10 Ağustos 2015 Pazartesi

AHTAPOT YAPI !..




AHTAPOT YAPI !.. 

      (Haber dizisi)


 
 
"Sultangazi  Belediyesi'nce zincirleme şekilde üretildiği iddia olunan, içerik itibariyle gerçeğe aykırı "sahte resmi belgeler" ve bizzat imzalayanlar tek tek, detaylı ve izahlı bir şekilde, kamuoyunda yayınlandığında; birilerinin (!) neresi açıkta kalacak" diye düşünmek bile istemiyorum!…
şeklinde, haber ve belgeler yayınlamıştık…

Söz konusu Belediyenin tapu-imar uygulamalarından kaynaklı kesintisiz mağduriyetler, sadece bizlerle sınırlı olmayıp, binlercekişinin mağduriyeti söz konusudur. Toplumsal bir yara haline gelmiştir. Oluş şekli ve seyrine göre; bu yolsuzlukların yine Belediye bünyesinden ya da başka kamu birimlerinden, işbirliği içinde gerçekleştiği yönünde bulgular söz konusudur.
Haber dizimizde, öncesinde vurguladığımız belediye birimlerindeki iddia konusu usulsüzlüklerin “AHTAPOTUN KOLLARI”  gibi birçok yere uzandığına dair somut belge ve bilgileri sunmaya devam ediyoruz…

YOLSUZLUĞUN  BELGESİ
Ekte sunduğumuz belgede görüldüğü gibi delil üretme çabaları hiçbir kural ve yasa tanımadan yürütülüyor. Sultangazi  Belediye Başkanlığınca HİLE ’ye dayalı belgeler;
v  Üretiliyor
v  Kullanılıyor
v  Bu işe uygun elemanlar atanıyor.
v  Hayali   Kamulaştırma  yapılıyor.
Kamulaştırma Kararı olmadığı halde, kamulaştırma varmış gibi  düzmece  işlemlerle, resmi yazı düzenleniyor. Ekte sunduğumuzbelgede görüleceği üzere;  İmar ve Şehircilik Müdürü, Hukuk İşleri Müdürlüğüne   “ Kamulaştırma ”  konulu müzekkere yazıyor. “HAYALİ KAMULAŞTIRMA ” nın hiçbir belgesini hiçbir makama sunamıyorlar. Bu ibret verici olay, belediye adına utanç vericidurum olarak nitelendirilebilir…

GİZLENEN KONUT İMARI
Yazının düzenlendiği 07.04.2010 tarihinde müvekkilin parselleri; KONUT imarlıdır.Bu nedenle yasal olarak kamulaştırma olanağı da YOKTUR.Başkan Cahit Altunay, “ bu parsellerin hiçbir zaman konut imarlı olmadığını” resmi olarak yazmıştır.Yaptığı açıklamalarla yanıltıcı faktör etkisi yaratmaya çabalamasındaki AMAÇ nedir  ?
 Kısa bir süre sonra, bu parsellerin konut imarlı olduklarının resmi belgelerini de yayınlayacağız…

KANUNSUZ ÖDEME
Haksız ve usulsüz ödemeyi yapan Gaziosmanpaşa Belediye eski Başkanı Erhan Erol hatalıdır.Ama olayları 2010 tarihinden bu güne kadar vahim şekle getiren Cahit Altunay ‘dır.Ödenen paranın KAMU ZARARI oluşturduğu açıkça görülmektedir.
Vatandaş resmi olarak defalarca başvurup, “bu para ve belgeler usulsüz,  kamulaştırma yok, yasal olarak faiziyle birlikte PARAYI GERİ ALIN”  diyor, Hazineye davayı ihbar ediyor ayrıca sorumluların ve gerçeklerin ortaya çıkması için büyük çaba sarf ediyor… Ama nafile, yine Suç Var Suçlu Yok… Hazinenin zararı halen devam ediyor…
Ayrıca, vatandaş suç duyurusunda bulunuyor,  Başkan Erhan Erol da suç duyurusunda bulunuyor. Tüm bunlara karşın Cahit Başkan sadece SEYREDİYOR ve bizler hakkında haksız ve mesnetsiz suç duyurularında bulunuyor… Tüm bunların, gerçeklerin ortaya çıkmaması adına SİNDİRME amaçlı olduğu kanaatindeyiz.
Yolsuzlukları ortaya çıkarmak isteyen bizler, hak arayınca Günah Keçisi  mi  ilan edildik?
Bu durumda KASAYI en iyi kim koruyor?
Cahit Altunay sahte belgelere dayanan usulsüzlükleri “Gaziosmanpaşa Belediyesi yaptı, bizimle zerre kadar ilgisi yok” diyerek, bu vahim duruma KAYITSIZ kalmaya devam etmektedir.
Ödeme ve devirlerde yapılan hileler, bireysel değil MERKEZİ planlama konusudur.
Cahit Başkanın en büyük sorumluluklarından biri de; Devir, Tasfiye, Paylaştırma Komisyonu Kararıyla, BÜTÇE hesaplarının ve Borç-Alacak devirlerinin teftişini yaptırmamasıdır. Tüm bunları, zamanında sorunlar büyümeden Sayıştay Denetimine tabi tutsaydı, Müfettiş çağırsaydı hukuka aykırı işlemler ve Hazine zararı açıkça görülecekti. Bizim gibi vatandaşlar da bu derece mağduriyet yaşamayacaktı.
YOLSUZLUK, SAHTECİLİK
Kamu kaynaklarının bazı özel kişiler yararına kanunsuz olarak kullanılması da Sayıştay’a göre Uluslararası Yolsuzluk ve Sahtecilikle Mücadele Rehberi kapsamındadır. Artık bu aşamada iyi niyet ve kötü niyet iddiaları da değerlendirilemez.

ÖZEL   ATAMA
Tüm usulsüzlüklerin Gaziosmanpaşa belediyesinde gerçekleştirildiğini iddia etmesine karşılık,  daha önce bu belediyede Başkanlık Fiyat Takdir Komisyonu gibi  AKÇELİ  işlerin olduğu bir birimde, bürokrat olarak görevli  M. Erdönmez ’i kadrosuna alarak Teknik Başkan Yardımcısı olarak atamıştır. (http://www.sultangazi.bel.tr/kurumsal.aspx?KATID=93&tur=5&per_ID=1084)
İkinci kez başkan seçildikten sonra Cahit Altunay’ ın,  Bürokrat Başkan Yardımcısı olarak özelikle bu şahsı ataması , dikkat çekici ve endişe verici değil midir ?  Kritik bir görevdir, teknik hususların tüm çözümünde vatandaşlar direkt olarak bu şahsa yönlendirilmektedir. Rasyonel bir çözüm üretmeyen bu şahsın ataması ne derece adil ve etiktir?  Önceki başkan Erhan Erol’un usulsüz talimatıyla, yetkisiz olarak belgeler düzenleyip imzalamıştır. Acaba bu belediyede de aynı şekilde başkan Cahit Altunay’ın TALİMATIYLA yetkisiz olarak belgeler düzenleyip hukuka aykırı işlemleri mi tamamlayacak ?(Aşağıda izah olunan evrakta olduğu gibi..)
Ekte sunulan Takdir Komisyonunun Hesap Tutanağında eski 539 sayılı parseli kapsayan bir düzenleme yapılmıştır. Müvekkilin bu parselle uzaktan ve yakından bir ilgisi yoktur. Benzer mahiyetteki içerik itibariyle sahte belgelermahkemeye dahi sunulmuştur.Ne yazık ki bunu düzenleyenlerden biri M. Erdönmez ’ dir. Müvekkil adına bu durumları resmi birimlere görevim gereği sunduğumda, belediye tarafından müfteri ilan edilip, hak arayamaz duruma getirilmek isteniyorum…
 Sayın Başkan: Vatandaş yanıltıldığı algısına kapılırsa, bu kamuya güven erozyonuna neden olur.
v  Sorumluların tespiti ve Yargılanmak, hesap vermek ayıp değil; ama töhmet altında kalmak çok kötüdür!..
Söz konusu kanunsuz ÖDEME ve İMAR YOLSUZLUKLARI oluşumuna dair ciddi bulgular bu aşamada çok ilginç bir boyut kazanmış olup zincirleme haber dizimiz detaylı belgeleriyle devam edecektir.

Bizi izlemeye devam ediniz...Gerçekler inatçıdır. Adalet Cesaret ister. Bizler, sadece gerçeğin ve Adaletin peşindeyiz !
Basına ve kamuoyuna saygıyla duyurulur.15.06.2014 Av.A.Ömer KIBAR

"Bir delille kırk alimi yendim, kırk delille bir cahili yenemedim" (Mevlana)

Not : Lütfen şayet içeriği bizim gibi onaylıyorsanız, bu metni tüm önemli sitelere ve ülkede düşüncesi ne olursa olsun NAMUSLU her insanın mailine ulaştırın



Ahmet Ömer KİBAR av.a.kibar@gmail.com  

..
..


“ BİLİRKİŞİ - MAHKEME - AVUKAT - BELEDİYE ”
  

bağlantılı  yolsuzluk  iddiaları ÖRTBAS mı  edilmek isteniyor ?

 


Sultangazi Belediyesinde meydana geldiği iddia edilen İmar Yolsuzlukları iddiaları ilginç bir boyut kazandı.

ADLİYEDE   BİLİRKİŞİ   SKANDALI   !

BİLİRKİŞİ   RAPORLARI DA   SAHTE  ÇIKTI  
Gaziosmanpaşa Belediyesinde başlatılan  imar yolsuzlukları iddiaları  Sultangazi Belediyesinde devam ediyor. Zincirleme sahtecilik iddialarımıza ilişkin 4 ayrı dosyada,
 “ BİLİRKİŞİ - MAHKEME - AVUKAT- BELEDİYE ” odaklı yolsuzluklar ortaya çıktı. (İddialarımız, her aşamamasıyla 3.000 sayfayı aşan belgeleleriyle tek tek ispatlıdır!)

8 AYRI KEŞIFTE ,  BILIRKIŞILERIN   IMZALARI  YOK  !
Skandal olaylarla medyada gündemden düşmeyen Gaziosmanpaşa Adliyesinde iddialar ayyuka çıktı.
Şimdi ise; 20 trilyonluk arsalarda, içerik itibariyle sahte ve gerçeğe aykırı raporlar düzenleyen bilirkişiler, Harita ve Kadastro Mühendisi Mehmet K. ile İnşaat Mühendisi E.Hasan B. haklarında MALİYE HAZİNESİNE ve Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Bu kişilerce düzenlenen diğer dosyaların da geçmişe yönelik olarak müfettiş marifetiyle incelenmesini talep ettik.

" Belediyenin çaycısında, şoförün de bile sahte kâşeler var ! " 
Gaziosmanpaşa Belediyesindeki yasadışı işlemler MEDYA' da haber olduğu gibi, sahte imza ve kaşe kullanılarak 253 adet bina projeleri, aynı şekilde iş merkezlerinde sahte uygulamalar, 114adet şaibeli Jeolojik Raporlardaki usulsüzlük ve sahtecilikler, çıkar ilişkileri yapılanmasıyla UCUBE bir sistemle İmar Yolsuzluklarındaki sahtecilikleri daha önceden, delilleriyle ve belgeleriyle KAMUOYUNDA PAYLAŞTIK. ( Haber kaynakları da sunulmuştur)
Oluş şekli ve seyrine göre; bu yolsuzlukların yine Belediye bünyesinden ya da başka kamu birimlerinden, işbirliği içinde gerçekleştiği yönünde bulgular söz konusudur.
Planlı İmar Yolsuzluğu 18  YIL süresince kademe kademe uygulandı !!!

TAMAMLAYICI   SAHTECİLİK  mi ?
 İddia konusu sahte işlemler  " Yeni Sahteciliklerle”  mi  tamamlanıyor ?
Gaziosmanpaşa ‘dan ayrılarak  kurulan  Sultangazi İlçesi Belediye Başkanı Cahit Altunay ve ekibi ;
 “ Bizler  4 yıllık yeni belediyeyiz, KURUCU İŞLEM DEĞİL TAMAMLAYICI İŞLEM yapıyoruz “ şeklinde yazılı cevaplar veriyorlar.

 Ayrıca,“ BOĞAZIMIZDAN HARAM LOKMA GEÇMEDİ ” diyerek basına açıklamalar yapan Cahit Altunay ‘a soruyoruz :

Temeli  zincirleme hile ve  sahteciliğe dayanan işlemler, TAMAMLANIR MI ?
YOK HÜKMÜNDEKİ sahteciliğin ve hilenin; kurucusu, tamamlayıcısı mı olur ?
 KURUCU sahtecilik mi ?
 TAMAMLAYICI sahtecilik mi ?
 YARIM KALAN sahte ve hileli işlemler Sultan gazi Belediyesinde hızla artarak devam ediyor.
Adeta yağmurdan kaçarken doluya mı  tutulduk ?
 Hızla tamamlamaya çalışıyorlar herhalde…. !


ALTUNAY, ISRARLA SUÇ İŞLİYOR !
3.500 m2 Arsa Kaybolur mu ?
 36yıldır tapulu maliki olduğu arsaların, Adli ve İdari Yargı kararlarıyla sabit olmasına rağmen, 3.500 m2 'lik kısmı YÜRÜTÜLEN ARAZİ oluyor!!! Yapılan sahteciliklerle haksız imar yoğunluğu ve haksız imar alanı kazanılıp, VAR OLANI YOK, YOK OLANI VAR yaparak istedikleri kişilere hukuk dışı yerler kazandırılıyor.

Sadece Yürütülen değil, UÇAN ARSA mı var ?
Sultan gazi Belediye Başkanı Cahit Altunay ve ekibine, iddialarımızı konu hile ve sahteciliğe dayanan olaylara ilişkin detaylı bilgi ve belgeleri tek tek sunmamıza rağmen, NEDENSE görmezden geliniyor. Bağımsız mahkemede, yapılan işlemlerin SUÇ teşkil ettiği ve 2005 yılından bugüne kadar devam ettiğine dair KARAR verilmiştir. ( Gaziosmanpaşa 4.Asliye Hukuk Mahkemesi 2012/58 D.İş ) Gaziosmanpaşa Belediyesinde başlayan hukuka aykırı işlemler, 2009 yılından itibaren de Sultan gazi Belediyesinde artarak devam etmektedir.

Kamuoyunu yanlış yönlendirmeye sebebiyet veren bir açıklama belediye basın bürosunca yayınlanmıştır.
"HER  İDDİAMIZIN  ARKASINDAYIZ !!! " hiçbir kimseye iftira atmıyoruz, tam aksine avukatları olarak bana ve müvekkillerime İFTİRA edilmektedir.
Tüm işlemlerin 2005 yılında tamamlanıp bitmiş gibi gösterilmesi de tamamen saptırmadır.

Yargı kararları olmasına rağmen bizim, müfteri ilan edilmemiz de kamuoyunu yanıltmak suretiyle KENDİNİ AKLAMAK amaçlıdır. Müvekkilim, başından itibaren hazırlanmış hile ve sahteciliğe dayalı bir SENARYO ile mağdur edilmek istenmektedir.Sahteciliğe dayalı işlemlerle müvekkilim  “ TUZAĞA DÜŞÜRÜLEN AV ” misali kandırıldığı gibi şimdi de kamuoyu yanıltılmak istenmektedir.

Adli ve idari yargıda verilen karar gerekçeleri dahi tırpanlanıp, kendi işlerine gelen şekilde bildirimde bulunuyorlar aslında ;
Bizzat avukat olarak sahtecilikleri tespit ettikten sonra derhal MALİYE HAZİNESİ ‘ne İHBAR ‘da bulunup davalar açtık.Hazine Avukatları dosyalara el koydu


BAHSEDİLEN ARAZİ KİM VEYA KİMLERE MENFAAT SAĞLIYOR?
Mahkeme Kararları da Yok sayılıyor.Mahkemenin “suç var, yargılama yapılması gerekir” kararına rağmen, müvekkilin 20 TRİLYONLUK parselleri, hukuka aykırı, hile ve sahteciliklerle elinden alınmak istenmektedir. BİLİRKİŞİ - MAHKEME - AVUKAT- BELEDİYE odaklı ortaklaşa ve zincirleme kötü niyetle işbirliği halinde gerçekleştirilen “ hile ve sahteciliğe ” dayanan, iddialarımıza konu olayların tüm aşamaları onlarca somut delil, belge, bilgi, bulgu ve ciddi emareler ile ispatlı olup, bizde oluşan kanı budur.

Gerçekler inatçıdır.  Adalet Cesaret ister.Bizler, sadece gerçeğin ve Adaletin peşindeyiz ! 
İddia konusu mide bulandırıcı “VİDALANMIŞ İŞLER ” ayyuka çıkınca; sözünde durup bakalım kimler  İSTİFA  edecek ?

Basına ve kamuoyuna saygıyla duyurulur. 03.06.2014 Av.Ömer KİBAR

Hayatta küçümseme hiçbir kimseyi
NOKTA' da küçüktür ama BİTİRİR cümleyi
Not : Lütfen şayet içeriği bizim gibi onaylıyorsanız, bu metni tüm önemli sitelere ve ülkede düşüncesi ne olursa olsun NAMUSLU her insanın mailine ulaştırın
“HARAM LOKMA” meselesini de sizlerin takdirine sunuyorum….



 http://www.7-24haberci.com/ozel-haber/kiralik-adliyede-esrarengiz-olaylar-h5117.html

..

7 Ağustos 2015 Cuma

Güçsüz Ordu Güçsüz Türkiye!



Güçsüz Ordu Güçsüz Türkiye!



Ali Özsoy


Tayyip Erdoğan- Hilmi Özkök






Gül- Büyükanıt






Durum Saptaması


Hilmi Özkök döneminde Ordu’ya yönelik ilk saldırılar başlamıştı. ABD’den çekinen politika nedeniyle PKK meselesinde ve Kıbrıs’ta çok ciddi tavizler verildi. Ancak Özkök’e göre hava hoştu. Çünkü kendisinin AKP’yle arası şiir gibiydi. Özkök’ten sonra gelen Büyükanıt ise “son kale” denilen Çankaya’nın Gül’e verilmesine karşı çıkmadı. Kepenkleri kapatan Büyükanıt, sessizliğinin ödülünü daha sonra Gül’den aldı





30 Ağustos Zafer Bayramı’nda bu sene her yer Türk Silahlı Kuvvetleri’nin afişleriyle donandı. Slogan şuydu: “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye…”

“Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganı oldukça anlamlı ve doğru bir slogan… Peki, ama “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganını TSK neden bu sene ön plana çıkardı. Kimilerine göre bu TSK’ya yönelik yürütülen son günlerin deyimiyle “asimetrik psikolojik savaşa” karşı verilmiş bir yanıt.

O zaman akla gelen ilk soru şu oluyor. “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” acaba Türkiye’nin şu anki durumunun bir saptaması mı? Yoksa daha çok bir temenni mi? Belki de ulaşmamız gereken bir hedef.
Söz konusu olan durum saptamasıysa biz “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganının Türkiye’nin şu anki gerçekliğini yansıtmadığı düşüncesindeyiz. Hatta ne yazık ki Türkiye tam tersi bir konumda… Şu anda ülkemizin yaşadığı tüm acıların ve zorlukların kaynağını araştırmak gerekirse belki de en temel sorun olarak şu gerçekliği saptayabiliriz: “Güçsüz Ordu, Güçsüz Türkiye…”
Tek suçlu AKP mi?
Türkiye AKP iktidarını yaşadığı 7 yıl boyunca son derece tehlikeli bir uçuruma sürüklendi. Herkes doğal olarak bu süreçten AKP’yi sorumlu tutuyor. Ancak gözden kaçırılan bir olgu var. Bir ülkenin ulusal savunması sadece sivil iktidarın, parlamenter hükümetin sorumluluğunda değildir. Ulusal bağımsızlığın, çıkarların, sınırların ve rejimin müdafaasında en az hükümetler kadar sorumlu bir kurum vardır ki, o da Ulusal Ordu’dur.
Türkiye’de ve Türkiye gibi ezilen ülkelerde Batıcı siyasi partilerin kabineleri genellikle ulusal çıkarlara saldırır. Parlamento ve kabineye göre Batıya karşı bağımsızlığını göreceli olarak koruyan Ordu ise hükümetleri hep uyarır, gerektiğinde frene basar hatta tüm ağırlığını koyar ve ülkeyi savunur.

Bu denge bozulduğu an ülke birden bire felakete sürüklenebilir. Türkiye bugün bu kadar güçsüzse bunun sorumlusu Tayyip’ten çok, onu önce meclise sokan, sonra başbakan yapan sonra da bugünlere kadar gelmesine izin verenlerdir.


Sakarya savunması ve Balkan hezimeti


Tayyip-Gül- İlker Başbuğ


















Başbuğ’un AKP ile son zamanlardaki uyumu gözden  kaçmıyor.



Askeriyede ordular geri çekildiğinde durum genel bir bozgun halini almasın diye genellikle hoş bir terim kullanılır: “cepheyi düzeltmek…”


Elbette ki savunmanın önemli bir unsuru “cepheyi düzeltmektir”. Ancak hiçbir ordu sürekli savunma konumunda kalmayı kaldıramaz. Amaç stratejik savunmadan stratejik taarruza geçebilmektir. Eğer cephe hattında bazı gerilemeler olursa da bunun tek nedeni ileriki aşamada stratejik taarruz anında daha elverişli bir konumda olabilmektir.
Hatta büyük dahi Atatürk, Sakarya Meydan Muharebesi’nde geri çekilişin kendisini taarruza dönüştüren diyalektik bir strateji üretmiştir: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh ise tüm vatan topraklarıdır.”
Yani belli bir anda cephenin bir kısmı düzeltilirken bu, tüm Ordunun geri çekilmesini ve pek çok elverişli mevziyi savaşsız bir şekilde düşmana teslim etmesini gerektirmez. Sakarya’da bu tez uygulanmış ve işgal ordusu cephede yok edilmiştir. Çünkü cephe olarak bir çizgi değil, tüm vatan kabul edilmişti. Dolayısıyla bir birlik çekilirken yanındaki birlik olduğu yerde kalıyor, hatta taarruz imkânlarını zorluyordu. Bu ise tali geri çekilişlerin asla asli hâle gelmemesini sağlıyordu. İnisiyatif savunma anında bile hep karargâhta kalıyordu.
2002 yılından itibaren Türkiye’de ulusal güçlerin sürekli geri çekildiğini görüyoruz. Ancak ulusal güçlerin bu geri çekilişi gittikçe uğursuz ve düzeltilemez bir vaziyete dönüşmüştür. Çünkü ulusal güçlerin sıklet merkezi veya karargâhı olarak görülen Türk Ordusu’nun komutası ne yazık ki, Sakarya stratejisini değil, adeta Balkan Savaşlarının taktiksizliğini uygulamaktadır.

Bu geri çekilişte Hilmi Özkök gibi doğrudan Amerikancı ve AKP işbirlikçisi komutanların büyük sorumluluğu vardır. Ancak ulusalcı veya Amerikancı, Atatürkçü veya gerici komutan fark etmiyor. Ordu’yu ve Türkiye’yi güçsüz düşüren stratejideki hatalı bakışın uzun süredir, çok farklı komutanlarca paylaşılan ortak bir görüş olduğu saptanabilir.

İlk saldırı ilk geri çekiliş

İlk baştan başlayalım. AKP iktidarının ve gericiliğin egemenliğinin temelinde 28 Şubat gibi son derece doğru ve ilerici bir hamle bulunmaktadır. Çünkü stratejik taarruz anında bile Ordu düşmanı tamamen dağıtmayı değil, tersine yenik düşmanla uzlaşmayı ve “normalleşmeyi” seçti. İktidar DSP-MHP-ANAP’a yani Amerikancı ve AB’ci sağcılara teslim edildi. Bunların ise Türkiye’yi AKP’ye teslim etmesi kaçınılmazdı.
2002 yazında Kürt-İslam faşizminin 28 Şubat’tan sonra ilk stratejik saldırısı gerçekleştiği anda ise Türk Ordusu ne yazık ki direnemedi. Oysa ilk saldırıya sert ve kararlı bir yanıt verilseydi, 2002 Kasım’ında AKP iktidara asla gelemezdi.
2002 yazında Türkiye, TÜSİAD-AB-ABD darbesini yaşadı. AB ya da bölünme yasaları adı altında meclis dışından bir darbe başladı. Sonunda darbe meclise de yansıdı. DSP bölündü, MHP inine çekildi ve Apo’ya af yasası meclise geldi.
Burada iki yanlış tavır süreci belirledi. Birincisi TSK, “Apo’nun affedilmesi konusunda biz tarafız.” dedi ancak taraf olmanın gereğini yerine getiremedi.
İkincisi TSK ve tüm siyasi partiler erken seçim konusunda anlaştılar. Oysa erken seçim demek AKP iktidarı demekti. TSK’nın Irak’ın işgalinden önce mutlaka buna direnmesi gerekiyordu.
Yine aynı süreçte Irak konusunda ABD dayatmalarına karşı daha iyi direnebilmek için dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun görev süresinin uzatılmasının gündeme geldiği bugün bilinmektedir. Ancak başta MHP olmak üzere Amerikancı güçler buna karşı çıktı. Aslında Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ağırlığını koymasıyla hem erken seçimlerin hem de Hilmi Özkök’ün Genel Kurmay Başkanlığının ertelenebileceği bugün görülmektedir.
Ancak karargâh o anda direnme inisiyatifini gösteremedi. Ve 2002 Kasımına geldiğimizde Kürt-İslam taarruzunun cepheye hâkim konumda iki büyük mevziyi düşürdüğünü görüyoruz. Bir tarafta tamamen Amerikancı, dinci ve Kürtçü bir kabine, diğer tarafta yine tamamen Amerikancı bir Hilmi Özkök. TÜSİAD-AB-ABD darbesi başarılı olmuştu. ABD tüm kontrolü eline geçirdi. Artık PKK yeniden canlanabilirdi.

Irak’ta hayati hata

Bundan sonraki süreçte ABD’nin esas dayanak noktası AKP’nin tek başına iktidarı kadar, Hilmi Özkök’ün uzlaşmacı politikasıydı.
İlk olarak Irak’a saldırıdan önce hemen Tayyip Erdoğan’ın yasadışı bir şekilde meclise sokulması ve başbakan yapılması gerekiyordu. Tayyip hiçbir sıfatı olmadan George W. Bush’un huzuruna çıktı. ABD Türk Devletini değil, Tayyip’i tanıdığını belirtmiş oldu. Bu noktada ABD’ye karşı direnmenin ilk yolu Tayyip’i etkisiz bırakmaktı. Nitekim Tayyipsiz AKP’nin meclisten tezkereyi bile çıkaramadığı daha sonra görüldü. Bu durumda Türk Ordusu güçlenecek ve AKP zayıflayacaktı.
Ancak Hilmi Özkök, Baykal ve dönemin ulusalcıları Tayyip’in mutlaka başbakan olması gerektiğini savundular. Böylelikle güya halkın Tayyip’e desteği azalacaktı. İşler “normalleşecekti.”
Oysa Tayyip başbakan seçilir seçilmez buna imkân tanıyan Ordu’ya saldırdı. Irak tezkeresinin meclisten geçmemesinin sorumlusu olarak TSK’daki komutanların olumsuz tavrını gösterdi. Ama işin en vahimi Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün de Tayyip’in bu tezini desteklemesiydi. Hilmi Özkök tezkerenin geçmemesini “olumsuz” bir gelişme olarak değerlendirdi. Böylelikle akla gelen ilk soru Hilmi Özkök ile komutanlar arasında bir ayrılık olduğuydu.
Hilmi Özkök cephesi ise güya suçu AKP’nin üstüne atıp, ABD’yi Ordu’ya yakınlaştırdık tezini işliyordu. Bazı ulusalcılar da bunu savundular. Oysa çok değil birkaç ay içinde Ordu’ya karşı açıkça ABD-AKP-Hilmi Özkök cephesinin kurulduğu görüldü. Süleymaniye’de ABD askerleri ile peşmergelerin Türk askerlerine saldırması ve çuval olayı, ABD’nin AKP’yi değil, Türk Ordusu’nu düşman bellediğini çok net gösterdi.
Burada Türk Ordusu’nun direniş göstermemesi her şeyi bitirdi. Hilmi Özkök “en kötü ihtimal ABD ile savaşmaktır” diyerek “kötünün iyisi” demek olan ABD’ye teslimiyeti seçmesi, ABD saldırılarına karşı direniş imkânını sıfırladı. Çünkü ilk saldırıda karşılık verilmeyeceğinin garantisi bizzat karargâhın başı tarafından belirtildi.
Atatürk Sakarya’da işgalciyi her karış toprak için ayrı bir muharebeye zorluyordu. Oysa bir çuval olayı koskoca bir Ordunun bütün Kuzey Irak’tan çekilmesine yetti ve arttı. Çünkü teslim bayrağını bizzat Hilmi Özkök çekti.
Hilmi Özkök’ün bahanesi ABD düşmanlığını kışkırtmamaktı. Çünkü ABD ordusu dünyanın en donanımlı ve tehlikeli ordusuydu. Oysa bu kolay geri çekiliş ABD’yi çok daha fütursuzca düşmanlığa cesaretlendirdi. Bugünkü ABD-AKP-PKK cephesi bu sayede kolaylıkla kuruldu. Eğer düşmanlığın bir bedeli yoksa elbette düşman olmak ABD’ye çekici gelecektir. Olan da kısaca buydu. Şimdi ABD mayın ve mermileriyle saldıran PKK terörüne verdiğimiz her şehit bu stratejik hatanın kurbanıdır.

Kıbrıs’ta tüm sorumlu Hilmi Özkök mü?

Geri çekilişler burada bitmedi. Sivil ve askeri cephede müsait ortamı bulan ABD ve AB bu sefer Kıbrıs cephesinden saldırdı.
Kıbrıs cephesinde AKP iktidarının gidip geldiğini bugün öğreniyoruz. Annan Planı Referandumundan önce Tayyip ve Abdullah cephesi iktidarlarının gerçekten sarsıldığını hissetmişler. Özellikle Ergenekon Soruşturması ve iddianamesi bu ruh halini iyi yansıtıyor.
Hatırlanacağı gibi AKP iktidarı o günlerde tamamen tecrit olmuştu. Halkın Kıbrıs’ta teslimiyete karşı büyük bir tepkisi vardı. Ancak AKP iktidarının yardımına ne yazık ki yine MGK koştu. MGK, Rauf Denktaş’ı Annan Sürecine ve referanduma zorladı. Referandumdan hemen önce ise Hilmi Özkök, Annan Planı’na “Türk kesiminden evet yanıtının verilmesinin en olumlu kombinasyonu yaratacağını” savunarak bizzat Tayyip’i ve Talat’ı destekledi.
O günlerde Hilmi Özkök’e rağmen kuvvet komutanlarının sürece hayır diyeceğini ve hatta istifa ederek Tayyip ve Hilmi’yi devirecek bir süreç başlatacaklarını bugün öğreniyoruz. Ulusalcı denen bu komutanlar tehlikeyi görmüşler. Ancak ne yazık ki yine gereğini yerine getirememişler. Eğer istifa etselerdi tarihe milli kahramanlar olarak geçecekler ve 2004’te AKP sürecini bitireceklerdi. Oysa şimdi sanık konumundalar. Bu olay hatanın sadece Hilmi Özkök gibilerde olmadığını açıkça gösteriyor.

Her mevzide geri çekiliş

Savaşta öyle anlar vardır ki, bir tepenin kaybedilmemesi için yüz bin kayıp göze alınmak zorunda kalınabilir. Bu kayıpları elverişsiz gören komutana sağduyulu değil, gafil denir. Çünkü yarın tüm vatan kayıp olabilir.
Kabine Tayyip’e, K. Irak PKK’ya, Kıbrıs ise Talat şahsında ABD’ye teslim edildi. Bundan sonra savaş alanına hâkim tek bir tepe kalmıştı. Orası ise Çankaya’ydı. Başta burası için direnildi. Ancak temel strateji AKP’yi yıkmak değil, “Çankaya’da uzlaşma” istemek olunca direnişin hezimetle sonuçlanması kaçınılmaz oldu. “Ne mutlu Türk’üm diyene diyemeyen herkes düşmanımızdır”diyen Yaşar Büyükanıt, bizzat böyle birinin Cumhurbaşkanı olarak düzenlediği ilk protokolde kendisine sorulan soruya “Kepenkleri kapattık” diyerek yanıt verdi.
Elbette herhangi bir komutanın “kepenkleri kapatması” vatana yönelik saldırıları bitirmiyor. Düşmanlar hiçbir zaman tatil yapmıyor.
Nitekim 2007 Temmuzundan sonra AKP’nin ikinci iktidar dönemi, bazılarının umduğu gibi uzlaşmanın değil, Türkiye’ye yönelik çok daha pervasız ve haince saldırıların dönemi oldu.
Önce yüzbaşılarla başlandı. Sonunda kuvvet komutanlarına kadar Atatürkçü ve ulusalcı tüm subaylar birer birer tutuklanmaya başlandı. Başta direnmeyen karargâh sonunda işin ucunun en tepeye kadar dayanmasına engel olamadı. Türk Ordusu ne yazık ki, kendi subaylarını kendi elleriyle gericiliğe ve bölücülüğe teslim eden bir ordu haline geldi. En sonunda İlker Başbuğ Ordu’ya yönelik Ergenekon saldırılarına bir ad taktı: “asimetrik psikolojik harp.”
Oysa olay asimetri boyutunu ve “psikolojik” çerçeveyi çoktan aşmıştı.
Bugün AKP Kürtçe TV açıyor. MGK destekliyor. AKP kukla “Kürdistan”ı tanıyor. MGK destekliyor. AKP Kürt açılımı yapıyor. MGK destekliyor. Bu aşamada artık “asimetrik” saldırının hedefi olan Ordu’nun çoktan mevzileri terk ettiğini, halkın işgalcilerin insafına terk edildiğini herkes ister istemez düşünüyor.
Bu bir felakettir. Çünkü iç cephede zaaf Atatürk’e göre en büyük zaaftır:
“İç ve görünürdeki cephe... Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği bir cephedir. Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silâhlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu durum hiç bir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin çöküşüdür. Bu gerçeği bizden çok daha iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüz yıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar başarı da sağlamışlardır. Gerçekten, kaleyi içinden almak dışından zorlamaktan çok kolaydır. Bu maksadı gerçekleştirmek için içimize kadar sokulabilen bozguncu mikropların ve ajanların varlığını iddia etmek yerindedir.”

Siz güçsüzseniz Türkiye güçsüz olur

En büyük temennimiz gerçekten de Güçlü Ordu’nun yeniden tavrını belli etmesi ve Güçlü Türkiye’nin kurulması.
Ancak bugün Türkiye güçsüz ise bunun bir numaralı nedeni Türk Ordusu’nun güçsüzleştirilmiş olmasıdır. Sorunun kaynağı çok net saptanmalıdır.
MGK tasfiye edildi, direnmediler. Apo affedildi, direnmediler. Kıbrıs teslim edildi, direnmediler. ABD Irak’a girdi, kukla Kürt devletini kurdu, direnmediler. Üniversiteler ve yargı kuşatıldı, direnmediler. Çankaya düşürüldü, direnmediler. Subaylar hapislere sürüklendi, direnmediler. Bölünme yasaları çıktı, direnmediler. İşte güçsüz düşmemizin nedeni bu...
Sonunda Apo ve Tayyip’in elinde oyuncak olmuş bir ülke ortaya çıktı.
Şimdi belki de hatadan dönmek için “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” deniyor. Her tarafta boy boy afişler asılıyor. Tank, denizaltı, uçak resimleriyle Ordu’nun gücü vurgulanmak isteniyor.
Oysa bakın Atatürk Ordu’nun gücünü tanklarda, toplarda değil nerede buluyordu:
“Bildiğiniz gibi savaş ve muharebe demek; yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla bütün maddî ve manevî kuvvetleriyle, biri biriyle karşı karşıya gelmesi ve birbiriyle vuruşması demektir. Bunun içindir ki, bütün Türk milletini cephede bulunan ordu kadar duygu, düşünce ve hareket bakımından savaşla ilgilendirmeliydim. Yalnız düşman karşısında bulunanlar değil köyünde, evinde, tarlasında bulunan herkes, milletin her ferdi silâhla vuruşan savaşçı gibi kendini görevli sayarak bütün varlığını yalnız mücadeleye verecekti. Bütün maddî ve manevî varlığını vatan savunmasına vermekte ağır davranan ve titizlik göstermeyen milletler, savaş ve muharebeyi gerçekten göze almış ve başarabileceklerine inanmış sayılmazlar.”
Atatürk Ordu’nun gücünü halktan aldığı destek ve Türk milletiyle kurduğu kopmaz bağlarda görüyordu. Ne parada ne de silah gücünde değil. Çünkü halk bunları yaratacak yegâne güçtür. Atatürk, zamanının en büyük, en muzaffer ve en güçlü ordularını vatan topraklarından bu bakış açısıyla kovdu.
Komutanlar önce “iç cepheyi” kuvvetlendirmelidir. Halkın isteklerinden ve vatan savunmasından kopmamalıdırlar. Yoksa en güçlü silahlar bile en ağır ve utanç verici yenilgileri engelleyemez.
30 Ağustos kutlamaları sırasında genç bir Türk kızı İlker Başbuğ’a isyan duygularıyla sesleniyor. “Kürt açılımına karşıyız, bu ülkeyi böldürtmeyin” diye hıçkırıklarla ağlıyor. İlker Başbuğ kızı teselli etmeye çalışıyor. Ama acaba ikna edici olabiliyor mu?
Ordumuz güçlü olacaksa, önce o kızı ağlatmamayı ve Türk insanını ihanet uğramayacağına kesin olarak ikna etmeyi başarmalıdır. O zaman hiçbir ordu Türk Ordusu’nu ve Türkiye’yi yenemez. Bunun için komutanların Osmanlı gözlüğünü çıkarıp, Atatürk gözlüğünü takması şarttır.
Evet, “Güçlü Türkiye” için önce “Güçlü İç Cephe”…
Bunun için “Güçlü Ordu”…
Ama Güçlü Ordu için her şeyden önce Güçlü Komutan ve Atatürkçü Karargâh…




Y A Z I    H A K K I N D A K İ    G Ö R Ü Ş L E R...
 

Ev ev gezin sokak sokak cadde cadde ama bu milleti uyandırın fikirleriniz herkese ulaşsın sizi duymayan fikrinizi anlamayan bir türk evladı kalmasın.. Belki o zaman bu halk ayaklanır ve sokağa çıkar. Lütfen TÜRKİYE'nin bölünmesine izin vermesin inanıyorumki yazıları okuyan her türk sizinle beraber bu yola baş koyacaktır.. Ama herkese ulaşın..
Murat, İstanbul

Artık ülkenin durumu apaçık ortada söylenmek hayıflanmak vakti değil. Bütün Türkler sokak sokak, mahalle mahalle, semt semt, köy köy, ilçe ilçe, il il örgütlenmeye başlanmalı. Bi şekilde insanlara TÜRKSOLU'nu anlatmalı ve buluşturmalıyız.
Saygılarımla
Emrullah Limanlı, Manisa

ABD ile teröre karşı istihbarat anlaşmasına varıldığında ordu kendi elleriyle kendi ipini çekmişti. ABD'ye kafan tutan,terörün arkasındakileri biliyoruz diyen Yaşar Paşa,bu anlaşmadan sonra susuvermiş, "BBG Evi" lakırdısından sonra 15 şehit vermiştik.
Daha sonra şimdiki genelkurmay başkanımız ise "ABD ile ilişkilerimiz mükemmel", "teröristler de insandır" gibi şok edici sözlerinin yanısıra ayrıca Türk kimliği üzerinde kafa karıştırıcı filozofluklar yaptı.
İşte TÜRKSOLU ,taa istihbarat anlaşması yapıldığı dönemlerde TSK'nın yanlış bir dönemece girdiğini belirtmiş ve artık sine-i millete dönmeye karar kılmıştı. (Parti kurmak).Geçen günler TÜRKSOLU'nu haklı çıkarmıştır.
Bizim gibi okuyuculara düşen görev ise mümkünse parti çalışmalarına katılmak, mümkün değilse de TÜRKSOLU'nu herkese duyurabilmek olmalıdır. Bugün pek çok insan bu gazeteyle,bu oluşumla ilk karşılaştığında "neden bu zamana kadar göremedik " tepkisi veriyor.
Artık herkes elinden ne geliyorsa yapmalı!
Kocaeli'nden Sevgiler!
İzmitli41, Kocaeli,,,


http://www.turksolu.com.tr/252/ozsoy252.htm