Türkiye, Ortadoğu Kaynaklı Bölünme Tehlikesinin Farkında Değil
E.Tümg. Armağan Kuloğlu,
ORSAM Başdanışmanı
2009-06-09
Terör devam ediyor. Bu nedenle terörle mücadele de sürüyor. Mücadelenin doğal sonucu olarak şehit ve yaralılar, sakat kalanlar oluyor. Yaralılar, sakat kalanlar ve şehitlerin geride bıraktığı yakınları büyük acı içinde. Sürekli şehit cenaze törenleri yapılıyor. Bu törenler, şehitlerin kendi ailelerinden olmaması durumunda kamuoyuna sanki rutin bir faaliyetmiş gibi gelmeye başladı. Kılınan cenaze namazlarındaki simalar artık görmeye alışık olduğumuz ve çok tanıdık kişiler. Kamuoyu bu manzaraları görmekten usanmış durumda ve tepkili. Mutlaka bir çare bulunmasını arzu ediyor. İşte böyle bir ortamda bütün dikkat, terörün sona erdirilmesi yönüne çevriliyor ve bu konuyu çözecek çareler bulunması talep ediliyor. Yönetim de kamuoyunun bu isteğini yerine getirmek için çözümler arıyor. Amaç, terörün bir şekilde sona erdirilmesi veya en azından gündemden düşecek seviyeye çekilmesi. Çözüm adına, terörün “Kürt Sorunu” olarak algılanıp, bir grup insanı memnun ederek terörü durdurmak için hak adı altında birtakım açılımların yapılması da gündemde. Hatta bu açılımların yapılması durumunda kamuoyunu zihnen hazırlamak maksadıyla; olası tepkileri önlemeye yönelik, sorunun çözümü için fırsatlar olduğunu ifade eden, toplum üzerinde yoğun bir psikolojik operasyonun uygulanmakta olduğu da bir gerçek. Bütün bunların anlamı, terörün ülkeyi belli bir kıvama getirdiği ve siyasi amacına ulaşmak için ortamı hazırlamış olduğudur. Terörün, belirli siyasi amaçlara ulaşmak için devlet otoritesini zayıflatarak taviz almaya yönelik şiddet hareketi olduğu bilinmektedir. Terör, toplum üzerinde şiddet, baskı, korku, bezginlik yaratarak siyasi amacının propagandasını yapar. PKK terör örgütü de bu maksatla hareket eden bir silahlı propaganda aracıdır. Hedef; devlet otoritesini zayıflatmak, siyasi amacını iç ve dış kamuoyunun gündemine taşımak, devletten tavizler koparmak ve hareketi siyasi alanda devam ettirmektir. Gündemde olan ve zararı her kesimde hissedilen terör olduğu için bütün dikkat bu sıkıntının üzerinde yoğunlaşmakta, esas tehlike göz ardı edilmektedir. Esas tehlike, “etnik esasa dayanan bölücülük” hareketidir. Bu konu Türkiye’de “Kürtçülük” olarak kendini göstermektedir. Etnik esasa dayalı bölücülük yapanlar, diğer değimi ile “Kürtçüler”, terör ve siyaseti birbirini destekleyecek şekilde kullanmaktadır. Konuyu kamuoyuna kabul ettirmeye ve ortamı uygun hale getirmeye çalışmaktadır. Siyaset yolu ile yapılan bölücülük, hem yurt içinde hem de yurt dışında sürdürülmekte olup, bu durum terörden çok daha tehlikeli bir durum yaratmaktadır. Hareket, etnik esaslı siyaset yapan bir siyasi parti ile de desteklenmektedir. Siyaset alanında yapılan etnik bölücülük son zamanlarda gittikçe tırmanmakta, Kürt coğrafyasından söz edilmekte, Kürdistan’ın sınırının çizildiğine kadar uzanan bir seri söylemler de dahil olmak üzere Türkiye, artık bu konularda son derece sorumsuzca ve cesaretle ortaya konan sözlere ve tekliflere sahne olmaktadır. Çözümün adresinin İmralı’da olduğunun ifade edilmesinden, Kandil’e gidip röportaj yapıp isteklere aracılık edilmesine, Kürt Konferansları düzenlenip isteklerin sonuç bildirileri ile duyurulmasından, akil adamlar teşkil edilmesine kadar varan bölücü faaliyetlere şahit olunmaktadır. Hatta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yanlış temeller üzerine ve yanlış bir felsefede kurulduğu, yeni bir anayasa ile iki ulusa dayanan yeni bir düzenlenmenin gerektiği açıkça ve alenen ifade edilmektedir. “Terör yapma, siyaset yap, isteklerini siyasi platformda dile getir” anlayışı yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bölücü terörle mücadelenin azim ve kararlılıkla sürdürüldüğü, bu konuda oldukça iyi sonuçların alındığı ve PKK terör örgütünün artık zorlandığı, ancak örgütün gündemden düşmemek ve sahnede kendisinin de olduğunu göstermek maksadıyla bir taraftan sözde ateşkes ilan ederken diğer taraftan riski az, sansasyonu yüksek olan uzaktan kumandalı mayın saldırıları gibi terör saldırılarına yöneldiği bir ortamda, siyasi açılımların artma eğiliminde olması anlamlıdır. Terör örgütü zayıflama eğilimi göstermektedir. Bu nedenle isteklerini bir an önce siyasi alana aktarmak, siyasi platformda istenilen sonuçlar alınamazsa her an için yeniden daha yoğun eyleme başvurabileceğini gündeme getirmek istemektedir. Örgütün Irak’ın kuzeyindeki faaliyetlerinde de hareket serbestliğinin kısıtlandığı anlaşılmaktadır. Irak merkezi hükümetinin terörle mücadelede niyetini beyan etmesine rağmen, bu mücadeleyi yapamadığını, Kuzeydeki yerel yönetimin, askeri operasyon dışındaki faaliyetlerde ancak kısıtlı bir şekilde mücadeleye yardımcı olabileceğini, hatta PKK’yı, terör örgütü olarak kabul ve ifade edemediğini, diğer taraftan aynı davaya hizmet ettikleri dikkate alınarak fazla bir şey beklemenin de iyimserlik olacağını, ABD’nin doğrudan mücadeleye katılma niyetinin olmadığını, sağlanan mutabakat çerçevesinde kuzeydeki yönetime zarar vermemek ve onu kabullenmenin karşılığında başta istihbarat paylaşımı olmak üzere mücadelede desteğini sürdüreceğini ifade etmek mümkündür. Bütün bu gelişmelere rağmen PKK terör örgütünün, bölgeden başta uyuşturucu ve akaryakıt kaçakçılığından elde ettiği ifade edilen günlük 1,5 milyon ABD doları kadar kaynaktan mahrum kalmak istemeyeceği de bir gerçektir. Böyle bir ortam içinde terörü gündemden düşecek seviyeye getirmek maksadıyla, terör örgütünün ve buna paralel olarak bölücü siyaset yapanların bugüne kadar ortaya koydukları isteklerini yerine getirme eğilimlerinin dikkate alınması, zaman içinde ulus olmanın özelliklerini ortadan kaldıracak, ulus devlet ve üniter yapının bozulmasına imkân yaratacaktır. Bu istekleri hafife almak ve zarar getirmeyeceğini düşünmek, terörün devlet otoritesini zafiyete uğratarak tavizler almak maksadına uygun bir davranış olarak nitelendirilecek son derece hatalı bir düşünce tarzıdır. Zararsız olarak nitelendirilen istekler ve adının yanlış olarak konduğu “Kürt sorunu”nun çözümü için ortaya atılan ve yetkililer tarafından dile getirilen tavizlerin getireceği sonuçların, ülke güvenliği açısından sağduyulu olarak yeniden değerlendirilmesine ve atılabilecek yanlış adımlardan sakınılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. İyi niyet gösterisi olarak, İmralı’ya yeni mahkûmların getirilmesi suretiyle bölücü terörün başı yalnızlıktan kurtarılmaya çalışılmaktadır. Kimin ne olduğu hafızalardan çabuk silinmiş gibi görünmektedir. Hatırlamaları için, TSK Rehabilitasyon Merkezini ziyaret etmeleri ve şehit aileleri ile görüşmelerinin uygun olacağı tavsiye edilmektedir. Teröristlerin terörü terk etmeleri, silahlarını susturmaları veya bırakmaları karşılığında af edilebilecekleri ifade edilmektedir. Cinayet işleyenlerin silahı bırakmaları karşılığında af edilmeleri mümkün değildir. Hatta bunların, cinayetin yanında Devletin varlığına kastetmelerinden dolayı daha vahim bir durum gösterdiklerinin dikkate alınması gerekmektedir. Bölücüler tarafından tarafların karşılıklı olarak silahları susturması önerilmektedir. Konu, kamuoyuna iki tarafın çatışması olarak benimsetilmeye çalışılmaktadır. Bir noktada bölücü terör örgütü ve bölücü siyaset yapanlarla mütareke anlayışını çağrıştıran bir mutabakat sağlanmaya çalışıldığı düşüncesi yaratılmaya çalışılmaktadır. Köy isimlerinin Türkçeden Kürtçeye dönüştürülmesi gündemdedir. Anayasanın değiştirilemeyecek, hatta değiştirilebilmesi dahi teklif edilemeyecek maddesi “Devletin dilinin Türkçe” olmasıdır. Dolayısı ile Türkçe olmayan yer isimlerinin Türkçeleştirilmesi yapılmıştır. Değiştirilmesi ulus devletin sorgulanması demektir. İsimlerin değiştirmesinden bugüne kadar çok uzun bir süre geçmiştir. Artık tanınmaması gibi bir durum mevcut değildir. Bunun, İstanbul’un adının uluslararası ortamda daha iyi tanınması için Bizans devrinden kalan isimle değiştirilmesinden bir farkı yoktur. “ Ne mutlu Türküm diyene ” vecizesinin dağlardan, pankartlardan, görmekten onur duyacağımız yerlerden ve andımızdan çıkarılması konusundaki düşüncelerin de, tamamen her şeyi etnik temelde düşünenlerin ortaya attığı bir konu olduğu unutulmamalıdır. Bunun etnik bir anlam taşımadığı aslında herkes tarafından bilinmektedir. Maksat ulus devleti yok etmek olduğu için bu konu dile getirilmektedir.
'' Üniversitelere Kürt dili ve edebiyatı ” Bölümlerinin açılması konusu da, Kürtçenin ne bilim açısından, ne tarih öncesi ne de milattan önceki tarihi gelişmeleri inceleme açısından bir değeri olmadığından, sadece taviz vermek maksadıyla üniversite gündemine getirilmek istendiği anlaşılmaktadır. Kürtçenin eğitim dili olması ise, hem aynı düşünceyle, hem de dil birliği açısından sakınca yaratmaktadır.
Televizyon yayınlarının yaygınlaştırılması da, ayrı bir ulus yaratma düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Vatandaşlarımız, yeteri kadar Türkçe öğrenene kadar, TV yayının TRT-6’daki mevcut haliyle kalması uygun olacaktır. Bölücüler tarafından yerel yönetimlerin etkili duruma getirilmesi ise, bölgede siyasi otorite olma isteğinden kaynaklanmaktadır. Yerel yönetimler yasasında ısrar edilmesi ve yetkili duruma gelme isteğinin altında yatan gerçek, merkezi devlet yönetimine alternatif olma çabasıdır. Demokratik özerklik, hatta İskoçya tipi parlamento arayışları bu düşüncelerin emareleridir. Anayasa değişikliği veya yeni anayasa isteği, tek millet, tek dil durumunu ortadan kaldırarak, iki uluslu bir devlete dönüşüm projesinden kaynaklanmakta, hatta bu istek açıkça dile getirilmektedir.
Etnik temelde bölücülük yapanlar tarafından dile getirilen istekleri ve düşünceleri, ayrıca yetkililer tarafından da zaman zaman ifade edilen çözüm adı altında verilmesi düşünülen tavizleri çoğaltmak mümkündür. Sorunun çözümü için fırsatlar olduğunu, bir daha böyle fırsatın elde edilemeyeceğini, fırsatın kaçırılmaması gerektiğini söyleyen bir kısım akademisyenden, siyasetçisine, devlet yetkilisinden, yazılı ve görsel medya mensubuna ve sivil toplum örgütü mensuplarına kadar uzanan kişiler bulunmaktadır. Aslında ortada bölücülüğün önlenmesi yönünde değil, tam aksine bölücü terörün siyasi alana taşınarak siyaset yoluyla bölücülük yapılması için fırsat yaratılmaya çalışıldığını anlamak gerekir. Kamuoyu dikkatinin bu yöne çekilmesi için toplum üzerinde yoğun bir psikolojik operasyon uygulanmaktadır.
Çözüm adı altında taviz verilmesi için niyet beyan edilmekte, Kandil’de yapılan röportajın yorumları yapılmakta, İmralı’dan haberler gündeme getirilmekte, AB’nin yaklaşımları ortaya konmakta, Obama’nın ve ABD’nin diğer yetkililerinin konuya verdiği destek dile getirilmekte, bu konuyu kendisine vazife edinmiş veya vazifelendiril miş köşe yazarları birbiri ardına sözde çözümü öngören yazılar yazmakta, bilinen kişilerle röportajlar yapılmakta, böylece toplum, yapılması düşünülenlere alıştırılmaya çalışılmaktadır. Terör örgütü için de “Terörle amaçlarına ulaşamayacaklarını anlamışlar” diyen, belki iyi niyetle, ancak hatalı beyanda bulunan yetkililere de rastlanmaktadır. Bilerek veya bilmeyerek hatalı davranış içinde olanların durumu yeniden analiz etmelerinde fayda görülmektedir.
Üzülerek ifade etmek gerekirse, uygulanan psikolojik operasyonlar o kadar etkili olmuştur ki, Kürtlüğü yücelten, Türklüğü ikinci plana iten davranışlar, bir kesimi memnun etmek amacıyla moda haline gelmiştir. İnsanlar, etnik temelde olmasa dahi “ Türküm ” diyemez hale sokulmuştur. İltifat olsun, reyting alsın diye bazı ünlü şarkıcıların Kürtçe şarkı söylemeleri, bazı siyasilerin, TV’de program sunan bazı sunucuların, Kürtçe kelimeler kullanmaları alışkanlık haline gelmiştir. Bir taraftan “ Türkçe Olimpiyatları ” adı altında düzenlenen etkinliklerde, Türkçe konuşulmasından ve şarkı söylenmesinden memnuniyet duyulurken, benliğimizden uzaklaşmamızı çağrıştıran Kürtçe özentilikleri ne kapılmanın yanlış olduğunun anlatılması, anayasal kurumların olduğu kadar her Türk vatandaşının da görevidir. Dilin, ulusu oluşturan unsurların en önemlilerinden biri olduğu unutulmamalıdır. Karşı karşıya kaldığımız sorun “Kürt sorunu” değil, “etnik esasa dayanan “Bölücülük/Kürtçülük” sorunudur. Sorun yanlış teşhis edilerek yanlış isimlendirilir se, çözüm de yanlış olur. Olmayan bir sorunu varmış gibi göstermek ve “çözümsüzlük çözüm değildir” yaklaşımı ile çözmeye kalkmak ise tamamen yanlıştır. Her konuyu ve sorunu çözmeye kalkışmak da hatalı bir davranıştır. Bazen “Çözümsüzlük çözümdür”. Çözüm adına atılan adımlar, daha fazla sorun yaratıyor, karşı tarafa tavizler vermeyi ve ülkemin çıkarlarından vazgeçmeyi gerektiriyorsa, “ Çözümsüzlük çözümdür ” yaklaşımı geçerlidir. Çözüm, ancak ülkemin menfaatleri yönünde olacağı zaman gündeme gelebilir. Karşı taraf yerinde dururken her şeye rağmen sorunları çözmeye kalkarsanız, “Çözüme ulaştım, süreci başlattım” derseniz bu durum, kazanmak değil, kaybetmek demektir. Kıbrıs konusunda, Ermenistan ile ilişkiler konusunda, AB’ye giriş süreci konusunda olduğu gibi bazen statükonun muhafazası, ülke menfaatlerinin gereği olmaktadır. Bu sorunların çözülemediği gerekçesi ile çözmeye kalkışılması, taviz vermeyi gerektirdiğinden sonuç, o güne kadar olan kazançların kaybı demektir.
Bu konularda çözüm adı altında sürekli güvenliğimizden taviz verilmektedir. Etnik esaslı bölücülük/Kürtçülük konusunda da aynen böyle davranılmaktadır. Yukarıda izah etmeye çalıştığım durumdan dolayı Türkiye, tarihinde bu kadar kapsamlı bir bölünme tehlikesi ile karşı karşıya kalmamıştır. Kamuoyunu, verilecek tavizlere hazırlamak için psikolojik operasyon bütün şiddeti ile devam etmektedir.
Psikolojik operasyonun dozajı kaçtığında veya diğer siyasi konularda sıkıntılı bir durum ortaya çıktığında, ustaca bir manevra ile küçük olaylar, sansasyonel hale getirilerek kamuoyunun gündemi değiştirilmeye çalışılmaktadır.
Türkiye’deki etnik esasa dayanan bölücülük/Kürtçülük hareketi, “Bağımsız Büyük Kürdistan Projesi”nin bir parçasıdır. Bunun Türkiye ayağındaki şartlar henüz uygun hale gelmediği için şimdilik “Demokratik Özerklik” ve diğer istekler ön planda tutulmaktadır. Şartlar kendi (Kürtçülerin) düşünceleri yönünde geliştikçe Projenin Türkiye parçasındaki ayrılıkçı istekler çoğalacak, bağımsızlığa giden süreç geliştirilecektir. Daha sonra Irak, Suriye ve İran’daki parçalarla birleşme ve kendi ideallerine ulaşma yolunda ilerlenecektir. Talabani’nin de , Barzani’nin de bölücü terör başının ve aynı fikirde olan diğer başların da düşüncesinin bu olduğu hiçbir zaman zihinlerden uzak tutulmamalıdır. Bir kısım bölücülerin ve bölücü terör örgütü PKK’nın, bazı isteklerini yerine getirerek terörü bir müddet için göreceli olarak durdurmak veya kamuoyunun gündeminden düşecek seviyeye kadar geriletmek mümkün olabilir. Ancak bu defa, siyasi alandaki bölücülük faaliyetleri hız kazanacak, alınacak tavizler kâr hanesine yazılacak ve bölücü siyasiler, yeni tavizler alınması ve asıl hedefe ulaşılması için çalışılacaklardır. Bölücüler bunları elde etmekte zorlandıkları zaman, demokrasi, özgürlük ve insan hakları sloganları ile dış güçlerin konuya müdahale etmelerini talep edebilecek ve teröre de yeniden başvurabileceklerdir. Bu kısır döngü, ulus devlet yapısı bozulana, üniter yapı hasar görene ve bölünmez bütünlük ortadan kalkana kadar devam edebilecektir. Bu konuda alınması gereken tedbirler, bundan önceki “ Psikolojik harekât ile kamuoyu oluşturmak ve güvenlik ” başlıklı yazımda ifade edilmiştir. Bu yazımı, kamuoyunun ve yetkililerin dikkatine bir kere daha sunmakta yarar görmekteyim.
Anayasal bütün kurum ve kuruluşlarımızın, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak herkesin, hata yapma lüksü olmadığı gerçeğinden hareketle sağduyulu davranması, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesi olan ulus devlet, üniter yapı ve bölünmez bütünlüğümüze, halen ve gelecekte zarar getirecek açılımlardan kaçınması ve bu yönde yapılacak olumsuz açılımları engellemesi gerektiğini hatırlatmamın uygun olacağını düşünmekteyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder