28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 45
28 Şubat 1997’de gerçekleşen Askeri müdahalenin üstünden 17 yıl geçmiş
olmasına karşın, 28 Şubat sürecinin etkileri hala devam etmekle beraber o dönemin sorunları günümüze ışık tutmaktadır. Bu kalıcı etki ve sorunlar hala gündemde tutulmakla beraber, o kalıcı etki ve sorunlarla da mücadele edilmektedir. Türkiye’nin Askeri müdahaleler tarihinde 28 Şubat’ın nereye ve nasıl yerleştirilmesi gerektiği ise bir başka önemli sorun teşkil etmektedir. Sosyolojik, siyasal ve askeri boyutlarıyla 28 Şubat sürecini değerlendirmek Türkiye’nin dününü değil aslında bugünün ve geleceğini tartışmak ve öngörmek anlamına gelmektedir (Bayramoğlu, 2007, s.11).
28 Şubat sürecinin bu çok kısa açıklanmasından da anlaşılacağı üzere TSK, 28
Şubat sürecinde ne doğrudan siyasete karışmış ne de doğrudan bir Askeri darbe
hareketinde bulunmuştur. Yapılanlar sadece Anayasal ve yasal bir görevin yerine getirilmesi şeklinde ifade edilebilir. 28 Şubat sürecinde yaşanan olayların temelinde özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinin korunması amacı ile Türk halkının çoğunluğu, demokratik kurum ve kuruluşlar, medya ve TSK arasında ortaklaşa bir dayanışma sonucunda laik, demokratik rejime sahip çıkmayı hedefleyen demokratik bir girişim şeklinde ifade edilmiştir. Yaşanan bu olay Refah Partisi’nin siyaset alanına girmiş olması, partinin dine dayalı irticayı destekleyen tutum ve söylemlerinin etkisi ile siyasal İslam’ın iktidara taşınmış olmasının yarattığı tehlikenin yakın gelecekte önlenemez boyutlara ulaşması ve ülkeyi karanlık dönemlere sürükleme endişesi ile başlatılmış bir olay ve olgular zincirini ifade eden bir süreçtir.
7.1.2. 28 Şubat 1997 Askeri Darbesinin Türk Eğitim Sistemine Etkileri ile İlgili Bulgular ve Yorumlar
Bir ülkenin kalkınmasında eğitimin ne denli önemli olduğu tartışılmaz bir
gerçekliktir. Halkın eğitim seviyesi, o ülkenin gelişmişlik düzeyiyle paralellik gösterir. Bu nedenle ülkede kalkınma hamlesinin istenilen hızda gerçekleşebilmesi için öncelikle eğitilmiş ve eğitimin önemine inanmış yurttaş sayısını artırmak gerekir. Çünkü eğitim seviyesi yüksek olan toplumlarda daha istikrarlı ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bir gelişme görülür. Sadece gücü elinde bulunduranların değil, tüm vatandaşların daha iyi bir yaşam sürdüğü, eşitlikçi, özgürlükçü bir çoğulcu demokrasi anlayışının daha iyi yerleştiği, insanlara daha fazla hak ve özgürlüklerin tanındığı, barış ve huzur ortamının
sağlandığı, refah düzeyi daha yüksek bir toplum söz konusudur (Tok, 2012, s.280).
Eğitim, devletin varlığını, gücünü ve temel ilkelerini topluma kabul ettirebilmek
için kullandığı en önemli ideolojik araçlardan birisidir. Devlet, toplumsal düzenlemeyi belirlediği ideolojik amaçlar ve ilkeler çerçevesinde yeniden kurmak için eğitimi kullanmaktadır (Çetin, 2001, s.206).
Eğitim ile siyasal sistem arasında sıkı bir etkileşim vardır. Eğitim; devletin
varlığını, gücünü ve temel ilkelerini topluma kabul ettirebilmek için kullandığı önemli ideolojik araçlardan biridir. Devlet, toplumsal düzenlemeyi, belirlediği ideolojik amaçlar ve ilkeler çerçevesinde yeniden kurmak için eğitim sistemini ve eğitim kurumlarını kullanır. Bir yandan toplumun ve bireylerin eğitim alanındaki
gereksinimlerini karşılarken, diğer taraftan devletin ve ideolojik sistemin geleceğini güvence altına alacak uygun biçimde eğitilmiş bireyleri, grupları yetiştirir (Tok, 2012, s.280).
Türkiye’de iktidarda bulunan siyasal partiler, parti programlarında belirttikleri
eğitim siyasalarını MEB aracılığı ile ülke genelinde hayata geçirirler. Eğitim sistemi üzerinde bütün bunları gerçekleştirebilmek için öncelikle gerekli yasal düzenlemeler yapılır, sonrasında gerekli alt yapılar istenilen amaca uygun hale getirilir (Tok, 2012, s.281).
Eğitim ve iktidar ilişkisi, herhangi bir devletin benimsediği eğitim felsefesinin
etkisinden uygulamaya koyduğu eğitim politikalarına; bireylerin aileleri ile
ilişkilerinden okullarda öğretmenleri ile kurdukları ilişkilere kadar geniş bir yelpazenin içinde değerlendirilebilir. Bu bağlamda günümüzde eğitim alanında devletlerin ve iktidarlarda bulunulan hükümetlerin ağırlıklarının olması, eğitim konusunda ürettikleri politikaları önemli hale getirmektedir. Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak ise devletin eğitime doğrudan ya da dolaylı olarak müdahalesini ortaya çıkarmıştır. Bu müdahale eğitim politikalarının değişme sinden ders kitaplarının içeriğine kadar olan geniş bir yelpazeyi ifade etmektedir (Şimşek, 2012, s.25-26).
Cumhuriyet’in ilanı ve sonrasında ki tek partili yönetimin sona ermesi ve 1950’li
yıllarda çok partili yaşama geçilmesi ile beraber her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yeni politikalar ortaya çıkmıştır. Özellikle 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi ve sonrasında şekillenen askeri zihniyetle dolu olan eğitim politikaları ve sonrasında kurulan sivil hükümetler ile yeniden şekillenen eğitim sistemi, sonrasında 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ile eğitim politikalarına tekrardan müdahale edilmesi oldukça ilginç ve anlamlıdır. Bu klasik darbe ve müdahaleler sonrasında 1990’lı yıllara gelindiğinde ise, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu siyasal atmosfer ve siyasal karmaşa sonrasında ki süreçte 28 Şubat 1997 Tarihi MGK Toplantısında alınan karalar doğrultusunda eğitim alanında yeniden değişiklikler olmuş ve iktidar ile eğitim politikaları arasında ki ilişkiyi bir kez daha gözler önüne serilmiştir. 28 Şubat süreci sonrasında da eğitime tekrardan müdahale edilmiş ve bununla beraber 3 Kasım 2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi ve hükümetleri döneminde de eğitime
müdahaleler olmuş ve eğitim alanında önemli değişiklikler ve yenilikler
gerçekleşmiştir.
Genel olarak devletlerin ya da iktidarların zaman zaman eğitime müdahale
ettikleri görülmektedir. Günümüzde de dünyanın hemen her yerinde devletler eğitime yoğun olarak müdahale etmektedir. Ancak, gerek eğitim sistemindeki başarısızlıkların gerekse çalışmaların devletin eğitime müdahale etmesi gerektiği iddiasını desteklemiyor olması, dünyada devletin eğitimdeki rolünün giderek artan bir biçimde sorgulanmasına yol açmıştır.
28 Şubat sürecinde Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve ulusal yapısına yönelik
negatif koşulların oluşmasında etkili olduğunu savunduğu RP’nin eylemlerine karşı 28 Şubat 1997 tarihli MGK Bildirisi’nin bir karşı çıkış olarak ortaya çıktığı ifade edilmektedir. 28 Şubat sürecinin en önemli sonuçlarından birisi de eğitim alanında yapılan zorunlu 8 yıllık kesintisiz eğitimdir. Zorunlu 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması özellikle ulusal ve laik eğitimi güçlendirmek, yaygınlaştırmak
doğrultusunda Atatürkçü düşünce sistemine yeni bir ivme kazandırmıştır (Kili, 2006, s.264). Bu gelişmelerin yanı sıra özellikle kılık-kıyafet alanında olduğu gibi, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanların ve İmam-Hatip Liselerinin geleceği hakkında önemli kararlar alınmış ve uygulanmıştır.
28 Şubat sürecinde meydana gelen gelişmeler neticesinde 18 Haziran 1997’de
Refah-Yol Hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan istifa etmiş ve bunun doğal sonucu olarak Refah-Yol Hükümeti düşmüş ve yerine ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın başbakanlığını yürüttüğü Anasol-D Hükümeti kurulmuştur. Anasol- D Hükümeti döneminin eğitimi ilgilendiren ilk uygulaması 8 yıllık zorunlu kesintisiz eğitimin uygulanması olmuş ve buna bağlı olarak da İmam-Hatip liselerinin orta kısımlarının kapatılmıştır (Çavdar, 2004, s.343).
28 Şubat 1997 Askeri Darbesinin Türk Eğitim Sistemine Etkilerine baktığımızda
ise 28 Şubat sürecinde özellikle dershane, yurt ve okulları kapsayacak şekilde eğitim alanında adeta bir “Cadı Avı” yapıldığı iddia edilmektedir. Eğitim üzerindeki devlet baskısı o boyutlara ulaşmıştır ki, bazı öğrenci yurtlarının yatakhanelerinde kız öğrenciler başörtüsü ile dolaştıklarından dolayı bu yurtlar kapatılmış, bakanlık müfettişleri özel okulları denetlemeleri esnasında ders işlenirken bayan öğretmenlerin başlarında peruk olup olmadığını kontrol etmek amacıyla saçlarını çekmiş, başörtülü öğretmenleri başlarını açmaları konusunda “İkna Odalarına” almışlar ve eğitim-öğretim alanlarında başörtülü öğretmenlerin durumunun tespiti adına bakanlık müfettişler ‘‘hafiye gibi dolaşıp” öğretmenler hakkında raporlar düzenlemiştir.
“28 Şubat sürecinde” ortaya konulan uygulamalar içerisinde iktidar
yansımalarının en çok olduğu kurumlar, her darbe sonrası dönemde olduğu gibi, yine eğitim, yine üniversiteler olmuştur. Üniversitelerde yaşanan öğrenci ve öğretim üyesi tasfiyeleri, başörtüsü sorunu ve akademik özgürlükler ile ilgili sorunlar bu dönemde öne çıkan konular arasındadır (Şimşek, 2012, s.166).
Türkiye’de çeşitli dönemlerde eğitim seferberliği yaşanmıştır. Cumhuriyetin ilk
yıllarından itibaren görülen bu eğitim seferberlikleri içinde hem eğitim müfredatının hem de okul binalarının yeniden yapılanmasını sağlayan 1997’den itibaren başlayan son eğitim seferberliği ile olmuştur. Temel eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılmasını kapsayan bu eğitim seferberliği müfredatta oluşturduğu temel değişikliklerden dolayı eğitim mekânlarında da köklü değişimleri mecbur hale getirmiştir.
Özellikle 28 Şubat 1997 Askeri darbesi ve öncesinde alınan MGK kararlarının
en önemlileri belki de eğitim alanında gerçekleşmişti. Bu dönemde “8 Yıllık Kesintisiz Eğitim” tartışmaları gündeme gelmiş olmakla beraber meslek liselerinin, özellikle İmam Hatiplerin orta kısımlarının kapatılması kararları büyük tartışmalar yaratmıştır. MGK’nın 28 Şubat kararlarının ardından özellikle 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar süren zaman diliminde 14 Ağustos 1997'de 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM’de kabul edildi. Bu kanunla İmam Hatip Liseleri dâhil Meslek Liselerinin ortaokul bölümleri kapatıldı. “Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim”,16.08.1997 tarihinde yürürlüğe giren 4306 sayılı kanun kapsamında Türkiye’de uygulanmaya başlanan temel eğitim modelinin adı olarak anılmaya başlamakla beraber, 6-14 yaş arasındaki öğrencilerin eğitim ve öğrenim sürecini kapsamaktadır. Zorunlu Eğitim “Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim” kavramında, her öğrencinin sekiz yıl eğitim almaya mecbur olduğu “zorunlu” sözcüğü ile ifade edilmiştir. 4306 sayılı kanun 1997-1998 eğitim-öğretim yılından itibaren uygulanmaya başlamıştır. Böylece 28 Şubat kararları, 5 yıllık ilkokul ve 3 yıllık ortaokul eğitimi birleştirilerek sekiz yıllık kesintisiz bir ilköğretim sürecinin yasallaşmasını sağlamıştır. Sekiz yıllık eğitimin yasallaşmasında “kesintisiz” ifadesinin kullanılması bazı kesimlerce ortaokul ve lise düzeyinde din ağırlıklı eğitim veren İmam Hatip Okulları’nı etkisiz hale getirmek olarak nitelendirilmiştir. Çünkü bu yıllarda İmam Hatip Okulları’nın sayısı hızla artmakla birlikte bu okulların din adamı yetiştiren okullar olmaktan çıktıkları ifade edilmektedir. Diğer taraftan tüm dünyada temel eğitimin süresinin arttırılması doğrultusunda yapılan tartışmalar ışığında Türkiye’de de toplumsal gelişmelerin gereksinim duyduğu temel eğitimin sekiz yılda verilebileceği savunulmuştur (Çınar, Çizmeci, Akdemir, 2007, s.189-190).
KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;
http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1
***