5 Ağustos 2015 Çarşamba

Ermeni isyanından PKK terörüne 100 yıllık gaflet




Ermeni isyanından PKK terörüne 100 yıllık gaflet



gaflet




Gökçe Fırat
03 Ağustos  2015



Prof. Justin McCarthy’nin “Van’da Ermeni İsyanı” isimli çalışması, adeta bir “tarih tekerrürden ibarettir” kitabı. Okurken insan sürekli günümüzü, son yıllarda yaşadıklarımızı düşünüyor. Geçmişi okudukça bugünü yaşıyoruz. McCarthy tarafsız bir bilimadamı. 1870’li yıllardan itibaren ayrılıkçı Ermeni hareketinin nasıl oluştuğunu, sebeplerini inceliyor. Bunu yaparken okuyucuya sadece yaşananları aktarıyor. Ama yaşanan gelişmelere odaklandıkça “peki ya ne yapılabilirdi?” sorusu ortaya çıkıyor. Bu, bize bir muhasebe yapma imkanı verdiği gibi yapılan hataları da görmemize yardımcı oluyor.

Aslında kitabın en önemli tezi şu diyebiliriz: 1870’li yıllardan itibaren, hem Ermeniler hem de Batılı devletler, Ermenileri Osmanlı’dan kopartmak için hiç durmadan, tüm güç ve imkanları ile mücadele yürütmüştür. Osmanlı Devleti ise ya görmezden gelmiş ya pek önemsememiş ya da müdahalede gecikmiştir. Devlet adeta uykuya yatmıştır. Bu yazıda, McCarthy’nin kitabından bazı alıntılar yaparak, günümüzle karşılaştırarak, dün ile bugünü, Ermeni meselesi ile Kürt meselesini karşılaştıracağız
DÜN

“Bazı Osmanlı yetkilileri, o gün siyasal taviz olarak ortaya çıkan, bugün ise Ermeni devrimcilerin tehlikeli faaliyetleri olarak görülebilecek şeylere tolerans gösterdiler. Örneğin, Vali Tahir Paşa (1897-1906) Taşnak Partisi’nin Van Ermenileri üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmasına izin verdi çünkü muhtemel isyanı önlemektense geçici barışı sağlamakla daha çok ilgiliydi.” (sf. 53)

BUGÜN

Aslında siyasal taviz kavramı bugün de en güçlü şey ve hâlâ PKK’nın faaliyetlerine, teröre tolerans gösteriliyor. PKK’nın tüm Güneydoğu’da adeta bir ‘devlet otoritesi’ kurmasına yıllarca izin verildi çünkü PKK terörden ancak bu şekilde vazgeçirilebilirdi. Terör durdu, ‘geçici barış’ sağlandı ama tüm bölge de PKK’ya teslim edilmiş oldu! Zaten PKK’nın istediği de bu değil miydi? Amaçlarına terörle değil, devlet izni ile ulaşmış oldular…

DÜN

“Osmanlı Devleti’ne en çok zarar veren ise İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Ermeni Devrimci Partileri arasındaki ittifaktı. Bu ittifakın temeli Osmanlı demokratlarının ve Ermenilerin 2. Abdülhamit Hükümeti’ne karşı ortak bir tavır aldığı Avrupa’da ortaya çıktı. Ermenilerin görüşlerindeki temel farklılıklara rağmen ‘devrimci kardeşliği’ Osmanlı bürokratlarını kör etmişti.” (sf. 53)

BUGÜN

Özellikle 2002 yılından itibaren AKP ile PKK arasında da benzer bir “kardeşlik” oluştu. Cumhuriyet’e, Atatürk’e, Türkçeye, Türkiye’nin üniter yapısına karşı bu iki parti bir ittifak kurdu.

DÜN

“Demokratlar siyasal olarak çağdaş bir imparatorluk istiyorlardı. Açık bir şekilde aynı temel fikirlere sahip ulusal gruplara geniş çaplı bir özerklik verme konusunda istekliydiler. Ancak Ermeni devrimciler özerkliği bağımsızlığa giden bir sıçrama tahtası olarak görüyorlardı.” (sf. 53)

BUGÜN

AKP’nin daha kuruluşundan itibaren tartışmaya açtığı “eyalet sistemi” aslında “özerklik” kavramının muadilidir. Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana milliyetçi olmayan tüm Osmanlıcı ve İslamcı hareketler “üniter devlet” modeli yerine “ademi merkeziyet” yanlısı olmuşlardır. AKP de bu siyasal geleneğin devamı olarak etnik temelli, dini temelli, mezhep temelli her türlü özerklik talebini hoş karşılamış ve hatta bu talepleri pompalamıştır.
Ancak PKK’nın asıl niyetinin özerklikle yetinmek olmadığı ortadadır. Tıpkı Ermenilerin “Büyük Ermenistan” hayali gibi, PKK da “Büyük Kürdistan” hayali kuran bir örgüttür.

DÜN

“1872’de kurulan Kurtuluş Birliği ve 1878’de kurulan Siyah Haç Cemiyeti. İkincisi kanlı ihtilale dayanan gizli bir örgüttü ancak her iki partinin de gerçek bir etkisi olduğu söylenemezdi. İhtilalci hareketler ortaya koyan ilk parti ise 1885’te Van’daki öğrenciler tarafından kurulan Armenakan Partisi’ydi. Önceki grupların aksine Armenakan hareketi 19. yüzyılın standart ihtilalci prensiplerine göre örgütlenmişti: aidatlar, tüzükler, merkezi bir yapılanma, küçük şehirlerdeki yerel şubeler, askeri eğitim, bir ihtilal gazetesi (Armenia) ve yardımcı üyeler tarafından desteklenen profesyonel devrimcilerden oluşan bir kadro.” (sf. 55)

BUGÜN

Aslında tıpkı Ermeni örgütlerinin en sonunda Taşnak örgütünde birleşmesi gibi tüm Kürt örgütleri de en sonunda PKK’da birleşti. Tıpkı Ermenilerin bu ilk örgütleri gibi 1974-80 arasında onlarca Kürt örgütü kuruldu. İlk PKK çekirdeği bu şekilde oluştu. 1978’de kurulan PKK’da 19. yüzyıl klasik devrimci örgüt şablonları birebir uygulandı.

DÜN

“Taşnaklar, resmi olarak 1890’da kuruldu. Amacı isyan araçlarını kullanarak Türkiye Ermenistan’ında siyasal ve iktisadi özgürlük sağlamaktı. Program bu amaca ulaşmak için gerekli araçları belirterek devam ediyordu: Halkı silahlandırmak, sabotaj, Ermeni hainleri ve hükümet yetkililerini yok etmek.” (sf. 57)

BUGÜN

PKK’nın da amacı ve araçları aynıydı. Taşnaklar “Türkiye Ermenistanı”ndan bahsederken PKK “Türkiye Kürdistanı”ndan söz ediyordu. Ama yöntemleri hep aynıydı. PKK 1984 ile 1994 yılları arasındaki on yıl içinde yüzlerce saldırı gerçekleştirdi. Burada hem devletin askeri kurum ve yetkilileri hem de sosyal kurumları ve yetkilileri hedef seçildi. Sadece askerlerimizi ve polislerimizi değil aynı zamanda öğretmenlerimizi, doktorlarımızı, mühendislerimizi hatta işçilerimizi öldürdüler.

Bu dönem boyunca özellikle köprüler ve yollar gibi ulaşım sistemine sabotajlar yapıldı. Ama bu on yıl boyunca özellikle Kürt hainleri olarak gördükleri, kendilerine destek vermeyen Kürt köylerini basıp Kürt köylülerini öldürdüler. Hem de çoluk çocuk demeden…

DÜN

“Taşnaklar da fikirsel olarak sosyalistti; 2. Enternasyonal’e mensuptular. Ancak milliyetçi amaçlarını gerçekleştirmek ve ekonomik görüşlerini gizlemek konusunda daha becerikliydiler.” (sf. 57)

BUGÜN

PKK da kurulurken Marksist-Leninist ilkelere göre kurulmuştur. 2000’li yıllara kadar da bu şablonu en azından kağıt üzerinde korudular. Fakat tüm bu sosyalist imaja rağmen PKK açık bir biçimde Kürt milliyetçisiydi hatta ırkçı bir örgüttü. PKK ırkçı görüşlerini uzun yıllar sosyalizmle maskeledi. 2000’li yıllarda ise sosyalizm geri plana atıldı bunun yerine “barış” teması benimsendi. Bu da “barış” için “silahlı mücadele” veren garip bir fikrî kombinasyondu. Ama tıpkı Taşnaklar gibi PKK da tüm siyasal ideolojilerin ötesinde “kana susamış” bir örgüttür. Sadece silahlı bir örgüt değil, katliamcı bir örgüttür.

DÜN

“Ermeni isyancılara karşı Osmanlı’nın aldığı önlemler Avrupalılar tarafından sekteye uğratılıyordu. Devlet, Avrupalıların müdahalesi yüzünden Ermeni isyancılara karşı kararlı hareket edemiyordu. Askeri öğretiler, bugün olduğu gibi 19. yüzyılda da devletlerin isyancılara karşı hızlı ve kararlı hareket etmesini öğütlüyordu. Eğer devletler zamanında hareket edemezse isyancılar üye kazanmak ve örgütlenmek için zamana sahip olurdu.” (sf. 61)

BUGÜN

Türk devletinin PKK terörüne karşı askeri mücadelesi ve müdahalesi, tıpkı Ermeni isyanı döneminde olduğu gibi Avrupalı devletler tarafından eleştirildi. Hatta Türk devletinin özellikle sınır dışı operasyonları ABD tarafından engellendi. PKK’ya karşı askeri mücadelede devleti engelleyen hep Batılı devletlerin müdahalesi oldu. Türk devletinin PKK’ya karşı askeri müdahalede çok geç kaldığı da ayrı bir gerçektir. 1984’te başladığında bu sorun küçümsendi, geçici saldırılar sanıldı. Oysa devlet daha o günlerde tüm gövdesiyle bölgeye hakim olmalıydı.Devlet müdahalesi geciktikçe PKK taban kazanacak zaman buldu. Devlet geciktikçe köylü PKK’nın kucağına itildi. Devlet geciktikçe PKK otorite haline geldi.

DÜN

“Doğudaki valiler ve generaller, konsolosların hareketleri doğrultusunda isyancılara karşı yumuşak davranmaya zorlanıyorlardı. Van ve Bitlis bölgesindeki konsoloslar, valilerin ve generallerin görevden alınmasını sağlayabilirlerdi. Avrupa baskısı en büyük zararı Osmanlı’nın asilerle savaşma gücüne veriyordu. Daha sonra da görüldüğü gibi gerillalarla savaşmak, isyancıları olduğu kadar onlara destek verenleri de cezalandırmaya dayanıyordu.” (sf. 62-63)

BUGÜN

Türk Ordusu’nun elinin kolunun bağlanması, askeri yetkililerin hedef haline getirilmesi, devleti bölgede PKK ile uğraşmayacak, mücadele etmeyecek görevliler atamaya sevk etti. PKK’nın ilk kazancı bu oldu. PKK’ya destek veren köylülere hemen hemen hiç dokunulmadı. Teröre yardım ve yataklık suçu işlenmiş olsa bile görmezden gelindi. Sürekli masum halk ile terörist arasına ayrım koyma bahanesi ile teröristin destekçileri korundu.

DÜN

“Tapular çiftçilere mi verilmeliydi? Yoksa her zaman toprakların efendileri olarak bilinen liderlere mi? Islahat girişimleri başlamıştı. Bazı topraklar, çiftçilerin üstüne yapılıyordu ancak çoğu hâlâ eski sistemde kaldı.” (sf. 64)

BUGÜN

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun toprak reformu, yani toprak ağalığı düzeni 100 yıl önce de en temel bölgesel sorunuydu. Cumhuriyet döneminde de bu sorun çözülemedi. Bu nedenle de topraksız köylü hiçbir zaman özgür olamadı. PKK ilk çıkış döneminde toprak ağalığına karşı bir program açıklamış olsa da hiçbir zaman ağalarla savaşmadı. PKK silahlarını ağalara değil masum ve yapayalnız dağ köylülerine yöneltti. Yıllar sonra siyasallaştığında da PKK’nın milletvekilleri ya ağaların içinden çıktı ya da ağaların desteği alındı.

Toprak ağalığı bir süre sonra terör ağalığına dönüştü. Bölgedeki yoksul köylüler bir süre sonra toprakta çalışmak yerine dağda “çalışmaya” yani militan olmaya karar verdi. Marabalar artık terörist olmuştu.

DÜN

“Batı İran’da 1910’daki Rus istilasına kadar hukuk veya hükümet yoktu. Batı İran aynı zamanda Ermeni ihtilalciler için de korunaklı bir sığınaktı. Herhangi bir etkili hükümet gücü olmadığından Batı İran’daki Ermeni köy ve kasabaları uzun bir süredir silahlı ve özerkti. İhtilalci partilerin fikirleri verimli bir zemin buluyordu. Urmiye Gölü’nün kuzeybatısındaki bölge, ihtilalcilerin silah depoladıkları ve organize olabildikleri bir merkez haline geldi. Batı İran zaten Van bölgesinden gerçekleştirilen Ermeni kaçakçılığının merkeziydi.” (sf. 68-69)

BUGÜN

Ermeni meselesi için hinterland Batı İran’dı, Kürt meselesi için ise Kuzey Irak’tır. Bölge yaklaşık 30 yıldır PKK’nın barınağı ve üssüdür. Özellikle ABD’nin 1991’deki 1. Körfez saldırısından hemen sonra bölge tamamen özerk hale getirildi. Bu bölge hem teröristlerin üssüdür, hem eğitim alanıdır, hem de silah deposudur. Teröristler Türkiye’ye buradan sızmakta, saldırıları gerçekleştirip yine bu bölgeye geri dönmektedir. Ayrıca silahlar Türkiye’ye buradan sokulmaktadır. Yine ekonomik bir kaynak olan kaçakçılık bu bölgeden işletilmektedir.

DÜN

“Kırsal bölgedeki bu gergin durum birçok kişiyi, doğal olarak, korunmak için Van Şehri’ne çekti.” (sf. 71)

BUGÜN

1984 sonrası başlayan PKK saldırıları ve devletin bu saldırılara karşı mücadelesi kırsal alanı korumasız hale getirdi. Dağ köylerinde devletle terörist arasında kalan köylüler şehir merkezlerine yoğun bir göç gerçekleştirdiler. Bu göçün ana üssü Diyarbakır oldu. Bu yoğun göçle birlikte şehir merkezleri birden terörün yatağı haline geldi. 1990’lı yıllar boyunca şehirlerde adına “serhıldan” denilen isyanlar başladı.

DÜN

“İhtilalciler planlarına destek sağlamak için önce Ermenilerin arasındaki direnci kırmalıydı. Bu, kendilerini desteklemeyen bir din adamını öldürmeye kadar vardı. Rahipler, tüccarlar ve toplum liderleri de olmak üzere ihtilalcilere karşı seslerini yükselten diğer Ermeniler de öldürüldüler.” (sf. 77)

BUGÜN

PKK Marksist-Leninist bir hareketti ve doğal olarak da ateistti. Bu nedenle PKK’nın terör eylemleri din adamları tarafından tasvip edilmedi. Bölgedeki din adamları genelde PKK karşıtıydı ve bölgenin muhafazakar yapısı din adamlarını etkin kılıyordu. PKK bu din adamlarını “devlet yanlısı” oldukları gerekçesiyle öldürmeye başlayarak buradan gelen muhalif sesleri kesti. Hemen ardından toplum liderleri, esnaf, tüccar gibi kentli kesim de bu saldırıların hedefi oldu.

DÜN

“İngiliz Konsolosu C. H. Williams bu hareketleri ‘suç çılgınlığı’ olarak tanımlıyordu: ‘Daha önce bu ihtilalcilerin suç çılgınlığını fark etmiştim. Bunlardan bir kısmı geceleri Ermeni mahallelerinde sokakları denetliyor; silahlarla donanmış olmalarına rağmen çok azı bunları nasıl kullanacağını biliyor.’” (sf. 79)

BUGÜN

İngiliz Konsolosu’nun raporunda bahsettiği olay sanki günümüzden bir sahnedir. Yüzleri maskeli, poşulu, maskeli, silahlı bir grup PKK’lının kurduğu sözde asayiş birimidir bu. Devletin olmadığı ortamda sokaklar bunlara kalmıştır.
Kendilerine dokunulmadığını gören bu insanlar da sadece “suç çılgını” değil aynı zamanda “otorite çılgını”dır. Diledikleri gibi sağı-solu molotoflamakta, yakıp yıkmakta, insanlara saldırmakta ve gerçekten suç işlemeye susamış izlenimi vermektedirler. Ama bir yandan da kendilerine sağladıkları üniformalarla bir otoriteye dönüşmek istemektedirler. Psikolojileri hem suçlu hem de güçlü dediğimiz durumu yansıtmaktadır.

DÜN

“Sultan’ın hükümeti yalnızca olayları izliyor ve rahatsızlıkları azaltmaya çalışıyordu. Van’daki ve diğer şehirlerdeki Ermeni ihtilalcilerin gösteri yapmasına, açıkça silah dağıtmasına ve propaganda araçları kullanmasına izin veriliyordu. Çünkü onları durdurmak muhtemelen bir başka isyanı başlatacaktı.” (sf. 81)

BUGÜN

Bugün de hükümet sadece izleyicidir. Tüm bölgede PKK açık gösteriler yapmakta, silah taşımaktadır. Ama bunlara müsamaha gösterilmektedir çünkü daha büyük olaylardan çekinilmektedir. Ama büyük olaylardan kaçınmak için izin verilen bu küçük denilen olaylar, adet olarak o kadar çoktur ve öylesine geniş bir bölgeye yayılmıştır ki, toplu büyük resim çok büyük bir olayı göstermektedir.

DÜN

“Van’da otuz silahlı ihtilal askeri bulunmaktadır. Bunlardan yirmi beşi Rus, beşi Türkiye Ermenisidir. Kendilerine ‘Fedai’ (gönüllü) diyen bu kişilerin tamamı tüm kışı Bahçe kasabasındaki Ermeni mahallelerinde geçirirler, yalnızca geceleri bahçelerden veya patikalardan yürürler. İlkbahar gelip yollar seyahat etmeye uygun hale geldiğinde eğer ellerinde Muş ve Sason ayaklanması gibi özel işler yoksa faal fedailer dört önderin ayırdığı farklı çeteler halinde değişik bölgelerde turlar, köylerde propaganda yapar, yeni üyeler kaydeder, para toplar, köylülere silah ve cephane satar ve onlara tüfek eğitimi verirler. Genelde önderlerden biri Van’da kalarak gerekli durumlar için çeteler ile merkez arasında kuryeler aracılığıyla iletişimi sağlar. Bu otuz askere ek olarak bölgedeki Ermeni nüfusunun erkeklerinin tamamı pratikte örgütün kayıtlı üyeleridir.” (sf. 105)

BUGÜN

PKK, teröriste dönüşen benzer bir örgüt yapısı kurmuştur. Kışları korunaklı alanlarda geçirip baharla birlikte harekete geçerler. Halktan sadece para değil aynı zamanda “asker” de toplarlar. Bölgedeki her ev bir erkek çocuğunu “asker” olarak PKK’ya vermek zorundadır. İsyancı ile köylü arasında çok sıkı bir bağ kurulmuştur. Köylerde devlet denetimi geçici olduğu için tüm bu faaliyetler adeta serbest olarak yapılmaktadır.

DÜN

“Taşnakların Van için geliştirdikleri plan Ermeni Gregoryen Kilisesi’nin ele geçirilmesini de içeriyordu. Birçok din adamı zaten ihtilale bağlıydı. İran sınırının hemen karşısındaki Derik Manastırı uzunca bir süredir ihtilalciler için bir üs ve silah deposu olmuştu. Van’daki Amerikalı misyonerler, dinin tamamen tanrı tanımaz bir grup olan Taşnakların kontrolüne girmesi konusunda öfkeleniyordu.” (sf. 106-108)

BUGÜN

PKK dine karşı ilk adım olarak devlet yanlısı olarak suçladığı din adamlarını öldürmüştü. Bu cinayetler din adamlarını susturmada başarılı da oldu. Ama asıl adım 2000’li yıllarda atıldı. Bu yıllarda PKK “dinle barış” politikası geliştirdi. Hatta din adamlarını ayrı bir İmamlar Birliği içinde örgütledi. Devlet tarafından faaliyetleri serbest bırakıldığı için din adamlarının çekinecekleri bir devlet de ortada kalmamıştı zaten. PKK böylelikle imamlar yoluyla camileri de ele geçirmiş oluyordu.

DÜN

“Suikast, Taşnak ihtilalinin ana öğelerinden biriydi. İki amaca hizmet ediyordu. İlk olarak bu yolla Taşnaklar gerçek veya muhtemel tehdit olan düşmanlarından kurtulmuş oluyordu. Bu düşmanlar etkili olan Osmanlı yöneticileri ve kendi çıkarları uğruna Taşnak planlarına ihanet eden kişilerdi. Suikastların ikinci amacı muhtemelen daha önemliydi. Bunlar gelecekte devleti desteklemek isteyenler ile geçmişte ihtilali desteklememiş olanlara açık bir uyarıydı.” (sf. 109)

BUGÜN

PKK’nın polis, öğretmen, savcı vb. devlet yetkililerine yönelik suikastleri yüzlercedir ve her biri bölge halkına “Devlete güvenmeyin, devlet kendi görevlilerini bile koruyamıyor” mesajını vermektedir. PKK suikastlerinden payını alan bir diğer grup devletle işbirliği yapanlardı. Özellikle de korucular. Bu da kimsenin devletle işbirliği yapmaması için başarılı bir taktikti. PKK suikastlerinin üçüncü hedefi ise doğrudan kendi dışlarındaki Kürt örgütleri ve Türk sol örgütleriydi. 1978-80 arası dönemde PKK, yüzlerce cinayet işleyerek bu örgütlerin özellikle lider kadrosunu öldürdü. Böylelikle hem rakipsiz kaldı hem de lidersiz kalan örgütlerin militanlarını kendine bağladı.

PKK suikastlerinin dördüncü hedefi ise doğrudan örgüt içiydi. Dağda ve şehirde yüzlerce PKK üyesi, muhalefet ettikleri gerekçesiyle öldürüldü. Hepsi hain ve işbirlikçi ilan edildi. Bu suikastler Avrupa’da bile işlendi. PKK da tıpkı Taşnaklar gibi öldürerek var olan bir yapıydı. Bundan hiçbir dönemde de geri adım atmadı.

DÜN

“1903 yılında Malkhas isimli Amerikalı Ermeni bir doktor, Şeyh Ubeydullah’ın genç oğlu Şeyh Sadık’la Taşnakları temsilen görüştü. Ondan, silah ve cephane taşıyan Ermenilerin Hoşap bölgesindeki güvenliğinin sağlanmasını istedi. Şeyh, Ermeni taşıyıcıların güvende olacağını ve taşınan malların Hoşap’a kendi adamları tarafından sokulacağını söyledi. Bu aşamada silahlı gruplar halindeki ihtilalcilerin gelip topraklarından geçmesinin uygun olmadığını, ancak daha sonra buna da izin verebileceğini belirtti.” (sf. 117)

BUGÜN

Bu anlaşma PKK ile Barzani ve Talabani arasında yapılan anlaşmayı çağrıştırmaktadır. Kuzey Irak’ta Barzani, uzunca yıllar PKK’nın kendi bölgesine girmesine izin vermemişti. Ancak daha sonra Barzani PKK’nın bu bölgeleri kullanmasına yeşil ışık yaktı. Böylelikle PKK’nın Kuzey Irak sınırı genel saldırı üssüne dönüşmüş oldu.

DÜN

“İhtilalciler her zaman en yeni Rus tüfeklerine sahipti. Daha eski silahlar ise Ermenilere satılıyordu. Kaçakçılığa ek olarak Ermenilerin ellerindeki tüfeklerden bazıları Kürtlerin onlara yaptıkları satışlarla gelmişi. Osmanlı Hükümeti 1890’larda yayılmakta olan Ermeni isyanları sırasında Hamidiye birimlerini Martinilerle donatmıştı. Bazı Hamidiye Kürtleri bunları Ermeni ihtilalcilere sattı.” (sf. 117)

BUGÜN

PKK’nın silah kaynakları çeşitlidir. Genel olarak Rus kalaşnikofları kullanırlar. Ama 2003 yılında Kuzey Irak’ı işgal eden Amerikan askerleri Irak’tan çekilirken on binlerce silah ve cephaneliği bıraktılar. Ve bu silahlar da bir süre sonra PKK’nın eline geçti. PKK’nın artık Amerikan piyade tüfeklerini ve daha gelişmiş silahları da kullandığını biliyoruz.

DÜN

“Van’da İngiliz konsolosu olarak görev yapan Yüzbaşı Tyrell, Muş-Sason bölgesindeki Ermeni ayaklanmasını soruşturmak üzere Muş’a gitti. Muş’taki hastanede Rusya’dan bölgeye gelen birçok ihtilalci savaşçıdan biriyle mülakat yaptı. Raporunda şöyle dedi: Sorularıma karşılık kendisine çok iyi davranıldığını ve hastanede kendisi için yapılanlardan dolayı minnettar olduğunu söyledi. Adı Krikor Mirzabegof’tu. Türkiye’ye gelme amacını sordum. Bana, ‘Çok iyi biliyorsunuz, amacımız ölmek.’ dedi.” (Sf 118-119)

BUGÜN

Bu durum PKK’daki sıradan bir militanın mevcut durumu ve geleceğidir. Bu insanların ölmek dışında bir geleceği yoktur. Çoğu militan dağda 4-5 yıl yaşar ve ölür, yerlerine yenileri gelir. Sonra onlar da ölür. Ölüm bir sonuç ve kader değil adeta bir amaç halini almıştır.

DÜN

“Askerlerin Ermeni köyü olan Delibaba’yı yok ettiğine dair haberler çabuk yayıldı. Konsolos Tyrell’in belirttiğine göre tüm bu katliam haberleri yanlıştı. Köylere ya da köylülere hiçbir şey olmamıştı. Tyrell’in kendisi bile yok edilmiş olduğu söylenilen bir köyde günler sonra konaklama imkânı buldu.” (sf. 122)

BUGÜN

“Devlet köyleri yakıyor” söylentisi PKK’nın 1984 eyleminden sonra en yaygın propagandasıdır. Özellikle 1988 sonrası dönemde yoğunlaşmıştır. Ama gerçekte bunlar, terör ve güvensizlik dolayısıyla kendiliğinden boşalmış ya da güvenlik gerekçesiyle devlet tarafından boşaltılmış köylerdir. Fakat PKK ustaca bu boş köyleri yakılan köyler olarak bir propaganda malzemesi haline getirmiştir.

DÜN

“Ruslar ayrıca Rus İmparatorluğu’ndaki Ermeni ayrılıkçılığına şiddetle karşı çıkıyor ve Ermeni kilise okullarına el koyarak bunları devlet okulu haline getiriyordu. ‘Türkiye Ermenistan’ı’ iddiası ve Akdeniz’e erişim Rus İmparatorluğu’nun kendi çöküşüne kadar ana politikalarından biri oldu.” (sf. 126)

BUGÜN

Tıpkı Ermeni meselesinin Ermenilerin kendi meselesi olmadığı gibi Kürt meselesi de Kürtlerin kendi meselesi değildir. Mesele aslında Batılıların Türk topraklarını parçalama ve Türkleri Anadolu’dan atma meselesidir. Ermeni meselesinde olduğu gibi Kürt meselesinde de Türkiye’nin komşuları bu sorunu kaşıyan, destekleyen ülkeler olmuşlardır. Suriye Akdeniz’e hakimiyet için, İran Şii etki alanını genişletmek için, Irak ise Büyük Arap Devleti politikaları nedeniyle Türkiye’ye karşı PKK’yı hep desteklediler. Aslında bu üç devletin kendi içinde de geniş bir Kürt nüfusu vardı ve kendileri de Kürtlerin toprak talep ettikleri ülkelerdi. Ama yine de PKK’nın kendi ülkelerinde üstlenmesine, buradan Türkiye’ye silahlı saldırıda bulunmasına göz yumdular.

DÜN

“Tahir Paşa bir arabulucu olmuştu. Ermenilerin ihtilalci faaliyetlerini normal bir güvenlik olayı olarak görüyor; polis, jandarma ve bölge hukuk işlerinin başında bulunan Ali Bey’in de fikri doğrultusunda yargı sistemi üzerinde çalışıyordu. Avrupalı konsoloslar tarafından seviliyordu ve Ermeniler onun hakkında iyi şeyler söylüyordu. Ancak görev süresi boyunca isyancıların güçleri gözle görülür ölçüde artmıştı.” (sf. 132)

BUGÜN

Güneydoğu’da görev yapan yetkililer özellikle de son 10-15 yılda bölge halkıyla iyi diyalog kurmak gibi özel bir misyonla görevlendirildiler. İyi diyalog, halka iyi davranmak güzel şeylerdi ama suça müsamaha başka bir şeydi. Bir süre sonra bölgedeki hiçbir görevli işini yapamaz, suçla mücadele edemez hale geldi. Bu görevliler gerçekten de bölge halkı tarafından sevildiler ama 10 yılın sonunda PKK bölgede çok çok güçlenmişti. “Cana geleceğine cama gelsin” denilerek, yakma-yıkma faaliyetlerine engel olunmadı, polise taş atan çocuklara muz ve şeker verildi. Ama bölge halkının hiçbiri devlet yanlısı olmadı tersine PKK’lı oldular. Devlet otoritesinin olmadığı yerde müsamaha insanları devlete yaklaştırmaz uzaklaştırırdı. Nitekim öyle de oldu.

DÜN

“Ermeni ihtilal hareketi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) arasındaki işbirliği 1890’larda başladı. Özerk bölgelerden oluşan bir imparatorluk fikrini benimsemiş olan diğer bir grubun üyeleri Ermenilerle ortaklık fikrini destekledi. Ermenilerle kurulacak bir ittifak, İTC için İngiliz desteği sağlayabilirdi. Bu merkezileşme karşıtları Taşnak komitesiyle ilk önce gizli şekilde müzakere etti. Ermeni sorunu üzerine Taşnak-İTC ittifakı düşünüldüğünde en önemli etkenin İTC’nin Taşnakları Ermenilerin imparatorluktaki temsilcisi olarak kabul etmesiyle iki parti arasında gelişen siyasi bağlantılar olduğu söylenebilir.Taşnaklar İTC’yi iktidarda tutan parlamenter sistem ve seçim sistemi için önemli bir bileşendi.

İTC’nin 1907 itibariyle Van’daki Taşnaklarla temas içinde olduğu görülmektedir. İki ihtilalci komitenin mutabakata varmış olduğuna dair bilgiler vardı. İki grup arasında gizli toplantılar yapıldığına dair raporlar vardı.” (sf. 145-146)

BUGÜN

İTC yekpare bir örgüt değildi ama Taşnaklarla ittifak kuran ademi merkeziyetçi kanat, Osmanlıcı-İslamcı siyasal geleneğin ilk temsilcileriydi. Bu geleneğin günümüzdeki temsilcisi ise AKP’dir. Ademi merkeziyetçi anlayışın etnik gruplarla bir araya gelmesi ve ittifak kurması şaşırtıcı olmamalıdır çünkü bu anlayış Türklük denilen şeye zaten inanmıyordu. Bu nedenle İTC’den AKP’ye evrilen süreçte, Ermenilerden Kürtlere, Türkiye’den ayrılmak isteyen her etnik-bölücü grupla işbirliği yapmaktan çekinmemişlerdir. AKP’nin de PKK ve uzantıları ile daha kurulmadan önce temasta olduğu bilinmektedir. 2006 yılından sonra ise bizzat Apo ile ve Kandil’de bile görüşmeler yapabilmişlerdir. Tıpkı geçmişe olduğu gibi bugün de Kürt oylarının iktidar için önemi vardır. Ayrıca Kürtlerle ittifakın Batılı güçlerin desteğini almaya yarayacağını da gayet iyi bilmektedirler.

DÜN

“Yeni hükümet tarafından affedilen kişiler tarafından yönetilen Taşnak Partisi kendisini hızlı bir şekilde halka açık siyasal bir güce çevirdi. Aram, Ishkan, ‘Doktor’ ve Sarkis siyasetçi oldular. Hükümete karşı suçlamalarla dolu olan konuşma ve kitapçıklar bölgedeki Ermeni siyasal hayatının gündelik bir parçası haline geldi.” (sf. 148)

BUGÜN

Bu ifadeler günümüzü de birebir yansıtmaktadır. PKK’nın milletvekilleri hapisten çıkartılmış, pek çok eski terörist Meclis’e girmiştir. 2007, 2011 ve 2015 seçim sonuçları, terörü Meclis’e sokmuştur, hem de her seferinde daha güçlü bir biçimde.

DÜN

“Seçim sürecinde yer almalarına rağmen Taşnakların çetelerini dağıttıkları ya da silah kaçırmayı sonlandırdıklarına dair bir bilgi yoktu. Van Taşnaklarının lideri Ishkan bunu yapmayı ısrarla reddetti. Yeni rejimle gelen özgürlükler bu tür faaliyetleri teşvik ediyordu, çünkü bunları örgütleyen Taşnak önderleri cezalandırılmayacaktı.” (sf. 149)

BUGÜN

PKK bağlantılı partiler Meclis’e girseler de asla silah bırakmadılar. Böyle bir şeyi hep reddettiler. Çünkü AKP iktidarı hem silahlı hem Meclis’te bir siyaseti benimsemiş, normalleştirmişti.

DÜN

“Yeni özgürlükler ihtilalci örgütlenme için bir lütuftu. Köylerdeki ihtilalci faaliyetler daha önce yasadışıydı ve doğal olarak gizlice yürütülüyordu. Şimdi ise yalnızca müsamaha gösterilen değil; aynı zamanda teşvik de edilen birer ‘siyasi kampanya’ olmuşlardı.” (sf. 150)

BUGÜN

“Dağdan inip düz ovada siyaset yapsınlar” şeklinde özetlenen anlayış terör örgütünü bir reklam yıldızına çevirdi. 2015 seçimlerine gelindiğinde en prestijli şey PKK’lı olmaktı. TV ve gazeteler en fazla yeri ve zamanı HDP’ye veriyordu. Gerçekten de terör artık resmen teşvik ediliyordu.

DÜN

“Bir grup Ermeni fedaisi tamamen silahlı halde gün ışığında Rusya’dan sınıra geldi. Saray kasabasına ve Van yönüne doğru Kürtlerin yaşadığı kırsalda kasıla kasıla yürüyorlardı. Bu durum Saray’daki Kürtleri çileden çıkardı.” (s. 155)

BUGÜN

Bu sahne son derece tanıdık. Herkesin gözlerinin önünde Habur canlanmıştır. Ancak tarihin garip cilvesine bakın ki, 1908 yılında yaşanan bu “Ermeni Haburu”ndan rahatsız olan o dönemki Kürtlerdi!

DÜN

“Avrupalılar Osmanlı’yı Doğu Anadolu’daki egemenliğinden vazgeçmemesi ve Avrupalı devletlerin nüfuzuna açık Ermeni çıkarlarına göre yönetilecek özerk bir bölge oluşturmaması durumunda en sonunda çöküşe gideceği yönünde tehdit etti.” (sf. 159)

BUGÜN

Kürt meselesi ile ilgili olarak Türkiye’ye yapılan baskı da aynıdır. Ya reformları kendiniz yaparsınız ya da daha kötü sonuçlarla karşılaşırsınız! Bugün Batılılar Türkiye’ye müdahale ederiz demese de, ekonomik yönden etkileri yıkıcı olabilir, kaldı ki uluslararası hukuk yabancı ülkelere müdahaleye de izin vermektedir. Yugoslavya’ya ya da Irak’a yapıldığı türde bir müdahale tehdidi hep başımızın üzerinde sallanmaktadır.

Kaldı ki Batı tehdidinden daha etkilisi, reform olmazsa devlet çöker fikrinin artık kafalarda bir genel doğruya dönüşmüş olmasıdır. İnsanlar buna gerçekten inanmış durumdadır. Oysa ancak güçlü devletlerin yaptığı reformlar barış ve düzen getirir. Güçsüz devletlerin yaptığı reformlarsa hep çözülme getirir. Son 10 yılın tecrübesi de böyledir. Reform devleti güçlendirmemiş, zayıflatmıştır.

İşin odak noktası reform değil hukuktur. Devlet, hukuku işleten mekanizmadır. Ama terör karşısında müsamaha gösteren devlet kendi hukukunu çiğnediği için, reform da yapsa, güçsüz ve etkisiz olmuştur.

DÜN

“Erzurum’daki İngiliz Konsolosu Van’a yaptığı gezi sırasında Taşnakların hükümetten daha fazla güce sahip olduğunu gözlemledi.” (sf. 180)

BUGÜN

Bugün de Güneydoğu’ya giden herkes bölgede PKK’nın devletten çok daha güçlü olduğunu görmektedir.

DÜN

“Ermeni ihtilalcilerin Ruslardan kendilerine bağımsızlık ya da özerklik vermesini bekleyecek kadar saf olduklarına inanmak oldukça zordur. Rusya kontrol ettiği topraklarda hiçbir zaman Ermenilerin ayrılma çabalarına müsaade etmemişti. Aksine, topraklarında cereyan eden ayrılıkçı hareketlere karşı en güçlü önlemleri almıştı.” (sf. 196)

BUGÜN

Geçmişte Ermenileri kışkırtan güçler gibi bugün de pek çok Avrupa devleti ve Amerika (Rusya’yı da bu listeye eklemek gerekir) Kürt bölücülüğünü desteklemektedir. Ancak Avrupa ve ABD Kürtleri ne kadar kışkırtsa da Anadolu’da kalıcı bir Kürt devleti asla kurmazlar. Batı’nın asıl hedefi Anadolu’yu bir Hıristiyan devletçikler federasyonu yapmaktır. Türklerden arındırılmış bir Anadolu’da Kürtler asla devlet sahibi olamaz.

DÜN

“19. yüzyılda yapılan ıslahatlar, adına Osmanlıcılık denen yasal bir eşitlik yaratma noktasında oldukça ileri gitti. Azınlık toplulukları kendi yasalarına göre yönetiliyor, kendi ulusal ve bölgesel meclislerine sahip oluyor ve bunun yanında Osmanlı Meclisi seçimlerinin tamamında sürecin içinde yer alıyordu.” (sf. 202)

BUGÜN

100 yıl önce Osmanlıcılık adı altında oynanan oyun bugün Türkiyelilik diye sürdürülmektedir. Türk milletini parçalamanın teorisi olan Türkiyelilik hem Anadolu’yu parçalamaktadır hem de milli bağları. Bu politikanın varacağı yer kaçınılmaz olarak 100 yıl öncesidir, yani her etnik grubun kendi kendini yönettiği bir federasyon.

DÜN

“Cevdet, şehirdeki isyancılara karşı önlem alıyordu. Yeni polis noktaları oluşturuldu. Eski Şehir ile Batı Bahçe Şehri’ndeki Ermeni mahallesini ayıran Müslüman mahallesine yeni bir jandarma birliği konuşlandırıldı. Genç Ermeni erkekler orduda yol yapımında çalışmak ya da tarımsal faaliyetlerde bulunmak için askere çağırılıyordu. Bu yolla hem yasal bir zorunluluk yerine getiriliyor hem de muhtemel isyancılar ortadan kaldırılıyordu. Bu tür hareketler Ermenilerin korkmasına neden olabilirdi ancak hükümet başka ne yapabilirdi? Yalnızca en saf kişiler Van şehrinde bir Ermeni ayaklanması tehdidi olmadığına inanabilirdi. Önlemler alınmalıydı. Hükümet 1908’de ortaya çıkan 2.000 silahı ya da o günden sonra Taşnakların yeniden silahlanmalarını görmezden gelebilir miydi?” (sf. 222)

BUGÜN

Evet, görmezden gelinemezdi, önlem alınmalıydı. Ama bu dünden çok bugün için de geçerlidir. Bizzat Oslo görüşmelerine yansıyan ve MİT yetkililerinin PKK’lılara hitaben şöyle bir sözü vardı: “Şehirlerin her tarafını cephaneliğe çevirdiğinizi bilmiyor muyuz?” Gerçekten de bugünkü sözde çatışmasızlık ortamına rağmen, sadece Güneydoğu değil Batı illeri de genel bir Kürt ayaklanması için cephanelerle doldurulmuştur. Devlet tüm bunları bilmektedir, görmektedir ama bir türlü önlem almamaktadır!

DÜN

“Ruslar Ermeni ayaklanmasını finansal olarak destekledi. 1915 Şubat’ında Tiflis’te yapılan Ermeni kongresinde Taşnak delegesi şöyle diyordu: ‘İyi bilindiği gibi Rus Hükümeti savaşın başında silahlanma, Türkiye Ermenilerinin eğitimi ve ayaklanma örgütleme gibi konularda kullanılmak üzere 242.900 Rublelik bir katkı yapmıştır.’ Rusların Taşnaklara yaptığı finansal katkı bugünün ölçütlerinde 13 milyon dolardan daha fazla bir paraya denk gelmektedir.” (sf. 239)

BUGÜN

PKK sadece silah ve siyasetle değil parasal olarak da Batılı devletler tarafından desteklenmektedir. Amerika’dan Avrupa’ya aradan Rusya’ya kadar tüm Batılı devletler PKK’ya güçlü bir mali destek sunmaktadır. Ayrıca bu devletler, kendi ülkelerinde PKK için mali yardım toplayan PKK uzantısı derneklere serbesti tanımıştır. Ve yine Batılı devletler PKK’nın uyuşturucu kaçakçılığı ile elde ettiği gelire de göz yummaktadır.

DÜN

“Osmanlılar geri çekilip Ermeniler tüm şehrin kontrolünü ellerine geçirdiğinde yaptıkları ilk iş ayakta kalan Müslüman evlerinin yıkılması olmuştur. Bu evler artık Ermenilere aitti ve bunlara ihtiyaç da duymaktaydılar. Evleri ayaklanma sırasındaki ağır bombardımana maruz kalmıştı. Ancak bu evleri ele geçirmek yerine onları yıktılar. Bu tür yok etmeler tüm bölgede vuku buldu. Bunun arkasında yatan temel mantık Müslümanların dönecek bir evleri olmaması durumunda dönmeleri için bir nedenin de kalmayacağıydı. Aslına bakılırsa bu yıkımların altında yatan esas neden Müslüman ve Osmanlı olan her şeye duyulan mantıksız nefretti.” (sf. 263-264)

BUGÜN

Bir dönem İstanbul’da mahallelerde otomobillere yönelik PKK saldırıları hatırlardadır. Yine belediye otobüslerine, aynı şekilde Güneydoğu’da okullara, sağlık ocaklarına yapılan saldırılar… Tüm bunlar tıpkı Ermeniler gibi bugün de Kürtlerin Türk olan her şeye duydukları mantıksız nefreti gösteren olgulardır.

DÜN

“Ermeni ihtilali beyhude bir çabaydı. Ermeni ihtilalciler Osmanlı İmparatorluğu’nu yok etmeye yardımcı olabilirdi ancak kendi devletleri olamazdı. Normal koşullarda ihtilalciler bunu biliyor olmalıydı ancak milliyetçilik gözlerini kör etmişti.” (sf. 274)

BUGÜN

Tıpkı Ermeniler gibi Kürtler de Türk devletine zarar verebilir ama bir Kürt devleti kuramazlar. Kuzey Irak’taki sözde devletçik tam 25 yıldır özerk. Arkasında ABD var ama hâlâ bağımsızlığını ilan edemedi. Kaldı ki 2014’te yaşanan IŞİD saldırısı hem Barzani’nin hem de PKK’nın ne kadar da kof güçler olduğunu gösterdi. Devlet kurmak kolay değildir hele hele o devleti yaşatmak hiç değildir. Ama kör milliyetçiler bunu göremezler….

DÜN

“Osmanlılar Ermeni ihtilalini durdurup Van’ın yıkımını önleyebilir miydi? Düşman yok edilmeli veya esir alınmalıdır. Yalnızca çarpışılıp kaçmasına izin verilmemelidir. İsyancılar baskı altında tutulmalı ve yeniden örgütlenmelerine izin verilmemelidir.” (sf. 275)

BUGÜN

Türk devleti PKK’yı hiçbir zaman tam imhaya yönelmemiştir en büyük hata budur. Ve üstelik her operasyondan sonra bölge boş bırakılmış, terörün yeniden örgütlenmesine engel de olunmamıştır.

DÜN

“Ne yapılması gerektiğini tahmin etmek güç değildir: Batı İran, Salmas’taki Ermeni karargâhını yok etmeye yetecek bir kuvvet ile işgal edilmeliydi.” (sf. 276)

BUGÜN

Terörün ana üssü olan Kuzey Irak işgal edilmeliydi ama hiçbir zaman bu yapılmadı. Belki de devlet bunu göze alamadı. Ama bu yapılmadan PKK bitirilemezdi.

DÜN

“Düşmana yurtta propaganda yapma ve kadrolaşma izni vermek siyasi bir intihardı. Osmanlıların yaptığı tam anlamıyla buydu. Osmanlılar Taşnakları neden infaz etmedi? Osmanlılar suçlu olsun ya da olmasın herhangi bir Ermeni ihtilalcinin cezalandırılmasının Avrupa’da büyük yankı bulacağını ve Avrupa müdahalesine zemin hazırlayacağını biliyordu.” (sf. 276-277)

BUGÜN

Evet Apo asılmadı çünkü Türk devleti ABD’ye söz vermişti. Avrupa Birliği’nin istekleri üzerine de idam cezası yasalarımızdan çıkartılmıştı.

DÜN

“İhtilaller genellikle sonuçları ile değerlendirilir. Başarılı bir ihtilal, önderlerini yeni bir ulus yaratan özgürlük savaşçıları olarak kutsar. Başarısız bir ihtilal ise arkasında zamanında işbirliği yaptığı kişiler tarafından terörist veya vatan haini olarak adlandırılan kişiler bırakır. Ermeni ihtilali ise diğer tüm başarısız ihtilallerden daha başarısız olmuştur. Sadece savaşçılar yenilmekle kalmamış Osmanlı’nın doğusundaki Ermeni nüfus da anavatanlarından sürgün edilmiştir. Yeni bir Ermenistan yerine topraksız bir Ermeni halkı yaratılmıştır.” (sf. 279)

BUGÜN

Kürtler, Ermenilerin hikayesini iyi incelemelidir. Bir Kürt devleti kuramazlar ama Kürtleri topraksız bırakmanın vebali de kendilerinin olacaktır.

15 Haziran 2015
Metris Cezaevi


Kitaba ulaşmak için tıklayın: http://goo.gl/xz0kQG

http://www.turksolu.com.tr/ermeni-isyanindan-pkk-terorune-100-yillik-gaflet-2/

..

Ey MHP’liler kurtulun şu Bahçeli’den


Ey MHP’liler kurtulun şu Bahçeli’den..,





Erkut Günsayar
03 AGUSTOS 2015

Hatırlanacağı üzere MHP 1969 yılında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin yönetimini ele geçiren Alpaslan Türkeş’in partinin adını “Milliyetçi Hareket Partisi” olarak değiştirmesi ile oluşmuş bir partidir ve o tarihten bu yana partinin partiler yelpazesindeki yeri kısaca “milliyetçi sağ”dır.

“Milliyetçi mukaddesatçı” demiyorum zira onlar yıllar önce ayrılarak kendi partilerini kurdular. Alpaslan Türkeş’in 1997 yılındaki ölümünden kısa bir süre sonra da Devlet Bahçeli parti genel başkanı olmuştur ve on sekiz yıldır kesintisiz bir şekilde bu görevi sürdürmektedir. Konuya girerken daha açıklayıcı ve belirleyici olabilmek için bazı rakamların bilinmesinde yarar vardır. Alpaslan Türkeş’in liderliğinde girilen son seçim olan 1995 yılı seçimlerinde partinin aldığı oy oranı % 8.2 dir ve Bahçeli’nin genel başkanlığı döneminde girilen beş genel seçimde partinin aldığı oy da en altı 2002’de % 8.3, en üstü 1999’da % 17.9 olmak üzere hep % 8-17 bandı içinde seyretmiştir.

Gayet tabii ki tüm yerel seçimlerde aldığı oylar da bu bant içinde ve sonuçta bu parti kurulduğundan bu yana toplumun sadece küçük bir bölümünü temsil eden ve bu nedenle de siyaseten son derece başarısız olmuş bir partidir, dahası, ne trajikomik ki bu açık ve kesin başarısızlıklara rağmen aynı insan tam 18 yıldır bu partinin genel başkanlık koltuğunda oturmaya devam etmektedir.

MHP’nin radikal-köklü bir değişim gerçekleştirerek gerçek anlamda çağdaş bir merkez sağ partisine dönüşümünün son seçim kampanyası boyunca meydan meydan haykırdığı söylemlerinin en az dörtte üçünü RTE’yi ve AKP’yi yerden yere vurmaya ayıran ama Meclis’e girer girmez anında ve her sıkıştığında despot, dinci ve soyguncu iktidara destek çıkan ve Türk seçmen kitlesinin en az % 90’ı tarafından hiç sevilmeyen ve beğenilmeyen Bahçeli liderliğinde asla ve asla mümkün olamayacağını bildiğim için de ilk adım olarak bir şekilde genel başkanlıktan indirilmesini öneriyorum.

Anadolu’da en olumsuz koşullarda bile direnme anlamında parmağını bile oynatmadan durumu olduğu gibi kabullenen insanlar için üretilmiş çok güzel bir özdeyiş vardır, “üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi”, sanırım MHP tabanının hali melalini bundan güzel tanımlayan bir ifade olamaz. Partinin bilinen ve çıplak gözle bile görülebilen tek siyasi amacı “bir şekilde Meclis’e kapağı atmak ve olabilirse sağcı solcu demeden bir büyük partinin yanına küçük ortak olarak yanaşıp koalisyona girmek ve kendisine verilen üç beş bakanlıkta kadrolaşıp o bakanlıkların olanaklarından yararlanmak.”

Ve bu partinin 18 yıldır genel başkanlığı yapan D. Bahçeli namlı zat anlaşılan o ki bu durumdan en ufak bir rahatsızlık duymuyor ve “siyasi yaşamı boyunca ülkenin sosyo ekonomik sorunlarına dair tek laf etmeden ve çözüm önermeden ve sadece hamasi nutuklar atıp kendisi dışındaki her partiye ve kişiye veciz ve kafiyeli benzetmelerle hakaret etme dışında hiçbir şey yapmadan politika yapmaya devam ediyor”, ara sıra ve cılız seslerle yapılan “çekil artık” çağrılarını ise ya duymazdan geliyor ya da kaba bir şekilde tersliyor.

Bilenler bilir, demokrasilerin en temel kurallarından birisi “politikada başarısız olanların gitmesi ve yerlerine başarılı olması beklenenlerin gelmesidir”, ancak anlaşılan o ki bu kuralı başta genel başkanları MHP’lilerin de büyük çoğunluğu pek bilmiyor ve o nedenle bu partide bu anormal durum hiçbir kayda değer bir muhalefet ya da tepki ortaya çıkmadan ve değişmeden yıllardır sürüp gidiyor. Bu basit ve genel bilgilendirmelerden sonra yukarıda belirttiğim tablodan rahatsız olan ve veya olması gereken MHP’lilere bir çağrıda bulunmak isterim, “Ey MHP’liler, nasıl ve ne zaman yapabileceğinizi bilemiyorum ama kurtulun şu Bahçeli’den artık”, belli ki kendisi değil 10 seçim 110 seçim kaybetse bile yerinden kıpırdamayacak, daha açığı eğer sizler örgütlenip bir şeyler yapmazsanız beyefendi siyasi mevta haline gelmeden başınızdan hiç gitmeyecek ve siz de en az önümüzdeki 10-15 yılı daha bol bol boş ve anlamsız nutuklar dinleyip iktidar yüzü görmeden yaşayacaksınız.”

Aslında bu yazının amacı MHP’nin bu son derece başarısız genel başkandan kurtulmasını önermekle de sınırlı değil, en az onun kadar önemli ikinci önerim de partinin artık çağdaş demokrasilerde marjinal (yani kenarda köşede kalmış) bir siyasi görüş olarak kabul edilen “bir ülkede varolan değişik etnik kökenli vatandaşlar arasından sadece tek bir etnik grubun sözcülüğünü ve savunuculuğunu yapma ilkelliğinden kurtularak dini, dili, rengi veya kökeni ne olursa olsun bu ülkede yaşayan ve kendisini Türk olarak tanımlayan herkesi kucaklayan klasik ve çağdaş merkez sağ bir kitle partisi haline dönüşmesi” şeklinde.

Aslında en az birkaç yüz sayfalık bir rapor gerektiren bu konuyu bir makale sınırlarına indirebilmek için mecburen ana başlıkları vermekle ve onları da kısaca açıklamakla yetineceğim, kaldı ki yazımı okuyan ve azıcık siyaset bilgisine sahip olan herkesin ne demek istediğimi anlayacağına da eminim. Önerimin temel gerekçesi de şu, Türkiye’nin demokrasiye geçildiği 1950 yılından bu yana en büyük seçmen kitlesini oluşturan ve kısaca “siyasette demokrat ve parlamenter cumhuriyetçi, ekonomide liberal, dış siyasette batıcı ve barışçıl, inançlar konusunda da laik ama o ülkede varolan tüm inançların özgürce yaşanabilmesine saygılı ve hoşgörülü” olarak tanımlanabilecek olan merkez sağ seçmen kitlesinin halen bu ülkede gönül huzuruyla oy verebileceği “Gerçek merkez sağ” kimlikli bir siyasi parti bulunmaması ve bu boşluğun mevcut ülke koşullarında mutlaka doldurulması gereği.

Herkesin bildiği bu açık gerçeğin rakamlarla kanıtlanması için demokrasi tarihimizin üç güçlü merkez sağ partisinin ilk demokratik seçim olan 1950’den buyana aldıkları oy oranlarına bakmak yeterlidir, Demokrat Parti… 1950 / 52, 1954 / 54, 1957 / 47, Adalet Partisi.. 1965 /52.9, 1969 / 46.5, Anavatan Partisi.. 1983 / 45, 1987 ANAP DYP toplamı 55.4, 1991 DYP ANAP toplamı 51.

1991 yılından sonraki süreçte ise o dönemin merkez sağ partileri olan DYP’nin ve ANAP’ın önce M.Yılmaz – T.Çiller ikilisi, sonra da M.Ağar – E. Mumcu adlı kifayetsiz muhterislerin elinde eriyip gitmeleri ile Türk merkez sağı önce 1995’te % 38’e inmiş, arkadan gelen 1999 seçimlerinde ikisinin de baraj altında kalmaları ile de Türk siyasi hayatından silinip gitmiştir, Sonuçda da iktidar merkez sağ numarası yapan ama gerçekte tam anlamıyla antidemokrat, anticumhuriyetçi, antilaik, batı karşıtı ve soyguncu dinci sağa kalmıştır.

İşin bir diğer acı gerçeği de son 13 yılda yaşanan bunca hukuksuzluğa, yolsuzluğa ve iç dış felaketlere rağmen halen bu ülkede iktidar olabilme potansiyeline sahip gerçek anlamda bir merkez sağ parti bulunmamasının ötesinde bu amaca yönelik ciddi boyutlarda bir partileşme girişimi de olmamasıdır. Bütün bu nedenlerle ben ülke siyasetinin bu yaşamsal açığının giderilmesi ve ülkenin halen ülkeyi yönetmekte olan ve olası bir koalisyonda da lider parti olarak yönetecek olan AKP’den kurtulabilmesi için tek çıkışın MHP’nin radikal-köklü bir değişim ve gelişim gerçekleştirerek yakın gelecekte gerçek anlamda çağdaş bir merkez sağ partisi haline dönüşmesinde olduğunu görüyorum.

Böyle bir dönüşümün son seçim kampanyası boyunca meydan meydan haykırdığı söylemlerinin en az dörtte üçünü RTE’yi ve AKP’yi yerden yere vurmaya ayıran ama Meclis’e girer girmez anında ve her sıkıştığında despot, dinci ve soyguncu iktidara destek çıkan ve Türk seçmen kitlesinin en az % 90’ı tarafından hiç sevilmeyen ve beğenilmeyen Bahçeli liderliğinde asla ve asla mümkün olamayacağını bildiğim için de ilk adım olarak bir şekilde genel başkanlıktan indirilmesini öneriyorum.

İkinci aşamada da parti programının gerektiği şekilde değiştirilerek partiye çağdaş anlamda merkez sağ bir kimlik kazandırılmasını ve bu sayede mutlaka gerçekleşecek olan yeni ve kitlesel katılımlarla partinin güçlendirilmesini ve iktidar şansı olan bir parti haline dönüştürülmesini öneriyorum.

Unutmayınki kurucu genel başkanınız olan A.Türkeş de amacına ulaşmak için aynı yöntemi uygulamıştı. Ve son olarak, benzer dönüşümlerin benim partimde de yaşanmasını ve CHP’nin de radikal-köklü bir takım değişimler ve gelişimler gerçekleştirerek tüm uygar ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi iktidar potansiyeline sahip çağdaş anlamda sosyal demokrat bir parti haline gelmesini istiyorum.


http://www.turksolu.com.tr/ey-mhpliler-kurtulun-su-bahceliden/


..

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Türk Milleti Çuval Olayını Unutmayacak! (4 Temmuz 2003)




Türk Milleti Çuval Olayını Unutmayacak! (4 Temmuz 2003)


 
İşgalci güçlerle Kürt işbirlikçilerinin hazırladığı hain bir plan Süleymaniye’ de uygulamaya konuluyordu. 2003 yılının 4 Temmuz Cuma günü ABD’nin 173. Hava indirme tümenine bağlı askerlerle onlara destek veren Kürtlerin, Süleymaniye’ deki Türk Özel Kuvvetleri Bürosuna yaptıkları baskın sırasında 11 Türk askeri (3’ü subay 8’i astsubay olmak üzere) esir alıyordu.
Türk askerlerine silah doğrulttular. Yüzükoyun yatırılarak, bilekleri kelepçelenen Türk grubu bahçeye indirildiğinde, baskıncıların bir bölümü bina çevresinde de emniyeti almış ve içerdekilerin büyük bir kısmı da evin her noktasında arama yapıyordu. Amerikalıların yaptıkları her işlem için yardımcıları, daha doğrusu öncü kuvvetleri peşmergelerdi.
Türk Askerlerine reva görülen muamele en iyimser ifade ile “fena” kavramını aşıyordu. Fakat artık yapılacak hiç bir şey yoktu, çünkü eller kelepçelenmişti. Amerikalılar esir aldıkları Subay, Astsubay ve görevliler ile baskın sırasında büroda bulunanların başına “Çuval” geçirdiler! Başa çuval geçirilmesi, esir alınanların, Iraklıların etrafı görmemeleri için yapılan bir uygulama idi. Fakat bu kez özellikle amaç sindirme, güç gösterisi ve psikolojik baskı oluşturmaktı.
8 araçlık (3 kamyon, 5 Hummer) baskın konvoyunun yanlarında peşmergelerde olduğu halde ABD’nin karargahı olarak kullanılan, Kerkük Hava alanına götürdüler.
2 kamyonun içinde 24 esir bulunuyordu. Esirler; 11 Türk özel Timi mensubu, 2 Sivil Türk, 4 Kürt muhafız, 2 Türkmen erkek, 2 Türkmen kadın, 1 Kürt, 1 Türkmen çocuk ve İngiliz vatandaşı Michael Todd’du. Kamyonların birinde 6, diğerinde 5 Türk askeri vardı.
5 Temmuz günü Kerkük Havaalanında sorgulama yapıldıktan sonra, Amerikalılar helikopterlerle Türk askerlerini Bağdat’a götürdüler. Irak’ın kuzeyinde Türk Özel Kuvvetleri mensubu 11 Türk askerinin ABD’liler tarafından esir alınmasıyla başlayan kriz yoğun diplomatik çabalar sonucu ancak 60 saat sonra çözülebildi.
Serbest bırakılan Türk askerleri “Amerikalılar bize El-Kaide muamelesi yaptı. En yakın müttefikine nasıl terörist gibi davranırlar?”
Türk Özel Kuvvetleri Komutanı Binbaşı Aydın Eser. “4 Temmuz Cuma günkü baskını önce Amerikalıların Iraklılarla bir çatışması sandığını” söyledi. “Amerikalılar havaya ateş açıyorlardı. Önce sokakta çatışma çıktı sandım. Kapıyı açıp onlara yardım etmek istedim. Bir baktım bize doğru ateş ediyorlar.”
“Amerikalılar bize doğru gaz bombası attılar. Olayın değişik boyutlara girmemesi için teslim olduk”. Binbaşı Aydın, dayaktan incinmiş kaburga kemiğini gösterirken: “Biz burada yasal olarak bulunuyoruz. Benim rütbemi hiçe sayıp Kerkük ve Bağdat’ta kötü muamele ettiler. Kafalarımıza çuval geçirildiği gibi ellerimizi de kelepçelediler.” Türk Özel Kuvvetleri Timinin Komutanı Binbaşı Aydın Eser’nin son sözü ise “Bizi Kürtler gammazladı.” oldu.
Saat 14:30’da Türk Özel Kuvvetleri Bürosu terk edilirken 100 metre ilerde beyaz Jeep içindekiler, Amerikalı yarbay tarafından bir kez daha tebessümle selamlandılar. Jeep’in içinde bekleyen rehber, görevini ifa etmenin huzuru ile (!) KYB Dış ilişkiler Bürosunun yolunu tutarken, konvoy Süleymaniye sokaklarında yeniden bir geziye çıktı. İçerde çuvallanmış Türk Askeri vardı. Başlarında ise Coni’ler ve peşmergeler…
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin ısrarla “haberimiz yok” dediği Türk Özel Kuvvetleri Timine karşı yapılan baskında, Celal Talabani’nin oğlu zaten başından sonuna kadar bu çuval baskınının içinde yer alıyordu. Bölgede babadan oğula geçen siyaset geleneği içinde küçük Talabani önemli bir figür olma özelliğini doğuştan taşıyordu. İşte bu Bafel Talabani, operasyon boyunca elindeki telefonla hem babasını bilgilendirmiş hem de Amerikalı konvoya yol gösterirken, aynı anda da baskını saniye saniye görüntülemişti. Hatta Bafel işi iyice abartmış, Amerikalıların Türk Özel Kuvvetleri Timi’ni götürmelerinin ardından baskın sonrasını da görüntülemişti.
ALİ KERKÜKLÜ
Habertürk Televizyonunda Basın Kulübü programına katılarak konuşan dönemin Genelkurmay başkanlığı eski harekât başkanı emekli korgeneral Köksal Karabay, 4 Temmuz 2003 günü Irak’ın Kuzeyinde Süleymaniye şehrinde (Kürtlerin yoğun yaşadığı şehir) yaşanan çuval olayını şöyle anlattı:
Kerkük Valisi’ne suikast yapılacağı ihbarı üzerine Kerkük’ten gelen ABD askerlerinin Talabani’nin Sarayı’nın çevresinde ilerlerken Türk timinin bulunduğu sokağa da girdiler. ABD askerlerinin arasında Türkiye’nin ekmeğini yiyen Talabani’nin oğlu (Bafel Talabani) da bulunuyordu. Tim komutanı(Aydın Eser) kapıya çıkıyor ’Hoş geldiniz’ diyor. Üzerine çullanıyorlar. Bu esnada herkes ateş etmeye hazır. Tim komutanı Binbaşı Aydın Eser elini kaldırıp ateş etmeyin diyor. Hiç böyle bir şey olacağını tahmin etmemişler. Çünkü daha önce birlikte çay içmişler ve oturmuşlar.


Kaynak: İnternetajans