Gülen Cemaati Üyeleri, Dışişleri Bakanlığı'na Abdullah Gül döneminde girdi, BÖLÜM 1
Özdem Sanberk:
Eski Dışişleri Müsteşarı Sanberk: İslam dünyasıyla her zaman ilişkimiz vardı, AKP döneminde kendimizi Orta Doğu'dan diskalifiye ettik
Hazal Özvarış
01 Mayıs 2016
Türkiye Büyük Millet Meclisi 1920’de kurulduktan sonra dış politikaya ilişkin ilk kararı Moskova’ya heyet göndermek oldu. İlk Hariciye Vekili Bekir Sami Kunduh’la iki ay sürecek yolculuğa çıkan İktisat Vekili Yusuf Kemal Tengirşenk, Moskova’dayken hatıra defterine şu notu düştü:
“Cici Nazlım, açlık canıma tak etmeye başladı.”
Moskova’ya ilk gidişinde açlığa da talim eden Tengirşenk’in, Hariciye Vekili olduktan sonra çıktığı ikinci Moskova yolculuğunu bu kez kendisine eşlik eden Maarif Vekili Rıza Nur Bey anlatıyor:
“Yaylılara bindik. Yusuf Kemal Bey ile bir arabadayız. Çok soğuk. Hareketsizlikten bilhassa ayaklar donuyor. Bir halısı varmış, dizlerini örtüyor. Ben de kenarını örttüm. İkimize de yetiyor. Kızdı. ‘Halımı berbat ediyorsun, onu ben kendi canım için aldım’ dedi. Hodbinlik!...”
Heyet, Sovyet Rusya’dan dört milyonunu trenle taşıyacakları 10 milyon altın ruble kredi sözüyle dönerken, Ankara’nın Paris’e atadığı ilk diplomatik temsilci Ahmet Ferit Tek de memleket işleri yolunda yemek takımı ‘aşırıyordu.’
“Türkiye’de iki devlet, iki hükümet ve iki baş varken, Fransa’da tek Türk temsilciği olur muydu? Ankara hükümeti Paris’te temsil edilecekti de İstanbul hükümeti ondan geri mi kalacaktı? (...) İstanbul temsilcisi Nabi Bey’in oturduğu bina, Devleti Aliyye’nin sefaret binasıydı ve her şeye rağmen, tam bir büyükelçilik gibi donanımlıydı. Ankara temsilcisi Ferit Bey’in kiraladığı bina ise tam takırdı. Ferit Bey, resmi bir ziyafet mi verecek? Hemen Numan çavuşu koşturuyor, Başkatip Mehmet Ali Bey’in yardımıyla, Osmanlı Sefaret binasındaki ay yıldızlı yemek takımlarını gizlice beriki binaya taşıttırıyor ve bu sayede, yüz akıyla kusursuz bir ziyafet veriyordu. Yemek sonunda çabucak yıkanıp kurulanan tabak ve çatal-bıçak takımı, aynı gece yine gizlice geri götürülüp yerlerine konuyordu.”
Türkiye’nin en kıdemli emekli diplomatlarından Bilal Şimşir’in cumhuriyetin ilk dış temsilcilerinin yaşadıklarını anlattığı Bizim Diplomatlar kitabında, dağılan bir imparatorluğun eşiğinde inşa edilen Cumhuriyet'in dış politika serüveninin, birkaç satırını yukarıda aktardığımız olağanüstü renkli hikâyesi var.
1920’den bu yana 96 yıl geçtikten sonra Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın sitesinde bugün de şu not yer alıyor:
“Dışişleri Bakanlığı halen merkezde ve dış teşkilatımızda 2156 diplomatıyla görev yapmaktadır. Türk hariciyesi, kısıtlı kaynaklarına ve personel sayısına rağmen…”
Peki ‘kısıtlı kaynaklar’ın farklı ölçeklerdeki devamlılığı dışında Türk diplomasisinde neler değişti, değişiyor? Değişim sadece gelişmeye mi işaret ediyor, yoksa geri gidişler de var mı? Yanıtları, dış politika perspektifi yetkilerinin tarifiyle ‘sıfır sorun’dan ‘değerli yalnızlık’a evrilen AKP dönemi özelinde konuşmak için Özdem Sanberk’in kapısını çaldık.
< Özdem Sanberk, BM'de Mavi Marmara saldırısını araştırma komisyonunda Türkiye'yi temsilen görev aldı.., >
Sanberk, 1963’te girdiği Dışişleri’nde Madrid, Amman, Bonn ve Paris’teki OECD ve UNESCO daimi temsilciliklerinde görev alan, başbakan olduğu dönemde
Turgut Özal’ın dış politika danışmanlığını, ardından Avrupa Topluluğu nezdinde büyükelçi olarak Daimi Temsilcilik yapan bir isim. Dışişleri’nde bir bürokrat en için en
yüksek makam olan müsteşarlığa kadar yükselen, Londra Büyükelçiliği ardından emekli olan Sanberk, bugün Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) başta
olmak üzere çeşitli düşünce kuruluşlarında aktif olarak çalışıyor. Uluslararası sularda İsrail saldırısına uğrayan Mavi Marmara gemisi için Birleşmiş Milletler'in
başlattığı soruşturma sürecinde Türkiye’yi temsil eden isim de Sanberk oldu.
Dışişleri’nin bugün geldiği nokta için “Kariyer niteliği çok sulandırıldı” diyen Özdem Sanberk’e göre, bunun başlıca sebeplerinden biri Fethullah Gülen cemaati
üyelerinin liyakat gözetilmeden bakanlığa alınması. Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde yaşandığını belirttiği bu gelişme için, Özdem Sanberk, şu
notu paylaşıyor:
“Gülen cemaati gibi bir ideolojiyle gelinmesi Dışişleri içerisindeki kaynaştırıcı, disiplinli, dönüştürücü sistemi de etkiledi.”
AKP’nin ilk döneminde Avrupa Birliği (AB) adaylığı için attığı adımları destekleyen Sanberk, kırılma yılı olarak da AKP’nin AB yolunda en somut kazanımı olan
müzakerelerin başlama yılı 2005’i mimliyor. Aynı yıl AKP’nin AB’yi dış politikada öncelik olmaktan çıkardığını savunan Sanberk, eleştirilerine rağmen
“ Vize kalkarsa çok büyük başarı olur, ben ümitliyim” görüşünü de AKP’den esirgemiyor.
Yaygın iddianın aksine Türkiye’nin dış politikada sırtını İslam dünyasına hiçbir zaman dönmediğinin altını çizen Sanberk’e göre, son dönemde
“ Diplomasimizle kendi kendimizi Orta Doğu’dan diskalifiye ettik.”
İsrail’den AB’ye, Suriye’den ABD’ye uzanan alanda Türk dış politikasını değerlendirirken “Türk toplumunun otoriteye zaafı olduğunu” görüşünü de savunan
Özdem Sanberk’in T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Dışişleri’nde klasik diplomasiden
kamuoyu diplomasisine
- Dışişleri Bakanlığı’nda aktif yaklaşık 35 yıl çalışmış, sonraki 16 yılda da BM Araştırma Komisyonu’nda Türkiye’yi temsil edecek kadar yakından izlemiş biri
olarak söyler misiniz, girdiğinizde hariciye neredeydi, bugün nerede?
Bakanlığa girdikten sonra yaptığım iki yıllık askerlik hizmetini de dahil edince 37 yıl çalıştığımı zannediyorum. Hem müsteşarlık, hem büyükelçiliği Londra’da
yaptığım için Dış işleri’nde daha fazla bir hizmet verebileceğimi zannetmediğim den ve yaşım da başka bir kariyer yapmaya müsait olduğundan 61 yaşımda
emekliliğimi istedim ve 2000 yılında düşünce kuruluşları dünyasına girdim. Bundan da hiç şikâyetçi değilim. İnsanın kendini yetiştirmesinin sınırı olduğunu
düşünmediğim için iyi oldu.
Girdiğim zamanki Dışişleri ile şimdiki arasında hem olumlu, hem olumsuz farklar var muhakkak. Olumlularını söyleyeyim. İhtisaslaşma var. Eskiden bir Dışişleri
memurunun hem tematik, hem coğrafi bakımdan her konuyu bilmesi gerekeceği varsayılırdı. Bir aşamada Arap memleketlerine giderdin, ondan sonra soluğu
Birleşmiş Milletler’de (BM) alırdın, oradan örneğin Güneydoğu Asya’ya geçerdin. Şimdi bunlar, tam olmasa da daha ölçülü bir şekilde yaşanıyor. Coğrafi olarak
artık Arap dünyası, Avrupa Birliği (AB) veya İspanyol dünyasında ihtisaslaşmalar yaşanıyor. Tematik olarak enerji diplomasisi, Çok taraflı - BM, AB, NATO,
AGİT - Diplomasi gibi alanlarda değerli diplomatlarımzın olduğunu görüyoruz.
Ayrıca eskiden adaylar daha çok siyasal bilgiler ve hukuk gibi sosyal bilimlerden gelirken spektrum genişledi. Şimdi sanırım değişik ihtisas alanlardan gelen
diplomatlarımız da çoğaldı.
Bir de tabii, benim Dışişleri’ne girdiğim 1960’lı yıllardaki dünyayla bugünkü arasında çok büyük fark var. O fark da bütün bürokrasiye yansıdığı gibi,
Dışişleri’ne de yansıdı. O zaman Osmanlı diplomasi geleneklerinden yetişmiş klasik Türk diplomasisinin temsilcileri hâlâ hayattaydı ve daha çok kapalı kapılar arkasında ilerleyen, kamuoyunu pek nazar-ı itibara almadan klasik diplomasi yapılırdı. Şimdi public diplomacy denilen kamuoyu diplomasisinin önemi daha fazla anlaşıldı.
- ‘Public diplomacy’den ne anlamalıyız?
Yani medyayı, bilhassa TV kanallarını, düşünce kuruluşlarını, konferans, her türlü toplantı, yayın, lobicilik faaliyeti, hatta sanat, edebiyat, spor gibi alanlarda kitlelerin düşüncelerini, yani kamuoylarını etkilemeyi ve şekillendirmeyi hedefleyen, moda tabiriyle ‘algı operasyonları’ uygulamayı öngören diplomasiyi anlamalıyız. Türk diplomasisinde bu tür bir gelenek yoktur. Yaşadığımız yüzyılda son derece önem kazanan bu tür diplomasinin tanımı içine parlamentoların temas ve etkinlikleri de girer. Eğer siz dünya kamu oylarını etkileyemezseniz özellikle Batı dünyasında diplomatik eylemlerinden hiçbir sonuç alamazsınız. Çünkü muhatabınız olan yabancı hükümetler, eğer serbest seçimlerle iktidara gelmişse, onlar sizin söylediklerinizden çok kendi seçmenlerinin görüşlerine ağırlık vermeyi tercih edeceklerdir. Siz de hükümetinizin politikalarını öncelikle diplomatik eyleminizi yönelttiğiniz ülkenin kamuoylarına anlatabilmeniz ve sırf bulunduğunuz ülkenin hükümetini değil, o ülkenin kamuoyu nezdinde itibar, saygınlık ve itimat duyguları uyandırabilmelisiniz. Bir ülkenin kamuoyu diplomasisinin başarısı o ülkenin imajıyla yakından ilgilidir. Tabii bunu kolayca veya zorlukla yapabilmeniz temsil ettiğiniz hükümetin uygulamalarına geniş ölçüde bağlıdır. Şurasını hiç unutmamamız gerekiyor; Türkiye’nin imajı Türkiye’de oluşur.
“Gülen cemaati üyeleri Dışişleri’ne girdi; bakanlığın kariyer niteliği sulandırıldı”
- Dışişleri’nde gözlemlediğiniz olumsuz değişimler neler oldu?
Bir kere siyaset girdi. Aslında siyaset her zaman vardı, ama o zaman tek boyutluydu. Atatürk ilkeleri ve cumhuriyetin değişmez prensipleri temelinde gidilirken özellikle 2000’li yıllardan itibaren AK Parti’nin iktidara gelmesiyle yavaş yavaş bir kere Gülen cemaatinin temsilcilerinin Dışişleri’ne girmesi olayını yaşadık.
- Cemaat üyeleri Dışişleri’ne girmeye başladığı zaman da bunu gözlemliyor muydunuz?
Ben AK Parti iktidara gelmeden, 2000 yılında emekli olduğum için bu süreci takip etmedim.
- Sizce Gülen cemaatinin Dışişleri’nde varlık göstermesi, liyakatin göz ardı edilmesiyle mi oldu?
Liyakatin göz ardı edilmiş olduğunu sanıyorum. Ancak bunu konuşabilmek için kurumun içinde yaşamış olmak lazım.
- 2012’de CHP İstanbul Milletvekili emekli büyükelçi Osman Korutürk, son dönemde Dışişleri Bakanlığı’na alınan ve ileride büyükelçi sıfatı da taşıyabilecek 100 yeni meslek memurunun 70’inin İngilizce dahi bilmediğini belirterek “Bu memurlara ODTÜ’de dışarıdan kurs verdirilerek İngilizce eğitimine tabi tutulduklarına ilişkin bilgi aldık. Dışişleri Bakanlığı’nın geldiği nokta budur” demişti. Star gazetesi yaklaşık 2 hafta önce bakanlıkta benzer yetersizlik gösteren kişileri ‘FETÖ diplomatları’ olarak niteledi. Sizin bu konuda bir duyumunuz var mı?
O beyanların ötesinde bir şey söyleyemem. Ama gördüğüm kadarıyla bu beyanlarda bir hakikat payı var. Dışişleri Bakanlığı’nın kariyer niteliği çok sulandırıldı. Ama buna mukabil Dışişleri Bakanlığı kapılarını daha geniş kitlelere açtı.
- “Dışişleri demokratikleşti ve vasatlaştı” mı diyorsunuz?
Bunu söylemek genelleme olur, orada olup vasat olmayan birçok kıymetli genç var. Türkiye’deki Dışişleri’nin kapıları üniversite mezunu herkese açık. Bir kast sistemi yok ve “Belli bir ideolojiye sahip olanlar girsin” gibi bir eğilim de olmadı.
- ‘Sulandırma’dan kastınız sizi mahcup eden tavırları da kapsıyor mu?
Dışişleri’nde doğal olarak artık çok sıkı ilişkim yok, ama şunu gördüm; Gülen cemaati gibi bir ideolojiyle gelinmesi Dışişleri içerisindeki kaynaştırıcı, disiplinli, dönüştürücü sistemi de etkiledi. Ancak Dışişleri her şeye rağmen Türk bürokrasisinde önemli yer tutmaya devam ediyor. Dışişleri geleneklerine bağlı ve muhafazakâr bir kurumdur. Muhafazakârlık duraklama ve gerileme anlamına gelmiyor. Japonya ve İngiltere’de gördüğümüz gibi terakkinin etkili taşıyıcısı da olabiliyor. Dışişleri Bakanlığı bu karakterini korumaya devam ediyor.
“ Gülen cemaatinin Dışişleri’ne girmesinin
Gül döneminde olduğu yüzde yüz ”
- Netleştirmek adına soracağız, bahsettiğiniz ‘Dışişleri’ni sulandırma, Gülen cemaati üyelerini liyakati göz ardı ederek işe alma’ Abdullah Gül döneminde mi oldu, Ahmet Davutoğlu döneminde mi?
Kesin bilmiyorum ama Gül döneminde olduğu yüzde yüz. Çünkü bu gelişmeler, cemaatle AK Parti arasında her şeyin güllük gülistanlık olduğu o dönemde yaşandı. Kavga 17-25 Aralık’tan sonra ortaya çıktı.
- Sizce İngiltere’de de eğitim gören, AKP döneminden önce Avrupa Konseyi ve NATO parlamenter meclisleri üyeliği de yapan, dolayısıyla dış ilişkilerde liyakatin önemini tecrübe etmiş olduğu düşünülebilecek Abdullah Gül, kendisi Dışişleri Bakanlığı’na geldiğinde liyakati neden göz ardı etmiş olabilir?
Bu sorunun yanıtını muhakkak ki ancak Sayın Gül verebilir.
- Siz bu gözleminiz hakkında süreçte hiç uyarıda bulundunuz mu?
Hiç bulunmadım.
“ Komşularla Sıfır sorun olumlu, Yapıcı ve Çarpıcı bir Slogan”
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder