Yazı değişimi konusunda yoğun bir çalışma içine girmişti. “Büyük bir titizlikle”, değişik dillerin abecelerini ve Latin harflerini inceledi; yerli yabancı dil uzmanlarıyla tartıştı. Harflerin kullanışı, verdiği sesler, bu seslerin Türkçeye uygunluğu üzerinde uzmanlaşıncaya dek “her gün saatlerce çalıştı”.4 Yeni bir abece oluşturmak üzere bir “Alfabe Komisyonu” kurdu. Komisyonun kendi başına kalırsa, “bu işi ancak üç yılda başarabileceğini bildiği için”5 toplantılara bizzat katıldı ve “üyeler onun güçlü görüşlerinden yararlandılar”.6
Dolmabahçe Sarayı, “yapılışından beri hiç görmediği” bir devrimi yaşıyordu. Burası, bir Osmanlı Sarayı olmaktan çıkmış, “içinde gece gündüz coşkuyla çalışılan”; açık oturumlar, paneller, konferanslar düzenlenen bir kültür merkezi ya da bir “bilim akademisi” durumuna gelmişti. Saray salonlarını artık, cariyeler, lalalar ya da hizmetçiler değil; dilciler, tarihçiler, şair ve yazarlar, devlet görevlileri, bilim adamları, milletvekilleri dolduruyordu, bu insanlar, onun başkanlığı ve yönlendirmesi altında toplanıyor, tartışıp kararlar alıyor, kimi zaman da “sınavdan geçiyorlardı”.7
Dünyayla Bütünleşmek
Asya’daki Türk devletleri, 1926’da Latin harflerini kabul etmişti. Bu gelişmeye büyük önem verdi ve uygulamayı ayrıntılarıyla inceledi. Orta Asya Türklerinin Latin harflerine geçmesinin, Arap harflerini kullanan Türkiye’yle ilişkisini güçleştireceğini ve Türk dünyasını “birbirinin dilini okumayacak duruma getireceğini”; bu durumun “yazı değişimini daha da zorunlu kıldığını” gördü8 ve bu yöndeki çalışmalarını yoğunlaştırdı. (Türkiye, 1929’da Latin harflerini kullanmaya geçince Sovyetler Birliği Orta Asya’daki değişimi durdurdu ve bölgesel Kiril alfabesini uygulattı.)9
Avrupa’nın değişik bölgelerinde, Latin kökenli birçok ulus, yazıda Latin harflerini kullanmaya başlamıştı. Macarlar, Finler gibi Turan kökenliler, Polanyalılar, Çekler, Hırvatlar ve Arnavutlar, milli yazı harflerini bırakıp Latin harflerini almıştı. Latin ırklarının, ekonomik gücü ve dünyadaki yaygınlığı da göz önüne alındığında, Latin harfleri, dünyada en çok kullanılan, en etkili yazı türüydü ve Türkçeye uygundu. Uluslararası ilişkilerin artan yoğunluğu, Latin harflerinin Türkçeye uygunluğuyla birleşince, yazı değişimi aşamasında bulunan Türkiye için, gerek uygulanabilir bir seçenek, gerekse çağa uyumlu bir olanak ortaya çıkıyordu.
Güç İşi Başarmak
Altı aylık yoğun çalışmadan sonra, altı haftada yeni abeceyi hazırlattı.10Dil biliminin temel kurallarını kavramış; Türkçe’de Latin harflerini kullanma biçimi, Arapça-Osmanlıca-Türkçe ilişkileri ve yeni harflerle Türkçenin ses uyumu konusunda, neredeyse yetkin bir uzman olmuştu. Çalışmaları ilerledikçe, çözülmesi gereken sorunların büyüklüğünü görüyor, çok güç bir işe giriştiğini anlıyordu. Güçlüklerin üzerine gitmekten çekinmeyen yapısı nedeniyle yılmıyor, güçlükleri aşmak için daha çok zaman ayırıp, daha yoğun çalışıyordu.
Yurt gezilerinde halka, yazı yenileşmesi konusundaki görüşlerini açıklıyor, onların düşüncelerini öğrenmeye çalışıyordu. Yaşanabilecek sorunları, en küçük ayrıntısına dek inceliyor, çözümler geliştiriyordu. Örneğin,“bağlama eki sorununun, yeni harflerin kolaylığına ve halkın isteğine sevincine gölge düşürecek kadar belirgin” olduğunu saptıyor ve “halk içindeki gözlemlerimize dayanarak, aşağıdaki ilkeleri kabul etmek yararlı ve gerekli görülmüştür” diyerek Alfabe Komisyonu'na öneriler yapıyordu.11
Gemlik’ten kendisine ortak bir mektup yazarak, bir haftada okuma yazma öğrendiklerini belirten ve ses uyumuyla ilgili sorular soran; Tuhafiyeci Yahya,Gazozcu Haydar, Zahireci İsmail, Zürradan Ethem, Bakkal Osman veKırtasiyeci Selahattin’e verdiği yanıt şöyleydi: “Okuma ve yazmayı bir haftada öğrenmek gayretini göstermenize memnun oldum, tebrik ederim. Arabi ve Farasi kelimelerde (k) ve (g)’nin önlerine (h) gelmesi sorunuyla fazla uğraşıp düşüncelerinizi engellemeyeniz. Hazırlanmakta olan sözlük, bu konudaki sorunu isteğiniz yönünde çözecektir, efendim”.12
Eyleme Geçiliyor
1928 başında, “artık eyleme geçilmesinin zamanının geldiğine” karar verdiğinde, uygulamaya dönük ilk girişimler ortaya çıkmaya başlamıştı. Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt), 8 Ocak’ta Ankara Türk Ocağı’nda, Türk harfleri üzerine bir konferans verdi. Aynı günlerde, “harf hareketiyle dilin özleştirilmesi”konusu ele alınıp incelendi.
8 Şubat’ta İstanbul’da “ilk Türkçe hutbe” okundu. 24 Mayıs’ta, “Batılıların Arap rakamı diyerek kullandıkları” Latin rakamları kabul edildi. (Batılıların uzun yüzyıllar kullandığı sayı adlandırmaları, rakamlar değil, çizgilerden oluşan Romen işaretleriydi. Batılılar, Türk ve Hintlilerin bulup geliştirdiği ve ondalık hesaplara olanak veren rakamları Doğudan almışlar, buna Arap harfleri demişlerdi.)
27 Haziran’da, Dil Encümeni kuruldu. 28 Haziran’da, halkın okuma yazma öğreneceği Millet Mektepleri’nin açılması kararlaştırıldı. Aynı gün, Halk Dersaneleri ve Konferansları Yönetmeliği yayımlandı.13
Uzun ve yoğun bir çalışma döneminden sonra, hazırlıklarını tamamladı ve konuyu artık halka duyurmaya karar verdi. Bunu, İstanbul’da yapacaktı. 9 Ağustos 1928 akşamı, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Sarayburnu Halk Gazinosu’nda düzenlediği geceye katıldı. Burada yaptığı ünlü konuşmasıyla, yazı yenileşmesini halka duyurdu.
O gece, son derece neşeli ve mutlu görünüyordu. Konuklardan birinin defterinden bir yaprak kopardı ve bir şeyler yazarak ayağa kalktı. “Sevinçliyim, duyguluyum ve bahtiyarım” diye söze başladı. Ardından, “sevincimin nedenini ve bana verdiği duyguları, küçük notlar olarak buraya yazdım. Bunları içinizden bir yurttaşa okutacağım” diyerek, kağıdı çağırdığı bir kişiye verdi. Yurttaş, belki de ilk kez gördüğü yazıya bakarken, kağıdı geri aldı ve şunları söyledi: “Yurttaşlar, bu notlar Türk harfleriyle yazılmıştır. Kardeşiniz bunu okumaya çalıştı ama okuyamadı. Ancak okuyabilir. İsterim ki bu yazıyı, hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz… Bir ulusun, bir toplumun yüzde yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse bunun ayıp olduğunu düşününüz. Bundan, insan olarak utanmak gerekir. Bu ulus, utanmak için yaratılmış bir ulus değildir. Tarihi övüçlerle dolu, övünmek için yaratılmış bir ulustur”.14
Gordion Düğümü
1850’lerdenberi sözü edilen, ancak somut bir sonuca ulaştırılamayan yazı sorunu, 1928’de, “Gardion düğümünü kesen bir kesinlikle” ve “Latin harflerine dayanan Yeni Türk Abecesi kabul edilerek” onun tarafından çözüldü.15
Gerçekleştirilmesi güç bu işi, Türk abecesine geri dönme olarak görüyordu. Harf yenileşmesini, Türkçeye zarar vermeyen; tersine, ona uygun biçimsel değişim olarak görüyor, yeni harfleri, “Latin harfleri diye anılmakta olan şekiller”diye tanımlıyordu.16
Önemli olan, biçim değil, kullanım kuralları ve Türkçeyi geliştirecek yöntemlerdi. Latin harflerini Türkçeye o denli uyumlu kılmıştı ki, bu harfleri,“Yeni Türk harfleri” olarak tanımladı.17
Yeni abece, “Latin esası denilen kökten olmakla birlikte”; Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan ya da bir başka ulusun abecesi değildi. “Kendi özellikleriyle başlı başına bir Türk abecesiydi”. Üstelik diğer dillerde varlığını sürdüren kusurlardan sakınılarak düzenlendiği için, “tüm dünya abecelerinin en olgunuydu”.18
Sorunlar
Yazı yenileşmesinin başarılıp topluma yerleştirilmesi için, dil bilgisi kurallarıyla ilgisi olmayan ve çözülmesi gereken birçok sorun vardı. Tüm resmi evrak, basımevi harfleri, telgraf işaretleri, daktilolar, zaman cetvelleri, okul araç gereçleri, sözlükler, kitaplar, damgalar, her türden tabela, ilanlar, tren ve tramvay tarifeleri, durak ve istasyon adları, biletler... değiştirilecekti.
Bu yalnızca yoğun bir çaba değil, onunla birlikte para ve örgütlenmeyle ilgili bir sorundu. Üstelik, bu işler kısa bir zaman içinde başarılmalı, bunun için de toplumun her kesiminin onay ve desteği alınmalıydı.
Arap Abecesi ve Türkçe
Arap abecesi, yapısı gereği Türk yazım kurallarını kendi ses yapısına uydurmaya çalışan, bu yönde zorlayan bir özelliğe sahipti. Bu durum, sözcük yazımında sorun yaratıyor, öğrenme güçlüğüne neden oluyordu. Türk ve Arap abeceleri arasında, “kaynağını dillerin toplumsal ayrılığından alan çelişkiler” ve “ses boşlukları” vardı.19
Osmanlı Türkleri, eğitim görmüş de olsa, çok kere yazım (imla) yanlışı yapmaktan kurtulamazdı. Toplumda, iki tür dil oluşmuştu. Bir yanda, “enderun devşirmelerinin kullandığı, yazılan ancak konuşulmayan saray dili” öbür yanda“kitlelerin kullandığı, konuşulan ancak yazılamayan halk dili”.20
Halkı yazılı edebiyata uzak kılan bu durum, halkla aydınları da birbirinden uzaklaştırmış, Türkiye, aydını olmayan bir halktan ya da halksız aydınlardan oluşan, düşünsel çoraklık içinde bir ülke durumuna gelmişti.
Arapçanın, “Türkçenin ses uyumu kurallarıyla uzlaşması olanaksız”21 bir takım kalıpları vardı. Türkçe, yüzyıllar boyunca, Arapça adına zorlanıp ağır bir baskı altına alınmıştı. Buna karşın, sağlam sözdiziniyle (sentaks) “kullananların düşünüş biçimini ve mantığını” hala yansıtabiliyor ve kökleri çok eskiye giden güçlü yapısıyla, her türlü yabancı karışmaya direnebiliyordu.
Arap harflerinin kullanımı, Türkler için olduğu kadar, ülkedeki azınlık uyruklar için de sorun yaratmış, Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkçenin yaygınlaşmasını engellemişti. 19.yüzyıl sonlarında nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan Rum, Ermeni, Yahudi gibi Müslüman olmayan uyruklar, Türkçe konuşulabiliyor, ancak Arap harflerini bilmedikleri için, Türkçeyi okuyup yazamıyordu. Bu durum kaçınılmaz olarak, uluslaşmanın temel koşullarından biri olan dil birliğinin gerçekleştirilememesine yol açıyor, azınlıklar kendi içlerinde uluslaşırken, Osmanlı İmparatorluğu ümmet toplumu olarak kalıyordu.
Yazı Değil Din Sorunu
Arap abecesinin aynı zamanda Kuran dili olması nedeniyle, Arapça dinsel bir dokunulmazlık kazanmıştı ve yazı sorunu, din sorunu olarak ele alınıyordu. Bu durum, ulusal dil ve kültürün gelişimini engelliyor, Türk ulusçuluğu düşüncesinin gelişmesine uygun bir ortam oluşmuyordu.
Yeni yazı, yarattığı değişimle, uluslaşmanın koşulu olan kültür birliğinin temelini oluşturdu; dil ve tarih çalışmalarıyla birlikte, ulusal kimliğe biçim verdi.22 Arapça’nın, dinsel bir anlam verilerek kutsanması, dilbilimiyle olduğu kadar dinle de ilgisi olmayan bir bilgisizlik sorunuydu. Oysa, Prof.Cahit Tanyol’un söylediği gibi, “bütün abeceler gibi Arap abecesi de dinden bağımsızdı; harflerde kutsallık aramanın bir anlamı yoktu”.23
“Cumhuriyet’in Başöğretmeni”
Sarayburnu Konuşması’ndan sonra, kurslar, seminerler, tartışmalı toplantılar düzenledi. “Ülkeyi bir baştan bir başa gezerek” her gün, uzun saatler boyunca ve “şaşırtıcı bir enerjiyle” halkına abece öğretti. Sıradan insanları yıpratacak bu yoğun çaba, “onu ne yoruyor, ne gevşetiyordu”.24 ”Karatahta, genç Türkiye Cumhuriyetinin simgesi olmuştu”.25
Köy ya da kentlerde halkın arasına giriyor, gündüz ya da gece her sınıf ve meslekten insanı çevresine topluyor, kimi zaman “bir köy okulunda ve isli bir lambanın solgun ışığında”26, kimi zaman açık havada, ya da köy kahvelerinde herkese yeni yazıyı öğretiyordu. H.C.Armstrong’un deyişiyle, “doğuştan pedagog (eğitbilimci); açık, kesin, inandırıcı, üstünlüğünün ayırdında, harika bir öğretmendi”.27 Önce halk, daha sonra Meclis, ona çok sevdiği yeni bir san olan“Cumhuriyetin Başöğretmeni” adını vermişti.28
Okuma yazmayı yayacak ulusal abecenin “her gelişmenin ilk yapı taşı”29olduğunu; aydınlığa giden yolun, bunun arkasından geleceğini söylüyordu. Köylüye, esnafa, tüccara, ”bilgiye giden yol okumaktır, başarı ve zenginliğe buradan gidebilirsiniz; düşüncenin gerçek özgürlüğü budur; cehaleti yenmek, sefaleti yenmektir”diye sesleniyor30, “büyük Türk ulusu bilgisizlikten, emek vererek, ancak kendi soylu diliyle kurtulabilir. Yeni Türk alfabesi, aydınlığın en değerli aracıdır” diyordu.31
Ona göre, yazıyla başlayan değişim, bilimsel felsefeyi, düşünce yöntemlerini ve yaşam biçimini değiştirecek, toplumun yazgısına yeni bir yön verecekti. Georges Duhamel’in söylemiyle “geçmişteki hiçbir devrimci, Cromwell, Robespierre ya da Lenin, bu kadar uzağa gitmeye cesaret edememişti”.32
Bütün Ülke Bir Okul
Çabası, çok kısa bir süre içinde sonuç verdi ve yazı değişimi; Türk halkı tarafından büyük bir istekle sahiplenildi. Hemen her yerde, yeni yazıyı ve okuma yazmayı öğreten kurslar açıldı. Kamu ya da özel binalar, kahveler, hatta camiler okul durumuna geldi. “Gezgin satıcılar sokaklarda abece satıyor, taksi şoförleri, kelime heceleme uğruna müşteri kaçırıyordu”.33 Köylüler, “harf devriminden büyülenmişti”.34
Her Türk, “öğrenmek ve kendini yetiştirmek için yanıyor”, okuma yazma öğrenmek onlara, “şahane bir ayrıcalık”35 gibi geliyordu. “Genci yaşlısı, kadını erkeği, camilerde kahvelerde, evlerde dükkanlarda, ellerinde taştan bir karatahta ve kalem ya da tebeşir; küçük büyük A’lar B’ler yazıyor, yüksek sesle heceliyor, büyük bir ağırbaşlılıkla ayrıntıları tartışıyordu.”36
Birlikte yapılan eylemin yarattığı iç erinciyle (huzuruyla), “büyük bir ülke, sanki tümüyle okula taşınıyordu”.37 Her sınıf ve meslekten insan, yaş ve sosyal konum gözetmeksizin, “hepsi dirsek dirseğe okul sıralarında buluştular”.37Türkiye’de “Şaşırtıcı bir öğrenme coşkusu” yaşanıyordu.39
Yasa Çıkıyor
Harf yenileşmesinde, önceki devrim atılımlarında yaşanan türden karşıtlıklar pek görülmedi. Halkın yoğun ilgi ve desteği, yasal süreci hızlandırdı ve Meclis 1 Kasım 1928’de, 3153 sayılı “Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” la, harf değişimini zorunlu duruma getirdi.
On bir başlamdan (maddeden) oluşan yasaya göre, devlet kuruluşları, 1 Ocak 1929’da yeni uygulamaya geçecek; ancak, basılı kağıt ve yazılı donanımların değiştirilmesi için, 1929 Haziranı’na dek altı aylık ek süre verilecekti. Bu süre sonunda, yeni yazıya geçiş tümüyle bitirilecekti.
Eleştiriler
Değişik gerekçeler ileri sürerek, yazı değişimine karşı çıkanlar, en çok zaman konusunu işlediler. “Kesinlikle olmaz” diyenler küçük bir azınlıktı. Bunların dışında kalan bir küme eleştirici; değişimin, “20 ya da 30 yılda adım adım uygulanması” gerektiğini ileri sürüyor, hızlı değişimin “zaten yüzde 10’un altında olan okur yazarları, okumaz yazmaz duruma getireceğini” ya da “öğretmenleri iş yapamaz duruma sokacağını” söylüyordu.40 Bir başka eleştirici küme, “tümüyle Arap harfleriyle basılan gazeteler, okur yitirecek”; gazeteler belki de, “böyle bir keşmekeş ve masrafa dayanamayacağı için” batacak diyordu.41
O ise böyle düşünmüyor, uzun bir geçiş döneminin, “bu işin başarılmasını önleyeceğini” söylüyordu. Kimileri 10-15 yıla inmişti. En kısa öneri ise beş yıldı. Uygulayıcı konumdaki Başbakan İnönü, “en az yedi yıl gerekli” diyordu.42
Gazetelerin hiç olmazsa bir süre, iki tür yazıyla çıkması önerisini hemen redddetti. “Herkes alıştığı Arapça yazıyı okur, yeni yazı öğrenilmez” demiş ve “bu iş, ya üç ayda olur ya da olmaz” diye eklemişti.43 Somut ve şaşırtıcı bir gerçektir ki, onun dediği gerçekleşmiş ve Türkiye’deki “harf devrimi” “üç ay içinde amacına ulaşmış”.44
Yazı devrimi’ni eleştirenlerin bir bölümü, Çin ve Japonya’yı göstererek, onların “okunması ve yazılması zor olan abecelerini” atmadığını ileri sürdü. Oysa Çin ve Japonya abecesi, onların kendi dil özelliklerinden çıkmış, binlerce yıl geriye giden, ulusal abecelerdi. Dil yapılarına tümüyle uygundu. Arap harfleri, Türkçeye uygun olsaydı; “bir devrime gereksinim duyulmaz, öğrenim zorlukları sorunu ortaya çıkmaz ve Türkçe bir kültür dili olurdu”.45
Millet Mektepleri
1 Ocak 1929’da yürürlüğe giren Millet Mektepleri Talimatnamesi, 11 Kasım 1928’de Bakanlar Kurulu’nca onaylanıp yayımlandı. “Talimatname” ye göre; yeni harflerle okuma yazma öğrenen memurlara birer “ehliyetname” verilecek, lise ve ortaokullar için el kitapları hazırlanacak, kışla ve cezaevlerinde yeni yazı kursları açılacak ve içinde 25 bin sözcük barındıran “İmla Lugatı” 29 Kasım’a dek hazırlanacaktı.46
23 Aralık 1928’de, Millet Mektepleri’ne kayıtlar başladı. Kurslara, 16-45 yaş arasındaki kadın ve erkeklerden, yalnızca yeni yazıyı öğrenecek okur yazarlar değil, okuma yazma bilmeyenler de katılacaktı. Kurslar okuma yazma bilmeyenler için dört, diğerleri için iki ay sürecek; kadınlar haftada iki, erkekler dört gün ders alacaktı.
Yazı değişiminin resmi başlangıç günü olan 1 Ocak 1929 Türkiyesi,“bambaşka bir gün” yaşıyordu. Bandolar sokaklarda marşlar çalıyor, geçit törenleri yapılıyor; Halk, “yeni bir seferberlik havası içinde okullara koşuyordu”.47Herkesi etkileyen tek üzüntü, Millet Mektepleri’ne büyük emek veren genç Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin, bu coşkulu günü göremeden, 35 yaşında, o gün ölmüş olmasıydı.
Millet Mektepleri ’nden, 1936’ya değin, 2 546 051 kişi diploma aldı. 1929’daki dersane sayısı 20 489’du.48 İlk bir yıl içinde diploma alanların sayısı, 1 milyondu. İlginçtir ki, yeni yazıyla okuma yazmayı en kolay öğrenenler, eski yazıyla okur yazarlar değil, okuma yazmayı hiç bilmeyenler ve çocuklardı. Bunlar yeni yazıyla okuma yazmayı kısa süre içinde öğreniyor ve kursa gidemeyen “ana babalarıyla aile büyüklerine” öğretmenlik yapmaya başlıyordu.49
Meclis Konuşması
Yeni abeceyi kabul eden yasanın görüşüldüğü gün (1 Kasım 1928), Meclis’te yaptığı konuşma, yazı yenileşmesine verdiği önemi ve bu konudaki coşkusunu yansıtan tümcelerle doludur. Bu konuşmada şunları söylemiştir: “Bu milletin yüzyıllardan beri çözümlenmemiş olan ihtiyacını, birkaç yıl içinde tümüyle sağlamak, gözlerimizi kamaştıran bir başarı güneşidir. Kazanılan hiçbir zaferle kıyaslanamayacak bu başarının, heyecanı içindeyiz. Yurttaşlarımızı cehaletten kurtaracak, sade bir öğretmenliğin vicdani kıvancı, ruh varlığımızı doyurmuştur. Aziz arkadaşlarım; yüksek ve sonsuz armağanınızla, Büyük Türk Milleti, yeni bir aydınlık dünyaya girecektir”.50
DİPNOTLAR
1 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.C., Remzi Kit. 8.Bas. İst.-1983, sf.313
2 “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” Mazhar Müfit Kansu, I.Cilt, TTK, 3.Baskı Ank.-1998, sf.130
3 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.C., Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1983, sf.316
4 “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas. İst.-1994, sf.511
5 a.g.e. sf.511
6 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Baskı, İst.-2001, sf.255
7 “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.220
8 “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.511
9 “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.153
10 “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.511
11 “Atatürkle Konular Ansiklopedisi” S.Turhan, Y.K.Y., 2.Bas., 1995, sf.22
12 “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kit., 1998, sf.70
13 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.
14 “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdim, Cumhuriyet Kit., 1998, sf.15
15 a.g.e. sf.11
16 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.254
17 a.g.e. sf.255
18 a.g.e. sf.258
19 “Atatürk ve Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol, İs.B.Yay., tarihsiz, sf.117-118
20 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.510
21 “Atatürk ve Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol, İs B.Yay., tarihsiz, sf.122
22 “Atatürkçü Düşüncede Ulusal Eğitim” Dr.Şerafettin Yamaner, Top. Dön.Yay., İst.-1999, sf.103
23 “Atatürk ve Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol, İs Bank Yay., tarihsiz, sf.124
24 “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.222
25 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.513
26 “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.153
27 “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.300
28 a.g.e. sf.301
29 “Atatürkçü Olmak” C.A.Kansu, Bilgi Yay., 3.Bas. Ank.-1996, sf.104
30 “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.301
31 “Atatürkçü Olmak” C.A.Kansu, Bilgi Yay., 3.Bas., Ank.-1996, sf.105
32 “La Turquie, Puissance d’Occident” Le Figaro, 13.07.1954;ak. Benoit Machin “Mustafa Kemal”sf.299
33 “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.15
34 “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.301
35 a.g.e. sf.301
36 “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.221
37 “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.301
38 a.g.e. sf.301
39 a.g.e. sf.301
40 “Ömer Sami Coşar’ın Derlemeleri” 1928; ak. a.g.e. sf.91
41 a.g.e. sf.92
42 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983
43 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.440
44 “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kitap, 1998, sf.96
45 “Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi” Prof.Ahmet Mumcu, İnkilap Kitabevi, 12.Baskı, İst.-1992, sf.149
46 a.g.e. sf.41-43
47 a.g.e. sf.44
48 a.g.e. sf.45
49 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.514
50 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” Atatürk Araştırma Merkezi, I.Cilt, 5.Baskı, Ankara-1997, sf.377-378
..