13 Aralık 2017 Çarşamba

İç Savaş Değil Korkusunun Ayak Sesleri,


İç Savaş, Değil Korkusunun Ayak Sesleri, 



Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Haz 30, 2016 14:56

"İç Savaş" Değil Korkusunun Ayak Sesleri

Önceki gün iftara bir kaç saat kala, esnaf kılıklı iki tip kaldırıma oturmuş, çevredekilerin duyabileceği bir ses tonuyla konuşuyor:

"Tayyip için canımızı veririz, O'nun için can alırız gerekirse!"

Fuat Avni de aralarında olmak üzere bir takım operasyonel sosyal medya hesapları, Tayyip Erdoğan'ın "iç savaş hazırlıklarını" yazıyor. Yazılanlar, her normal vatandaşı ürkütecek türden..

Örneğin bu kapsamda, 2012 yılında kurulmuş olan SADAT (Uluslararası Savunma Danışmanlık Ticaret Şirketi) isimli bir "güvenlik" şirketi-örgütü deşifre edildi.

Cemaat-AKP kavgasında AKP safını seçmiş eski asker, Emekli Tuğgeneral Ahmet Tanrıverdi'ye kurdurulan bu şirket, orduyla sorunlu, emekli veya çeşitli suçlardan ihraç edilmiş onlarca subayı barındırıyor. Her subayın bir "uzmanlık" alanı var.

Bu örgüt, Kosova ve Azerbaycan gibi ülkelerde milislere askeri eğitimler vermiş. 2012'de kurulan şebekeyi nedense bugün afişe etme ihtiyacı duyan eski istihbaratçı Mehmet Eymür'e göre SADAT, AKP'li gençleri de silahlı eğitimden geçirerek suikast timleri oluşturdu..

Eymür'ün iddialarını daha ileri boyuta taşıyan twitter hayaleti Fuat Avni ise, örgüte şimdiye kadar örtülü ödenekten yüzbinlerce dolar aktarıldığını, suikast düzenlecekler listesinin bile hazır olduğunu yazdı.

Eymür ve Fuat Avni'ye göre SADAT, umudunu bir iç savaşa bağlamış olan Tayyip Erdoğan'ın "özel örgütü", Mussolini'nin "Kara Gömleklilerine" benzer bir milis gücü. Önce iç savaş tetiklenecek , daha sonra silahlı SADAT militanları sokağa dökülüp katliam yapacak.

Tayyip Erdoğan profilindeki bir siyasetçinin böyle çılgınlıklar yapmayacağını savunabilecek olan var mı?

Yok.

Dolayısıyla, yazılanların gerçek olma ihtimali mevcut.

Çocukluk döneminin çatışmalarını aşamamış ve düşmanlıktan beslenen bir bünye olan Tayyip Erdoğan, bu özelliklerine kendisine zerk edilen paranoyalar da eklenince, zaten başının pek hoş olmadığı "meşruiyet", "açıklık", yasallık" gibi kavram ve uygulamalarla arasına iyiden iyiye mesafe koydu.

Öyle anlaşılıyor ki, Tayyip Erdoğan'a karanlık yol ve çıkmaz sokak önermeyen hiç bir danışman ayakta kalamıyor. Saraya yakın çevreler, Tayyip Erdoğan'ı yönlendirebilen kişilerin başında şiddete eğilimli, ağzı bozuk ve acımasız bir karakter olan yeğeni Ali Erdoğan'ın geldiğini söylüyor. Orta öğrenimi bile tamamladığı şüpheli, herhangi bir mesleği olmayan bu kişi, devletin bütün meselelerinde söz ve etki sahibi.

Çevresini yeğenler ve damatlarla donatan Erdoğan, sarayını (ve tabii ülkeyi de) Baasçılık prensipleri çerçevesinde yönetiyor:

Akrabalar monarşisi-İstihbarat-operasyon-çatışma.

Bütün sorunlara "mezhepsel" gözlükten bakılıyor. Sadece dinsel bir içeriğe sahip değil bu mezhepçilik; kendi çıkarları ile çatışan veya sözlerinden çıkan kim varsa "karşı mezhep" gibi görülüyor. Kin güdülüyor ve düşmanlaştırılıyor.

Hatırlayın, Tayyip Erdoğan Soma olayları sırasında "Ulan İsrail dölü" diyerek hiç tanımadığı bir genci hırpalamıştı. Beynindeki "düşman" imgesi o zaman İsrail idi. Bu imge, duruma göre "Ergenekon", "Paralel yapı", "darbeci askerler", hatta kendi atadığı ama "düşmanla işbirliği yaptığı ortaya çıkan" Başbakanlar olabiliyor.

Motivasyonunu dini menkıbelerdeki mezhep savaşlarından alan bir davranış, Tayyip Erdoğan için her gün bir dehşet senaryosu üretmeyi yarış haline getirmiş kadrolara da sürekli ilham veriyor.

Şimdi, sosyal medyayı aniden bombalayan "SADAT" ifşaatını, yazının girişinde anlattığımız , İstanbul sokaklarına etki ajanları salarak korku yayma örneği ile birleştirdiğimizde bir "hazırlığın" var olduğu mâkul gelebiliyor.

Peki bunu başarmak olası mı?

Yani, örtülü ödeneklerden aktarılan paralar, kurulan kadrolar, yapılan planlar bir iç savaş çıkarmak için yeterli mi?

"İç savaş çıkarsa çıksın, ezip geçeriz" diyen, her şeyin kendi istediği gibi sonuçlanacağından gerçekte emin mi?

Bu kadar tehlikeli bir coğrafyada yaşayıp da olup bitenlere objektif bakmayı başarırsak şunu görebiliriz:

Bölgede iç savaş tuzağına düşürülememiş ender ülkelerden biriyiz.

"Soykırım" diye dayatılmak istenen 1915 bile Ermeni çetelerinin kışkırttığı, İttihat ve Terakki Hükümeti'nin Alman tuzağına düştüğü, Türklerin ve Ermenilerin ise mağdur olduğu olaylardı. İki halk karşı karşıya gelip birbirini kırmadı. Kadrolar ve çeteler kan döktü, halk kendini savunmaya çalıştı.

Daha yakın örneklere gelirsek Çorum, Maraş, Sivas olayları da bir Alevi-Sünni savaşı çıkaramadı. Alevilerin üzerine kontrgerilla salındı, iç savaş çıkmayacağı anlaşılınca, devlet asker-polis gücüyle devreye girdi ve olaylar kontrol altına alındı.

30 yıl süren ve "tabana yayıldığı" iddia edilen terör örgütü PKK'nın "mücadelesi" de halen gözlerimizin önünde yaşanmaktadır ve Kürtlerin bütünü asla eylemlerin içine çekilememektedir. Yakıp yıkan terörist PKK kadroları, büyük ölçüde asker ve polisle başbaşadır.

Sonuç itibarıyla, bir Suriye ve Irak olmadığımız gibi, birer Ukrayna ve Yugoslavya da değiliz. İçimize atıp taşlaştırdığımız kinlerimiz yok. Bütün ifade engellerine rağmen her şeyi tartışıyoruz ve işler tehlikeli bir noktaya sürüklendiğinde herkes kendi sınırlarına çekilmeyi öğrenmiş.

Ülkeyi yönetenlerin bütün gayretli çabalarına rağmen, yaşanan kavgalar bir Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Sağcı-Solcu, Laik-Dindar vs. savaşına sürüklenemiyor. Topyekûn iki toplum değil, gruplar ve kadrolar çatışıyor; toplum seyretmeyi tercih ediyor. Bunların yanı sıra, komşuluk ve akrabalık halen iç içe. Toplum olarak espri yeteneğimizin rolünü de hiç yabana atmayalım.

Ayrıca, iç savaşı arzulayan varsa şunu da bilmelidir ki kimin kimi "ezip geçeceği" hiç belli olmaz. Bu işlerde evdeki hesap genellikle çarşıya uymaz. Hele de bu kadar düşman kazanmayı başarmışsanız...

Ülkenin en tepesinde oturan ve halen yetki gasp etmeye doymayan kişinin gözünü bu kadar karartmış olması ülkeye zarar verir mi?

Verir.

Allah korusun can kaybı yaşanır mı?

Yaşanır. Ancak olaylar, bir iç savaş niteliğine bürünmez.

Günlük mesaisinin en az bir kaç saatini toplumun çeşitli kesimleri, meslek kuruluşları, sanatçılar, gazeteciler, hiç kimseyi bulamazsa kendi refikleri ile kavga etmeye ayıran bir yöneticinin yaptığı her plan, içeriden torpil yemeye de elverişilidir aynı zamanda.

Sakin olacağız ve korkmayacağız.

Alevisi, Sünnisi, Türkü, Kürdü birbirimize sarılacağız, hain tuzaklara düşmeyeceğiz.

SADAT konusunda son bir not:

Bu şirket 2012'de kurulmuş. Yani Hakan Fidan'ın baş gözde olduğu, uğruna yargıya darbe yapıldığı günler..."Sır küpünün" anahtarının kırılmadığı günler...Reza'nın çikolata kutuları dağıttığı günler...

Böyle bir şirketin kurulup lojistiğinin sağlanmasında MİT'in ve Hakan Fidan'ın etkisinin bulunmadığı savunulamayacağına göre, Mehmet Eymür ve Fuat Avni üzerinden yapılan bu deşifrasyon ne anlama geliyor?

Hakan Fidan arkasını temizliyor olabilir mi?

Veya kendisine "gitmeden önce arkanı temizle" denilmiş olabilir mi?

Zira, her nedense bünyesindeki subayların isim ve uzmanlık alanlarını teker teker web sitesinde yayımlayan SADAT, aniden siteyi kapatıp ortadan kayboldu...

Veya bir taşla iki kuş vurup;

bir yandan işlevini tamamlamış (veya tamamlayamamış) yapılar tasfiye edilirken, öte yandan da sokaktaki vatandaşın içine iç savaş korkusu salınmak istenmiş olabilir mi?

Her şey olur..

Yaşayıp görmek lazım...

Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN), 28 Haziran 2016

http://twitter.com/fasibel


...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder