Açılım Nereye?
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER
13 Mayıs 2014, Salı
Terörle mücadele zor iştir ve maliyetsiz bir çözüm yoktur. Hiçbir bedel ödemeden, onlarca yıllık sorunları sadece konuşarak çözdüğünüzü düşünürseniz büyük hayal kırıkları yaşarsınız.
PKK meselesinin nasıl çözülebileceği konusundaki görüşlerimi son 15 yıldır her vesile ile kamuoyu ile paylaştım. En son ‘Hangi PKK’ adlı kitabımızda da konuyu detaylı olarak tartışmaya çalıştım. O kitapta ısrarla teröristle kuralları onun belirlediği bir anlaşmanın yapılamayacağını, eğer bir anlaşma olacaksa bu anlaşmanın terörü kınayan ve yöntem olarak reddeden bir zemin üzerinde yapılabileceğini belirttim. Bu konuda en önemli örnek ise Kuzey İrlanda meselesiydi.
Kabul etmek gerekir ki devlet terörle mücadelede 2011-2012 yılında yaşadığımız kısa süreli bir dönem hariç, ciddi bir atılım sağlayamadı. Bunun en önemli nedeni ise asker ile Hükümet arasında yaşanan gerilimler ve Ordu’nun bir türlü terörle mücadeleye göre kendisini yenileyememesi idi. Teknolojik eksikler, içeride yaşanan bölünme ve terörü tam olarak anlayamama, hatta onu iç çekişmelerde bir araç haline getirme onunla mücadeleye de engel oldu.
Bu çerçevede Hükümet çevrelerinde küçük ama etkili bir grup PKK’nın Türkiye’nin mevcut şartlarında yenilemeyeceğine, onunla mutlaka masada anlaşma sağlanması gerektiğine inandılar. Onlara göre Ordu’nun reforme edilmesi, Türkiye’nin terörle silahlı mücadeleye başlaması kaybedilecek yeni on yıllar demekti. Bu gruba göre PKK ile onun şartları konuşulabilirdi ve bu konuda devlet her türlü tavizi göze almalıydı.
Gerçi 2012 yılında TSK'daki büyük anlayış değişimi, Ordu ile Emniyet arasında yakalanan olağanüstü uyum ve bunun sahaya yansıyan başarısı oldukça etkileyiciydi. Ancak yukarıda bahsettiğim yaklaşım terörle mücadelede güvenlik kurumlarının değişebileceğine ve terörün üstesinden gelebileceğine inanmadı ve görüşlerini icra erkinde daha fazla kişiye kabul ettirmeyi başardılar...
Bu görüşe her daim karşı çıktım, bugün de böyle bir yaklaşımın sorunu küçültmeyeceğini, sadece vahim yanlışları meşrulaştıracağını ifade ettim, hala da böyle düşünüyorum. Elbette Demokratik Açılım, Çözüm Süreci gibi çabalar bir yönüyle takdire şayan işlerdi ve çözümün bir parçası mutlaka diyaloga ve halkla ilişkilere dönük olmalıydı. Ancak elinde silah, yöntemi terör olan bir grubu, üstelik onun belirleyeceğe şartlarda sona erdirebilmeniz mümkün değildir. Böyle bir görüşmenin sonu yoktur ve taleplerin de sonu gelmez. Böyle bir süreçte varılacak nokta herşeyi parça parça vermek, sorunu terörden meşru bir ayrılıkçı harekete dönüştürmek olabilir. Başka bir deyişle sürecin bu şekliyle herkesi mutlu edecek ve ülkenin bütünlüğünü koruyan bir sonuca ulaşabilmesi oldukça zordur. Süreç bir yerde kırılacaktır, ama nerede ve kim tarafından, bu belli değildir...
***
Bir yılı aşkın bir süredir devam eden ve daha çok İmralı (Öcalan) ile devlet yetkilileri arasında görüşmelere dayanan açılım süreci ise kanaatimce barıştan ziyade sorunun dondurulması şeklinde ilerliyor.
Uzun süredir Doğu ve Güneydoğu illerinde devlet tek yanlı olarak PKK’ya karşı daha tahammüllü olmaya çalışıyor, çoğu kez onu görmezden gelerek örgütün şiddete ihtiyaç duymadan varolabileceği bir ortamı oluşturuyor. Çözüm sürecinden umulan da aynı mantıkla çalışıyor aslında: Çatışmasızlık ortamı sürdürülebilir ise Türkiye’nin güçleneceği, zaman kazanacağı ve barışın tadına varan bölgenin ve ülkenin teröre karşı çıkacağı ve üstesinden daha kolay gelebileceği düşünülüyor.
Oysa ki süreç sahada tam olarak böyle işlemiyor. Örgüt çok sayıda çocuğu, bazen de zorla dağa çıkarıyor, silahlı kanadını takviye ediyor, kentlerde yasadışı birimlerini meşru hale getiriyor... Örgütün geçmişte kanunsuz sayılan eylemleri artık meşru ve yasal. Örgütün flamasını taşımak, örgütü övmek, Öcalan fotoğrafları taşımak, terörü kutsamak ve tek yol olarak takdim etmek, terörist mezarlarını 'şehitlik' ilan etmek, gençlere intihar saldırısında ölen PKK'lıları model olarak sunmak, örgütün ideolojisini şehirlerde eğitim kurslarına dönüştürmek gibi hareketler artık mahkemelerin ve güvenlik güçlerinin işi olmaktan çıkıyor.
Diğer taraftan örgüt silah bırakmıyor, siyasete ve içtimai hayata silahsız girmiyor, tam tersine silahlı yapısını güçlendiriyor. En kötüsü PKK’nın meşrulaştığı düşüncesi ile bazı ailelerin çocuklarını PKK’ya teslim etmeleri ve yakın bir gelecekte örgütün polisin yerini alacak bir güce dönüşeceğine inanmaları. Bu süreçte en önemli etki ise genç dimağlarda yaşanıyor. Artık yeni nesil için PKK önemli, haklı ve meşru bir Kürt savunma örgütü haline gelmektedir. Bu nesillerde PKK mücadelesi Kürt milliyetçiliğinin romantik ve saygın bir mücadelesi haline geliyor. Gençlerin hatırı sayılı bir kısmı için PKK gelecek kariyerlerinde önemli bir yer işgal etmeye başlamaktadır.
ELEŞTİRMEK ZOR
Bu manzaraya karşın sürece iyi niyetli olarak dahi karşı çıkmak, onu eleştirmek kolay değil... Çünkü 1,5 yıldır neredeyse kan akmıyor. Evlere şehitler gelmiyor. Batı bu anlamda rahatladı. Doğuda da şehirler ve kırsalda çatışmalar durma noktasına geldi, silah sesleri duyulmuyor. Bu nedenle hiç kimse oyun bozan olmak istemiyor.
Oysa silah da, örgüt de her yerde. Sadece, taraflar birbirlerinin yoluna çok çıkmıyor. Bu süre zarfında örgütün çok sayıda kişiyi kaçırdığını, bazı iş yerlerini ve araçları yaktığını biliyoruz. Buna rağmen bu tür eylemlerin geçmişe nazaran azalmış olması süreci meşrulaştırıyor. Özellikle devlet kanadı sürecin bozulmasından büyük bir endişe duyuyor ve örgüt eylemlerin yayılmaması için her türlü girişimde bulunuyor. Örgüt de süreci kendi lehine gördüğü için tatlı sert vardığı yere kadar gitmeye çalışıyor.
Öcalan’ın ve Kandil’in buradaki stratejisi ise süreci Hükümet üzerinde demoklesin kılıcı gibi tutabilmek. Yani görüşmeleri sürdürmek, ancak her zaman silahın ucunu bir yerinden göstermek. Burada Hükümet ile muhalefet arasındaki kutuplaşma PKK’nın en önemli kozu. Her seçimin bıçak sırtı gitti, hemen hemen her oylamada ölüm kalım savaşı verilen bir ortamda Öcalan ve örgüt siyasi partilerin kapışmasından büyük fırsatlar çıkarmaya çalışıyor. Yani sorunları sömürüyor, istismar ediyor.
Öcalan’a göre Irak’ta Arapların iç çatışmaları Kürtlere kuzeyde özerklik ve fiili bağımsızlık getirdiyse, Suriye’de yine Arapların iç bölünmeleri nasıl bazı fırsatlar getirdiyse Türkiye’de bu iş daha az kanlı bir şekilde gerçekleştirilebilir.
Kısacası, Öcalan ve örgüt Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde de küçük küçük silahın ucunu gösterecektir, Hükümeti istekleri yerine gelmezse, mesela daha ileri bir anlaşmaya ikna olunmazsa muhalefetle sorunlarda terörün de ağır bir yük olarak devreye girebileceği korkusuna yönlendirmek isteyecektir. Burada bir anlamda ölümü gösterip sıtmaya razı etme gayreti vardır.
HÜKÜMET İKİ ARADA
Hükümet cephesinden bakıldığında ise çatışmasızlık ortamını koruyabilmek çok önemli. Terörün yeniden başlaması kritik seçim ortamlarında çok maliyetli olabilir. Diğer taraftan örgüte taviz verildiği algısı toplumda güçlenmeye başlarsa bunun maliyeti de ağır olabilir. En kötüsü ise her ikisinin birden olması, Türk ve Kürt milliyetçiliğinin en sert ve olumsuz şekliyle sahne almasıdır. Bu anlamda Hükümetin işinin zor olduğunu, adeta her an patlayabilecek iki bombayı aynı anda etkisiz hale getirmeye çalıştığını görüyoruz.
Hükümetin sıkıntılarını en iyi analiz eden ise hiç şüphesiz Abdullah Öcalan ve örgüt. Bu bağlamda her ikisi de Hükümet sıkıştıkça taleplerini arttıracaktır, pazarlığı daha ağır şartlara bağlamaya çalışacaklardır. Ancak Hükümetin talepleri karşılayamayacağı noktada bir adım geri atarak kazanımlarını konsolide etmeyi de bileceklerdir.
Sonuç olarak, herşeyiyle onayladığım bir süreç yaşanmıyor. Türkiye’nin çok ciddi riskler ile karşı karşıya olduğu muhakkak. Ancak çatışmasızlık sürdüğü sürece bu risklerden bahsetmek dahi zor olacaktır. Temennimiz ise çatışmasızlığın sonsuza kadar sürmesi, terörün ise bitmesi.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder