2015’te Batı-Erdoğan
ilişkilerinde, İki Muhtemel yol BÖLÜM 1
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ
uozdag61@gmail.com
Tarih: 02-01-2015 00:00
2015 senesi Türkiye tarihinin
en önemli senelerinden birisi olabilir. Bu sene yıllardan bu yana biriken bir
çok sorunun radikal bir şekilde çözüme doğru ilerlediğini görebiliriz. Türkiye,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesi ile
“Fetret Devrinden geçerken”, Erdoğan’ı iktidara gelme sürecinde
destekleyen Batı Dünyası ile ilişkilerinde büyük bir bozulma görünmektedir. Bu
bozulmanın zaman içinde biriken ana nedenleri, İsrail ile gerilim politikası,
ABD’nin AKP Hükümetini eleştirdiği 20 açıklama yaptığı Gezi Olayları, Suriye’de
AKP’nin Selefi güçleri destekleme stratejisi, Mısır’da askeri darbe sonrasında
netleşen genel Orta Doğu stratejisi konusunda yolların ayrılması ve nihayet
Kobani çatışmaları sonrasında ayrılan yollar başlıkları altında toplanabilir.
Bu gerilim yüklü ilişkinin çok uzun bir süre devam edemeyeceği görülmektedir.
ABD ve AB, Erdoğan’ın “hesap edilemez ve
öngörülemez” bir lider olduğundan
hareket ile Erdoğan’ın siyasi yaşamını sonlandırmayı hedefleyen bir politika
izleyebilir.
ABD ve AB’nin bu tasfiyeci
politikasına karşı, Erdoğan’ın önünde iki seçenek görünmektedir. Bunlardan
birisi Batı Dünyasının uzun süreden beri Türkiye’ye dayatmaya çalıştığı
talepleri kabul ederek, siyasal yaşamı uzatma seçeneğidir. Diğer seçenek ise
ABD ve AB ile ilişkileri sert bir şekilde koparma niteliği taşıyacak bir
politik çizgiyi izlemektir. Erdoğan’ın her iki politikayı da izleyebileceğine
dair emareler vardır. Aşağıda bu iki seçenek, destekleyen emareler ile izah
edilmiştir.
Batı’ya Teslim olma seçeneği
Cumhurbaşkanı Erdoğan,
cumhurbaşkanlığı makamına geçtikten sonra parti içindeki gerilimleri de göz
önünde tutarak, dışarıda ABD ve AB ile içeride cemaat ve büyük sermaye grupları
ile eş zamanlı olarak çatışarak, iktidarını sürdürmesinin mümkün olmadığını
düşünebilir. Bu noktada ABD ve AB’nin kendisine yönelik politikalarını
yumuşatmak amacı ile bazı stratejik adımlar atabilir.
Bunlardan birisi; Kıbrıs’ta
Annan Planı’nı da aşan ölçüler içinde taviz veren bir Kıbrıs planını kabul
etmektir. Bu aynı zamanda bir Amerikan talebidir. ABD Dışişleri Bakan
Yardımcısı V. Nuland’ın Kıbrıs’ta çözümü öncelikli paket olarak gördüğü
anlaşılmaktadır.(Hürriyet,16 Şubat 2014, Tolga Tanış, Türkiye Ne Verecek?) Bu
süreç, 2014’ün büyük bir bölümünde
ABD’nin denetiminde hızla yürümüştür. Washington, AKP Hükümetinin tutumundan
çok memnun görünmüştür. Bu memnunluğunu ilişkilerdeki büyük gerilime rağmen
AKP’ye teşekkür ederek ortaya koymuştur. KKTC’nin tasfiyesinin Türk halkına
anlatılabilmesi için ise Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji kaynaklarının Türkiye
üzerinden dünyaya eklemlenmesi gerekçesinin hazırlandığı görünmüştür. Haziran
2014’te Washington’da “son birkaç ayda mükemmel bir iletişim kuruldu” ifadesi
ile Ankara için çok olumlu rüzgârlar esmektedir. Olumlu rüzgârları estiren,
Kıbrıs’ta ilerleyen süreçtir. (Hürriyet, 1 Haziran 2014, Tolga Tanış, Gezi’nin Yıldönümünde Amerikan
İki Yüzlülüğü) ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın 11 Temmuz 2014’te yaptığı konuşma
ABD’nin Kıbrıs konusundaki proje ve beklentilerini ortaya koymuştur. Ancak
Kıbrıs’ta başlayan ve Amerikalıları memnun eden süreç, 2014’ün ikinci
yarısından itibaren ilk hızı ile ilerlememiştir.
5-7 Aralık 2014’te yapılan 3.
Türk-Yunan İş birliği Konseyi görüşmelerinde Davutoğlu ve Yunan Başbakanı
Samaras’ın, Kıbrıs görüşmelerine ivme kazandırma kararı almaları ve daha
önemlisi Türkiye’nin sismik araştırma gemisi Barbaros Hayrettin Paşa’yı Rum
kesiminin Münhasır Ekonomik Bölge ilan ettiği bölgeden çekme kararı aldığının
açıklanmış olması, geri adım şüphesi yaratmıştır. Ancak Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın 10 Aralık 2014’te yapmış olduğu konuşmada Rum kesiminin Münhasır
Ekonomik Bölgesi’nin tanınmadığını vurgulaması, KKTC konusunda direnç olduğunun
göstergesi kabul edilebilir. (Yeniçağ, 31 Aralık 2014, Hüseyin Macit Yusuf,
Navtex Kaldırılıyor mu?)
ABD, Ermeni sözde soykırımı
iddialarının kabul edilmesini talep etmektedir. V. Nuland’dan önce görev yapan
P. Gordon’ın öncelikli dosyasının bu olduğu bilinmektedir. (Hürriyet,16 Şubat
2014, Tolga Tanış, Türkiye Ne Verecek?) 2015 Nisan’ı yaklaşırken, Türkiye
Cumhuriyeti’nin Ermeni propaganda ve saldırılarına karşı mücadele etmek için
hiçbir hazırlığı yoktur. Çünkü bu aşamada Ermeni tezleri ile mücadele etmek
değil, Ermenistan ve Ermeni diasporasını tatmin edecek bir çözümün fikri alt
yapısının hazırlanması ön plana çıkıyor görünmektedir. Davutoğlu’nun 2013’te
Ermenistan ziyareti sırasında tehciri
“gayriinsani” diyerek
eleştirmesi, 15 Nisan 2014’te Başbakan Erdoğan’ın yayınladığı bildiride tehcir
için gayriinsani nitelemesini kullanması, bir taviz politikasının girişini
oluşturuyor olabilir.
Üçüncü geri çekilme alanı PKK
ile sürdürülen müzakere görüşmelerinin sonlandırılması ve 2015 içinde PKK’nın
otonomi talebinin kabul edilmesidir. Ve bunu Suriye’de PKK kontrolündeki
kantonların meşruluğunu kabul ederek genişletmesidir. Bununla bağlantılı
olarak, 2015 içinde Barzani’nin Irak’tan bağımsızlığını ilan etmesi durumunda
Barzani’yi Bağdat’a karşı korumaya almak, Türkiye’nin Batı’yı yatıştırmak amacı
ile izleyebileceği bir strateji olabilir.
Batı ile ilişkilerde birinci
seçenek olan taviz ve uzlaşma seçeneğini değerlendirmiştik. Bugün ise ikinci
seçeneği ele alıyoruz.
Batı ile çatışma ve kopma
seçeneği
Erdoğan’ın önündeki ikinci
seçeneğin ABD ve AB ile kopma/ilişkileri zayıflatma seçeneği olduğu
görülmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD-AB bloğunun ne yaparsa yapsın
kendisini tasfiye etmede kararlı olduğuna inanabilir. Bu noktada çıkış, Batı
ile ilişkileri zayıflatma seçeneğinde görülebilir. Bu çerçevede Türkiye, AB ile
tam üyelik sürecini askıya alabilir ve Gümrük Birliği’nden çıkabilir.
Türkiye’nin NATO içinde geri adım atan bir sürece girdiği görülebilir. Birinci
seçeneğin gerçekleşeceğini gösteren belirtiler olduğu gibi ikinci seçeneğin
gerçekleşebileceğini gösteren gelişmelerde özellikle Ayn el-Arap yani Arap
Pınarı çatışmalarından sonra gözlenmeye başlamıştır.
Sert bir Dönüş
Kerkük petrollerinin Türkiye
üzerinden ABD’nin onayı ile geçirileceğine inanan Cumhurbaşkanı Erdoğan,
PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt koridoru açarak, Kerkük petrollerini
Akdeniz’e ulaştırma projesine ABD’nin destek vermesi üzerinde sert bir dönüş
yapmıştır. Erdoğan, “üst akıl” diye nitelendirdiği ABD’nin Türkiye’nin menfaatlerine
saldırdığını birkaç kez açıklamıştır. Erdoğan alışılmadık bir şekilde şöyle
konuşmuştur: “Ne içerideki ihanet
şebekelerine (müzakerelerin sürdüğü PKK/HDP’yi ve cemaati kastediyor) ne de
dışarıdan (ABD’yi kastediyor) gelen algı operasyonlarına Türkiye boyun eğecek,
eyvallah diyecek bir ülke değildir. Sevr Anlaşması’nı yırtıp atmış, manda ve
himayeyi elinin tersiyle itmiş, bağımsız, hür bir ülkeyiz, Türkiye’yiz.”
AB’yi Ürkütmeyelim
Bu arada Kırım ve Ukrayna’da
izlediği politikalardan dolayı arası ABD ve AB ile olağanüstü gerilen ve
yalnızlaşan Putin ile yalnızlaşan Erdoğan arasında ciddi bir yakınlaşma olduğu
görülmektedir. Putin, Erdoğan’ın ikili görüşmelerinde “AB’yi ürkütmeyelim” şeklindeki uyarısına “boş ver önemli değil” diye cevap verdiğini açıklayıp, Erdoğan’dan
delikanlı adam diye bahsetmiştir. Putin yönetiminin önemli isimlerinden olan
Evgeniy Fydorov, (Aydınlık, 29 Aralık 2014) verdiği bir demeçte şöyle
demektedir, “Putin’in Türkiye ziyareti
çok olumlu geçmiştir. Bu ziyaret insanlığın geleceğini etkileyecek kimi
girişimleri başlatmıştır. Amerikan sömürgecilik sistemi sorgulanmaya
başlanmıştır... Putin-Erdoğan buluşması, Çin ve Hindistan’ın bu sürece verdiği
destekle birlikte Amerikan sömürgecilik sisteminden kurtuluş sürecini başlatmış
oluyor. Yani özgür ülkelerden oluşan çok kutuplu bir dünya düzenini. Putin ve
Erdoğan bu düzenin ilk tuğlasını koymuş oldular... Rusya, Türkiye’nin Şanghay
İşbirliği Örgütü’ne girmesi için elinden gelen desteği verecektir.”
Bu açıklama, uluslararası
ilişkiler alanında büyük bir yeniden yapılanmanın habercisi görünmektedir. Eğer
Rus milletvekilinin söyledikleri doğru ise Putin-Erdoğan görüşmesinde İsmet
İnönü’nün 1964’deki ifadesi ile “Dünya
yeniden kurulur ve Türkiye o dünyada yerini alır” içerikli görüşmeler yapılmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şanghay İşbirliği Teşkilatı Genel Müdürlüğü kurulması
için emir vermiş olduğu bilgisi eğer doğru ise Evgeniy Fydorov’un
söylediklerini doğrulamaktadır. İlk aşamada Türkiye, AB ile ilerlemeyen
müzakereleri fiilen askıya alıp, Şanghay İşbirliği Teşkilatı’nın gözlemci üyesi
olabilir. Doğrusu böyle bir adım, Şanghay İşbirliği Teşkilatı içinde büyük bir
propaganda başarısı olacaktır. Keza Putin, Erdoğan’ın önünü, Avrasya Ekonomik
Birliği-Türkiye ilişkilerini bir şekilde kurumsallaştırma süreci başlatarak
Orta Asya’da da açabilir.
Rusya-İran-Suriye
Özgür Suriye Ordusu ile
Esad’ın arasını bulmak için Moskova’nın başlatmış olduğu görüşmelerin,
Ankara’nın örtülü desteğini alıyor görünmesi ilginçtir. ABD’nin PYD/PKK’yı desteklemesine,
Erdoğan Şam ile Rusya üzerinden uzlaşma perspektifini koyarak cevap vermiştir.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun 31 Aralık 2014’te Rusya ve İran Suriye’nin
politik dönüşümüne dahil olmalıdırlar açıklaması, bu yeni politikanın bir
parçası olarak yorumlanabilir.
30 Milyar Dolar
ABD’nin İran’a yönelik
ekonomik ambargonun kapsamını genişlettiği 2014 sonunda Türkiye ise İran ile 1
Ocak 2015’ten itibaren yürürlüğe giren ve amacı iki ülke arasındaki ticaret
hacmini 13-14 milyar dolardan 30 milyar dolara çıkarmasını hedefleyen tercihli
ticaret anlaşmasını imzalamıştır. Bu adım da Washington’da yüzlerin ekşimesine
neden olacak bir adımdır.
Kriz Derinleşecek
Batı ile ilişkilerin kopma
süreci içinde olup olmadığını gösterecek en önemli göstergelerden birisi,
Ankara’nın, Çin’den alınmasına karar verilen füze sistemleri kararında ısrarcı
olup olmayacağıdır. ABD ve NATO’nun bütün muhalefetine rağmen Ankara, Çin
füzelerinde ısrarcı olur ise ABD/NATO-Ankara krizi derinleşecektir.
Avrasyacı eksen
Özetle, Erdoğan’ın Batı’ya
teslim olması bir seçenek iken diğer seçenek de ABD’nin kendisini gözden
çıkardığı inancı ile Batı’yla ilişkileri kopararak Avrasyacı bir eksene
kaymasıdır. Bu iki seçenekten birisinin seçilmesi durumunda Erdoğan’ın başta
PKK ile müzakereler olmak üzere iç politikada da müttefik ve düşman
şekillenmesi yeniden olacaktır. Erdoğan’ın bu seçeneği istese de gerçekleştirip
gerçekleştiremeyeceği iç dinamikler değerlendirildiğinde ayrı bir sorudur.
Tahammülsüz Tavır
Bu iki seçeneğe eklememiz
gereken bir başka seçenek de Erdoğan’ın Batı’yı Rusya-İran-Çin seçeneği ile
tehdit edip, vereceği tavizleri iç politik olarak hafifletip, Batı ile uzlaşma
seçeneği olabilir. Ancak bu seçenek, Erdoğan’ın 12 yıl boyunca yapmış olduğu
politik manevralara artık alışmış olan Batı’nın ulaşılan aşamada tahammülsüz
tavrından dolayı oldukça zayıflamış görünmektedir. 2015 bu seçeneklerden
hangisinin öne çıkacağının belirginleştiği sene olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder