüştürmüş tür.Türkiye’nin projedeki önemi; NATO üyesi, AB aday ülkesi olması, Batı içinde kabul edilmesi, nüfusunun %99’unun Müslüman olması, belirtilen coğrafyadaki ülkelerle kültürel benzerlikleri ile tarihî ilişkilerinin bulunmasından kaynaklanmaktadır. 

Projede, Türkiye’nin, kendi amaçlarına uyum sağlayacak bir şekle dönüştürülmesi ve gücünün kontrol edilebilir olması düşüncesi de yer almıştır.Varlığını ulus-devlet, üniter-devlet, laik-devlet esaslarıyla sürdüren Türkiye, açıklanan bu düşüncelerle, dış güçlerin etkisi ile dönüşüme zorlanmaktadır. Bu süreçte, etnik farklılıklar ile dinî duyguların istismar aracı olarak kullanıldığı, hedefin de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesi ve benimsediği yapı olduğu anlaşılmaktadır.Bu değişim ve dönüşümde, ulus-devlet ve üniter devlet anlayışının bozulması için etnik bölücülük ön planda tutulmuştur. Bu bölücü tehdit terörle başlamış, siyasetle devam etmektedir. Terörden kurtulmak için açılım adıyla başlatılan girişim, tehlike yaratmıştır. Mevcut anayasanın değiştirilmesi ile dönüşümün sağlanamayacağı anlaşıldığından, yeni bir anayasanın yapılması ülke gündemine getirilmiş tir.Türkiye’nin rolünü gerçekleştirebilmesi için, bölge ülkeleri ve İslam dünyası ile iyi iletişim kurması, ancak Demokratik ve hukuk devleti anlayışını muhafaza etmesi, laik-devlet anlayışından kısmen İslamî yaşam tarzına doğru bir görünüm alması,  “Ilımlı İslam” olarak adlandırılan bir yapı ve davranış biçimini benimsemesi düşünülmüştür. 

Bu nedenle, iç siyasetin ve dinî hassasiyetlerin kullanılması gündeme gelmiştir.  

 Yeni Anayasa düşüncesi, bu yaklaşımı da kapsamaktadır.İki yönlü tehdit altında olan Türkiye’nin, bu tehditlere karşı, savunma mekanizmalarını harekete geçirmesi doğaldır. Devletin savunma mekanizmaları anayasal kurumlardır. Değişimi ve dönüşümü gerçekleştirmek isteyen güçlerin, savunma mekanizmalarını etkisiz hale getirmeyi planlandığı ve bu maksatla psikolojik bir propaganda sürecini başlattığı kıymetlendirilmektedir. 

  Psikolojik propagandada öncelikle TSK’nın, sonra da yargı sisteminin esas alındığı algısı mevcuttur. Neticede kurumların, amacın önünde engel olmaktan çıkarılarak, kurulması istenen sisteme uyumlu hale getirmesinin düşünüldüğü değerlendirilmekte dir. İmkânsızlık tan dolayı bilgi sahibi olamamaktan, yanlış yönlendirilmekten, olumsuz propagandaya maruz kalmaktan, dış baskılar veya iç siyasî kaygılar gibi çeşitli nedenlerden dolayı olayları doğru teşhis edemeyen ve tehlikeyi fark edemeyenler olabilir.Hatta değişim ve dönüşümü, ileri demokrasiye geçiş olarak nitelendirenler de bulunabilir. 

Ancak ülkenin varlığı, bütünlüğü, güvenliği, ulus-devlet ve üniter yapısı ile cumhuriyet ilkeleri ciddi tehlike altındadır.Bilmeyerek veya istemeyerek de olsa bu sürece destek veren veya sürecin içinde olanların, tehlikenin farkına varmaları önem arz etmektedir.Türkiye, tehlike ve tehditleri bertaraf edebilecek güçtedir. 

Bu gücü tarihî geçmişinden, gelenek ve göreneklerinden, kültürel yapısından, milletinin duygularından, coğrafyasından, jeopolitik öneminden, anayasal kurumlarından, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti anlayışından ve Atatürkçü düşünce sisteminden almaktadır. Ulus-devlet, laik-devlet, üniter yapı mutlaka korunması gereken değerlerdir.Türkiye’nin enerjisini, çeşitli düşüncelerle dışarıdan destekli veya desteksiz iç çekişmelere harcaması, güvenliği olumsuz yönde etkilemektedir. 

Bu zararlı düşüncelerin, aklı ve mantığı esir almasına müsaade edilmemelidir. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesini esas alan girişimlerden vazgeçilmeli, ülkenin kutuplaşmasına, vatandaşların ayrışmasına ve ortamın gerginleşmesine 
imkân tanınmamalı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin değişimine ve dönüşümüne yol açılmamalıdır.  


Kaynak Yeniçağ: Türkiye dönüşüme zorlanıyor - 
Armağan KULOĞLU 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiye-donusume-zorlaniyor-16753yy.htm

***

9 Eylül 2018 Pazar

ABD Dış Politikasındaki Değişim

ABD Dış Politikasındaki Değişim 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
Armağan Kuloğlu
21 Aralık 2013 Cumartesi
ABD Dış Politikasındaki Değişim

     Soğuk Savaştan sonra iki kutuplu dünya düzeni, ABD odaklı tek kutupluya dönüşmüştür. Bu durum, ABD’nin dünya hâkimiyeti kurmaya yönelik hegemonik 
düşüncelerini ön plana çıkarması için fırsat teşkil etmiştir. ABD’nin dünya hâkimiyetini; Rusya ve Çin’in, müttefiklerinin de katkısıyla çevrelenmesi, 
Avrasya’nın merkezden etki altına alınması ve özellikle enerjinin kontrolüyle mümkün olabileceğini değerlendirdiği ve politikalarını da buna göre düzenlediği 
bir gerçektir.

ABD bu kapsamda, Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) olarak isimlendirilen ve Afrika’nın kuzeyinde batıdan doğuya doğru konuşlanan devletleri, Orta Doğu’daki ülkeleri ve Orta Asya’daki devletleri kontrol almayı içeren projeyi hayatiyete geçirmiştir. 1991-2011 yılları arasında 20 yıl içinde cereyan eden Körfez Savaşları, Afganistan Operasyonu, Orta Asya’daki Renkli Devrimler, Ilımlı İslam düşüncesiyle ortaya çıkan ve halen sonu alınamamış olan Arap Baharı hareketleri ve bu ana konuların içinde vekaleten yürütülen savaşlar, aynı çerçevede mütalaa edilmektedir.

***
Ancak 2010’lu yıllara yaklaştıkça ABD’nin, politik, ekonomik ve özellikle askeri alanda gücünün üstünde operasyonlar içine girdiğini düşündüğü, BOP’a çok fazla angaje olmasından dolayı Rusya’nın ve özellikle Çin’in çevrelenmesi ve manevra alanının kısıtlanmasında yetersiz kaldığını değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Bunun bir işareti olarak da kuvvetlerini Irak’tan ve Afganistan’dan çekmesini görmek mümkündür.

Ayrıca Arap Baharı’nın uzantısı olan ve sahada tam bir vekâleten savaş örneği olarak cereyan eden Suriye’deki çatışmaya askeri anlamda müdahil olmaması da bu düşüncenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, BM bünyesinde İran’ın nükleer araştırma projesinin kontrolü karşılığında bu ülkeye uygulanan 
yaptırımların hafifletilmesi de aynı kapsamda mütalaa edilmektedir.

Bütün bu gelişmeler ABD’nin dış politika ve buna paralel güvenlik anlamında ağırlık merkezini, BOP’tan Çin’e kaydırdığını göstermektedir. ABD’nin bu 
politikasını yakın geçmişte açıkladığı ve uygulamaya da geçtiği görülmektedir. Ancak bu değişim, ABD’nin Orta Doğu’ya olan ilgisinin azaldığı anlamını da 
taşımamaktadır.

Enerjinin kontrolü ve İsrail’in güvenliği kendisi için yine önemlidir. Sadece bu bölgedeki yükünü azaltmayı ve bu yükünü bölgedeki müttefikleriyle paylaşmayı 
planladığı değerlendirilmektedir. Diğer taraftan Suriye meselesinde Rusya’yla ve nükleer araştırmaların sınırlandırılması konusunda İran’la da olan ilişkilerini 
mümkün olduğu nispette sorunsuz ve çözüme yönelik tutarak bölgede büyük sorunlar çıkmasını önlemeye çalıştığı da kıymetlendirilmektedir. Hatta müttefiki 
durumundaki Barzani yönetimini dahi Türkiye’yle yaptığı enerji anlaşması konusunda Irak merkezi hükümetiyle mutabakat sağlamaya teşvik etmesini de bu düşünce çerçevesinde düşünmek gerekir.

***
ABD’nin bu yeni politikayı yürütürken bölgedeki müttefiklerini kullanmanın yanında, müttefik olmasalar dahi kendine yardımcı olabilecek ülkelerle de 
işbirliği yapabileceği değerlendirilmektedir. Ayrıca müttefikleri arasındaki sorunları gidererek işini kolaylaştırmaya çalıştığı da görülmektedir.

Türkiye’nin dış politikasındaki değişim ve hareketlenmeleri de bu kapsamda düşünmenin doğru bir yaklaşım olduğuna inanılmaktadır. Bunun işaretleri olarak, Suriye konusunda, radikal İslami hareketlerin Türkiye aleyhinde kullanılmasının da etkisiyle, katı tutumdan vazgeçmesini, İran’la ilişkilerde yumuşamayı, İran’ın da etkisiyle Irak merkezi hükümetiyle yakınlaşmayı, Ermenistan konusunda yeniden diyalog hamlelerinde bulunmayı, İsrail’le ilişkilerin düzelmesi için Obama’nın Netenyahu’yu ikna edip Türkiye’den özür diletmesini ve bundan sonra ilişkilerin kısmen yumuşamasını göstermek mümkündür. Sırada Mısır’ın olabileceğini de söylemek herhalde kâhinlik sayılmaz.

Gelişen bu durum karşısında Türkiye’nin, kendisine çıkar sağlamayan angajmanlar içine girmemesine, çıkarlarına zarar getirmeyenler için de karşılığının mutlaka alınmasına dikkat etmesi kaçınılmazdır. Hatta kurulan oyun içinde rol seçmek yerine kendisinin oyun kurmasının daha onurlu bir politika olacağına inanılmaktadır.


Uzman Hakkında
 Armağan Kuloğlu
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi

Uzmanın Diğer Yazıları

  Jandarma ve TSK Üzerindeki Oyun 
  Kıbrıs’ta Zoraki Evlilik 
  Suriye Politikasında Yanlış Hesap 
  ABD Dış Politikasındaki Değişim 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/abd/2013/12/22/7342/abd-dis-politikasindaki-degisim

http://www.21yyte.org/arastirma/abd?page=3&pp=20

***

19 Ocak 2017 Perşembe

Yeni anayasa hevesi nereden geliyor?



Yeni anayasa hevesi nereden geliyor?




Armağan KULOĞLU
 Armağan KULOĞLU 

02.10.2010


Toplumun önemli bir kesimi yeni bir anayasa istiyormuş! Bu ne demek? Türkiye’deki 50 milyon seçmenin 40 milyon kadarının bu istekte olması demek.
Toplumun büyük bir kısmı anayasanın ayrıntılarını bilmez. Bilmesi de çok gerekmez. Anayasa ve anayasa değişikliği teknik bir konudur. Değişikliklerde, basit cümlelerle ifade edilenler hariç, cümlelere  “virgül, ve, veya” koyarak, birkaç kelime ilave edip, çıkarılarak anlam değiştirilmektedir. Değişikliklerin ne anlama geldiğini ancak bu konuya özel ilgi gösterenler ile ihtisas sahibi hukukçular anlayabilmektedir. Bu nedenle son yapılan referandumun propaganda faaliyetlerinde siyasetçiler, anayasa değişikliğini anlatmamış, başka konulara dikkat çekmiş ve değişik hassasiyetlerin istismarına yönelmişlerdir.


Anayasadan Sorunu Olanlar!

Aslında sokaktaki sade vatandaşın anayasa ile ilgili bir sorunu bulunmamaktadır. Sorunu olanlar, kendi etnik ve ideolojik amaçlarının önünde anayasanın hükümlerini engel olarak görenlerdir. Mevcut anayasa, esas itibariyle bölücülüğe, irticaya ve anarşiye geçit vermemekte, Atatürk Milliyetçiliğini rehber olarak almakta, ülkenin varlığı, bütünlüğü, güvenliği, ulus-devlet, üniter-devlet, laik-devlet ilkelerini içermektedir. Toplumun ihtiyaçlarına ve zamanın gereklerine istinaden değişiklikler her zaman için yapılabilir. Bu değişiklikler yapılmıştır ve yapılmaktadır. Ancak ne kadar değiştirilirse değiştirilsin, başlangıç bölümü ile değiştirilemez ve milletin kabul etmesi mümkün olmayan maddelere dokunulamadığı için, Türkiye Cumhuriyeti’ni dönüştürmek isteyenler, yapılan ve yapılabilecek değişikliklerden tatmin olmayacaklardır. Bölücüleri en çok rahatsız eden konular bunlardır.
Medyada görevlendirilen bölücüler, başlangıç bölümünün kendilerini rahatsız ettiğini, değiştirilemez maddelerin sıkıyönetim maddelerine benzediğini televizyonlarda açıkça söylemektedirler. Bu düşüncede olanlar, başlangıç bölümünün çıkarılarak Atatürk Milliyetçiliğine son verilmesini arzu etmektedirler. Değişmez maddelerin de anayasada bulunmamasını, ulus devlet anlayışının ortadan kalkmasını, çok uluslu bir yapıya dönüşülmesini, ulusun kimliği olan “Türk” kelimesinin ve anlayışının anayasadan çıkarılmasını istemektedirler. Ayrıca, yerel yönetimdeki yetkilerin genişletilerek üniter yapının bozulmasını, “Demokratik Özerklik” konusunun, Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi, “Bölge Yönetimi” adıyla oluşturulmasını talep etmektedirler. Mevcut yapıyı bozacak isteklerini de çekinmeden ortaya koymaktadırlar. Okullardaki “Andımız”dan ve her türlü  “Türk” ibaresinden rahatsız olduklarını her vesile ile dile getirmektedirler. 


Yeni bir anayasa yapılırken esaslardan ayrılabilineceği iki yıl evvel hazırlanan taslaktan anlaşılmıştır. Bu nedenle yeni anayasa isteği samimi değildir, endişe taşımakta ve tehlike arz etmektedir. Yeni anayasa beklentisinin altında, belirtilen esaslardan rahatsız olan çevrelerin maksat dışına çıkılarak, esaslardan sapma ve saptırma arzusu yatmaktadır. Uluslararası örgütler ve dış güçler dönüşüm için içeride kendilerine ortak arama peşindedir. Bunlar tuzaktır. Farkında olmak gerekir.


Düşündürücü mutabakat

Bölücü terör, bölücü siyasete uygun bir ortam sağlamış durumdadır. Sağlanan bu ortamda bölücü siyaset yapan tüm aktörlerin açılımdan ve müzakerelerden beklentileri bunlardır. Hükümet elemanlarının BDP milletvekilleri ile TBMM çatısı altında görüşmeleri son derece doğaldır. Ancak görüşmelerden çıkan mutabakatın yeni anayasa yapılması konusunda olması düşündürücüdür. Diğer taraftan tek millet, tek vatan, tek devlet, tek bayrak anlayışının değişmesinin söz konusu olmadığı, ana dilde eğitimin mümkün görülmediği, teröriste müsamaha edilmeyeceği yönündeki kararlılık ifade eden söylemler memnuniyet vericidir. Bu durumda seçimlerden önce oyların olumsuz etkileneceği düşüncesi ile yeni bir anayasa yapılması gündemde olmayacaktır. Gündeme geldiği zaman da mutabakat sağlamak, mutabakat sağlansa da, gerçekler açıklandığı takdirde milletin kabul etmesi mümkün görülmemektedir.
Anayasa değişikliklerinin nasıl yapılacağı, anayasada mevcuttur. Ancak yeni bir anayasa yapılmasının nasıl olacağı mevcut anayasada yer almamaktadır. TBMM’nin yeni bir anayasa yapma yetkisinin olmayabileceği, yeni anayasanın devletin yeniden kurgulanması durumunda yapılabileceği, belki de kurucu meclis gerekebileceğine ilişkin yorumlara rastlanmaktadır. Bu konunun da açıklığa kavuşturulmasına ihtiyaç duyulabilir.



  Yeni anayasa hevesi nereden geliyor? - Armağan KULOĞLU


http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yeni-anayasa-hevesi-nereden-geliyor-15113yy.htm


***