30 Ocak 2020 Perşembe

YSK Talimat bekliyor galiba.

YSK Talimat bekliyor galiba. 


Can Ataklı. 
Sözcü Gazetesi
22 NİSAN 2019

ANALİZ.

YSK talimat bekliyor galiba,
Seçimin üzerinden tam 22 gün geçmiş olacak bugün.
17'nci gününde İstanbul seçimini kazanan Ekrem İmamoğlu'namazbatası verilebildi.
Ama İstanbul halkının çilesi bitmedi.
Çünkü YSK'nın “seçimleri iptal etme ihtimali” İstanbul'un tepesinde tutuluyor.
AKP'nin ve MHP'nin itirazları var, seçimlerin iptal edilmesini istiyorlar.
YSK da bu talepleri bekletiyor.
Nedense incelemiyor bile.

Şimdi YSK'nın yapabileceklerini sıralayalım.
1- İktidar ortaklarından gelen iptal başvurularını reddeder, konu kapanır.
2- Seçimlerin iptali konusunda karar alır ve seçim tarihini ilan eder.
3- Karar almayı bekletir, üç ay duruma bakar kararı sonra alır.

3'üncü şık için de iki yol var.
Seçimler iptal edilebilir ya da başvuru reddedilebilir.
Peki, YSK yasal hakkı olan 3 ayı kullanabilir mi?
Kullanabilir tabii.
Gelecek talimata bağlı.
Eğer tepeden “Bize biraz süre lazım, oyalayın” denirse YSK bunu aynen uygular.
Böylelikle İstanbul Belediyesi ve İstanbul halkı üç ay boyunca adeta diken üzerinde oturtulmuş olur.
Bunları eğer gerçekleşirse elbette daha çok konuşacağız.
Ben günümüze gelmek istiyorum. YSK karar vermeyi neden geciktiriyor?
17 Nisan günü mazbata verildi ve İmamoğlu göreve başladı.
AKP ve MHP'nin itirazları da yapıldı.
Başvurular yapıldığına göre; “iptali gerektireceğine inanılan”belge ve kanıtların da sunulmuş olması gerek.
Buna rağmen YSK bekliyor.
Hiçbir şey yapmıyor.
Cumartesi pazar hepsi devlet memuru olduğu için tatil yaptılar.
Oysa konu beş on devlet memurunun hafta sonu tatilini kullanma hakkından çok daha önemli değil mi?
YSK, son 4 gündür hiçbir çalışma yapmıyor.
Alt komiteler ya da oluşturulan bilirkişi heyetlerinin, belge ve kanıtları incelediğine dair bir açıklama da yok.

YSK sadece bekliyor.

Yusufeli ve Keskin'de seçim iptal eden, seçilmiş kişilerin mazbatalarını da geri alan YSK, İstanbul'da kılını bile kıpırdatmadan bekliyor.
Bu bekleyiş “talimat gelecek” kuşkusunu artırıyor.
“Demiri soğutmak gerek” sözü, belki de bu amaçla kullanılmıştır.
NOT: Yazımı tam gönderirken AKP'den haber geldi. YSK başvuruyu görüşmeye pazartesi (bugün) olmadı, salı (yarın) başlayacakmış. Rezalete bakar mısınız,
YSK'nın ne zaman toplanacağını bile AKP açıklıyor. Bu YSK üyeleri yarın halkın, hatta kendi ailelerinin yüzüne nasıl bakacak?

ŞAŞIRDIM

İstanbul Belediyesi kozmik bilgiler merkeziymiş meğer
Son zamanların en komik haberlerinden biri Ekrem İmamoğlu'nun “Başkanı olduğu belediyenin bilgisayar sisteminin bir kopyasını çıkarmasına mahkemenin engel koyması” haberidir.

Neymiş: kopyalama işlemlerini güvenlik yetkisi olmayan kişiler yapabilirmiş, bu da devletin güvenliğini tehlikeye sokarmış.

Zannedersiniz ki, İstanbul Belediyesi devletin kozmik odasının bulunduğu bir kurum.

Devletin gerçek kozmik odasına yetkisiz kişileri sokmaktan çekinmeyen ve buradan alınan bilgilerin yabancıların ellerine geçmesine ses etmeyenlerin; belediye bilgisayarının içine bakılmasından rahatsız olmaları da ibretlik bir durum. Belli ki 25 yıldır yapılan usulsüzlüklerin ve hatta belki de yolsuzlukların
ortaya saçılmasından müthiş korkuyorlar. Bu nedenle de akla ziyan fikirlerle milletin beyninde algı oluşturmaya çalışıyorlar.

Örneğin belediye bilgisayarında tüm İSKİ, İGDAŞ abonelerinin kimlik bilgileri varmış. İstanbul'daki herkesin adres bilgileri burada kayıtlıymış. Yabancı
İstihbarat örgütleri ve eylem yapmak isteyen terör örgütleri için paha biçilmez bilgilermiş bunlar.

Bu bilgilerin piyasaya yayılması halinde “neler olacağını” tasavvur etmek bile insanı korkutmalıymış. Bu nedenle İstanbul'da yaşayan herkes can güvenliğinin
tehlikeye girdiği gerekçesiyle İmamoğlu hakkında suç duyurusu yapmalıymış.
Bu bilgileri paylaşmak için ille bilgisayarın kopyalanmasına gerek yok ki, zaten hepsi İmamoğlu'nun önünde duruyor. Açık söyleyeyim, yandaş tetikçi takımının
hezeyanlarını, korkularını elbette anlıyorum ama yargının kararını anlamak mümkün değil.

Bugüne kadar görülmemiş bir kararı hangi hukuka göre almış olabilirler acaba?

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Hiçbir şey diyemiyorum sadece “Çüş falan oldum” yani!
Özür dilerim biraz fazla argo oldu.
Ama gerçekten söyleyecek söz bulamadım. Şimdi gelin önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun seçimlerden önce valilere gönderdiği talimatı okuyalım;
“Valilere talimat gönderdim; ‘CHP il başkanlarını bundan sonra şehit cenazelerinde protokole kabul etmeyin' diye… Onların gideceği bir adres var. PKK mensuplarının cenazeleri var. Sandıkta beraberlerse, cenazede de olacaklar.”
Ardından tetikçi Güneş  Gazetesi'nin Hakkari'de şehit olan 4 askerimizle ilgili haberi “Mutlu musun Ekrem?” başlığı  ile duyurmasına bakalım.
Çeşitli çap ve ebattaki yandaş tetikçi medyanın Hakkari şehitlerini CHP'ye bağlamalarını da gözden kaçırmayalım.
En sonunda da CHP Genel Başkanı'na yönelik neredeyse “Sivas olayına varacak” saldırıyı düşünelim.
 “Yeni Türkiye” diye adlandırdıkları düşmanlığın, alçaklığın, kin ve nefret ortamından beslenmenin yükselen değer olduğu ülkede oluyor demek ki bunlar.
Bu rezilliği parti ayırımı yapmadan bu ülkeyi seven herkesin lanetlemesi gerekir.
Anlaşıldığı kadarıyla “Yeni Türkiye'nin rezilleri” bundan sonra terör eylemi olmasını ellerini ovuşturarak bekleyecek ve her şehit haberinden sonra CHP'ye
ve tüm muhalefete alçak iftiralarla saldıracaktır.
Utanıyorum.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Sahi, bir düşünün bakalım bu tekne kimin olabilir acaba?
Son birkaç gündür sosyal medyada dolaşan bir söylenti var. Tuzla tersanelerinden birinde 140 metrelik bir tekne inşa ediliyormuş.
Bu teknenin kime ait olduğu soruluyor. Örneğin Abdüllatif Şener şöyle bir tweet attı;
“Tuzla Tersanesi'nde yapımı devam eden 140 metrelik yat kimin için hazırlanıyor dersiniz? Kim veya kimler için hazırlanırsa hazırlansın, ne fark eder?
Uçmayan saraylarımız var. Uçan saraylarımız da var. Yüzen bir sarayı kıskanacak değiliz ya!”
CHP eski milletvekillerinden Haluk Pekşen de aynı konuda attığı bir tweette şunları söyledi; “Milyonlar açlık ve sefaletle boğuşurken, bu soruyu cevap
alana kadar soracağım. İstanbul Tuzla'da inşa edilmekte olan 140 metre uzunluğunda, üzerinde helikopter pisti açık-kapalı havuzu, altın kaplama musluklar,
kristal aynalar-avizeler olan dünyanın en süper lüks yatı kimindir?”
Bu tweetlerin altındaki yorumlara baktığımda olağan şüphelilerin kimler olduğu konusunda bir tahmin yürütmeniz elbette mümkün. Ama tabii yine bilmiyoruz
bu yatın sahibini.

Sahi kimin olabilir ki bu yat?

YENİ ÖĞRENDİM

Son anket Erdoğan'ın canını çok sıkmış
Yüksek Seçim Kurulu üyeleri, bir gün yargılanmayı bile göze alarak “Aslanlar gibi direniyor” bana göre.
Yoksa daha önce CHP ve muhalefete uyguladıkları gibi, AKP'nin işine gelmeyen her başvuruyu anında geri çevirdikleri gibi İstanbul'da seçim iptalini isteyen
başvuruyu da reddetmiş olurlardı çoktan.
Onlarca yıllık devlet kariyerlerini sıfırlamayı göze alarak karar vermekten şimdilik kaçınıyorlar.
Kim bilir belki de el altından, “Bu belgeler yetmez, bunlarla iptal kararı alamayız, biz oyalayalım siz de başka şeyler bulun” diyorlardır.
Nitekim iktidar ortakları sürekli yeni belge ve bilgi bulduklarını düşünerek bunları YSK'ya aktarıyorlar.
Son olarak, KHK'lar ile işten atılanların oy kullanamayacağınıileri sürdüler.
İstanbul'da bu durumda 14 bin küsur kişi varmış ve oy kullanmışlar.
AKP ve MHP zihniyeti bu oyların otomatikman CHP'ye gittiğinivarsayıyor ve herhalde “Bunları CHP'den silersek seçimi kazanırız” diyor.
YSK, bu talebe ne der bilemiyorum ama “Bunun delil olarak kabul edilmesi halinde referandum ve 24 Haziran seçimlerinin de iptali söz konusu olacak mı?”
sorusu gündeme gelecektir. YSK o zaman ne der?
YSK'nın kıvranması ve yukarıdan beklediği talimatın gelmemesinin nedeni, belki de son yapılan bir anket çalışmasıdır.
Saraya yakın tanıdıklarımdan duyduğuma göre Erdoğan bir anket yaptırmış.
Bu ankette AKP'ye oy verenlerin yarıdan fazlasının Ekrem İmamoğlu'na haksızlık yapıldığını düşündüğü ortaya çıkmış.
Aldığım bilgiye göre, Erdoğan yeni bir seçimde aldığı oyların daha da düşebileceğini düşünüyormuş.
Bu nedenle YSK'ya bir talimat veremiyormuş.
Hem saray, hem de YSK için zor bir durum yani.


***

Bu Linç Güruhunun, Teröristten farkı yok!.

Bu Linç Güruhunun, Teröristten farkı yok!. 


Ahmet HAKAN
HÜRRİYET
22 NİSAN 2019


Terörist neden saldırıyor?

Kardeşliğimizi dinamitlemek için.

Ülkeyi karıştırmak için.

Bizi birbirimize düşürmek için.

Bölüp parçalamak için.

Huzursuzluk yaratmak için.

Dirliğimizi bozmak için.



Dün CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na saldıran güruh...

Ne eksik ne fazla tam da bunlara yol açtı:

Kardeşliğimizi dinamitledi, ülkeyi karıştırdı, bizi birbirimize düşürdü, halkımızı bölüp parçaladı, huzursuzluk yarattı, dirliğimizi bozdu.

*

O zaman hiç çekinmeden bağlantıyı kuralım:
Bunların teröristten farkı yok!

Bu linç güruhunun teröristten farkı yok

VAZGEÇİN ARTIK

Meşru ve demokratik muhalefeti düşmanlaştırmaktan...

Ülkenin ana muhalefet partisini kriminalize etmekten...

Milyonlarca kişinin oy verdiği bir partiyi terörizmin safında göstermekten...

Eleştiri sınırını aşıp nefret söylemine bulaşmaktan...

Milleti galeyana getirecek manşet ve söylemlerden...

VAZGEÇİN ARTIK!

İNADINA KARDEŞLİK! İNADINA BİRLİK BERABERLİK! İNADINA KUCAKLAŞMA!

KEMAL Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırının ardından...

Kardeşlik bilincini yükseltirsek...

Birlik beraberlik azmine omuz verirsek...

Kucaklaşma arzumuzu daha da arttırırsak...

O galeyancı linç güruhuna en güzel cevabı vermiş oluruz.

Bu linç güruhunun teröristten farkı yok

BİR VAKUR DURUŞ

Saldırının hemen ardından Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşmayı dikkatle dinledim.

*

Provokasyona zerre kadar prim vermedi konuşmasında.

Şehitlerin 82 milyonun şehidi olduğunu söyledi.

Mehmetçik babası olduğunu söyledi.

“Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diye haykırdı.

“Şehidimize yapılan saygısızlığa üzüldüm” dedi.

*

En öfkeli olması gereken halinde bile...

Vakarını gram bozmayan Kemal Kılıçdaroğlu’na içimden “Helal olsun” dedim.

KHK’LILAR SEÇİMİ MUNDAR EDİYORSA

AK Parti, YSK’ya yeni bir başvuruda daha bulundu.

Dedi ki:

“Seçimde KHK’lılar da oy kullandı. O nedenle İstanbul seçimi iptal edilsin.”

*

Eğer KHK’lıların oy kullanması, seçimi mundar ediyorsa...

Yani işin kuralı, ilkesi falan buysa...

Şu üç sorunun cevabı acilen verilmeli:

*

SORU BİR: Aynı KHK’lılar 16 Nisan referandumunda da oy kullandı... Bunu ne yapacağız?

SORU İKİ: Aynı KHK’lılar 24 Haziran seçiminde de oy kullandı... Bunu nereye koyacağız?

SORU ÜÇ: Aynı KHK’lılar 31 Mart’ta İstanbul dışında da oy kullandı... Bunu nasıl izah edeceğiz?

ARTIK SADECE İKİ TÜR KÖŞE YAZISI YAZILIYOR

FARKINDA mısınız?

Artık sadece iki tür köşe yazısı yazılıyor Türkiye’de...

*

Ya...

Ekrem İmamoğlu’na laf söyletmeyiz.

Ekrem İmamoğlu bizim canımızdır.

Sen kimsin ki Ekrem İmamoğlu’na laf söylüyorsun.

Tarzı yazılar yazılıyor.

*

Ya da...

PKK, FETÖ, MLKP falan... Hepsi Ekrem İmamoğlu’ndan yana...

Ekrem İmamoğlu’nu uyarıyorum: Şöyle yapmasın, böyle yapmasın.

Ekrem! Senin yüzünden şehit verdik! Mutlu musun?

Tarzı yazılar yazılıyor.

*

Bu iki türün dışında kalan köşe yazarlarına ise...

Yahu sen de bir şöylesin, bir böyle...

Senin de ne olduğun belli değil.

Safını seç kardeşim safını...

Diye sataşılıyor.

*

Sanırım...

Herkes delirdi ama kimse farkında değil.

SANDIKTAN ÇIKANLA İLGİLİ RACON ŞUDUR

SANDIKTAN çıkanı...

İstersen beğenmezsin.

İstersen eleştirirsin.

İstersen ahlaki olarak yargılarsın.

İstersen içine sindiremezsin.

İstersen benimsemezsin.

Keyfin bilir!

*

Ama... Fakat... Lakin...

Sandıktan çıkanın yönetme hakkını istesen de, istemesen de...

Tanımak, teslim etmek ve kabul etmek zorundasın.

İşin bu kısmı senin keyfine bırakılmamıştır.

*

Bu kadar. Bitti. Nokta.

***

Bir Yangının ardından.

Bir Yangının ardından. 

BÜLENT İNCE. 
AYDINLIK
22 NİSAN 2019


NOTRE-Dame Katedrali’nin yanışı bana inanılmaz bir üzüntü verdi. Yapımı yüzyılları bulan, Orta Çağ’ın bu abidevi eserinin, yaklaşık dokuz yüzyıl sonra
gözümüzün önünde yangınla tarumar olması, yok olmasına ramak kalması insanı kahrediyor. Notre-Dame akıp giden zamana direndiği ölçüde güzelleşen, gotik
sanatın öncülerinden biri olarak ölümsüzleşen ender varlıklardan biri şüphesiz. Benim için ama bir romanın, hüzünlü ve orantısız bir aşkın görkemli bir
sığınağını temsil ediyor. Victor Hugo’nun Notre-Dame de Paris romanı, katedralde yaşayan kamburun trajik aşk hikayesi üzerinden bize engelli olmanın çağlar boyunca değişmeyen trajedisini göstermesi bakımından benim çok sevip önemsediğim bir roman. Engelli bir kişinin dünyalar güzeli bir kadına karşı duyduğu -ama kadının mutluluğu için feda ettiği hatta uğruna ölümü göze aldığı- umutsuz aşkı, aşkın, sevginin insanın fiziksel durumunun ötesindeki tamamen insani halinin mükemmel bir tarifi...

Sevgi engel tanımıyor, vücudunun şekli nasıl olursa olsun, karşı tarafa nasıl görünürse görünsün, kalbine dokunan sevgi damlacıkları yamuk yumuk vücudunu unutturuyor ve hayatını katedralin kasvetli çan kulesinde sürdüren, sırf kamburu nedeniyle insanların korkarak, tiksintiyle, nefretle ve acıyarak baktığı zangoç Quasimodo şefkatli Esmeralda’ya duyduğu aşkla yüceliyor ve bize aşkın sadece güzelliğe değil ama belki de daha çok iyiliğe dair bir şey olduğunu
hatırlatıyor. Korkunç yangının ardından, binanın yapılışı, sanatsal anlayışa katkısı ve tarihsel önemine dair bir sürü yazı okudum. Hatta bu yangından önemli politik sonuçlar çıkaranlar bile gördüm. Ama tuhaftır ki binanın en güzel sözlü tasvirini yapan, adeta onu kelimeler dünyasında yeniden yaratan ve ebediyen yaşatacak olan romana dair pek bir şey göremedim. Toplumsal yargının temel güç unsurlarını temsil eden rahip ve yüzbaşının aşkının karşısında bir kamburun, bir ‘zavallının’, bir çirkinlik timsalinin aşkını yücelten roman bir insanlık dersi niteliğinde. Yangınlarda kül olan insanlığımızı hep akılda tutmak için Hugo’yu hep başucumuzda tutmakta fayda var.

OTİZM

Her yıl ülkemizde 2 Nisan tarihi Otizm Farkındalık Günü olarak kutlanıyor. Otizm ağır bir zihinsel engellilik sorunu olmakla birlikte, otistik bireylerin
aile, hekim ve okul üçgeninde sağlanacak koordinasyonla, doğru bir bakım, eğitim ve rehabilitasyon çalışması sonucu diğer bireylerle ortak hayatı paylaşmaları ve hatta lisans eğitimi bile almaları mümkün olmaktadır. Erken tanı ve çok dikkatli ve sabırlı bir eğitim süreci anne ve babanın hayatlarının en zor fakat en anlamlı bölümünü oluşturacaktır. Otistik çocukları hayata kazandırmaktaki başarı oranını büyütmek -ya da yerinde olduğu gibi kalmasına neden olmak-eğitim ve sağlık yetkililerinin konuya ne kadar ciddi yaklaştıkları ile ilgili bir durum. Otistik çocuğu olan aileler büyük bir uzman rehberlik sıkıntısı
yaşıyor. Devletin büyük ölçüde bu alandan çekilmesi ve bu alanı özel sektöre bırakması büyük bir boşluk meydana getirmekte ve ailelere bu para tezgahının
içinde büyük sıkıntı yaşatmaktadır. Devletin otistik çocukları olan ailelere erişmesi ve ihtiyacı olanlara yardım etmesi devlet olmanın gereğidir. Sadece
hatırlatmak istedim.

***

21. Yüzyılda Milliyetçilik Kurgusu.

21. Yüzyılda Milliyetçilik Kurgusu. 


Ayşe Sucu. 
Sözcü Gazetesi
22 NİSAN 2019

Bir ülkede farklı üretim, yönetim ve hatta farklı adalet modellerinin üstünlüğüne dair farklı görüşlerin savunulması rekabetçi ve birbirini denetleyici olması bakımından önem teşkil etmektedir. Bu anlamda milliyetçi ideolojinin bütünsel modeller oluşturamamasının, Türkiye açısından mühim bir eksiklik olduğunu  geçen hafta vurgulamıştım.Türk halkının büyük çoğunluğu kendini milliyetçi olarak tanımlamak istiyor. Ancak milliyetçiliğe ortak bir tanım getiremiyor.

Bu ortak tanım, milliyetçi ideolojinin üretim ve yönetim sistemlerini geliştirmesi ve mevcut iktisadi-siyasi politikalara karşı nasıl tavır takındığını belirlemesi ile mümkün olabilir. Türkiye'de 1980'den bu yana liberal hükümetler tarafından, liberal iktisadi politikalar uygulanıyor. Liberal iktisadın önerdiği özelleştirme politikalarına milliyetçi ideolojinin bakış açısı nedir? 1980'den bu yana milliyetçi ideolojinin iktidarında yönetilseydik en stratejik KİT'lerimizi özelleştirir miydik veya bugün kağıt hatta soğan ithal ediyor olur muyduk? 1980'den hemen sonra kurulan PKK terör örgütü yine kurulmuş olsa dahi hâlâ etkinliğini eylemsel açıdan veya siyaseten sürdürüyor olur muydu? Sistemle kavgalı olanlarla işbirliği yaparak devletin kılcal damarlarına sızabilen FETÖ, kalkışma yapacak kadar güçlenebilir miydi?Bu ve benzeri sorulara sağlıklı cevaplar bulunabilmesi için öncelikle milliyetçi ideolojinin politika önermelerine ihtiyaç vardır. Politika önermeleri için sağlam teorik temellere ve bunlar içinse varsayımlara ve tanımlamalara. Bu noktada en temel sorunlarla karşılaşılıyor.

Örneğin milliyetçiliğin, Türk Milleti veya vatandaşlığı için genel kabul gördürebildiği bir tanımı var mı? Açıkça söylenebilir ki 80 milyonun bir kişisini
dahi dışlayan bir tanım hedefe giden yolda bir kişi eksik kalmak demektir. Diğer yandan milliyetçilik; ne, kim için, nasıl üretilecek sorularına veya yönetimde
kuvvetler ayrılığını mı yoksa kuvvetler birliğini mi yeğlediğine dair cevaplarını ortaya koymalıdır. Aksi halde inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, idare, siyaset,
iktisat, hukuk, eğitim alanlarında İslâm'ı bütün bir hayat nizamı olarak ele almasına rağmen toplumsallaşamamış İslamcılık gibi, bireysel duyguları tatmin
etmekten öteye gidemeyen bir ideoloji olarak kalacaktır. 

MİLLİYETÇİ İDEOLOJİ TÜRKİYE AÇISINDAN NEDEN ÖNEMLİ?


Türkiye'de mevcut tüm dinamikler, bireyleri birbirine karşı kışkırtmak üzere kurulmuş durumda. Vasıfsız ve hiçbir katma değer üretmeyen, toplumun düşünme yeteneklerini körelten; moda, yemek, adada hayatta kalma vb. televizyon programları veya spor müsabakaları dahi insanların birbirlerini kışkırtması, aşağılaması üzerine kurulu. Başarı ölçütü; kendinin ne kadar iyi yaptığını göstermekten ziyade, saldırgan ve hakaretamiz bir üslup ile rakibinin ne kadar kötü yaptığına diğer kişileri ikna etmek olmuş durumda. Tıpkı günümüz siyaseti gibi.Yaratılış gereği veya adaptasyon süreci ardından insanın genlerinde olan rekabet etme güdüsünü bilimde, ilimde, sporda, sanatta dünya ile rekabet etmede kullanmak bir çalışma disiplini gerektirdiğinden zor geliyor olacak ki kendi içimizde yarışarak kullanıyoruz. Üstelik başarıyı, rakibi geçerek değil rakibin bizi geçememesine neden olarak elde ediyoruz.Milliyetçilik ideolojisinin doğal rakibi (düşmanı değil rakibi) dış dünyadır. Bu anlamda milliyetçiliğin politikalara bir bakış açısı bir dinamizm kazandırma ihtimali vardır. En azından 2000 yılında dünyanın en büyük 17. ekonomisi olan Türkiye'nin 2018'de 18.'liğe düştüğünü, 2019'da IMF tahminlerine göre 20.'liğe düşeceğini birilerinin söylemesi, alternatif politikalar önermesi gerekiyor.


***

AKP neyi Fark Ettirdi.

AKP neyi Fark Ettirdi. 

Arslan TEKİN.
YENİÇAĞ

Herkes yazdı, biz de yazdık... Her türlü İmkân ellerinde, seçimde mağdur olan onlar! Nasıl oluyor bu?!

Bütün umutlarını R. T. Erdoğan'a bağlamışlar. O, bir dâhi!... O, zamanlar ötesi!... O, elini nereye değdirse ondurur!... O, ol deyince oldurur!... (Hâşâ!
Tövbe estağfurullah!)

R. T. Erdoğan, İstanbul'a itekleye itekleye, hadi nazlanma diye diye Binali Yıldırım'ı yolladı, ardından kendi geldi. An oldu bir günde sekiz miting düzenledi.
Her yerde gürledi.

Ya sesi kısılsaydı ne yapacaklardı! Kalakalacaklar dı, değil mi!

Başlarını yukarı kaldırıp bir baksalar yanlışın nerede olduğunu görecekler ama Reislerine toz kondurmadıkları için suçu birbirlerinin üstüne atıyorlar. 

R. T. Erdoğan, kimseye inanmadı, kendisini ortaya attı. Bilinen, herkesin tanıdığı ve hatta güvendiği isimlerin hemen hiçbiri yanında yok. Binali Yıldırım yanında diyeceksiniz. Geçmişte, onu "sırdaş" diye yazmıştım. Eskilere girmeyelim. Belediye Başkanlığı'ndan beri "birlikteliği" ileri safhadaydı. Onun dışında herkes uzaklaştı, uzaklaştırıldı.

Ak Parti, 18 yıllık tarihinde dört başbakan, iki cumhurbaşkanı çıkardı. (Başbakanlar: A. Gül, R. T. Erdoğan, A. Davutoğlu, B. Yıldırım; cumhurbaşkanları:
A. Gül, R. T. Erdoğan.) Tarihimizde böyle bir örnek yok. Diğer ikisi yanlarında niye yok?! Ve daha niceleri! 

Şunu kabul edelim... Ak Parti'nin çok önemli bir fonksiyonu olmuştur. "Laiklik" anlayışının asıl ne olması gerektiğinin ölçüsü Ak Parti'nin getirmek istedikleriyle
belirlenmiştir. Halkın talepleriyle rejimin -hadi birilerin ısrarla empoze etmek istedikleri "devrimler"in diyelim- hedefleri arasındaki çelişkiyi N. Erbakan'ın
kurduğu partiler değil; asıl Ak Parti sezdirmiştir. N. Erbakan'ın partileri sadece ortaklıkta kalmıştır; fikrini hayata geçirip bir "örnek" ortaya koyamamıştır.
Ak Parti ise, büyük bir ağırlıkla tek başına iktidara geçti ve uzun süre de kesintisiz iktidardadır. Ak Parti, N. Erbakan'ın kurduğu partilerin gösteremediği
örnekleri bol bol göstermiş, çağın taleplerini, "örneklerinin" dar sınırları içine sığdırmak isteyince çelişki kaçınılmaz olmuştur. 

Şunu söyleyebiliriz. İnsanlarımız, "devrimler" ile Ak Parti'nin "örnekler"i arasındaki farktan yola çıkarak gerekli ve gereksizi ayırt etme fırsatını yakalamıştır.

Çok tartışılan bir örnek: Tarikat faaliyetleri... Şeyh Sait İsyanı'ndan sonra açık olan tekkeler kapatılmıştır.

Ak Parti iktidarı tarikatların ve cemaatlerin önünü açmıştır. Sonra başımıza gelenleri yazmaya gerek yok.

Şimdi iktidarın işine gelen cemaatler alabildiğine faaliyetteler ve bütün alanlara nüfuz etmek istiyorlar. Halkımızın bu vaziyetten şikâyetçi olmadığını
söyleyebilir miyiz?! Ak Parti, bir başka açıdan bakınca, cemaatler ve tarikatları halka fark ettirmiş, dinimiz açısından zarar ve faydayı görmesini sağlamıştır.
İnsanlarımız böylece 1925'te tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasının dine bir tavır gösterilmesi karşısında içinde taşıdığı "Acaba?" sorusunun cevabını
bulmuştur.

Kendisini, "devrimler"in takipçisi gören sol karışımı CHP, halkın taleplerini göz ardı edemeyeceğini görmüş, özellikle İstanbul ve Ankara adaylarını seçerken,
Ak Parti'nin fark ettirdiği çizgi üzerinden yürümüştür!

Ak Parti'nin argümanları elinden alınmıştır! Hâliyle misyonu tamamlanmıştır!


***

Verilen Mesajdan tatmin oldun mu Hulusi Akar!...

Verilen Mesajdan tatmin oldun mu Hulusi Akar!... 



Ahmet Nesin. 
Artı Gerçek


Verilen mesajdan tatmin oldun mu Hulusi Akar!...
Gerçekten, sanırım sorun bizde, çünkü hâlâ sevmeye devam edeceğiz ve biz sevdikçe de siz bu şekilde konuşmaya devam edeceksiniz, aynı bir "HİÇ" gibi.
--------------------------------------------------------------------------------

"Değerli arkadaşlarım şu ana kadar mesajlarını verdiniz, tepkilerinizi gösterdiniz" Hulusi Akar.

"O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu" Devlet Bahçeli.

1971 yılının ilkbaharında, 12 Mart darbesinden biraz sonra annemle babam benim İngiltere'de okumam konusunda karar verip de bana söylediklerinde ağlamaya başlamıştım. Henüz Türkiyeli olmayı öğrenmemiştim, zaten çok da tartışılan bişey değildi, Türktüm ve memleketimde okumak istiyordum. Anılarımda hangi ülkelerde ve hangi okullardan nasıl kovulduğumu yazdım. Bana İngiliz öğrenciler aylarca "Pis zenci" demeye başladığında henüz Kürt sorununu bilmiyordum, Ermeni soykırımını tam olarak öğrenmemiştim.

O günleri yazarken, her anı yazarı gibi es geçtiğim bölümler vardı, babamla mektuplaşmalarım. Babam Ali'yle mektuplaşmalarını bana hem redakte etmem, hem de çıkartılması gereken yerleri tespit etmem için verdiğinde, ileride benimle mektuplaşmalarını da yayınlamak istediğini söylemişti. Ben o günden sonra
onun bana yazdığı mektupları ulaşılması olanaksız hale getirdim, çünkü benim bütün mektuplarımda memleket özlemi vardı, yaşadığım her şeyden babam suçluydu ve onları yayınlarsam, babam kötü biri gibi gözükecekti okurlarının gözünde yada bana öyle geliyordu.

Bu ülkeyi bana ve Ali'ye okuduğumuz tarih kitapları değil, babam sevdirdi. Anlattıklarıyla, yaptıklarıyla, mücadelesiyle, kızmalarıyla ve en önemlisi kurduğu
Nesin Vakfı'yla.

Ben, koltuk uğruna çocuklarını, karılarını, kardeşlerini, babalarını öldürten padişahların yönettiği bu coğrafyayı sevdim.

Ben, aynı anda hem 64 ülkeyi işgal eden Osmanlıyı seven, hem de Osmanlı'ya son veren Mustafa Kemal'e hayran olan insanların yaşadığı bu ülkeyi sevdim.

Ben, Dersim katliamını yaptıran Mustafa Kemal'i seven Dersimlilerin yaşadığı bu ülkeyi sevdim.

Ben, demokratik bir seçimle iktidara gelen başbakanı ve bakanlarını idam ettirten darbecileri alkışlayan halkların bütününü ve o coğrafyayı sevdim.

Ben Denizleri asan, Mahirleri ve İbrahimleri hunharca öldüren, 10 yıl sonra da arkadaşlarımı öldüren, 17 yaşında bir çocuğun yaşını büyütüp asan kişilerin
anayasasına % 92 oy veren topluluğa hep kucak açtım.

Ben her kendi başarısızlığında beni yada benim gibilerini hapseden sistemin olduğu ülkeyi hep sevdim.

Ben Ermeni soykırımına "Bundan sonra soykırım yada katliam demek benim için bişey değiştirmiyor, bundan ders çıkarmak gerek" diyen Hrant Dink'le aynı sokaklarını paylaştığım heryeri sevdim.

O ülkeyi çok sevdiğim için arkadaşlarımla beraber Almanya'da gazetecilik ve televizyonculuk yapıyoruz ve daha ne kadar buralardayız, hiçbirimiz bilmiyoruz.
Bu ülkeyi çok sevdiğimden dolayı en gereksinim duyduğum yaşlarda annemden, babamdan ve kardeşimden uzaktım, şimdi de karımdan ve çocuklarımdan. Annemle bundan sonra artık ne zaman bir daha "Oğlum"u duyamayacağımı bilmiyorum, o da bana artık hiç sarılamayacak.

"Değerli arkadaşlarım şu ana kadar mesajlarını verdiniz, tepkilerinizi gösterdiniz" Hulusi Akar.

"O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu" Devlet Bahçeli.

Sanırım bunlarda bir sorun yok, sorun bizlerde, bütün bu saydıklarımın kalıntılarıyla büyütüldük ve büyüdük biz ve hâlâ psikolojik tedavi görmeden demokrasi savaşı veriyoruz. Gerçekten, sanırım sorun bizde, çünkü hâlâ sevmeye devam edeceğiz ve biz sevdikçe de siz bu şekilde konuşmaya devam edeceksiniz, aynı bir "HİÇ" gibi.


***

Hay hay ve Vay vay!.

Hay hay ve Vay vay!. 


Rahmi Turan
Sözcü Gazetesi
6 NİSAN 2019

AKP Umudunu Masa başı Oyunlarına bağladı.

Sahada kaybettiklerini masada kazanmaya çalışmanın derdi içindeler!
Muhteremlerin demokrasiden yana hiç nasipleri yok! Durum bunu gösteriyor!
“Mızıkçılık” mı demeli, “Çamura yatma” mı? 

Bilemiyorum!

Ülke geriliyor, insanların huzursuzluğu artıyor, birçok vatandaşın sinir sistemi bozuluyor, Avrupa gazete ve televizyonları demokrasimizle dalga geçiyor,
tüm Batı dünyası ülkemizi şaşkınlık içinde izliyor, bunların umurlarında değil!
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) yandaş gazetelere benziyor. Alınan kararlar hep iktidar partisinin lehine…

AKP'nin itiraz ve taleplerine büyük tolerans gösteren seçim kurullarının, muhalefet partilerinin taleplerini ısrarla reddetmesi neyi gösteriyor?
Bu, tam bir çifte standart görüntüsüdür!

İktidar partisine “Hay hay”, muhalefete “Vay vay!”

İşte bizdeki hukuk ve demokrasinin özeti!

***

Oy kullanmanın Bedelini mi ödüyoruz.

Oy kullanmanın Bedelini mi ödüyoruz. 



Murat Aksoy. 
Artı Gerçek
6 NİSAN 2019

Oy kullanmanın bedelini mi ödüyoruz?

Bu haliyle şu çok açık ki, demokrasinin verdiği ilk temel hak olan oyumuza göz dikildi. Özellikle İstanbul’da.

Yerel yönetimlerde klasik demokrasi, yerini katılımcı demokrasiye bırakalı epey zaman oldu. Yani insanlar için artık sadece oy kullanmak yeterli gelmiyor.
Çünkü oy kullanmak, en sıradan hak olarak demokrasinin olmazsa olmazı. İnsanlar artık sadece yöneticiyi seçmiyor. Yöneticilerin kendilerini ilgilendiren
kararlara, bu kararların uygulanmasına, uygulamaların denetlenmesine ve varsa eksik, hataların düzletilmesi talebinde de bulunuyorlar.

Geçtiğimiz pazar günü vatandaşlar olarak yerel yöneticilerimizi seçmek için sandık başına gittik. Klasik demokrasiden kaynaklanan en temel, en basit ve
tek hakkımız olan oyumuzu kullandık.

Normal şartlarda kullanılan oylar, ilgililer tarafından sayılır, sayım sonuçları denetlenir ve en çok oyu alan kişi, sonraki seçime kadar seçildiği görevi
yerine getirir.

Elbette seçilen kişi, görevi sırasında sorumsuz değildir. Seçen vatandaşlar olarak aldığı kararları ve uygulamaları denetleyemesek de, devletin ilgili kurumları, belediyeleri ilgili yasalara göre bizim adımıza denetler. İşleyişte idari ve hukuki sorunlar varsa gereğini yerine getirirler.

YEREL DEMOKRASİ: BİR ŞANS

Türkiye’de merkezi yönetimin iyice merkezileştiği yeni sistemde doğal olarak demokratik teamüller de azaldı.

24 Haziran’da hayata geçen yeni yönetim sistemi, asgari demokrasi gereklerini dahi yerine getirmekten hayli uzak. Usuli oy verme dışında, güçler ayrılığının
ortadan kalktığı bir sisteme, asgari düzeyde demokratik demek de kolay değil. Bu yüzden yerel seçimler, demokrasinin varlığı, işleyiş için hâlâ anlamlı ve değerli.

Ve şunu da hemen ekleyelim ki, var olan sistem içinde yerel yönetim seçimlerindeki işleyiş ve demokrasi standardı bağlamında genel idareden çok daha güçlüdür.
Genel idare yapılanması ve işleyişiyle kıyaslandığında daha demokratiktir. En azından şimdilik.

Belki bu yüzden seçim gecesi Devlet Bahçeli yaptığı ilk değerlendirmede; muhalefet partilerinin kazandığı belediyelerden bahsederken, seçilen belediye
başkanlarından yeni geçilen sisteme uyum sağlamaları gerektiğine özellikle vurgu yapma ihtiyacı duydu.

Bu uyum iktidar için önemli. Uyumsuzluk, genel idarenin anti-demokratik pratiklerini daha çok ortaya çıkaracağı için, iktidarın beklentisi sadece uyum
değil aynı zamanda itaatdir de.

OLMAYACAK ŞEYLER OLMUŞ GİBİ

31 Mart’ta sandığa gittik oyumuzu kullandık. Elbette beklentimiz, sayımların sonunda çıkacak sonucun kabullenilmesi idi. Ama öyle olmadı. Özellikle İstanbul’da.

Hukuki olarak, olabilecek her hataya karşı tüm partiler tarafından seçim sonuçlarına itiraz edilmesi, ilgili kurulların gerektiği gördüğü halde sayımın
tekrarlanması mümkün.

Ama olan bu değil. Yine özellikle İstanbul’da.

Bu haliyle şu çok açık ki, demokrasinin verdiği ilk temel hak olan oyumuza göz dikildi. Özellikle İstanbul’da.

Sandık başkanlarının devlet memuru olduğu, her partiden sandık görevlilerinin olduğu sayımda, iktidar partisinin oyunun eksik sayılması, insanın aklının
kolay alabileceği bir şey değil. Ama iktidarın iddiası bu. Yine özellikle İstanbul’da.

Süreç işliyor, sonucu hep birlikte göreceğiz.

SUÇ: OY KULLANMAK

Ancak bu hukuki sürecin işleyişini beklemeden, sonucun ne olacağını bilmeden (ya da bildikleri için) medyada yazılanlara, ekranda söylenenlere bakınca
insan gerçekten şaşırıyor.

Özellikle iktidardan çok iktidar, kraldan çok kralcı olan seçim sonuçlarını “darbe” olarak sunuyor. Normal bir insanın hayal etmesi güç düşünceleri, “gerçekmiş”
gibi yazıyorlar.

Birbirinden farklı saiklerle oy kullanan milyonlarca vatandaşın hepsi, çıkan sonuçtan bağımsız olarak hedefe konuyor. Sadece demokrasinin en temel hakkı
olan oy kullandıkları için suçlu ilan ediliyorlar. Bunu yapanların normal olduğunu söylemek de normal olmaz kanaatindeyim.

Verilen bu tür tepkilerin, akılla bağdaşmadığı ölçüde, bir açıklaması var; o da adı konulmamış bir çıkar ortaklığıdır.

MEDYANIN KENDİNİ TÜKETİŞİ

Verilen bu tepkilerin kaynağı yazılı ve görsel medya.

Kendileri dahil olmak üzere hepimiz biliyoruz ki, iktidara yakın medya, iktidarın yaşadığından daha ağır bir büzüşme yaşıyor. Bunu gazete satışlarından,
TV izlenme oranlarının düşmesinden görüyoruz.

Bu bir sonuç. Çünkü bu kurumlar, siyasi iktidarla kurdukları ideolojik ve ekonomik ilişkinin sonucu olarak; bağımsızlıklarını yitirdikleri ölçüde, gazetecilikten uzaklaştılar.

O yüzden olsa gerek, habercilik değil iktidar adına düşünen, onlar adına fikir geliştiren ve bunu topluma sunan organik kurum ve organik aydınlara dönüştüler.

Bu ise sadece kendilerine değil meslek adına da hazin bir durum.

***

İmamoğlu bu Kayığa binmez.

İmamoğlu bu Kayığa binmez. 


Miyase İlknur, 
CUMHURİYET
6 NİSAN 2019


Seçim gecesinden beri medyamızın muhterem temsilcileri gerek köşe yazılarında gerekse ekranlarda daha mazbatasını almadan İmamoğlu için “Türkiye bir lider
kazandı”, “İşte CHP’nin başına geçecek adam”, “CHP aradığı lideri buldu”, “2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İmamoğlu CHP’nin adayı olmalı” türünden abartılı pohpohlama lar da başladı. 

Bayılıyorum bizim bu mahallenin sakinlerine. Kadim alışkanlığımızdır huyumuz kurusun. Çok kolay lider yaratır, üç günde de en ufak bir hatasında diri diri
mezara gömeriz. Yahu bu millet İmamoğlu’nu İstanbul’a belediye başkanı seçti CHP’ye genel başkan değil. Hele bir makamına otursun, icraatlarını görelim,
gelecekte ne olacağını kim bilebilir? Ne kadar meraklıyız siyaseti dizayn etmeye... 

Yakın tarihimize şöyle bir dönüp bakalım, medyamız kimlere gaz verip lider adayı, iktidarın alternatifi olarak göstermedi ki? Basının pohpohlamasına kendini
kaptıran nice isim yok olup gitti. Mehmet Ali Bayar, Cem Boyner, Kemal Derviş, Bedrettin Dalan, Ali Müfit Gürtuna ve daha niceleri. Belediye başkanı olup
da liderlik rüyaları görenleri ve medyanın desteğiyle boş havuza atlayan nicesinin kafası gözü yarıldı unuttunuz mu? 

Belediye başkanlığından geliep siyasette tutunabilen tek isim Tayyip Erdoğan. Ancak onun başarısının arka planında, bölgesel ve küresel bir projenin olduğu
da unutulmamalı.

Belediye başkanları medyaya iplerini kaptırınca oturdukları koltukları da bir süre sonra kaptırıveriyorlar. Çünkü belediye işlerinden çok siyasetle haşır
neşir olunca başarılı olamıyor ve altlarındaki koltuk da gidiyor. Oysa o koltukta bir değil birkaç dönem başarılı işler yapınca seçmen de, mensubu bulunduğu
partinin üyeleri de zaten kendisini ödüllendiriyor.

İmamoğlu, medyanın siyasette yeni parlayan ya da seçim kazanmış her ismi, bindirip açık denize saldığı kayığa binmez, binmemeli. Yaşı çok genç. Siyasette
de eğer halk ve partisinin tabanı isterse elbette başka görevlere de gelebilir. Neden olmasın? Ama o konu, bugün, bu yıl, bu dönem konuşulacak iş mi Allah
aşkına? 

Bakın Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’e; dört dönemden beri görevini başarıyla sürdürüyor. Hem de belediye meclisinde AKP ağırlığına rağmen.

DSP, 2002’de baraj altında kalınca kendisine genel başkan adayı olması konusunda onca baskıya karşın, liderlik hayallerine kapılmayıp görevini sürdürdü.

Bugün Türkiye’de Yılmaz Büyükerşen’i tanımayan ve hangi partiden olursa olsun takdir etmeyen bir kişi var mı?

İlk gün İmamoğlu’nu göklere çıkarıp CHP’ye lider yapan, hatta hızını alamayıp 2023’te potansiyel Cumhurbaşkanı adayı yapanlar Anıtkabir ziyareti ve “mazbatamı verin” diye haklı çıkış yaptığında bir günde itibarsızlaştırma yarışına girdiler. Seçim gecesi “Hakkımı yedirtmem” dediğinde dirayetli ilan ettiğiniz,
Muharrem İnce’ye örnek gösterdiğiniz İmamoğlu, bu tavrını sürdürünce neden yanlış yapmış olsun ki? 

YSK verilerine göre “Adam sandıktan birinci çıkmış” ve hakkının teslimini istiyor. 
Ne var bunda? 

Yok, bir günde göklere çıkarır, bir günde de ipini çekeriz biz. Sadece siyasete özgü de değildir bu yanlış tavrımız. Sporda, sanatta da benzer yanlışları yaparız. Doğulu toplumlara özgü oryantalist bir davranış biçimidir bu. Acımızı da, sevincimizi de, başarı ve başarısızlığımızı da aynı davranış kalıplarına
uygun abartılı göstermeye bayılırız. 

Medyanın mümtaz temsilcileri, adam öğütme makinelerinde İnşallah İmamoğlu’nu da kısa sürede kıyma haline getirip bir kenara atmazlar. Gerçi bu İmamoğlu’nun elinde biraz. İzlediğimiz kadarıyla bu kıyma makinelerine kolunu kaptırmayacak ferasette bir kişilik. Umarım yanılmayız.

***

MHP’nin Anadolu’daki Yükselişi dikkat çekici.

MHP’nin Anadolu’daki Yükselişi dikkat çekici. 


Sedat ERGİN. 
HÜRRİYET
6 NİSAN 2019


Yerel seçime ittifaklarla girilmesinin partilerin tek başına siyasi gücünü ölçmeyi zorlaştırdığı  aşikâr. İttifak yapılan yerlerde oylar sandıklarda ortak adaylar ve ortak listeler üzerinde iç içe geçtiğinden partilerin performansını tek başına ayrıştırabilmek güç. Ancak partilerin ittifak yapmayıp rakip olarak yarışa girdikleri yerlerde rekabetin nasıl seyrettiğini okuyabilmek pekâlâ mümkün.

Bugünkü yazımızda AK Parti ile MHP’nin bu seçimde ittifaka girmedikleri 30 ilde aralarındaki rekabetin geçen pazar günü nasıl sonuçlandığını okumaya çalışalım.
Bunu yapmak için iki partinin söz konusu 30 ilde 24 Haziran 2018 genel seçiminde aldıkları oy miktarlarıyla 31 Mart yerel seçiminde aynı merkezlerde il
genel meclisi sandıklarında kendilerine çıkan oyları kıyaslamamız bize gerçekçi bir karşılaştırma imkânı sağlayacaktır.

Bu verileri incelediğimizde karşımıza çıkan tablo 30 ilin çoğunluğunda AK Parti oyları gerilerken MHP oylarının belirgin bir şekilde yükselmiş olmasıdır.
İki partinin oyunun da yerinde saydığı ya da gerilediği istisnalar olmakla birlikte, tablodaki başat yöneliş bu doğrultudadır.

*
Anlattığımız bu durumu iller bazında somut örnekler üzerinden açıklamaya çalışalım. Kaynak olarak 24 Haziran seçimleri için Yüksek Seçim Kurulu’nun web
sitesini, son yerel seçim için Anadolu Ajansı’nı kullanacağız.

Önce Doğu Anadolu Bölgesi’nden Elazığ ile başlayalım. Bu ilde AK Parti’nin 24 Haziran genel seçimi ile 31 Mart yerel seçimi arasında uğradığı oy kaybı
-rakamı yuvarlarsak- 48 binin üzerindedir. Buna karşılık MHP’nin geçen genel seçimde Elazığ’da 47 bine yaklaşan oyu, bu seçimde 91 binin üzerine çıkmıştır.
MHP’nin neredeyse iki katına yaklaşan 44 binin üzerinde bir oy artışı söz konusudur. Tabloda görüleceği gibi CHP ve HDP’nin oyları da gerilerken, İYİ Parti
ve SP sandıkta oylarını arttırmıştır.

Elazığ’dan söz ederken katılımın oranındaki düşüş ve ayrıca geçersiz oyların da 15 bin dolayında artmış olması da yine bu ilde sandıktaki dip akıntıları anlamak bakımından hesaba katılmalıdır.

*
Bir başka örneği Karadeniz Bölgesi’nde Kastamonu’dan verelim. Bu ilde katılım oranı hemen hemen aynı kalırken, AK Parti’nin oyunda dokuz ay öncesine kıyasla 20 bin kadar bir gerileme meydana gelmiştir. MHP ise oyunu 34 binin üzerinde artırmıştır. Buradaki çarpıcı nokta, CHP ve İYİ Parti’nin de oy kaybına uğramış olmalarıdır. İlginç olan, AK Parti, CHP ile İyi Parti’nin kayıplarının toplamının MHP’deki artışı eşitlemesidir. Bu durumda MHP’nin Kastamonu’da her üç partiden de oy aldığı ortaya çıkıyor.

İç Ege Bölgesi’nde AK Parti’nin 50 bin civarında oy kaybettiği Afyon’daki seçim denklemi özellikle dikkat çekiyor. AK Parti’nin oyu 248 binden 198 bine
inerken, MHP oyunu 33 bin dolayında yükseltip 63 binden 96 bine çıkmıştır.

Aynı bölgeden Kütahya üzerinde durmamız gereken bir başka çarpıcı örnektir. Bu ilimizde katılım oranı 91.33’ten 89.19’a düşmüştür. AK Parti, geçen yıl
genel seçimde Kütahya’da 207 bin oy alırken, geçen pazar günü oyu 162 bine düşmüştür. Aradaki fark 45 bindir. MHP ise aynı dönemde oyunu yaklaşık 71 binden 93 bine yaklaştırmıştır. CHP’nin 4 bin, SP’nin de 12 bin dolayında artışları söz konusudur. Kütahya’nın il merkezinde belediye seçimini MHP kazanmıştır.

Keza Aksaray’da AK Parti’nin oyu 127 binden yaklaşık 99 bine inerken, MHP’nin oyu 45 binden 75 bine yükselmiştir. Yine İç Anadolu’da Tokat’ta AK Parti
cephesinde bir düşüş göze çarpıyor. İktidar partisinin Tokat’taki oyu 186 binden 160 bine düşerken, MHP’nin oyu kayda değer bir artışla 62 binden 102 bine
gelmiştir.

AK Parti’nin son seçimdeki İstanbul büyükşehir belediye başkan adayı Binali Yıldırım’ın memleketi Erzincan’da AK Parti 64 binden yaklaşık 49 bine düşerken,
MHP 27 binden 41 bine yükselmiştir. AKP 15 bin düşmüş, MHP ise 14 bin çıkmıştır.

*
Tabii bütün illerde aynı kalıbın geçerli olduğunu söyleyemeyiz, istisnalar da var. Örneğin, Sivas’ta bir önceki seçime kıyasla hem AK Parti hem de MHP’nin
oyları  birlikte düşmüştür. AK Parti’de 47 bin kadar bir kayıp görünüyor. MHP deki kayıp ise 22 bin dolayındadır. Geçen yıl AK Parti ile ittifak yapan
BBP bu kez seçime tek başına girmiş ve Sivas’ta il genel meclisi için 81 binin üzerinde oy alarak her iki rakibinde de ciddi bir kayba yol açmıştır. Güneydoğu’daki Adıyaman da benzer şekilde hem AK Parti hem MHP’nin gerilediği bir ildir. Birincisi 17 bin, diğeri 4 bin kadar gerilemiştir. Bu ilde HDP’nin oyunun da 51 binden 18 bine inmesi dikkat çekicidir. Bu ilde kazançlı çıkan parti ise oyunu 5 binden 46 bine tırmandıran SP’dir.

Ancak bu gibi istisnalar Türkiye genelinde ittifak yapılmayan merkezlerde ölçülebilir bir şekilde gözlenen şu kalıbı değiştirmiyor: Anadolu’nun önemli
bir kesiminde AK Parti azımsanmayacak bir oy kaybına uğrarken, bu durumdan büyük ölçüde yararlanıp zemin kazanan parti MHP’dir.

Ekonomik koşullar kuşkusuz bu tablonun ortaya çıkmasında rol oynayan belirleyici faktörlerden biridir. Bununla birlikte milliyetçilik rüzgârı nın kuvvetlenmesi ve beka söyleminin ön plana çıkmasının Anadolu’da MHP’nin yelkenlerini doldurduğunu söylemek mümkündür.

MHP’nin Anadolu’da ki yükselişi dikkat çekici

***

Lise Neden önemli.

Lise Neden önemli. 


ABBAS GÜÇLÜ. 
MİLLİYET
6 NİSAN 2019


Liselere Giriş Sınavı (LGS) için başvurular yoğun bir şekilde devam ediyor.
Neden? Çünkü “İyi bir üniversitenin yolu, iyi bir liseden geçiyor! Eğer iyi bir liseye giremezseniz, iyi bir üniversiteye giremez, iyi bir meslek edinemez
ve bu yüzden hayata havlu atmak zorunda kalırsınız gibi bir algı söz konusu.
Bu yüzden de hemen herkes popülaritesi en yüksek liselere girmek istiyor.
Peki, doğru olan bu mu?

Tartışılır ama çok daha önemli olan, başta öğrenciler olmak üzere, ailelerin beklentileri!

40 yıllık meslek hayatı tecrübem, iyi okul yoktur, iyi öğrenci vardır. İyi öğrenci de nerede olursa olsun, bir şekilde yoluna devam eder, zirveye tırmanır.
Eğer sınavlar ve okullar bu kadar etkili olsaydı, sadece ülkemizin değil, dünyanın vitrininde sınav şampiyonları ve belli okulların mezunları olurdu. Ama
vitrin öylesine renkli ki her liseden, her üniversiteden mezunlar var. Hatta eğitimini yarıda bırakıp da kendi alanlarında dünyanın en tepesine çıkanları
görmek mümkün!..

Yani, eğitim, okul elbette çok önemli ama o liselere, o üniversitelere girip bitirdiğinizde, istediğiniz mesleği seçtiğinizde, hayat, size her şeyi sunmuyor.
Anlayacağınız, diplomayla her şey olunmuyor. O sadece bir anahtar, hangi kapıları açacağınıza siz karar verecek ve o açılan kapıdan girdikten sonra da
mücadeleye hep devam edeceksiniz. Bu yüzden tüm enerjinizi, tıpkı maratonda olduğu gibi yarışın en başında bitirmemelisiniz. Daha kat edilecek çok yol
var!..

Zor karar!

Yüz binlerce aile için şu günlerde çok zor soru şu:
LGS’ye başvuralım mı yoksa hiç gereği yok mu?
LGS’ye başvursalar kendilerini bir anda sınav stresinin göbeğinde bulacaklar, yok eğer vazgeçerlerse, ileride büyük pişmanlıklar yaşayabilirler!
Peki, doğru olan ne?..

Hedefler çok önemli.

“Nasıl bir lise, nasıl bir meslek, daha da önemlisi nasıl gelecek?” sorularının cevabını bulmadan lise seçmek, dolayısıyla sınava girip girmemeye karar
vermek yanlışların en büyüğü olur...

Şu yaştaki bir öğrenci böylesi çok önemli sorulara nasıl cevap bulabilir diyenleriniz elbette olacaktır.

İşte bu noktada anne, baba ve öğretmenlere çok önemli görevler düşüyor.
Herhangi bir dayatma ya da yönlendirmede bulunmadan, öğrencinin kendisi için en doğru yol haritasını çizmelerine yardımcı olmaları gerekiyor.
Bu noktada başvuracakları en önemli referans, öğrencinin, ilgi ve yetenekleri ile hayattan beklentileri olacaktır...

Okulla arası çok da iyi olmayan ama zorunlu eğitim nedeniyle liseye devam etmek durumunda olan ve bir an önce işe atılmak isteyen bir öğrenciyi meslek
liseleri dururken fen ya da Anadolu liselerine yönlendirmek ne kadar hatalıysa, hedefi belli öğrencilere, “Bir de şu seçeneği denemelisin” demek de bir
o kadar yanlıştır.

Evet, herkes sınava girmek zorunda değil ama ortada öylesine çok belirsizlik var ki, “Girsem ne kaybederim ki?” diyen öğrencilere, “Hayır, girme” telkininde
bulunmayı hiç kimse göze alamaz. Çünkü ileride yaşanabilecek bir mağduriyetin sorumluluğunu kimse almak istemez...

Sınavları ya tutarsa mantığı üzerine oturttuğumuz ve tercih edilebilecek okullar listesine her türden okul aldığımız için başvuru sayısı bu yıl da tahminlerin
çok üzerinde olacaktır.

Velilere önerimiz, rahat olmaları. Çünkü o kadar fazla değişken var ki ne kadar başarılı olursa olsunlar, bazen istedikleri sonuca ulaşamayabilirler. Ve bu durum asla dünyanın sonu değildir!..

Özetin Özeti: 

Hani bu Sınav belasından Kurtulacaktık!..

***

İki Arada Bir Derede!.

İki Arada Bir Derede!. 


MELİH AŞIK
MİLLİYET
6 NİSAN 2019



ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Rusya’dan alınacak S-400 füzeleri konusunda açıklama yaptı:

- Türkiye kararını vermeli. Ya tarihteki en başarılı askeri ittifakta önemli bir ortak olarak kalacak ya da umursamaz bir kararla ittifakımıza zarar verecek”
dedi.

Pence üstü kapalı olarak NATO üyeliğimizin de son bulabileceğini anımsatıyor. E. Gen. Nejat Eslen bu tehdit üzerine:

- Sanırım Mike Pence NATO antlaşmasını iyi bilmiyor, diyor...

- Neden?

- Çünkü Amerika hatta tüm üyeler istese de bir üyeyi NATO’dan çıkaramazlar. Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 13. maddesine göre bir üye ayrılmayı ancak kendi
isteyebilir. Diğer üyeler bir üyenin ayrılmasına karar veremezler.  ABD’nin hücumları yalnızca S-400’lerden ibaret değil. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü
Robert Palladino, “Kuzey Suriye’de Türkiye’nin tek taraflı harekâtının yıkıcı sonuçları olacağını” söyledi önceki gün. Bu konuda Trump da çarpıcı bir açıklama
yapmış: “Kürtlere dokunursanız ekonominizi mahvederim” yollu bir tehdit savurmuştu. Türkiye S-400’lerden vazgeçemeyecek bir noktada bulunuyor. Bir yandan da Batı’nın finansal desteğine ihtiyaç duyuyor. Sonuçta ABD ile Rusya arasına sıkışmış durumdayız.

AVUKAT

5 Nisan yani dün “Avukatlar Günü” idi... Bir hak arama ve savunma mesleği olan avukatlık, adaletten uzaklaşıldığı için, bu ülkenin en zorlu uğraşlarından
biri haline geldi. Avukat aynı zamanda insanların yalnızlığını paylaştığı kişidir. Bakınız ömrünün 12 yılını hapiste geçiren şair Nâzım Hikmet, avukatı
İrfan Emin’e astokrişle (adını şiirin baş harfleriyle yazarak), nasıl sesleniyor:

İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime

Resmimi suratımı başköşeye asarlar

Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime

Ardında taş duvarlarım her kaldığım zaman

Ne arayan beni ne soran

Eeeehh daha iyi be, bunun böyle olduğu

Minnetin ve borçluluğum yalnız sana kalsın

İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli

Nasılsın?

ÇAKMA

Bodrum Belediye Başkanı CHP’li Ahmet Aras mazbatasını alıp göreve başladı.

Ahmet Aras bir albay emeklisi. Bodrum’un yerli ailelerinden. Emekli olduktan sonra Ortakent’te otel işletmeye başlamış. Çevresinde sevilen bir isim. Yaptığı
toplantılarda iki vaadi özellikle dikkati çekiyor. Birincisi, iki yıldır kapalı olan kaleyi tekrar turizme açacak. İkincisi, Bodrum’da çakma mal satışına
son verecek. Bodrum’da sadece çakma saat satan 5-6 mağaza mevcut. Çakma giysiler, çantalar, ayakkabılar baştan başa caddeleri kaplıyor. Yeni Başkan çakmayla mücadelede başarılı olursa, Bodrum’a biraz daha kalite getirecektir.

SİFTAH

Bolu Belediye Başkanlığı’nı 30 yıl sonra yeniden CHP’ye kazandıran milletvekili Tanju Özcan dün görevine cuma namazının ardından Kuran-ı Kerim ve Türk
bayrağı üzerine yemin ederek başladı. CHP’nin ulusalcı kanadında yer alan Özcan’ın bu başlangıcı elbet her kesimde tartışmaya yol açtı. AKP Bolu İl Başkanı
Nurettin Doğanay tepkisini “Laiklik elden gidiyor, diyenler Kuran’a el basma noktasına geldi. Tanju Özcan, samimi ol, dürüst ol” sözleriyle dile getirdi.
Haklıydı.

ERSEK

Kadıköy’deki Siyami Hersek Hastanesi’ni telefonla aradınız diyelim...

0216 542 44 44 numarayı derhal beklemeye alıyor ve Sağlık Bakanlığı’nın gereksiz antibiyotik kullanımının zararlarını anlatan anonsunu dinliyorsunuz. Ne
kadar süreyle mi? Üç dakika, beş dakika, on dakika. Sonra kızıp kapatıyorsunuz. Deneyiniz...

MİLLİYET.,

***

Anlamsız Sorular, Anlamsız Anılar

Anlamsız Sorular, Anlamsız Anılar


Fatih Altaylı
06.04.2019 - 10:53 

31 Mart seçimlerinden önce Teke Tek’e gelen Ekrem İmamoğlu ile program öncesi sohbet ediyorduk. 

Kendisine şöyle bir sual sordum sohbet sırasında: 

“Ekrem Bey, seçimlerde daha çok oy alıp, seçimi kazanmanız halinde İstanbul’un Büyükşehir belediye başkanlığının size verileceğini düşünüyor musunuz?” 
İmamoğlu’nun ifadesinden soruyu anlamsız bulduğu ortadaydı. 
O gün için de anlamsız bir soruydu gerçekten. 

“Elbette ki!” dedi. 

Ben de ona, “Kusura bakmayın ben bazen böyle manasız sorular sorarım” diyerek kapadım konuyu. 
Diyeceğim o ki, bugün olan bitenler arasında beni şaşırtan hiçbir şey yok. 
Beklemediğim, ummadığım hiçbir şey olmuyor. 
Dün ilginç bir de gelişme oldu. Büyükçekmece’de seçmen kütüklerinde hatalar olduğu iddiası ile AK Parti ilçede seçimin iptali ve yenilenmesiyle ilgili
bir başvuru yaptı. 
İlçe Seçim Kurulu başvuruyu reddetti. 
Sonrası ne olur bilemem. 
Tabii Türkiye’de ilk defa olmuyor bir seçimin iptali veya tekrarı. 
Küçük yerleşim yerlerinde çok örneği var ama il seviyesinde benim hatırladığım çok önemli, tarihe geçmiş bir örnek var. 
Konya Belediye Başkanlık seçimi.

11 Aralık 1977 günü yapılan Konya Belediye Başkanlığı seçimi sonucunda sandıktan 1. Sırada Mehmet Keçeciler çıktı. 27 bin 556 oy almıştı. 
İkinci sırada ise CHP adayı Adnan Ertanık vardı ve 21 bin 927 oy almıştı. Adalet Partisi’nden Mehmet Ortaer’in oyu ise 17 bin 683 idi. Bazı sandıklarda
itiraz edildi. 

Oydu, buydu derken süreç uzadıkça uzadı.

Adalet Partisi ve CHP, YSK’ya itiraz ettiler ama bambaşka bir gerekçe ile. 
Keçeciler’in adaylık başvurusunun il başkanı değil, ilçe başkanı tarafından yapıldığı gerekçesi ile. 
İtiraz aslında geçersizdi çünkü seçimden önce yapılmış olması gerekiyordu. 
Ama YSK kazanan adayın hakkını yiyerek usulsüz biçimde seçimleri iptal etti. 
19 Mart 1978 günü seçimler yenilendi.

Mehmet Keçeciler bu kez 34 bin oy alarak ve farkı itiraz edilmeyecek biçimde açarak seçimi kazandı. 
Seçmen mağdur edilen siyasetçiye sahip çıkmıştı. 
Ancak Belediye Meclisi seçimleri yenilenmediği için orada AP ve CHP çoğunlukta idi. 
Belediye Başkanının maaşını düşürdüler, her türlü zorluğu çıkardılar. 
Ama Konyalılar seçtikleri başkana sahip çıktılar.
Sonuna kadar arkasında durdular. 
Bunu niye mi yazdım şimdi. 
Ne bileyim, bazen tarihi hatırlamakta fayda var.

***

Helal Sana Ahmet Güneştekin

Sanatçı dostumuz Ahmet Güneştekin bir süre önce yaptığı İskoçya gezisinden sonra geziden aldığı esinle, “İskoçya’nın 85 lezzeti” adlı bir eser yazdı ve
bunu da Çırağan Sarayı’nda verdiği büyük bir davetle tanıttı. 
Her ne kadar bu konuda kalem oynatmaya çekinmeyen meslektaşlarımın pek büyük bölümünden daha fazla bu tarz sanat ile hayır neşir olsam da, bir sanat eleştirisi yapacak düzeyde olmadığım için Ahmet’in eseri ile ilgili bir sanatsal yorumda bulunamam.
Ama sevdiğim bir arkadaşımın eseri benim için güzeldir. Çünkü ben onda arkadaşımı görürüm. 

Neyse konumuz o değil. 

Konumuz Davet. 

Ahmet’in davetine çok geniş bir katılım varmış. Ben yurt dışında olduğum için gidemedim ama sosyal medyadan katılanları gördüm. 
O yüzden de başlığımı “Helal sana Ahmet Güneştekin” diye attım. 
Çünkü düne kadar Ahmet Güneştekin’e burun kıvıran, beğenmeyen, arkasından konuşan, hakkında eleştiri ötesi hakaretler sallayan kim varsa hepsi Ahmet’in
davetine koşa koşa gitmişler. 
Davetten selfieler paylaşmışlar. 
Bu nedenle helal sana Ahmet. 
Bin kere helal.

***

TAV’a  TAV olmuştuk

İstanbul Atatürk Havalimanı’na ilk ne zaman gittiğimi ya da bu meydanı ilk ne zaman kullandığımı hatırlamıyorum. 
Herhalde 1 ya da bilemedin 2 yaşında olmalıyım. 
Gerçi o zaman adı “Atatürk Havalimanı” değildi. 
Yeşilköy Havalimanı olarak bilinirdi. 
Küçük bir iç hatlar, hemen yanında az daha büyük bir dış hatlar terminali vardı. 
Demek ki, orayı en az 55 yıl kullanmışım. 
Karga sekmez diye bir garip terminal ile büyümeye çalıştı önce. Sonra şimdi iç hatlar olarak kullanılan bölüm yapıldı, dış hatlar olsun diye. 
Eski dış hatlar içi hatlar oldu. 

Bir kaç denemeden sonra yap işlet devret modeli ile TAV’a ihale edildi ve 20 yıl önce bugünkü meydana kavuştuk. 

TAV sayesinde Atatürk Hava limanı dünyanın en pratik, en sevimli, en iyi işletilen hava limanı olarak büyüdü büyüdü büyüdü.  Yetmez hale geldi.

Onu büyütmek yerine, daha büyüğünü başka bir yere yapmaya karar verildi ve yapıldı. 

Şimdilik Atatürk’ten yüzde 25 daha yüksek kapasiteye sahip ama büyümeye daha müsait ve 20 yıl içinde 200 milyon yolcu kapasitesine ulaşabilecek bir hava limanımız var artık. 

Ben yine de Atatürk Hava limanı’ nı çok özleyeceğim. 
Kızım bile, “Bence bu hava limanı, dünyanın en güzel hava limanı” diye üzgündü geçen hafta son kez kullandığımızda Atatürk Hava limanı’ nı.
Ben ondan daha da üzgünüm. 
Yine de TAV’a ve TAV’ı TAV yapan Sani Şener’e çok teşekkür ediyoruz. 
Dünya ölçeğinde havacılık yapan bir Türk firması olmayı başardıkları ve bizi yıllardır Atatürk Hava limanı’nda mutlu ettikleri için.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

"Demokrasinin, sandıkla gelme kadar sandıkla gitme rejimi olduğunu da hatırladığımız zaman."


***

Erdoğan da Topal ördek.

Erdoğan da Topal ördek. 


Orhan UĞUROĞLU
6 NİSAN 2019
YENİÇAĞ


AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları için, "topal ördek" dedi. Muhalefet sözcülerinin aklına gelmedi ama ben söyleyeyim, Erdoğan da "topal ördek" durumundadır.

Erdoğan, İmamoğlu ve Yavaş için neden, "topal ördek" diyor?

İstanbul ve Ankara'da Büyükşehir Belediye Meclislerinde Millet İttifakı'nın üye sayısı Cumhur İttifakı'nın üye sayısından az oldu.

Erdoğan'ın bu durumu, çoğunluğu olmadığı gerekçesi ile "topal ördek" olarak nitelediği anlaşılıyor.

Doğrudur, haklıdır.

Peki, Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde "topal ördek" değil miydi?

2002 yılında Erdoğan, "siyasi yasaklı" iken Genel Başkan olarak AKP'yi seçime "topal ördek" olarak sokmadı mı?

Dönemim Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu bu duruma iddianameleri ile karşı çıkmadı mı?

CHP ve genel başkanı Deniz Baykal anayasa değişikliği ile Erdoğan'ın siyasi yasağının kaldırılmasına destek vermeseydi Erdoğan ne milletvekili ne başbakan
ne cumhurbaşkanı olabilirdi…

Haydi, şimdi de günümüze gelelim.

Erdoğan, 24 Haziran seçiminde Yüzde 52,6 oyla Cumhurbaşkanı seçildi.

Peki, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde çoğunluk olan 300 milletvekili barajını aşabildi mi?

Hayır, aşamadı, AKP sadece 295 milletvekili çıkarabildi.

İşte bu sonuçla cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin başkanı olan Erdoğan'da "topal ördek" oldu…

MHP ve Devlet Bahçeli baston oldu, dayanak oldu ki Erdoğan, topal ördek olarak kalmasın.

Yarın Bahçeli'nin ne yapacağı belli olmaz, bakarsınız Cumhur İttifakı'nı bozuverir ki yeniden "topal ördek"durumuna düşebilir Erdoğan.

Değerli okurlarım, Cumhur İttifakı da, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de 31 Mart yerel seçim sonuçlarının uygulanmamaya çalışılması ile siyaseten çökmüştür.

İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a YSK, ilçe ve il seçim kurullarının uyguladıkları kararlar rezaletin
son boyutudur.

YSK üyelerine soruyorum:

Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a da bir gerekçe uydurarak mazbatalarını vermeyecek misiniz?

Niyetiniz bu ise açıklayın.

Türkiye'de demokrasiye sahip çıkmak asli ve anayasal görevinizdir. Bu görevi layıkıyla yapmak zorundasınız.

ADANA KOZAN'DA DA REZALET VAR…

Değerli okurlarım,

13 Mart 2019'da Cumhur İttifakı'nın Adana Kozan Belediye Başkan adayı Nihat Atlı, "Rabbimin izniyle analarını belleyeceğiz" dediğini yazdım.

Atlı'nın seçim konuşmasının o bölümünü hatırlatayım.

"Bu düşmanları da bu memlekette yok edene kadar, kanımın son damlasına kadar mücadele verip, Rabbimin izniyle de bunları içte ve dışta da hepsinin anasını belleyeceğiz arkadaşlar..."

Milletin anasını belleyecek bu adam seçimden birinci çıktı ama Saadet Partisi seçimden önce, İYİ Parti ise seçimden sonra ilçe seçim kuruluna Nihat Atlı'nın
"seçilme hakkından yasaklı" olduğu gerekçesi ile itiraz ettiler.

İlçe seçim kurulu 3'e karşı 4 oyla itirazları reddetti.

Hukuki süreci de hatırlatayım.

Adana 2. Ağır Ceza başvurusu reddedilmiş, Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesine Atlı itiraz etmiş, orası da başvuruyu reddetmiş.

Yargıtay'a başvurmuş ve karar bozulmuş. Yargıtay'ın yıldırım hızıyla kararı(!) üzerine bu mahkeme "memnu hakların iadesine" 4 Nisan  2019 tarihinde karar
vermiş.

Ama iş işten geçmişti, çünkü YSK'nın resmi seçim takvimine göre Atlı'nın bu kararı 2 Mart 2019 saat 17.00'ye kadar bu kararın ilçe seçim kuruluna vermesi
gerekiyordu.

Seçim kanunu, YSK kararları Kozan ilçe seçim kurulu tarafından açıkça çiğnendi.

Adana il seçim kuruluna her iki partinin de itiraz edeceği açıklandı.

Değerli okurlarım, Adana İl Seçim Kurulu 26 dakika geç başvurdu diye İYİ Parti Büyükşehir Belediye Başkan adayı Burhanettin Kocamaz'ın başvurusunu reddetti.

Bu kurul bakalım 32 gün geç verilen, "memnu hakların iadesi" belgesi konusunda Nihat Atlı hakkında yapılan itirazları nasıl değerlendirecek?

Hukukçular, "YSK'ya da itiraz edeceğiz, Nihat Atlı'ya mazbata verilemez. Kozan'da seçimin yenilenmesi şarttır" diyorlar.

***

Cumhur İttifakı yüzde 50’nin altında.

Cumhur İttifakı yüzde 50’nin altında. 


Deniz Yıldırım. 
CUMHURİYET
6 NİSAN 2019


    Çoğu yorumcu AKP ile MHP’nin genel oylarını toplayıp Cumhur İttifakı’nın oyların yüzde 51.6’sını aldığını söylüyor. Hatalı; çünkü ittifak oyu, ittifak
yapılan seçim bölgelerindeki kaymalarla ölçülür. İki parti tüm ülkede değil, 30 büyükşehir ve 21 ilde ittifak yaparak ortak aday çıkardı. Kaldı ki 31 Mart’ta
geçerli sayılan her 100 oydan 84’ünün sahibi bu şehirlerde yaşıyor. Örneklem olma potansiyeli de büyüktür. 

İkincisi, ittifak yapılmayan şehirlerde hem AKP hem de MHP adayı yarıştı. Ve MHP adayları AKP adaylarına karşı müttefik gibi değil, muhalefet gibi kampanya
yaptı; AKP karşısında en güçlü aday görüldükleri kimi yerlerde CHP ve İYİ Parti seçmeninden de oy aldı. Öyleyse ittifak oyu gibi değerlendirilemez. 
Bu gerekçelerden sonra verilere bakalım. 24 Haziran verileriyle de karşılaştırarak incelediğimde ilginç sonuçlara ulaştım. 

Önce 30 büyükşehir. AKP ile MHP’nin 24 Haziran milletvekili seçimlerinde 30 büyükşehirdeki toplam oyları yüzde 52.1’di. Yani genel ittifak oyuna oldukça
yakın. Ve bu pasta içinde AKP oyu yüzde 41.6, MHP oyu ise yüzde 10.5’ti. Yine bu oranlar da iki partinin ülke genelindeki oy oranlarına yakındı. 

31 Mart’ta bu 30 büyükşehirde AKP ile MHP yine ittifaka gitti. MHP birçok şehirde aday çıkarmadığı ve belediye meclis pusulasında yer almadığı için, MHP
oylarının büyük bölümü AKP içinde temsil edildi. Bu çerçevede 31 Mart yerel seçimlerinde, belediye meclis oy toplamları bakımından AKP ile MHP’nin oyu
yüzde 52.1’den yüzde 48.8’e gerilemiş. Bunun 43.9’u AKP oyu. Ama dikkat; içinde bu kez önemli ölçüde MHP oyu da var. 

Hesabıma göre, 30 şehirden 27’sinde MHP’li büyükşehir adayı, 17’sinde de pusulada MHP’li belediye meclis üyesi tercihi yoktu. 17 şehri baz alalım. Bu 17
şehirde MHP’nin 24 Haziran oyu yaklaşık 2 buçuk milyon. Bu da 24 Haziran’da bu 30 şehirde MHP’ye oy veren her 11 seçmenden 5’i demek. Yani AKP’nin yüzde 43.9’luk ittifak oyu içinde yaklaşık 5 puanlık MHP oyu bulunma olasılığı yüksek. Elbette sandığa gitmeyen ya da muhalefete oy veren MHP seçmenleriyle birlikte düşünmek gerekiyor. Tam veri elde etmek, mevcut ittifak sisteminde epey zor. Ancak bu verilere bakarak bile AKP’nin 24 Haziran’daki yüzde 42’lik genel oy oranının gerisine düştüğünü söylemek abartılı olmaz.

İşin içine büyükşehirler dışında ittifak yapılan 21 ilin il genel meclis verilerini kattığımızda da durum değişmiyor. AKP ile MHP’nin 31 Mart’ta Türkiye
genelinde ittifak yaptığı 51 şehirde 24 Haziran oyu yüzde 51.7’ydi. Bugün ittifak yapılan 51 ilde ittifak oyu yüzde 49’a inmiş. Birçok şehirde MHP, AKP
listesinden yarışa girmesine rağmen AKP oyu yüzde 43.4’te kalmış toplamda. Oysa MHP oyu bu şehirlerde yüzde 10’un üstündeydi. 

Diğer yandan ittifak yapılan 51 şehirdeki belediye sonuçlarına bakalım. AKP ve MHP 2014 seçimlerinde 30 büyükşehrin 21’ini kazanmıştı, bu sayı şimdi 16’ya
düştü. 51 şehirdeyse toplam sayı 30’dan 23’e geriledi. İttifak yapılan 51 şehirde büyükşehir ya da il belediyelerinin yüzde 45’i Cumhur İttifakı partilerine ait. 

   Bu oran 2014’te yüzde 59’du. Yani AKP ile MHP’nin bu şehirlerde ittifakla girmeleri, muhalefete yaramış. 

En ilginç verilerse, AKP ile MHP’nin ittifak yapmadığı 29 şehirde. Bu şehirlerde iki parti de aday çıkardı. İl Genel Meclisi seçim sonuçlarıyla 24 Haziran’da
bu partilerin aldığı oyları karşılaştırdığımızda görünen şu: 24 Haziran’da bu şehirlerde AKP oyu yüzde 51.2’ydi; 31 Mart’ta yüzde 43.8’e inmiş. Yani ittifaksız
yerlerde de AKP’nin 7.4 puanlık düşüşü var. MHP oyu ise yüzde 16’dan 23.6’ya yükselmiş. MHP ittifak yapılmayan, yani AKP’ye muhalif kampanya yürüttüğü
yerlerde AKP’den ciddi oranda oy koparmış. İkincisi, başta da belirttim, MHP’nin AKP’ye karşı muhalif kampanya yürüttüğü yerlerde MHP adaylarının AKP karşısındaki en güçlü ihtimal olarak görülmesine bağlı olarak, CHP veya İYİ Parti seçmeninin bir bölümü de buraya yönelmiş. İlçe bazlı incelemelerde bu kaymaları açıklıkla görebiliyoruz.

Özetle tablo, seçime ortak girilen yerlerde Cumhur İttifakı’nın oy kaybederek yüzde 50’nin altına indiğine işaret ediyor. Ancak yine de iki ittifak arası
geçişlilikten daha çok ittifak içi geçişliliklerin olduğunu ve hangi taraf öne geçerse geçsin, yüzde 51-49 yarılmasının mevcut tabloda yine de kırılamadığını
görmekte yarar var. Bu denklemi çözen, Türkiye siyasetinin geleceğini belirleyecek.

CUMHURİYET

***