20 Ocak 2020 Pazartesi

Nasıl bir Siyaset Adamı

Nasıl bir Siyaset Adamı



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
09 Mayıs 2011 

   Siyasi konuşmaları dinlerken  nasıl bir siyaset adamı yetiştirmeliyiz? Siyaset adamı nasıl olmalı, soruları hepimizi yokluyor.  

Evet. 

Nasıl bir siyaset adamına muhtacız?

    Öncelikle  siyaset adamının sağlam bir fizik yapısı olmalı. 

Zira hem kendini hem de memleketi taşıyacak dirence ihtiyacı  olacaktır. 
Hemen ardından ruh sağlığı gelmektedir. 
Ruh sağlığı için öncelikle ruhu  tanımak gerekir. 
Fizik varlığımızı değerli kılan ruhumuzdur.   

Ruhunun üzerindeki nefsaniyet ağırlıklarını kaldıranlar onun engin gücünü görür ve artan bir şükürle insan olma yolunda, kemal ve cemal ufuklarına doğru yol almaya gayret eder. Bu kemal yolcusu için yalnızca Allah’ın iradesi vardır.Milli Mücadele yıllarında Anadolu’ya insan ve silah taşıyan bir kaptan Yunanistan’da gıyabında ölüme mahkum edilir.  Savaş biter, kahraman kaptan artık İstanbul ile İzmir arasında  sefer yapan bir yolcu gemisinin kaptanıdır.Bir gün İzmir açıklarında müthiş bir fırtınaya tutulurlar. Gemiyi kurtarmanın tek yolu Yunan adalarına doğru yol almaktır.

   Kaptan derhal  Yunan adalarına doğru dümeni kırın emrini verir.  
   Kadrosu, “Bunu nasıl yaparsınız? Yunanlılar hemen sizi yakalar ve idam eder, ne olur kararınızı değiştirin” diye itiraz eder. 

   Kaptan, “Bu kadar yolcunun ölümü riskini göze alamam; varsınlar beni idam etsinler” der. 

Yunan adalarına doğru yola devam edilir. 
Fırtına yavaşlar. 

Sabaha doğru kara görünür ve bir de bakarlar ki; 

İzmir civarındaki bir sahildeler.  Kaptanın kendisini yolcuları için feda etmeye hazır olması karşılığında Yaradan onun canını bağışlamış, gemisini de  yolcularla birlikte kurtarmıştır.  

Siyaset adamı toplumun faydası uğruna canını feda edebilecek  şuurda ve halde olmalıdır. 

Bu karakterde bir insan  boş söz söyler mi? 

İftira eder mi? 

Şahsi menfaati için yalana, harama tenezzül eder mi? 

Elbette ki hayır.  

Allah’ı bilen O’na kul olan, O’ndan gayrısınden bir şey istemez. 

Sözüne sadıktır. Sözün kula değil, Allah’a verildiğini bilir.  Okyanusta bir gemi çok şiddetli bir fırtınaya yakalanır ve batmaya başlar. 

   Panik içindeki yolcular  kurtulmak için dua ediyor, “Allahım kurtulayım bütün kötü huylarımı bırakacağım, içki içmeyeceğim, hak yemeyeceğim” 
gibi Allah’a söz veriyorlar. 

   Yolculardan biri  nereden aklına geldiyse “Allah’ım sağ salim kıyıya çıkayım asla fil eti  yemeyeceğim” der.   

    Duaları kabul olur, kıyıya sağ salim varırlar ama vardıkları yer ıssız bir ada olup yiyecek yoktur. 

    Açlıkları iyice artmışken  bir fil yavrusu görüp öldürürler ve yerler. 
Ancak  kurtulursa fil eti yemeyeceği sözünü veren yolcu çok aç olmasına rağmen yemez.   

Akşam olunca kazazedeler uyurken  anne fil gelip, uyumakta olan yolcuları tek tek koklayıp yavrusunun etini yiyenleri kokudan anlayarak çiğneyip öldürür, yemeyene dokunmaz.Bu hikayeyi Samiha Ayverdi hanımefendiden dinlemiştim. 

Bana “İşte söz verilince böyle verilmeli” demişti.   

Ben de şimdi seçimlerde  söz verdiğinde böyle vereceğine inandığınız adayları seçin  diyorum.   

Romalılara ait bir atasözü var: 

“İnsanlar sözleriyle, öküzler boynuzlarıyla bağlanır”. 

Peki boynuzunu gizlemiş olanları nerelerinden bağlayacağız. 

Bu ülkede sözünkişinin namusu, onuru olduğunu bilenlerinsayısını hızla artıran bir gönül, idrak, anlayış ve eğitim hamlesine ihtiyaç var. 

Dileyelim iktidar mücadelesi veren bütün siyasi kadrolar devlet adamı olma ölçüsüne sahip olsun ve sözleriyle bağlı olmanın onurlu üslubundan ayrılmasın.

   Sözüyle bağlı olduğunu unutmak; isteyerek öküzlerin boyunduruğuna talip olmaktır. 

Yaradan hiç kimseye böyle acı bir kaderi yaşatmasın. Herşeyden önce insan olmanın, insan yaratılmanın şükrünü bilelim ve her nefes bir insan gibi yaşayalım... 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/nasil-bir-siyaset-adami-18180yy.htm

***

Duvara Toslayan Avrupa

Duvara Toslayan Avrupa



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
02 Mayıs 2011 


     Türkiye’yi yönetenler, Türkiye’yi düşünen kafalar ve Türkiye sevdalıları artık hep beraber “Avrupa Birliği” gerçeğini, son manzarayı görme zamanı geldi. 

“Bir Medeniyet Projesi”, “Bir İnsanlık İdeali” denilerek AB meraklılarının kendi hayallerine göre süslediği “AB Cenneti” yeşillikleri ve güzellikleriyle artık çöle dönüşüyor.  Başlangıçta AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) iken problemler çözülüyor, birbirini tamamlayan projeler, ümitler artırarak yeşeriyordu. Avrupa Topluluğu üyesi devletler ekonomilerindeki kayıpları, israfları önlüyor ve ana hedefleri olan verimliliğe doğru ilerliyordu. 

Ne zaman ki iş siyasi birlik, tek hedef projesine döndü; AB tıkanmaya başladı. Ortaya üyelerin fikir ve eylem birliğinden uzaklaştığı bugünkü görüntü çıktı.Yunanistan ekonomisi göçtü. Kurtarma kararı aylar sonra alınabildi. Sonunda 110 milyar dolarlık kurtarma paketi uygulamaya konuldu. 

Ancak Yunanistan durumu kurtaramadı, borçların yeniden yapılandırılması zarureti doğdu.Portekiz ekonomisi de alarm veriyor. AB’ye soğuk bakan 
Milliyetçi Parti’nin seçimden zaferle çıkması Birlik içerisinde Finlandiya konusunu gündeme getirdi. Çünkü bu partinin başkanı ilk açıklamasında AB’nin Portekiz’e yapacağı mali yardım paketine karşı çıktı.Birlik bünyesinde nükleer enerji, yabancı göçmenler, Libya konusunda ayrılıklar var. 

Özellikle Fransa ve İtalya arasında çok ciddi ihtilaflar söz konusu. Fransa kendi başına bombardıman uçaklarını Libya’ya ölüm yağdırmaya gönderdi. 

İtalya uzun süre hareketsiz kaldı.  Nükleer Enerji konusunda; Fransa bütün ağırlığıyla bu alanda çalışırken, İtalya nükleer enerji santrallerine karşı çıkıyor. 

Bu konudaki tenkitleri her gün ağırlık kazanıyor. Tunus, Libya ve Cezayir’den İtalya’ya yoğun göçmen akımı var. AB ülkeleri İtalya’nın yardım isteğine olumlu cevap vermedi. Fransa ise İtalya’dan gelen trenleri ülkesine sokmadı.  AB artık Kuralsızlığı kural olarak benimsemiş durumda. 

Libya’ya Yapılan ağır bombardımanı ve yaptırımları destekliyor. Ancak Bahreyn’de ve Yemen’de yaşanan zulümleri, baskıları görmek istemiyor. 

Çifte standart uyguluyor.

    Özellikle bu hükümet döneminde AB’ye verilen ölçüsüz tavizlere rağmen Kıbrıs’ta Rumların haksız, hukuksuz talepleri AB’nin politikası olarak Türkiye’ye dayatılmış bir süngü gibidir.   Artık bu gerçekleri görmenin ve bilhassa AB ile yapılan Gümrük Birliği Anlaşması’nın milli ekonomimize verdiği ağır kayıpları idrâk etmenin zamanıdır.   AB için hoşumuza giden yalanları avuç dolusu yuttuk. Şimdi acı gerçekleri yudum yudum içmeye hazır olmalıyız. 


Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/duvara-toslayan-avrupa-18081yy.htm

***

Neremiz Büyüyor?

Neremiz Büyüyor?



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
25 Nisan 2011


    Televizyonları takip eden okuyucularımız  AKP’nin durmadan “Türkiye Büyüdü”, “ Türkiye’yi biz Büyüttük ” şeklindeki yorulmak bilmeyen 
propagandalarına şahit oluyorlardır.

    Şimdi gelin nefsimizi, siyasi muhalefetimizi aklımızın gerisine alalım ve Türkiye’de en çok büyüyen şey nedir? diye soralım. 

Evet, bu bize göre ülkenin içine sürüklendiği güvensizlik ortamı ve iç savaş tehlikesidir . AKP’nin büyüttüğü en önemli iki tehlike budur. 

Üçüncüsü ise gelir dağılımındaki ağırlaşan dengesizlik ve adaletsizliktir.
   Başbakan’a bir kaç rakam Ne yazık ki “Körler ve sağırlar birbirini ağırlar” 
diyen atasözümüzle yandaş medya  “Biz Türkiye’yi büyüttük” diyen iktidara bu gerçeği görmeyen bir inatla alkış tutmaktadır. 

  Vakti olsaydı iktidar kadrolarına Napolyon Bonapart’ın esirlik günlerinde Saint Helen adasında kaleme aldığı hatıralarını okumalarını tavsiye ederdim.  
Yükselişten çukura düşmüş Napolyon aynen şöyle yazıyor: 

“İkbal devrinde seni sahip olmadığın meziyetlerle metih edenlerin  idbar (düşüş) döneminde işlemediğin günahlarla mahkum edeceğinden hiç şüphen olmasın”. 

Hiç kimseye Napolyon-vari bir son dilemiyorum. Ancak, siyasi yorgunluğun zirvesindeki sayın Başbakanın YGS’de uğradıkları yıkım sebebiyle yürüyen 2000 liseliden bahsederken; “Ne olmuş yani! Biz de istersek onların karşısında 5-10 bin genci yürütürüz” sözünün ne büyük bir talihsizlik olduğunu ifade edeyim. Çünkü mesele yürümek ve mevcut gergin ortamı ağırlaştırmak değil, yürüyen gençler ve aileleri taleplerinde haklı mı? Değil mi? diye sormaktır. Diyelim ki istekleri değerlendirmeye lâyık değildir. Haksızdır. Yine de cevap “biz de 5-10 bin genci istersek yürütürüz” olmamalıdır. Sayın Başbakan neyi büyüttüğünü görmek istiyorsa ben kendisine birkaç rakam sunayım;Fiyatlar son derece 
büyümüştür. 2002 yılında 1kg dana eti 9 TL iken 2011’de 35 TL olmuştur . 

2010’da 1kg ekmek için 1 TL ödenirken, 2011’de 2,10 TL ödenmektedir.   

    Ortalama memur emekli aylığı ile 2005’te 62 kg dana eti alınabiliyorken, 2011’de 39 kg dana eti alınabilmektedir.  

Yine 2005’te ortalama memur emekli aylığı ile 255 kg beyaz peynir alınabiliyordu, bugün ancak 79 kg alınabiliyor.   

Ülkemizde icradaki dosya sayısı 2002’de 10 milyon iken bugün 20 milyonlara ulaşmıştır.
  
Süper borçlanma İşte size büyüyen rakamlar. 

Bir siyasi iktidar ülke sorunlarını derin bir sabanla çözme iradesi taşımazsa cilalı işler yapabilir. 

Rakamlar büyüyebilir. Yandaşlar “Sen büyüksün başka büyük yok” diyerek halay çekebilirler. 

Ancak, dalkavukların yaktığı mum hakikat güneşinin altında yok olmaya mahkumdur. 

   Bakınız; yapılan araştırmalara göre Türkiye’nin sigara kaçakçılığından yıllık vergi kaybı 2,5 milyar TL’dir. Sadece bu kaçakçılıktan doğan vergi kaybımız, vergi ödeme listesinde ilk yüze giren ve yurdumuzun iftiharı olan yurttaşlarımızın ödediği toplam verginin yaklaşık onkatıdır...   

Bu kaçakçılığın yanında akaryakıt kaçakçılığı ise tam bir felakettir.  Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının bir açıklamasına göre: 

   “Kaçak akaryakıt yüzünden yıllık kaybımız 5 milyar dolardır. Sadece bu kaçakçılık önlenirse dışarıya olan borçlarımız kısa sürede ödenebilecektir. 

Kaçakçığın daha nice kalemleri var.” 

    2010 yılında vergi incelemesi yapan Hesap Uzmanları Kurulu incelemeye aldığı mükelleflerin 37 milyar gelir beyanında bulunurken, 174 milyar TL’yi devletten kaçırdıklarını tespit etmişlerdir. 

Ülkemizin doğusunda yıllardır söylenen bir tekerleme var: “Bir kg toz, bir otobos ve bir Toros.” Bu beyanda yer alan uyuşturucu kaçakçılığının yasa dışı getirisi de ayrı bir sorundur.İktidar durmadan büyüme rakamlarından bahsediyor gerçekten büyüme ve refah yok...   

   Ama süper borçlanma var.   

Siyasi ihtirasımızı iktidar tutkumuzu, satılmışların poh pohunu topyekun şeytanın kandırmacalarını aklımızın gerisine alalım. 

O zaman sevimsiz olsa da acı gerçeği görürüz. Gerçeğe saygı duyanlar kalıcı başarıların sahibi olurlar. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/neremiz-buyuyor-17982yy.htm

***

Tarımdaki Çöküşün Bilançosu

Tarımdaki Çöküşün Bilançosu



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
18 Nisan 2011 


 Değerli okurlar, geçen hafta vaat ettiğim üzere tarım gerçeğine değineceğim.  

AKP iktidarları, tarım ve sanayi dengesini kuramadığı gibi kurmayı da düşünmemiştir. 

Bu yanlış politikalarla Türkiye tarımda önemli bir ihracatçı konumundayken,tarım ürünlerini ithal eder hale gelmiştir.  
Planlama fikrinden mahrum, ülke sorunlarını toplu bir bakış açısıyla görme şuurundan yoksun AKP hükümeti ülke kaynaklarını israf etmeye devam etmektedir.  AB ve ABD’den aldığı talimatı yerine getirmeyi görev bilen iktidar şeker pancarı, tütünün ekim alanlarını daraltmış, tarıma sağlanan teşvikleri azaltmıştır.AB’de 20 milyon çiftçi devletten yılda 50 milyon dolar teşvik alırken, bizim 20 milyon çiftçimiz yılda ancak 5 milyon dolar  destek 

AB’nin tarım sektöründe uyguladığı diğer gizli ve açık  teşvikler de dikkate alındığında durumun ne kadar  aleyhimizde olduğu görülmektedir.  

Bu şartlarda gümrüklerini de sıfırlamış olan Türkiye’nin AB karşısında bir rekabet şansı olabilir mi? Olmamıştır. Kendi kaderine terk edilmiş çiftçimiz, “Milletin Efendisi”  olmaktan çıkarılmış,  her gün biraz daha eriyen çaresiz insan haline getirilmiştir.Tarımı en fazla destekleyen ülkeler gelişmiş ülkelerdir. AB’de 2007 - 2013 bütçe döneminde  tarıma ayrılan pay % 43 iken, bu rakam Türkiye’de sadece %2,5-3 tür.  Mesela Fransa’da mazot; bizden %40 daha ucuz, Polonya’da ÖTV’siz, ABD’de ise bize göre 1/3 ucuzdur.Yüksek KDV ve ÖTV sebebi ile çiftçilerimiz yeterli gübre atamamakta, üretim maliyeti artmakta, ancak ürün fiyatı düşük kalmakta ve rekabet şansımız azalmaktadır. Dolayısıyla tarımda üretim maliyetinin düşürülmesi için gübre, zirai ilaç, tarımsal akaryakıt, elektrik, plastik, örtü vs.de KDV kaldırılmalı veya indirilmelidir.Tarımda ilk  5 yıllık hedef; %25-30 üretim artışı olmalı, akılcı, ölçek işletmeciliğine uygun planlı düzenlenebilir proje ve etkin sermaye kullanımı sağlanmalıdır.AKP iktidarlarının çiftçimizi ve sabit gelirleri  perişan edişinin somut bir biçimde  görülebilmesi için aşağıda  bazı mukayeseler sunuyorum:

2002’de 3 kg buğday ile 1 lt Mazot alınabiliyordu.  
2011’de 7 kg buğday ile 1 lt Mazot alınabiliyor.  

2002’de 15 kg süt ile 1 Torba yem alınabiliyordu.  
2011’de 55 kg süt ile 1 Torba yem alınabiliyor.

2002’de 5 kg buğday ile 1 kg 20/20 Gübre alınabiliyordu.  
2011’de 16 kg buğday ile 1 kg 20/20 Gübre alınabiliyor.  

2002’de 33 kg ayçiçeği ile bir büyük Tüpgaz alınabiliyordu.
2011’de 60 kg ayçiçeği ile bir büyük Tüpgaz alınabiliyor.

2010’da 1 kg Ekmek 1 lira, 
2011’de 1 kg Ekmek 2.10 TL
     
Hem Üretici Hem Tüketici Fakirleşti  

Ortalama Memur Emekli aylığı ile 2005’te 62 kg Dana eti alınabilirken,  2010’da 43 kg Dana eti alınabiliyor.  

Ortalama Memur Emekli aylığı ile 2005’te 271 kg Tavuk eti alınırken, 2010’da 205 kg Tavuk eti alınabiliyor.  

Ortalama Memur Emekli aylığı ile 2005’te 255 kg Beyaz peynir alınabilirken, 
2010’da 79 kg Beyaz peynir alınabiliyor.

2002’de ülkemizdeki Sığır sayısı 7 Milyon iken, 
Bugün 2.5 - 3 Milyona düşmüştür.  

2002’de 39 Milyon olan küçük baş hayvan sayısı ise 
Bugün 23 Milyondur.  

2002’de İcradaki dosya sayısı 10 Milyon iken, 
2010 yılında bu rakam 18 Milyona yükselmiştir.  

Borcunu ödeyemeyip kara listeye alınanların sayısı., 
2005’te 10 Bin, 
2010’da 2 Milyon 168 Bine ulaşmıştır.

2002’de Bankalara tüketici kredisi borcu olan kişi sayısı 1 Milyon 655 binden 2010’a gelindiğinde 10 milyon 338 bine yükselmiştir.  
2004’te 58 Bin olan tutuklu ve hükümlü sayısı, 2010’da 121 bine,  

2002’de 743 bin Adet olan karşılıksız çek sayısı, 
2010’da 828 bin adede ulaşmıştır.   

    Bu rakamlar; Uygulanan ekonomik politikanın sosyal yapıda meydana getirdiği  büyük çatlakların,yıkımların ifadesidir.  

    Bunları görmeyen, çaresini düşünmeyen bir Siyasi hareketin ülkeye  Huzur, Saadet, Güvenlik getirmesi mümkün değildir. 


Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/tarimdaki-cokusun-bilancosu-17881yy.htm

***

AKP’nin Seçim Fotoğrafı

AKP’nin Seçim Fotoğrafı


Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
11 Nisan 2011



    Partiler seçim beyannameleri ve diğer propaganda dokümanları ile seçmenin karşısına çıkmaya hazırlanıyor.   
Bu kampanya döneminde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)  laf bolluğu ile çok ışıklı tablolar sunacaktır. 

    Ancak reklam sisleri dağılınca görülecek tek şey bir yıkım manzarasıdır. 

Bu tablo bu gün İstanbul’da cam gökdelenlerin reklamı yapılırken  Erzurum’da çöken kerpiç evde enkaz altında kalarak ölen iki yavru ile ağır yaralı kardeşleri, perişan ana ve babanın  kırık dökük durumlarıyla şekilleniyor. Ne yazık ki  9 yıllık AKP iktidarının  neticesi budur; Yükselen cam gökdelenler ve depreme ihtiyaç duymadan  çöken evler.   

   Dış Politika da böyledir. İslâm Âleminin haklarını arayan  lider ülke  rolündeki  Türkiye... 

  Milyonu aşkın  Iraklı Müslümanı  bombalayan uçaklara  İncirlik Üssü’den kalkış izni veren, onların ihtiyaçlarını karşılayan Türkiye...   

   Filistinli Müslümanlara ölüm yağdıran İsrail uçakları da yakın zamana kadar Konya semalarında eğitim uçuşları yapıyordu. 

   Yükselen İslâm Liderliği ve ezilen Müslümanlar. Bu gidişin son başarı (!) yıldızı; Libya’yı döven uçakların komuta merkezinin İzmir oluşudur.  

İçerde  “Tek Parti”, “Tek Düşünce”, “Tek Lider”  yolundayız. 

Basın, Televizyon hepsinde tek tip haber ile  karşı sesler susturulmuştur. 
Önce Kızılay usulsüz bir kongre ile ele geçirilmiş, cesaretle bu usulsüz tavra karşı koyan  Başkan Dr, Ertan Gönen bir trafik kazasında vefat  etmiştir.  

Böylece Kızılay zirvede olmak üzere bütün yardım kuruluşları iktidarın elinde, kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı organlar haline gelmiştir.   
İnşaat sektörü alınan tedbirlerle TOKİ’nin kontrolüne girmiştir. 
Bu sektörün tüm geliri tek elden dağıtılmaktadır.  

   Ülkenin Cumhuriyet dönemindeki bütün birikimi yabancılara satılmıştır. Topraklar, barajlar, elektrik ve sanayi tesisleri satılmaktadır. 

İş o noktaya gelmiştir ki bazı belediye başkanları mülk alan yabancıların diliyle makbuz bastırmaya başlamışlardır.  Yabancı dille eğitim yapan üniversite sayısı zirveye ulaşmış, yabancı dille eğitim çocuk yuvalarına kadar inmiştir.  (Yanlış anlaşılmasın yabancı dil öğrenmeye karşı değiliz. 

Hatta günümüzde bir değil birkaç dil öğrenmek, öğretmek gerektiğine inanıyoruz. 

Ancak çocuklara ana dilleri doğru düzgün öğretilmeden eğitimin tamamının yabancı dille oluşu kimliğini ve kültürünü muhafaza etmek isteyen bir ülkede söz konusu olamaz.)Üniversite giriş sınavlarının (YGS) durumu, yaşanan çirkinlikler ortada.Ekonomi ise bir felaketler yumağı. İhracata dayalı ithalat nedeniyle cari açık  bu yıl sonu 70 milyon dolarda kalırsa ne mutlu.Orta boy işletmeler büyük sıkıntıda, sanayi direniyor. 

   Evet ama nereye kadar?Tarım çökmüştür. Kendi kendini besleyebilen 7 ülkeden biri olan Türkiye  şimdi 49 ülkeden tarım ürünü  ithal etmektedir. 
 Avrupa Birliğinde 20 milyon çiftçi  devletlerinden 50 milyon dolar teşvik alırken bizim 20 milyon çiftçimiz için bu rakam  sadece 5 milyon dolar.   

   Sonra Gümrüksüz rekabet geliyor.

Mağlupların vay haline... 

Gelecek hafta  inşallah rakamlarla tarım gerçeğini sunacağım. 
Bu akıbeti meçhul gidişe AKP içinde  “Dur!” diyecek  erbab-ı fazilet yok mu? 
Var, elbette var..Lakin onlar da topyekun sele kapılmış gidiyorlar. 
Ağızlarını açarlarsa selin kendilerini boğmasından korkuyorlar. 
Ne yapalım; insanlar sadece Allah’tan korkmayı çok zor öğreniyor, ama öğreniyor... 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/akpnin-secim-fotografi-17774yy.htm

***

Siyasette ne Lâzım

Siyasette ne Lâzım



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
04 Nisan 2011


Seçimler yaklaşıyor. 

12 Haziran’a kadar  yapılacak konuşmalar, alınacak tavırlar seçim sonrasının kaderini oluşturacaktır. 
Kavgalı, kırıcı, çirkinliklerle şekillenmiş bir seçim döneminden sonra  huzur beklemek boşunadır.  

Hâlbuki ülke huzura muhtaçtır.  

Siyaset yapanlar bu işin sorumluluğunda olmalıdır.  Siyaset adamları ülkeye huzur vermek, huzuru bozmamakla görevlidir. Huzur, demokrasiyi 
yaşatacak ve geliştirecek iklimdir. Bu iklimin rüzgârı dilden gelen rüzgârdır.  “Hırs gelir dil kararır, hırs gider yüz kararır.”  diyen atalarımız işin sırrını veriyor:Hırsı aşmak...Evet; bizim atasözlerimiz engin bir deryadır. Halk dehasının yaşanan hayatın tecrübelerinden beslenen bu kültür bize aradığımız her şeyi veriyor. Hırsı aşmak hür olmanın başlangıcıdır.Tasavvuf erbabı bunu daima işlemiş ve zihinlere, gönüllere yerleştirmeye  gayret etmiştir. Allah âşıklarının sözlerine bakalım: 
...İskender Diyojen’i ziyarete geldiği vakit, Diyojen fıçısından kalkmamış, O’nu karşılamamıştı.  

Bu duruma gücenen İskender;  “Sen beni tanımadın mı? Neden karşılamadın?” diye sorar.  

   Diyojen;  “Niçin böyle bir mecburiyetim olsun? 

   Sen benim kölemin kölesisin. Çünkü benim nefsim kölemdir. Sen, nefsine boyun eğmekle  benim bendemin bendesi olmuş oluyorsun. 

O halde efendi bendeyi nasıl karşılar?  

   ”Bu cevap üzerine İskender  “Dile benden ne dilersen!”  deyince Diyojen meşhur  “Gölge etme başka ihsan istemem” sözü ile karşılık vermiştir.

    Bu çapta feragat ancak Allah ehlinde bulunur. Feraset, özveri hür olan adamda, benlik ise esir olan kimsededir. 

Nefse esaret kadar büyük esaret düşünülebilir mi?  Kanunların  hür kılmasıyla  bir insan hür olmaz. Gerçek hürriyet, nefsin elinden kurtulmaktır. 

Ben hürüm, özgürlük var demekle hür olamazsınız. İnsan nefsinin zebunu (egosunun âcizi) iken hiç bir veçhile hür sayılamaz. 

Mesela bir sigara dumanına bile hükmün geçiremeyip, terk etmek istediği halde  ona esir olmaktan  kurtulamayan insan nasıl  olur da hürlük iddiasında bulunabilir? Ancak, eğilimlerinin, iç güdülerinin,  arzularının esiri değil, emîri olan insan, koca İskender’e,  “Sen benim kölemin kölesisin” diyen Diyojen gibi  hakkıyla hür olabilir.İşte bu anlayış ve bu çapta derin düşünmeye muhtacız.  
Bizim iman ve kültür hayatımızı terk edip, yer altı suları gibi gizlenen, gözlerden uzaklaşan zenginliği bulmak, anlamak, yaşamak  zorundayız. 

Yaşanan prensipler bizi güçlü ve inandırıcı kılar... “Dostlarınla öyle yaşa ki; düşman olduğunda aleyhinde söyleyecek sözleri olmasın. 

Düşmanlarınla öyle yaşa ki; dost olduğunuzda yüzün kızarmasın.” İşte mikrofonu eline alanların kırmızı ve sarı ışığı olması gereken esas budur.   

     Bu gerçeğe gözlerimizi yumar, öfkelenir, kalp kırar, küfrederek ayıp ararsanız  nasıl koalisyon  hükümeti  kurabilirsiniz? Unutmayalım her 
öfke biraz aczin itirafıdır.  Hele siyasette öfke güzelliklerin köküne dökülmüş kezzap tır.  Öyleyse öfkeyi, hırsı aklın gerisine alalım, sabır ve sükunetle kendi fikirlerimizi anlatıp, karşı tezleri dinleyelim.Siyasette düşünce, fikir cevizleri yuvarlanır. Siz onların çürüklüğünü ispatlama  gayretine girerseniz, sadece kendi zamanınızı tüketirsiniz. Zira nefsi, hırsı aşmış akıl kurtarıcı çarelere daha çabuk ulaşır. 

   Bu sebeple sadece kendi tezlerimizi açıklamak kâfi dir.  Siyaset adamı bu mantıkla hareket etmeli, karşı tarafın ayıp ve eksiklikleriyle uğraşmamalıdır. 

Bu yolda hile, desise ve yalanlara tenezzül edilmemelidir. Çünkü karşımızda ayıplı hal aramak, utanılacak yeni durumlara talip olmaktır. Siyasette ruh dengesi sabır, akıl, güven veren bilgi ile yapılırsa seçim bir düğün havası içinde geçer, ülke için saadetli bir dönemin kapısını açar.

   Gönülden dileğimiz ağır sorunlarla çevrelenmiş Türkiye’mizin bunları bilen, çarelerini düşünen kadrolarla  zenginleşmiş bir seçim dönemi yaşamasıdır.  


Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/siyasette-ne-lazim-17670yy.htm


***

Anayasa ve Tsunami

Anayasa ve Tsunami



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
28 Mart 2011 


    Yıllarca önce çok tecrübeli, değerli mesleğinde saçlarını ağartmış bir kolej öğretmeninden şu hatırayı dinlemiştim: 

    “Nöbetçi öğretmendim. Teneffüse çıkmış, olabilecek yanlışlıkları önlemek için sakin bir tavırla öğrencilerimi takip ediyordum. 
Bir süre sonra kantine giren bir öğrencinin elinde pasta ile çıktığını ve sonra koşarak lavaboya gittiğini gördüm. 
Bu hareket üst üste tekrarlanınca merakım arttı, bu öğrenciyi  daha yakından izlemeye başladım. 
Evet, değişen bir şey yoktu. Aynı öğrenci her seferinde aldığı pastayı hızla yiyor ve lavaboya koşup kusuyordu. 
Bekledim, lavabodan çıkınca gel yavrum biraz konuşalım dedim. Öğrenci çok varlıklı bir babanın oğluydu. 
Canı sıkıldıkça bu oyunu oynadığını, babasının verdiği bol parayla pasta aldığını, yiyip kustuğunu anlattı. 
Ben de ona bunun çok yanlış olduğunu izah etmeye çalıştım. Unutamadığım meslek hatıralarımdan birisi budur. ”Pasta yiyip kusan çocuklarımız büyüdüler, kocaman adamlar oldular. Bu çizgide kalanlar olduğu gibi yatırım yapıp istihdam sağlayan, daha çok tencere kaynatmalıyım diyen, vergi ödeyen, üretici arkadaşları da oldu. Biz bu zümreye daima saygı ve sevgi duyduk. Saygımız yorulmak bilmeyen enerjilerine, eserlerine eser katan himmetlerine olmuştur. Sevgimiz onların dev projeleri gerçekleştirirken asla terk etmedikleri tevazu dolu üsluplarını görmemizdendir. 

   Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye de dışa açılırken dış âlemle bütünleşmiş tekelci sermaye büyük ağırlık ve güç kazandı. 
“Vatanım rûy-i zemin milletim nev-i beşer” diyen bu sınıf için kapitalist ahlak içine girmek çok kolay oldu. Ömürlerinin hiçbir devrinde millet endişesi ve vatan sancısı çekmedikleri için adeta pasta yiyip kusan çocuk gibi : “Onur ve özgürlük bölünmekten önemlidir” demeyi marifet saydı. 

Vatanın bölünmesini önündeki tepside duran pizzanın bölünmesi zanneden bu kafalar için en büyük talihsizlik  “Milli iş adamı” olma idrakine ve bahtiyarlığına eremeyişleridir. Bunların hayran olduğu Avrupa burjuvazisi öncelikle millidir. Nitekim dünyayı sarsan son ekonomik krizde Alman ve Fransız otomotiv sanayii kendi üretimlerini kurtaracak ama ortaklarının aleyhine sonuç verebilecek iktisadi tedbirleri hiç çekinmeden uygulamaya koydular. AB’ye rağmen Alman sanayicisi önce Almandır. Sonra AB’nin ortağıdır.Bu gözlem ve tespit İspanyol, Fransız, İtalyan sanayicileri için de doğrudur. Batı burjuvazisi çeşitli finansman metotlarıyla kitap basımını, tiyatroyu, güzel sanatları destekler. Milli tarihinin vücut verdiği sanat eserlerini yabancı müzelerde seyretmeye tahammülü yoktur. Onları kendi evinde teşhir etmekten büyük bir zevk duyar. Her birinin binlerce genci okutan fonları vardır.Şimdi bize dönelim “Yeni anayasada değiştirilemez madde yok” diyene sizin kendi öz dünyanızda değiştirilemez kural var mı 
diye sormak hakkımız değil mi? “İnsanlarımızın özgürlüğü, onuru, hakları ülkenin bölünmesinden daha önemli” diyen beyefendi, patron olarak işçilerinin gerçek ücreti enflasyonla erirken hangi tedbirleri aldı? İşçisi aç yatıyor mu diye bir gün düşündü mü? Kârlarınızın bir bölümünü bölüp yoksulluk sınırında yaşayan çalışanlarınızı daha iyi şartlara kavuşturmayı düşünmek sizin işiniz ve sorumluluğunuz olmadı. İşçinize daha iyi şartlar sağlamak için kârı bölmek zor. Ama vatanı bölmek çok kolay.İnsanların şahsiyetleri yedikleri lokmayla yakından ilgilidir. Sermayenin temelinde haram, kaçakçılık, hırsızlık varsa Kuvay-i Milliye adına para toplayıp bunu Kuvvacılardan kaçırmak varsa onlardan vatan endişesi beklemek hayalcilik olur.Anayasanın değiştirilemez maddeleri devletin temel çivileridir. Bunları sökerseniz bölücülerin önünü sonuna kadar açarsınız. 

   Böyle bir tufanda gelecek tsunami sizi nerelere sürükler bilemiyorum! 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/anayasa-ve-tsunami-17572yy.htm

***

Libya Yanıyor

Libya Yanıyor





Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
21 Mart 2011



   Oyunun son  bölümü de sahneye kondu, Libya bombalanmaya başladı. 

Hem de Irak harekatının yıldönümünde.Irak’a  saldıran ABD ne diyordu; 

“Kitleler için ölüm tehdidi taşıyan Irak’taki nükleer silahları imha edeceğiz. 
Saddam’ın zulmüne son verip Irak halkına huzur ve güvenlik getireceğiz. 
Çocuklar daha sağlıklı, kadınlar saygı görecekleri  bir kimliğe sahip olacak.”Peki sonra ne oldu? O tarihten bu yana Irak’ta  yaşananları  gözümüzün önüne getirelim.  Kaç çocuk ABD’nin saldırıları sonucu öldü? Cami çıkışlarında, pazar yerlerinde öldürülen masum Iraklılar. 

    Ve onların bugünkü durumları. 

ABD’nin  baştan sona yalan söylediği ortada. 

Nükleer silah depolarının  tamamen uydurma olduğu tespit edildiği gibi bazı ABD görevlileri tarafından itiraf da edildi. 

Depolarından geçtik, nükleer çakı bile bulunamadı.ABD’nin refah götürmeye yönelik Irak harekatı  başladığından beri  birbuçuk milyon Iraklı 
öldürüldü. Bir milyon civarında Iraklı kadına tecavüz edildi. Bunların çoğu Amerikan askerlerinin genelevlerine gönderildi. 

Çocuklara insafsızca kurşun sıkıldı. İnsanlara aklın almayacağı, yüreğin dayanmayacağı işkenceler yapıldı.  Aslında buna şaşmamak lazım, zira dönemin ABD Başkanı daha yolun başında “bu bir Haçlı seferidir” demişti.Şimdi aynı oyun Libya’da başlıyor. Tablo bundan farklı olmayacak tır. Bu acı gerçekler karşısında  İslam alemi ne haldedir? Ne yapıyor? Ne yazık ki Müslüman  Arap devletleri kendini aşamamış yöneticiler elinde tam bir şaşkınlık halindeler. İsrail karşısındaki perişan, dağınık durumları devam ediyor. Birliğin yokluğundan güçleri nerdeyse yok seviyesine iniyor.Oysaki Arap devletleri kendi menfaatleri  doğrultusunda, birlikte hareket etseler çok önemli başarılar elde edebilir. 

Bu çerçevede Arap Birliği toplanmalı.

- ABD, Fransa, İtalya ve İngiltere mallarını boykot etme, bu ülkelere ait şirketlerin imtiyazlarına son verme kararı almalıdır.

   - Petrol zengini Arap ülkeleri bu devletlerdeki yatırımlarını dondurmalı, bankalarındaki paralarını da çekmelidir.

  - Söz konusu ülkelerin vatandaşlarına veya şirketlerine verilmiş olan ihaleler derhal askıya alınmalıdır.Ancak böylelikle kendilerini  dünyanın hakimi gören bu emperyalist güçler tutumlarını yeniden gözden geçirmeye  zorlanabilir.Kaddafi; gelişen hava ve deniz saldırılarına “Haçlı seferi” diyor. 

Bu tespit doğrudur. Çünkü Irak’tan sonra Sudan türlü oyunlarla, petrol alanlarının bulunduğu bölge hristiyanların olacak şekilde ikiye bölünmüştür. Şimdi petrol ve doğalgaz zenginliği dünyaca bilinen Libya doğranacaktır. Türk müteahhitlerinin almış olduğu  en az 30 bin Türk işçisinin çalıştığı dev projeler malum dört devlet tarafından paylaşılacak, Türkiye’nin Libya’dan çekilmesi hedefine nail olunarak derin bir oh! çekilecektir.Evet, Haçlı ruhu daima dipdiridir. BM veya NATO şemsiyesi altında emperyalist bu devletlerin çıkarlarını sağlamak 
üzere yapılan harekatın gerçek amacı özellikle Müslüman ülkeler  tarafından görülmeli, birinci hedef  emperyalist  oyunları ve saldırıları  geçersiz kılmak olmalıdır. Yapılması gereken Türkiye ve bölgedeki İslam ülkeleri  liderlerinin bir konferansta Haçlı zihniyetine karşı  kısa ve uzun vadeli tedbirleri  görüşmeleridir. Aksi halde yarın çok geç olacaktır.Tabii şunu söylemek gerekir ki Kaddafi’nin  yanlışları vardır. Şımarık tavırlarını, konuşmalarını  unutmuş değiliz. 

Ancak... 

Kıbrıs harekatından sonra Türkiye’ye  jet yakıtı, yedek parça gönderişini  hiç unutmadık. 

    Ayrıca Kaddafi veya  bir başka lideri yargılama görevi  bu güçlere kimin tarafından verilmiştir? 

Irak’taki, Gazze’deki daha nice ülkelerdeki vahşetlerinin hesabını bunlardan kim soracaktır?  

   Allah Kaddafi’ye ve Libya  Halkına Cesaret ve  Direniş  gücü versin diyorum. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/libya-yaniyor-17478yy.htm


***

Buluta İşaret Koyan deli

Buluta İşaret Koyan deli




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
14 Mart 2011 


   Bir deli, çölde bir şeyler araştırıyordu. 

Ne aradığını soranlara, buraya define gömmüştüm, onu arıyorum, dedi. 
Peki bir işaret koymadın mı diye sorulunca da; gerek yoktu, çünkü defineyi gömdüğüm yerin tam üzerinde garip şekilli bir bulut vardı diye karşılık verdi.  

Bu fıkradaki deli türünden insanımız oldukça fazla ve işin garibi seçimlere yaklaştığımız bu dönemde gündemi seçim değil bulutlara işaret koyan deliler tayin ediyor.Ömrümün hiç bir devrinde Cumhuriyet Halk Partili (CHP) olmadım. 

    Ancak CHP’li değerli büyüklerim oldu. CHP’yi her zaman rejimin teminatı, cumhuriyetin temel felsefesinin yaşayan gücü olarak görmek istedim.  

Son birkaç gündür yaşamakta olduğumuz bir hanım gazetecinin söyledikleri ve buna karşı; makul gelmeyen ve sorumsuzluk olarak nitelenebilecek tavırları partinin yönetim kadrosuyla ilgili düşüncelerimi, bir kere daha acı tespitlerle çiviledi. Bunların başında sınıf arkadaşım Deniz Baykal’a karşı takınılan tutum geliyor. Bu yoğun siyasi gündem içinde İklim hanımı görüşecek ve uzun denebilecek süreler ayıracak kadar önemli bulan CHP yöneticileri, nedense Baykal’ı ikaz edecek kadar önemli bulmuyorlar.  

    CHP yönetimi kamuoyundaki imajı açısından şu sorulara mutlaka cevap vermelidir:  Sayın Kılıçdaroğlu, bu gelişmelerden Sayın Baykal’ı neden 
haberdar etmemiştir? Bu tip olaylar şahsi değerlendirmelerle önemli veya önemsiz hükmüne götürülemez. Zira CHP’nin  tepesinde dolaşan akbabalar ellerindeki medya hakimiyetiyle  önemsizi önemli kılabiliyorlar. Diğer CHP yöneticileri de olayı dinlemek ve dikkatle Deniz Baykal’dan kaçırmak üslubunu benimsemişlerdir.Son üç yılın sorumluluk döneminde Deniz Baykal, Türkiye’nin milli fayda çizgisini dikkatle takip etmiştir. 

Emperyalizmin ve tekelci sermayenin Türkiye’nin başına örmeye çalıştığı çoraplara isabetli, doğru teşhisler koyarak  “Hayır” demeyi bilmiştir.    
Elbetteki vatanperverlerin, milli çizgide duranların düşmanı çok olacaktır.Siyasi çekişmeler her dönemde olur. Ancak bu konularda kolaya sapılmamalı, fazilet ve dürüstlükten ayrılmamalıdır. Unutmayalım ki namuslu ve şerefli insanlar başkalarının namus ve şerefini en az kendi namus ve şerefleri kadar aziz bilirler.  
İklim hanım, onu kullananlar ve susanlar Hz. Ömer’in şu sözünü unutmasınlar: “Kötü bir işin en gizli şahidi vicdanımızdır.”  Ve günümüzde giderek unutulsa da “vefa” , insanı insan yapan en temel özelliklerden biridir. Bu konuda   çok beğendiğim bir hikayeyi sizlere sunmak istiyorum: Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte ölmüş, öbür dünyada yürüyorlardı. 

Adam çok susamıştı. Birden muhteşem bir yer gördüler. Rengarenk çiçekler, altından yapılmış bir bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın. Adam sordu:-Affedersiniz... Burası neresi?-Cennet efendim.Adam bunun üzerine sevinçle “Harika, peki bana biraz su verebilir misiniz?”  “Tabiî, içeri girin. Dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz.” Adam köpeğiyle birlikte kapıya yürüdü.Ama kadın onu durdurdu:  

   “Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez.”  Bunun üzerine adam geri dönüp köpeğiylebirlikte ters yönde yürümeye başladı. 

Bir süre sonra tozlu çamurlu biryolun sonunda karşılarına, çiftlik girişini andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı...  

Adam sordu:

- “Affedersiniz içeride su var mı?” Dede, tabii içeride bir çeşme var, dedi. Adam  “ Peki  arkadaşım da benimle gelip oradan içebilir mi?”  deyince  

Dede  “ Tabii...” dedi... 

Adam köpeğiyle birlikte doya doya su içtikten sonra sordu:

-Burası neresi? 

- “Cennet”  cevabını alınca, nasıl olur? dedi. 

Az önce muhteşem bir yere gittik, orasının da Cennet olduğunu söylediler. 
Adınızı kullanarak insanları kandırıyorlar.

Kızmıyor musunuz? 

Dede gülümsedi:  

“Orası Aslında Cehennem. Kızmıyoruz, çünkü onlar, En yakın Dostlarını Satanlardan bizi koruyorlar...” 

Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/buluta-isaret-koyan-deli-17376yy.htm

***


Dünya Kadınlar Günü

Dünya Kadınlar Günü



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
07 Mart 2011


   Bildiğiniz gibi “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”dür. 

   Kapitalist sistem piyasayı büyütmek için günler icat etmektedir. 

Bu yolla ekonomi gelişirken neticede insani ilgi, hassasiyet güzellikler de hatırlanmaktadır. 
Anneler, babalar, sevgililer, engelliler günü gibi. İnsanların kendilerini kaybettikleri şehir ve iş hayatı içinde bu vesileler onlara insani ilişkilerini diriltecek fırsatlar veriyor.Bizim devlet, millet, sülale, aile hayatımızda kadının büyük yeri vardır.Tarihimizin, muhteşem bir coğrafyada şekillendirildiği düşünülürse Moğolistan’dan Orta Asya’ya fizik mekanı bir baştan bir başa kat eden gayretlerin harcı, kuvvet kaynağı kadındır.Devletimizin geçirdiği sıkıntılı dönemlerde kurtarıcı bir şimşek gibi karanlığı aydınlatan kadınlarımız var. Esir edilen Tuğrul Beyin ardından ordunun başına geçip kurtaran Altuncan Hatun unutulur mu? Sultan Ahmet Meydanı’ndan İzmir’în işgaline güçlü hayır! 
sesleri gönderen Halide Edip Hanımdır. Milli devletin temelinde de onun ışık dolu gayretleri vardır.Cumhuriyetimizin de çok değerli kadın şahsiyetleri var; bazıları meslek sahibi, eser sahibi değerler. Bazıları ise imparatorluğun milli devlet çizgisine çekilmesini omuzlayan erkeklerine, “Ben yanındayım. Yorgunsan bana yaslan” diyen şefkatli, sıcak sesli kadınlar.Cumhuriyetin aile hayatıyla örnek şahsiyeti İnönü’nün eşi Mevhibe Hanım. Sessiz, sakin, dirayetli bir hanımefendi. Yıllarca asker yolu gözleyen, ahlak sahibi çocuklar yetiştiren, kocası zirvedeyken 
görünmeyen, on iki yıl cumhurbaşkanlığından sonra iktidardan düştüğünde, eşinin uğradığı her ihanette, birbirine eklenen yalnızlıklarda “üzülme, düşünme ben yanındayım”diyen bir eş ve anne kadındır Mevhibe Hanım.Bir başka dev kadın; âleme çile çekerek şükretmenin, unutulmaz acılara sabretmenin güzelliklerini sessizce sergileyen Berrin Menderes’tir. Yassı ada felaketinin en ışıklı cümlelerini söyleyen ve namaz kılarken kendisini tekmeleyen üniformalıya, “ Asıl bela belayı gönderenden gafil olmaktır ” diyen iman kayası Tevfik İleri’nin bu sözü Berrin Hanım’a adeta düstur olmuştur. Aynı düsturla, Vasfiye İleri, Muhterem Benderlioğlu gibi demokrat eşi zarif muhteşem hanımlar, 
yaşananlara sessiz bir sabır kalesi içinde direnmiştir. Direnç sahibi bütün insanların gönlünde tasavvuf ateşi uyanır. Cumhuriyet döneminde bu sabır şahsiyetlerinin önderi Samiha Ayverdi’dir. Kendisine duyulan sonsuz saygı ve sevgi soyadını bir tarafa bırakarak onu “Samiha Anne” yapmıştır. Bütün bir ömrü peygamber ahlakı ve düzeni içinde yaşayan Samiha Anne yazarak, konuşarak, her nefes yaşayarak 

    “İslamın örnek insanı” olmuştur.Onun serdengeçtisi, hakikat sevdalısı Aziz Hocam Nazik Erik’tir. 

Bir nefes insanlara hizmetten geri durmadan doksan yıllık ömrünü eserlerle taçlandırma gayretine, sadece hürmet duyulur. 

Bu hürmetin, muhabbet, gözyaşı ve derin ahlakla yoğruluşunun ifadesi şehit analarıdır. Eline kına yakıp asker ocağına gönderdikleri koç gibi yiğitler, şehit olunca “vatan sağolsun” diyen analar... Oğlunun kabri üstündeki çiçekleri gözyaşlarıyla büyüten analar...   

   İşte bu analar, devletimizi Viyana’dan Yeşilköy’e taşıdıkları gibi Rumeli medeniyetinin enkazını da omuzladı. 

Balkan konaklarından İstanbul camilerinin avlularına sığınırken, yaralarını “Ya Rabbi senindir, sendendir.” diyerek sardılar. 

İstiklal Harbinin bacıları onlardı.Bütün kadınlarımızın ellerini öpüyoruz. Kadına karşı saygısızlık, çirkinlik bütün insanlığa yapılmıştır. 

Devlet bu vahşetin kökünü kurutacak kanuni ve idari tedbirleri almalıdır. 

   Kadına duyulan saygı ve sevgi, Yaradana sunulan şükranın, nihayetsiz minnetin ifadesidir... 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/dunya-kadinlar-gunu-17278yy.htm

***

Necmettin Erbakan

Necmettin Erbakan



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
28 Şubat 2011 


Türk siyaset hayatında inkar edilmesi mümkün olmayan bir yeri ve ağırlığı bulunan Necmettin Erbakan vefat etti. 

Başta ailesi olmak üzere bütün sevenlerine baş sağlığı diliyorum.Turgut Özal Planlama Müsteşarı, Erbakan ise İTÜ’nde profesör ve TOBB Genel Sekreteriydi. O günlerde Planlamadaki kadromuz Müsteşar Özal, Merhum Doç. Dr. Yılmaz Ergenekon ve benden ibaretti. 

   Turgut bey bana Erbakan Hoca ile görüşmemi ve yakın bir tarihte yapılacak olan prodüktivite seçimleri için gerekeni yapmamı emretti. 

Erbakan’la ilk tanışmamız böyle oldu.Kendisi çok şık giyinmişti.Teknik Üniversite’yi birincilikle bitirmiş, profesörlüğe yükselmiş, TOBB Genel 
Sekreteri olmuş bir zatın karşısındaydım. Daima tebessüm ederek konuşuyordu. Olağanüstü bir kongre planlamıştı. O’na göre Türk İş Genel Sekreteri H. Tunç’tan Prodüktivite kalesi geri alınmalıydı. Daha önceki kongrede oraya Turgut beyin ekibi hakimdi. Halil Tunç hepsini tabii kongrede devirmişti. Erbakan Hoca’nın planına göre toplantıda sonradan Sağlık Bakanı olan Planlanlamada gıda uzmanı Mehmet Aydın ilk konuşmayı yapacak, ardından ben ve Erbakan konuşarak H. Tunç ekibini berhava edecektik. Plan, hitabet gücümüze dayanıyor ancak 
delege hesabını düşünmüyordu. Merhum Hoca fevkalade zeki, enerji dolu ancak son derece hayalperestti. Kongrede Halil Tunç kürsüye çıktı: 

    “Hoca ben sana bu kaleyi teslim etmem, manzarayı iyi gör” dedi, her direğin arkasından elleri sopalı iki adam zuhur etti. Mağlup olmuştuk. 

Durumu Turgut Beye arz ettim: 

    “Sen olağan kongreye kadar kimseyi katmadan çalışmaya devam et, gerekirse benimle görüş” dedi. 

     Nitekim öyle yaptık ben 124 oy aldım. Merhum H. Tunç sadece 56 oy aldı. Buna rağmen hükümetin talimatıyla Türk İş’i kırmamak için H. Tunç’u başkan yaptık. Erbakan Hocayla ilerki yıllarda aynı kabinede hükümet sorumluluğunu bölüştük. O Ekonomik Kurul Başkanı ben de üyesi idim. Kader bizi 80 darbesinden sonra Ordu Dil Okulu Tutukevinde aynı çatı altında 15 ay birlikte yaşattı.Erbakan’ın arabasının önünde daima üç at olmuştur: Enerji, zeka ve coşkun bir hayal gücü. Enerjisinin en güzel ifadesi her kapanan partisinden sonra bir yenisini açabilmesidir. Zekası O’na o güne kadar siyasette ve sosyal yapıda daima ikinci sınıf insan muamelesi gören muhafazakar ve dindar kitleleri 
keşfetme ve onlara ulaşma yolunu açmıştır.Hoca’nın ilk ve tükenmeyen hayali sanayileşmiş Türkiye idi. Bu konuda çok acele davranıyor ve bazen uzun mizah hikayelerine sebep olan yanlışlar yaşanıyordu...Tutukevinde birlikte kaldığımız dönemde bir gece Hoca’ya rastladım. 

    Oldukça telaşlı ve heyecanlıydı. “hayrola hocam” dedim. “Agah Bey kaplan, kaplan dedi, sesini duymuyor musunuz?” “Hocam kaplan buraya nereden gelecek? Yedi kat tel örgünün içindeyiz, silahlı nöbetçiler, kurt köpekleri, kaplan nasıl girecek?” dedim. 

Hoca: 

   “Hayvanat bahçesinden kaçıp aşağıya gizlenmiştir.” dedi. Elinden tutup gelin ben sizi kaplana götüreyim dedim. 
Ahmet Er’le Tahsin Ünal merhum aynı odada kalıyordu. Kapıyı açtım Ahmet Er’in horultusu odadan taştı. Hoca bu horultuyu kaplan sesi zannetmişti. 

İşte bu sebeple O’nun hayal gücü sınırsızdı diyorum.Gelecek zamanda hayat hikayesini yazacaklar herhalde Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur’un O’nu İsviçre’den getirip parti kurdurmasını anlatacaklardır.Başbakan Demirel’in erken seçim teklifine merhum Ecevit ile birlikte “hayır” demesi de siyasi hayatımızdaki önemli yanlışlardan biri olarak tarihe geçecektir.Allah rahmet eylesin. 

Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/necmettin-erbakan-17177yy.htm


***

Et konusu yanlışların ürünüdür

Et konusu yanlışların ürünüdür




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
21 Şubat 2011


Gelecek nesillerimiz Türkiye’nin AB ile olan macerasını yazarken, “herhalde bizim atalarımız 2000li yıllarda toplum olarak akıl hastalığına tutulmuşlar ve şuurlarını kaybetmişler” diyecek. Adamlarla müzakere masasına oturmuşuz “elimizdeki otuzu aşkın dosyayı sizinle tartışacağız, ancak bunların hepsinde anlaşsak bile bu müzakereler AB’ye alınacaksınız diye bir kesinliğe ulaşmaz. Müzakerelerin sonucu ne olursa olsun biz, sizi AB’ye alıp almamakta serbestiz” diyecekler, ortaklığın iki kurucu dan Fransa ise, Türkiye’nin AB’ye alınma yolunda zirveden çıkacak kararı halkoyuna götüreceğini alelacele anayasa değişikliği ile hükme bağlayacak. Sonra da Türkiye devlet yapısı, ekonomisi, eğitim ve kültür hayatı 
ile ilgili bütün konularda “emredersiniz efendim” tavrıyla tarım hayatı başta olmak üzere bütün genlerini değiştirecek. 

   Evet, Torunlarımızın: 

“Vah atalarımıza vah, Nasılda delirmişler, Nasılda akıllarını kaybetmişler, bunların hepsi mi bunamış” diyerek ellerini dizlerine vurup Vah ki vah söylenişiyle geçmişin hicranlı muhasebesini yapacakları demleri görür ve duyar gibi oluyorum. 

   Türkiye AB macerası sürecinde  tütün ekimini sınırlandırdı. 

   Şeker pancarı ekimine kota getirdi. Dünyanın en güzel pancarını üreten Türkiye, bugün kanser hastalığına sebep olduğu kesinleşen mısır şurubu tatlısını kullanır oldu. Buğdayda, fındıkta, arpada hep aynı yanlışlar “efendilerin emri” diye uygulamaya kondu. 

    Hele hayvancılık konusunda cinayet çapında yanlışlar işlendi. 1980li yılların ortalarına kadar et hayvancılığı açısından Orta doğu’ nun en zengin ülkesi olan Türkiye,  şimdi dışarıdan et ithal eder oldu.

Ters yönde işleyen sistem Canlı hayvan kaçakçılığını önlemek için tedbir 
alan Türkiye, şimdi dışarıdan gelen kaçak hayvanlara karşı ters yönde işleyen bir sistemi kurdu. Doğu ve Güneydoğu’da  terör mera hayvancılığına son verdi. Zaten 1940 yılında 44 Milyon Hektar olan çayır mera alanları 2000 li yıllarda 12 milyon Hektar’a kadar düşmüştür. 

Bu dönemde mera ıslah çalışmalarına girilip yeni meralar kurulacağına, hayvancılığa verilen teşvikler kaldırıldı.  Et ithalatı serbest bırakıldı. 
Türkiye dünyanın ucuz et pazarı oldu. Batı ülkelerinde tüketilemeyecek kadar kalitesiz ne kadar et varsa Türkiye’ye getirildi. Neticede yalnız hayvancılık değil, et ürünleri işleyen sanayi işletmeleri de ya  iflas etti ya da ithalatla yaşama çareleri aradı.İş bununla bitmedi. 

   Kamu sektöründe hayvancılığa hizmet eden ve hayvancılığı ayakta tutan Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu ve Yem Sanayi gibi önemli kuruluşların özelleştirilmesine başlandı.  Bir başka ifade ile yok edilmesine... 

EBK, 1952 yılında kurulmuş 1995 yılına gelindiğinde 29 kombinaya sahip olmuştu.  Bu kombinalar üreticinin yetiştirdiği hayvanları değerlendiriyor, hayvan hastalıklarıyla mücadelede önemli hizmetler görüyordu. Et piyasasını düzenleyen, üreticiyi ve tüketiciyi koruyan EBK kombinalarının kapatılmasının memlekete getirildiği ağır kayıpları fark edenler geç de olsa uyandılar. Ancak ne fayda... EBK şu anda et piyasasında % 1 paya sahiptir.  Yaşama savaşı vermektedir.   

O dönemde uygulanan et ithalatını serbest bırakan politikaların hayvancılığı yıkıma götürdüğü kısa zamanda anlaşılınca et ithalatı sınırlandırıldı ve sadece damızlık canlı hayvan ithalatına izin verildi.  Gelen hayvanların Türkiye şartlarına uymakta zorlandığı görülünce, yerli ırkların geliştirilmesine çalışıldı.

Adam olmak...2001 krizi hayvancılığın bel kemiğini kırdı. Besicilere verilen kredi faizleri % 200 lere ulaştı. 

    Bu alana yatırım yapan bütün işletmeler iflas etti. Türkiye ne yazık ki sorunlarına dünya ve ülke çapında toplu bakışla eğilmiş, bunları anlamış, düşünmüş, çare üretmiş kadroların elinde değildir. Uzmanlığa saygı duymayan “her şeyi ben bilirim, ben yaparım” diyen zihniyetle bir yere varmak mümkün değildir. Bizim yaşadığımız kayıplar ve çileler bunun en güzel örneğidir. Hiçbir efendi çıkıp ta piyasada et fiyatları ile başta yem olmak üzere et üretimin de kullanılan girdi fiyatları arasındaki dengenin neden bir türlü sağlanamamış olmasını düşünmemiştir. 

    Süt fiyatları şuursuzca düşük tutulmuştur. Artık yanlışlardan dönülmelidir.  
   “Hakikatle mağlup olmayı en büyük zevk bilirim” demeden değil devlet adamı adam olmak mümkün değildir. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/et-konusu-yanlislarin-urunudur-17075yy.htm


***

İktidar Öfkeyi Yenmeli

İktidar Öfkeyi Yenmeli





Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
14 Şubat 2011





Kömür yakan lokomotifleri çocukken dikkatle seyrederdim. Ağırdan hareket eder ve buhar püskürterek temposu hızlanırdı. 
Tıpkı babamın çok sevdiği, severek bindiği al at  “Berk” gibi. O da süvarisi üstüne atlar atlamaz hızlanır, irileşen burun deliklerinden fırlayan nefeslerle dörtnala ulaşırdı.  İktidarın sözcülerini dinlerken gözümün önüne hep oflayan, puflayan lokomotif ve Berk’in burun delikleri geliyor. 
Sorumluluk hiç şüphesiz insanları yorar, sinirli kılar.  Ne yazık ki hükümet bu çizgiyi aşmış ve kavgacı olmuştur.  Hükümet ve partisi; adeta buluttan nem kapmaktadır. SBF’de bir grup gencin, konuşmacı iki siyaset adamını yumurta atarak protesto etmesini iktidar aylardır gündemde tutmaktadır.  Öncelikle demokrasi ile idare edilen bir ülkede bunlar soğukkanlılıkla karşılanması gereken olaylardır. 

   İngiltere’de seçim çalışmasını yürüten bir politikacı girdiği birinci mahallede ıslıklanır, yumurta ile kovalanır. 
İkinci sokağa girer aynı akıbete uğrar; ıslıklar ve yumurtalar hazırdır. 
Üçüncü sokağa girer girmez aynı tabloyu görünce; seyyar mikrofonu eline alır ve  “Bugün yeterince yumurtaya hedef oldum ve fazlasıyla ıslıklandım. 
Sizden ricam buraya gelinceye kadar yeterince yuhalandığımı kabul edip bana bir bardak çay ikram etmenizdir. Bu sizin için daha az masraf, benim 
için lütuf olacaktır”  der. 

Öfke son bulur.

 İktidar SBF’deki protestoyu sakız gibi sündürmüş tür. Hemen her vesile ile bu olayı gündeme taşımayı siyaset zannetmektedir.  1960 yılında yapılan 27 Mayıs hükümet darbesinin ardından, 1963’te kurulan hükümet bir konuyu çözemez ve 
Başbakan İnönü’ye götürmek mecburiyetini hisseder. 

   Konu; İstanbul’da bütün sivil ve askeri kademelerin ikazına rağmen; bir inzibat subayı binbaşının, karakol binası yaptığı tarihi yapıyı boşaltmaması dır. 
   İsmet Paşa’dan gelen emri de Binbaşı;  “Gücü yetiyorsa gelsin kendi boşaltsın” diye karşılar. Paşa bu haber üzerine dinler ve tebessüm eder. İki gün sonra binbaşı bir başka göreve nakledilir,iş biter. 

   Öğrencilerin, gençlik heyecanlarıyla karşılaştığınız zaman kendi gençliğinizi düşünün yeter. Ne yazık ki böyle olmuyor. 

Tablonun çerçevesi, kömür lokomotifi gibi duman çıkararak puflamak olunca anlayış, hoşgörü, sabır, sevgi buharlaşıyor. 

Cop, tazyikli su, biber gazı sahneye  hâkim oluyor.Polise taş atılması, pankartların sopalarıyla saldırılması, vatandaşın kamunun mallarına zarar verilmesi tasvibi mümkün olmayan işlerdir.Karşılıklı öfkeyi yenmenin yolu; gençleri, işçileri, kalabalıkları dinlemenin, diyalog kurmanın çaresini bulmaktır. Daima alkış beklemek, protesto edenleri hain görmek, idrak yanlışlığı, hatta ruh hastalığıdır. 
    Demokrasilerde hayır diyenler evet diyenler kadar azizdir.Öfke; aklı karartır, nefsin önünü açar. Hâlbuki gerçek hürriyet nefsin esaretinden kurtulmakla mümkündür. Nefsine köle olan ’Ben hür bir adamım’ diyebilir mi? Başkalarına karşı zafer kazananın kuvvetli, kendi nefsine karşı zafer kazananın ise kudretli olduğunu unutmayalım. Hükümet edenler, kindarlık ve sertlikten uzak durmalıdır. Bu iki hal adeta şeytanın kanatlarıdır.Benimseyeni sadece cehenneme uçurur. 

En büyük cehennem ise hata ve yanlışlardan dolayı duyulan vicdan azabıdır. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/iktidar-ofkeyi-yenmeli-16980yy.htm

***

Ampuller Işıksız kalacak

Ampuller Işıksız kalacak



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
07 Şubat 2011 



Siyaset, Türkiye’nin gerçek gündeminden kopmuş, karşılıklı küfürleşmeler içinde ciddi sorunları konuşmak yerine bağırmayı tercih etmiş görünüyor. 

Ülkenin kaderini derinden etkileyecek elektrik ve enerji problemleri ise görülmeyen, görülmek istenmeyen bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor, 
âdeta alarm veriyor. Elektrik sektörümüzün temel problemi birinci derecede ağırlığı bulunan yakıtlarda yüksek oranda dışa bağımlılığımız ve bu 
bağımlılığa bağlı olarak ağır dış ödeme külfetimiz dir. 2007 yılı rakamlarıyla petrol, doğalgaz, elektriğe dayalı ithal kömür, ısınmaya dayalı ithal kömür için toplam net enerji ithalatı karşılığı 32,7 milyar USD ödeme yapılmıştır. 

Bu ödeme Türkiye’nin toplam ithalatının %22’sidir ve fevkalâde önemli bir rakamdır. 

Çünkü Türkiye güvenlik, eğitim, belediye hizmetleri gibi çok önemli dallarda kısıntı yaparak, her türlü fedakârlığa katlanarak bu bedeli karşılamaktadır.  

Enerji üretiminde esas olan, kendi toprağınızdan çıkan kaynakları kullanmanız dır. 

   Ne yazık ki Türkiye’de bu politika çok becerikli siyaset adamlarımızın sayesinde tamamen tersine dönmüştür. 

Doğalgazda âdeta dünya tekeline sahip Rusya’da doğalgazdan elektrik üretme oranı % 38 iken, doğalgaz ihtiyacının bütününü ithal eden Türkiye’de bu oran % 48,2’dir. Bunu akılla izah etmek mümkün değildir. Her yıl ortalama 18 milyar USD doğalgaz ithali için para ödeyen Türkiye, bunun 8 milyar USD’lik kısmını elektrik üretiminde kullanmaktadır.Vatan topraklarımızın altında 9 milyar tonun üzerinde kömür rezervi vardır. Türkiye bu muhteşem kaynağa rağmen nesi var nesi yok satarak 16 milyar USD doğalgaza para ödemektedir.Ülkeyi idare edenler akıl almaz bir biçimde iradelerini AB’ye terk etmişlerdir. 

AB’nin sistemli ve ağır baskısı sonucu Kyoto Protokolünü Türkiye imzalamıştır. 

Hâlbuki Avrupa ülkelerinde kömürün elektrik üretimindeki payı ortalama  %60’ın üzerindedir. 
Polonya’da bu oran %97’dir. 
Kömürün elektrik üretiminde payını yüzde olarak ele alırsak 
Çek Cumhuriyeti % 74, 
Yunanistan 71, 
Danimarka 67, 
Almanya 55’tir.  
Avrupa Birliği dışındaki ülkeleri ele alırsak 
Avusturalya elektriğinin % 85ini, 
Çin % 80ini, 
Amerika %53ünü, 
İngiltere 43’ünü    kömürden sağlamaktadır. 

  ABD Türkiye’nin 29 katı, Çin 15 katı fazla karbondioksit emisyonu yaparken, dünyada atmosfere halen en az karbondioksit salan ülkeler arasında bulunan Türkiye’nin Kyoto Protokolünün getirdiği yükümlülükleri koşar adım kabulünü izah etmek mümkün değildir. Kyoto Protokolünü imzalamasının sonucu olarak Türkiye, artık kömüre dayalı klasik tipte düşük yatırım maliyetli termik santral inşa edemez. Türkiye bundan sonra kuracağı kömüre dayalı termik santrallerini daha fazla dış ödeme yaparak gelişmiş kömür teknolojilerine “Akışkan Yatak Teknolojisi”ne dayalı olarak kurmak zorundadır.  Bu tür santrallerin yatırım maliyetlerinin klasik tipteki termik santrallerden %50-100 daha fazla olduğu 
bilinmektedir.Türkiye bu iktidar döneminde enerjide dışa bağımlılığın azaltılması için ne yapmıştır? 2002 yılında elektrik üretiminde doğalgaz oranı %40,57 iken 2008 yılı sonunda %48,2 olmuştur. Mevcut siyasi iktidar döneminde dışa bağımlılık eksilmemiş, artmıştır.

Elektrik tüketiminde yıllık ortalama % 8’lik bir talep artışı vardır.Türkiye’nin elektriksiz kalmaması için 2020 yılına kadar her yıl düzenli olarak 3000 mwatt dolayında kurulu gücü devreye sokmak zorundadır. Bunun üretim yatırımları için ödenecek bedel 4 milyar USD civarındadır. 

Bu dönemde Türkiye 236 milyar kwh üretim yapabilecek yeni üretim yatırımlarını gerçekleştirmek zorundadır.2020 yılında 434 milyar kwh 
ulaşacağı kabul edilen elektrik enerjisi talebini bu iktidar ve bu zihniyet nasıl çözebilir? 

Ülke çapında bütün ampuller kararırken AKP’nin ampulü nasıl ışık verecektir?.. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ampuller-isiksiz-kalacak-16878yy.htm


***

Evrensel Terörün boyutları,

Evrensel Terörün boyutları






Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
31 Ocak 2011 


Rusya’da son bombalı terör olayı, bu dünya çapındaki tehlikeyi bir daha gözler önüne getirdi. Ne yazık ki devletler bu konuda asla samimi değiller ve başkasının yaşadığı teröre karşı son derece ilgisizler. 

   Bu yolda Türkiye’nin terör sebebiyle verdiği kayıplara büyük ilgisizlik gösteren batılı ülkeler, daima PKK ile hoş ilişkiler içinde olmayı, ona karşı ciddi bir tavır alışa ve mücadeleye tercih ettiler. Nitekim Fransa’nın, Almanya’nın bu konudaki kaypaklıklarına Hollanda daima destek veren bir tavır sergiledi.2007 yılında PKK’nın Hollanda’daki bütün faaliyetleri sözüm ona yasaklandı. 

  Ancak, PKK “Kültür” “Spor” dernekleri kurarak bu faaliyetlerine devam ediyor, iş yeri sahibi Kürtlerden vergi veya bağış adı altında para topluyor ve elde ettiği gelirleri terör örgütünün televizyon masraflarında kullanıyor.  AB Polis Teşkilatı PKK’nın; uyuşturucu ticareti, silah ve insan kaçakçılığı, haraç alma, sahtecilik gibi organize suç faaliyetlerinden elde ettiği büyük rakamlara ulaşan euroları, terör eylemlerinin finansmanı ve silah alımları için kullandığını tespit ederek, resmi belgelerinde yayınladı.  

   Hollanda hiç şüphesiz bir gün, terör örgütüne yaptığı bu hizmetlerin karşılığını onlardan fazlasıyla alacaktır. Biz masum ve mazlum insanların teröre kurban gitmesinden sadece elem duyarız. Ancak, kendi masumunu korumak öncelikle onun vatandaşı olduğu devletin işidir. Rusya da bir zamanlar bütün terör örgütlerine yardımcı olmayı iş edinmişti ancak yürek yaralayıcı neticeler gözler önündedir.Bir diğer üzerinde durmamız acı gerçek de terör konusunda sicili bozuk ülkelerin durumudur. Suriye ve Irak dünya devletlerinin ulaştıkları delillerle terörü kesinlikle destekledikleri yolunda kanaate ulaştıkları memleketlerdir. Burada Türkiye açıcından çok ince bir yol ayrımı vardır. 

  Bugün, kesinlik derecesine ulaşmış delillerle bu ülkelerin dünya çapında terörü desteklediğini biliyoruz. Türkiye Suriye’den beslenen terörün yıllarca acısını çekti.Türkiye komşularıyla “Sorunsuz Siyaset”  uğruna cömertçe vizeleri kaldırıyor. AB’ye girmek isteyen Türkiye’ye adamlar  “Arkadaş, sen vatandaşların için vize kaldırılsın diyorsun. Ancak terör üreten ülkelerin vatandaşlarına vize muafiyeti tanıyorsun. Ben sana vize kapısını açarak ülkeme terörist ithalini serbest mi kılayım?”  derse, ne cevap vereceğiz?Bir ayrı yazıda Türkiye’nin komşularıyla “Sorunsuz Siyaset” politikasını ele alarak bize göre gerçekleri ifade edeceğim. Tarihi ilişkiler iyi bilinmeden bu konuların sağlıklı çözümlere ulaşması mümkün değildir.  Türkiye’nin Rusya’daki patlamaları çok iyi duyması ve sağlıklı bir biçimde değerlendirmesi gerekir. Türkiye ve Rusya rejimlerini ele aldığımız zaman bizim onlara oranla daha çok demokrasi içinde olduğumuzu görürüz.  

Demokrasi bir kurallar rejimidir. 

Demokrasiyi güçsüz kılmak için derhal özgürlükler gündeme getirilir ve güvenlik mi özgürlük mü, tartışmaları ile güvenlik birimlerinin adeta elleri kolları bağlanır ve iş göremez hale gelirler.  Türkiye terör konusunda çok değerli bir güvenlik bürokrasisine sahiptir.  
Ancak bilgi akışı konusundaki değerlendirmelerde iş birliğinin özlenen düzeyde olduğunu söylemek mümkün değildir. 

Daha ciddi ve güçlü bir koordinasyon sağlanmalıdır.Siyasi irade ve onun temsilcisi olan başbakan veya görevlendireceği bakan bu konuda, hukukun içinde tavizsiz bir politika uygulamak zorundadır. Bize göre TBMM’de açılacak bir genel görüşme ile siyasi partilerimizin üzerinde uzlaşacağı bir “prensipler belgesi”  tespit olunmalıdır. Teröre karşı ortak bir milli politika uygulanmalıdır.   

  Bütün dünyanın oynadığı bu örtülü savaşta Türkiye teşhisini sağlıklı koymalı ve terörün en az sınırdan saldıran düşman kadar tehlikeli olduğunu görmelidir... 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/evrensel-terorun-boyutlari-16779yy.htm


***