14 Kasım 2015 Cumartesi

AMERİKA’NIN TERÖR SİYASETLERİ VE HEDEFİ





AMERİKA’NIN TERÖR SİYASETLERİ VE HEDEFİ

ABD’nin 1979’larda Taliban ile başlattığı “terör odaklı işgal siyaseti”ni anlamak için son iki yüzyılın kısa özetini iyi bilmek gerekir.
Bu nedenle aşağıya yazdığım bu kısa özeti okuduğunuzda ABD’nin ne hin oğlu hin, cin oğlu cin olduğunu anlayacaksınız.
Bunu anlamadan dünya siyasetini kavrama olanağımız yoktur.

Osmanlı'dan çıkan topraklara dikkat ediniz.
Osmanlı’dan çıkan topraklara dikkat ediniz.
Kendisini, Hristiyan aleminin krallarına taç giydiren, Papalıktan bile önde geldiği inancının rehavetine kapıldığından, 15. yüzyılda başlayan “Keşifler Çağı” nimetlerinden faydalanamadığını, bütün dünyanın paylaşıldığını fark ettiğinde Hristiyan dünyasından Hollanda, İngiltere, İspanya, Portekiz dünya egemenliği için boğuşuyorlardı. Portekiz-İspanya İngilizlere karşı 1565’te Manş Denizindeki Armada savaşlarıyla kapandığında Almanya rüyadaydı. 19.yüzyılda İngiltere, Hollanda, Fransa, Amerika arasında yarış kızıştığında Almanlar, İngiltere’den Amerika kıtasına geçip yerleşmiş Mason sermayenin kendilerine yardım önerisiyle uyandılar. Ama Osmanlı’dan başka ortak, Amerikan sermayesinden başka efendisi olmadığını da hazmedemeyerek kendini kanıtlamaya devam etti.

Barbarossa operasyonu, ABD'nin Alman Faşizmini devirme operasyonudur.
Barbarossa operasyonu, ABD’nin Alman Faşizmini devirme operasyonudur.
Bu yüzden, “geç uyanmış emperyalist ülke” adını alan Almanya’ya Rockefeller sermaye grubu el altından destek verdi. Aynı desteği Fransa’ya da verdi. Fransa Almanları vuruncaya kadar Almanlar uyanmamıştı. Çünkü Fransızların (N.Bonapart) kendisine darbe vuracağı akıllarından geçmiyordu.
Onlara göre “Kim, Kutsal Roma-Cermen imparatoruna darbe vurabilirdi ki?” Bütün Haçlı krallarının tacını onlar okuyup, üfleyip giydiriyorlardı.
Ama,başta Afrika olmak üzere altı kıta da İngiliz sömürgelerine el koyan, bütün Avrupa devletlerini dümdüz eden Bonapart (1769-1821), Rusya işgalini tamamlayabilmek için Almanya üzerinden cephe açmak gerektiğini görmüş, İngilizler Almanları uyarmışken onlar uyumuşlardı.
Sonra İngilizler başlarının çaresine baktılar ve Napolyon’u iki kez yenilgiye uğratıp, önce İtalya Elbe adasına, ikincisinde de Atlantik okyanusunda, İngiliz sömürgesi olan volkanik Saint Helena (Aziz Helen) adasına sürülüp, siyanürle zehirlenme sonucu öldürüldüğünde 51 yaşındaydı.
İngiliz imparatorluğunu bitirmek için de sıra Almanlara gelmişti. Almanların, el altından gelen Amerikan sermayesi ve desteğiyle hareket edebilmek için kendisinin eski parçaları olan Avusturya, Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu ile çalışmaktan başka çaresi yoktu.Fransa da küresel güç olmaktan çıkmıştı.








Napolyon Bonapart 1769-1821 Saint Helen adasında siyanürle zehirlenerek öldürüldü.
Bu ortaklar da oldukça geri ülkelerdi, hele Osmanlı durmadan sopa yiyen, sınırlarını koruyamayan, Rus saldırıları, iç isyanlarla boğuşan, elektrikten bile haberi olmayan halkıyla çağdışı bir devletti.
Ama Almanya’ya Osmanlı üzerinden Hint okyanusuna, Akdeniz’e, Karadeniz’e inme şansı yetiyordu. Çünkü çok iyi eğitilmiş bir halkı, ordusu yanında iyi çalışan teknoloji harikası sanayisi ve ticari bağlantıları vardı.
O da bunu kullandı, İngilizleri gerdi, Rusları korkuttu, eski gücüne kavuşmak isteyen Fransa ve İtalya bu kez aynı cephede yer alarak Almanları tehdit ettiler ve I. Dünya savaşı çıktı.
Almanlar zayıf ortaklarına rağmen onları şartlara göre silahlandırarak zafer kazanmayı bildi ve İngiltereyi çökertme olasılığı başlayınca, el altından kendisini destekleyen Amerikan sermayesinin, Avrupa halklarını “milliyetçilik ideolojisi” ile kendisine karşı kışkırtması ve üstün silahlara sahip ordusu ile kafasını kırması üzerine teslim oldu. Başta kendisi olmak üzere Osmanlı, Rusya, Avusturya, Macaristan gibi imparatorlukları da birlikte çökertti. Milliyetçilik akımlarıyla bu çökertilen imparatorluklar bir daha ayağa kalkamayacak şekilde parçalandılar.
30 Ekim 1918'de teslim olan, ordusunu terhis eden Osmanlı'nın sadece tasfiye işlemleri için iktidarda bırakılan padişahına imzalatılan parçalanmış Anadolu haritası. Atatürk'ün değiştirdiği harita budur.
Bu arada, kazanan tarafta olmasına rağmen Rus Çarlığının parçalanması olmadı, 1917’de Rus çarının saldırılarından sıkılan Alman Kayzeri, İsviçre’de sürgünde bulunan sosyalist işçi lideri Lenin’e para verip, Finlandiya üzerinden Rusya’ya girmesine yardım etmiş, o da Rus devrimini gerçekleştirmişti.
Aynı anda da Rockefeller sermayesi, Fransa üzerinden Kafkaslarda Ermenilere isyanlar çıkartarak, Bakü petrollerini, demiryolu üzerinden Gürcistan Tiflis, Batum limanlarına taşıyacak emniyetli bir koridor inşasına girişmişti.   1915’te Ermenileri, Süryanileri terk ederek bölgenin idaresini Azerbaycan ile Gürcistan üzerinden sağladığında Ermeniler ile Osmanlı Türkleri ve Müslümanları birbirlerini kırmış, onulmaz düşmanlıklar yaratılmıştı.
Cengiz Han’ın ölümü üzerine bu günkü Ukrayna’dan Kazakistan’a uzanan coğrafyada kurulmuş Altın Ordu devletinin sahibi olan büyük oğlu Çoçi, Kazaklara, Tatarlara “kan içmeyi, çiğ et yemeyi yasaklayan” ilk din olan Tevrat’ı kabul ettirerek Musevi yapmıştı.
İşte Musevi bir Kazak Tatarı olan Lenin Orta Asya Türklerini Sultan Galiyev ile, Osmanlı üzerinde Türk ve Müslümanları de Mustafa Kemal ile birleştirerek “antiemperyalist, ezilen ülkeler birliği” kurma hayaline düşünce 1924’te ilaçlanarak öldürüldü. Yerine batı işbirlikçisi, Rus feodalleri geçtiler ve geçmişte çarlarının her soyu kuruduğunda yaptıkları gibi Gürcü bir rahip okulu mezunu olan Stalin’i başa geçirdiler, yarı sosyalist (faşist, Rusları devletin başında tutan, ırkçı) siyaset izleyerek batıya biat ettiler.
II.Dünya savaşında Kırım, SSCB toprakları, Avrupa ve balkanlar
Bu ırkçı gelişme de, Lenin’in projesi kadar tehlikeli olmasa da İngiltere ve ABD’nin hoşuna gitmedi elbette. Ama, önce Alman ve Japon yayılmacılığı durdurulmalıydı.
Amerika’nın ilk dünya savaşından “resmen ilan edilmemiş galip” çıkması, demokrasi, milliyetçilik, sosyalizm havariliği yapması İngilizleri korkuttu ve 1929 ekonomik kriziyle çökertilmeye çalışılınca Amerikan sermayesi gene Almanları hatırladı ve 10 yıl içinde Almanları ikinci kez başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinin başına bela etti.
Uzak doğuda da Japonları Almanlarla aynı değerde destekleyen küresel sermaye, doğuda Almanların kopyasını Japonlardan üretmişti.
Asya’nın Çin, Vietnam, Kore, Tayland bölgelerini işgal eden Japonlar, İngiliz, Hollanda, Fransa gibi sömürgeci devletlerin sömürgelerini ellerinden almıştı.
Amerika 1950'de bizi de dahil ettiği Kore savaşıyla yeni kurulan Çin ve SSCB'nin sıcak denizlere inmelerini önledi, yollarını kesti.










Amerika 1950’de bizi de dahil ettiği Kore savaşıyla yeni kurulan Çin ve SSCB’nin sıcak denizlere inmelerini önledi, yollarını kesti.
İngiltere ve Hollanda sömürgesi olan koskoca Çin imparatorluğu da savaş sonunda, Rusların sıcak denizlere inmesini engellemek üzere “Amerikan tarzı Sosyalist” rejime dayalı olarak bağımsız devlet ilan edildi.
Böylece I. Dünya savaşı sonunda dünyayı beş merkezden yönetme fikri üzerine kurulan Cemiyet-ül Akvam (Milletler Cemiyeti), dünyanın şeytanı, yeni “tek hakimi” ABD tarafından “U.N=United States” yani Birleşmiş Milletler adını alarak yoluna devam etti ve ilk beş devlet de ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin olarak belirlendi.
Bu ülkelerden birisinin “HAYIR” dediği bir konu asla gerçekleşmiyordu. Arkasından ABD, kendisine yakın hissettiği eski emperyalist ülkelerin Atlantik Okyanusuna kıyısı olanları toplayarak kurduğu “Yeni Haçlı Birliği” olan N.A.T.O’yu “askeri baskı gücü” olarak kurdu.

Ardından çıkarttığı Soğuk Savaş çağı da Komünist Rusların milletleri dininden edeceği bahanesiyle korkuya düşürdüğü dindar ezilen milletler ABD’yi “dinin koruyucusu” olarak görmesini sağladı ve bütün dünyanın %70’ini ABD “dinlerin, özgürlüklerin koruyucusu” sıfatıyla işgal etti. Her ülkenin eğitiminden istihbaratına her türlü kurum ve kuruluşunun idaresine adamlarını yerleştirdi, bütün dünya ile top gibi oynadı.
Ticari, kültürel sivil toplum kuruluşlarını kullanarak çıkarttığı dinci, kapitalist, batı yanlısı sözde barışçı ve özgürlükçü sosyal çalkantılarla, 1974’te Mao rejimini, 1979’da Afganistan’da SSCB yapılanmasını Taliban teröristleriyle, 1992’de de Gorbaçov ajanıyla SSCB’yi bitirerek dünyanın tek gücü oldu.
Ardından Azeriler, Türkiye,Gürcistan üzerinden oynayarak, Ukrayna’ya kadar Amerikancı, Vehhabi İslam’ı, Gnostik Ermeni, Süryani Hristiyanlığı üzerinden oynayarak çıkarttığı isyanlarla Rusları Kafkaslardan atmayı denediyse de Ruslar Ermenilerin sadakati ile tezgahı uyandılar ve sert askeri önlemlerle bu oyunu bozdular. Bu olayın en ağır faturasını da Çeçenler ile Azeriler resmen “soykırım” yaşayarak ödediler.
Ama, SSCB’den çıkma, yarı kapitalist “Yeni Rusya”, hala ABD’ye “ortak” diyor ve ona karşı gelmeye cesaret edemiyordu.
Yeni Rusya’nın bu çıkmazı ABD’yi, tek başına dünyayı yeniden şekillendirmeye cesaret etmeye yöneltmişti.
Öyle de yaptı.
Afganistan’dan Türkiye’ye Ortadoğu ve Mısır’dan Somali’ye Fas’a uzanan Afrika kıtasındaki projesinin adını Bizdeki bilinen adıyla “Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi koydu, doğuda, B.M’nin iki üyesi Rusya ve Çin’in güney denizlerine inmelerini, Pasifik okyanusunda petrol ve diğer doğal kaynaklara erişmelerini önlemek için Japonya, Filipinler, Endonezya, Malezya, Güney Kore, Tayland, Tayvan gibi ortaklarının idaresinde de Doğu Asya ve Pasifik Projesini uygulamaya soktu. Özellikle güçlendirdiği Japonya ve Güney Kore ile Rusları ve Çinlileri doğudan tehdide başladı.
Afrika ve Ortadoğu’da da başta biz olmak üzere, yeniden parçalanacak, bölünecek devletler listesini yaptı.
19. ve 20. yüzyılda Osmanlı’yı Ermeni, Süryani Hristiyanları, Yezidi Kürtleri, Vehhabi Arap terör örgütleri ile kontrol eden ve parçalayan siyasetler, Osmanlı Kafkaslardan çekilince Rusları Dağıstan Çerkezleri, Abhazlar, Osetler, Azeriler ile oyaladılar. Bunu 1992’de ve 2008 Gürcü Rus savaşıyla da tekrar ettiler.
Afganistan’da SSCB yanlısı rejimi devirmek için, Hicaz Yezidiliği/Mecusiliği de olan bu “özü alınmış, teslimiyetçiliği kalmış, kendilerini Rum, Yahudi sayan Vehhabi Necd Arap milliyetçiliği üzerine kurulu, meşhur İngiliz ajanı Hamper ile İngiliz istihbaratının 1739 imalatı Vehhabi İslam’ı Kafkaslardan Afganistan’a “Siyonizm ideolojisinin bir parçası” olarak Sami (Semitism) toplum milleyetçiliğidir. Asla İslam’i değildir. Bu ideoloji, Nuh peygamberin büyük oğlu Sam’ın soyunu gütmeye dayanır.
Nuh’un çocukları temsili resimlerdir. Sam, Ham, Yafes








Nuh’un diğer iki oğlundan Ham, babasını çıplak, serhoş uyurken çadırda gördüğü için, Yafes de Tufan ile insanların gereksiz yere yok edildiğinden babasının tanrısına iman etmeyeceğini söylediği için lanetlenmiş sayıldığından, diğer iki evladın soylarının yeryüzünden silinmesini amaçlayan Samicilik/Semitism, ırkçı, saçma bir ideolojidir.
Batılı devletler ile onlarla soy akrabalığı kuran her dinden milletler kendilerini Sami toplumu kabul etmekte ve diğer toplumları köleleştirmek sonunda da yeryüzünden silmeyi hedeflemektedirler.
Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e 15 yılda 26 Kürt, Süryani, Ermeni, Çerkez, Rum, köktendinci-gerici isyan ile 20 kadar suikastın gerçekleştirilmesinin de Lenin’in öldürülmesinin de arkasında bu Samicilik siyaseti vardır.
Bunların ortak dini de yeryüzünde bütün dinleri tek din haline getirerek Sami merkezli din yapmak isteyen Masonluk dinidir.
Adları ister Müslüman ister Hristiyan ister Budist, Zerdüşt ne olursa olsun, sömürgeci devletlere ve maşaları olan İsrail gibi devletlere dokunmayan bütün terör örgütleri bu Mason kurumlarınca kurulur, desteklenir, gerekirse ezilir ama hedefe ulaşıldığında da ödüllendirilirler.
Küresel egemen olan Mason ABD sermayesi, kendileri dışındaki bütün devletlerde, o devletlerin yıkılmaları için kendileriyle işbirliği yapmış, tercihen Sami kökenli ya da o toplumdan evlilik yoluyla kendilerine köken bağı olanları iktidara getirdiğinden, ABD ve batılı ülkeler aleyhine başarılı hiç bir devrim, darbe olamaz, olsa da kısa ömürlü olmasının sebebi bu “o toplumdanmış gibi yapan ama geçmişte o millete düşmanlıklarını gizlemiş kripto kavimlerin” egemen kılınmalarıdır.

Bu günkü Türkiye Cumhuriyetinde bu kripto kavimler, Rumlar, Rum sayılan Süryaniler, Yezidi ve Yahudi/Musevi Kürtler, Ermeniler, Gürcüler, Çerkezlerdir. Biz bunları, Fethullahçılar, Nurcular, Nakşibendiler, Sabetaycılar olarak biliyoruz ama kendilerini inkar edip gizlediklerinden kimseye de “sen şusun” diyemiyoruz.
Oysa, ordudan siyasete, ekonomiden üniversiteye, diyanetten tarikatlara her kurum ve kuruluş bunların elindedir ve köken olarak onlardan olmayan bu ülkede asla yükselemez.
Bizim dışımızdaki devletlerde de durum aynen böyledir. Almanya’dan Japonya’ya durum aynıdır.
IŞİD BAHANE, ORTADOĞU İŞGALİ ŞAHANE
Şimdi, ABD ürünü terör örgütlerinin en bilinenlerini 1979’lardan itibaren kısaca sayalım;
Sosyalist SSCB ve Çin hakimiyetini Afganistan-Hindistan ekseninden uzak tutmak için, Vehhabi dininden terör örgütü Taliban 1979’da kuruldu. Rambo filmleri gibi sinema yollu kültürel faaliyetlere varıncaya kadar her şekilde desteklenen bu örgüt, SSCB’yi Afganistan’dan çıkartmada başarılı oldu.
Bölgeye ABD’nin değişmez Kuzey Atlantik kıyısı komşuları olan Fransa, İngiltere, Danimarka, Almanya, İspanya, Hollanda, İsveç, Norveç yanında, Katolik Hristiyan mezhebinin merkezi olan Vatikan Devletçiğini temsilen İtalya, Almanların kan kardeşleri Avusturya ve Almanlaşmış Türkler olan Macarlar, Finlileri de sayabiliriz.
Soğuk savaş döneminde İngiltere’nin ricalarını (!) kıramayan, Atatürk’ten sonra devlet adamından çok, İngiltere’nin sömürgelerine tayin ettiği devlet başkanı sıfatındaki İngiliz Genel Valisi gibi çalışan İsmet İnönü, Kuzey Atlantik okyanusu ile hiç bir bağımız olmamasına rağmen bizi bu NATO pisliğine sokmuştur.

Afganistan’dan Ruslar çekilince 1990’lara kadar koruyucu olarak kalan ABD ve NATO ordularına, “Ruslar gitti sizler de ülkenize gidin” dediler bahanesiyle hemen Taliban’ı terörist ilan etti. O bahaneyle de NATO orduları ve ABD Afganistan’da kaldı. Ama bu ülkeye vaat edilen demokrasi asla gelmediği gibi, cehalet, gericilik, ilkellik, yoksulluk, her gün akan kanlara dökülen gözyaşlarına boğulan bir Afganistan hala ortadadır. Ama, adalet, demokrasi, teknoloji, kaliteli çağdaş eğitim buralara hiç gelmedi.

Bir de baktık, ABD ve NATO haçlı orduları işgalindeki Afganistan’da aynı Vehhabi dininden, ABD başkanı yavru G.W.Bush’un pertol kuyularından ortağı Suudi Usame Bin Ladin (‘Dinsiz oğlu Usame’ demektir) elinde Amerikan M16 silahlarını omzuna dayamış, Tora Bora dağları taraflarında “El Kaide/İlke” adlı örgüt kurmuş, Amerika’yı devirmeye yemin etmiş, Taliban’ın yerini almış, hatta ortak çalışmaya başlamışlar havalarında.

1979’dan beri Amerika’nın ve NATO haçlı ordularının işgalinde olan, uçan kuşun uydulardan izlenebildiği Afganistan’da, ABD Devlet başkanının ortağı bir Suud Arap’ı, ABD’nin kucağında “ABD düşmanı terör örgütü” kuruyor.
Yetmiyor, bu örgüt (El Kaide) altı kadar militanını ABD’ye sokuyor, uçağı Amerikan ve NATO askerlerinde gören, otomobile bile binmemiş Afganlı çocuklar, uçak kullanmak için Bröve alıyorlar, yolcu uçağı kaçırıp New York’un dünyaca ünlü ticaret merkezi olan İkiz Kuleleri yerle bir ediyorlar.
Kolonları “1m2” lik çelik kütükten olan ve değil iki uçak benzin deposu dolusu, on tane benzin istasyonunu doldurup yaksan erimeyecek o çelik kolonlar, iskambil kağıdı gibi bükülüp çöküyorlar.
Bu nasıl oluyor?

El Kaide’yi ABD istihbaratı C.I.A kuruyor, eğitiyor, silahlandırıyor, kapıları açıyor, saldır yaptırıyor, binaların güvenlik işleri ABD başkanı G.W.Bush’un kardeşinin elinde. Kolonlara usta bina yıkıcılara dinamitler ustalıkla yerleştiriliyor, uçakların çarpmasıyla ateşleniyor ve bina yıkılıyor.
Haliyle ölenler de Hristiyan şehidi oluyor. ABD başkanı Bush ta “Müslümanlar bize Cihat ilan etti deyip, intikam almak için yeminleriyle beraber Haçlı Seferi ilan ediyor.
09 Eylül 2001 İkiz Kule tezgahını takiben açılan Haçlı Seferinin ilk hedefi gene Afganistan oluyor. Kısa süre sonra da Afganlılara kıyak yapmışçasına, kendilerine karşı olduğu için İrlanda’lara sürülen Afgan kralının soyundan Karzai adlı birisini getirip “Kukla Kral” ilan ediyorlar.
Al sana Amerikan demokrasisi. KRALLIK yani feodalite. Ensest üremeyi ret eden İslam dinine sahip Afganlara, “Ensest üreme kültünden bir KRAL yani feodalite. Kral yani soyu Allah’ın soyundan gelen kişi olmuş oluyor ki, İslam bunu ret eder. Suudi Arabistan kralının da neyin soyundan olduğunu siz bulun. El Uzza’nın mı, El Lat’ın mı, Menat’ın mı???

Hristiyanlıkta Krallık vardır, çünkü Allahları İsa’dır ve soylarını ona veya havarilerine bir yerlere bağlarlar. İncil’de İsa zaten göklerin, ışığın kralıdır.
Müslümanlarda Allah ne doğmuş, ne doğurulmuş ne de insanlardan ya da meleklerin katından evlat edinmiştir. Ne de krallık kurmuştur. O ezel ve ebed olup her türlü insani sıfattan, kusurdan muaftır. Böyle olunca Müslüman kral nasıl olur? Onu da Vehhabiler ve onlara uyanlar açıklasınlar.

Krallı Afganistan işgalinin ardından 2003’te diktatör ettikleri Saddam Hüseyin’in ülkesi Irak haçlı işgalinin hedefi oluyor. Bunu, Somali, Sudan, Nijerya, Cezayir, Tunus, Libya ve 2011’de Suriye işgalleri takip ediyor.

Bütün işgal edilen bu Müslüman ülkelerde ABD’ye Cihat ilan etmiş Müslüman (!) Vehhabi El Kaide örgütü NATO askerleriyle birlikte savaşıyor.
Bu da gösteriyor ki El Kaide, Müslüman değilmiş, “Cihat” ilan etmemiş, aslında “Haçlı Seferi” ilan etmiş olduğu ortaya çıkıyor.
Çünkü onlarla birlikte savaşıyor, onlardan besleniyor.
Şimdi El kaide deşifre oldu yerine yenileri konuldu.
El Nüsra, Öso… son olarak da Irak Şam İslam Devleti örgütü IŞİD.
ABD’nin C.I.A’sının kurup beslediği, çoğu Avrupa ülkelerinden katılma profesyonel lejyoner asker olan Hristiyanlardan oluşan bu örgüt Taliban, El Kaide gibi gene düşman ilan edildi.
 Daha dün İskoçya’da yapılan NATO toplantısında, IŞİD’e askeri müdahalede bulunmak için yani, Suriye’nin işgalinin tamamlanması, çevresindeki ülkelerin yeniden yapılandırılmak amacıyla işgal edilmeleri için “10 NATO ülkesine çağrı” yapıldı.
Bu ülkeler, Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Danimarka, Polonya, Kanada, Avustralya (Nato üyesi değil), ABD, onuncusunun da Ukrayna olması muhtemeldir. Ayrıca Türkiye de bölünerek küçültülecek ülkeler listesindedir. Kendi varlığını parçalamak isteyen haçlı çetesinin bir üyesi olarak bu güne kadar kalmasının da sebebi, başımıza bizden görünen, özünde onlardan olan kripto gayrimüslümlerdir.
Ayrıca 1980’lerden beri bu günler için PKK terör örgütü ile savaştırılarak eğitilmiş Türk Silahlı Kuvvetleri ile PKK terör örgütü Körfez operasyonlarından bu yana tekrar ABD-NATO saflarında IŞİD’e karşı savaşacaklardır.
Ki, buna kaderin cilvesi de denilmez. Sekiz yıldır yazıyorum, bundan böyle ABD v e NATO çıkarlarını korumak için bölgenin jandarması olacak olan TSK, taşeronu PKK’nın koruyuculuğunu yapacaktır. Tarih sekiz yıl sonunda beni haklı çıkardıysa falcılığımdan değil, siyaseti, tarihi okuma yeteneğimdendir.
PKK’yı derin NATO’nun emriyle M.İ.T kurdu, Taliban’ı, El Kaideyi, IŞİD’i kuran C.IA ise, neden 10 NATO ülkesi IŞİD’e savaş ilan ediyor?
Çok kolay, önceki terör örgütleri nasıl ABD’nin ve NATO çetesinin işgaline gerekçe hazırladıysalar IŞİD te aynı işi yapmaktadır.
Peki IŞİD tasfiye mi edilecek?
Hayır.  Ne olacak?
Biraz haşlanmış gösterilecek, Türkiye ve diğer bölge ülkelerine zaten dağılmış halde, daha da dağılacak.Türkiye, Tunus, Cezayir, Irak Kürdistan’ı içinde daha da güçlendirilecek, “Cihat kampanyaları ile mal Müslüman gençleri büyük paralarla kendisine çekecek, hedefteki her ülkede “antiemperyalist, solcu, dinsiz, milliyetçi, vatansever, dindar antiemperyalist, gerçek vatansever olan ırkçı ve benzerlerini terör eylemleriyle temizleyecek, bu ülkeleri daha uysal şekilde emperyalizme teslim edecek yeni kukla devlet adamlarının desteklenmesinden, bölge devletlerinin bölünmelerine hizmet edecek.
Arada bir öldüreceği batılı asker, basın mensupları, turistler, araştırmacı yazarlar ve kimi tutarlarsa kellelerini kesip İslam düşmanlığını ve akabinde Haçlı Seferleri açılmasını destekleyecekler.
Sistem aynı Yahudilerin Mason Hitler’e kıydırılarak göçe zorlanıp İsrail kurulmasını sağlama yöntemindeki gibidir.
Gerçekte gerçek Müslüman ve vatanseverlerin düşmanı, emperyalizmin çıkarlarının askeri olan IŞİD, arada bir Hristiyan batılı cinayetleriyle Haçlı Seferine de zemin hazırlayacak.
 Başbakan ve AKP'sinin devlet bütçesinden destekleyip, TSK'ya eğittirdiği, ve ordu cephanelerinden beslediği Müslüman Selefi görünen, özünde ise Şemsi Yahudi, Yezidi Kürt'ü, Vehhabi Arap, Süryani (Rum) lara uzanan kripto azınlıklardan kurulu bir ihanet ordusudur. Türkiye tarzı İmam Ebu Hanife'nin Sünnilik mezhebi yalnız Irak Sünnileri ile Türkiye Sünnileri arasında yaşanır. Diğer Sünniler ise "Biz de sünnet kılıyoruz" dedikleri için Sünni saydırma çabası içindedirler. Oysa Allah'a inanıp, namaz kılıp, oruç tutan, kurban kesip hac eden gayri müslümlerin başında Süryaniler, Gregoryen Ermeniler, Yezidi Kürtler (Nakşibendi, Şafi olarak da görünürler), Şemsi ve Yahubi Yahudi ve Hristiyanlar vardır.
Başbakan ve AKP’sinin devlet bütçesinden destekleyip, TSK’ya eğittirdiği, ve ordu cephanelerinden beslediği Müslüman Selefi görünen, özünde ise Şemsi Yahudi, Yezidi Kürt’ü, Vehhabi Arap, Süryani (Rum) lara uzanan kripto azınlıklardan kurulu bir ihanet ordusudur. Türkiye tarzı İmam Ebu Hanife’nin Sünnilik mezhebi yalnız Irak Sünnileri ile Türkiye Sünnileri arasında yaşanır. Diğer Sünniler ise “Biz de sünnet kılıyoruz” dedikleri için Sünni saydırma çabası içindedirler. Oysa Allah’a inanıp, namaz kılıp, oruç tutan, kurban kesip hac eden gayri müslümlerin başında Süryaniler, Gregoryen Ermeniler, Yezidi Kürtler (Nakşibendi, Şafi olarak da görünürler), Şemsi ve Yahubi Yahudi ve Hristiyanlar vardır.
Arkasından ne gelecek demeyin artık, ABD bağırıp duruyor, Tayyip Erdoğan da öyle bağırıyor;
“TEK DEVLET, TEK BAYRAK, TEK DİN”
Yani Haçlı Amerika Dünya İmparatorluğu. Günümüzün Roma İmparatorluğu böyle bir şey işte.
Bütün bu olaylara bizler din, ırkçılık, özgürlük, kadın hakları, baş örtü özgürlüğü v.s adlarıyla açılan yanıltıcı, emperyalist kampanyalara alet olarak, onları savunan kripto düşmanlara oylar vererek sebep oluyoruz.
Eh, o zaman gelecek belaları da hak ediyoruz. Her ne kadar bu ülkenin %55 gibi direnen bir yarısı varsa, bazen %52’leeri de yakalayan oynak tarafıyla bir de hain, işbirlikçi, aymaz, doymaz tarafı da vardır.
Yeryüzünde, gerçek barışın sağlandığı, kimsenin diğerinin inancına inançsızlığına karışmadığı, herkesin onuruyla çalışıp evine ekmek götürüp çocuklarını, ailesini besleyebileceği bir işinin olduğu, tabiatın korunduğu, betonlaşmanın azaldığı, sömürünün ortadan kalktığı bir dünya kurulması dileğimle saygılarımı sunarım.


https://alaeddinyavuz.wordpress.com/2014/09/10/amerikanin-teror-siyasetleri-ve-hedefi/

..

CIA Neden Fethullah Gülen’i Destekliyor?




CIA Neden Fethullah Gülen’i Destekliyor?


        MAYIS 3, 2010










ABD’li öğretim üyesi eski FBI danışmanı Paul L. Williams geçtiğimiz günlerde Fethullah Gülen hakkında ağır bir makale kaleme aldı. Williams’ın makalesinin ardından Fethullah Gülen’in yaşadığı Pennsylvania’da yayın yapan sağcı gazete Pocono Record, Gülen’in kaldığı çiftliğe giderek çiftliğin görüntülerini aldı. Görüntüler Türk basınında da haber oldu.
Gülen’in lise diploması bile yok

Olayları büyüten makaleyi yazan Williams 29 Nisan’da makalesinin ikinci bölümünü yayınladı. Oldukça sert bir dili olan makalede Williams Gülen hakkında ağır ithamlarda bulundu. Williams yazısında CIA’nın uzun yıllardır Gülen’i desteklediğini iddia ederek, CIA’yı eleştirdi.
Williams’ın “Evrensel Hilafet Pennsylvania’dan mı Çıktı? CIA Bir İslamcının İhtiyaçlarını Mı Karşılıyor?” başlıklı yazısında şunları söyledi: “Dünya üzerindeki en tehlikeli İslamcı’ olarak adlandırılan Fethullah Gülen, CIA eski ajanı Graham Fuller ve Birleşik Devletler Dışişleri mensupları sayesinde daimi oturma izni aldı ve Pennsylvania’daki kalesinde artık ömrünün sonuna kadar oturabilir.
Fuller, Pennsylvania’daki federal yargıca, Fethullah Gülen’e yeşil kart verilmesi için bir tavsiye mektubu gönderdi. CIA eski ajanı, Gülen’in Birleşik Devletler içinde barınma ve korunmayı hak ettiğini çünkü Gülen’in ‘eğitim alanında üstün yetenekli’ bir birey olduğunu söyledi. Gülen’in ise bir lise diploması bile yok.
Peki Fuller yönetimi devirmek ve Yeni bir İslamcı Dünya Düzeni kurmak için halkı isyana teşvik suçlamalarından kurtulmak için Türkiye’den kaçan bir göçmene neden destek olsun? Bunun cevabı belgelerden ve araştırmacı muhabir Sibel Edmonds’dan geliyor.”
CIA finanse etti

Williams yazısının ağır suçlamalarda bulunduğu için yayınlayamadığımız bölümünde, CIA’nın bir dönem uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiği paralarla Fethullah Gülen’i finansa ettiğini iddia edecek kadar ağır ifadeler kullandı.
Yazar CIA’nın neden Gülen’i desteklediği sorusuna ise şöyle cevap verdi: “Gülen bu parayla gelişmekte olan ülkelerin petrol ve doğal gaz rezervlerini kontrol altına alabilmek için Özbekistan, Azerbeycan, Kazakistan, Türkmenistan ve yeni kurulan Rus cumhuriyetlerinde radikal medreseler ve cemaatler kurdu.
Hareket Gülen’in Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden kurmak ve evrensel bir hilafet oluşturma denemelerini destekleyen altı milyondan fazla müslüman yandaş çekecek kadar büyüdü.
CIA, 1999’la birlikte, Gülen’in Orta Asya’da yeni kurulan ülkelerin kontrolünü almak için sağlam bir üs kurmak amacıyla Türkiye’deki laik yönetimi düşürme çabalarını desteklemeye başladı. Türk yetkililer Gülen’in niyetini anlayınca halkı kışkırtma suçlamasıyla tutuklama yoluna gittiler. Gülen ülkeden kaçtı ve ‘din görevlisi’ olarak özel bir göçmenlik statüsü edindiği Birleşik Devletler’e geldi.”
Williams, yazısının yine ağır ithamlarda bulunduğu bölümünde Gülen’in yurtdışından siyasi iktidarı yönlendirdiği iddiasını dile getirdi. Gülen’in müridi olduğunu iddia ettiği üst düzey devlet görevlilerinin ismini verdi.
Williams, Gülen’in gücünü ise şöyle ifade etti: “Türkiye AKP yönetimi altında lâik bir devletten 85000 aktif camii – 350 kişiye bir camiyle dünyadaki en yüksek oran- sayıları öğretmenler ve doktorlardan fazla olan 90000 imamı ve devlet yönetimi altındaki binlerce İslamcı okuluyla İslamcı bir ülkeye dönüştü.”
Williams, Fethullah Gülen Hareketi’ne karşı dünyada artan şüpheyi ve tepkileri şöyle açıkladı: “Bazı ülkeler Gülen tehlikesinin farkına vardılar. Hareketi Rusya ve Özbekistan’da yasaklandı. Hatta çoğulculuğu ve hoşgörüyü benimsemiş bir ülke olan Hollanda bile yakın gelecekte toplumsal düzene tehdit oluşturabileceği gerekçesiyle Gülen medreselerine yardımı kesme kararı aldı.”
CIA neden hala destekliyor

Williams yazısında halen CIA’nın neden Gülen’i desteklemeye devam ettiğini ise şöyle açıkladı: “Ama Gülen’in İslamcı Yeni Dünya Düzeni rüyası Müslüman dünyanın tamamında destek ve ivme kazanmaya devam ediyor. CIA hâlâ Gülen hareketinin Orta Asya müslümanlarını birleştirme ve böylelikle bu ülkelerin doğal kaynaklarının kontrolünü Amerikan halkının sözde ‘iyilik’i için alma konusunda başarılı olacağı inancını besliyor. Usama Bin Ladin’in evrensel bir hilafet görüşü artık sadece içi boş bir hayal değil.
CIA eski ulusal istihbarat konseyi başkan yardımcısı Graham Fuller, Gülen’in daimi oturma izni başvurusu için tavsiye mektubunu bu işte bu nedenle verdi. Fuller şu anda düşünce kuruluşu RAND için danışmanlık yapıyor. Kuruluşun diğer danışmanları arasında dışişleri eski bakanları Henry Kissinger ve Condoleeza Rice, savunma eski bakanı Donald Rumsfield, savunma ve enerji eski bakanı James Scheslinger da var.
Savunma Bakanlığı için analizler yapan sözde “düşünce kuruluşu” RAND, bir CIA hareketi damgasını yemişti.
Fuller geçmişte, diğer radikal İslamcı hareketlere müsaade etmesiyle de ses getirmişti. Tebliğ Cemaatini “halka öğütler veren barışçı ve apolitik bir hareket” olarak değerlendirmişti. Şeyh Mübarek Gilani, Tebliği Cemaati misyoneri olarak 1969 yılında Birleşik Devletler’e gelmişti. On yıl sonra Cemaat ül Fukra’yı kurdu ve islamcı militer yapılanmaları ülkenin her yerine yayıldı.
Abromowitz de var

Williams yazısında Fethullah Gülen’e referans veren diğer ABD’li isimleri de şöyle eleştirdi: “Ama Gülen’in başvurusu için sadece Fuller değil dışişleri eski bakan yardımcısı Marc Grossman ve ABD’nin Türkiye eski büyükelçisi Morton Abramowitz de tavsiye mektubu verdi. Onların tavsiye mektuplarının önemi daha açıklayıcı ve rahatsız edici.”
Williams yazısının sonuna şöyle de bir not düştü: “Yazıları takip etmeye devam edin. En kötüsü daha gelmedi.”
Cemaatin Williams’ın iddialarına nasıl cevap vereceği merakla bekleniyor. Fethullah Gülen konusunda hassas olan cemaatin Williams’ın ağır ithamlarına karşı yargı yoluna gitmesi bekleniyor. Odatv olarak cemaatin Williams’a vereceği cevabı da haberleştirmeye devam edeceğiz.
Odatv.com
Çeviriler: Tansu Akgün

..

12 Kasım 2015 Perşembe

77 YIL SONRA ATAMIZI ANARKEN



77 YIL SONRA ATAMIZI ANARKEN



atatürk-ün-şakirtlere-kötü-örnek-olan-fotoğrafları_337025






Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız bu kafidir. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1929)

———————————

Şehit kanlarıyla vatanlaştırdıkları Anadolu topraklarında huzur ve güvenlik içinde geleceğe emin adımlarla ilerlemek isteyen Türk milleti, devletinin yönetim şeklini bağımsız Cumhuriyet olarak belirlemiştir.
Türk Cumhuriyetinin yönetimini kurallara bağlayan 1921, 1924, 1960 ve 1982 Anayasaların temelinde Atatürkçü Düşünce fikri yatmaktadır.
Bu düşünce sistemi tamamen milli üç temel kavram üzerine oturmuştur. Bunlar Tam Bağımsızlık, Hakimiyet-i Milliye ve Müdafa-i Hukuk’tur. Eğer bu üç temel unsurdan uzaklaşıldığı takdirde devletin varlığı tehlikede demektir.
Tam bağımsızlık; sadece siyasi alanda değil, ekonomik, kültürel, teknolojik, bilimsel, hukuki, sosyolojik ve askeri alanda bağımsızlığı belirtir.
Hakimiyet-i Milliye Ruhu ise; vatan toprakları üzerinde hakimiyetin kayıtsız ve şartsız olarak Türk milletinde olduğunu belirtir. Millet bu hakimiyeti hiç bir kişi ve zümreye devredemez ve milli hakimiyetine ortak kabul edemez.
Müdafa-i Hukuk; Türk devletinin çağdaş uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde kendi milli hukukunu kendi hür iradesi ile kendisinin koyarak uygulaması anlamına gelir.
Cumhuriyeti kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 77ci yılında vazgeçilemez olarak gördüğüm Ata’nın bu üç temel kuralı da büyük ölçüde çiğnenmiştir. Böylece Anayasamızın temelinde yer alan Atatürkçü Düşünce Sisteminden uzaklaşılmıştır. Nitekim 1 Kasım 2015 seçimini takiben bugün geldiğimiz yer, ortaya çıkan fiili durumu yasallaştırmak ve kağıda dökmek üzere “sivil Anayasa hazırlama” tartışmaları yeniden gündeme oturtulmuştur. Başkanlık sistemi ve Kürtlere özerklik istekleri ile yapılmak istenen Atatürkçü Düşünce’nin önce Anayasadan ve sonra da Türkiye’nin gündeminden çıkartmaktır. Görünüşe göre daha önce ABD ve AB tarafından defalarca dayatılan bu istek doğrultusunda AK Parti yönetiminin önünde hiç bir engel kalmamıştır.
Özetle, 10 Kasım 2015’te her alanda tam bağımsız bir ülke değiliz. Milli Hakimiyet kayıtsız şartsız Türk milletinden alınmıştır. Fiilen ABD, AB ve küresel güç odaklarının eline geçmiştir.
12.000 yıllık Türk tarihi içinde yetişmiş milli kahramanların ve devlet adamlarının en büyüklerinden birisi olan Atatürk, Türklüğün yakın çağdaki en önemli simgesi olmuştur. O, tarihten silinmek istenen Türk ismini yeniden dünya tarihine altın harflerle kazımıştır. Bugün bağrından çıktığı Türk milleti ile birlikte insanlık alemi O’nun fikirleri ile yaşantılarına yön vermektedir.
Günümüzde dünya hakimiyeti yolunda Türkiye’yi kendileri için engel gören küresel güçlerin bilinçli bir şekilde saldırdıkları, içimizdeki işbirlikçileri vasıtasıyla da ölümsüz eserlerini silme gayreti içinde bulundukları Atatürk sevgisini Türk milletinin beyinlerinden kazımak mümkün değildir. Çünkü, ölümünden tam 77 yıl sonra O’nun Düşünce Sistemi bütün unsurları ile hâla Türk toplumunun yaşantısına yön vermektedir.
Türk milletinin % 92’sinin oyları ile kabul edilen ve bugün tamamı ortadan kaldırılmaya çalışılan 1982 Anayasası, Atatürkçü Düşünce temeli üzerine oturtulmuştur. Aldıkları oya dayanıp bu temeli sarsacaklarını ve ortadan kaldıracaklarını düşünenler gaflet ve hatta hıyanet içindedirler. Bunlar, çabalarının Türk milletinin azim ve direnci karşısında boşa çıkacağını göreceklerdir.
Bütün engellemelere ve unutturulma gayretlerine rağmen Türk milleti Ata’sının ilkeleri doğrultusunda onun gösterdiği hedeflere ilerleme gayreti içindedir. Günümüzün gelişmiş teknolojilerden yararlanan kitle iletişim araçlarının sağladığı imkanlardan yararlanan Atatürkçü Düşünce; sınırlarımız dışına taşarak evrenselleşmiş ve insanlık alemine de ışık tutmaya başlamıştır.
Atatürk ile birlikte geçen asra damgasını vuran Hitler, Musolini, Stalin, Lenin, Mao Che Tung, Tito gibi liderler fikirleri, eserleri ve heykelleri ile birlikte tarihin derinliklerinde yerini almışlardır. Bugün yaşayan ve tarihe damgasını vuran tek lider Mustafa Kemâl Atatürk’tür.
Atatürk’ü bugün dahi yaşatan ve yarınlarda da yaşatacak olan husus; O’nun TUTARLI, DENGELİ ve ayni zamanda UYGULANABİLİR sağlam bir düşünce sistemine sahip bulunmasıdır. Günlük yaşantımızda sık kullandığımız “Atatürkçülük” ve “Atatürkçü Düşünce”kavramları Anayasamızın fikri özünü teşkil etmesinin yanında, toplum hayatımızı yönlendiren bir çok önemli yasada belirleyici, yönlendirici ve yol gösterici nitelikleriyle kullanılarak kurumsallaşmıştır. Bu yüzden bazı bürokratların işgüzarca davranarak bu kavramları günlük hayatımızdan çıkarma çabaları beyhude ve boş bir uğraştır. Çünkü 77 yıldır kazandığımız değer yargılarını silmek sanıldığı kadar kolay değildir. Ben inanıyorum ki; yedi düvel birden gelerek saldırsalar, Türk milletinin gönlünde yer etmiş Atatürk sevgisini azaltamazlar bilakis bu sevgiyi arttırır ve kökleştirirler.
Her alanda tam bağımsızlığı öngören “Atatürkçü Düşünce”kavramı ile; Atatürk’ün kaynağını ve gücünü Türk milleti’nden, Türk milletinin binlerce yıllık köklü tarihi geçmişinden ve kültüründen aldığı; günümüz şartlarına, akla, mantığa, milletimizin ihtiyaçlarına, arzu ve isteklerine, kabiliyet ve becerilerine, çağdaş bilim ve teknolojinin gereklerine uygun bir tarzda geliştirdiği; Türk insanı ve Türk toplumu’nun davranışları ve faaliyetlerinin Türk milli hedefleri doğrultusunda yönlendirilip yönetilmesi için ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin bütünü akla gelmektedir.

Atatürkçü Düşünce’yi kendisine hayat tarzı seçmiş ve uygulamakta olan kişiyi “Atatürkçü”, Atatürkçü’lerin topluca ve bir bütünlük içinde davranış ve eylemlerini ise “Atatürkçülük” olarak tanımlamaktayız.

Atatürkçü Düşünce’nin en büyük özelliği zamanımıza kadar kitleleri yönlendiren düşünce sistemlerinin dışında tamamen Türklüğe has milli bir karakter taşımasıdır. Bazı mihrakların bildiklerinin aksine Atatürkçülük ülkedeki en yaygın fikri sistemdir. Ve bu sistemi kendine hayat tarzı olarak seçmiş Atatürkçülerin sayısı sanıldığından çok fazladır.

Atatürkçü Düşünce; Türk toplumunu her alanda güçlendirmeyi hedef almasına rağmen Evren-Dünya-İnsan ve Toplum hakkında ortaya koyduğu fikirleri ve özellikle “Millet Egemenliği”, ”Milli Hakimiyet” ve “Tam Bağımsızlık” gibi kavramları ile artık tamamen Türklere has bir sistem olmaktan çıkmıştır. Evrensel boyutlara ulaşarak dünya milletlerinin ortak malı olmuştur.
Türk milleti Ata’sını tanımakta, benimsemekte ve sevmektedir. Ama sadece sevgi Atatürkçülük için kafi değildir. Bu gerçek ortada iken; devletçe ve milletçe 77 yıl gibi uzun bir sürede Atatürkçü Düşünce ve Atatürkçülük öğretisi istikametinde atılması gereken adımları atamadık. Atatürk sevgisini beyinlere kazıdık ama Atatürkçü Düşünceyi Anayasamızın öngördüğü gibi sahiplenip uygulama alanına sokamadık. Atatürkçü Düşünce’nin Türk insanı için değerini, evrensel boyutlardaki yerini ve gelecekteki geçerliliğini yeterince kavrayamadık. Yani Atatürkü sevmekten öteye geçemedik. Atatürkçülüğün fikri alt yapısını oluşturamadık. Sonunda günümüzde olduğu gibi Atatürk’ü hiç kabul etmeyen, ve tanımamakta direnen bağnaz bir kitlenin oluşmasını da engelleyemedik.
Çünkü 21. Asrın insanlığına yol gösterecek Atatürkçü Düşünceyi sonsuza kadar yaşatacak sistemleri bilimsel yollardan araştırmak, bulmak ve bulduklarını toplumunun tüm yaşantısında uygulanabilir bir hale dönüştürmek işi son derece zor, çok kapsamlı ve uzun bir süreç isteyen bir faaaliyettir.
Fakat, Cumhuriyet yönetimleri bu zor, ama Atatürkçülük yolunda mutlaka gerçekleştirilmesi gereken faaliyetleri yürütecek olan kurum ve kuruluşları yasalarla kurarak Atatürkçülüğü hukuk koruması altına almıştır.

Anayasanın 134. Maddesine göre 11.8.1983 gün ve 2876 Sayılı Kanun ile faaliyete geçen Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesindeki Atatürk Araştırma Merkezi’nin yasal görevleri incelendiğinde, Atatürkçülük faaliyetinin yurt çapında bütün kurum ve kuruluşlarımızın birbiriyle koordineli olarak nasıl yürütülebileceği hususunun detaylı olarak belirtildiği görülecektir.
10 Kasım 2015’de ülkemiz küresel güçlerin çok amaçlı ve çok yönlü baskı ve saldırıları ile karşı karşıya bulunmaktadır. İçinde bulunduğumuz hassas coğrafyada ayakta kalarak genç Türkiye’yi sonsuza dek korumak, kollamak ve yaşatmakla yükümlü olan Türk milletinin yükü ağırdır.

İşte bu yüzden; vatanını ve milletini seven her Türk mutlaka Atatürkçü olmalıdır. Her Türk, Atatürk’ü ve Atatürkçü Düşünce’yi anlamak, yaşamak ve yaşatmak için çaba harcamalıdır. Çünkü milletimiz, Atatürk’ü tanıdıkça doğrudan kendini tanıyacaktır. Geleceğine ait güveni artacaktır. Yarınlara daha iyimser gözle bakacaktır.
Ölümünün 77’inci yılında Türk milleti’ne kutsal Anadolu toprakları üzerinde ölümsüz eseri Türkiye Cumhuriyetini armağan eden Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün aziz hatırasını saygı ile ayorum.

Atatürk’ü ve Atatürkçü Düşünce Sistemini kendi siyasi ve ekonomik gelecekleri için rant aracı yapmayan ve bu düşüncenin arkasına sığınıp halkı aldatmayan gerçek Türk aydınlarını, Atatürkçülük öğretisine yardımcı olmaya davet ediyorum. Her yerde ve platformda milletimize bu düşünceleri anlatalım. Fikren kazanacağımız her kişinin Türkiye ve Türklük düşmanları için birer “Atom Bombası” değerinde olduğunu bilelim ve bıkmadan bu öğretiyi yaygınlaştıralım. O zaman milletimize en büyük hizmeti yapmış olacağız.