Fırat Kalkanı’nda El-Bab ve Sonrası,
Oytun Orhan
2017-02-20
Fırat Kalkanı Harekatı’nda kritik bir aşamaya gelindi. Operasyonun Münbiç ile beraber iki nihai hedefinden biri olan El-Bab’ın ele geçirilmesi için şehir savaşı başladı. Esasında Fırat Kalkanı yaklaşık iki ay önce El-Bab’a ulaşmıştı. Ancak Fırat Kalkanı’nın El-Bab kapısına dayanması ile beraber o zamana görülmemiş şekilde yerel ve bölgesel bazı aktörlerden itirazlar yükselmeye başladı. El-Bab’ın kritik önemi nedeni ile hem DEAŞ yüksek bir direnç göstermeye başladı hem de yakaladığı “tarihi fırsatı” kaçırmak istemeyen PYD/YPG El-Bab sırasının kendisine geçmesi için Türkiye’nin askeri başarısızlığına yatırım yapmaya başladı. El-Bab kuşatmasına paralel Türkiye içinde artan PKK ve DEAŞ eylemleri bu çerçevede görülebilir. El-Bab’a kadar Fırat Kalkanı’na ciddi itiraz yükseltmeyen İran, Rusya ve Suriye rejiminden de aykırı sesler duyulmaya başlandı.
Bedel ağır olabilir,
Rusya ile yapılan görüşmeler neticesinde El-Bab konusunda sıkıntı aşıldı ve hatta iki ülke Hava Kuvvetleri arasında imzalanan mutabakat ile operasyonlar koordineli şekilde yürütülmeye başlandı. Sonrasında Rus uçaklarının da El-Bab’ta DEAŞ hedeflerini vurmaya başlamasına şahit olduk. Ancak İran ve rejimin itirazları somut karşılığa dönüştü ve Kasım 2016 ayı sonunda El-Bab çevresinde gerçekleşen rejim hava saldırısı sonucunda dört Türk askeri hayatını kaybetti. Daha sonraki günlerde saldırı öncesinde o bölgede İran destekli milis güçlere ait bir insansız hava aracının dolaştığı bilgisi basına yansıdı.
Türk ordusunun operasyonları neticesinde DEAŞ militanlarının El-Bab’ın güneyinden bırakılan koridor üzerinden Rakka’ya doğru çekileceği beklentisi vardı ancak örgüt tersine bu açık hattı şehirdeki savunmasını tahakküm etmek için kullandı ve daha fazla sayıda savaşçısını şehre gönderdi. Türkiye karşılık olarak uzunca bir süre dışarıdan top atışları ve havadan uçak saldırıları ile örgütü zayıflatmaya çalıştı. Sonucunda 8 Şubat 2017 gecesi şehri ele geçirmek için operasyon başlatıldı ve Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçleri şehrin batı tarafından merkeze girmeye başladı. Şehirdeki DEAŞ savaşçı sayısı operasyonlar neticesinde azaltılmıştı ancak Rakka’dan takviye ile halen 700 civarında DEAŞ’lının El-Bab’ı savunmak için mevzilendiği düşünülüyor. DEAŞ ciddi bir zayıflama eğilimi içinde olsa da en önemli gücü motivasyon. Örgüt çok sayıda savaşçısını intihar saldırısına yönlendirebilme kapasitesine sahip. Bu da hem kaybın artmasına hem de sürenin uzamasına neden oluyor. Bu durum en nihayetinde şehrin ÖSO kontrolüne geçeceği ancak bedelin biraz ağır olabileceği anlamına geliyor.
Türk ordusu ve ÖSO’nun ilerleyişine paralel rejime bağlı güçler de Halep şehrinin kuzeydoğusundan El-Bab’a doğru ilerlemeye başladı. Bu ilerleyiş ÖSO ve rejim güçlerinin El-Bab’ın batı kısmında sınırdaş olması ile sonuçlandı ve bu da taraflar arasında çatışmaları tetikledi. ÖSO ile rejimin sınırdaş olması birçok kaza yaşanabileceği anlamına geliyor. Yerel çaptaki çatışmalar bir anda büyüyebilir. Ancak gerginliğin tırmanarak çatışmaların büyümesi düşük olasılık zira hem Türkiye hem de Rusya durumun sakinleşmesi yönünde tavır alacak ve sahadaki taraflara ateşkese uymaları yönünde telkinde bulunacaktır. Ancak her iki kanat içinde de ateşkesi sabote etmek isteyecek aktörler olabileceği unutulmamalı. İran Devrim Muhafızları ve bazı rejim unsurlarının Suriye’de savaşı sürdürme yönünde tavır aldığı, Türkiye-Rusya yakınlaşmasından rahatsız olduğu biliniyor. Rejim-ÖSO karşılaşması Suriye’de ateşkesi, Astana sürecini sabote etmek için son derece uygun bir ortam sunabilir. ÖSO-Rejim çatışmasında belirleyici olacak olan Rusya’nın çatışmaları önleme konusunda ne kadar samimi olacağı.
Fırat Kalkanı’nın Geleceği;
El-Bab’ın ÖSO kontrolüne geçmesi ve rejim güçlerinin güneyden ilerleyişi neticesinde El-Bab-Halep yolu taraflar arasında sınır oluşturabilir. Rejimin El-Bab’a yönelmesinin ise birkaç nedeni olabilir. Astana süreci ile ateşkes sağlanmış ve siyasi çözüm yolunda irade ortaya konmuş olsa da Türkiye ve Suriye tarafları birbirinin niyetlerine güvenmiyor. Rejim ve İran El-Bab’ın güneyinden PYD/YPG bölgelerine ulaşarak Fırat Kalkanı’nın El-Bab sonrasında doğuya, Rakka’ya uzanmasının önünü kesmek istiyor olabilir. Rejim ve İran açısından Rakka ve Deyr ez Zor kesinlikle kaybedilmiş bölgeler değil ve Halep sonrasında daha büyük bir özgüvenle buralara geri dönmenin planlarını yapıyorlar. İran için bu bölgeler Irak’taki Haşti Şaabi (İran destekli milis yapılanma) ile coğrafi bağlantıyı sağlamak açısından hayati önemde. Rejim de doğal olarak şartlar elverirse her karış Suriye toprağına geri dönüşün yollarını aramakta. Her tarafı DEAŞ ile çevrelenmiş olduğu halde rejim güçlerinin Deyr ez Zor’da halen direniyor olması başka türlü açıklanamaz.
Bütün bunlara rağmen rejimin güneyden El-Bab’a doğru ilerleyişi Türkiye açısından fırsat da sunmaktadır. Rejimin araya girmesi DEAŞ’ın Rakka’dan ikmal hattını keserek Türkiye ve ÖSO’nun El-Bab’ta rahatlamasını sağlamıştır. Bunun da ötesinde ÖSO ile birlikte rejim güçlerinin de PYD/YPG bölgelerinin arasına girmesi “Kuzey Suriye Federasyonu” açısından büyük bir darbe.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifade ettiği üzere Fırat Kalkanı’nın daha güneye inmesi söz konusu değil. El-Bab’ın ÖSO’ya geçmesi ile beraber Fırat Kalkanı’nın DEAŞ ile sınırdaşlığı sona erecek ve yeni hedef YPG olacaktır. YPG ile mücadele açısından ilk aşamada iki bölge öne çıkıyor. Birincisi Münbiç ve diğeri Afrin. Türkiye Münbiç’te ABD, Afrin’de de Rusya ile koordineli bir şekilde süreci götürmek durumunda kalabilir. Bu süreçte belirleyici unsur Trump’ın Suriye’de DEAŞ ile mücadelede nasıl bir yol izleyeceği olacak. Trump’ın Başkanlığı devraldığı sırada yaptığı konuşmada vurguladığı üzere Suriye’de ve hatta dış politikada önceliği DEAŞ ile mücadele. Bu açıdan ABD’nin Suriye politikası Obama döneminden çok büyük bir farklılık taşımayabilir. Sadece ABD’nin Suriyeli muhaliflere zaten sınırlı olan desteği azalacaktır.
Ancak Trump yönetiminin DEAŞ ile mücadelede nasıl bir yol izleyeceği, hangi aktörlerle işbirliği yapacağı Münbiç ve sonrasında Fırat’ın doğusundaki YPG bölgelerinin kaderini belirleyecek gibidir.
İlk işaretler birbiri ile çelişiyor. Trump ve ekibindeki isimlerden Türkiye-ABD ilişkileri, Suriye’de Türkiye ile işbirliğine dönük olumlu mesajlar geliyor. Ancak aynı yetkililer YPG ile ittifakın önemine ve sürdürülmesi gerektiğine de vurgu yapıyor. ABD her ne kadar net bir tercihe zorlanacak olsa da bunu yapmaktan kaçınacak gibidir. Muhtemelen YPG ile işbirliğine devam edilecek, Rakka kırsalının tamamı YPG’ye teslim edilecek, Rakka merkezine operasyon gündeme geldiğinde de Türkiye ve daha fazla Rakkalı Arap’ın dahil olacağı bir plan üzerinde çalışacaktır. YPG ile işbirliğine devam ederken de Türkiye tarafına yönelik “ Hasar Kontrolü ” çabası içinde olabilir. ABD, bazı tavizler üzerinden Türkiye’yi “rahatlatacak” açılımlar yapmak isteyebilir.
ABD bakışına göre “ Türkiye şimdi itiraz etse de uzun vadede yeni gerçeklik ile birlikte yaşayabilir.” Bu açıdan Türkiye-Irak Kürt Bölgesi ilişkisi örnek olarak veriliyor. Buna göre “ Türkiye Irak Kürt Bölgesi kurulurken de itiraz etmiş ancak sonrasında sıkıntı kalmamış ve iyi ilişkiler kurulmuştur.” Ancak muhtemelen ABD tarafının anlamadığı Türkiye açısından sorunun Kürt değil ancak “PKK bölgesi” kuruluyor olması. Bu da Türkiye’nin hasar kontrolü ile yatıştırılamayacağı anlamına gelebilir.
İdlib’teki gelişmeler,
Kuzey Suriye’de Türkiye’yi yakından ilgilendiren diğer bir süreç İdlib’te yaşanmakta. Türkiye-Rusya yakınlaşması, Halep’in düşüşü ve en nihayetinde Astana süreci İdlib merkezli muhalifler arasında yeni bir tartışma başlattı ve derinleşen görüş ayrılığı sıcak çatışma ile sonuçlandı. İdlib’teki en güçlü grup olan Nusra Cephesi (yeni adıyla Şam’ın Fethi Cephesi) ve diğer bazı muhalif gruplar askeri çözüm konusunda ısrarcı davranmakta. Bu da söz konusu muhalif grupların Nusra Cephesi liderliği altında birleşmesi ve “Hai’at Tahrir al-Sham” adı altında yeni bir çatı oluşum kurması ile sonuçlandı. Diğer grupta yer alan muhalifler ise Ahrar eş-Şam liderliği altında Nusra’ya karşı birlikte hareket etme temelinde bir araya gelmekte. Bu kesim Astana sürecini desteklemekte ve muhtemelen Türkiye’ye daha yakın duran gruplardan oluşuyor. Güç dengeleri açısından bakıldığında “Hai’at Tahrir al-Sham”’ın diğer gruba karşı çok daha güçlü konumda. Dolayısıyla çatışmaların devam etmesi İdlib’in büyük ölçüde Nusra Cephesi kontrolü altına girmesi ile sonuçlanabilir. Türkiye’nin tavrını Ahrar liderliğindeki bloktan yana koyacağı ortada. Ancak mevcut bölünme süreci Türkiye açısından salt riskler içermiyor. Türkiye-Rusya mutabakatının ana maddelerinden biri de ılımlı muhaliflerin DEAŞ ve Nusra Cephesi gibi radikallerden ayrıştırılması. İdlib’te muhalifler tablosu o kadar karmaşık ki bu ayrımın nasıl yapılacağı ve Türkiye’nin nasıl rol oynayacağı belirsizdi. Ancak İdlib’teki gelişmeler ile saflar netleşmekte. Türkiye ise yoluna siyasi çözümü destekleyen ılımlı muhaliflerle devam edecektir.
Bu yazı “Fırat Kalkanı’nda El-Bab ve Sonrası” başlığı ile Star Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
http://www.orsam.org.tr/index.php/Content/Analiz/5070?s=orsam|turkish
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder