Ölüler Konuşmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ölüler Konuşmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Şubat 2016 Pazartesi

EŞREF BİTLİS SUİKASTİ, BÖLÜM 9




EŞREF BİTLİS  SUİKASTİ, BÖLÜM 9



YARGI YASAKLARI DELDİ,

Albay’ın Mahkeme İfadesi Resmi Açıklamaları Altüst Etti

“Taraf vekilleri geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Davacı tanığı Erdal Özben’in geldiği görüldü. Dinlenmesine geçildi. Davacı tanığı Erdal Özben, Salih oğlu 1942 doğumlu. Tarafları tanır, mani hali yok, ihtirat yapıldı soruldu.

“Dava konusu olayla ilgili olarak yabancı uzmanlar da geldikten sonra oluşturulan bir heyetle önce uçağın düştüğü yerde bir inceleme yaptık. Bu inceleme sırasında uçağın tüm parçalarını inceledik. Ancak orada kesin bir sonuca varamayınca bu parçaları toplayıp Havacılık Okulu’na götürdük. Orada parçaları mümkün olabildiğince yan yana getirerek adeta uçağı yeniden monte haline soktuk ve o şekilde incelemelerimize devam ettik. Bu incelemeler sırasında her iki motoru açıp ayrı şekilde tetkik ettik ve sonuçta bir rapor düzenledik. Sözünü ettiğim bu raporun içeriği doğrudur aynen tekrar ederim burada.

“Kısa ve öz şekilde belirtecek olursak motorların hava girişini sağlayan sistemin tamamen buzla kapalı olduğuna ve bu yüzden içeriye hava giremediğine ilişkin herhangi bir bulguya ve bu yüzden oluşan herhangi bir teknik arızaya rastlayamadık bu şekilde raporumuzu düzenledik” dedi.

Beyanı okundu. Yemini yaptırıldı. İmzası alındı.

18 Haziran 1996 günü saat 09.30’da, Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yukarıdaki ifadeyi veren, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kara Havacılık Okulu Erkan Başkanı Pilot Albay Erdal Özden’den başkası değildi.

Mahkeme tutanaklarına soyadı Özben olarak geçen Albay Özden’in ifadesi, Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’in ölümüne ilişkin devletin resmi açıklamalarını tümüyle geçersiz kıldı. Uçağın enkazı üzerinde yapılan incelemede, “buzlanma” gerekçesini doğru kılacak bir bulguya ya da bir “teknik arıza” belirtisine rastlanmadığı, mahkeme tutanaklarına böyle geçti. Emir komuta zinciriyle örtülen gerçek, yargı kanalıyla su yüzüne çıkıyordu.

Uçağın düşüşünü araştıran tek uzman subay olan Albay Özden’in resmiyet kazanan ifadesiyle, Orgeneral Eşref Bitlis suikastını açığa çıkarmada önemli bir kilometre taşı dönülmüş oldu.

Hukuk Planında Zorlu Mücadele

Eşref Bitlis suikastını ortaya çıkarmak için, sivil kesimde iki ayrı kanaldan mücadele yürütüldü. Biri, basın yoluyla kamuoyunu harekete geçirme çabasıydı. Bu yöntem önemli başarılar kazandı. İkincisiyse yargı kanalını zorlamaktı. Zorlamak sözcüğünü bilinçli seçiyoruz. Genelkurmay’ın soruşturmayı örtbas etme kararıyla birlikte askeri yargının da önü tıkanmış durumda. Kara Kuvvetleri Askeri Savcılığı’nın hukuka aykırı takipsizlik kararının bu emir komuta zincirinin parçası olduğunu, 3. Bölüm’de ayrıntılarıyla açıkladık. Takipsizlik kararı karşısında hukuk planında yapılacak iki girişim vardı. Bir üst mahkemeye itiraz ve soruşturmanın yenilenmesi için Milli Savunma Bakanlığı’na başvuru. Her ikisi de yapıldı. Emir komuta zincirinin duvarına çarpıldı.

Muhasara ne kadar muhkem olsa da azmettikten sonra bir çıkış noktası bulunabiliyor. Bulundu da: Uçağı satan Amerikan şirketi aleyhine tazminat davası açıldı. Resmi açıklamaları tuz buz eden Kara Havacılık Okulu Erkan Başkanı Pilot Albay Erdal Özden’in ifadesi de, bu dava sayesinde alınabildi.

2. Pilot Yüzbaşı Tuğrul Sezginlerin ailesi tarafından, uçağı satan Beechcraft şirketi aleyhine Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan dava, Bitlis’in uçağının kaza değil, sabotaj sonucu düştüğünü kanıtlamada çok önemli bir işlev gördü. Bu zorlu mücadelenin nasıl başladığını, uçağın 2. Pilotu Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’in ablası Saime Sezginlerin ağzından 9. Bölüm’de aktardık. Emir komuta engelini aşmada hukuk mücadelesinin başkahramanıysa Avukat Nusret Senem. 22 yıllık hukukçu Senem ile kitap için yaptığımız görüşme şöyle:

Av. Nusret Senem’le Görüşme:
“Sabotajı Belgeledik, Sıra Failleri Bulmada”

Soru: Kaç yıllık hukukçusunuz. Bu süre içinde siyasi sonuçları açısından bu kadar çetrefil olan başka bir davada bulundunuz mu? Bir tabunun kapağını açma girişimi olan bu davayı neden üstlendiniz?

Senem: Bizde hukukçu, herhangi bir hukuk fakültesini bitirdiğiniz zaman edindiğiniz bir sıfattır. Bu anlamda bakarsak 22 yılımı doldurmuş sayılabiliriz. Ancak savunma mesleğini, avukatlığı hukukçuluğumuzun başlangıcı olarak kabul edersek 19 yılımızı doldurmak üzereyiz.

Bu mesleğe fiilen başlamam Kahramanmaraş Katliamı davasıyladır.

Siyasi sonuçları bakımından her biri bence çok farklı, ancak, birbirinden önemli çok sayıda davada savunmanlık yaptım. Müdahil vekilliği görevinde bulundum.

Örneğin Kahramanmaraş Davası’nda ölenlerin, yaralananların vekiliydim. MHP hakkında 1980’de açılan, Türkeş ve arkadaşlarının yargılandığı davada müdahil vekili ve itirafçı sanıkların savunmanıydım.

TİKP davasında Doğu Perinçek ve arkadaşlarının vekili olarak görev yaptım.

Sosyalist Parti kurulur kurulmaz, Anayasa Mahkemesi’ne açılan kapatma davasında vekillerdendim. En son Sivas’ta şeriatçı kalkışma sonucu katledilen 35 aydın ve sanatçımızın yakınlarının vekili olarak bu davayı izliyorum.

Hiç şüphesiz Eşref Bitlis’in ve diğer dört subayın yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan olay da, sonuçları bakımından bir hukukçu için ideal bir davadır. Bu davayı 4 yıldan bu yana savunman olarak yürütüyorum.

Bu dava, sorunuzda da belirtildiği gibi, bir tabunun kapağının açılması çabası olarak da nitelenebilir.

Neden üstlendiğime gelince; her şeyden önce avukatım. Bana gelmiş bir davayı meslek ahlakına, Cumhuriyetle kazandığımız temel değerlere, ülkemizin bağımsızlığına zarar vermemesi kaydıyla ve hukuk bilgimin de elvermesi halinde reddetmem. Bunlar haricinde hiçbir olumsuz etken kararımda etkin olamaz.

Bu davada da, gerçeğe ulaşmamızın karşısında çok önemli engellerin bulunduğunun bilincindeyim. Olayda çok önemli kuşkuların olduğu inancına varmamız, üstlenmek için yeterli oldu.

Müvekkillerim bana başvurduğunda, ceza soruşturması, KKK Askeri Savcılığı tarafından Takipsizlik Kararı verilmesi suretiyle sonuçlandırılmıştı.

Uzun yıllar sıkıyönetim mahkemelerinde ve diğer askeri mahkemelerde savunma görevi yaptığım için, zorluklarını iyi bildiğim bir sorun karşısında olmama rağmen, konu bir tabuya dokunmak olsa da üstlenmemeyi doğru bulmadım. Benim için önemli olan, müvekkillerimin işi sonuna kadar götürmekteki kararlılığıdır. Bu da onlarda fazlasıyla mevcuttu. Çok değer verdikleri bir yakınlarını kaybetmiş olmakla beraber aradıkları, sadece gerçekti. Gerçeğin peşinde koşmak kadar mutluluk verici bir şey tanımıyorum. Bu, her zorluğa değer.

Ceza Hukukunda Faraziye ile Hüküm Verilmez

Soru: Eşref Bitlis’in uçağının kaza sonucu düşmediğini hukuk planında açığa çıkarmak için ne gibi girişimleriniz oldu?

Senem: Başvuruları sıralamadan önce bir noktanın açıklanmasında yarar var.

Müvekkillerim bana, takipsizlik kararını ve uçağın buzlanmadan düşmesi iddialarını değerlendiren çelişkili iki adet rapor getirdi.

Raporlardan birinde uçağın motorlarında kalkıştan itibaren ani buzlanma meydana geldiği belirtilerek, düşme nedeni aşırı buzlanmaya bağlanıyordu.

Ancak bu raporu yazanların vardığı sonuç, tamamen akıl yürütme yoluyla faraziyeler üretilerek varılmış bir sonuçtu. Oysa Ceza Hukuku’nda faraziyenin yeri yoktur. Maddi, objektif kanıtlar aranır. Raporu yazanlar, CMUK’un bilirkişi olarak rapor vermeye yetkili kişilerde aradığı şartları, yasanın aradığı özellikleri taşımıyorlardı. Emir komuta ilişkileri içinde görevlendirilmiş kişilerdi. En önemlisi, bu kişiler, uçağın kalkış saatindeki meteorolojik verilere değil, kalkıştan 2 saat önceki bulut içinde buzlanma verileri içeren raporu, faraziyelerinin temel argümanı olarak kabul ediyorlardı. Açık bir usulsüzlük yapmışlardı.

Olayın kapatılmak istendiği yolunda önemli bir kuşkunun bir kanıtı karşısındaydık.

İkinci rapor ise, iki yabancı uzman ve KKK Kara Havacılık Okulu Erkan Başkanı Pilot Albay Erdal Özden imzasını taşıyor ve uçak parçaları üzerinde yapılmış teknik bir incelemeyi içeriyordu.

Varılan sonuç ise, “motorlarda buzlanmanın pek muhtemel karşılanmadığı’ydı.” Askeri Savcılık, Takipsizlik Kararı’nda bu rapordan tek satırla söz etmemişti.

Dosyanın kapatılmak istenmesi kuşkusunu yaratan önemli etkenlerden ikincisi de buydu.

Bu belgeler ve uçak düştüğü günden itibaren basında yayımlanan haberleri birlikte ele alarak davayı kabul ettik. Hazırlıklar yaptık. O güne kadar ulaşabildiğimiz bütün belgeleri toparladık. Bazı pilotlarla konuştuk. Uçağın uçuş el kitabının buzlanmayla ilgili bölümlerini tercüme ettirip inceledik.

“Düşme nedeni buzlanmadır” denerek varılan sonucu çok kuşkulu bulduk.

Bu kanaate vardıktan sonra, eğer hukukçu iseniz işiniz kolaydır. Müvekkillerimi dinledikçe, birçok yol olduğu ortaya çıktı. Olayın üstüne gidebilirdik.

Takipsizlik Kararı’na itiraz ettik. Bazı müvekkillerime karar tebliğ edilmemişti, bazılarının ise süreyi kaçırmış olması karşısında, kararı almayanlar açısından KKK Askeri Savcılığı’na itiraz dilekçesi verebilirdik. Öyle de yaptık.

Aynı anda diğer bir usulü hakkımız olan yol da, MSB’nin bizzat soruşturmayı yenileme yetkisini kullanmasını talep etmekti. Oraya başvurarak soruşturmayı yenilemesini istedik. Takipsizlik Kararı’na itirazımız, Jandarma Genel Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından reddedildi.

Zamanın Milli Savunma Bakanı olan DYP’li Mehmet Gölhan, soruşturmanın yeterli olduğunu ve soruşturmayı yenilemeyeceğini bildirdi. İTÜ Uzay ve Havacılık Bilimleri Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan heyetin hazırladığı bilirkişi raporundan sonra, Refahyol koalisyonu döneminde MSB’ye başvurumuzu yeniledik. Dönemin Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan ile müvekkilem Saime Sezginler’le birlikte bir buçuk saatlik bir görüşme yaptık. Bu başvurumuza, aradan 9 ay geçmesine rağmen henüz bir yanıt almadık.

Red Kararları Yanlıştır

Soru: Soruşturmanın devamı için yaptığınız başvurulara verilen red yanıtları için değerlendirmeniz nedir?

Senem: Her iki red kararı da bizi ikna etmemiştir. Dosyada mevcut olduğunu sonradan gördüğümüz belgeler karşısında bu kararlar kesin olarak yanlıştır.

Bu görüşümüzün sebebi şudur: Bizim taleplerimiz üzerine her iki yetkili makam, şüphesiz Askeri Savcılığın Hazırlık Soruşturması dosyasını celbederek incelemişlerdir. Fakat hazırlık dosyasını, Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde uçağı satan Beechraft şirketi aleyhine açtığımız dava dosyasına celbettirerek inceledikten sonra, red kararlarının yanlışlığını daha iyi gördük. Haklılığımız konusundaki inancımız pekişti.

Uçağın düştüğü gün hazırlanmış üç teknik astsubay ve iki subaydan oluşan bir heyetin hazırladığı raporun varlığını gördük. Uçağın buzlanmadan düştüğünü ileri sürüyorlardı. Genelkurmay’ın olay günü “buzlanmadan düştü” açıklamalarının kaynağı bu. Bu raporu düzenleyen kişiler, 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde talebimiz üzerine, 7 Mayıs 1996 tarihinde tanık olarak dinlendiler.

Bu kanaate, uçağın düşmeden önce havadayken son çare olarak yaptığı “hatve” değişikliği nedeniyle çıkardığını ileri sürdükleri bir sese dayanarak varmışlardı. Buzlanmanın hiçbir maddi bulgusunu tespit etmemişlerdi. Zaten böyle bir bulgu da yoktu.

Uçağın çıkardığı ileri sürülen sesi tespit etmeleri ve uçak kalktıktan 5-6 dakika sonrasına kadar hangi sesi çıkaracağını beklemeleri mantıki değildi. Enkaz incelemesine kadar uçakla ilgili bir görevleri de olmamıştı.

Red kararlarında bu rapora dayanılıyordu. Oysa bu rapor tamamen gerçekdışı bir “ses” duyumuna dayalıydı. Uçağın Ankara üzerinde 6.400 fitte uçarken çıkardığı bir sesi, 8-10 kilometre uzakta Güvercinlik’teki karargâhta bina içinde görevli olanların duyması, fiziken olanaksızdı. Bu kişilerden başkası ses duymamıştı. Bu durum da ilginçti.

Ayrıca red kararları, dosyada, “uçağın motorlarında” buzlanma olmadığına ilişkin bir teknik raporu hiç nazara almıyordu.

Anlaşılan devlet, bu konuda hangi delil çıkarsa çıksın bir sonuca varmıştı ve asla bundan dönmek niyetinde değildi. Emir komuta zinciri içinde bir görüş ısrarla korunuyordu; “uçak buzlanma nedeniyle düşmüştür”. Uçağın düştüğü gün bir iki saat içinde bu sonuca varmak, ancak o günkü Genelkurmay’ın başarabileceği bir işti!

Buzlanma nedenini ileri süren ve Askeri Savcılığın itibar ettiği belge ise bilirkişi raporu değildi. Meteorolojik verileri saptırarak, buzlanma ihtimaline dayalı akıl yürütme yöntemiyle hazırlanmıştı.

Bu olgular kuşkumuzun temel nedenidir.

Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan dava, dört yıla yakın bir süredir devam ediyor. Dava, uçağın yapımcısı Amerikalı şirket hakkında açılan bir tazminat davası olmakla beraber, uçağın düşme nedenini, kusur durumunu tespit açısından önemlidir. Bizim için de tazminat değil, uçağın düşme nedenini belirleyebilmek en önemli ara amaçtır. Büyük ölçüde amacımıza ulaştığımızı söyleyebilirim. Bu dava sayesinde Askeri Savcılığın, olayla ilgili soruşturmaya ilişkin belgelerine ulaşabildik. Şimdi savcılığın yapmadığı şeyi yapma noktasına geldik.

Mahkeme, geçen yıl, dava dosyasını incelemek için uzman bilirkişilerin tayin edilmesi kararını verdi. Bu karar ışığında, İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nin başında Prof. Dr. Nuri Yüksel’in bulunduğu öğretim üyeleri konuyu incelediler. Verdikleri rapor kamuoyunda büyük yankı yaptı. Vardıkları sonuç, uçağın pilotaj hatasından düşmediği, buzlanma iddiasının gerçekdışı olduğu, uçak motorlarında yapım hatası bulunmadığı, sabotaj ihtimalinin ciddi olduğu şeklindeydi.

Dört yılın sonunda sabırla yürünerek varılan nokta son derece çarpıcıdır. Sabotaj iddiası iddia olmaktan çıkmış, önemli delillerle kanıtlanmıştır. Failleri bulma aşamasına varmış bulunuyoruz. Ancak ceza soruşturmasını açmak zorunda olan makamların, yapılan başvurularımıza rağmen suskunluğunu hâlâ sürdürüyor oluşu hukuk adına esef vericidir. Biz önünde sonunda ceza soruşturmasının açılmak zorunda olduğunu biliyoruz. Bu noktaya varacağız.

“ Ölüler Konuşmaz ”

Soru: Davayı üstlenme kararınızdan bu yana, Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ile ya doğrudan ya da mahkeme aracılığıyla ilişki içine girdiniz. Adı geçen kurumların bu davada gerçeğin ortaya çıkması için üstlerine düşeni yaptığı kanısında mısınız?

Senem: Hayır. Özellikle Milli Savunma Bakanlığı’na soruşturmayı yenilemeleri konusunda dilekçe verdiğimiz zaman üst rütbeli bir Kurmay Subay’dan dinlediklerimiz tüylerimizi diken diken edecek nitelikteydi. Hatırladığım kadarıyla söyledikleri şöyleydi:

“Bu başvurulardan bir sonuç çıkmaz. Uçak kazalarında genellikle pilotlar suçlanarak olay kapanır. Soruşturmayı görevde olanlar aleyhine devam ettirirseniz birçok insanı görevden aldıracaksınız, terfileriyle oynayacaksınız, sıkıntılar yaşanacak. Ben bu olayı iyi biliyorum. Bu olay da böyle kapatıldı.”

Bunun üzerine yanımızda bulunan müvekkilem Saime Sezginler tepki göstererek, “ Ölüler konuşmaz değil mi?” dedi. Subay’ın cevabı “evet”ti.

Milli Savunma Bakanlığı son başvurumuzu, soruşturmayı açma emri vererek kabul etmek zorundadır. Yasal sorumluluğu bunu gerektirmektedir. Ancak sessizliğini hâlâ bozmamaktadır.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı Savcısı Görevini Yapmadı

Kara Kuvvetleri Komutanlığı ile doğrudan temasımız olmadı. Ancak Mahkeme’ye yeterince yardımcı oldular. Belgeleri gönderdiler.

Fakat, KKK Askeri Savcılığı, soruşturma dosyasının tam bir örneğini mahkemeye önce göndermedi. Kritik birçok belgeyi dosyadan çıkararak eksik fotokopiler gönderdi. Bunu kabul etmeyip ikinci kez Mahkeme kanalı ile tamamını göndermesi talebimiz kabul edilince de, dosyanın fotokopisinin taraflara verilmemesi kaydıyla tamamını gönderdi. Oysa içinde gizli belge yoktu. Ayrıca yasalarımız, böyle bir isteğin hukuka aykırı olduğunu söylemektedir. Neyin gizlenmesi peşinde oldukları kanımca yeterince açıktı. Yapması gerekenleri yeterli yapmadığı açığa çıkıyordu.

Bu olayda soruşturmayı yürütmekle yetkili olan, KKK Askeri Savcılığı’dır. Ancak görevini yeterince yerine getirdiği söylenemez.

Her şeyden önce uçağın düşme nedenini belirlemek için Askeri Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun kendisine verdiği görevleri yerine getirmemiştir. Bütün güçlü şüphelere rağmen, çelişik raporlara, faraziyelere itibar etmiş, dosyayı ehil bilirkişilere göndermemiş, görevini en hafif deyimiyle ihmal etmiştir.

Önemli bir tanığın söylediklerini görmezden gelmiş, basında çıkan haberlere rağmen, olay gecesi olay yerinden geçen pilot kıyafetli bir astsubayın kim olduğunu araştırmamıştır. Hazırlık soruşturması dosyası ve takipsizlik kararını okuyanların kolaylıkla tespit edebileceği gibi, esas gayreti, olayı bir an önce kapatmaktan ibarettir.

Genelkurmay Başkanlığı ve KKK’lığı ise olay gününden itibaren buzlanmadan düştüğü şeklindeki açıklamaları ile dosyayı incelemekle görevli olan makamlara adeta talimat vermişler, soruşturmayla doğrudan ilgili makam olmamalarına rağmen, soruşturmayı bitmiş farzederek yönlendirmişlerdir.

Bu iki makam dosyanın kapatılmasının doğrudan sorumlusudurlar.

Onların açıklamalarının aksine soruşturmayı derinleştirecek, başka yönlerini ortaya çıkaracak Askeri Savcı ya da Askeri Kurul, ülkemiz gerçeklerini eğer biraz biliyorsak, yoktur.

Askeri Savcılık Tahrifat Yaptı,

Soru: Askeri Savcılık, davayı kapatma kararının ekinde yer alan uçak şirketi ve motorları satan şirketin uzmanlarıyla Kara Havacılık Okulu Erkan Başkanı Albay Erdal Özden’in imzasının olduğu ortak raporu neden parçalama gereği duymuş? Askeri Savcı’nın ABD’li uzmanların buzlanmayı yalanlayan değerlendirmelerine, yetkili bir Türkiyeli subayın ortak olmasının üstünü mü örtmek istiyor?

Senem: Değerlendirmeniz doğrudur. Ancak başka bir yönü daha vardır. Biz KKK Havacılık Dairesi’nden uçağın düşmesiyle ilgili raporların, Türkçe metinlerini ve İngilizce asıllarını isteyinceye ve bunlar Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne ulaşıncaya kadar, uçağı ve motorları satan şirketlerin yetkililerinin enkaz üzerinde yaptığı incelemeyi ayrı bir rapor olarak biliyorduk.

Oysa belgeler gelince gördük ki, bu belgenin bir de ön analiz bölümü var. Bu bölüm de diğeriyle birlikte hazırlanmıştır. Altındaki KKK Havacılık Okulu Erkan Başkanı Albay Erdal Özden imzası yalnız değil. Bu değerlendirmenin altında iki teknik yabancı uzmanın da imzası mevcuttur.

Bizce bu raporun bölünmesi ve Askeri Savcılık dosyasında, bu bölünmüş halinin fotokopisinin bulunması ilginçtir. Bu tahrifatı Askeri Savcı’nın yaptığını sanmıyorum. Başka bir suç odağı tarafından yapılmış olmalıdır. Yapılan tahrifatla, raporu Askeri Savcı’nın da önemsememesi amaçlanmış olabilir. Çünkü bu ön analiz bölümünde, “motorların incelenmesi sonucu sıcak kısım tehlikesine rastlanmadı, fakat çarpma sonucu yüksek güç gözlemlendi. Dolayısıyla çarpma anında motor hava girişinin buzla kaplanması ve kompresör buz yutma durumu pek muhtemel karşılanmamaktadır” şeklindeki değerlendirmenin önemsiz hale getirilmesi amaçlanmıştır.

Oysa bu raporu hazırlayan heyet, olay yerinde ve enkaz üzerinde ciddi diyebileceğimiz tek incelemeyi yapan heyettir. Bu yöntemlerle hazırladıkları rapor gözlerden kaçırılmış oluyor.

Hangar Nöbetçisinin Bir İfadesi Kayıp

Soru: Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı’nı veren KKK Askeri Savcısı Yüksel Ferah’ın uçağın düşmesinden bir gün sonra aldığı ifadelerden birisi çok dikkat çekici. 16 Şubat günü uçağın bulunduğu hangarın nöbetçilerinden Ordonat er Tahir Metin, ifadesinde 19.30’da astsubay olduğunu tahmin ettiği bir kişinin hangardan havacılık okuluna doğru gittiğini gördüğünü ve bunu çok garip bulduğunu belirtiyor. Soruşturma evrakında Askeri Savcılığın söz konusu olağandışı olayı araştırdığına ilişkin bir bulgu yok. Bu olayın aydınlığa kavuşturulması gerekmiyor mu? Siz bu konuda herhangi bir girişimde bulundunuz mu?

Senem: Biz ceza soruşturması esnasında neler olduğunu anlayabilmek için hazırlık dosyasına ulaşmayı, dava stratejimizin önemli bir unsuru olarak işin başında belirledik. Takipsizlik kararı ile sonuçlanan dosyaya KKK Askeri Savcılığı’nda ulaşmamız, soruşturmanın gizli olması nedeniyle mümkün değildi.

Bunu sağlamak için Amerikan şirketi aleyhine tazminat davası açtık ve mahkeme kanalıyla yukarıda izah ettiğim şekilde hazırlık dosyasını elde ettik.

Ancak bu safhada, tanığın varlığından haberdar olabildik.

Askeri Savcılık, bu tanığın ifadesinde ileri sürdüğü çok önemli bulduğumuz konuda bir araştırma yapmamıştır. Geçenlerde Show TV’de bu tanık açıklamalar yaptı. Yetkililer iki kez ifadesine başvurmuşlar. Ancak dosyada tek ifadesi var. Olayın kapatılması çabasının bir gerçek olduğunun dikkate değer bir kanıtı da budur.

Bu tanık, tazminat davamız açısından değil de ceza soruşturmasının yenilenmesi açısından önemlidir. Uçağın buzlanmadan düşmediğini yetkili bilirkişiler saptadıktan sonra bu noktaya geldik. Gerekli girişimlerde bulunduk. Sonuç alacağımızı da kuvvetle umuyorum.

Örtülü Ödenekten Usulsüz Harcama Belgelendi

Soru: Şehit Kara Pilot Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’in yakınlarının Başbakanlığın ev bağışından mahrum edilmesini neye yoruyorsunuz? Bu ayrımcılığı ortadan kaldırmak için girişimlerinizin sonucu ne oldu?

Senem: Başbakanlık, olaydan hemen sonra cenazeler defnedilirken bütün şehit yakınlarına örtülü ödenekten bedelleri karşılanarak birer ev verilmesini kararlaştırmıştır.

Bu işlem yürütülürken, Pilot Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’in yakınları ayrı tutularak, diğer dört aileye birer ev satın alınarak verilmiştir.

Eşitsiz işlem yapılması karşısında, olayın maddi yanı ile hiçbir şekilde ilgilenmeyen müvekkillerimi, bu olayın üzerine gitmeye ikna ettim.

Bu eşitsiz işlemin askeri makamlardan, yani ceza soruşturmasıyla ilgili bulunan makamlardan kaynaklandığını saptadık. Üstüne gittik.

Husumet makamı Başbakanlık olduğu için, Danıştay’da, işlemin iptalini istedik. Danıştay 10. Dairesi, bu eşitsiz işlemi iptal etti. Örtülü ödeneğin kullanılması açısından da bazı objektif kıstaslar bulunduğunu açıkladı. 1930’lu yıllarda yürürlüğe konan Muhasebe-i Umumiye Kanunu’nun günümüz modern devletinde krallara bile tanınmayan harcama yetkisini savunmak abestir. Nitekim, Örtülü Ödeneğin nasıl amaç dışı çete faaliyetlerinde, komşu ülkelere darbe tezgâhlarında kullanıldığını, faili meçhul cinayetlerde kullanılan silah alımlarında harcandığını başbakanlar söylüyor. Böyle bir harcama yetkisi kesinlikle kaldırılmalıdır. Davamız bu gerçekleri ortaya çıkarmıştır. Örtülü Ödenek’in “gönül hazinesi” olmadığını kanıtlamıştır.

Örtülü Ödeneğin Parsadan gibi kişilere usulsüz olarak aktarılması iddiaları yönünden de önem taşıyan bu karar, son derece önemlidir.

Başbakanlık bu kararı temyiz etmişti. Dosya temyiz incelemesi de geçtiğimiz aylarda sonuçlandı. Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, Danıştay 10. Dairesi’nin kararını onadı.

Onanan bu kararın uygulanması ve eşitsizliğin giderilmesi yönünde yaptığımız başvuruya Başbakanlık cevap vermedi. Bunun üzerine Orgeneral Eşref Bitlis’in yakınlarına verilen evin değerini tespit ederek tazminat davası açtık. Bu dava ise Danıştay’da yürümektedir. Sonuç aşamasındadır.

Söz konusu davayı da kazanarak, Başbakanlığı eşit işlem yapmaya mecbur kılacak bir sonuç alacağımızı umuyorum.

Yargıç Baskıyı İtiraf Etti ,

Soru: 13. Asliye Mahkemesi’nde süren davanın 15 Mayıs 1997 tarihli duruşmasında reddi hakim talebinde bulunmanızın nedeni neydi?

Senem: Ankara 13. Asliye Hukuk Hakimliği, tarafların karar verilmesi isteğinin aksine ve gerekçesini de belirtmeden, dosyanın yeniden başka bir heyete, bilirkişi incelemesi yapması için gönderilmesine karar vermiştir.

Bu karar, Hakimliğin yeterli inceleme yapmadığını, dosyadaki bilgi ve belgelere göre ara karar oluşturmadığını ortaya çıkarmıştır.

Ara kararda belirtilen ODTÜ “Havacılık Bölümü” ve “Uçak Motor Makinesi Bölümü” mevcut değildir.

Hakimliğin, ODTÜ’de mevcut olmayan iki afaki bölüme dosyamızı göndermeye karar vermesi, davamızı gereksiz yere uzatacaktır. Dosyadaki belgeye rağmen, bu maddi hatanın yapılmaması gerekirdi.

ODTÜ’den bilirkişi ismi bildirilip bildirilmediğini sordum. Sayın Hakim cevaben isim bildirilmediğini, zira buna gerek de bulunmadığını, İstanbul’da özel bir uçak şirketinde çalışan iyi tanıdığı bir pilotu, üçüncü bilirkişi olarak heyete dahil edeceğini ifade etti. Yeniden, bunu kabul etmediğimizi, dava üzerinde etkileme çabaları bulunduğunu, verilen ara karara uyulması gereğini kendilerine söyledik. Sayın Hakim bunun üzerine, Avukat Mehmet Cengiz’in de tanık olduğu şu cümleleri dile getirdiler: “Üzerimde ağır baskı var. Bilirkişi raporu hatalı, benim kanaatimce bu uçak pilotaj hatasından düşmüştür. Pilotlar planör uçuşu ile inebilirlerdi, bunu yapmamışlardır. Güvendiğim bir pilot arkadaşımla konuştum, böyle söylüyor, bilirkişi olarak bir pilot şart.”

Bu sözleri karşısında artık bu davaya bakması mümkün değildir. Kendi ifadelerinden de anlaşılacağı gibi, bazı karanlık güçler tarafından kendisine baskı yapıldığı ortaya çıkmıştır. Dosya ikinci defa bilirkişiye gidiyor. Son bilirkişi heyetine, Anadolu Üniversitesi’nden mahkeme yargıcının “özel tanıdığı” olduğu kendisince ifade edilen Prof. Dr. Hidayet Buğdaycı, usule aykırı şekilde dahil edildi. Bu noktaya itirazımızla birlikte bilirkişi ücretini yatırdık, dosya bilirkişiye gitti.

Davamızda her aşamada hukuk dışı etkilerle karşılaştık. Bu etkileme çabalarını böylesi büyük bir olayda olağan karşılamak gerekir. Önemli olan, sayın bilirkişi heyetinin böyle etkilere pirim vermemesidir. Böyle olacağına da inanmak istiyorum.

“ Devlet Sırrıdır ” Denerek Örtülemez,

Soru: Eklemek istediğiniz bir başka nokta var mı?

Senem: Erbakan 27 Aralık 1993’te, bu olayın Çekiç Güç tarafından tertiplendiğini açıklamıştı. Bu açıklamalarının kaynağı olarak MİT’İ göstermişlerdi. Demek ki, devletin istihbarat arşivlerinde bu sabotajın bilgileri mevcuttur. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de, Erbakan’ın ifade ettiği gibi, olayın Çekiç Güç ve CIA’ya mensup kişilerce kararlaştırılıp bazı Özel Harpçi kişilerce gerçekleştirildiğini isimler vererek açıklamış, Genelkurmay Arşivi’nde faillere ilişkin sorgulama bandı bulunduğundan söz etmiş ve belgelerini TBMM Susurluk Komisyonu’na vermişti.

Artık belgelenmiş kabul ettiğimiz sabotaj olayının faillerinin bulunması ve cezalandırılması, ülkemiz üzerinde oynanan oyunların açığa çıkarılması, def edilmesi noktasındayız. Bunu da başaracağımıza inanıyoruz.

Ola ki, bütün Türkiye’nin bildiği belgelerden, bilirkişi raporundan, ceza soruşturmasının yenilenmesi beklentisinden, sorumluların ortaya çıkması talebinden, yetkili makamların henüz haberi yoktur. Biz resmi talepte bulanarak haberleri olmasını sağlıyoruz. Bu talebimiz ile ülkemizin bağımsızlığı ve güvenliği bakımından son derece önemli olan bir sabotaj olayının aydınlanmasını istiyoruz. Bu olayın üstü “devlet sırrıdır” denerek örtülemez. Son günlerde ortaya çıkan kimi gerçekler, bu olayın da devlet içindeki CIA ile bağlantılı çeteler kullanılarak gerçekleştirildiğini gösteriyor. Olayın üstündeki perdeyi aralamak için bir hukukçu olarak çaba sarf ediyorum. Kamuoyunda, bu konuda çok yoğun spekülasyonlar, iddialar, itiraflar var. Sanırım olayın aydınlanmasında, gerçeğin ortaya çıkmasında büyük siyasi yararlar var. Bu çabaya katkıda bulunan herkese teşekkür ederiz. Özellikle Aydınlık gazetesinin ve sizin çabanız takdire değer.

10 CU  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR



https://esrefbitlissuikasti.wordpress.com/2012/12/14/9-ve-10-bolum/


..