22 Kasım 2018 Perşembe

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. BÖLÜM 2

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN  ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. BÖLÜM 2


I-12 EYLÜL’ E GİDEN SÜREÇTE GENÇLİK HAREKETLERİ VE SİYASAL ORTAM 

A-68 KUŞAĞI 

‘’Türkiye’ nin 68 kuşağı, 6. filoyu protesto olayları ile başlar, 12 Mart 1971’ de sona erer’’ diyor Mümtaz’ er Türköne. 68 kuşağına bu kadar büyük merceklerle bakmamızın sebebi sonuçlarının bu topraklarda yadsınamaz gerçeklerden oluşan bir kıskaca çıkmasındandır. Zira 68’ liler 27 Mayısçılar’ ın emanetçisi ve sonucu, 12 Eylülcüler’ in mirasçısı ve sebebidir. En kısa tabirle ülkemizdeki kuşak betimlenecek olursa, dünyanın her tarafında esen özgürlük rüzgarına kapılmış, savaş karşıtlığını temel ilke benimsemiş, sol görüşlü öğrencilerin muhtelif konularda muhalif düşünme ve davranma biçimidir. Daha radikal çevrelerce ise komünist hareketin adı olarak betimlenmektedir. Peki dünyada 68 
kuşağını nasıl açıklayabiliriz? 

1968 yılının Mayıs ayı başında, Paris’ te Sorbonne Üniversitesi’ nin işgaliyle 
başlayan gençlik olayları, tarihe özel bir anlamda ‘’68 Baharı’’ olarak geçti. Uyuşturucunun ve cinsellikte sınırsızlığın ön plana çıktığı ‘’Çiçek Çocuklar’’, yani Hippiler’ den, her türlü otoriteye başkaldıran anarşistlere, solun her türünü içeren geniş bir yelpazeye kadar statükoya muhalif her eğilim, 68’ in rengârenk dünyası içinde yer almıştır13. 

68 kuşağı hiç kuşkusuz bir aydınlanma dönemine imza atmış ve aynı zamanda insan hak ve hürriyetleri bakımından da çığır açmıştır. Özgürlüğün bayraktarı olup idealizm peşinde koşmuş ve sürekli kişilik-kimlik bulma arayışında olmuş gençler Marksist teori ve öğretilerle sorunlara çözüm arama uğraşılarına müdahil olmaya çalışıp, seslerini en yüksek perdeden duyurmayı kendilerine hedef edinmişlerdir. Aslında anti-militarizm savı ile ortaya çıkılmıştır ama nesil 2. Dünya Savaşı sonrası savaş görmemiş bir nesildir ve birlik olmuş, hep bir 
ağızdan bağırmaktadır: ‘’Gerçekçi ol, imkânsızı iste!’’ Anti-kapitalist muhalefet bu sayede, emekçi sınıfların isyanını ve mücadelesini gençliğin heyecanıyla soslayarak aydınlara sunmuş ve elbette gördüğü marjinal destek ile yığınları arkasına almayı başarabilmiştir. 

Dünyada 68 kuşağına ilham veren en önemli karakter “devrimci” ve “antiemperyalist” kelimelerinin altında duran ‘’Ernesto Che Guevera’’ portresidir. Che gerçekte bir tıp öğrencisiyken 60’ lı yılların ortasında kendini bir anda devrimcilik, özgürlük ve Marksizm üçgeni içerisinde bulur. Latin Amerika’ yı en uç noktasına kadar dolaşıp yoksulluk ile yüzleşince dünyanın dönüş rotasını değiştirmeye kendini muktedir görür. Kendini Marksizm’ e adar, gerilla savaş teorisi ve uygulamaları üzerine makaleler, kitaplar yazar ve akabinde dünyanın diğer ülkelerindeki devrimci hareketlere katılır. 

Arjantinli doktor elbette esas sempatiyi ölümünden sonra kazanır ki 1967 yılında Bolivya dağlarında yakalanarak öldürülmesi de 68 kuşağı olaylarının başlangıcına neden olarak gösterilebilir. Yaptıkları, yaşadıkları, bıraktıkları dünya çapında bir ‘’Che kültürü’’ nün doğmasına ve hızla yayılmasına sebep olur. ABD Dışişleri Bakanlığı’ nın Latin Amerika uzmanları, “gelmiş geçmiş en çekici ve en başarılı devrimcinin” ölümünün öneminin hemen farkına vararak Guevara’ nın komünistler ve diğer sol eğilimliler tarafından “kahramanca ölen örnek devrimci” olarak idolleştirileceğini belirtmesi14 de dolayısıyla hayli önem taşır. Zaten 1968 öğrenci hareketlerine bakıldığında Che’ nin artık son derece etkili, güçlü bir başkaldırı ve devrimcilik sembolü olduğu açıkça gözlemlenmiştir. Nitekim sol kanattan eylemciler Guevara’ nın şan, şeref ve ödüllere karşı olan belirgin kayıtsızlığını belirttikten sonra sosyalist idealleri aşılamak için şiddetin gerekli olduğu fikrinde anlaşmışlardır.15 Che Guevera (belki de hiç düşlemediği şekilde) artık efsanedir. Akabinde son 40 yılın da en önemli popüler kültür figürlerinden biri olarak tarihte önemli yer sahibi olacaktır. 

Che Guevera gerçekte, devrimci şiddetin teorisyeni ve kendi hayat pratiği ile somut bir modelidir. ‘’Gerilla Savaşı’’ isimli kitabında ‘’Sosyalist Devrim’’ in, silahlı-dar bir öncü grubun eylemleri ile başarılacağını savunur. Silahlı, küçük bir gerilla grubunun uyguladığı şiddetin öncülüğünde (foco), halk ayaklanması gerçekleştirilecek, iktidar devrilecektir. Bu model Türkiye’ de 1960’ ların sonlarında başlayan ve 1970’ ler boyunca devam eden siyasal şiddetin ilham kaynağıdır…Che efsanesi aynı zamanda hem silahın ve şiddetin tek çözüm 
olduğu fikrinin ve bu şiddeti içselleştiren ‘’ gerilla romantizmi’’ nin de temelidir 16Che’ den sonra tekrar Türkiye’ deki 68 kuşağına dönecek olursak karşımıza çıkan ilk isimler Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Harun Karadeniz, Sinan Cemgil gibi devrimci gençlerdir ki onlar da kendi aralarında solu fraksiyonlara ayırmışlardır. 

Şüphesiz bu devrimci ve eylemci gençlerin içinde de en önemlisi, idol olarak bugün dahi gençliğin bağrına bastığı Che gibi Türkiye’ de kült haline gelmiş olan Deniz Gezmiş’ ten başkası değildir. Can Yücel dahi ‘’Mare Nostrum’’ adlı şiirinde Deniz Gezmiş’ e ithafen duygularını dizelere akıtarak anlatmıştır ki bu da dönemin gençlik ateşinin ve Deniz hayranlığının nasıl en derinden tüm toplumu, her kesimiyle heyecanlandırıp, sıkıca kucakladığının bir başka delilidir. 

En uzun koşuysa elbet Türkiye' de de Devrim 
O, onun en güzel yüz metresini koştu 
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak... 
En hızlısıydı hepimizin, 
En önce göğüsledi ipi... 
Acıyorsam sana anam avratım olsun 
Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun… 

Psikolog Jülide Aral, '68 hareketinin önemli kadın figürlerinden biri. 20 yaşında 
idamla yargılandı, gazetelerde 'Telefoncu Kız' diye afişe edildi. O yıllarda evlendiği eşiyle tam 40 yıldır birlikte. Şimdi ise kadın hareketinde gönüllü çalışmalarıyla yer alan bir aktivist. "41 kere maşallah!" dediği 68'i, 41 yıl sonra bu kez kadın gözüyle, biraz da eleştirerek değerlendiriyor: ‘’Bizim kuşağın en temel özelliği çok fazla okumasıydı. Çıkan her yeni kitabı alır, çılgın bir aşkla okurduk. Çok şiir okurduk, bizim kadar şiir okuyan bir kuşak olmadı sonra. Romanlarla, edebiyatla iç içeydik. Tiyatro, sinema bizim için önemliydi. Tabii en 
büyük zenginliğimiz dostlarımız ve arkadaşlarımız. Her kuşak için bu söz konusudur ama 40 sene sonra bile çok sıcak, çok yakın, çok dolaysız kendimizi ifade edebileceğimiz, yanlarında yer bulacağımız dostluklarımız var17

Toplumun, karlara inat kardelen misali hızla başlarını göğe kavuşturmaya niyetli 
coşkulu gençleri kucaklaması ne ilginçtir ki beklenilenin aksine uzun ömürlü olamadı. Bir telaş yakılan ateş devasa kıvılcımlar eşliğinde büyük bir yangına dönüşme modundayken yukarıdan helikopterlerle püskürtülen soğuk sularla küllendirildi. Zaten müdahale ancak en tepeden yapılabilirdi, halk ilk şokun ardından devam eden kıvılcımları da kendi bildik yöntemleriyle çözdü, yangını hiç tutuşmamış varsaydı. 
Oysa niyetler temizdi, her şey halk içindi, ülke yararınaydı ama halk kendine yararı olana, dayatmalar sonucunda, bağrına taş basarak susma pahasına sırtını döndü. Nihayetinde Deniz Gezmiş ve arkadaşları ne yazık ki çıktıkları dikenli, meşakkatli ve amansız yolda sahip oldukları idealler, toplumsal dinamizmle bütünleşmeyi sağlama arzusu, mücadele azmi ve takındıkları direnişçil üslupla sistemle ters düşerek sonu ölümcül hatayı yapmışlardır. Bu uğurda idam cezası gibi utanç verici, kabul edilemez bir sonla hayatlarının nihayete ermesi  kendilerine reva görülmüştür. 

Nitekim düzensizliğe, haksızlığa, emperyalizme, ekonomik sıkıntıya, IMF’ ye inat baş kaldırış boyun eğme ile cezalandırılmıştı. Bu cezalandırma ile birlikte Türkiye artık Cumhuriyet tarihindeki karanlık sayfaları aralayıp, ışıksız tünellere doğru ilerlemeye başlıyordu. Suskunluk ve acının ardı arkasının kesilmeyeceği katran karası günler birer birer ülkeyi karşılamaya hazırlanıyordu. 68 kuşağı ile başlayan coşku, sonrasında derin denizlere atılarak boğulacak, yok edilecekti ama elbette bir şartla: Yeniden, en cesaretli olan, o derinliğe dalıp onu çıkarana kadar. Türkiye asıl acıları, yaşadıklarından ders çıkartmayan 68 kuşağının açtığı kapıdan yola devam eden bir sonraki kuşakla yaşamıştır. Ne 68 kuşağının, ne de 70’ li yılların bir cinnete dönüşen kitlesel şiddetinin 1968 yılının 3 Mayıs’ ında Paris’ te başlayan eylemlerle ilişkisi yoktur18

1-1971 Yılına Girerken.,

1960’ ı takip eden yıllarda, ülkede dünya konjonktürüne bağlı olarak sol akım zirve yapmıştı. Toplum bu yeni akımdan etkilenmiş, her şeyi sorgular duruma gelmişti. Yenilik insanlara iyi gelmişti gelmesine ama ters giden bir şeyler de vardı. Gençlik bilgiye susamışçasına okuyor, okuyor açlığını gidermeye çalışıyordu ama okuduklarını pratiğe aktarmak esas hedefleriydi. Hedeflerine ulaşana kadar ara vermeden icraat gerekliydi. Lastikleri inmiş araba yoldan çıkarılmalı; bozuk olana, arıza verene daha fazla yer verilmemeli, eskiler yenileri ile değiştirilmeliydi. 
Zira teorilerin pratikle buluştuğu yıl oldu 1969 yılı. Dehşet bir süreç başladı o yıl; şiddet başladı, her şey kontrolden çıktı. Gençler galeyana geldi, getirildi, devlet çaresiz kaldı. 
Tüm dengeler sarsıldı, siyaset aciz kaldı. Sol akım ile birlikte Türkiye’ de siyasal işçi hareketi de oluşmaya başlamıştı ki TİP bu süreçte baş aktördü. Ordu ise bambaşka bir boyuta atladı, her kıdemden asker kendini önemli ve vazgeçilmez sayarak cuntacılığa soyundu. Üstelik öğrenci hareketlerindeki çarpıklık, bilinçsizlik ve düzene karşı durma arzusu kan dökülmesini de hızlandırmış oldu. 

12 Mart 1971 Muhtırası’ na doğru toplum bir sel misali kapılmış giderken 
yapılabilecekler siyasiler açısından da sınırlıydı. Gruplar arası aşırı politikleşme, politik partiler arası kutuplaşma ve birbirine tahammül edemememe; bunun yanı sıra ekonomik uçurumlar içeren finansal kriz ve elbette terör sahnenin hazırlığı için el birliğiyle dekor yetiştiriyordu. 

2-Tip Ve Milli Demokratik Devrim 

1961 Anayasası parti kurulabilmesi için siyasilere belirli bir süre tanımıştı ve bu sürenin son günü bir devin doğuşu sahnelenmişti. Son gün kurulan Türkiye İşçi Partisi hiç umulmadık bir ilgi görmüştü. Üstelik kurucuları da 12 sendikacıydı ki kendileri de aslında burjuva aydınları olarak dikkat çekmekteydi. TİP’ in bir başka çarpıcı özelliği de anayasaya sahip çıkan bir parti unvanını almasıydı. Ardından 1965 seçimlerinde 15 milletvekili TBMM’ye girdi, üstelik sosyalist bir parti olmasına rağmen. Ne var ki 68 ruhu onu da sona götürdü. 

   Yapılan 2. kongrede ‘’ Milli Demokratik Devrim ’’ adı altında bir muhalif hareket baş gösterdi. Muhalefet ‘’Yön’’ ve ‘’Devrim’’ dergilerinden ilham alıyor ve bu yeni oluşumun başını da‘’Mihri Belli’’ çekiyordu. Felsefe aslında çok netti: Burjuvaziye sadık kalarak sınıf işbirliği yapabilmek. Bu bağlamda Mihri Belli sosyalizm mücadelesi için şartların uygun olmadığının da altını çiziyor ve devrimin hangi sınıflar etrafında şekilleneceğini sorguluyordu. Tünelin sonunda ülke mutlaka sosyalizmle buluşmalıydı. Yalnız bu idea Mihri Belli’ ye yetmeyecekti çünkü MDD’ de kendi içerisinde bir yap –bozun parçalarından ibaretti. 

Bir yanda Aydınlık Sosyalist Dergisi ile radikal ve demokratik devrim peşinde koşan‘’ Mahir Çayan ’’, öte yandan bilimsel sosyalizmi benimseyen, kitlesel gençlik eylemlerinin önderlerinden ‘’Doğu Perinçek.’’ Fikir ayrılığı yeni örgütlenmeleri belirledi, Mihri Belli yalnız kaldı. Herkes ince çizgilerle ayrışarak kendi yolunu seçti. Bu yeni bölünmelerin, özgün hareketlerin adları da THKO, THKP-C VE TİKKO olarak belirlendi. ‘’Devrimci gençler’’ daha sol görüşler etrafında kümelenmeye bu şekilde başlıyorlardı. 

İşte bu sayede, dönem içi çeşitli çevrelerde vuku bulan sosyalistler arası dayanışma polemiği 1969 seçimlerine TİP’ in bölünerek girmesiyle sonuçlandı. TİP gücünü artık yitirmişti. 

12 Mart' ın önemli sonuçlarından birinin de TİP' in kapatılması olduğunu söylüyor Kürt siyasetçi Tarık Ziya Ekinci. "4. Büyük Kongre'de ‘’Türkiye' nin doğusunda Kürtler yaşıyor, Kürt dili vardır’’ dediği için kapatıldı TİP. TİP' in almış olduğu karar belirleyicidir. 

‘’Kürtlerin üzerinde burjuvazinin baskısı vardır, kardeşçe yaşamayı engellemekte dir’’ diyordu bu karar." TİP 1975' teki yasa değişikliğiyle yeniden açıldı. Kürt siyasi hareketinin 12 Mart' ın ardından değiştiğini de söylüyor Ekinci19

3-DİSK 

Bu süreçte bir de DİSK’ in kuruluşuna bakmakta fayda var. DİSK 13 Şubat 1967’ de kuruldu ve hemen akabinde ‘’Antidemokratik İş Kanunu’’ nu protesto etmek amacıyla 24 Haziran günü Ankara’ da düzenlediği mitingle ilk kitlesel eylemi gerçekleştirdiği için tarihe geçti, çeşitli çevrelerce saygınlık kazandı. Mitingde ‘’Çetin Altan’’, ‘’Kemal Türkler’’ ve ‘’Alparslan Işıklı’’ gibi isimler de birer konuşma yapmış ve toplananlara etkileyici bir hitabet sunmuştu. Bundan sonrasında örgüt kitleleri peşinden sürükleyerek çeşitli eylemlere imza atmış ve tartışılmaz oranda etkin bir güç olduğunu ispatlamıştır. 

DİSK işçi hareketindeki bağımsızlaşma eğiliminin ürünüydü. Devlet sendikacılığı na karşı bir tepkiyi ifade ediyordu. Bu, kuşkusuz bu kadarıyla da, işçi hareketinin daha ileri bir düzeye ulaşması anlamına gelmekteydi. Fakat aynı zamanda DİSK bağımsız siyasal sınıf çıkarlarını eksen alan bir örgütlenme değildi. Dolayısıyla ilerleyen sınıf mücadelesinin önünde giderek bir engele dönüşecekti. DİSK, Türk-İş'in geleneksel politikasına, hükümetteki burjuva partilerle "iyi geçinme" anlayışına, ABD sendikacılığı ile iç-içeliğe karşı, burjuva partilerden ve "yabancı ülkelerden" bağımsız bir sendikal anlayışı savunuyor, geleneksel burjuva partilere karşı TİP' e daha yakın bir pozisyonda duruyordu. Kaldı ki, TİP' in DİSK' in oluşumunda özel bir rolü vardı20. 

Özellikle 15-16 Haziran eylemleri DİSK tarihinin kilometre taşıdır. Oradaki amaç tamamıyla DİSK’ i tasfiye edip, etkinsizleştirmektir ama tarihsel ve siyasal sonuçlarıyla da eylemler aslında doruk noktasıdır. Zira işçiler ne yağmalamaya, tahribata veyahut ufacık dahi olsa bir olaya karışmamış ve sessiz destek de alarak mükemmel organize olmayı başarabilmiştir. DİSK kuruluşundan itibaren tüm çalışanların grevli ya da toplu- sözleşmeli sendika hakkının en önde gelen savunucusu olmuş ve bu bağlamda gerçekleşmiş etkinlikleri, hareketliliği desteklemeye devam etmiştir. 

DİSK, yönetiminin reformist konumundan bağımsız olarak, işçilerin burjuvaziye karşı ‘60’lı yıllar boyunca sürdürdüğü zorlu mücadelelerin somut bir kazanımı ve o günlerdeki simgesiydi. İktisadi istemler ve sendikal-demokratik haklar için verilmiş mücadelenin büyük fedakârlıklarla yaratılmış bir mevzisiydi. İşçiler yıllardır sermayenin baskısına ve sömürüsüne karşı sürekli genişleyen ve değişik biçimler alan bir direniş göstermişlerdi. Saraçhane mitingi ve Kavel direnişleriyle başlayan bu süreç, çok sayıda grev, direniş, fabrika işgali vb.’ den geçerek 1970’e dayanmıştı. Aynı dönemde sosyalizm adına ortaya çıkan akımların tersine, burjuvazi işçileri fazlasıyla ciddiye alıyor, işçi hareketinin potansiyel gücünü görüyor, ona diş biliyordu21.  

1960 ve 1970 yılları arasındaki dönem işçi hareketinin ve işçi eylemlerinin tavan yaptığı süreçtir. İlk kez bu denli birlik ve bir sınıf statüsü ile işçiler hareket edebilme, eylem yapabilme fırsatı bulmuşlardır. Bunda tabii ki sayısal artış, bilinçlenmedeki ve örgütlenmedeki idrak çıtasının yüksekliği, sınıfsal mücadele edebilme yetisi, geçmişe ait birikim ve sendikal tavır alma etken faktörlerdir. 

a-Kanlı Pazar 

DİSK’ in tarihinde bir de kara sayfa vardır: ‘’Kanlı Pazar-16 Şubat 1969’’. ABD’ nin  6. filosunu protesto etmek amacıyla DİSK ve üniversite öğrencilerinin birlikte düzenlediği Taksim’deki mitinge provakatif tarafların saldırmasıyla ortalık kan gölüne döner. İki kişi ölmüş ve yüzlercesi de yaralanmıştır. Aslında 6. filonun bu ilk ziyareti değildir. Ziyaret ilk kez 1967’ de başlamıştır ve sonrasında da düzenli tekrarlanmıştır. Zira 1967 ilk protesto yılıdır ve işte 68 kuşağı ilk pratiğini bu şekilde hayata geçirir. 68’ li olmak biraz da Amerikan bahriyelilerini Dolmabahçe sahillerinden denize atmak veya bizzat atanlardan bu hikâyeleri dinlemek demektir22

   6. Filo İstanbul’ a her demirleyişinde olaylar çıkmaktadır çıkmasına ama hiç birisi 16 Şubat’ ta çıkılan yürüyüşteki kadar ses getirmemiştir. Beyazıt’ tan başlayarak Taksim’ e kadar yürünecektir. Yürüyüş için gerekli izinler alınmış ve yasallığı tescillenmiştir. 

Üstelik insanlar evlerinin pencerelerinden, balkonlarından destek de vermektedir ama ne yazık ki yürüyüşün sonu beklenilen üzere olumlu sonlanmayacaktır. Yürüyüşün öncesinde bir de 24 Temmuz günü, yine 6. filoyu protesto sırasında öldürülmüş devrim şehidinin-‘’Vedat Demircioğlu’’ nun anısı vardır. Vedat Demircioğlu İTÜ öğrenci yurdunda çıkan olaylarda polislerce öldürülür ve 68 kuşağının verdiği ilk kayıp olarak tarihteki yerini alır. 

Taksim’ e girerken şiddetli taş yağmuru eşliğinde gruplar engellenir. Anadolu’ dan ‘’Din elden gidiyor!’’ söylemiyle tahrik edilen topluluklar Taksim’ i kuşatmıştır. Zaten Taksim’ de olayların çıkacağı söylentisi ortalığı günler öncesinden kasıp kavurmaktadır. 

Üstelik karşı saldırıyı yapacak olanlar toplu namaz kılıp, ellerinde sopalarla Taksim’ e girme cesaretini de fütursuzca kendilerine hak görmüşlerdir. Ağır tahrikle yönlendirilen bu milliyetçi grup kısa süre sonra meydanı hâkimiyetine almıştır. Olaylar sokak aralarında göğüs göğse devam eder ama günün sonunda bilanço ağır olacaktır. 

Yürüyüş öncesinde gerilim tırmanmıştır. İki gün önce Cuma namazı sonrasında 
MTTB ve Komünizmle Mücadele Derneği öncülüğünde Beyazıt Meydanı’ nda ‘’Bayrağa Saygı’’ mitingi düzenlemiştir. ‘’Bayrağa Saygı’’ nın sebebi, Beyazıt Kulesi’ ne kızıl bayrak çekilmesidir. Bu kızıl bayrak meselesinin de asılsız bir provakasyon olduğu ortaya çıkacaktır. 

Beyazıt Mitingi’ nde ‘’komünizme savaş’’ ilan edilmiştir 23

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

13 Mümtaz’ er Türköne, ‘’Darbe peşinde koşan bir nesil-68 Kuşağı’’, Nesil yayınları-5.baskı, Kasım 2008-İstanbul, s.11
(68 kuşağı için ayrıca bakınız: Erol Kılınç, ‘’İhtilal, ihtiras ve 68 kuşağı hakkında’’, Ötüken Neşriyat, 2008 Hasan Cemal, ‘’Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım’’, Doğan Kitapçılık, 2008)
14 ABD Dışişleri Bakanlığı (U.S. Department of State) : ‘’ Guevara's Death, The Meaning for Latin America’’ s.6. 12 Ekim 1967: Thomas Hughes, Dışişleri Bakanı Dean Rusk için yorum içeren raporu hazırlayan Dışişleri Bakanlığı İstihbarat ve Araştırma Bürosu mensubu, http://www.companeroche.com/index.php?id=108
15 Trento, Angelo. ‘’Castro and Cuba : From the revolution to the present", Arris Books, 2005, s.64
16 Mümtaz’er Türköne, ‘’Darbe peşinde koşan bir nesil-68 Kuşağı’’, Nesil yayınları, 5.baskı, İstanbul, Kasım 2008, s. 41
17 Müjgan Halis, Röportaj / Psikolog Jülide Aral: ‘’Benim 68’ im Mazbut ve Cinsiyetsizdi!’’, Sabah Gazetesi - Pazar Sabah (ek), 05.07.2009
18 Mümtaz’er Türköne, ‘’Darbe Peşinde Koşan Bir Nesil-68 Kuşağı’’, Nesil yayınları-5.baskı, İstanbul, Kasım 2008, s.13
19 Tolga Korkut, ‘’Ekinci: Kürt Hareketi’ nin Değişimi’’, BİA haber merkezi-İstanbul, 12 Mart 2009 Perşembe, www.bianet.org
( Yön Hareketi için bakınız: Prof Dr. Hikmet Özdemir, ‘’Kalkınmada Bir Strateji Arayışı/Yön Hareketi’’, Bilgi Yayınevi, 1. Baskı, 1986
Gökhan Atılgan, ‘’Yön-devrim Hareketi/ Kemalizm ile Marksizm Arasında Geleneksel Aydınlar’’,Yordam Kitap, 2. Baskı, Ekim 2008)
20 Sınıf Hareketi, ‘'İşçi Hareketi Tarihinden Kesitler’’, Türkiye Komünist İşçi Partisi web sitesi, 25 Mart 2009
21 H. Fırat, ‘’15-16 Haziran/ Sol Hareket ve İşçi Hareketi’’, TKIP web sayfası, Haziran 1988, www.tkip.org
22 Mümtaz’er Türköne, ‘’Darbe peşinde koşan bir nesil-68 Kuşağı’’, Nesil Yayınları, 5.baskı, İstanbul, Kasım 2008, s.82

23 Mümtaz’er Türköne, ‘’Darbe Peşinde Koşan Bir Nesil-68 Kuşağı’’, Nesil yayınları, 5.baskı, İstanbul, Kasım 2008, s.86

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder