12 EYLÜL VE ÖNCESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 EYLÜL VE ÖNCESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2017 Salı

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 36


TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 36.


.
BAŞLARKEN ÖZEL NOT,
DİĞER 35 BÖLÜM DAHA ÖNCEKİ YILLARDA YAYINLANMIŞTIR.. OKUMAK İSTEYENLER İÇİN..
BÖLÜMLER SAYFA SONU DİĞER BÖLÜMLER İLE BAGLANTILI OLUP DİĞER BÖLÜME GEÇMEK İÇİN MAUSLA TIKLAMANIZ KAFİDİR..

1.Cİ BÖLÜM WEB ADRESİ;


35 Cİ BÖLÜM WEB ADRESİ; 


.

 TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 36



Otomobil Sektörü Grevi-30 Temmuz 1973

12 Mart döneminde ilan edilen sıkıyönetim sonrasında Marmara bölgesindeki ilk büyük grev Türk-İş üyesi Metal-İş tarafından Tofaş, Renault ve 7 fabrikada 30
Temmuz 1973 tarihinde çıkılan grev olmuştur. Konsolosluk yazısında işveren sendikası MESS’in greve karşı lokavta gittiği bildirilmektedir. Yazıda grev ve
lokavtın aşırı ücret talepleri ve iş güvencesi nedeniyle kilitlenen görüşmelerin sonucunda ortaya çıktığı iddia edilmektedir. Mesajda ilginç bir ayrıntı olarak, DİSK üyesi Maden-İş Sendikası’nın grevi maddi olarak destekleyeceği ve destek gösterisi düzenleyeceğini ilan ettiği bilgisi yer almaktadır (İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Dışişleri Bakanlığına, 2 Ağustos 1973, Belge No: 02466). 12 Mart sonrası dönem DİSK ve Türk-İş arasındaki rekabetin yoğunlaştığı bir dönemdir. Maden-İş ile Metal-İş arasında 1960’lı yıllardan başlayan sert bir rekabet söz konusudur. Konsolosluk bunun son derece farkındadır ve bu nedenle bu ayrıntıya mesajda yer vermektedir.

Berec Pil Fabrikasında Polisin İşçilerle Çatışması (18 Ağustos 1975)

İstanbul Konsolosluğunun mesajına göre polisin Berec pil fabrikasında grevcileri dağıtma girişimi Petkim-İş üyesi işçilerle polis arasında çatışmaya yol açmıştır. 20 polis ve işçinin yaralandığı ve dördü kadın 16 işçinin gözaltına alındığı bildirilmektedir. Konsolosluk, yorum bölümünde DİSK üyesi sendikaların grevleri
yükseltme kararının ardından (Philips’te Maden-İş, Hilton’da Turizm-İş ve Berec’te Pektim-İş) Berec’te yaşanan şiddet olayının sürpriz olmadığını iddia etmektedir.

Yorumda grevlerin sıkıyönetim döneminde etkin bir rol oynayamayan DİSK’e önemli bir rol oynama imkanı sağladığı belirtilmektedir. Grevlerin aşırı sola karşı
sert polis tepkisini provoke ederek Milliyetçi Cephe hükümetini “zalim” ve “faşist” olarak gösterme imkânı sağladığı da ileri sürülmektedir (İstanbul
Başkonsolosluğundan ABD Ankara Büyükelçiliğine, 19 Ağustos 1975, Belge No: 02675). Konsolosluk mesajında yer alan yorumlar DİSK ve sola yönelik önyargılı
ve mesafeli tutumun önemli ipuçlarını içermektedir. Vurgulanması gereken bir diğer nokta ise DİSK’in İngilizceye “revolutionary” şeklinde çevrilmesidir.
DİSK’in devrimci sıfatını ihtilalcı değil reformcu anlamda “progressive” olarak kullanmayı tercih etmesine rağmen ABD diplomatik misyonunun “revolutionary”
sözcüğünü tercih etmesi manidardır.4

4 _DİSK kendi yazışmalarında “devrimci” sözcüğünün İngilizce karşılığı olarak “progressive” sözcüğünü kullanmasına karşın, gerek Türk-İş gerekse ABD kaynakları AFL-CIO ve ABD diplomatik misyonu “devrimci” sözcüğünü “revolutionary” olarak çevirmeyi tercih etmiştir. Bunun tesadüfî bir kullanım olmadığı, DİSK’in programatik yaklaşımları ve kendi tercih ettiği “reformcu”, “ilerici” ifadesine rağmen “ihtilâlcı” sözcüğünün kullanılarak DİSK’in batı sendikaları nezdinde meşruiyetinin aşındırılmak istendiği ve bu tercihin antikomünist ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

Hilton İstanbul’da İş Uyuşmazlığı-Ağustos 1975

ABD diplomatik misyonu, ABD kuruluşları ve şirketleriyle ilgili çalışma sorunlarıyla özel olarak ilgilenmektedir. Örneğin Hilton İstanbul Genel Müdürü
Başkonsolostan Hilton’daki uyuşmazlığın çözümü için yardım istemektedir. Bu uyuşmazlık 1970’li yıllarda yoğun biçimde yaşanan sendikal rekabetin örneklerinden biridir. Hilton’da Türk-İş üyesi Oleyis ile yapılmış bir sözleşme söz konusu iken çalışanların çoğunluğunun DİSK üyesi Turizm-İş’e geçmeleri üzerine ortaya çıkan ihtilaf konsolosluk yazışmalarına yansımıştır. Konsolosluğa göre Turizm-İş Hilton’da açıkça yasadışı bir greve gitmiştir. Konsolosluk, yazısında Oleyis ile Turizm-İş arasında işyerinde yaşanan sendikal rekabetin ayrıntılarına yer vermektedir. Mesajda yer alan bilgiye göre Hilton yönetimi bu uyuşmazlığın
çözülmesi için elçilikten mümkün olduğu ölçüde Çalışma Bakanlığı’nı arabuluculuk yapmaya ikna etmeye çalışmasını talep etmektedir (İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Ankara Büyükelçiliğine, 19 Ağustos 1975, Belge No: 02662). 

Bu mesajdan bir gün sonra İstanbul Konsolosluğu’nun konuyla ilgili bir diğer mesajında Hilton uyuşmazlığının beklenmedik bir biçimde çözüldüğü
belirtiliyor. Berec fabrikasında yürütülen grev sırasında yaşanan yaralama olayını takiben oteli Hilton’a kiralayan askeri emeklilik fonundan [Ordu Yardımlaşma
Kurumu-OYAK], Maliye Bakanı ve Başbakanın Özel kalemimin otel yönetiminden sorunun bir an önce çözümünü istedikleri belirtiliyor. Mesajda yer alan yorumda
olayın Türk-İş ve DİSK arasındaki rekabetin giderek saldırgan bir hale gelmesinin örneklerinden biri olduğu ileri sürülmektedir (İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Ankara Büyükelçiliğine, 20 Ağustos 1975, Belge No: 02700).

Sheraton Otel Uyuşmazlığı-Kasım 1975

İstanbul Başkonsolosluğunun yakından ilgilendiği bir diğer uyuşmazlık Sheraton Otel uyuşmazlığı olmuştur. Konsolosluk tarafından Dışişleri Bakanlığı’na yollanan
mesajda Sheraton otelinin genel müdürünün işçiler greve giderse oteli kapatmayı düşündüğünü kendilerine ilettiği belirtilmektedir. Yazıda 4 ay önce açılan otelde henüz toplu sözleşme bulunmadığı ve sözleşme için müzakere girişimlerinin sürdüğü bilgisine yer verilmektedir. 500 çalışanın 400’ünün solcu DİSK üyesi Turizm-İş Sendikasına üye olduğu ve bu sendikanın Ağustos 1975’te Hilton otelinde ağır bir karışıklık çıkardığı ileri sürülmektedir. Uyuşmazlığın ücret artışından kaynaklandığı ve genel müdürün sendikaların ücret artış taleplerini “astronomik” olarak tanımladığı aktarılmaktadır. Genel Müdür, hükümet yetkililerinin konuyla propagandanın bir unsuru olduğu söylemek mümkündür. DİSK iddianamesinde de bu doğrultuda yer alan iddialar üzerine Baştürk savunmasında devrimciliği ihtilâlcılık olarak değil ilericilik olarak algıladıklarını belirtmiş ve DİSK’in antetli kağıtlarında devrimci ifadesinin İngilizcesinin “progressive” olarak yer aldığını vurgulamıştır (Baştürk, 1986, s.
404-407). 

ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

ilgili detaylı olarak bilgilendirildiğini, yönetim kurulu başkanının Başbakan Yardımcısı Erbakan’ın kayınbiraderi olduğu ancak hükümetin uyuşmazlığın
çözümüne karışmadığı belirtmektedir. Genel Müdür, konsolosluk yetkililerine bu aşmada ABD desteği talep etmediğini iletmiştir. (İstanbul Başkonsolosluğundan
ABD Dışişleri Bakanlığına, 24 Kasım 1975, Belge No: 04270).

Harb-İş Sendikası ile İlgili Yazışmalar

ABD üslerinde örgütlü sendikaların ABD diplomatik misyon yazışmalarında önemli bir yer tutması şaşırtıcı değil. Türkiye’deki ABD üslerine çeşitli lojistik
hizmetler sağlayan ABD şirketlerinde örgütlü olan sendikalar (başta Harb-İş) ve sendika şubeleri yazışmalara sık sık konu olmuştur. Şubelerdeki iç karışıklıklar ve sorunlar ile sendika yöneticilerinin bu konuda aldığı tutumlar ve kişisel özelliklerine yazışmalarda genişçe yer verilmiştir.

DİSK’in 1975 Eylemleri Hakkında

DİSK’in Milliyetçi Cephe hükümetini protesto etmek amacıyla başlattığı demokratik Hak ve Özgürlükler için mücadele mitingleri diplomatik yazışmalarda
yer alan önemli işçi eylemlerinden bir diğeridir. Eylül 1975’te İzmir ve İstanbul’ da düzenlenen bu mitingler DİSK’in toplumsal-politik etkisinin artması açısından
önemlidir.

DİSK İzmir Mitingi (6 Eylül 1975): Konsolosluk mesajına göre DİSK konfederasyonu iyi organize edilmiş ve hiçbir olayın yaşanmadığı 3 saatlik bir
miting düzenledi. Polisin 4200 kişi olarak tahmin ettiği katılım konsolosluk görevlileri tarafından 3500 olarak tahmin edilmektedir. Mitinge İstanbul, Bursa ve Adapazarı’ndan işçilerin otobüslerle gelerek katıldığı gözlemine yer verilmektedir. Yazıda ayrıntılı olarak alınan güvenlik önlemlerinden söz edilmektedir. Ana temanın “demokratik hak ve özgürlükler için mücadele” olduğu miting sırasındaki konuşmalarında Rıza Güven, İbrahim Güzelce ve Kemal Türkler’in Milliyetçi Cephe hükümetinin emeğe yönelik baskılarından ve faşizme karşı işçi mücadeleden söz ettikleri ve temsili burjuva demokrasisini protesto ettikleri bildirilmektedir.

Konuşmalarda Demirel hükümete karşı sert söylemlerin olduğu, hükümetin emperyalistlerin çıkarlarını temsil ettiği ve “milliyetçi” olmadığının vurgulandığı
ancak konuşmacıların hiçbirinin açıkça ABD, NATO ve CENTO’dan söz etmediğinin altı çizilmektedir. Mitingde taşınan çok sayıda pankarttan çeşitli
örnekler verildikten sonra sadece bir pankartta anti-ABD slogan yer aldığı bilgisine yer verilmektedir: “Amerikan üslerine ve Amerikalılara hayır.” Yazışmada, “katılımcıların yürüyüşün bir yerinde 10-12 kez ‘Kahrolsun Amerika’ sloganı atıldığı duyuldu” notuna da yer verilmektedir (İzmir Konsolosluğundan ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 9 Eylül 1975, Belge No: 00223). Yazışmalara dikkatle bakıldığında işçi hareketi ve sendikalardaki anti-ABD faaliyetlere ve hissiyata özel olarak kulak kabartıldığı ve bu konuda en küçük ayrıntının aktarıldığı gözlenmektedir. 

ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

DİSK’in Taksim Mitingi (20 Eylül 1975): DİSK’in 20 Eylül’de Taksim’de planladığı mitingle ilgili Başkonsolosluk yazısında İstanbul polisine danışıldığı,
polisin yürüyüşün yasal olduğunu belirttiği, yürüyüşe DİSK’i destekleyenlerin katılacağı ama polisin katılımcı sayısını tahmin edemediği belirtilmektedir. Yürüyüş Başkonsolosluk binasının uzağında olmasına rağmen ABD personelinden miting sırasında Taksim’den uzak durmaları istenmektedir (İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Ankara Büyükelçiliğine, 19 Ağustos 1975, Belge No: 03081).

Miting sonrasında İstanbul Konsolosluğu’nun büyükelçiliğe yolladığı mesajda DİSK’in “Demokratik Hak ve Özgürlükler” için Taksim meydanında
düzenlediği gösterinin sadece birkaç küçük olayla tamamlandığı belirtiliyor. Yazıda 10 bin civarında katılımcının “Milliyetçi Cephe” hükümetini, “faşizmi” ve işçi karşıtı güçleri protesto ettiği vurgulanıyor. Konuşmacıların, aralarında İncirlik’in de olduğu yabancı üslerin kapatılmasını, NATO ve CENTO’dan çıkılmasını ve Türkiye’nin komşuları ile saldırmazlık paktı imzalanmasını istediği bilgisine yer verilmektedir. Mitingde konuşan DİSK liderlerinin gururla Türk-İş’in giderek zayıfladığını ve işçilerin sonunda DİSK’te birleşeceğini dile getirdiği not edilmektedir. Mesajın yorum bölümünde, ciddi potansiyel şiddet olayları ihtimali
dikkate alındığında mitingin oldukça iyi organize edilmiş olduğu belirtilmektedir. Emniyet güçleri yanında DİSK’in kendi üyelerinden oluşan oldukça disiplinli bir
güvenlik ekibi oluşturduğu bilgisi verilmektedir. Konsolosluk yazısında, mitingin zamanlamasına kuşku ile yaklaşılmakta ve mitingin gerçek amacının 12 Ekim
Senato seçimlerinde Milliyetçi Cephe “faşizmine” karşı CHP’ye yardım etmek olduğu iddia edilmektedir (İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Ankara
Büyükelçiliğine, 23 Eylül 1975, Belge No: 03107).

DİSK Adana Yürüyüşü (Kasım 1975): Adana’da Menteks fabrikasında 70 işçinin işten çıkarılması nedeniyle DİSK tarafından yapılan protesto yürüyüşüne
DİSK temsilcileri ile 600 işçinin katıldığı, yürüyüşün geniş güvenlik önlemleri altında yapıldığı vurgulanmakta ve ilginç bir not olarak protestocuların konuyla ilgili pankartlar yanında, “Bağımsız Türkiye” ve “Kahrolsun Faşizm” yazılı pankartlar da taşıdıkları belirtilmektedir (Adana Konsolosluğundan ABD Ankara Büyükelçiliğine, 4 Kasım 1975, Belge No: 00250).

1 Mayıs 1976 Kutlamaları

1 Mayıs 51 yıllık aradan sonra 1976 yılında Taksim Meydanında DİSK tarafından düzenlenen bir mitingle kutlandı. Bu tarihi olay ABD diplomatik yazışmalarında da yer buldu. 1 Mayıs kutlamasının ardından yazılan ayrıntılı bir yorumda DİSK’in 1 Mayıs kutlaması ele alınmaktadır. Yazışmanın başlığı “Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu İstanbul’da kitlesel 1 Mayıs gösterisi düzenledi” şeklindedir.

Yazıda mitingin kitleselliğine yapılan vurgu önem taşıyor. Konsolosluk yazısında DİSK’in kendisinin 200 bin olarak ilan ettiği mitinge katılımın 100 binden fazla
olduğu belirtilmektedir. 1976 yılında DİSK’in 100 bin kişilik bir miting düzenlemiş  ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976) olması son derece önemlidir. Gerek DİSK’in üye sayısı, gerekse toplam sendikalı işçi sayısı açısından bakıldığında bu sayı kayda değerdir. Nitekim konsolosluk yazısında kutlamanın çeşitli nedenlerle kayda değer olduğunun altı çizilmektedir. 1 Mayıs’ın geçmişte resmi olarak “bahar bayramı” olarak kutlandığı bir ülkede solun ilk kez 1 Mayıs gösterisi düzenlediği hatırlatılmaktadır. Mitingle ilgili bir diğer vurgu ise potansiyel şiddet eylemi olasılığına karşın mitingde kayda değer bir olay yaşanmamasının altı çizilmektedir. Bunun İstanbul Emniyetinin aldığı önlemlerin yanı sıra DİSK’in kendisinin aldığı sert iç güvenlik önlemlerinin sonucu olduğu ifade edilmektedir. Konsolosluk, anti-Amerikanizmin spesifik bir miting konusu olmamakla birlikte mitingin tahmin edileceği gibi hükümet karşıtı ve NATO ve Amerikan emperyalizmini kınayan bir tonda geçtiği vurgulanmaktadır (İstanbul Konsolosluğu’ndan ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 6 Mayıs 1976, Belge No: 1683).

Sendikalar Hakkında Yazışmalar (Sendika-SiyasetSiyasi Parti İlişkileri)

Türk-İş’in Yeni Başkanı Halil Tunç

Çalışma hayatı ile ilgili yazışmaların bir bölümü “sadece sınırlı kullanım” ibaresi içerirken bazıları ise “gizli” ibaresini içermektedir. “Gizli” ibareli bir büyükelçilik
yazısında Demirsoy’un ölümü (Ocak 1974) sonrası Türk-İş Başkanlığı sorununa ilişkin değerlendirmelere yer verilmektedir. Türk-İş’in Demirsoy sonrası genel
başkanının kim olacağı ABD diplomatik misyonunu yakından ilgilendirmiştir. Demirsoy’un ölümünün ve Ecevit Başkanlığı’nda kurulan koalisyon hükümetinin
siyaset-sendika ilişkilerini karmaşık hale getirdiği belirtilmektedir. Türk-İş içindeki Ecevit yanlısı sosyal demokratların Demirsoy’un halefinin saptanmasını ertelemek ve böylece Türk-İş’in kontrolünü ele alarak onu CHP’ye bağlamak istedikleri ileri sürülmektedir. Tunç ve mevcut liderliğin ise Demirsoy tarafından güçlü biçimde savunulan Türk-İş’in partiler üstü politikasının devamını istediği vurgulanmaktadır.

Diplomatik yazışmalarda Türk-İş’in “partiler üstü” siyasetine ilişkin oldukça fazla vurgu yer almaktadır.

Demirsoy sonrasına ilişkin yazıda Tunç’un genel başkanlığı istemediği belirtilmektedir. Büyükelçilikten Dışişlerine yollanan yazıda Tunç’un ABD Çalışma
Ataşesine hiçbir biçimde Demirsoy’un yerine aday olmayacağını söylediği belirtilmektedir. Tunç, Başkan olarak Türk-İş Mali Sekreteri Ömer Ergün’ü görmek istediğini belirtmiştir. Yazıda Ergün’ün sendikal hareket içinde geniş bir desteği olduğu ve geçen genel kurulda sosyal demokratların da Ergün’ü desteklediği vurgulanmaktadır. Fakat Ergün’ün son derece kararlı biçimde bu teklifi reddettiği belirtilmektedir. Büyükelçilik yazısında, sosyal demokratların Tunç’u Ergün’den daha kolay alt edilebilir olarak gördükleri ve olağanüstü bir genel kurul ile devirmeyi düşündükleri yorumuna da yer verilmektedir. Sosyal demokratların bir yandan yerel delege seçimlerinde güç kazanmaya çalıştıkları, öte yandan Ecevit hükümetinin  ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976) popülist bir yaklaşımla işçi lehine yapacağı yasal düzenlemelerinin kendilerini güçlendireceğini hesaba kattıkları yorumu yapılmaktadır.

Yazıya göre Tunç ABD Çalışma Ataşesine Türk-İş’in partiler üstü politikaya devam edeceğini, sosyal demokratlar eğer bu politikayı değiştirmek isterse onlarla kavga edeceğini ima etmiştir. Tunç, sosyal demokratların geçen genel kurulda bir yenilgi aldıklarını ve o zamandan bu yana güçlerini artırdıklarına dair bir işaret olmadığı söylemektedir. Yazıya göre sosyal demokratların gelecek genel kurulda delegelerin çoğunluğunun CHP yanlısı olacağını düşündükleri, şu anda yüzde 60 olarak hesap ettikleri delege ağırlığını ilerideki üç ay içinde yüzde 80’e çıkarmayı hedefledikleri belirtilmektedir. Ancak bununla birlikte sosyal demokratların böyle bir kongrede delegelerin partiler üstü politikayı terk etmek ve Tunç’u devirmek konusunda fikir birliğine varmalarından emin olmadıklarının altı çizilmektedir (Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 1 Şubat 1974, Belge No: 00782).

Tunç’un Genel Başkanlığa getirilmesinin ardından ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından Ankara Büyükelçiliğine yollanan mesajda Tunç’un genel
başkan seçilmesine ilişkin değerlendirme yapılmaktadır. Kissinger, AFL-CIO’dan Ernie Lee’nin Tunç’un AFL-CIO tarafından oldukça muteber biri olarak
görüldüğünü kendilerine aktardığını yazmaktadır. Mesajda AFL-CIO Başkanı George Meany’nin Tunç’a kutlama mesajı yollayacağı ve mesajın bir kopyasını
Büyükelçiliğe iletileceği belirtilmektedir (ABD Dışişleri Bakanlığından Ankara Büyükelçiliğine, 5 Şubat 1974, Belge No: 023946). Türk-İş Genel Başkanlığına
kimin getirildiğinin ABD Dışişleri Bakanı tarafından takip ediliyor olması, ABD hükümetinin ve sendikalarının Türkiye sendikacılığına dönük ilgi ve etkisinin
yoğunluğuna dair bir gösterge olabilir.

Türk-İş’in İç Sorunları Hakkında

“Gizli” ibareli mesajda Türk-İş’teki iç sorunlar ele alınıyor. Yazıda, ana gündemini sosyal demokratlar ve Ecevit hükümetiyle ilişkilerin oluşturduğu 5-11 Mart 1974
tarihleri arasında yapılan bir dizi toplantıdan (Başkanlar Kurulu, Yönetim Kurulu ve İcra Kurulu) sonra Türk-İş içindeki sosyal demokratlarla diyalog kurulduğu ve
dayanışmanın yeniden sağlandığı belirtilmektedir. Bu diyalogdan sosyal demokratların memnun olduğu ve Tunç’u yerinden etmek için olağanüstü genel
kurul arayışında olmayacakları ve Tunç’un yerini sağlamlaştırdığı saptamasına da yer verilmektedir. Yazıda Türk-İş’in 1973 kongresinde sosyal demokratların dışlanmış olduğu hatırlatması yapılmaktadır. Söz konusu toplantılarla Türk-İş’in iç bütünlüğünün arttığı vurgulanarak Tunç’un bu yolla liderliğini sağlamlaştırdığı ve aşırı sağcı sendikacılar dışında eleştiri almadığı vurgulanmaktadır. Tunç’un Ecevit hükümetinin işçi lehine kararlarını destekleyeceği, ancak partiler üstü politikadan vazgeçme ve CHP’yi destekleme niyetinde olmadığının altı çizilmektedir (Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığına, 13 Mart 1974, Belge No: 01862).

ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

Genel-İş’in Türk-İş’ten Ayrılması

Türk-İş içinde uzun yıllar boyunca sosyal demokrat muhalefetin çekirdeğinde yer alan Genel-İş Sendikasının 3 Ağustos 1975 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurul ile (233 lehte 3 aleyhte oyla) Türk-İş üyeliğinden ayrılması da diplomatik yazışmalara konu olmuştur. Genel kurulun yönetim kurulunu yeni bir
konfederasyon kurmak, DİSK’e katılmak veya bağımsız kalmak gibi değişik seçenekleri değerlendirme konusunda yetkilendirdiği belirtilmektedir. Yorum
kısmında Genel-İş’in Türk-İş içindeki mücadelesinin uzun yıllara dayalı olduğu ve bazı alanlarda sertleştiği belirtilmektedir. Genel-İş’in Avrupa sendikacılığına paralel siyasi bir sendikacılığı savunmasının ve Türk-İş’in partilerüstü politika yaklaşımına karşı çıkmasının, ayrıca Tunç ve Genel-İş Başkanı Abdullah Baştürk arasındaki kişisel nefretin bu süreçte etkili olduğu belirtilmektedir. Kongreye davetli olmalarına rağmen Türk-İş içindeki sosyal demokrat sendikacılarının ve CHP yöneticilerin katılımının zayıf olduğu ve mesaj yollamadıkları vurgusu yer almaktadır. Mesajın yorum kısmında Genel-İş’in Türk-İş içindeki diğer sosyal
demokratları ayrılmaya ikna etmek için bağımsız kalmasının beklendiği ileri sürülmektedir. Yakın gelecekte sadece OLEYİS’in böyle bir tutum (ayrılma) alacağı belirtilmektedir (Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 5 Ağustos 1975, Belge No: 06044). Genel-İş bir süre bağımsız kaldıktan sonra DİSK’e katıldı.5 OLEYİS ise yaklaşık iki yıl sonra DİSK’e katıldı. 6

Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Sendikalar

1976 yılında gündeme gelen Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması girişimi sendikal hareket açısından da önemli bir konu oldu. Kanun tasarısına Türk-İş sözlü itiraz ederken, DİSK ise 16 Eylül’de ülke çapında 300 işyerinde iş yavaşlatma eylemleri (Genel Yas) ile yasa tasarısını protesto etti. Dönemin ABD diplomatik yazışmalarında DGM ile ilgili sendikal tepkiler önemli bir yer tutmaktadır. DİSK’in DGM’lere karşı iş yavaşlatma eylemini bireysel bir eylem olarak göstermeye çalıştığı böylece savcılık takibatından kurtulmaya çalıştığı ileri sürülmektedir. Eylemlere 15 bin otomotiv işçisinin katıldığı, İstanbul’da 45 metal fabrikasında işlerin yavaşladığı İstanbul, Ankara ve İzmir’de belediye otobüslerinin çalışmadığı bilgilerine yer verilmektedir. Bir yazışmada yer alan yorumda DİSK’in bir genel grev için yeterli güce sahip olmadığı ancak Türk-İş daha uç bir pozisyona zorlanırsa Demirel hükümetinin ciddi bir sorunla yüz yüze kalacağı vurgulanmaktadır. Yorumda hükümetin çıkarına olan temel unsurun, DİSK’in eylemlerinin halk arasında sempatiden daha çok kızgınlık yaratması olduğu ileri sürülmektedir.
 (Ankara 5 _Genel-İş yaklaşık 1 yıl sonra 5 Haziran 1976 tarihinde topladığı olağanüstü genel kurul ile DİSK’e üye olma kararı aldı.
6 _Oleyis, 10 Eylül 1977’de yapılan olağanüstü genel kurul kararı ile Türk-İş’ten ayrılma ve DİSK’e katılma kararı aldı.  ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 20 Eylül 1976, Belge No 07175). Genel Yas eylemi ile ilgili bir başka yazıda işveren sendikaları
konfederasyonunun eyleme sert tepki gösterdiği belirtilmektedir. İşveren konfederasyonu açıklamasında eyleme katılan işçilerin tazminatsız olarak işten
çıkarılmasının söz konusu olduğu belirtilmektedir. İşveren örgütü açıklamalarına göre 17 Eylül itibariyle eylemlere 100 bin kişinin katıldığı, 20 Eylül’de ise bu sayının 30 bine düştüğü belirtilmektedir. Yazıda Genel Yas eyleminin 1970 yılında DİSK’in yaptığı direnişten sonra [15-16 Haziran] en büyük hükümet karşıtı eylem olarak nitelenmektedir. DİSK’in eyleminin Türk-İş’i de basınç altına aldığı ve DGM’lere karşı daha sert tutum almaya zorladığı ifade edilmektedir (Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 23 Eylül 1976, Belge No 7313).

 DİSK’in 16-19 Eylül tarihlerinde ilan ettiği ve üyelerini serbest bıraktığı Genel Yas eylemi sonucunda DGM Kanunu’nun çıkması engellendi (Koç, 2010;
267) 

Sendika-Siyaset-Siyasi Parti İlişkileri Konusundaki Yazışmalar

Sosyalist Partiler ve DİSK

CHP dışında sosyalist partilerin kurulması (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi-TSİP ve Türkiye İşçi Partisi-TİP gibi) özellikle DİSK ile ilişkileri bağlamında ABD
diplomatik yazışmalarında yer bulmuştur. Bir grup Türk aydını ve sanayi işçisinin Haziran 1974 tarihinde TSİP adıyla bir parti kurduğu, İstanbul Başkonsolosluğu
tarafından ABD Dışişleri Bakanlığı’na bildirilmiştir. Kurucular arasında çok sayıda sanayi işçisi olduğu belirtilmektedir. Yazıda böyle bir partinin kurulmasının
sıkıyönetimin kalkmasının doğal sonucu olduğu, TSİP’in TİP’in 1972’de kapatılmasıyla solda ortaya çıkan boşluğu doldurmayı umduğu ancak kurucuları
arasında Yeni Ortam yazarı Oya Baydar ve DİSK yöneticisi Burhan Şahin dışında tanınmış şahsiyet olmadığı vurgulanmaktadır.

Bir başka konsolosluk mesajında TİP’in yeniden kurulmasıyla Türkiye’de dört küçük aşırı sol parti olduğu (diğerleri TSİP, TEP ve VP) belirtilmektedir. Bir
grup DİSK üyesinin TİP’in kurucusu ve destekçisi olduğu ancak DİSK’in TİP’e destek konusunda bölündüğü yorumuna yer verilmektedir. DİSK’in 1973
seçimlerinde Ecevit’in CHP’sini desteklediği, 22-24 Mayıs 1975 tarihinde yapılacak olan genel kurulda CHP’yi destekleyen yeni üyelerin DİSK’e katılımının beklendiği ve bu genel kurulun CHP, TİP ve TSİP’in desteklenmesi konusunda hararetli tartışmalara tanık olmasının beklendiği vurgulanmaktadır (Ankara
Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 2 Mayıs 1975, Belge No: 03483).

TİP’e ilişkin bir başka mesajda TİP yöneticilerinin CHP ve DİSK’e yönelik suçlamalarına yer verilmektedir. TİP İzmir İl Kongresiyle ilgili İzmir Konsolosluğu
yazısında TİP yöneticisi Gündüz Mutluay’ın CHP’yi burjuvazinin ve ABD’nin 
ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)
destekçisi olmakla; solcu DİSK liderliğini ise CHP’nin ajanı olmakla ve TİP’in şahsında sosyalizme savaş açmakla suçladığı bildirilmektedir (İzmir
Konsolosluğundan ABD Dışişleri bakanlığına, 15 Aralık 1976, Belge No: 00402).

DİSK 5. Genel Kurulu

 “CHP Yöneticileri Merkez Sol Konfederasyona Kur Yapıyor” başlığıyla geçilen mesajda CHP Genel Sekreter Yardımcısı Baykal’ın DİSK 5. Genel Kurul’un da
yaptığı konuşma ele alınıyor. 5. Genel Kurulun DİSK’in politik yönelimi açısından önemine dikkat çekiliyor. 1973 seçimlerinde CHP’yi destekleyen DİSK’in şimdi
yeni kurulan sosyalist partiler TİP ve TSİP’in basıncı altında olduğu belirtiliyor. Konsolosluğun DİSK’i “merkez sol” bir konfederasyon olarak nitelemesini önemli
bir saptama olarak kaydetmek gerekir (İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Dışişleri Bakanlığına, 24 Mayıs 1975, Belge No: 01591). DİSK’in CHP’yi
desteklemesini zora sokan bir diğer alternatif Genel Kurulda Tek Gıda-İş Başkanı İbrahim Denizcier tarafından dile getirildi. Denizcier, DİSK Genel Kurulunda
yaptığı konuşmada Türk-İş ve DİSK’in bütün işçileri temsil eden yeni bir parti için işbirliği yapmasını istedi.7

DİSK 5. Genel Kurulu sonrasında Konsolosluk tarafından ABD Dışişleri Bakanlığına yollanan “CHP Solcu Konfederasyonun Desteğini Kazandı” başlıklı mesajda DİSK 5. Genel Kurulunun CHP’yi destekleme kararı aldığı, Kemal Türkler’in önerisinin az bir çoğunlukla kabul edildiği bildirilmektedir. Genel kurulda sosyalist delegelerin sosyalist partilerin desteklemesini istedikleri ancak CHP’nin aktif lobi çalışmaları ve DİSK liderliğinin bu desteğin DİSK’in yararına olacağı yönündeki ince hesaplar sonucunda CHP’ye destek yönünde bir kararın alındığı ve DİSK’in pratik siyaseti ideolojinin önüne koymayı tercih ettiği belirtilmektedir. Eski DİSK Genel Sekreteri Sülker’in Konsolosluk görevlilerine, “DİSK’in parlamento temsili olmayan partileri desteklemesi için bir sebep olmadığını, CHP sosyalist olmasa da sosyalizme bir köprü olabilir” değerlendirmesini yaptığı aktarılmaktadır. Konsolosluk, genel kurulu merkez-sol konfederasyonun daha ılımlı unsurlarının geçici bir zaferi olarak yorumlanmaktadır (İstanbul Başkonsolosluğundan ABD

Dışişleri Bakanlığına, 29 Mayıs 1975, Belge No: 01610). Türkiye’nin Kıbrıs Müdahalesi ve ABD Silah Ambargosu Hakkında Kıbrıs sorunu ve bağlantılı gelişmeler konusunda sendikaların tutumu yazışmaların önemli başlıklarından birini oluşturmaktadır. “Gizli” ibareli bir yazıda Türk-İş Başkanı Tunç’un ABD Çalışma Ataşesine Ecevit’in Meclis gizli oturumunda yaptığı konuşma üstüne yaptığı değerlendirmeleri aktarılmaktadır. Yazıya göre Tunç, ABD Ataşesine Başbakan’ın 20 Temmuz 1974 tarihli Meclis gizli oturumunda, Kıbrıs konusunda ABD baskısına ilişkin açıklamalarının biraz düşünülmeden yapılmış
olduğunu anlatmıştır. 

7 _ İbrahim Denizcier, 1961 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi’nin 12 kurucusundan biriydi. 

ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)


Tunç, Ecevit’in bu konuşmasının basına sızdırıldığına inandığını belirtmektedir. Tunç, bunun sonucunda Türk basınında sert anti-ABD makalelerin yer aldığını, ancak Ecevit’in 22 Temmuz tarihli basın toplantısındaki ABD yanlısı açıklamalarının durumu düzeltmeye yardımcı olduğunu ve takiben anti-ABD makalelerin sayısında ciddi bir azalma olduğunu belirtmektedir. Tunç, Ecevit’in ABD’nin Kıbrıs’taki rolüne ilişkin basında yer alan yanlış izlenimleri
düzeltmek için daha fazla ABD yanlısı açıklamalar yapmaya devam edeceğini vurgulamaktadır.

Yazıda Türk-İş’in seferberlik nedeniyle greve gitmeyeceği ve gerekirse işçilerin gecesini gündüzüne katarak çalışması yönünde karar aldığı belirtiliyor.
Ayrıca Türk-İş üyelerinin iki günlük ücretlerini Türk Silahlı Kuvvetlerine bağışlama kararı aldığı ve hâlihazırda 4 milyon TL’nin banka hesabına yatırıldığı bilgisine yer verilmektedir (Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 23 Temmuz 1974, Belge No: 05842).

4 Eylül 1974 tarihli bir başka büyükelçilik mesajında Türk-İş’in Kıbrıs konusundaki tutumu yeniden ele alınmaktadır. Mesajda Türk-İş’in ABD’nin Kıbrıs
politikasından son derece mutlu olduğu belirtilerek, Türk-İş’in Kıbrıs olaylarının başlamasından bu yana yaptığı çeşitli toplantılarda ABD’nin Kıbrıs politikasına ve
Büyükelçinin bu konudaki rolüne büyük bir takdir biçtiği bildirilmektedir. Türk- İş’in Türkiye’nin Kıbrıs politikasını anlatmak üzere bir kampanya başlattığı 41
uluslararası ve ulusal sendika merkezine yazılar yolladığı bildirilmektedir. Türk-İş iki sendikal heyeti de Avrupa ülkelerine göndermiştir. Ayrıca Türk-İş’in “ulusal
ihtiyaçlar fonu” için 100 milyon TL toplamayı hedeflediği belirtiliyor (Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 4 Eylül 1974, Belge No: 07030).
Ancak Türk-İş’in Kıbrıs sorununda ABD’ye yönelik tutumu silah ambargosunu takiben değişmiştir. Türkiye’nin 1974 yılında Kıbrıs’a askeri müdahalesinin ardından ABD Temsilciler Meclis’inde Türkiye’ye yönelik silah ambargosu kararı alınması üzerine Türkiye kamuoyunun tepkileri diplomatik yazışmalarda önemli bir yer tutmaktadır. Bunlar arasında Türk-İş Başkanı Tunç ile DİSK Başkanı Türkler’in tepkisine de yer verilmektedir. Tunç’a göre Türkiye dış politikasını gözden geçirmelidir. Tunç, Kıbrıs sorunu ile silah ambargosunu bir baskı aracı olarak birbirine bağlayan ABD’yi eleştirerek Türk ulusunun böyle bir baskıyı asla kabul etmeyeceğini söylemektedir. Tunç işçilerin Türkiye’nin askeri ve ekonomik olarak güçlü olması için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olduğunu
vurgulamaktadır. Türkler ise Türkiye’nin savunmasını güvenceye almak için NATO ve CENTO’dan8  ayrılmasını savunmaktadır. Türkler, Temsilciler Meclisi
kararından sonra Türkiye’nin ABD ile ikili antlaşmaların askıya almasını ve komşularıyla bir dizi saldırmazlık paktları imzalamasını savunmaktadır (Ankara

8 _Central Treaty Organization, Merkezi Antlaşma Örgütü. Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere’nin üyesi olduğu örgüt1955-1979 yılları arsında faaliyet yürüttü. 

ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 25 Temmuz 1975, Belge No: 05770).

Silah ambargosunun diğer sendikacılarda da genel bir ABD aleyhtarı hava estirdiği görülmektedir. Adana Konsolosluğu’nun Büyükelçiliğe yazısında Petrol-İş Adana Genel Kurulu ele alınmaktadır. Mesajın başlığı “Adana Petrol İşçileri Kongresinde Türkiye’nin ABD’den Bağımsızlığı İstendi” şeklindedir. Petrol-İş
Başkanı İsmail Topkar’ın ABD ile ilişkilerini azaltmasını istedi. Topkar hem Türk- İş hem de DİSK üyesi sendikaların bu yönde hükümete baskı yapmalarını istedi.
ABD’ye bağımlılığın azaltılmasını isteyen Topkar, faşizme ve komünizme karşı olduğunu söyledi. ABD için Rusya’ya karşı kullanılmaya karşı uyarı yapan Topkar
tanıdık bir slogan olan “Ne Amerika Ne Rusya”yı tekrarladı (Adana Konsolosluğundan Ankara Büyükelçiliğine, 24 Kasım 1975, Belge No: 00258).
Topkar’ın bu çağrısının Türkiye’nin Kıbrıs’a 1974 yılındaki askeri müdahalesinin ardından ABD tarafından Türkiye’ye uygulanan silah ambargosu ve kötüleşen
Türk-ABD ilişkilerinin bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür.

Ecevit’e Suikast ve FBI Ajanının Türkiye’ye Daveti

Bülent Ecevit’in Temmuz 1976’da yaptığı ABD ziyareti sırasında New York’ta bir otel lobisinde uğradığı suikast sonrasında yaşamını kurtaran üç FBI ajanının
Türkiye’ye daveti ilginç bir biçimde sendikal da boyut içermektedir. Ecevit’i koruyan ve suikasttan koruyan üç ajan CHP’nin yanı sıra Genel-İş Sendikası
tarafından da tatil için Türkiye’ye davet edildi. Genel-İş Başkanı Abdullah Baştürk Ankara Büyükelçiliği’nden Ecevit’e suikastı önleyen özel ajan Bernard Johnson’un sendikanın konuğu olarak 15 günlük bir tatil için Türkiye’ye davetini iletmesini istedi. Gizli ibareli yazıda Genel-İş’in solcu DİSK’in üyesi olduğu belirtilerek, DİSK’in AFL-CIO ile yakın ilişkileri bulunan Türk-İş’ten üye almaya çalıştığı ve nedenle Johnson daveti kabul ederse kendini Türk-İş ve DİSK arasındaki nispeten sert tartışmanın içinde bulabilir uyarısı yapılmaktadır (Ankara Büyükelçiliği’nden Dışişleri Bakanlığı’na, 30 Temmuz 1976, Belge No: 30111).

Genel-İş tarafından FBI ajanı için gönderilen bu davetin CHP’ye destek veren sol eğilimli bir sendika için anlaşılabilir olduğu vurgulanmaktadır. Ancak
DİSK Başkanı Türkler’in suikastın arkasında CIA olduğuna ilişkin iddiaları dile getirdiğinin altı çizilmektedir (İstanbul Başkonsolosluğundan Dışişleri Bakanlığı’na, 31 Temmuz 1976, Belge No: 311004Z). Dışişleri Bakanlığı’ndan Ankara Büyükelçiliği’ne yollanan yazıda bakanlığın kurallarına göre böyle bir ziyaretin mümkün olmadığı belirtilmekte ve konuda Genel-İş’e bilgi verilmesi istenmektedir (Dışişleri Bakanlığı’ndan Ankara Büyükelçiliği’ne, 6 Ağustos 1976, Belge No: 195372). 

ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

Sendikaların Uluslararası İlişkileri Hakkında

Türk-İş ve DİSK’in uluslararası ve diğer ulusal sendikal merkezlerle ilişkileri ABD diplomatik misyonunun izlediği faaliyetler arasındadır. AFL-CIO’nun soğuk savaş
döneminde ABD dış politikasının önemli bir aracı olarak işlev gördüğü bilinmektedir. ABD hükümeti gerek doğrudan yardım programlarıyla USAID ve
gerekse AFL-CIO’ya bağlı AAFLI aracılığıyla Türk-İş üzerinde etkili olmuştur. 1970’li yıllarda USAID destekli programlar azalırken AAFLI’nın etkisi artmaya
başlamıştır. 

AID ve AAFLI Faaliyetleri Hakkında Ankara Büyükelçiliğinin ABD Dışişleri Bakanlığına yolladığı 14 Şubat 1975 tarihli yazıda, elçiliğin AAFLI (Asya Amerika Hür Çalışma Enstitüsü) faaliyetlerinin geçmişte olduğu gibi sade (gösterişten uzak) bir şekilde yürütülmesi ve Türk Bakanlar Kurulunun 19 Aralık 1972 tarih ve 7/5253 sayılı kararıyla9 onaylanan AAFLI’nin Türk-İş ile işbirliğini ABD’nin ulusal çıkarlarına olduğu konularında hem fikir olduğu belirtilmektedir. Elçiliğin AAFLI’nın Yakındoğu bürosunun

9 _19 Aralık 1972 tarih ve 14396 sayılı Resmi Gazete yayımlanan söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı şöyledir:
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanlığı (Türki-İş) ile Amerikan İşçi Sendikaları Konfederasyonuna bağlı Asya, Amerika Hür Çalışma Enstitüsü (AAFLI-CIO - Asian - American Free Labour Institute) arasında yapılmış olan ilişik “Teknik Yardım Sözleşmesi”nin 9 ve 10uncu maddelerine göre, toplumun ve işçi hareketlerinin yararlanmasını temin amacıyla Türk-İş Genel Merkezinde bir Sendikal Araştırma Merkezi Kurulması, ekonomik doneleri muhtevi bir kütüphane tesisi ve Türk-İş Genel Merkezinde bir Dış Münasebetler Dairesi teşkili için yapılacak yardımların kabulü; Çalışma Bakanlığının 29.8.1972 tarih ve 811-13-1/860 sayılı yazısı ile Dışişleri Bakanlığının uygun mütalaası üzerine, 15.8.1963 tarih ve 274 sayılı Sendikalar Kanununun 22nci maddesinin 3 üncü bendine göre, Bakanlar Kurulunca 20.10.1972 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Türk-İş ile AAFLI arasına yapılan Teknik İşbirliği Anlaşması şu konuları kapsamaktadır:

l) İşçi eğitimi,
2)Yüksek seviyede sendikacılık eğitimli,
3) Meslekî eğitim,
4) İşbaşında eğitim,
5) Toplum kalkınması programları (rehabilitasyon, işçi sağlığı, beslenme, aile planlaması v.s.),
6) Kooperatifler kurulması,
7) İşçi sosyal güvenlik ve işçi refahı sistemleri üzerinde çalışmalar,
8)Tarım işçilerinin eğitimi ve teşkilâtlandırılması,
9)Toplumun ve işçi hareketinin yararlanmasını temin amacıyla T ü r k - İş Genel Merkezinde bir sendikal araştırma merkezi kurulması ve ekonomik doneleri muhtevi bir kütüphane teşkili,
10) Türk-İş Genel Merkezinde bir “Dış Münasebetler Dairesi” teşkili, 
ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)


Ankara’da kurulmasını asla onaylamadığını ve AAFLI Ankara ofisinin onaylanmış AAFLI faaliyetlerinin yerine getirilmesi dışında kullanılmasını uygun görmediklerini ve bunu AAFLI yetkilileri anlattıklarını vurgulamaktadır (Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 14 Şubat 1975, Belge No: 01327). Bu yazışma AAFLI’nın Türkiye’de yürüttüğü faaliyetler konusunda Elçilik ile AAFLI ve USAID arasında görüş farklılıkları olduğunu göstermektedir. Elçiliğin Türkiye
yönelik yardımların azaltılmasını ve bu yardımların daha fazla ihtiyacı olan ülkelere yönlendirilmesini önerdiği ve Dışişleri Bakanlığının da bu görüşe katıldığı
anlaşılmaktadır. Gizli ibareli bu yazıda 1975 yardım programından sonra (haşhaş yasağı ve nüfus konusu hariç) yeni bir yardım programının söz konusu olmayacağı ve Türkiye’deki USAID yapısının hızla sona erdirilmesi ve personelin mümkün olduğunca aza indirilmesinin kararlaştırıldığı belirtilmektedir. Yazıda fon sağlamaya yönelik anlaşmaların aracı kuruluşlar ve Türk kuruluşları arasında doğrudan yapılması istenmektedir. Yazıda AAFLI’nın AID desteğiyle yaptığı faaliyetler buna örnek olarak gösterilmektedir (ABD Dışişleri Bakanlığından Ankara Büyükelçiliğine, 11 Aralık 1973, Belge No: 241820). Böylece 1950’li yıllardan bu yana devam eden AID (ve öncülü kuruluşlar) aracılığıyla yapılan doğrudan ABD yardımlarının azaltılması ve dolaylı kurumlar aracılığıyla yapılması öngörülmektedir.

Bu kararda Türkiye’nin kat ettiği ekonomik gelişme kadar doğrudan ABD devlet yardımlarının tepki görmesinin etkili olduğu söylenebilir.

Türk-İş ile AAFLI arasında imzalanan Teknik İşbirliği Anlaşmasının Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmasının ardından ABD Dışişleri Bakanlığı
tarafından Ankara Büyükelçiliğine gönderilen yazı, AAFLI faaliyetlerinin ABD hükümeti tarafından finanse edildiğini göstermektedir. Yazıda AID’nin AAFLI’nın
Türkiye’deki faaliyetlerinin (görev emri 5) AID kalkınma fonundan karşılanacağı bildiriliyor. Bu faaliyetler şöyle sıralanıyor: Türk-İş’in uluslararası ilişkiler
bürosunun yeniden yapılandırılması. Bu amaçla Türk-İş uluslararası ilişkiler bürosunda uzman çalıştırılması, sendikal araştırma merkezinin genişletilmesi ve
geliştirilmesi, araştırma merkezinin iş değerlemesi ve sözleşme analizi gibi alanlarda seminerler düzenlemesi, mesleki eğitim. Programın toplam maliyetinin 123 bin dolar olduğu belirtilmektedir.

Türk-İş’in Uluslararası Üyelikleri Hakkında


“Gizli” ibareli yazıda Türk-İş’in ICFTU Asya Bölgesel Örgütü’nden (ARO) ayrılarak Avrupa Sendikalar Konfederasyonuna (ETUC) katılma girişimleri ele
alınıyor. Yazıda DİSK’in ICFTU (Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu) ve ETUC’a (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) yaptığı üyelik
başvurularının geçici olarak reddedildiğinin altı çizilmektedir. Tunç’un Brüksel ziyareti ile elde edilebilecek her türlü bilginin Ankara Büyükelçiliği ile paylaşılması istenmektedir (Ankara Büyükelçiliği’nden Brüksel’deki ABD Misyonuna, 15 Nisan 1975, Belge No 02974). ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

Kemal Sülker’in Paris Ziyareti Hakkında

ABD Paris Büyükelçiliği DİSK Genel Sekreteri Kemal Sülker’in CGT’nin10 davetiyle yaptığı Paris ziyareti konusunda ABD Dışişleri Bakanlığı ve Ankara
Büyükelçiliğini bilgilendiriyor. Sülker’in ziyareti ile DİSK ve CGT arasında ikili toplantılar ve daha yoğun ilişkiler kurulması kararlaştırıldığı bildiriliyor (Paris
Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığına, 15 Ocak 1974, Belge No: 01260). Ankara Büyükelçiliği bir başka yazısında Kemal Sülker’ için “komünist olduğuna
inanılmaktadır” yorumunu yapmaktadır (Ankara Büyükelçiliği’nden Brüksel’deki ABD Misyonuna, 15 Nisan 1975, Belge No 02974).

Sonuç Yerine

Diplomatik yazışmalar, özellikle ABD diplomatik yazışmaları Türkiye’de sendikacılığın gelişimini anlamakta önemli kaynaklar arasında yer almaktadır.
Türkiye sendikacılığının gelişiminde ABD etkisi ve rolü önemlidir. Ancak bu etkinin doğru bir şekilde analizi büyük önem taşımaktadır. Tıpkı işçi haklarının
yasalaşması konusunda önemli bir tartışma olan “aşağıdan mı-yukarıdan mı veya verildi mi, alındı mı” tartışması gibi, Türkiye sendikacılığının gelişiminde “iç
dinamik mi dış dinamik mi” tartışması örtük veya açık önemli bir yer tutmaktadır.

ABD diplomatik misyon yazışmaları bu nedenle önem taşımaktadır.

1973-1976 dönemini kapsayan Türkiye’deki ABD diplomatik misyonları ile Dışişleri Bakanlığı arasındaki çalışma hayatı ve sendikalarla ilgili yazışmalar, 1960’lı yıllarda olduğu gibi 1970’li yıllarda da ABD’nin Türkiye sendikal hareketi ve çalışma yaşamını dikkatle izlediği ve mümkün olan her ayrıntıyı not ettiğini göstermektedir.

Yazışmalar uzun yıllara dayalı ABD ilgisi ve etkisine ilişkin daha fazla ayrıntı öğrenmemize yardım etmektedir. ABD diplomatik misyonu doğal olarak doğrudan ABD çıkarlarına yönelik alanları (üsler ve ABD kökenli şirketler) yakından izlemiştir. Ancak bu çlışma hayatına ilişkin yazışmaların küçük bir alanını oluşturmaktdır. Tıpkı 1950 ve 1960’lı yıllarda olduğu gibi ABD dış politikasının bir aracı olarak ABD sendikacılığını kullanmaktadır. Bu nedenle Türkiye sendikal hareketinin ve özellikle Türk-İş’in izlediği sendikal politikaları dikkatle izlemekte, sadece izlemekle kalmamakta çeşitli araçlarla etkilemektedir.
Yazışmalar ABD diplomatik misyonun sendikal hareketin iç sorunları, Türk- İş ile DİSK ilişkileri konusunda oldukça detaylı bilgiye sahip olduğu ve kritik sorun
alanlarının; potansiyellerin ve tehditlerin farkında olduğunu göstermektedir.

Yazışmalar 1970’li yıllarda ABD’nin Türkiye sendikalarına yönelik ilgisinin ve etkileme çabasının 1960’lara göre azaldığını göstermektedir. Bu nedenle doğrudan ABD hükümeti kaynaklı-destekli programlar yerine dolaylı programlara geçiş söz konusudur. Bu tutum değişikliği kuşkusuz 1960’lı yıllardaki yoğun ilişkilerin sonuç alıcı olduğu ve Türkiye’de ABD sendikacılığının Türk-İş özelinde ciddi etkiye de bağlanabilir.

10 _Fransız Genel Emek Konfederasyonu
ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)


1973-1976 dönemini kapsayan yazışmalar Soğuk Savaşın bir kanadının lideri olan ABD’nin Türkiye sendikacılığını nasıl gördüğünü ve değerlendirdiğini
göstermektedir. Yazışmalar dönemin kritik sorun alanlarının (sendikal rekabet, Türk-İş ve DİSK üzerinde AP, CHP ve sosyalist sol arasında yaşanan gerilimler,
yükselen işçi eylemleri, sendikal hareketin iç gerilimleri) farkındadır. 

ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

KAYNAKÇA

Arşiv Belgeleri


ABD Dışişleri Bakanlığından Ankara Büyükelçiliğine, 5 Şubat 1974, NARA-AAD Belge No: 023946
ABD Dışişleri Bakanlığından Ankara Büyükelçiliğine, 11 Aralık 1973, NARA-AAD Belge No: 241820
ABD İzmir Konsolosluğundan Ankara Büyükelçiliğine, 16 Temmuz 1975, NARA-AAD Belge No: 00126
Adana Konsolosluğundan ABD Ankara Büyükelçiliğine, 4 Kasım 1975, NARA-AAD Belge No: 00250
Adana Konsolosluğundan Ankara Büyükelçiliğine, 24 Kasım 1975, NARA-AAD Belge No: 00258
Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 14 Şubat 1975, NARA-AAD Belge No: 01327
Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 2 Mayıs 1975, NARA-AAD Belge No: 03483
Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 20 Eylül 1976, NARA-AAD Belge No 07175
Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 23 Eylül 1976, Belge No 7313
Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 23 Temmuz 1974, NARA-AAD Belge No: 05842
Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 25 Temmuz 1975, NARA-AAD Belge No: 05770
Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 4 Eylül 1974, NARA-AAD Belge No: 07030
Ankara Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 5 Ağustos 1975, NARA-AAD Belge No: 06044
Ankara Büyükelçiliği’nden Brüksel’deki ABD Misyonuna, 15 Nisan 1975, NARA-AAD Belge No 02974
Ankara Büyükelçiliği’nden Brüksel’deki ABD Misyonuna, 15 Nisan 1975, NARA-AAD Belge No 02974
Ankara Büyükelçiliği’nden Dışişleri Bakanlığı’na, 30 Temmuz 1976, NARA-AAD Belge No: 301111Z
Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 1 Şubat 1974, NARA-AAD Belge No: 00782
Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 11 Haziran 1975, NARA-AAD, Belge No:04541
Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 11 Haziran 1975, NARA-AAD Belge No:04541
Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığına, 13 Mart 1974, NARA-AAD Belge No: 01862
Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığına, 24 Aralık 1975, NARA-AAD Belge Numarası 0986
Britanya Ankara Büyükelçiliğinden Çalışma Bakanlığı’na 11 Haziran 1966 tarihli yazı, TNA
LAB 13/2169. 
ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)
Demirsoy’dan Meany’ye 16.9.1963 tarihli mektup, GMMA RG18-001 Box 6 Folder 16.
Dışişleri Bakanlığı’ndan Ankara Büyükelçiliği’ne, 6 Ağustos 1976, NARA-AAD Belge No: 195372
History and Structure of Turkish Unions, 1963, GMMA RG18-001 Box 6 Folder 16.
İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Ankara Büyükelçiliğine, 19 Ağustos 1975, NARAAAD Belge No: 02675
İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Ankara Büyükelçiliğine, 19 Ağustos 1975, NARAAAD Belge No: 02662
İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Ankara Büyükelçiliğine, 19 Ağustos 1975, NARAAAD Belge No: 03081
İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Ankara Büyükelçiliğine, 20 Ağustos 1975, NARAAAD Belge No: 02700
İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Ankara Büyükelçiliğine, 23 Eylül 1975, NARA-AAD Belge No: 03107
İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Dışişleri Bakanlığına, 2 Ağustos 1973, NARA-AAD Belge No: 02466
İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Dışişleri Bakanlığına, 24 Kasım 1975, NARA-AAD Belge No: 04270
İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Dışişleri Bakanlığına, 24 Mayıs 1975, NARA-AAD Belge No: 01591
İstanbul Başkonsolosluğundan ABD Dışişleri Bakanlığına, 29 Mayıs 1975, NARA-AAD Belge No: 01610
İstanbul Konsolosluğu’ndan ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 6 Mayıs 1976, NARA-AAD Belge No: 1683
İzmir Konsolosluğundan ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 9 Eylül 1975, NARA-AAD Belge No: 00223
İzmir Konsolosluğundan ABD Dışişleri bakanlığına, 15 Aralık 1976, NARA-AAD Belge No: 00402
Kirsch’ten Lovestone’a İzmir’den 29 Ağustos 1967 tarihli mektup, GMMA RG18-001 Box 6 Folder 15.
Paris Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığına, 15 Ocak 1974, NARA-AAD Belge No: 01260
Seyfi Demirsoy’dan Irving Brown’a 18.8.1961 tarihli mektup, GMMA RG18-004, Box 36,Folder 14.
Social Aspect of Economic Development-The Role of Free Trade Unions. Message from
George Meany, August, 4, 1963. s. 5-6, GMMA RG18-001 Box 6 Folder 16.
Türk-İş Yönetim Kurulu 5. Dönem 3. Oturum tutanağı, TÜSTAV Lastik-İş Koleksiyonu.
USAID, Country Assistance Program-FY 1964, PD-ACC-647. USAID Arşivi.


Diğer Kaynaklar


Arınır, T ve Öztürk, S. (1976). İşçi Sınıfı-Sendikalar ve 15-16 Haziran, OlaylarNedenleri-Davalar-Belgeler-Anılar-Yorumlar,
İstanbul: Sorun Yayınları.
Avcıoğlu, D. (1962). “Sendikaların uyanma saati”, Yön, Sayı 54, 26 Aralık 1962.
Baştürk, A.(1986). Yargı Önünde Savunma, İstanbul: Çağdaş Yayınları.
Boel, B. (2003). The European Productivity Agency and Transatlantic Relations:
1953-1961, Copenhagen Museum Tusculanum Press 
ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)
Çelik, A. (2010). Vesayetten Siyasete Türkiye’de Sendikacılık (1946-1967), İstanbul: İletişim Yayınları Koç, Y. (2010). Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi, Osmanlı’dan 2010’a, Ankara: Epos Yayınları.
McGonagle, J.F. (1964). “The Labor Entity”, Participant Journal, Sayı 13, Mayıs 1964.
Millen, B. H. (1969) “Factions of the Turkish labor movement differ over political role”.
Monthly Labor Review. June 1969, Vol. 92, Issue 6.
Turner, S. (1965). Secrecy and Democracy-The CIA in Transition, Boston: Houghton Mifflin Company,
Türk-İş (1962). Mümessiller Meclisi Tutanağı, 15 Ocak 1962, çoğaltma.
USAID (1971). Directory of Participant Turkey-United States 1949-1971.
Yön (1966b). “Amerikan Sendikacılığının Üçüncü Dünyada Giriştiği Korkunç Oyunlar”, Sayı 176, 12 Ağustos 1966.
Yön (1966a). “Sendikacılarımıza Sunulur”, Sayı 170, 1 Temmuz 1966. 



https://www.calismatoplum.org/makale/abd-diplomatik-yazismalarinda-turkiye-sendikal-hareketi-1973-1976#gsc.tab=0

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 30





TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL  ÖNCESİ VE SONRASI  
BÖLÜM 30



PARLAMENTONUN ZAFERİ

Seçim günü heyecan doruktaydı. İlk tur seçimin sonucunu açıklandı:
AP adayı eski Hava Kuvvetleri Komutanı, Yassıada’dan geçmiş. Şimdi AP Senatörü Tekin Arıburun 292 oy. Gürler ise.. ancak 175 oy almıştı. DP adayı Bozbeyli’ye de 45 oy çıkmıştı.

Gürler genel kurul salonunun sol tarafında oturuyordu.

Sağdan, AP sıralarından alkış sesleri yükseldi.
Genel kurul salonu yavaş yavaş boşaldı. Gürler tek başına boş salonda oturuyordu Turlar devam etti ve Gürler hiçbir turda seçimi kazanacak oya ulaşamadı. Gürler yitirmemişti seçimi. Ulusal irade kazanmıştı! Nihayet Gürler kalktı, ağır adımlarla koridora yürüdü. Koridora çıkarken, “... Bana söz verenlere bakınız” diye mırıldandı.

‘ŞİMDİ NE OLACAK?’

Hemen aynı gün hemen her çevrede “şimdi ne olacak” sorusu soruluyordu.
Komutanlar, o gece “yukarı çıktılar”. Saat 01.30’da Demirel’in telefonu çaldı. Arayan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fuat Bayramoğlu idi. AP liderine rahatsız etmekteki nedenini söyledi: “Komutan Paşalar, bu gece Sayın Cumhurbaşkanı ile görüştüler. Sizinle görüşmeye de beni görevlendirdiler. Acaba sabah?” Buyurmasını söyledi AP lideri ve 14 Mart 1973 sabahı saat 10.00’da Bayramoğlu. AP liderini evinde ziyaret etti. “Dün gece 4. turdan sonra Sayın Komutanlar Çankaya’ya geldiler ve Sayın Sunay ile görüştüler. Vardıkları sonuç odur ki, Sayın Gürler’in cumhurbaşkanı seçilmesi olanağı artık kalmamıştır. Komutanlar Sayın Sunay’ın görev süresinin uzatılmasında birleşmişlerdir” dedi.
Demirel’den de hayret edeceği bir yanıt aldı: AP lideri saha önce Sunay’ın görev süresinin uzatılmasına karşı çıkmıştı ama “bugün şartlar değişmişti”. Bu kez açmazdan çıkmanın yolu Sunay’ın görev süresini uzatmaktan geçiyordu
Bir iki kazanılacak ve sonra Köşk sorunu çözülecekti.

FAKAT!

Siyasette evdeki hesap çarşıya uymuyordu. Sunay’ın görev süresini uzatan anayasa tasarısı tek bir oy eksikliği nedeniyle Millet Meclisi’nde reddedildi. Tek oyun sahibi AP’li Ali Rıza Septioğlu idi. Oylama sırasında eşiyle telefonda konuşmaya dalmıştı. Oylamadan sonra koridorda karşılaştığı Demirel’e “Ne oldu” diye sorunca liderinden “Olan oldu” karşılığını almıştı. Millet Meclisi’nde reddedilen yasa için bir umut daha vardı: Senato! Burada kabul edililirse yasa, yeniden görüşülmek üzere Millet Meclisi’ne gelecek ve sorun çözümlenecekti. Fakat Senato’da bir başka, ama ağırlığı yadsınamaz bir isim uzatmaya karşı çıktı: İsmet İnönü!
“Bunu yapmayınız” diyordu: “Süresini doldurmuş insan, bu görevi yerine getirmiş olur. Bunu ‘bir tertip’le çözmek istemesi siyasal yaşamın en büyük zehrini teşkil eder. Anayasayı değiştirecek olursanız bu takdirde bugüne kadar olanlar sürecektir.”
Sunay formülünün Senato’dan geçmesi için olumlu oylar 23 eksikti. Bu açık ancak İnönü’ye bağlı birkaç bağımsız senatörle kontenjan senatörlerinin toplu olarak anayasa değişikliğine oy vermeleriyle kapatılabilirdi. Uzatma Senato’dan da geçmedi.

YENİ BİR HAMLE

Bunalım giderek yoğunlaşıyordu. Partiler, özellikle AP ve CHP, parlamentoda bir cumhurbaşkanı adayı bulamazlarsa olası gelişmelerin nereye varacağını biliyordu.  İki parti arasında gizliden gizliye sürdürülen görüşmelerden ortaya bir cumhurbaşkanı adayı çıktı. CHP lideri Ecevit ve AP lideri saptadığı adayı söyledi:
“Vakit yitirmeden anayasal hukuk kuruluşlarından birinin başkanını aday gösterelim. Cumhurbaşkanı Sunay’dan adayımızı kontenjan senatörlüğüne atamasını rica edelim.” Öyle ya; dışarıdan birisini parlamenter yapmanın yolu bir değil iki kez açılmıştı. Sunay ve Gürler, Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir günde parlamentoya girmemişler miydi?

İki parti genel başkanı; üç başkan arasından - Ecevit’in önerdiği - Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan’ı cumhurbaşkanı adayı seçtiler.
Sıra Taylan’ın Cumhuriyet Senatosu’na cumhurbaşkanı kontenjanından Senato’ya atanması işlemine gelmişti.

ÜÇ PARTİNİN KARARI

Demirel, Çankaya nezdinde yapılacak girişimde de cumhurbaşkanı seçiminde de Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi’nin de bulunmasını istiyordu.
Feyzioğlu’nun Demirel’le konuşmaya gittiğini öğrenince CHP lideri fena halde bozuldu, sinirlendi.
“Olumlu bir noktaya gelen işi şimdi Feyzioğlu bozacak” diyordu. Bir kulis bilgisine göre Güven Partisi lideri Başbakanlık’tan (Melen’den) aldığı bilgiler üzerine AP liderine gelmişti.
Sinirler hayli gergindi.
Tam bu sırada o sabah ordu komutanlarıyla görüşen Başbakan Melen, AP ve CHP liderleriyle yarım saatlik bir konuşma yaptı. Fakat Feyzioğlu da Taylan’ı destekleyeceğini açıkladı.
Üç parti bir karara vardılar. Birlikte Köşk’e çıkacaklar ve Cumhurbaşkanı’na adaylarının Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan olduğunu, cumhurbaşkanlığı kontenjanından senatoya üye yapacağı Taylan’ın üç partinin oyları ile cumhurbaşkanı seçileceğini, Çankaya sorununun da böylece çözümlenmiş olacağını söyleyeceklerdi.

CUMHURBAŞKANI CEVDET SUNAY’IN DARBESİ...

Saat 19.30. Üç parti lideri Çankaya’ya çıktılar. Üç lideri bekleyen Cumhurbaşkanı Sunay o sırada çalışma odasında bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu. Sinirliydi.
Demirel’i sağına, Ecevit’i soluna, Feyzioğlu’nu karşısına oturttu. Piposundan derin nefesler çekiyor, üflüyor ve liderlere bakıyordu.
Üç lider adına Demirel konuştu: “Cumhuriyet neslinin üç lideri olarak huzurunuzda önemli bir devlet sorununun çözümü için bulunuyoruz” diye başladı konuşmaya. Vardıkları kararı gerekçesiyle anlattı.
Konuşması bitince o dakikaya kadar susan Cevdet Sunay, birden patladı:
“Ben” dedi. “Senato’da anlatılan adam mıyım?” Kırılmış, üzülmüştü.
Partiler aralarında anlaşmaya vardıkları için uzatma formülünü onaylamıştı.
“Artık her şey bitmişti. 28 Mart günü Çankaya Köşkü’nü terk edecekti!”
Söz sırası Taylan’ın adaylığına ve partilerin isteğine gelince Sunay:
“İki gün sonra ayrılacağım bu makamdan, iki gün sonrası için önemli bir karar vermem doğru olmaz” dedi.
Taylan’ın kontenjan senatörlüğünü reddetti ve bir de tavsiyede bulundu:
“Benden sonra Senato Başkanı Tekin Arıburun cumhurbaşkanlığına vekâlet edecek. Dilerse önerinizi yerine getirebilir” dedi.
Demirel durumu özetledi:
“Çankaya’ya girdiğimizde karşımızda bir sinirli insan vardı. Çankaya’dan çıkarken dört sinirli insandık!”

DÖNDÜLER DOLAŞTILAR AYNI NOKTAYA GELDİLER

Partilerin güvendikleri formül yatmıştı. Cumhurbaşkanı seçimi parlamentoya bırakılmıştı, ama parlamentoyu oluşturan partiler bir aday saptayamıyordu.
Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ABD’de olduğu için başkanlığa vekâlet eden KK Komutanı Akıncı yanında İkinci Başkan Sunalp Paşa ile Başbakanlık’a gelmiş; davet ettikleri AP lideri ile bir görüşme yapmıştı.
Başbakanlık’tan ayrılırken Eşref Paşa soruları yanıtladı: “Demirel’e Silahlı Kuvvetlerin bir ‘isteğini’ iletmemişti. Cumhurbaşkanının bir an önce seçilmesi parlamentonun bileceği işti. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Silahlı Kuvvetler ‘rencide’ olmamıştı.”
Nitekim görüşmede Akıncı Paşa “Sizi zorlamıyoruz” demişti. Ancak “orduya ters düşmeyecek birini bulmalarını” istemiş, bu sözünün ordunun vizesi olarak yorumlanmamasını da belirtmişti.

SONRA BİRDENBİRE…

Yine iki parti arasında gelgitler…ve birden (zaten bir süredir kulislerde adından söz edilen) emekli Oramiral, eski Moskova Büyükelçisi Fahri Korutürk ismi üzerinde mutabakat sağlandı.
Adaylığı, İstanbul’da olan Fahri Korutürk’e İhsan Sabri Çağlayangil bildirdi.
Havaalanında kendisini karşılayan Çağlayangil’e Korutürk, “Seçime AP adayı olarak girmeyeceğini, iki parti hatta ötekiler aralarında anlaşmışlarsa görevi kabul edeceğini” söyledi.
TBMM’de Korutürk’e üç partinin imzaladığı adaylık önerisi gösterildi.
Fraklarını giymek için konutuna gitti.
Günlerden 6 Nisan’dı. O gün TBMM, yedi yıl süreyle görevde kalacak Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı’nı seçti:
Fahri Korutürk.



Enis Akdağ

14 06 2010



KORUTÜRK: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım gibi bir düşünceye hiç sahip değildim Köşk’ü düşünmüyordum
Az ve öz konuşan Fahri Korutürk, çok yakını, çalışma arkadaşı, basın danışmanı Baransel’e yıllar öncesini canlandıran bir öykü anlattı: “1973 senesinin 5 Nisan günü güneş doğarken, hayatımda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım hakkında hiçbir düşünce aklımdan geçmiş değildi. Böyle bir hazırlığım yoktu. Herhangi bir teşebbüste de bulunmamıştım.
Demirel ülkeyi 1973 seçimlerine taşıyacak hükümeti Naim Talu’nun kurmasını istiyor, ancak Bülent Ecevit Ferit Melen’i ne kadar istemiyorsa Talu’ya da bir o kadar karşıydı. Basın danışmanı Ali Baransel, “Makam odasındaydık” diye söze başladı. Az ve öz konuşan Fahri Korutürk, çok yakını, çalışma arkadaşı, basın danışmanı Baransel’e yıllar öncesini canlandıran bir öykü anlattı, Cumhurbaşkanı nasıl seçildiğini: Korutürk’ün ilk cümlesi bir insanın yaşamındaki büyük kırılma noktası:
“1973 senesinin 5 Nisan günü güneş doğarken, hayatımda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olacağım hakkında hiçbir düşünce aklımdan geçmiş değildi. Böyle bir hazırlığım yoktu. Herhangi bir teşebbüste de bulunmamıştım. İstanbul’daydım.”

Ama “o gün”:

“O gün hayatta olan annemi ziyarete gitmiştim. Ve Ankara’ya dönmek üzere şahsen kendime bilet almıştım.. 5 Nisan gecesi özel odamda yatağıma çekildiğim zaman da bu konuda hiçbir şey bilmiyordum. Sıhhatteydim ve zamanında da uyudum.”
Oysa o gün başkent Ankara’nın siyasal ku-lislerinde büyük bir hareketlilik vardı.
Onca uğraşıya, hatta cumhurbaşkanı sorununu bunalımdan çekip çıkarmak için Adalet Partisi’nin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin çaresizlikten Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın görev süresini bir yıl daha uzatmaya razı olmalarına karşın; Çankaya bunalımı giderek derinleşiyordu. İki büyük parti kimi çevrelere -tabii askere- işte sivil parlamento; bir cumhurbaşkanı bile seçemiyor dedirtmemek için Köşk’e -askerin de karşı çıkmayacağı- bir isim, bir aday arıyordu.

KORUTÜRK’ÜN ADI GEÇİYOR

Kulislerde değişik isimler arasında, arada sırada emekli oramiral, büyükelçi, kontenjan senatörü Fahri Korutürk’ün adı da geçiyordu ama...
...Bulanık suda avlanmaya veya Korutürk’ün adını geçersiz kılmaya meraklı olan kimi çevreler Moskova Büyükelçiliği sırasında emekli Oramiral Korutürk’ün sinir bunalımları geçirdiğini, olağandışı hareketler yaptığını yayıyorlardı.
Büyükelçilik çalışanlarına alışık olmadıkları çalışma yöntemleri uyguladığını içeren, esası olmayan söylentilere göre Korutürk kimi olmadık hareketler yapıyordu.
O sırada Moskova Büyükelçiliği Müsteşarlığı görevinde bulunan rahmetli Büyükelçi Semih Günver’in bana anlattığına göre, söylentilerin “hiçbiri doğru değildi, baştan aşağı uydurmaydı”.
Günver’e göre, o tarihlerde Türkiye Büyükelçiliği Sovyetler’in gizli servisi KGB tarafından sürekli izleniyor ve gözleniyordu.
Telefonlar dinleniyor, hatta -Günver’e göre- büyükelçiliğin hemen bütün odaları hem dinleniyor hem de karşı binalardan fotoğrafı çekiliyordu.
Büyükelçi Korutürk önlem olarak örneğin büyükelçiliğin gizli konularını müsteşarı ile büyükelçiliğin bahçesinde gezerken konuşuyordu.
Ne sinir krizi geçirmiş ne de bunalımlı saatler yaşamış, yaşatmıştı.
Sağlıklıydı, 5 Nisan gecesi özel odasında uykuya çekildiği sırada Korutürk’ü yakından tanıyan arkadaşı emekli Amiral Fahri Çoker; CHP lideri Ecevit’e özelliklerini bildiği bir cumhurbaşkanı adayı öneriyordu: Fahri Korutürk!

KADER AĞLARINI ÖRÜYOR

Aynı isim Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel’e duyuruluyor ve iki büyük parti Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanı adaylığını onaylıyordu...
Baransel, “Gece saat 01.30’da” dedi, Korutürk’lerin Moda’daki evlerinde telefon çaldı. Telefonu eşi Emel Korutürk açtı.
Arayan o zaman Dışişleri Bakanı olan İhsan Sabri Çağlayangil’di, hanımefendiye “Fahri Paşa ile görüşmek istediğini” söyledi.
Emel Korutürk, “Beyefendi uyuyor” dedi. Çağlayangil ısrar etti: “Çok mühim bir şey görüşmek istiyoruz” dedi.
Fahri Korutürk telefon sesine uyanmıştı. Eşi, “Sizi Ankara’dan arıyorlar” deyince “Hayrola” dedi ve Çağlayangil’i dinledi:
“Frakınızı alıp yarın sabah Ankara’ya gelebilir misiniz?” dedi Çağlayangil ve ekledi, “muhakkak gelmeniz lazım, bekliyoruz sizi.”
Çağlayangil’in fazla ayrıntı vermeden “çok mühim” dediği, “muhakkak yarın Ankara’da olmasında direttiği” olay neydi, bunu da biraz sonra Fahri Çoker’den öğrendi.
Kafasında bir yığın soru, Esenboğa Havaalanı’na inen Korutürk’ü İhsan Sabri Çağlayangil karşıladı.
Kendisini iki partinin ayrı ayrı cumhurbaşkanı adayı göstereceğini Korutürk’e bildirdi. Aday gösterilecekti ama... “Şartları hiç bilmiyordum” diyor Fahri Korutürk.
“Ne şekilde cumhurbaşkanı olacağım, kim destekliyor. Turlar yapılmış, netice çıkmamış.” Çağlayangil, “Biz sizi teklif ediyoruz, CHP de sizi teklif ediyor” dedi.
“Ben öyle iki partinin teklif etmesiyle Cumhurbaşkanlığı’nı kabul edemem. Hepiniz birden cumhurbaşkanı olacak kişinin üzerinde karar verirsiniz, öyle kabul ederim” dedim.
Öyle oldu. Partilerin ortak adayı olarak Fahri Korutürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı seçildi: 6 Nisan 1973.
Ali Baransel’e yıllar sonra; “Kaderimde böyle şerefli bir göreve gelmek varmış” diyecekti.
Oysa?..
...Oysa zorlu, bunalımlı yedi yıl geçirecekti Çankaya Köşk’ünde.
Fahri Korütürk 6 Nisan 1973’ten 6 Nisan 1980’e kadar, yedi yıl Cumhurbaşkanlığı gö-revinde kaldı ve yedi yılda tam 16 hükümet kuruldu.
16 kez başbakanlar atadı.
Siyasal çalkantılar, bunalımlar içinde başlayıp dağılan, çoğu zaman parti liderlerinin sert eleştirileriyle karşılaştığı 16 hükümet!


DAHA KOLTUĞA YENİ OTURMUŞTU Kİ…


Baransel, “Korutürk, cumhurbaşkanı seçilmesinden bir gün sonra, Ferit Melen hükümeti” istifa etti.
Yeni bir cumhurbaşkanı seçilmiş; Melen istifasını vererek demokratik bir anlayış sergilemişti.
Korutürk yeni bir hükümeti kuracak kişiye başbakanlık görevi vermeden önce parlamentoda hâlâ birinci büyük parti konumunda olan Adalet Partisi lideri Demirel’le ilk konuşmasını yaptı.
Demirel, Cumhurbaşkanı’na “Dilerseniz Melen hükümetini görevde bırakabilirsiniz. Fakat biz, parlamentoda oyçokluğuyla ilk fırsatta Melen hükümetini düşüreceğiz” dedi.
Oysa Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Feyzioğlu’nun bana söylediğine göre “adamcağızın -Melen’in- görevde kalmak gibi bir isteği yoktu”.
Parti lideri böyle söylüyordu ama; Ferit Melen ülkeyi 1973 genel seçimlerine götürecek hükümetin kendi hükümeti olduğuna da inanıyordu. Seçimlerle ilgili ilginç görüşleri vardı.
“Ordu AP lideri Demirel’e devleti asla bırakmazdı. Ecevit’in de kesinlikle ‘temizlenmesi’ gerekirdi…”
14 Mayıs 1950’de seçimleri yitiren CHP’den Van milletvekili seçilip geldiğinden beri Ferit Melen’i tanırdım. Saygı duyardım.
Fakat bu düşüncelerine katılamıyordum. Bu inançlarını 1980’e kadar değiştirmedi. Fazla askerciydi.
Soruyordum Melen’e: “Bu iki lider gidecek...”
“Bir seçim yasası çıkarılacak. Bu yasaya göre hiçbir parti iktidar olamayacak!”


DEMİREL, HÜKÜMETİ TALU’NUN KURMASINI İSTİYOR AMA...

Cumhurbaşkanı Korutürk, hükümet sorununu çözecek yeni bir yöntemin kuralını açıkladı. İki büyük partiye, partiler arası bir hükümet istediğini söyledi.
Bu anlayış, hem ilgi hem de memnuniyetle karşılandı.
Zira partiler üstü hükümetten partiler arası hükümete yönelişti ve 12 Mart’ın tam anlamıyla tasfiye edildiğinin kanıtıydı.
Fakat siyasetin doğasındaki anlaşmazlık yine kendini gösterdi:
İki büyük parti, başbakan ile yeni hükümetin biçimi üzerinde anlaşamayacaklardı.
Demirel ülkeyi 1973 seçimlerine taşıyacak hükümeti Naim Talu’nun kurmasını istiyor, Ecevit Melen’i ne kadar istemiyorsa Talu’ya da bir o kadar karşıydı.
Peki, Ecevit kimin başbakan olmasını istiyordu? Süleyman Demirel’in. O olmazsa AP’den bir başka birinin!
Bir bahane bularak partiler arası hükümete girmemeyi de başardı.
Feyzioğlu’nun Cumhuriyetçi Güven Partisi’nin de hükümete girmek için Demirel’le temas kurduğunu görünce “Bu iş burada biter” dedi, hükümet sorununu kestirip attı.
Daha sonra bana hükümete girmeyerek ne denli doğru yaptığını anlatacaktı. Seçim sonuçları da Ecevit’i doğruladı.
Demirel de Ecevit’le hükümette olmak istemiyordu. Açıkça söylemediği ama bilinen neden şuydu: Ecevit, eyleme karışmamış fikir suçlularının affında direniyordu!
Ecevit devreden çıkınca hükümet Demirel’in istediği yönde oluştu.
19 Nisan 1973 günü saat 15.00-16.00 arasında Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’le AP lideri Demirel arasındaki hükümet görüşmelerinin tutanağı bu oluşmayı doğruluyor:
Korutürk: “ …Kim olur başbakan?”
Demirel: “…Ben size kimler olmazı söyleyeyim.”
Korutürk: “…Kimler olmaz, uzun liste olur. Kim olur daha kolaydır”
Demirel: “…Kim oluru da söyleyeyim. Bizim bu hükümetten beklediğimiz bir şey yoktur. Devletin imkânlarını kullanarak seçim kazanması mümkün değildir.”
Korutürk: “…Ama başka türlü düşünenler de var. Falan veya filan bakanlığı şu parti ele geçirirse gübre dağıtır filan dağıtır, seçim kazanmaya çalışır, diyorlar.”
Demirel: “Bu tamamen yanlıştır. Bizim dışımızdakileri bir araya getirin, güvenoyu verecek kimseleri bulun, biz muhalefette kalırız. 6 ay sonra seçim yapılsın, biz seçimi kazanır geliriz.”
Korutürk: “…Kim olur, kim hükümet kurar? Kimin etrafında toplanılabilir?”
Demirel: “Bize sorarsanız, müstakiller bellidir. Yine kontenjandan biri olacaktır.
Veya dışarıdan birisini getireceksiniz.”
Korutürk: “Dışarıdan birini getirmem. O iyi olmuyor. Meclis’in içinde yetişmiş insanlar varken, dışarıdan niye adam aranıyor, deniyor.”
Demirel: “Kontenjana döneceksiniz. Kim var; bize soruyorsanız, Naim Talu var.”
Korutürk: “Siz Naim Talu dersiniz, başka biri Cihat Alpan, Sabahattin Özbek der.”
Demirel: “En büyük çoğunluğa biz sahibiz. Biz Naim Talu der, başkaları buna yanaşmazsa biz güvenoyu sağlayacak çoğunluğu müstakillerle de buluruz.”
Korutürk: “O zaman hükümet Adalet Partisi damgası taşır. Ben hükümetin birden fazla parti tarafından desteklenmesini tercih ederim.”

VE…

Cumhuriyetçi Güven Partisi zaten hükümete girmeye hazırdı.
Korutürk’ün birden fazla partiyle hükümet kurulmasındaki ısrarı da karşılanmış oldu.
Kontenjan Senatörü Naim Talu AP, CGP ve bağımsız üyeler, Meclis dışı isimlerle hükümeti kurdu.
Türkiye bu hükümetle seçime gitti.
14 Ekim 1973 genel seçimiyle çok değişik siyasal ve sosyal olayların izleneceği yeni bir süreç başlıyordu.


Enis Akdağ

15 06 2010


Ecevit ikinci kez görevlendirdi. Dinci bir parti MSP ile Atatürkçü ve ilerici CHP ortaklığı başladı Zıt kutuplar bir arada Partiler arası özlenen çekişmeli bir propaganda sürecinden geçen Türkiye’nin, 14 Ekim Pazar günü önüne çıkan siyasal tabloya göre hiçbir parti tek başına iktidar değildi.
Üstelik 1965 ve 1969’da tek başına iktidara gelen Adalet Partisi (149 milletvekili ile) ikinci parti konumuna düşüyor; 30 Haziran 1972’de İsmet İnönü’nün yerine CHP Genel Başkanlığı’na seçilen Bülent Ecevit, 185 milletvekili çıkararak birinci parti durumuma geliyordu. Ecevit,Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra kurulan örneğin Talu Hükümeti’ne girmedi ve akılcı bu kararıyla 14 Ekim’e kadar seçimine olağan üstü çaba ve çalışmayla hazırlandı.
İnönü gibi bir dev lideri deviren bir lider! Halka yatkın gelen sloganlarla birden parlayan bir lider!
Oysa Demirel, daha çok merkez politikasıyla uğraştı. Halk dönük sloganlar yerine yeni bir anayasa üzerinden kitlelere seslendi.
Yeni hükümet başkanını seçmek ve bu başbakana yeni hükümeti kurdurmak görevini yerine getiren Cumhurbaşkanı Korutürk; önce Ecevit, sonra Demirel, sırasıyla 48 milletvekilli Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan, Demokrat Parti (45), Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli ve Cumhuriyetçi Güven Partisi (13) Feyzioğlu ile Milliyetçi Hareket Partisi (3) Alparslan Türkeş’le görüştü.
En fazla milletvekili olan CHP lideri Ecevit’i hükümeti kurmakla görevlendirdi.
CHP lideri Erbakan’a ortaklık önerdi. MSP lideri yan çizdi. Görevi iade etti.
Görevi Demirel’e verdi. AP liderine Erbakan evet demişti ama iki partinin toplam milletvekili güvenoyu almaya yetmiyordu. O da iade etti.Başarısız denemelerden sonra zaman zaman siyaseti dalgalandıracak bir girişimde bulundu Korutürk: Ecevit ile Demirel’i Köşk’e çağırdı.

İki partinin ortak hükümet kurmalarını önerdi.

Bu girişimi de olumlu bir sonuç vermedi.

Ali Baransel; “Türlü çeşit sorunlarla boğuşan Türkiye’de hükümetin kurulamaması toplumda gerginlik yarattığının farkında olan Korutürk; danışmanlarıyla çeşitli seçenekler üzerinde çalışırken …
….MSP’nin önde giden isimlerinden Oğuzhan Asiltürk ile arkadaşlarının “CHP ile ortaklığa sıcak baktıkları haberleri de kulislerde ısrarla ‘söylenmeye başladı.’” dedi.
Bülent Ecevit ikinci kez başbakanlıkla görevlendirdi ve:
Uzun pazarlıklardan sonra; 26 Ocak 1974’te CHP- MSP ortak hükümeti kuruldu.
Pek çok çevrede Ecevit’in dinci bir parti MSP ile Atatürkçü ve ilerici CHP ortaklığını “dindarlıkla laikliğin ve dindarlıkla özellikle ekonomik alandaki ilericiliğin çeliştiği yolundaki ‘tarihsel yanılgıyı’ gidereceği” iddiasıyla bu hükümeti kurduğu söylendi, yazıldı.
Daha ilk aylardan ortaklar arasında çeşitli temel konularda çatışma ve çekişmeler baş gösterdi. Fakat:
Bu tartışmaları, çekişmeleri bir anda geri plana atan olay patlak verdi:
Kıbrıs’ta Milli Muhafızlar, Başkan Makarios’u devirdi. (15 Temmuz 1974)
Afyon’a giderken yarı yolda darbeyi işiten Ecevit hemen Ankara’ya döndü.
Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in “Denizcilerimize” adlı kitabında yazdığına göre:
Uzun saatler süren ve Kıbrıs’a müdahale kararının alındığı Bakanlar Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına başkanlık eden Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk: “…Beyler, Kıbrıs Türklerini korumak için bir şey yapmak istiyorsanız, sırası şimdidir. Eğer şimdi yapamazsanız bir daha hiçbir zaman yapamazsınız” dedi.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın bu dizinin konusu olmayan uzun bir öyküsü var.
Harekât hemen her alanda, diplomasi alanında askersel alanda Ecevit’in başarılarıyla başlamış ve sonuçlanmıştı. Fakat - medyada ve siyasal çevrelerde - Cumhurbaşkanı Korutürk’ün müdahaleden önceki ve müdahaleye karar verilen Bakanlar Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu toplantısındaki duruşunun üzerinde nedense durulmadı.
Ali Baransel’den medya ve siyasetin Korutürk’ün rolüne -en azından- neden değinmediğini ve Korutürk’ün bu konudaki söylemlerini anlatmasını istedim.
Baransel, “Cumhurbaşkanı Korutürk bana özel bir sohbetimizde şunları söyledi” dedi:
“Yapı itibarıyla ön planda olmayı, kendimden söz ettirmeyi pek sevmem. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın başarısının paylaşımı konusunda, o günlerde Sayın Ecevit ve Sayın Erbakan’ı basın önündeki mücadelesini hazin bir gülümseme ve ibretle takip ettim. Basınla ilişkileri nedeniyle bu konuda Sayın Ecevit daha çok ön plana çıktı. Hatta Barış Harekâtı’nın bir numaralı kahramanı ilan edildi. Aylarca bu durum birçok gazete sayfalarında tefrikalar halinde yayımlandı.
İşin aslına bakılırsa, Kıbrıs Harekâtı’nın zaruretini ben başından beri savundum. Hatta konunun görüşüldüğü son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında da hükümeti yüreklendirdim ve tam destek verdim”
Korutürk yıllar sonra “yapı itibarıyla ön planda olmanın” Barış Harekâtı sırasındaki rolünün kamuoyu tarafından nasıl engellediğini, siyasetin acımazlığını açıklamıştı Baransel’e...


FAKAT SİYASET...

Barış Harekâtı’nı paylaşımında gerçek yüzünü gösterdi. Milli Selametçiler Ecevit’i barış yoluyla soruna çözüm aramak ve derhal Kıbrıs’a müdahale etmemekle suçladılar..
Fakat olayların -baştan sona kadar izleyen, Kıbrıs’a Türk askeriyle çıkan ilk gazeteci olarak- yıllar sonra gerçeği söylemeliyim::
Başbakan Ecevit, çok doğru politikalar izledi; önce barış yollarını denedi, ancak başarılı sonuç alamayınca Kıbrıs’a müdahale kararını uygulamaya girişti..
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın etkileri sürerken hükümet ortakları arasındaki anlaşmazlıklar da doruk noktasındaydı.
Ecevit, MSP’nin son gelişmeleri dikkate almadan hükümet içindeki çatışma noktalarını körüklemesini dayanamadı. Ülkede benzin, yağ, şeker, tüp gaz sıkıntıları ve bu sıkıntıların sonucu olarak kuyruklar dönemi başladı ve… Ecevit, 18 Eylül 1974’de istifa etti.
Ecevit hükümet sorununun erken seçimle çözümlenebileceğini savunuyordu ama….
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, yedi yıllık köşk yaşamında ikinci hükümet bunalımı ile karşı karşıyaydı.
Korutürk’ün biraz alayla karışık ama gerçeği yansıtan şu sözleri Köşk’teki yedi yılını özetliyor:
“Öldüğümde sorgu melekleri ‘Dünyada ne yaptın?’ diye sorduklarında herhalde ‘hükümet buhranlarını çözmeye çalışmakla vakit geçirdim’ karşılığını vereceğim.”

ECEVİT, ERBAKAN VE DEMİREL İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELERİ

Ali Baransel’e, Cumhurbaşkanı Korutürk’ün yedi yıl sık sık görüştüğü dönemin üç önemli siyasal aktörü hakkındaki düşüncelerini sordum. “Size zaman zaman anlattım ve yazdım da görüşlerini” dedi. Bıçak Sırtında adını verdiği bir kitapta yayımlamıştı..
On altı yıl, dile kolay. Çankaya Köşkü’nde çok duyarlı bir görevi başarıyla tamamlamıştı Baransel.
Korutürk ve Evren gibi birbirine tamamen zıt, ayrı dünyaların insanı, iki devlet başkanına yıllarca kesintisiz basın danışmanlığı yapmak, her babayiğidin harcı değildi ve Baransel, devlet bürokrasisinde ender rastlanan bir örnekti...
Üç siyaset adamını nasıl değerlendiriyordu Korutürk?
Baransel önce MSP lideri Necmettin Erbakan ile ilgili görüşlerini anlattı...
“Korutürk, MSP’nin dünya görüşünü çağdışı olarak değerlendirir, rejim açısından sakıncalı görürdü. Köşk’te görev yaptığım yıllarda bir sohbet sırasında ‘MSP karşısında daha kararlı ve sert bir tavır takınmak gerekir. Ecevit ve benzerleri gibi romantik duygularla değil’ demişti. Korutürk’ün, jest ve mimiklerini çok abartılı bulduğu konuşma biçiminden, özellikle ses tonundan rahatsız duyduğu Erbakan’a karşı, soğuk ve mesafeli bir yaklaşımı vardı... Erbakan’ın alçakgönüllü, saygılı davranışlarını içtenlikten uzak, asıl düşüncelerini saklayan davranış biçimleri olarak yorumlardı.
CHP-MSP koalisyonunun bozulmasından bir süre sonra da bana MSP’nin koalisyondaki etkinliğini azaltmak için görev yetkilerinin sınırlarını aşmadan çaba gösterdiğini söylemişti.
Korutürk bu çabalarını açıklarken de ‘MSP’li bakanların ve yöneticilerinin çeşitli tören ve toplantılarda yaptıkları konuşmaların suç olup olmadığının titiz ve dikkatli şekilde takip edilmesini istedim’ demiş ve eklemişti:
Dönemin cumhuriyet savcılarını bu amaçla Köşk’e davet ederek kendileriyle görüştüm. Onlardan MSP yetkililerinin suç teşkil edecek konuşmaları konusunda uyarlamalarını, hatta daha da ileri gidilirse kanunlar çerçevesinde partilerinin kapatılabileceğine dikkatlerini çekmelerini istedim. Ancak üzülerek ifade edeyim ki, kanun adamlarının bir bölümünü ürkek ve karamsar gördüm.”
Sonra Cumhurbaşkanı’nın CHP lideri Bülent Ecevit ile ilgili değerlendirmesini özetledi:
“Korutürk, Ecevit’i yazar ve şair olarak takdir eder, İngilizceye hâkimiyetinden övgü ile söz ederdi. Alçakgönüllüğünü ve nezaketini ayrıca çok beğenirdi.
Ancak politikadaki hırçın ve sert tutumuna hayret ederdi. Ecevit’in, ABD’nin (Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra uygulamaya başlattığı) ambargo karşısındaki yaklaşımını yadırgadığını, ‘Şu politikacılar ne kadar aceleci ve hissi hareket ediyorlar, doğrusu anlamak mümkün değil. Ülkenin geleceğini ve kaderini ilgilendiren konularda daha soğukkanlı hareket edemezler mi?’ diyerek dile getirirdi.”
Korutürk politikacıların bir görüş açıklamadan önce uzmanlardan, akademisyenlerden görüş almaları gerektiğine inanıyor ve ABD ambargosu üzerinden Ecevit’e bir eleştiri yöneltiyor:
“İleri sürdüğü düşüncelere bakın. Karar açıklanıyor, bir gün bile beklemeden özel bir araştırma ve çalışma gereğini duymadan beyanat veriyor.
Bu karar alınırken -Amerikan üslerinin kullanımına ilişkin şartların yeniden gözden geçirilmesi için ABD’ye 30 günlük süre verilmesi hakkındaki Bakanlar Kurulu kararında- ben de Milli Güvenlik Kurulu’na başkanlık ettim. Her şey en ince ayrıntısına kadar ele alındı ve değerlendirildi.
ABD ile hemen 24 saat içinde ilişkileri kesmek mümkün mü?Adamlarla yarım yüzyıla yaklaşan bir süredir işbirliği yapmışız.
Her konuda kendilerini bize bağımlı hale getirmişler. Çok nazik bir coğrafi bölgede bulunan Türkiye, başına bir bela gelirse, başta harp araç ve gereçleri olmak üzere birçok ihtiyacını nereden karşılayacak?”


‘DEMİREL KABİLİYETLİ VE KÜLTÜRLÜ’

Korutürk’ün yedi yıl süren cumhurbaşkanlığı döneminin bir diğer aktörü Süleyman Demirel’di.
Korutürk’ün Adalet Partisi Genel Başkanı’yla ilgili değerlendirmesi şöyleydi:
“Demirel kabiliyetli, kültürlü bir insan. Ayrıca çevresinin etkisi altında kalmayan, kendisi düşünen, karar veren ve onu tatbik eden bir lider. Düşünen ve karar veren bir lider olduğunu doğrulayan bir örnek vereyim. Bir sohbet sırasında Demirel bana, ‘Sayın Cumhurbaşkanım, bir defa Devlet Personel Kanunu konusunda, Maliye Bakanı Mesut Erez’i dinledim. Bu kamburun altından hâlâ kalkamıyorum’ demişti. Ancak, ihtirasının sınırı olmayan bir karakteri var. Bazen amaca ulaşmak için insanı düş kırıklığına uğratan tutum ve davranışlar sergileyebiliyor.
Mesela kırıcı oluyor, ağır eleştirilerde bulunabiliyor.
Birbirini tutmayan, gelişen görüş ve düşünceler ortaya atabiliyor.”


Enis Akdağ

16 06 2010

Cumhurbaşkanlığı Genelsekreteri Baransel, birbirlerine ağır suçlamalarda bulunan liderlerle bir yere varılamayacağını söylüyordu:
‘Demokrasi duvara toslayacak’
Parti liderlerini değerlendiren Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, genel olarak partilerin tutumlarına bakarak geleceği nasıl görüyordu?
Ali Baransel, Cumhurbaşkanı’nın “Türkiye’nin her alanda yetişmiş çok değerli ve yetenekli insan potansiyeline sahip olduğuna inanırdı” dedikten sonra, partilerin tutumuna bakarak geleceğe dönük görüşlerini anlattı:
“Ne yazık ki, siyasi partilerin genel başkanları ve yakın çevreleri bir hegemonya kurmuştur. Böyle insanları yanlarına yaklaştırmıyorlar. Parti içinde demokrasinin işlemesine imkân vermiyorlar.
Türkiye’nin kaderini, her gün kavga eden, birbirilerine en ağır suçlamalarda bulunan Demirel ve Ecevit’in belirlemesi gerçekten hazin.
Bunlar bu kafayla giderlerse, bir gün gelecek, demokrasiyi duvara toslatacaklar.”


‘Demirel, Erbakan, Feyzioğlu ve Türkeş nasıl çalışacaklar’
Ecevit, Erbakan ve arkadaşlarının kimi sorunlar yaratan tutumundan yakınarak CHP-MSP koalisyonunu dağıttı, istifa etti.
Hükümet bunalımı beş ay kadar sürdü. Arada bağımsız Prof. Sadi Irmak başkanlığında güvenoyu alamayan bir hükümet kuruldu. (17 Kasım 1974-31 Mart 1975)
Fakat bu süre içinde Ecevit yeni bir koalisyon hükümeti kurabileceği inancında idi. Yeni koalisyonu, Demirel’le anlaşmazlığa düşerek AP’den ayrılanların kurduğu, son seçimlerde 45 milletvekili çıkaran Demokratik Parti ile kurabileceğini umut ediyordu.
Böyle bir umuda kapılmasını bir türlü anlayamıyordum. Çankaya’daki Dışişleri konutunda görüştüğüm Ecevit’e, “eski AP’lilerle olası bir hükümet kurabilmenin olanaksızlığından” söz etmiştim.
AP ile hükümet kurmayı aklının ucundan bile geçirmeyen Ecevit, parlamento matematiğinin zorladığı son olanağı denemek istiyordu. DP ortaklığı ile yeni bir hükümet!
Cumhurbaşkanı, 26 Mart 1975’te hükümeti kurma görevini Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’e verdi.
Demirel, hükümet bunalımı sırasında CHP dışındaki bütün partilerle görüşmüş, siyaset tarihimize 1. Milliyetçi Cephe diye adını yazdıran bir hükümetin Meclis’te güvenoyu almasını sağlayan rakama ulaşmış, iki parti dışındaki partileri milletvekili sayılarına bakmadan hükümette bir araya getirmişti:
Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi!.. 1. MC’yi oluşturan partilerdi.
“Hükümeti kurma görevini verdiği 26 Mart günü Korutürk çok sıkıntılıydı” dedi Baransel, hemen sonra Cumhurbaşkanı’nın yeni hükümetle ilgili değerlendirmelerinden söz etti:
“Bu işi istemeyerek yaptığı her halinden belliydi. O gün benim de bulunduğum bir ‘iç çalışma’ toplantısında, ‘Başka alternatifim yoktu. Demokratik teamül bunu gerektiriyordu’ sözleriyle konuya girdikten sonra sıkıntısını dile getirdi:
“Demirel, Erbakan, Feyzioğlu ve Türkeş bir arada nasıl çalışacaklar doğrusu çok merak ediyorum.
Düşünebiliyor musunuz; Atatürk’ün arkasına sığınan ve o yüce insanın pazarlamasını yapan Feyzioğlu, Atatürk’ü inkâr eden, örümcek kafalı Erbakan, 27 Mayıs’ta DP iktidarına son veren askeri harekâtın önde gelen isimlerinden Türkeş ve DP’nin mirasına sahip çıkan ve bu harekâtı kınayan Demirel…
Sonra ellerini havaya kaldırarak, gergin bir ifadeyle, ‘Demokrasiyi bu tür kaypak zihniyet sahiplerinin yıpratacağından endişe duyuyorum’ dedi.”
Fakat 1. MC hükümeti 31 Mart’ta güvenoyu aldı ve 6 Haziran 1977 genel seçimlerine kadar devam etti.
Toplumda derin kaygılara yol açan siyasal, sosyal ve ekonomik politikalar geniş tartışmalara yol açıyordu.
Ecevit hükümeti zamanında başlayan yaşam sıkıntıları giderilemiyor, hükümet bir yandan ABD’nin hemen alana yaydığı ambargoyu kırmaya çalışıyor, bir yandan da hemen her gün dozu giderek artan muhalefetle boğuşmak zorunda kalıyordu.

Fakat 1. MC’yi parlamentoda düşürmek olanağı yoktu.

CHP lideri Ecevit bütün hızıyla seçimlere hazırlanıyordu.

Fakat gidişattan ve gelişmelerden şikâyetçi olan kamuoyu suçluyu buldu:
Bu hükümetin kurulmasına olanak tanıyan Cumhurbaşkanı Korutürk’ü!
Baransel’in anlatımlarına göre Korutürk, “kendisine yönetilen bu eleştirileri soğukkanlılıkla karşılamaya çalışıyor ya da öyle görünüyor ama içten içe büyük bir üzüntü duyduğunu belli ediyordu”
“Bir sabah” diye anlatmaya başladı Baransel:
“Eliyle oturmamı işaret etti. Merak ve heyecanla yeniden oturdum. Korutürk, ‘Notlarında bulunsun’ dedi ve konuşmaya başladı:
Bak Baransel, Korutürk bu hükümetin kurulmasını onaylamakla, fenalığın en fenasını yapmak zorunda kalmıştır. Ama çaresizdim.. Demokratik kurallar içinde başka bir yol yoktu. İmzaladığım atama ve diğer kararnameler yüzünden ağır töhmet altında bırakılmak isteniyorum. Cumhurbaşkanı hükümet kararnamelerini en son imzalayan kişidir. Ancak bundan sonra kararnameler yürürlüğe girebilmektedir. İşte bu işleyiş, cumhurbaşkanlarını iktidarlarla birlik ve beraberlik içindeymiş gibi gösterir.
Ecevit iktidarı sırasında beni öven ve göklere çıkaran gazeteler, şimdi yeriyorlar.
Halbuki benim düşüncelerimde ve davranışlarımda hiçbir değişiklik yok.”

 31 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK..,




***